23 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 38-43 (239. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 38. Ayet

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ  ٣٨


“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبَعْتُ ve uydum ت ب ع
2 مِلَّةَ dinine م ل ل
3 ابَائِي atalarım ا ب و
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
5 وَإِسْحَاقَ ve İshak’ın
6 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’un
7 مَا (hakkımız) yoktur
8 كَانَ ك و ن
9 لَنَا bizim
10 أَنْ
11 نُشْرِكَ ortak koşmağa ش ر ك
12 بِاللَّهِ Allah’a
13 مِنْ herhangi bir
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 ذَٰلِكَ bu
16 مِنْ
17 فَضْلِ bir lutfudur ف ض ل
18 اللَّهِ Allah’ın
19 عَلَيْنَا üzerimize
20 وَعَلَى ve üzerine
21 النَّاسِ insanların ن و س
22 وَلَٰكِنَّ ama
23 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
24 النَّاسِ insanların ن و س
25 لَا
26 يَشْكُرُونَ şükretmezler ش ك ر
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar’ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı (İbn Âşûr, XII, 271); nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da Hz. Yûsuf’un, “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek yorum için bir vakit belirlemiş olmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, vakti ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla bildikleri anlaşılmaktadır. “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce” ifadesini, mecaz olarak “olaylar başınıza gelmeden, rüyanız gerçekleşmeden önce” şeklinde anlamak da mümkündür. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” meâlindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer‘î ilimler, hikmet, iktisat vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir. Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Ya‘kub aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca o, kendisinin Allah tarafından peygamber atalarına vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. مِلَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. اٰبَٓاء۪ٓي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedel olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. 

اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ  atıf harfi وَ ’la  اِبْرٰه۪يمَ  matuf olup, gayri munsarif olduklarından cer alameti fethadır.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ) da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb.)  gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اتَّبَعْتُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

 

İsim cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

لَـنَٓا  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

نُشْرِكَ  fetha ile mansub muzarı fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  بِاللّٰهِ  car mecruru  نُشْرِكَ  fiiline mütealliktir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ  nefî, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341 )

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُشْرِكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك  ise muhatap zamiridir. مِنْ فَضْلِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَيْنَا  car mecruru  فَضْلِ ’e mütealliktir. عَلَى النَّاسِ  car mecruru, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

أَكۡثَرَ  kelimesi  لٰكِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  لَا يَشْكُرُونَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَكْثَرَ  ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)  

اِسْحٰقَ  ve  يَعْقُوبَۜ , muzafun ileyh konumundaki  اٰبَٓاء۪ٓي ’ den bedel olan  اِبْرٰه۪يمَ ’e atfedilmiştir. Cihet-i camia tezayüftür. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a (a.s) şeklindeki sıralamada derecelendirme söz konusudur. Bu istidrac sanatıdır. 

Yusuf’un (as) atalarına tabi olduğunu söyledikten sonra onları, isimlerini zikrederek sayması bedî’ sanatlardan taksim sanatı üslubudur.

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْحٰقَ - يَعْقُوبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki ayetteki  اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ  cümlesiyle bu cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Bu ayette ıttırad sanatı vardır. Övdüğü kişinin, babasının, dedesinin isimleri zorlanmaksızın ve rastgele yapılmaksızın peş peşe doğum sırasına göre zikredilmiştir. (İbn Ebi’l - İsba, Tahriru’t Tahbiris, 352)

Hz. Yusuf'un bu sözü söylemesi, o iki arkadaşını tevhide teşvik etmek ve içinde bulundukları şirk ve dalaletten nefret ettirmek içindi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)

Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَـنَٓا  car mecruru,  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ‘nin muahhar ismi konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûl olan  شَيْءٍۜ ‘deki  مِنْ  harfi tekit için gelen zaid harftir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِاللّٰهِ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

شَيْءٍ ’deki nekrelik, kıllet nev ve umum ifade eder. Hiçbir manasındadır. İstiğrak ifade eden  مِنْ  harfi de bu manayı destekler. Olumsuz siyakta nekre, selbin umum ve şumulüne işarettir.مِنْ شَيْءٍ  kelimesinin manası: Şirkin çeşitleri pek çoktur. Müşriklerden bir kısmı putlara, bir kısmı ateşe, bir kısmı yıldızlara, bir kısmı da akla, nefse ve tabiata tapmaktadır. Bu sebeple onun, [Allah’a herhangi bir şeyi ortak tutmamız bizim için doğru olmaz] buyruğu, bütün bu gruplara ve fırkalara bir reddiye olurken aynı zamanda da hak olan dine bir irşaddır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir.

ذٰلِكَ  [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

Buradaki  ذٰلِكَ  kelimesi daha önce geçmiş olan şirk koşmamaya işarettir. Bu da delalet eder ki şirk koşmama ve imana nail olma, Allah’tandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette zamir yerine işaret ismi kullanılması Allah’ın fazlının şanını yüceltmek ve övgü maksadıyla yapılan ıtnâb ve iltifat sanatıdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ  car-mecruru, mahzuf habere mütealliktir.

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile Allah’ın fazlına işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Veciz ifade kastıyla gelen  فَضْلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

عَلَى النَّاسِ  car-mecruru, فَضْلِ ‘ye müteallik olan  عَلَيْنَا ‘ya atfedilmiştir. Cihet-i camia tezayüftür.

فَضْلِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 


  وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

 

 

Ayetin son cümlesi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

لٰكِنَّ ‘nin ismi olan  اَكْثَرَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağaya işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etmek içindir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَشْكُرُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.

Son cümlede  النَّاسِ , zamir makamında zahir olarak zikredilmiştir. İnsanların bu haline dikkat çekmek için yapılmış bu tekrarda iltifat, itnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يَشْكُرُونَ - نُشْرِكَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

ٱلنَّاسِ [insanlar]’ın zamirle değil de zahir isimle zikredilmesi, bu nankörlük halinin pek çirkin olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Yusuf Sûresi 39. Ayet

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ  ٣٩


“Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا صَاحِبَيِ benim arkadaşlarım ص ح ب
2 السِّجْنِ zindan س ج ن
3 أَأَرْبَابٌ tanrılar mı? ر ب ب
4 مُتَفَرِّقُونَ çeşitli ف ر ق
5 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
6 أَمِ yoksa
7 اللَّهُ Allah (mı?)
8 الْوَاحِدُ tek و ح د
9 الْقَهَّارُ kahhar olan ق ه ر
Rivayete göre o dönemde Mısırlılar’ın otuz dolayında tanrıları vardı; bunlar farklı tabiat kuvvetlerini veya bazı yıldızları temsil ediyorlardı (İbn Âşûr, XII, 276). Bu âyetlerde Hz. Yûsuf, aklî deliller getirerek muhataplarına gerçek ve tek Allah’a inanmayı telkin etmektedir. Ayrıca arkadaşlarının rüyalarını yorumlayarak birinin daha önce olduğu gibi efendisinin hizmetine gireceğini ve ona şarap sunacağını; diğerinin ise asılacağını, kafasını kuşların didikleyeceğini söylemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 233-234
قهر Qahera : قَهْر hem gâlip gelmek hem de boyun eğdirmek anlamına gelir ve her ikisi için ayrı ayrı da kullanılabilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kahretmek, kâhir, Kahhar ve Kâhire’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ

 

يَا  nida harfidir. Münada olan صَاحِبَيِ  muzâf olup, müsenna olduğundan nasb alameti ى 'dir. İzafetten dolayı نِ hazf edilmiştir. Mütekellim zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. السِّجْنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Nidanın cevabı  ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ ’dir. 

İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  اَرْبَابٌ  mübteda olup damme ile merfûdur. مُتَفَرِّقُونَ  kelimesi  اَرْبَابٌ ’un sıfatı olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. خَيْرٌ  haber olup damme ile merfûdur. 

اَمِ  atıf harfidir. اللّٰهُ  lafza-i celâl, atıf harfi  اَمِ  ile  اَرْبَابٌ ’e matuftur. الْوَاحِدُ  kelimesi  اللّٰهُ  lafza-i celâlin sıfatı olup damme ile merfûdur. الْقَهَّارُ  lafza-i celâlin ikinci sıfatı olup damme ile merfûdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ: Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَفَرِّقُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْقَهَّارُ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın cevabı olarak gelen  ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve taaccüp manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayetteki soru yanlış yola sapmaya karşı uyarıda bulunmak kastıyla söylenmiş bir sözdür.

Müsnedün ileyh olan  ءَاَرْبَابٌ ‘daki nekrelik tahkir ifade eder. 

اَرْبَابٌ  için sıfat olan  مُتَفَرِّقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek, mübalağa ifade etmiştir.

Lafza-i celâl, mübteda olan  ءَاَرْبَابٌ ’ye  اَمِ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ  kelimeleri,  اللّٰهُ  lafza-i celâl için iki sıfattır.

Bu söz “farzetme” üslubunda söylenmiş bir sözdür. Yani “Biz onlardan, hayrı gerektiren bir şeyin meydana gelebileceğini farzetsek bile, onlar mı hayırlıdır, tek ve Kahhâr olan Allah mı?” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

مُتَفَرِّقُونَ  [farklı farklı] sözü, onların mağlup ve aciz nesneler olduğuna bir işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 
Yusuf Sûresi 40. Ayet

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  ٤٠


“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 تَعْبُدُونَ siz tapmıyorsunuz ع ب د
3 مِنْ
4 دُونِهِ o’nu bırakıp د و ن
5 إِلَّا başkasına
6 أَسْمَاءً (boş) isimlerden س م و
7 سَمَّيْتُمُوهَا isimlendirdiği س م و
8 أَنْتُمْ sizin
9 وَابَاؤُكُمْ ve atalarınızın ا ب و
10 مَا
11 أَنْزَلَ indirmemiştir ن ز ل
12 اللَّهُ Allah
13 بِهَا onlar hakkında
14 مِنْ hiçbir
15 سُلْطَانٍ delil س ل ط
16 إِنِ yoktur
17 الْحُكْمُ (hiçbir) Hüküm ح ك م
18 إِلَّا dışında
19 لِلَّهِ Allah’ın
20 أَمَرَ O emretmiştir ا م ر
21 أَلَّا
22 تَعْبُدُوا tapmamanızı ع ب د
23 إِلَّا başkasına
24 إِيَّاهُ kendisinden
25 ذَٰلِكَ işte budur
26 الدِّينُ din د ي ن
27 الْقَيِّمُ doğru ق و م
28 وَلَٰكِنَّ ama
29 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
30 النَّاسِ insanların ن و س
31 لَا
32 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْبُدُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَسْمَٓاءً ’in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَسْمَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَمَّيْتُمُوهَٓا  cümlesi, اَسْمَٓاءً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنْتُمْ  munfasıl zamir  سَمَّيْتُمُوهَٓا ’daki faili tekid eder.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  atıf harfi  وَ ’la faile matuf olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ  cümlesi, اَسْمَٓاءً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail  olup damme ile merfûdur. بِهَا  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline mütealliktir. مِنْ  harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir. سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  سمو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

İsim cümlesidir. اِنِ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحُكْمُ  mübteda olup damme ile merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

 


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. أَنْ  ve masdar-ı müevvel, amili  اَمَرَ  ‘nın ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Birinci mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  أمر الناس عدم عبادة إله غير الله  veya  عبادة الله (İnsanlara Allah'tan başka bir tanrıya tapmamalarını veya Allah’a tapmalarını emretti.) şeklindedir.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

لا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّٓا  hasr edatıdır. Munfasıl zamir  اِيَّاهُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. الدّ۪ينُ  haber olup damme ile merfûdur.  الْقَيِّمُ  kelimesi  الدّ۪ينُ ’nun sıfatı olup damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

أَكۡثَرَ  kelimesi  لَـٰكِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi, لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرَ  ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Muzâri fiil, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. تَعْبُدُونَ  maksur-sıfat,  اَسْمَٓاءً  maksurun aleyh-mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. 

 مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَسْمَٓاءً ’in mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  دُونِه۪ٓ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

Mef’ûl olan  اَسْمَٓاءً ’ deki nekrelik tahkir içindir.

سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ  cümlesi,  اَسْمَٓاءً  için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. اَنْتُمْ  munfasıl zamiri, fiilin failini tekit etmiştir.

Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

مِنْ دُونِه۪  tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber. (Medine Balcı c. 8, s. 723)  

Burada kâfirlerin taptıkları varlıklarla ilgili olarak kullanılan  اَسْمَٓاءً  kelimesi, cümleye adeta tapınılanın içini boşaltıp anlamsızlaştırırcasına olumsuz yönde bir mübalağa anlamı katmıştır. (Ebu Ḥafs Ömer b. Ali b. Âdil ed-Dımeşḳî, el-Lubâb fi Ulûmi’l-Kitâb)

Burada o isimlerin verildiği varlıkların zikredilmemesi, makamın gereği olarak onları varlık mertebesinden düşürmek ve mabutsuz ibadetleri geçersiz olduğu gibi, karşılığı olmayan bu isimlendirmenin de geçersiz olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

أنْتُمْ وآباؤُكُمْ  cümlesi  سَمَّيْتُمُوها  fiilindeki merfû zamirin tefsiri mahiyetindedir. Burada atalarına verilen bu karşılıktan maksat, onların haklılıklarını ispat etmek için öne sürebilecekleri delillendirme ve tartışma yollarını tıkamaktır. Nitekim o ilahlar babalarının ve atalarının ibadet edegeldikleri mabudlardır. Aynı zamanda çok sayıda ve çeşit çeşit ilâhlara tapınmalarından vazgeçirme konusunda ikna edilebilmelerinin kolaylaştırılması için kendileri ve ataları birlikte muhatap alınarak ilgili gerekçe telkin edilmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 


مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

 

اَسْمَٓاءً  için ikinci sıfat olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması onun yüceliğine dikkat çekmek, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِهَا  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  سُلْطَانٍ ‘deki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Çünkü, menfi siyakta nekre selbin umum ve şümulüne işarettir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.

اَسْمَٓاءً - سَمَّيْتُمُوهَٓا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


  اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

Öncesindeki mananın ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Kasr üslubuyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazîf sanatı vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.

اِنِ  ve  اِلَّٓا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır.  الْحُكْمُ  maksûr/mevsuf  لِلّٰهِ ‘nin müteallakı haber/maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.

Bir olumlu bir de olumsuz mana ihtiva etmektedir: 

“Allah hüküm sahibidir.” 

“Allah'tan başka gerçek hüküm sahibi yoktur.”

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa içindir. Bu tekrarda ıtnâb, iltifat ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  أَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil cümlesi  تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ , masdar tevilinde, اَمَرَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Fiilin ilk mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasr üslubuyla tekid edilen masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

لَّٓا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûl arasındadır.  تَعْبُدُٓوا  maksur/sıfat, اِيَّاهُ  maksurun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu durumda fâil, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. Bu ifadenin manası, O’ndan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmektir. 

تَعْبُدُونَ  -  تَعْبُدُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَمَرَ - الْحُكْمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade eder. Bu cümlede  ذٰلِكَ  tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebelerinin yüksekliğini belirtir. 

İşaret isminde istiare sanatı vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile  الدّ۪ينُ ‘ye işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْقَيِّمُ  kelimesi  الدّ۪ينُ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Haberin elif-lam ile marife olması, bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmesinin yanında kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. ذٰلِكَ , maksur/mevsûf, الدّ۪ينُ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

Aşûr da şöyle demiştir: Zikredilen bu dellillerin sonucu şudur ki sizin ve başkalarının dini değil bu din kayyim olandır. 

Alusi de bu ifadede tahsis olduğunu söylemiştir. 

İsim cümlesinde haber (müsned) öğesinin marife (belirli isim) olarak gelmesi bağlam karinesi yardımıyla kasr ifade eder. (Tahir Taşdelen, Mülk Sûresi’nin Edebî Tahlîli Ve Türkçe Kur’ân Meâline Yansıması)

ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ  isim cümlesinin müsnedi/haberi olan  الدّ۪ينُ  kelimesinin marife olarak gelmesi, tahsis ifade eder. Dolayısıyla kasr üslubunu manaya yansıttığımızda “İşte bu doğru hesaptır” yerine, “İşte en doğru hesap budur” ya da “Bu hesaptan başka doğru bir hesap yoktur”, şeklinde tercüme edilmesi daha uygun olacaktır. (Tahir Taşdelen, Mülk Sûresi’nin Edebî Tahlîli Ve Türkçe Kur’ân Meâline Yansıması)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etmek içindir.

لٰكِنَّ ‘nin ismi olan  اَكْثَرَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağaya işaret etmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ  ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.

لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur. Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

اَلَّا- اِلَّٓا - لَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yusuf Sûresi 41. Ayet

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ  ٤١


“Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz iş böylece kesinleşmiştir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا صَاحِبَيِ arkadaşlarım ص ح ب
2 السِّجْنِ zindan س ج ن
3 أَمَّا
4 أَحَدُكُمَا ikinizden biriniz ا ح د
5 فَيَسْقِي yine sunacak س ق ي
6 رَبَّهُ efendisine ر ب ب
7 خَمْرًا şarap خ م ر
8 وَأَمَّا
9 الْاخَرُ diğeri ise ا خ ر
10 فَيُصْلَبُ asılacak ص ل ب
11 فَتَأْكُلُ yiyecek ا ك ل
12 الطَّيْرُ kuşlar ط ي ر
13 مِنْ
14 رَأْسِهِ onun başından ر ا س
15 قُضِيَ kesinleşmiştir ق ض ي
16 الْأَمْرُ ا م ر
17 الَّذِي
18 فِيهِ hakkında
19 تَسْتَفْتِيَانِ sorduğunuz ف ت ي

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ 

 

يَا  nida harfidir. Münada olan  صَاحِبَيِ  muzâf olup, fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي ’dır.

اَمَّٓا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

اَحَدُكُمَا  mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَسْق۪ي  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يَسْق۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. خَمْراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. الْاٰخَرُ  mübteda olup damme ile merfûdur. فَيُصْلَبُ  cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يُصْلَبُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. تَأْكُلُ  atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur.

تَأْكُلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الطَّيْرُ  fail olup damme ile merfûdur. مِنْ رَأْسِه۪  car mecruru  تَأْكُلُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ

 

Fiil cümlesidir. قُضِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ  naib-i fail olup damme ile  merfûdur. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  الْاَمْرُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسْتَفْتِيَانِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. ف۪يهِ  car mecruru  تَسْتَفْتِيَانِ  fiiline mütealliktir.

تَسْتَفْتِيَانِ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)

تَسْتَفْتِيَانِ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  فتى ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ  terkibinde  اَمَّا , şart, tafsil ve tekid edatıdır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

Şart üslubundaki terkipte  اَحَدُكُمَا , mübtedadır. 

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراً  , aynı zamanda mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mef’ûl olan  خَمْراً ’daki nekrelik, kesret ve nev ifade eder.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’demiştir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l Kur’an, c. 1, s. 421)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)


  وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Aynı üslupta gelen cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Şart üslubundaki terkipte  اَمَّا , şart, tafsil ve tekid edatıdır.

الْاٰخَرُ  mübteda,  فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَيُصْلَبُ , mübtedanın haberidir. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يُصْلَبُ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber talebî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üsluptaki  فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪  cümlesi,  فَيُصْلَبُ  cümlesine atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hz. Yusuf aynı hitabı 39. ayetin başında da yapmıştı. Hitabın ve  اَمَّا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


 قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)   

قُضِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْاَمْرُ  için sıfat konumunda olan müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sıla cümlesi olan   ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim tehir sanatı vardır.  ف۪يهِ  car mecruru, konunun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.

Ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik sanatı vardır.

Hz. Yusuf’un,  قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ  [Yorumunu sorduğunuz iş, böylece kesinleşmiştir.] demesi, yaptığı yorumun gerçek olduğunu belirtmek ve onu pekiştirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Yusuf Sûresi 42. Ayet

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟  ٤٢


Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 لِلَّذِي kişiye
3 ظَنَّ sandığı ظ ن ن
4 أَنَّهُ onun
5 نَاجٍ kurtulacağını ن ج و
6 مِنْهُمَا o iki kişiden
7 اذْكُرْنِي beni an ذ ك ر
8 عِنْدَ yanında ع ن د
9 رَبِّكَ efendin(kralın)ın ر ب ب
10 فَأَنْسَاهُ fakat ona unutturdu ن س ي
11 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
12 ذِكْرَ söylemeyi ذ ك ر
13 رَبِّهِ efendisine ر ب ب
14 فَلَبِثَ (böylece) kaldı ل ب ث
15 فِي
16 السِّجْنِ zindanda س ج ن
17 بِضْعَ birkaç ب ض ع
18 سِنِينَ yıl س ن و
Bu arada Hz. Yûsuf, kurtulacağına inandığı gençten kendisinin suçsuz olduğunu ve haksız yere zindana atılmış bulunduğunu krala anlatmasını rica etti, fakat genç zindandan çıktıktan sonra Yûsuf’un ricasını unuttu. Böylece Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. “Fakat şeytan ona, efendisine Yûsuf’tan söz etmeyi unutturdu” meâlindeki cümle müfessirler tarafından iki farklı şekilde yorumlanmıştır:
 a) Şeytan Hz. Yûsuf’a Allah’ı anmayı unutturdu. Böylece Yûsuf, zindan arkadaşından kendisinin suçsuz olduğunu krala hatırlatmasını rica etti de kurtuluşu Allah’tan dilemedi. Bundan dolayı Allah onu birkaç yıl daha zindanda tutarak cezalandırdı. Bu konuda rivayet edilen bir de hadis vardır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Yûsuf bu sözü söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zira o kurtuluşu Allah’tan başkasından istedi” (Taberî, XII, 223). Gerek bu yorum gerekse delil olarak getirilen bu hadis, diğer müfessirler tarafından zayıf kabul edilmiştir (İbn Kesîr, IV, 317).
 b) Şeytan, zindandan çıkan gence Hz. Yûsuf’un durumunu efendisi krala anlatmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. Müfessirlerin birçoğu bu mânayı tercih etmişlerdir. Çünkü bir peygamberin gerektiğinde insanlardan yardım istemesi, kurtuluş yollarını araması Allah’ı unuttuğunu göstermez. 45. âyet de bu mânayı destekler mahiyettedir.
 Hz. Yûsuf’un zindanda kaldığı süre hakkında beş, yedi, on iki veya on dört yıl şeklinde farklı rivayetler vardır (Şevkânî, III, 34).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 234
سنو Seneve : Bu kelimenin kökü konusunda iki görüş vardır: Bir görüşe göre onun aslı سنهة dir. Çünkü Araplar bu kökten سانه ile ‘yıl yıl muamelede bulundu’ derler. 2/259 فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ ayetteki ifadeninde buradan geldiği söylenmektedir. Yani üzerinden yıllar geçmesiyle değişmedi ve tazeliği gitmedi. Diğer görüşe göre ise bu kelimenin aslı vavlıdır. Çünkü Araplar bu kökten سنوات kelimesini türetirler. سنه kelimesi, daha çok kuraklığın olduğu yıl için kullanılır. Yusuf /47 قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا- Araf/130 وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ Yine bu kelimedeki asıl anlam değişimdir.
Sene ve Âam Farkına gelince; Âam günlerin toplamı sene ise ayların toplamıdır. Âam bir şeyin vakti olma anlamını ifade ederken sene de böyle bir mana yoktur. Buna mukabil tarih konusunda da seneta mietin denildiği halde aamu mietin kullanılmaz. ( Müfredat – Furuq – Tahqiq ) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sene ve seniyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَلَّذِي  müfred has  ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  قَالَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  ظَنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نَاجٍ  kelimesi  اَنَّ ’nin, haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir. مِنْهُمَا  car mecruru  نَاجٍ ’in  mahzuf haline mütealliktir. 

Mekulü’l-kavli  اذْكُرْن۪ي  ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اذْكُرْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamir  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عِنْدَ  zaman zarfı اذْكُرْ  fiiline mütealliktir. رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا - اَلرَّاعِيَ  gibi), c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) irab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَاجٍ , sülâsi mücerredi نجو  olan fiilin ism-i failidir. İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟

 

Fiil cümlesidir. ف  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْسٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّيْطَانُ  fail olup damme ile merfûdur. ذِكْرَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  لَبِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِي السِّجْنِ  car mecruru  لَبِثَ  fiiline mütealliktir. بِضْعَ  zaman zarfından naib  لَبِثَ  fiiline mütealliktir.  سِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ي ’dir. 

اَنْسٰي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  نسى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mecrur mahaldeki müfret müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذِي  başındaki harf-i cerle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا , isim cümlesi olup masdar teviliyle  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  نَاجٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْهُمَا  car mecruru  نَاجٍ ’in  mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

ظَنَّ , zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir. Burada ‘kesin bildi’ anlamındadır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اذْكُرْن۪ي - ذِكْرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟

 

Cümle takdiri,  فخرج  (Ve çıktı) olan mahzuf cümleye atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. İki cümle arasında meskutun anh mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  لَبِثَ فِي السِّجْنِ  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

رَبِّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada tevriye sanatını görmek mümkündür. Bu ayette geçen birinci Rab kelimesi, Yusuf’a (a.s) rüyasını yorumlatan ve akabinde zindandan kurtulan adamın efendisi olan kralı ifade ederken, ikinci Rab kelimesiyle birlikte hem kralın hem de rabbimiz olan Allah’ın kastedilme ihtimaline zemin hazırlanmaktadır ki ayette öncesi zikredilmeden  فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪  denilmiş olsaydı Rab kelimesi sadece Allah’a ait olurdu. Dolayısıyla şeytanın zindandan kurtulan adama ifadedeki uzak anlamıyla Yusuf’un (a.s) rububiyetini anlattığı Allah’ı unutturduğu anlamında bir tevriye vardır. (Hasan Uçar,Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَ  [Yusuf zindanda birkaç yıl kaldı.] burada geçen  بِضْعَ  üç ile dokuz arasıdır,  بضع ’dan gelir ki kesmek demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Yusuf Sûresi 43. Ayet

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ  ٤٣


Kral, “Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الْمَلِكُ Kral م ل ك
3 إِنِّي şüphesiz ben
4 أَرَىٰ (düşümde) görüyorum ر ا ي
5 سَبْعَ yedi س ب ع
6 بَقَرَاتٍ inek ب ق ر
7 سِمَانٍ semiz س م ن
8 يَأْكُلُهُنَّ bunları yiyor ا ك ل
9 سَبْعٌ yedi س ب ع
10 عِجَافٌ zayıf inek ع ج ف
11 وَسَبْعَ ve yedi س ب ع
12 سُنْبُلَاتٍ başak س ن ب ل
13 خُضْرٍ yeşil خ ض ر
14 وَأُخَرَ ve diğerleri de ا خ ر
15 يَابِسَاتٍ kuru ي ب س
16 يَا أَيُّهَا Ey
17 الْمَلَأُ efendiler م ل ا
18 أَفْتُونِي bana anlatın ف ت ي
19 فِي
20 رُؤْيَايَ bu rü’yamı ر ا ي
21 إِنْ eğer
22 كُنْتُمْ siz ك و ن
23 لِلرُّؤْيَا rü’ya ر ا ي
24 تَعْبُرُونَ ta’bir ediyorsanız ع ب ر
Bu kralın, Sînâ yarımadası yoluyla gelip Mısır’ı istilâ ettikten sonra ülkede milâttan önce 1700’den 1580’e kadar hüküm süren altı Hiksos kralından biri olduğu bildirilmektedir (bk. Ahmet Suphi Fırat, “Yûsuf”, İA, XIII, 441). Tarihçilerin bunları, “göçebe ülkelerin hükümdarları” veya “çoban krallar” diye isimlendirmiş olmaları bunların Mısır’ı istilâ etmeden önce henüz tam olarak yerleşik hayata geçmemiş olan Suriyeli Araplar oldukları ihtimalini kuvvetlendirir. Bunların İbrânî asıllı Hz. Yûsuf ile menşe yakınlığı ihtimali de vardır. Çünkü İbrânîler de daha önce Arabistan yarımadasından Mezopotamya’ya, sonra Suriye’ye göç eden bedevî kabilelerden birinin soyundan gelmektedir. Kralın, Hz. Yûsuf’a güven duyması ve ailesine ülkesinde geniş imkân tanıması Mısır’da zaman içinde İsrâil toplumunun meydana gelmesini sağlamıştır (Esed, II, 464-465; İbn Âşûr, XII, 280).
 Hz. Mûsâ’nın zamanında ise Hiksoslar dönemi kapanmıştı, artık Mısır’ı Kıptî soyundan gelen Firavun yönetiyordu. Ülkesi için bir tehlike oluşturacağı endişesiyle İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını öldürüyor, kız çocuklarını hayatta bırakıyordu (Bakara 2/49).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 236
خضر: Yeşil demek olan خُضْرٌ kelimesi أخْضَرُ ‘nun çoğuludur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmişti (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan şekilleri Hıdır ve Hıdrellez’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمَلِكُ  fail olup damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavl  اِنّ۪ٓي اَرٰى ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

إِنَّ  tekid edatıdır. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

ى  mütekellim zamir  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَرٰى  cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرٰى  fiili elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

سَبْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بَقَرَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سِمَانٍ  kelimesi  بَقَرَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. يَأْكُلُهُنَّ  cümlesi, بَقَرَاتٍ ‘in ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يَأْكُلُهُنَّ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَبْعٌ  fail olup damme ile merfûdur. عِجَافٌ  kelimesi  سَبْعٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. 

سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ  atıf harfi  و ’la makabline matuftur. خُضْرٍ  kelimesi  سُنْبُلَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. اُخَرَ  atıf harfi  و ’la  سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ ’ye matuftur. يَابِسَاتٍ  kelimesi  وَاُخَرَ ’ın sıfatı olup nasb alameti kesradır.kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. 

Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سِمَانٍ - عِجَافٌ - خُضْرٍ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.  هَا  tenbih harfidir.  الْمَلَأُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı  اَفْتُون۪ي  cümlesidir.

اَفْتُون۪ي  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي رُءْيَايَ  car mecruru  اَفْتُون۪ي  fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; في تفسير رؤياي  şeklindedir.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde   اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ


اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ‘ nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

كُنْتُمْ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. لِ  takviye için zaiddir.  لرُّءْيَا  lafzen mecrur, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَعْبُرُونَ  cümlesi, كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كنتم.. فأفتوني (Eğer … olursa Bana fetva verin) şeklindedir.

تَعْبُرُونَ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ

 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ  cümlesi, اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  

اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olan  اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

سِمَانٍ  kelimesi  بَقَرَاتٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ  cümlesi  بَقَرَاتٍ  için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ  ve  وَاُخَرَ يَابِسَاتٍ  izafetleri  سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ  ‘e matuftur. 

خُضْرٍ  kelimesi  سُنْبُلَاتٍ  için, يَابِسَاتٍۜ  ise  اُخَرَ  için sıfattır. 

Ayette ihtibak sanatı vardır.

سِمَانٍ - عِجَافٌ  kelimeleri arasında da tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ  tabirindeki yeşil renk başakların taze olmasından kinayedir.  

اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ [Ben yedi sığır görüyorum.] cümlesinde şimdiki zaman kipi, geçmiş bir halin hikâyesi için kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Birinci cümlede  بَقَرَاتٍ , ikinci cümlede  سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ  ibareleri hazf edilmiştir. Îcâz-ı hazif vardır. Mahzufa delalet eden bir karînenin bulunması şartıyla ibaredeki bir kelimenin, cümlenin veya daha fazla ifadenin hazf edilmesine denir.

Bu yolla yapılan îcâza genellikle; bilinen veya tahmini kolay olan hususları söyleyerek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek veya karîneye dayanarak dile getirilmeyen şeyleri muhatabın hayaline ve yorumlamasına bırakarak anlam zenginliği kazandırmak ve benzeri sebeplerle başvurulur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

İkinci  سَبْعَ  kelimesinin  عِجَافٌ  ile nitelenmesi, mevsufu dikkate almadan onunla temyizin imkânsız olmasındandır. Çünkü o bakara cinsini açıklamak içindir. Kıyasa göre  عُجف  denilmeli idi, çünkü o,  عَجْفاء ‘nın çoğuludur, ancak  سِمَانٍ ’a benzetilmiştir, çünkü onun zıddıdır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Eğer sıfat, isim tamlamasından sonra gelir, muzâf sayı olursa bu sıfa­tın muzâfa veya muzâfun ileyh üzerine icrası caiz olur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân)

اَرٰى  ifadesi muzari sıygasıyla olduğu için “gördüm” demiyor, “görüyorum” diyor. Buna göre aynı rüyayı üst üste birkaç defa görmüş olduğu anlaşılıyor. Sonra meseleyi ciddiye alıp meşhur danışma meclisini topluyor. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)


يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ  nidasıyla arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.

Nidanın cevabı olarak gelen  اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ف۪ي رُءْيَايَ  ibaresindaki  ف۪ي  harfinin gelişi istiare-i tebeiyyedir. Bilindiği gibi  ف۪ي  harfinde zarfiyet manası vardır. Gerçek manada mazruf özelliği taşımayan  رُءْيَا , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.


 اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  لِلرُّءْيَا  car mecruru, konudaki önemine binaen ve fasılaya riayet için, amili olan تَعْبُرُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

كَانَ ’nin haberi olan  تَعْبُرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

Öncesinin delaletiyle takdiri  فأفتوني (...bana yorumlayın.) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِلرُّءْيَا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لِلرُّؤْيا  car mecrurunun amili olan  تَعْبُرُونَ  fiiline takdimi; tabir konusunda görmenin önemi ve fasılaya riayet içindir. لِلرُّؤْيا  kelimesindeki tarif cins içindir.  لِ  ise mamulundan sonraya tehir edilmiş olan amilin zayıflığı dolayısıyla takviye için gelmiştir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

Ezheri de şunu nakletmiştir:  تَعْبُرُونَ  kelimesi “nehrin kıyısı, kenarı” anlamına gelen عِبر  ve عَبر  kelimesinden iştikak etmiştir. (عِبْرُ النهرِ) tabirinin anlamı, “Nehri kat ederek, öte yakasına geçtim” demektir. Rüyanın iki tarafını iyice düşünüp, etrafında dönüp dolaşarak tefekkürde bulunduğu ve bir tarafından ötekine geçtiği için, rüyayı yorumlayana da عابر/âbir ismi verilmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı
Bu sayfada anlatılan ve rüya gören kral, tarihi araştırmalara göre, Mısır'da M.Ö. yaklaşık 1700-1550 yıllarında hükmeden Hiksoslar hanedanından bir kraldı. Hiksoslar, Arap-Asya karışımı bir kavim olup, yaklaşık 1720-1710 yıllarında Suriye'den gelerek Mısır'ı işgal etmiş ve Orta Dönem krallığına son verip, idareyi ele geçirmişlerdi. Tebes yerine, Nil deltasında Avaris-Tanis'i başkent edinmişlerdi. Bir buçuk asra varan hakimiyetleri döneminde Suriye ve Filistin'i de içine alan güçlü bir krallık kurmuşlar ve ülkelerinde huzur, emniyet ve refahı sağlamışlardı. Bunda Hz. Yusuf'un katkısı çok büyük, hatta birinci derecede olsa gerektir. Atlarla çekilen araba yapmışlar, fetihlerini bir kale gibi kullandıkları yığılmış ve pekiştirilmiş, dikdörtgen şeklinde toprak tabya ve koruganlarla sağlama almışlardı. Hiksoslar, M.Ö. 1550 civarında Amasis 1'e yenilerek iktidarı kaybettiler ve yerlerini Firavunlar aldı. Bu tarihten itibaren Hz. Musa gelinceye kadar İsrail Oğulları için iki buçuk asır kadar sürecek işkenceler dönemi başladı.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Latîf olan Allahım! Emrin üzere, hz. İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Kelamın vesilesiyle elçilerinin ve Rasulun hz. Muhammed (sav)’in davetini işittim ve itaat ettim. Kabul buyurmanı dilerim. İslam’ı dosdoğru yaşamak için yardımını isterim. Şirkin her halinden ve şükürsüzlükten, Sana sığınırım.

 

Ey Rahman olan Allahım! Zihnimi ve kalbimi gereksiz bilgilerle meşgul tutmanın çok kolay olduğu bir dönemde yaşıyorum. Bu kolaylığın, beni tembelliğe ve kolaya kaçmaya itmesinden, Sana sığınırım. Zihnimi ve kalbimi, gereksiz düşüncelerden ve hallerden arındırmak için şüphesiz yardımına muhtacım. Senin rızan yönünde, beni ve halimi değiştirecek hayırlı kararlar almamı ve hayırlı başlangıçlar yapmamı nasip et.

Ey Rahîm olan Allahım! Dünyada sahip olduğum her şeyimi güzelleştir. Çirkinleştirecek – büyüğünden ufağına – herhangi bir sebepten, Sana sığınırım. Gözlerimden ayaklarıma, zihnimden kalbime, duygularımdan düşüncelerime, hallerimden rüyalarıma, eşyalarımdan giysilerime; sahip olduğum her şeyi nurunla aydınlat ve arındır. Ki sahip olduğum her şeyde Senin rızanı gözetenlerden olayım.

Ey Ğaffar olan Allahım! Bana hayırlı olanı hatırlat. Hayırlı insanları düşündür. Onları gönlüme ve dualarıma, hayırla yerleştir. Hayırlı işlerle meşgul ettir. Başladığım işleri de hayırla tamamına erdir. Nerede olursam olayım, gönlüm ve gözüm – helal, güzel ve hayırlı olanı – sevsin ve seçsin. Beni de sevdiğin ve razı olduğun kullarının gönüllerine ve dualarına düşür. Yerde ve göklerde hayırla anılan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji