3 Şubat 2025
Yusuf Sûresi 96-103 (246. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 96. Ayet

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


Müjdeci gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi. Yakub, “Ben size, Allah tarafından, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim demedim mi?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا zaman
2 أَنْ
3 جَاءَ geldiği ج ي ا
4 الْبَشِيرُ müjdeci ب ش ر
5 أَلْقَاهُ koyunca ل ق ي
6 عَلَىٰ üzerine
7 وَجْهِهِ yüzü و ج ه
8 فَارْتَدَّ derhal ر د د
9 بَصِيرًا görür oldu ب ص ر
10 قَالَ dedi ki ق و ل
11 أَلَمْ
12 أَقُلْ demedim mi? ق و ل
13 لَكُمْ size
14 إِنِّي elbett ben
15 أَعْلَمُ bilirim ع ل م
16 مِنَ -tan
17 اللَّهِ Allah-
18 مَا şeyleri
19 لَا
20 تَعْلَمُونَ sizin bilmediğiniz ع ل م

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَ الْبَش۪يرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  zaid harftir. جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْبَش۪يرُ  fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı  اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪  cümlesidir.

اَلْقٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰى وَجْهِه۪  car mecruru  اَلْقٰيهُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  ارْتَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. بَص۪يراً  kelimesi ارْتَدَّ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.  b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

اَلْقٰي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

ارْتَدَّ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  ردد ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


 قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli  اَلَمْ اَقُلْ ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

اَقُلْ  sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكُمْ  car mecruru  اَقُلْ  fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavli,  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ ’dur.  اَقُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamir,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَعْلَمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَعْلَمُ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i  mevsûlün sılası  لَا تَعْلَمُونَ ’dır. İrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ 

 

فَ  atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikrar ve temekkün ifade eden şart cümlesi olan  اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ , şart edatı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.  لَمَّٓا ‘nın müteallakı cevap cümlesidir.  اَنْ , cümlede tekid ifade eden zaid harftir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  فَارْتَدَّ بَص۪يراً  cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بَص۪يراً  kelimesi  ارْتَدَّ ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Bu ayette gelen  اَنْ  harfi zaid olup manayı pekiştirmektedir. Burada zaid harf, ifadeye gecikme ve bekleme olmaması yönünde bir anlam kazandırmaktadır. Yani لَمَّٓا ’dan sonra gelen  اَنْ  harfi tekid ifade ederek iki fiilin aralıksız olarak peşpeşe meydana geldiğini bildirir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 


قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze; takriri manadadır.

Takrîr: (itirafa zorlama) Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda iknâ edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve itirafa zorlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecahülü arif sanatı söz konusudur.

اَقُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru,  ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

اَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

قَالَ - اَقُلْ , kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayetin sonunda 86. ayetten iktibas vardır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları söz konusudur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

ارْتَدَّ : irtidât, bir şeyin, daha önceki haline dönmesidir. Binaenaleyh ayetteki bu tabirin anlamı, “Allah onu, eskiden olduğu gibi görür hale getirdi.” şeklindedir. Alimler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Bazıları, “O tamamen kör olmuştu. Allah Teâlâ onu, işte bu anda görür hale getirdi.” derken diğer bazıları: “Hayır, çok ağlamaktan ve üzüntüden dolayı onun görmesi zayıflamıştı. İşte o gömleği Yakub'un yüzüne atıp Yusuf'un hayatta olduğu müjdesi verilince onun sevinci büyümüş, gönlü ferahlamış ve bütün hüzünleri yok olmuştu. İşte o zaman görmesi yeniden kuvvetlenmiş ve görme eksikliği yok oluvermişti.” İşte o zaman da “Ben size, ‘Bilemeyeceğiniz şeyleri, Allah tarafından olmak üzere ben biliyorum.’ demedim mi?” demiştir. Bundan maksat, onun rüya yolu ile Yusuf'un hayatta olduğunu bilmesidir. Çünkü bu ifadenin, kendinden önceki ile mana cihetinden bir ilgisi vardır. Bu ifade Hz. Yakub'un daha önce söylemiş olduğu, “Ben, kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikayet ediyorum. Ben, Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz (nice) şeyleri de biliyorum.” şeklindeki sözüne bir işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 
Yusuf Sûresi 97. Ayet

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ  ...


Oğulları, “Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu idik” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 يَا أَبَانَا babamız ا ب و
3 اسْتَغْفِرْ bağışlanmasını dile غ ف ر
4 لَنَا bizim
5 ذُنُوبَنَا günahlarımızın ذ ن ب
6 إِنَّا gerçekten biz
7 كُنَّا ك و ن
8 خَاطِئِينَ günah işledik خ ط ا
Hz. Ya‘kub’un oğulları, babalarına karşı suçlarını itiraf ettiler ve ondan günahlarının bağışlanması için Allah’tan af dilemesini istediler.Fakat, Ya‘kub’un, oğullarına karşı kalbi kırıktı, kendisinin affettiğine işaret etmekle birlikte Allah’ın affı için hemen dua etmedi; ya seher vaktini veya aralarında helâlleşmelerini beklemek ya da kırgınlığını hissettirmek için onu bir süre erteledi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 256-257
Riyazus Salihin, 212 Nolu Hadis
Ebû Hureyre  radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.”  
(Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48)

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  يَا اَبَانَٓا ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfidir. Münada  اَبَانَٓا  muzaf olup, harfle îrab olan beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. Mütekellim  zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا ’dur.  

اسْتَغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. لَنَا  car mecruru  اسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir.  ذُنُوبَنَٓا  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim  zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَغْفِرْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

نَا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. خَاطِـ۪ٔينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. 

خَاطِـ۪ٔينَ  ; sülâsî mücerredi  خطأ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَبَانَا , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَنَا  car mecruru,  ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

اِنَّ  ‘nin haberi olan  كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  خَاطِـ۪ٔينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

كَانَ  ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Ayetin sonunda, 91. ayetten iktibas vardır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları söz konusudur.

خَاطِـ۪ٔينَ - ذُنُوبَنَٓا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yakub'un oğulları ondan özür dilemeye başlayarak: “Ey babamız, bizim için istiğfar et. Biz gerçekten suçlular idik.” dediler. (Yakub da): “Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Şüphesiz O, Gafûr ve Rahîm'dir.” dedi. Ayetin zahiri, Hz. Yakub’un (a.s) o anda onlar için istiğfarda bulunmadığını ama ileride onlar için istiğfar etmeyi vaad ettiğini gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Yusuf Sûresi 98. Ayet

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...


Yakub, “Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 سَوْفَ (şimdi)
3 أَسْتَغْفِرُ mağfiret dileyeceğim غ ف ر
4 لَكُمْ sizin için
5 رَبِّي Rabbimden ر ب ب
6 إِنَّهُ şüphesiz O
7 هُوَ O
8 الْغَفُورُ bağışlayandır غ ف ر
9 الرَّحِيمُ esirgeyendir ر ح م

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. Mekulü’l-kavli, سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

اَسْتَغْفِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. لَكُمْ  car mecruru  اَسْتَغْفِرُ  fiiline mütealliktir.  رَبّ۪ي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. 

الْغَفُورُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ ; mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi  سَوْفَ  tehdit makamında, vaad makamında ifade etmiştir.

Ayette, Hz. Yakub’un sözleri bildiriliyor.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبّ۪ي  izafetinde, Hz.Yakub‘a aid zamirin Rab ismine muzâf olmasıyla Hz.Yakub, tazim ve şeref kazanmıştır. 

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzarinin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.

 

  اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Tekit harfi  اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekit edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir.

Fasıl zamiri  هُوَ , mübteda  الْغَفُورُ  haberdir.

الرَّح۪يمُ , mübteda için ikinci haberdir.

Her iki haberin de  الْ  takısıyla marife olması, bu vasıfların müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtir.

Fasl zamiri kasr ifâde etmekle birlikte; kasr ifâde etmeyip kelâmın mazmûnunu te'kîd için de gelebilir. Bu durumda isim olur ve îrâbı ikinci mübteda olarak yapılır. Yâni, fasl zamiri her zaman ihtisas ifâde etmez.

Önceki cümleye tezyil olan bu cümledeki fasıl zamiri, haberi tekit içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Bu fasılada tekid edatı, fasl zamiri, iki tarafın marife oluşu ve   الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  isimlerinin zikri dolayısı ile dört tekid vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.158)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail vezninde, gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الْغَفُورُ - اَسْتَغْفِرُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri önceki manayı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yakub’un (a.s) onlar için “Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim.” sözünün manası, “Bu istiğfara ileride de devam edeceğim.” şeklindedir. Rivayet edildiğine göre o, yirmi küsur sene, her cuma gecesi onlar için istiğfar ediyordu. Hatta denildi ki “O bir vakitte namaza kalkar ve namazını bitirince ellerini göğe doğru kaldırır ve der ki: ‘Ya Rabbi, Yusuf'a olan feryad-ü figânımı ve ona karşı olan sabırsızlığımı bağışla. Yusuf'a yaptıkları işlerden ötürü, oğullarıma mağfiret et.’ Bunun üzerine Allah Teâlâ ona, ‘Seni de onların hepsini de bağışladım.’ diye vahyeder.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delâlet eder. Bu tip kasrlarda, fasl zamiri tahsise ilaveten haberin, mübtedaya nisbetini de tekîd eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Yusuf Sûresi 99. Ayet

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ  ...


(Mısır’a gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا nihayet
2 دَخَلُوا vardıklarında د خ ل
3 عَلَىٰ yanına
4 يُوسُفَ Yusuf’un
5 اوَىٰ çekip kucakladı ا و ي
6 إِلَيْهِ kendine
7 أَبَوَيْهِ ana-babasını ا ب و
8 وَقَالَ ve dedi ق و ل
9 ادْخُلُوا girin د خ ل
10 مِصْرَ Mısır’a م ص ر
11 إِنْ
12 شَاءَ dileğiyle ش ي ا
13 اللَّهُ Allah’ın
14 امِنِينَ güven içinde ا م ن
Ya‘kub aleyhisselâm, yakınlarıyla birlikte kendi ülkesinden ayrılarak Mısır’a Hz. Yûsuf’un yanına gitti. Rivayete göre Hz. Yûsuf ile Mısır hükümdarı, kalabalık bir asker topluluğu, devlet adamları ve Mısır halkı ile birlikte Hz. Ya‘kub’u şehrin dışında karşıladılar. Hz. Yûsuf, ana babasını kucaklayıp bağrına bastıktan sonra onları özel bir konakta dinlendirdi; sonra da güven içinde şehre girmelerini söyledi (Râzî, XVIII, 210-211).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 258

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. دَخَلُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

دَخَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى يُوسُفَ  car mecruru  دَخَلُوا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır. Şartın cevabı  اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ ’dır. 

اٰوٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْهِ  car mecruru  اٰوٰٓى  fiiline mütealliktir.  اَبَوَيْهِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  ى ‘ dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. Mekulü’l-kavli,  ادْخُلُوا مِصْرَ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

ادْخُلُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِصْرَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Tenvin almadığıdan gayri munsariftir. اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  cümlesi itiraziyyedir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَٓاءَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اٰمِن۪ينَ  hal olup fetha ile mansubdur. 

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن شاء الله دخولكم آمنين دخلتم (Allah dilerse güvenle girersiniz) şeklindedir.

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.  b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اٰوٰٓى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أوي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اٰمِن۪ينَ ; sülâsî mücerredi  أمن  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ


وَ  atıf harfidir. 

Şart üslubunda gelen terkipte  لَمَّا  edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikrar ve temekkün ifade eden şart cümlesi olan  دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ  şart edatı,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ  ifadesinde, mahalliyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Yusuf’un makamına girdiler demektir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْهِ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  اَبَوَيْهِ  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  اَبَوَيْ , tazim ve şeref kazanmıştır.

اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Geri dönmek manasındaki  اٰوٰٓى  fiili kucak açmak manasında müsteardır. Kavuşmak geri dönmeye benzetilmiştir. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

الإيواءُ, “geri dönmek” demektir. Burada yakınlık ve yakınlaşma anlamında mecazdır. Sanki o sığındığı yere geri dönmüştür. Arkadan zikredilen  اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ  şeklindeki ifade de içinde olanı söylediği söze hazırlık içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Yunus/69) 

وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ادْخُلُوا مِصْرَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

ادْخُلُوا مِصْرَ  ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. 

اَبَوَيْهِ  kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlîb sanatı vardır.

دَخَلُوا - ادْخُلُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen terkipte  اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  cümlesi şarttır.  Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Şart cümlesi olan  اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Şart fiili  شَاۤءَ ’nin mef’ûlü mahzuftur. Bu hazif muhatabın muhayyilesini sınırlamadan düşünmesini sağlayan îcaz sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  آمنين دخلتم (güvenle girersiniz.) olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اٰمِن۪ينَ  kelimesi haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

اٰمِن۪ينَۜ - اٰوٰٓى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَ  [Emin olarak Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin.] cümlesindeki  اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ  ifadesi dua cümlesi olup bereket isteğiyle getirilmiştir. Ayette takdim ve tehir vardır. Takdiri,  ادْخُلُوا مِصْرَ اٰمِن۪ينَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ  şeklindedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi) 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰمِن۪ينَ, “emin olarak” ifadesinin manası, “canınızdan, malınızdan ve ailenizden emin olarak; hiç kimseden korkmadan” şeklindedir. Çünkü daha önce onlar, Mısır krallarından korkarlardı. Bunun, “kıtlıktan, sıkıntıdan ve ihtiyaç halinden emin olarak, korkusuzca” manasında veya “Daha önce işledikleri o suçtan dolayı, Yusuf'un zarar vermesinden emin olarak ve korkmadan” manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Yusuf Sûresi 100. Ayet

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  ...


Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَفَعَ ve çıkardı ر ف ع
2 أَبَوَيْهِ ana-babasını ا ب و
3 عَلَى üstüne
4 الْعَرْشِ tahtın ع ر ش
5 وَخَرُّوا ve hepsi kapandılar خ ر ر
6 لَهُ onun için
7 سُجَّدًا secdeye س ج د
8 وَقَالَ ve dedi ق و ل
9 يَا أَبَتِ babacığım ا ب و
10 هَٰذَا işte bu
11 تَأْوِيلُ yorumudur ا و ل
12 رُؤْيَايَ rü’yanın ر ا ي
13 مِنْ
14 قَبْلُ önceki ق ب ل
15 قَدْ muhakkak
16 جَعَلَهَا onu yaptı ج ع ل
17 رَبِّي Rabbim ر ب ب
18 حَقًّا gerçek ح ق ق
19 وَقَدْ ve gerçekten
20 أَحْسَنَ iyilik etti ح س ن
21 بِي bana
22 إِذْ zira
23 أَخْرَجَنِي beni çıkardı خ ر ج
24 مِنَ -dan
25 السِّجْنِ zindan- س ج ن
26 وَجَاءَ ve getirdi ج ي ا
27 بِكُمْ sizi de
28 مِنَ -den
29 الْبَدْوِ çöl- ب د و
30 مِنْ
31 بَعْدِ sonra ب ع د
32 أَنْ
33 نَزَغَ fitne soktuktan ن ز غ
34 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
35 بَيْنِي aramıza ب ي ن
36 وَبَيْنَ ve arasına ب ي ن
37 إِخْوَتِي kardeşlerim ا خ و
38 إِنَّ gerçekten
39 رَبِّي Rabbim ر ب ب
40 لَطِيفٌ çok ince düzenler ل ط ف
41 لِمَا şeyi
42 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
43 إِنَّهُ şüphesiz O
44 هُوَ O
45 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
46 الْحَكِيمُ her şeyi yerli yerince yapandır ح ك م
Müfessirler, “huzurda yere kapanma” olayını iki şekilde yorumlamışlardır: a) Hz. Yûsuf’a karşı bir saygı selâmı olmak üzere yere kapanmışlardır. 4. âyet bu anlamı destekler mahiyettedir. b) Hz. Yûsuf’a kavuştukları için Allah’a şükretmek üzere secdeye kapanmışlardır. 4. âyetin meâlinde, “Onları bana Allah’a secde ederlerken gördüm” diye çevirdiğimiz cümle, “Onları benim için secde ederlerken gördüm” şeklinde çevirmek de mümkündür. Bu takdirde âyet ikinci anlamı destekler.
 Hz. Yûsuf, bir nezaket ve tevazu örneği daha göstermiş, sahip olduğu bu debdebe ve ihtişamın kendisine Allah tarafından lutfedildiğini söyleyerek Allah’a senâda bulunmuştur. Kardeşlerinin kendisine muhtaç oldukları bir dönemde onlardan intikam almayı düşünmediği gibi, onların yaptıklarını hatırlatacak tek kelime dahi söylememiş, kardeşleriyle arasını şeytanın açtığını ifade etmiştir. Bununla birlikte bu olayların ilâhî takdir ve hikmet neticesinde meydana geldiğine de işaret etmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 258
خرّ Harra : خَرَّ duyulabilecek şekilde bir ses çıkararak düştü demektir. خَرِيرٌ sözcüğü ise su, rüzgâr gibi yüksekten yere düşen şeylerin düşerken çıkardıkları seslerdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَفَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اَبَوَيْهِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  ى ‘dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazfedilmiştir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfûn ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى الْعَرْشِ  car mecruru  رَفَعَ  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir.  خَرُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ  car mecruru  خَرُّوا  fiiline mütealliktir.  سُجَّداً  kelimesi  خَرُّوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. يَٓا اَبَتِ  cümlesi itiraziyyedir. Mekulü’l-kavli,  هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir. Münada olan  اَبَتِ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur.  Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı mahzuftur.

İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَأْو۪يلُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. رُءْيَايَ  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  رُءْيَايَ ’ye müteallik olup, cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَعَلَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim  zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَقاًّ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَحْسَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ب۪ٓي  car mecruru  اَحْسَنَ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı,  اَحْسَنَ  fiiline mütealliktir.  اَخْرَجَن۪ي   ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخْرَجَن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ السِّجْنِ  car mecruru  اَخْرَجَن۪ي  fiiline mütealliktir. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a. (إِذْ) mef’ûlün fih, mef’ûlün bih, mef’ûlün leh olur. b. (إِذْ)’den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d. Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlün fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخْرَجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir. 

اَحْسَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حسن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِكُمْ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir.  مِنَ الْبَدْوِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  masdariyyedir. نَزَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الشَّيْطَانُ  fail olup damme ile merfûdur. بَيْن۪ي  mekân zarfı mukadder fetha ile mansub olup,  نَزَغَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بَيْنَ  mekân zarfı, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. اِخْوَت۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ 

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup, mukadder fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَط۪يفٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceri ile  لَط۪يفٌ ’e mütealliktir. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir. الْعَل۪يمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  الْحَك۪يمُ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur.

Zamiru’l Fasl (Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat - mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْحَك۪يمُ - الْعَلٖيمُ ; mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ 

 

Ayet mukadder cümleye atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سُجَّداً  kelimesi  خَرُّوا ’deki failin halidir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

رَفَعَ - الْعَرْشِ  ve  سُجَّداً - خَرُّوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَفَعَ - خَرُّوا  ve  السِّجْنِ - الْعَرْشِ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.

وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداً  [Ana ve babasını tahtın üstüne çıkarıp oturttu ve hepsi onun için secdeye kapandılar.] Burada  اَبَوَيْهِ  kelimesinden maksat ana ve baba olup tağlîb sanatı vardır. Tahta çıkarmayı ifade eden  رَفَعَ  kelimesi, ana babaya gösterilecek saygının önemine binaen her ne kadar lafız bakımından secdeye kapanma manasına gelen,  خَرُّوا  kelimesinden önce gelmişse de mana itibariyle ondan sonradır. Ona secde ettiler, sonra ana babasını kral tahtına oturttu, demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


 وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile, وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  يَٓا اَبَتِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Münadadaki mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kesra muzâfun ileyhten ivazdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هٰذَا  mübteda, تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُ  haberdir. Müsnedün ileyhin işaret ism-i  هٰذَا  ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.

هٰذَا  ile rüyanın teviline işaret eden işaret isminde istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

Müsned az sözle çok anlam ifade etme amacıyla izafet formunda gelmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رُءْيَايَ  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  رُءْيَا , tazim ve şeref kazanmıştır. 

تَأْو۪يلُ  fiiline müteallik  قَبْلُۚ , cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاّ  cümlesi,  رُءْيَايَ ’dan haldir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rab ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.

حَقاًّ , mahzuf mef’ûlu mutlak için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

قَبْلُۘ - بَعْدِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  رُءْيَايَ -  حَقاًّۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ  cümlesi,  اَحْسَنَ ’ye müteallık zaman zarfı  اِذْ ’in, muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki  وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Geldi manasındaki  جَٓاءَ  fiili, بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

اَنْ  ve akabindeki  نَزَغَ الشَّيْطَانُ  cümlesi, masdar teviliyle, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَعْدِ  ‘nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi  اَنْ ve akabindeki  نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪ي  cümlesi masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Muzafun ileyh olan  اِخْوَت۪ي  izafetinde, Hz. Yusuf’a aid zamire muzâf olan  اِخْوَت۪ , tazim ve şeref kazanmıştır.

اَبَتِ - اَبَوَيْهِ - اِخْوَت۪يۜ  kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَبَوَيْهِ - اَبَتِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَيْنَ - اِنَّ - قَدْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Vahidî ve daha bazılarının beyanına göre  الْبَدْوِ  kelimesi iki anlama gelir: Birincisi, şahsın uzaktan göründüğü düzlük ve açık yer demektir ki dilimizde buna “alan” denir. Bunun aslı ( بدي  يبدو بدواً ) fiilinden zuhur manasına mastar olup sonra ism-i mekan gibi kullanılmıştır. “Bedv”in karşıtı “hazar”dır. Bunlar nispet  ي ‘sı ile kullanıldıkları zaman “bedevî” ve “hazarî” denilmiştir. İkincisi ise Abdullah b. Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Yakup, “Beda” adı verilen yere yerleşip orada yaşıyormuş ve Yusuf'un yanına işte oradan gelmişti. O yerde dağın dibinde kendisinin bir mescidi vardı. İbnu'l Enbarî de demiştir ki: “Beda bilinen bir yerdir. Filan, Şi'b ile Beda arasındadır.” denilir. Bu iki meşhur yer, şiirlerde birlikte anılagelmiş olan yerlerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 


اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ

 

İstînâfiye veya ta’lîliyye olarak fasılla gelen  اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.  

اِنَّ ’nin ismi olan  رَبّ۪ٓي, veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir. 

Zamir yerinde Rab isminin, Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkarmak ve zihne yerleştirmek için zahir olarak tekrarlanmasında iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Yusuf’a ait mütekellim zamirinin, Rab ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle Hz. Yusuf, şan ve şeref kazanmıştır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , haber olan  لَط۪يفٌ ‘a mütealliktir. Sıla cümlesi olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَط۪يفٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhteki sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

لَط۪يفٌ - اَحْسَنَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ile tekit edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Genel olarak  شَٓاءَ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

“Şüphesiz ki Rabbim, dilediğini çok ince ve çok güzel olarak tedbir edendir.” demiştir. Bu, “Yusuf ile babasının ve kardeşlerinin muhabbet, ülfet, güzel bir geçim ve gönül huzuru içinde yeniden bir araya gelmeleri, aklen son derece uzak bir ihtimaldi. Fakat Allah Teâlâ latiftir; bir şeyin meydana gelmesini murad ederse onun sebeplerini kolaylaştırır, meydana gelmesi aklen ne kadar uzak dahi olsa o şey meydana gelir.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Tekit harfi  اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekit edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ  cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Fasıl zamiri  هُوَ  mübteda,  الْعَل۪يمُ  haberdir.

الْحَك۪يمُ , mübteda için ikinci haberdir.

Her iki haberin de  الْ  takısıyla marife olması, bu vasıfların müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtir. 

Fasl zamiri kasr ifade etmekle birlikte; kasr ifade etmeyip kelamın mazmûnunu te'kîd için de gelebilir. Bu durumda isim olur ve îrâbı ikinci mübteda olarak yapılır. Yani, fasl zamiri her zaman ihtisas ifade etmez.

Önceki cümleye ta’lil olan bu cümledeki fasıl zamiri, manayı takviye içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Muttasıl zamirin, munfasıl zamirle tekid edilmesi lafzî tekiddir.

Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.  

الْحَك۪يمُ , الْعَل۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

الْحَك۪يمُ , الْعَل۪يمُ  kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhteki sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

حَقاًّ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Yusuf Sûresi 101. Ayet

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  ...


Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbim ر ب ب
2 قَدْ gerçekten
3 اتَيْتَنِي bana verdin ا ت ي
4 مِنَ
5 الْمُلْكِ mülk م ل ك
6 وَعَلَّمْتَنِي ve bana öğrettin ع ل م
7 مِنْ
8 تَأْوِيلِ yorumunu ا و ل
9 الْأَحَادِيثِ düşlerin ح د ث
10 فَاطِرَ yaratıcısı ف ط ر
11 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
12 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
13 أَنْتَ sensin
14 وَلِيِّي benim velim و ل ي
15 فِي
16 الدُّنْيَا dünyada د ن و
17 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
18 تَوَفَّنِي beni öldür و ف ي
19 مُسْلِمًا müslüman olarak س ل م
20 وَأَلْحِقْنِي ve beni kat ل ح ق
21 بِالصَّالِحِينَ iyilere ص ل ح
Hz. Yûsuf, mülkü ve onu yönetmek için gerekli olan olayları yorumlama ilmini kendisine yüce Allah’ın verdiğini, dünyada da âhirette de kendisini yönetip himaye eden velîsinin Allah olduğunu zikrederek O’na şükranlarını arzediyor ve dünyada insana verilen imkânların “iyi bir insan ve iyi bir müslüman olma” amacına hizmet etmesi gerektiğini vurguluyor (velî hakkında bilgi için bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/2,138-140; En‘âm 6/14).
 Rivayete göre Hz. Ya‘kub Mısır’da oğlunun yanında yıllarca yaşadı. Vasiyeti uyarınca naaşı, Filistin’de defnedilmiş bulunan babası Hz. İshak’ın yanına gömüldü. Hz. Yûsuf babasından sonra yirmi üç yıl daha yaşadı. Onun naşını da Mısırlılar mermer bir sandukaya koyarak Nil yatağına gömdüler. Mısırlılar onu çok sevdikleri için kendi memleketlerinde kalmasını istemişlerdi. Daha sonra Hz. Mûsâ onun naaşını bularak babası Hz. Ya‘kub’un yanına götürüp defnetti (Râzî, XVIII, 216).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 259
Riyazus Salihin, 586 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Zira ölmeyi isteyen kimse eğer iyi biriyse, belki daha çok hayır ve iyilik yapar. Şayet kötü biriyse, olabilir ki, tövbe edip Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışır.”
Buhârî, Temennî 6; Müslim, Zikir 10. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd  31
Müslim’in Ebû Hureyre radıyallahu anh’den bir başka rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.”
(Müslim, Zikir 13. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1)

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâf olup, mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim  يَ ’ sı mahzuf olup, kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Nidanın cevabı  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ ’dir. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰتَيْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْمُلْكِ  car mecruru  اٰتَيْتَن۪ي  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir.  Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَّمْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ تَأْو۪يلِ  car mecruru  عَلَّمْتَن۪ي  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَحَاد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰتَيْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

عَلَّمْتَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. 


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

Nida harfi mahzuftur. Münada فَاطِرَ  muzaf olup fetha ile mansubdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  Veya önceki münadadan bedeldir. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Nidanın cevabı  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ’dir. 

Munfasıl zamir   اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَلِيّ۪  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي الدُّنْيَا  car mecruru  وَلِيّ۪ ’ye müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. الْاٰخِرَةِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

Maksur isim: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى - اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاطِرَ  İ sülâsî mücerredi فطر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الدُّنْيَا ; sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. تَوَفَّن۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مُسْلِماً  mef’ûlun bihin hali olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf  harfidir.  اَلْحِقْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِالصَّالِح۪ينَ  car mecruru  اَلْحِقْن۪ي  fiiline müteallik olup cer alameti  ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَفَّن۪ي  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَلْحِقْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  لحق ’dır. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

الصَّالِح۪ينَ  ; sülâsî mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

مُسْلِماً  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nida harfinin ve mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ  cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen  عَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Her iki cümle de haber üslubunda geldiği halde dua ve mutluluğu izhar manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delâlet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazî ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Yusuf (a.s) bu sözleri ile sevinç ve mutluluğunu izhar etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ insanın kalbinden geçenleri bilir. Yusuf (a.s) da O’nun haber verilmeye ihtiyacı olmadığını bilmektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

Nida cümlesinden bedel olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ya da Rab kelimesinden atfı beyan veya sıfattır.

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada olan  فَاطِرِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.

فَاطِرَ  kelimesi mahzuf nida harfinin münadası olarak mansubdur. Sözün gelişinden anlaşılan bazı durumlarda nida edatı hazf edilebilir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Dilciler şöyle demişlerdir: “Arapçada  فَاطِرَ  kelimesi, asıl olarak ‘yarmak’ manasınadır. Yeryüzü (biten bitkiler ile) yarıldığında, ağacın dalları, yaprakların çıkması ile âdeta yarık yarık olduğunda da bu kelime kullanılır. İşte kelimenin Arapçadaki kök manası budur. Daha sonra bu kelime, var etme ve yaratma manasına kullanılmıştır. Çünkü var edilen o şey, yok iken sanki bir karanlık içinde imiş de yaratılmak sureti ile o yokluk ve karanlık yarılmış ve içinden o çıkmış gibi olur.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَالْاَرْضِ , münadanın muzafun ileyhi olan  السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camia tezattır.

السَّمٰوَاتِ ‘den sonra الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında, Allah’ın kudretini bildirmede tekid amacına matuf ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Nidanın cevabı olan  اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nidanın cevabı haber üslubunda geldiği halde dua manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Dolayısıyla cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Veli olmanın, dünya ve ahirette olmak üzere belirtilmesi taksim sanatıdır.

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  car mecrurlarının müteallakı olan  وَلِيّ۪ , sülasi  وَلْيٌ  fiilinin, bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ  ibaresinde istiare sanatı vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya ve ahiret içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat bu yaşamları, mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  kullanılmıştır. Dünya hayatı ve ahirette bulunmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

وَالْاٰخِرَةِ  kelimesi  فِي الدُّنْيَا  car mecruruna atfedilmiştir. Cihet-i camia tezattır.

الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.    

رَبِّ - وَلِيّ۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلِيّ۪  ve  تَأْو۪يلِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

مُسْلِماً , mef’ûl zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Aynı üsluptaki  اَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

مُسْلِماً  ve  بِالصَّالِح۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. 

مُسْلِماً - الصَّالِح۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاطِرَ - تَوَفَّن۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Kim dua ederse mutlaka duadan önce Allah'a hamdu sena etmelidir. Binaenaleyh Yusuf (a.s), dua etmeyi isteyince işte bu ifadeden önce Cenab-ı Hakk'ı, “Ya Rabb, Sen bana mülk verdin ve sözlerin tevilini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan.” diyerek övmüş, sonra bunun peşinden, “Benim canımı Müslüman olarak al ve beni salihlere kat.” diyerek dua etmiştir. Bunun bir benzeri de Hz. İbrahim’in (a.s) yaptığı iştir. O, önce, “(O Rabb) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur.” diyerek Allah'ı medhü sena etmiş; daha sonra da “Rabbim bana hüküm ihsan et ve beni salihlere kat.” (Şuara Suresi, 83) diyerek duada bulunmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Yusuf Sûresi 102. Ayet

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ  ...


İşte bu (kıssa), gayb haberlerindendir. Onu sana biz vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar tuzak kurarak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ bu
2 مِنْ
3 أَنْبَاءِ haberlerindendir ن ب ا
4 الْغَيْبِ gayb غ ي ب
5 نُوحِيهِ vahyettiğimiz و ح ي
6 إِلَيْكَ sana
7 وَمَا değildin
8 كُنْتَ sen ك و ن
9 لَدَيْهِمْ onların yanında
10 إِذْ zaman
11 أَجْمَعُوا toplandıkları ج م ع
12 أَمْرَهُمْ yapacakları işleri için ا م ر
13 وَهُمْ ve onlar
14 يَمْكُرُونَ tuzak kurarlarken م ك ر
Hz. Peygamber, bu kıssayı yaşayanlarla beraber yaşamadığı ve kitaptan okumadığı gibi herhangi bir kimseden de öğrenmiş değildi. Çünkü Mekke’de yahudilerle temasta bulunan bazı kimseler bulunsa bile, yahudi din âlimi yoktu. Bütün bunlar, bu kıssanın gayb haberlerinden ve bir mûcize olduğunun delilidir (gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 260

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. مِنْ اَنْبَٓاءِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. نُوح۪يهِ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

نُوح۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اِلَيْكَ  car mecruru  نُوح۪يهِ  fiiline mütealliktir. 

نُوح۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنْتَ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir.  تَ  muttasıl zamiri,  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. لَدَيْهِمْ  mekân zarfı  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذْ  zaman zarfı,  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. اَجْمَعُٓوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَجْمَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْرَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَمْكُرُونَ  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَمْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır. a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur. b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder. c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur. d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَجْمَعُٓوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  جمع ’dir.  

ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Muhammed (s.a.v) ‘ dir. 

Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ذٰلِكَ  mübtedadır.  مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ  car-mecrurunun müteallakı olan haber mahzuftur.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Uzak için kullanılan ve Allah’ın önceki ayetlerde bildirdiklerine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare sanatı vardır. ذٰلِكَ  ile bu haberler, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنْبَٓاءِ  ve  الْغَيْبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.

Cümlede, bir konuda kelâmcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.  Allah’ın ona vahyi olmasaydı, bütün bu olanları Hz.Peygamberin bilmesi mümkün değildi.

نُوح۪يهِ اِلَيْكَ  cümlesi, ذٰلِكَ ’nin ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُوح۪يهِ , fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

Ayette haber kelimesi yerine  نَبَاَ  tercih edilmiştir. 

نَبَاَ  büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere  نَبَاَ  denmez. (Ragıb el İsfahânî, Müfredat)

اَنْبَٓاءِ - نُوح۪يهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

Bu ifadeden maksat, gaybdan haber vermektir. Binaenaleyh bu, bir mucizedir. Bunun gaybdan haber verme olduğunu şu şekilde izah ederiz: Hz. Muhammed (s.a.v), hiçbir kitap okumamış ve hiç kimsenin talebesi olmamıştır. Onun yaşadığı belde de alimler diyarı değildi. Binaenaleyh onun bu uzun kıssayı (hadiseyi), hiçbir okumuşluğu ve öğretimi olmadığı halde ve onlardan hiçbiri de yanında bulunmadığı halde en ufak bir yanlışlık ve hata olmaksızın anlatması, ancak ve ancak bunun bir mucize olmasından ileri gelmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Menfî nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekân zarfı  لَدَيْهِمْ  bu mahzuf habere mütealliktir.

اِذْ  zaman zarfı, mahzuf habere mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

وَهُمْ يَمْكُرُونَ  cümlesindeki  وَ  haliyedir. اَجْمَعُٓوا ‘deki zamirden hal olan cümle, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Müsned olan  يَمْكُرُونَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Zaman ismi olan  إذ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hac/26)

Ayetteki,  وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ  [Yanlarında değildin.] ifadesi, bunu inkâr edenlerle alay etmek için söylenmiştir. Çünkü herkes, Hz. Muhammed’in onların yanında olmadığını bilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelâmdan murad, Peygamberimizin (s.a.v) onların sadece karar ve hile meclislerinde bulunmadığını ifade etmek değil, hiçbir mecliste ve mekânda onlarla beraber bulunmadığını ifade etmektir. Bunun bu zikre tahsis edilmesi, kıssanın başı ve en gizli halleri olmasından dolayıdır. Nitekim “onlar hile yaparken” ifadesi de bunun, onların en gizli halleri olduğunu bildirmektedir. Bu hitap her ne kadar Resulullah (a.s.v) için ise de bundan murad, kendisini yalanlayanları ilzam etmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Yusuf Sûresi 103. Ayet

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ  ...


Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildir
2 أَكْثَرُ çoğu ك ث ر
3 النَّاسِ insanların ن و س
4 وَلَوْ ama
5 حَرَصْتَ ne kadar istesen de ح ر ص
6 بِمُؤْمِنِينَ inanacak ا م ن
Kureyş’in, “İsrâiloğulları Mısır’a niçin gitti?” şeklindeki sorusuna cevap olmak üzere inmiş olan bu kıssa, Kur’an’ın bir mûcize, Hz. Muhammed’in de bir peygamber olduğunu gösteren delillerden biridir. Bununla birlikte Kureyş’in çoğu inanmamıştır. Zira onlar gerçeği aramada samimi değillerdi. Yüce Allah, “Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar” buyurarak elçisini teselli etti.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 260

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ما  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder. 

اَكْثَرُ  kelimesi  مَٓا ’nın ismi olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَ  haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. 

حَرَصْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir.  مُؤْمِن۪ينَ  lafzen mecrur,  مَٓا ’nın haberi olarak nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لو حرصت على إيمان أكثر الناس فما هم بمؤمنين  (İnsanların çoğunun iman etmesi konusunda hırslı olsan da onların çoğu iman etmez.) şeklindedir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘ la  önceki ayetteki   وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.

مَٓا ’nın ismi olan  اَكْثَرُ النَّاسِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Haber olan بِمُؤْمِن۪ينَ ‘deki   بِ   harf-i ceri, tekit ifade eden zaid harftir.

Müsned olan  بِمُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhte istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır. 

وَلَوْ حَرَصْتَ  terkibi, مَٓا ‘nın ismi ile haberi arasında gelmiş itiraziyyedir. Ana cümlenin anlamına tesiri olmayan itiraz cümleleri, parantez arası cümleler vasıtasıyla yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Şart üslubundaki terkipte  وَلَوْ حَرَصْتَ  cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir.

Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Takdiri, فما هم بمؤمنين  [... onların çoğu iman etmez.] olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

حَرَصْ, bir şeyi, mümkün olan en ileri bir gayretle elde etmeyi istemektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğunu ifade eden itiraz cümlesi tâzim maksatlı ıtnâbtır.

Ayetteki  لَوْ  edatının cevabı, mahzuftur. Çünkü bu edatın cevabı, kendinden önce bulunamaz. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ [Sen aşırı bir şekilde istesen de insanların çoğu iman etmez.] ayetinde  وَلَوْ حَرَصْتَ [sen aşırı bir şekilde istesen de] ara cümlesi, Hicaz lügatindeki  مَا ’nın ismi ile haberi arasına girmiştir. Bu ara cümlesi hidayetin sadece Allah’ın elinde olduğunu ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı

Hz. Yusuf (a.s.), bu duasıyla şu dersi vermekte ve şu tembihte de bulunmaktadır: “Dünyanın en lezzetli saadetinden çok daha büyük ve çekici bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır. Ölüm, işte bu saadete açılan kapıdır. Bu sebeple, ölümden korkmamalı ve ondan ötesi için çalışmalıyız.” Hz. Yusuf'un bu duası, O'nun çok yüce sıddıkiyetini, dünyanın en parlak ve en sevinçli halinin bile ona gaflet veremediğini, onu meftun edemediğini, dolayısıyla yine Âhiret'i istediğini göstermektedir. Hz. Yusuf'un bu duasında, bütün nimetler içinde en büyük nimetin ve her zaman istenmesi gereken şeyin Müslüman olarak can verip, salihlere katılabilmek olduğu gerçeği yatmaktadır. Kim duâ ederse, mutlaka duadan önce Allah'a hamd-ü sena etmelidir. Binâenaleyh Yusuf (a.s.), duâ etmeyi isteyince, işte bu ifadeden önce Cenâb-ı Hakk'ı, "Ya Rab, sen bana mülk verdin ve sözlerin tevilini öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan" diyerek övmüş, sonra bunun peşinden, "Benim canımı müslüman olarak al ve beni sâlihlere kat" diyerek duâ etmiştir.

Bunun bir benzeri de Hz. İbrahim (a.s.)'in yaptığı iştir. O, önce, "(O Rab) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur diyerek Allah'ı medh-ü sena etmiş; daha sonra da "Rabbim bana hüküm ihsan et ve beni sâlihlere kat" (Şuârâ, 83) diyerek duâda bulunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefs’im

Hayatının belli dönemlerinde, Hz. Yûsuf’u ve babası hz. Yakub’u hatırla.
Küslüğünde ısrar ettiğinde, haklıyım kavgalarına tutuştuğunda, affetmek de zorlandığında, affettiğini iddia ettiğinle karşı tarafı kınamaya devam ettiğinde.
Günaha yaklaştığında, uzaklaşamıyorum diye düşündüğünde, dürüst ve adil davranmak zor geldiğinde.
Yaşadığın zorlukların ne anlama geldiğini çözemediğinde, haksızlıklarla başa çıkamadığında, sevdiklerinden ayrı kaldığında, özlediğinde.

Yaşadığın zorluklarda, karşılaştığın, haksızlıklarda ve nice sıkıntılı hallerde gözlerini kapat ve yıllar sonra Yûsuf’una kavuşan hz. Yakub’u düşün. İçinde bulunduğun her halin, çok daha büyük bir şeyin parçası olduğunu ve her şeyin geçeceğini hatırla. Nasıl hissedersen hisset, hiçbir zaman yalnız olmadığına, Allah’ın her an seninle olduğuna inan. Kavuşma anında, elhamdulillah diyeceğin duasıyla bekle.

Ey bize hz. Yûsuf’u bildiren Allahım!

Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin hatalarını anladıkları gibi; bize de hatalarımızın farkına vardır, düzeltmemizde yardımcımız ol ve tövbelerimizi kabul buyur.
Hz. Yûsuf’un, kardeşlerini affettiği gibi; haklıydım kavgalarını tekrarlamadan, affettiğinde gerçek manada affedenlerden olmamız için kalbimizi gereken merhametle doldur. Senin affına ve rahmetine layık kullardan olmamızı nasip et.
Hz. Yakub’u, oğlu hz. Yûsuf’a kavuşturduğun gibi; bizi de hayırla sevdiklerimize kavuştur. Dünyada ve cennetinde, hayırlı insanlarla bir araya getir. Hepsi bir tarafa, bizi Sana kavuştur.
Hz. Yûsuf’la, kardeşlerinin arasını düzelttiğin gibi; kalplerinde dargınlık olanları küslüklerinden arındır ve barıştır. Şeytanın ve nefsimizin, bizi yanlış hallere sürükleyerek, sevdiklerimizle aramıza girmesinden Sana sığınırız.
Ve bizi hz. Yûsuf’un duasına kat: Ey gökleri ve yeri Yaratan! Dünyada da ahirette de, beni yönetip himaye eden Sensin. Müslüman olarak canımı al ve beni salihler arasına kat.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji