5 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 1-5 (248. Sayfa)
Ra'd Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 43 âyettir. Sûre, adını 13. âyette geçen “Ra’d” kelimesinde nalmıştır. “Ra’d” gök gürültüsü demektir. Sûrede başlıca Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilmek ve hesap ile müşriklerin İslâm hakkında ortaya attıkları şüpheler konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada on üçüncü, iniş sırasına göre doksan altıncı sûredir. Muhammed sûresinden sonra, Rahmân sûresinden önce nâzil olmuştur; Mekke’de mi Medine’de mi indiği hakkında farklı rivayet ve tesbitler vardır. Mushaftaki tertibe göre sûrenin Mekke’de inmiş olan ve hurûf-i mukattaa ile başlayan sûrelerin arasına yerleştirilmiş olması, üslûbunun Mekkî sûrelere benzemesi, muhtevasında tevhid ilkeleri, müşriklerin kınanması ve yerilmesi gibi konuların yer alması sebebiyle Mekke’de inmiş olduğu rivayeti tercih edilmiştir; 31-32. âyetlerinin Mekke’de, diğerlerinin ise Medine’de indiğini, ayrıca tamamının Medine döneminde geldiğini söyleyenler de vardır.
Ra‘d sûresinde Allah’ın varlığı, birliği, ilmi ve kudretinin aklî delillerle ispatı; evrenin sahibi ve ondaki tasarruf hususunda tek yetkili oluşu, bu sebeple ibadete lâyık ve müstahak tek mâbud oluşu, peygamberlik ve peygamberlerin doğrulukları, evlenme, çocuk sahibi olma gibi bazı nitelikleri, vahiy ve Kur’an-ı Kerîm’in hak oluşu, Kur’an’ın özellikleri, öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem, samimi müminlerin özellikleri, müşriklerin ortaya attığı şüpheler ve bunlara verilen cevaplar, Ehl-i kitabın Kur’an karşısındaki tutumu ile toplumların kaderini etkileyecek derecede önemli birçok ahlâkî konu, tabiat olayları ve gök cisimleri arasındaki ilâhî nizam vb. konular ele alınmıştır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 1. Ayet

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 المر Elif Lam Mim Ra
2 تِلْكَ şunlar
3 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
4 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
5 وَالَّذِي
6 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
7 إِلَيْكَ sana
8 مِنْ -den
9 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
10 الْحَقُّ haktır ح ق ق
11 وَلَٰكِنَّ ve fakat
12 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
13 النَّاسِ insanların ن و س
14 لَا
15 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن

Başında hurûf-i mukattaanın bulunduğu sûrelerde (Bakara 2/1) bu harflerden sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilir. Nitekim burada da aynı üslûp kullanılarak “İşte kitabın âyetleri” buyurulmaktadır. Kitaptan maksadın hangi kitap olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte müfessirlerin çoğunluğu bunun Kur’an olduğu, âyetlerin de Kur’an âyetleri veya sadece bu sûredeki âyetler olduğu kanaatindedir (İbn Kesîr, IV, 350; İbn Âşûr, XIII, 78; Elmalılı, IV, 2942). Bazı müfessirlere göre buradaki kitap bu sûreyi, âyetler de bu sûrenin âyetlerini ifade eder (Zemahşerî, II, 348). “Kitaptan maksat Kur’an’dan önceki kitaplardır” veya “Tevrat ve İncil’dir” diyenler de vardır (bk. Taberî, XIII, 91-92). Âyetleri okuyup anlayarak kitabın hak olduğu sonucuna varmayı teşvik amacıyla önce âyetlere dikkat çekilmiş, sonra kitabın hak olduğu söylenmiştir.

Kuran Yolu Tefsiri

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ


الٓمٓرٰ  hurûf-u mukattaa harflerindendir. 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ۠تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. اٰيَاتُ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline veya  الْحَقُّ ’un mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْحَقُّ mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

 

 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

اَكْثَرَ  kelimesi,  لٰكِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi,  لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâaet-i istihlâl ve hüsn-i ibtida (duruma göre güzel lafızların seçilmesi) sanatlarının güzel bir örneğidir.

Kur’ân’daki sûrelerin başı öylesine güzeldir ki muhâtabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devâmını dinlemeye sevk eder.  

Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

الٓمٓرٰ , hurûf-u mukattaa harflerindendir. 

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: “Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.” (Kurtubî, El- Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır. Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

6 sure  الٓمٓ  harfleriyle başlamıştır. Hepsi de mushafta arka arkaya yer alan Yunus, Hud, Yusuf, Ra’d, İbrahim ve Hicr sureleri bu şekilde başlamıştır. Sadece Ra’d suresinde ilave olarak mim harfi de eklenmiştir.

Surenin ilk cümlesi olan  ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ , ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Kur’ân’ın ayetlerine işaret eden  ۠تِلْكَ  ‘de istiare sanatı vardır.  

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Müsned olan  اٰيَاتُ الْكِتَابِ  izafeti, hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تِلْكَ  [işte bunlar] işareti, surenin içerdiği bir kısım ayetler için olmalıdır. Bu takdirde işaret edilenler ayetlerin tamamı değil, bir kısım olması gerekir. Çünkü ayetlerin tamamı, surenin bizzat kendisidir. Onun için ayetlerin tamamına işaret edilmiş olsa bu ifadenin bir anlamı ve hikmeti kalmaz; kemal sıfatlarıyla methetme anlamı hasıl olmaz. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ  [Onlar, kitabın ayetleridir.] cümlesinde, uzaklık ifade eden işaret ismi ile yakın olan bir şey gösterilmiştir. Ayetlerin şanının yüceliğini ve makamının yüksekliğini göstermesi için ayetler uzak makamında tutulmuştur.

الْكِتَابِ  kelimesinin başındaki  الْ  takısı da büyüklüğünü ifade etmek için gelmiştir. Yani “îcâzında ve açıklamasında mükemmel, fevkalade kitap” demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bunlar, o hayret verici, mükemmel, başkaca bir vasfa ihtiyacı olmayan, bütün kitaplar arasında el-Kitap olarak bilinen, el-Kitap isminin kendisine tahsis edilmeye layık olduğu yegâne Kitabın ayetleridir. Şu halde burada Kitap, Kur’an’ın tamamını yahut o zamana kadar Kur’an'dan nazil olmuş olan kısmı ifade etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. الَّـذ۪ٓي  mübteda, الْحَقُّ  haberdir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmenin yanında tazim ve teşvik ifade eder.

Mübteda konumunda olan has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘ nin sılası olan  اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

اُنْزِلَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

رَبِّكَ  izafetiyle gelmesi, Allah’ın rubûbiyet sıfatını ön plana çıkarması yanında  كَ  zamirinin aid olduğu Hz. Peygambere şan ve şeref ve Allah Teâlânın ona son derece lütuf ile muamele ettiğini ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsned olan  الْحَقُّ ‘nun  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu belirtir.  الَّـذ۪ٓي  maksûr/mevsûf,   الْحَقُّ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır.Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

İbarede, onun dışında geçmiş kitapların güvenilip hesaba katılmadığı ve yalnızca ona itimad edildiği şeklindeki mana, mübalağa için iddia-i kasr-ı hakiki ile verilmiştir. Yani o kitap, kâmil surette hakkın kendisidir. Çünkü önceki kitaplarda, Allah Teâlâ’nın insanlardan istediği murad-ı ilahi nihai anlamda tamamlanmamıştır. Nitekim tüm kitaplarda birbirini takip eden ve belli derecelerden en yüksek dereceye doğru birbirlerine yol açan bir seyir vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Ferrâ’ der ki:  الَّـذ۪ٓي ’nin başına وَ  harfi gelmiş olsa dahi “Kitab”ın sıfatı olarak cer mahallinde de kabul edilebilir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

اٰيَاتُ  -  الْكِتَاب -  الْحَقُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  اَكْثَرَ النَّاسِ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

اَكْثَرَ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi, Kur'an'da 20 yerde, üç konuda kınama manasında gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُؤْمِنُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi hükmü takviye etmiştir. 

Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)


Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâaet-i istihlâl ve hüsn-i ibtida (duruma göre güzel lafızların seçilmesi) sanatlarının güzel bir örneğidir.

Kur’ân’daki sûrelerin başı öylesine güzeldir ki muhâtabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devâmını dinlemeye sevk eder.  

Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

الٓمٓرٰ , hurûf-u mukattaa harflerindendir.

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: “Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.” (Kurtubî, El- Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır. Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

6 sure  الٓمٓ  harfleriyle başlamıştır. Hepsi de mushafta arka arkaya yer alan Yunus, Hud, Yusuf, Ra’d, İbrahim ve Hicr sureleri bu şekilde başlamıştır. Sadece Ra’d suresinde ilave olarak mim harfi de eklenmiştir.

Surenin ilk cümlesi olan  ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ , ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Kur’ân’ın ayetlerine işaret eden  ۠تِلْكَ  ‘de istiare sanatı vardır.  

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Müsned olan  اٰيَاتُ الْكِتَابِ  izafeti, hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تِلْكَ  [işte bunlar] işareti, surenin içerdiği bir kısım ayetler için olmalıdır. Bu takdirde işaret edilenler ayetlerin tamamı değil, bir kısım olması gerekir. Çünkü ayetlerin tamamı, surenin bizzat kendisidir. Onun için ayetlerin tamamına işaret edilmiş olsa bu ifadenin bir anlamı ve hikmeti kalmaz; kemal sıfatlarıyla methetme anlamı hasıl olmaz. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ  [Onlar, kitabın ayetleridir.] cümlesinde, uzaklık ifade eden işaret ismi ile yakın olan bir şey gösterilmiştir. Ayetlerin şanının yüceliğini ve makamının yüksekliğini göstermesi için ayetler uzak makamında tutulmuştur.

الْكِتَابِ  kelimesinin başındaki  الْ  takısı da büyüklüğünü ifade etmek için gelmiştir. Yani “îcâzında ve açıklamasında mükemmel, fevkalade kitap” demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bunlar, o hayret verici, mükemmel, başkaca bir vasfa ihtiyacı olmayan, bütün kitaplar arasında el-Kitap olarak bilinen, el-Kitap isminin kendisine tahsis edilmeye layık olduğu yegâne Kitabın ayetleridir. Şu halde burada Kitap, Kur’an’ın tamamını yahut o zamana kadar Kur’an'dan nazil olmuş olan kısmı ifade etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâaet-i istihlâl ve hüsn-i ibtida (duruma göre güzel lafızların seçilmesi) sanatlarının güzel bir örneğidir.

Kur’ân’daki sûrelerin başı öylesine güzeldir ki muhâtabın dikkatini celb edip hemen etkisi altına alır ve devâmını dinlemeye sevk eder.  

Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

الٓمٓرٰ , hurûf-u mukattaa harflerindendir.

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: “Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz.” (Kurtubî, El- Câmi’li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır. Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

6 sure  الٓمٓ  harfleriyle başlamıştır. Hepsi de mushafta arka arkaya yer alan Yunus, Hud, Yusuf, Ra’d, İbrahim ve Hicr sureleri bu şekilde başlamıştır. Sadece Ra’d suresinde ilave olarak mim harfi de eklenmiştir.

Surenin ilk cümlesi olan  ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ , ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Kur’ân’ın ayetlerine işaret eden  ۠تِلْكَ  ‘de istiare sanatı vardır.  

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Müsned olan  اٰيَاتُ الْكِتَابِ  izafeti, hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında tazim ifade eder. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تِلْكَ  [işte bunlar] işareti, surenin içerdiği bir kısım ayetler için olmalıdır. Bu takdirde işaret edilenler ayetlerin tamamı değil, bir kısım olması gerekir. Çünkü ayetlerin tamamı, surenin bizzat kendisidir. Onun için ayetlerin tamamına işaret edilmiş olsa bu ifadenin bir anlamı ve hikmeti kalmaz; kemal sıfatlarıyla methetme anlamı hasıl olmaz. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Beyzâvî,Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ  [Onlar, kitabın ayetleridir.] cümlesinde, uzaklık ifade eden işaret ismi ile yakın olan bir şey gösterilmiştir. Ayetlerin şanının yüceliğini ve makamının yüksekliğini göstermesi için ayetler uzak makamında tutulmuştur.

الْكِتَابِ  kelimesinin başındaki  الْ  takısı da büyüklüğünü ifade etmek için gelmiştir. Yani “îcâzında ve açıklamasında mükemmel, fevkalade kitap” demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bunlar, o hayret verici, mükemmel, başkaca bir vasfa ihtiyacı olmayan, bütün kitaplar arasında el-Kitap olarak bilinen, el-Kitap isminin kendisine tahsis edilmeye layık olduğu yegâne Kitabın ayetleridir. Şu halde burada Kitap, Kur’an’ın tamamını yahut o zamana kadar Kur’an'dan nazil olmuş olan kısmı ifade etmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ra'd Sûresi 2. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ  ...


Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي odur ki
3 رَفَعَ yükseltti ر ف ع
4 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
5 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
6 عَمَدٍ bir direk ع م د
7 تَرَوْنَهَا görebileceğiniz ر ا ي
8 ثُمَّ sonra
9 اسْتَوَىٰ istiva etti س و ي
10 عَلَى üzerine
11 الْعَرْشِ Arş ع ر ش
12 وَسَخَّرَ ve boyun eğdirdi س خ ر
13 الشَّمْسَ güneşi ش م س
14 وَالْقَمَرَ ve ay’ı ق م ر
15 كُلٌّ her biri ك ل ل
16 يَجْرِي akıp gitmektedir ج ر ي
17 لِأَجَلٍ bir süre için ا ج ل
18 مُسَمًّى belirli س م و
19 يُدَبِّرُ düzenliyor د ب ر
20 الْأَمْرَ işi(ni) ا م ر
21 يُفَصِّلُ açıklıyor ف ص ل
22 الْايَاتِ ayerleri ا ي ي
23 لَعَلَّكُمْ böylece
24 بِلِقَاءِ karşılaşacağınıza ل ق ي
25 رَبِّكُمْ Rabbinizle ر ب ب
26 تُوقِنُونَ kesin olarak inanırsınız ي ق ن

“Gökler” anlamına gelen semâvât kelimesi yıldızların, güneş sistemlerinin ve galaksilerin kendi yörüngelerinde seyrettikleri uzayı ifade eder. Yüce Allah burada bir tabiat kanununa işaret etmekte, gökyüzündeki bu cisimleri bizim görebileceğimiz bir direk olmaksızın kudretiyle yükseltip yönettiğini haber vermektedir. O, bu büyük kütleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirine çarpmamalarını sağlamak için bu kütlelere merkezkaç kuvveti ve kütlesel çekim gücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak suretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin (22) 65. âyetinde Allah Teâlâ “Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur” buyurarak bu cisimler arasındaki ilâhî nizama işaret etmiştir (bu konuda bk. Bakara 2/22, 29, 164; Allah’ın arşa istivâ etmesi konusunda bilgi için bk. A‘râf 7/54).

 Âyette Allah’ın güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdiği, bunları kullarının hizmeti için yarattığı, her birinin belirlenmiş bir vakte yani kıyamete kadar akıp gideceği bildirilmektedir (güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Yukarıda da belirtildiği üzere bu cisimler durağan değil hareket halinde bir sisteme bağlı bulunmaktadır. Ay dünya çevresinde, dünya güneş çevresinde, güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye kadar akıp gidecektir. Bu ifade dünyanın hatta yaratılmış âlemin sonlu olduğuna işaret eder. Ayrıca âyet bütün olarak evrendeki oluşum ve değişimlerin, bunlarla ilgili “tabiat kanunları” denilen yasaların tabiatın özünden kaynaklanmayıp Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve hikmetinin eserleri olduğunu da gösterir. “İşleri Allah düzenliyor” meâlindeki cümle bunu açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar Allah’ın kudretini gösteren alâmetlerdir. Allah bunları açıklıyor ki insanlar onun kudretini tanısın ve evreni yaratıp yöneten Allah’ın insanları öldükten sonra diriltip huzurunda toplayabileceğine ve dünyada yaptıklarından hesaba çekebileceğine kesin olarak iman etsinler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 271

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  رَفَعَ السَّمٰوَاتِ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

رَفَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. السَّمٰوَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar. 

بِغَيْرِ  car mecruru  السَّمٰوَاتِ ’ın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, خالية عن عمد  (kasıtlı olarak onsuz) şeklindedir. عَمَد  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. تَرَوْنَهَا  cümlesi,  السَّمٰوَاتِ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.     

تَرَوْنَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اسْتَوٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَى الْعَرْشِ  car mecruru  اسْتَوٰى  fiiline mütealliktir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayanaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadir-i mutlaktır. Bu manadaki  تَرَوْنَهَا  zamir “direksiz göklere” racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir. Onun için üzerinde vakıf evladır. Burada bir cim secavendi vardır. Göklerin yükseltilmesi görünmez direklerle değil, gerçekte ve gözlemde görüldüğü gibi direksiz olarak doğrudan doğruya Allah'ın kudretine dayalı bulunmaktadır ve kudretin sonsuzluğunu ispat etmektedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْتَوٰى  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. الشَّمْسَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الْقَمَرَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.  

 

 

 

كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Cümle,  سَخَّرَ ’deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  كُلٌّ  mübteda olup damme ile merfûdur. Muzâfun ileyh hazf edilmiştir. Takdiri,  كلّ كوكب  şeklindedir. يَجْر۪ي  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِاَجَلٍ  car mecruru  يَجْر۪ي  fiiline mütealliktir. مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ’nin sıfatı olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسَمًّى , sülâsi mücerredi, سمو  olan fiilin ismi mef’ûludur.


 يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ

 

Cümle,  اسْتَوٰى ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. يُدَبِّر  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْاَمْرَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

يُفَصِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. الْاٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

يُدَبِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دبر ’dir. 

يُفَصِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ‘dir. 

 

 

 

 لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بِلِقَٓاءِ  car mecruru  تُوقِنُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُوقِنُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تُوقِنُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُوقِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  يقن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder. 

 

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, haberin biliniyor olmasının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sıla cümlesi olan  رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا [Semavatın direksiz olarak yükseltilmesi] ifadesi, Allah’ın kudretinden istiaredir. 

بِغَيْرِ  car mecruru  السَّمٰوَاتِ ’ın mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, خالية عن عمد  (Direksiz) şeklindedir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

بِغَيْرِ عَمَدٍ  izafetindeki nekrelik selbin umumu içindir.

تَرَوْنَهَا  cümlesi,  السَّمٰوَاتِ ’nin halidir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ne kadar dikkat çekicidir ki ayette göklerin direksiz yükseltildiği mekanik olgudan ilâhi kudrete bir delil gösterildikten sonra, bir de  تَرَوْنَهَا  (görüyorsunuz, gördüğünüz gibi) buyurulmuştur. Gerek halkın sıradan temaşa ve gözlemlerinden gerek fen ehlinin ve uzmanların rasathanelerden ve dev aletlerle yaptıkları gözlemlerin hepsini içine alan bu “rüyet” fiilinin, bu “görüyorsunuz veya görüp duruyorsunuz” cümlesinin burada belâgatlı bir tenbihi ifade ettiği açıkça ortadadır. Bununla uzayı gözleyip, araştırmak için vahiy gözetmeyerek rasat ve rüyetin esas alınması hususuna da ayrıca tenbih olunmuştur. Kâinatın mekanik özelliği karşılığında bir de ruh ve şuur olayları bulunduğuna dikkat çekilerek âfak (insanın dışındaki alem) ile enfüs (insanın kendi alemi) arasındaki ilişkiler hatırlatılmış ve dolayısıyla Hakk'ın varlığına şahitlik eden delillerin yalnızca mekanik ilişkilerdeki sırlarla değil, asıl bu ruhsal ilişkiler ile tecelli edeceği anlatılmış ve “sonra arş üzerine hakim oldu” kavramına bir giriş olmak üzere, kudret-i ilâhiyyenin âfak (dışta) ve enfüsteki (içteki) etki alanı üzerinde düşündürmek için bir hazırlık yapılmıştır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 


ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile sıla cümlesine atfedilen  ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  ibaresinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamda istiva ile sadece yükselen-alçalan, doğrulan-eğrilen cisimler nitelenir.

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  [Arşa kurulmuştur] ibaresinde tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰى  fiilinin kökü; aynı seviyede olmayı ifade eden  سَوٰى  fiilidir. Yerle bir hizaya gelmek olduğu için oturmak anlamında kullanılır. Ama esas mana; yönetmek, hükmetmektir. Seviye; aynı seviyede olmak, oturmak demek, bir manası da yönetmektir. Burada uzak mana kullanılmıştır. Demek ki bu ibarede iki farklı sanat düşünülebilir.

اسْتَوٰى  kelimesinin iki manası vardır: Yakın manası “bir yerde karar bulmak” tır. Uzak manası ise saltanat ve istilâdır. Allah Teâlâ cisim olmaktan münezzeh olduğu için yakın mananın murad edilmesi münasip değildir. Dolayısıyla uzak mana kastedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Buradaki  اسْتَوٰى  ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “Falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk- yasak kürsüsüne (‘Arş üzerine istiva etti.’ sözü, ‘Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.’ anlamında temsîli istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) malik oldu” anlamında ”Falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ [O Rahman arşa istiva etmiştir.] Burada  اسْتَوٰى  [istiva etti] sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra, yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karîne (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

Bazı Hanefî ulemasına göre, Arş üzerine istiva, Allah Teâlâ'nın keyfiyeti bilinmeyen bir sıfatıdır. Allahü teâlâ, bir yerde durmak (istikrar) veya bir mekân edinmekten münezzeh olarak, kastettiği veçhile Arş üzerine istiva etmiştir.

Arş, bütün her şeyi kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden veya hükümdar tahtına benzetildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Bütün işler ve tedbirler oradan nazil olur. Diğer bir görüşe göre ise, Arş üzerine istiva, bütün kâinat üzerinde hâkimiyet tesis etmek anlamındadır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  ibaresinde yer alan  عَرْشِ, hakimiyetle/mülkle eş anlamlı olan Melik’in tahtıdır.  عَرْشِ  kelimesini,  مُلك  kelimesinin yerine kinaye olarak kullanmışlar ve şöyle demişler: “Falanca arşa istiva etti” derken mülkü/hakimiyeti ele geçirdi demek istiyorlar, her ne kadar söz konusu kişi (şeklen/ gerçekten) tahta oturmamış da olsa… Gerçi tahta oturması, hakimiyeti sembolize etmesi açısından daha bariz, daha basit ve durumu daha açıklayıcıdır. Ama tahta oturma olgusu, eyleme dönüşmese de  اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  tabiri, hakimiyeti sembolize eder.

Zemahşerî meseleyi daha açık hale getirmek için özetle şunları söyler:

Nasıl eli açık ibaresi cömertlik; eli bağlı/kapalı ifadesi cimrilik için kullanılıyorsa burada da buna benzer bir durum geçerlidir. Nitekim bu ifadeler kimin için kullanılırsa kullanılsın akla cömertlik ve cimrilik gelir. Hatta hiç eli olmayan biri için bile eli açık ya da eli bağlı / kapalı deriz ve söylediğimizden cömertlik ve cimrilik net bir şekilde anlaşılır. (Keşşâf III. 54 ve Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in 6 suresinde aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)


كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Aynı üslupta gelen cümle, رَفَعَ السَّمٰوَاتِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.  

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ  cümlesi  سَخَّرَ ’deki mef’ûlün müekked hali olarak ıtnâbtır. 

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  كُلٌّ ‘deki tenkir umuma işarettir. Bu tenvine ivaz tenvini denir. Hazfedilmiş muzâfun ileyh yerine gelmiştir. Takdiri,  كوكب  (gezegen) olan muzâfun ileyh mahzuftur. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّى  cümlesi haberdir.

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır. 

يَجْر۪ي  fiiline müteallik  اَجَلٍ  car-mecrurundaki nekrelik tazim ifade eder.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُسَمًّى , belirli vakitten kinayedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

عَلَى - رَفَعَ  ile  الشَّمْسَ - الْقَمَرَ - السَّمٰوَاتِ  ve  لِاَجَلٍ - مُسَمًّىۜ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Musahhar kılınanlar güneş ve ay olarak ayrıldıktan sonra ikisinin özellikleri zikredilmiştir. Bu üslub cem' ma’at-tefrîk ve’t taksim sanatıdır.

Ayette bütün bu yaratılanların sıralanmasında asıl amaç Allah Teâlâ’nın yüce kudretini muhataba göstermektir. Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.

Burada güneşle aydan söz edilmesi, tahsis için değil, yeryüzünden bakanlar için görünüşte ilk göze çarpan önemli iki gök cismi olmalarından dolayıdır. En çok göze batan ve en büyük gibi görünen bu ikisini emri altına alınca öbürlerinin de ilâhi emre boyun eğmiş oldukları kendiliğinden anlaşılır. Nitekim hepsini içine alacak şekilde buyuruluyor ki her biri, yani o göklerin her bir bölümü, gerek güneşle ay, gerek yıldızlardan her biri ve sonuç olarak hepsi belli bir ecel için akıp gitmektedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Ayette güneşin ve ayın Allah’ın buyruğu altında olması ve belli bir zamana kadar akıp gitmesi ifade edilmektedir. Ayın ve güneşin akıp gideceği zamanın belirli olduğunu ifade eden kelime  مُسَمًّى  ism-i mef’ûldür. Akıp gidecekleri zamanı Allah’ın belirlemesi geçmiş zamanda olmuştur. Öyle ise burada ism-i mef’ûl geçmiş zamana delalet etmektedir. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan ‘Udûl Çeşitleri)  

İbni Abbas der ki: Yüce Allah burada “belirli bir süre” ile bunların ulaştıkları ve aşmaları söz konusu olmayan derece ve menzillerini kastetmektedir. “Belirli bir süre”nin ayın yörüngesini bir ayda, güneşin de yörüngesini bir senede dolaşması anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

İbni Abbas şöyle demektedir: Güneşin, her gün bir menzili bulunmak kaydıyla yüz seksen menzili bulunmaktadır ki bu, altı ayda tamamlanır. O güneş, daha sonra yeniden, bir başka altı ay zarfında onlardan birine döner. Ayın da yirmi sekiz menzili vardır. Dolayısıyla, Cenab-ı Hakk'ın, “Her biri muayyen vakte kadar cereyan eder.” buyruğu ile bu kastedilmiş olup sözün özü şudur: Allah Teâlâ, bu yıldızların her biri için hususi bir yöne doğru hızlı veya yavaş olmak açısından hususi bir miktar ve hareket etme gücü takdir etmiştir. Durum her ne zaman böyle olursa bunlar için her an ve her dakika, daha önce bulunmayan başka bir haletin bulunması gerekir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 


يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

İsm-i celalden haldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ  cümlesi de istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cenab-ı Hak, bu delilleri ele alınca “Her işi yerli yerinde o yönetir.” buyurmuştur. Müfessirlerden her biri bu ifadeyi, alemin hallerinden bir başka çeşidini yönetmek manasına hamletmişlerdir. Ama evlâ olan, bunu, alemin hallerinin tamamını idare etmek manasına almaktır. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Burada sanki “Bu fiilleri niçin yapıyor?” şeklinde bir soru sorulmuş da, ona cevap verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ  car-mecruru önemine binaen amili olan  تُوقِنُونَ ‘ye, takdim edilmiştir.   

بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ  car-mecruru veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafet, رَبِّ  ismine muzâf olan  لِقَٓاءِ  ve muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamirinin aid olduğu kişilere şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetin başında zikredilen lafza-ı celâlden bu ayette Rab ismine dönülmesi iltifat sanatıdır. Bu iltifatla Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmış, Allahın rububiyet vasfına dikkat çekilmiştir. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

لِقَٓاءِ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. 

Müsnet olan  تُوقِنُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724);  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)

Ra'd Sûresi 3. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي ki
3 مَدَّ uzattı م د د
4 الْأَرْضَ arzı ا ر ض
5 وَجَعَلَ ve var etti ج ع ل
6 فِيهَا orada
7 رَوَاسِيَ sabit dağlar ر س و
8 وَأَنْهَارًا ve ırmaklar ن ه ر
9 وَمِنْ ve
10 كُلِّ her ك ل ل
11 الثَّمَرَاتِ meyvadan ث م ر
12 جَعَلَ yarattı ج ع ل
13 فِيهَا orada
14 زَوْجَيْنِ çift (erkek-dişi) ز و ج
15 اثْنَيْنِ iki ث ن ي
16 يُغْشِي örter غ ش و
17 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
18 النَّهَارَ gündüz(ün üzerine) ن ه ر
19 إِنَّ şüphesiz
20 فِي
21 ذَٰلِكَ bunda
22 لَايَاتٍ ayetler vardır ا ي ي
23 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
24 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر

Bir önceki âyette Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren gökyüzündeki delillere değinilmişti. Burada da aynı konularla ilgili olarak yer küresindeki deliller ele alınmaktadır.

 Yeryüzünün enine boyuna uzatılmasından maksat, yer küresinin çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya, korunmaya, ziraat yapmaya ve beşerî ihtiyaçların gereği olan başkaca faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insan gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir. 

 Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaşamaya elverişli olarak yaratmış olması, bunun için yer küresinin dengesini sağlayacak dağlar, tarım ve hayvancılığa elverişli ovalar, vadiler, yaylalar, nehirler, çeşit çeşit meyveler meydana getirmiş olması, O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren delillerdir. Allah canlı varlıkları erkekli dişili yarattığı gibi bitkileri de erkekli dişili yaratmıştır. Bitkiler de erkek ve dişi tohumların birleşmesiyle ürün verir. Bazı türlerde erkek ve dişi organlar ayrı bitkilerde olduğu halde çoğunda aynı çiçekte olur. Bunlar Allah’ın kudretini gösteren delillerdir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 272

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  مَدَّ الْاَرْضَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. الْاَرْضَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَ  fiili, atıf harfi  وَ ’la  مَدَّ  fiiline matuftur.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. ف۪يهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  رَوَاسِيَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اَنْهَاراً  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَوَاسِيَ  ; sülâsî mücerredi رسو  olan fiilin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la öncesine matuftur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru birinci  جَعَلَ  fiiline mütealliktir. الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. ف۪يهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  زَوْجَيْنِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için nasb alameti  ي ‘dir. اثْنَيْنِ  kelimesi  زَوْجَيْنِ ’nin sıfatı olup, müsennaya mülhak olduğu için nasb alameti  ي ‘dir. يُغْشِي  cümlesi,  مَدَّ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

يُغْشِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. الَّيْلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. النَّهَارَ  ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred ,ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُغْشِي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi غشو ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, قَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

يَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا  cümlesine atfedilmiştir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  مَدَّ الْاَرْضَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراً  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَوَاسِيَ , sabitler demektir. Ayette dağ anlamı verilmiştir.  روس  fiilinin ism-i failidir. 

Temasül nedeniyle birbirine atfedilen mef’ûl konumundaki  رَوَاسِيَ - اَنْهَاراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.

Ayette Allah Teâlâ’nın yeryüzünde ve gökyüzünde yaptıkları şeyler iki ayrı kısım halinde açıklanmıştır. Bu üç ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik sanatı vardır. 

İlk ayetteki  اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ  kelimesinde cem’,  السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimelerinde taksim, bahsedilen semavat ve arzda olanlar tefriktir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yerin meddi, yani çekilip uzatılması kavramı, hem göklerden çekilip ayrı bir özelliğe kavuşturulmasını hem de yerin yapısındaki esnekliği ve çekilip genişlemeye müsait olan özelliğini ifade eder. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

Bilim adamları, yeryüzünün önceki hacminin şu andakinden kat kat daha büyük olduğunu, aynı şekilde dünyanın milyonlarca seneden beri de eksilmeye devam ettiğini keşfetmişlerdir. Kur’an bu keşfi 14 asır önce açık bir şekilde beyan ederek şöyle buyurmuştur:  وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ   Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir:  مَدَّ, “sonuna yetişilemeyen bir şeye doğru uzayıp gitmek” demektir. Dolayısıyla ayetteki, “O, yeri uzatıp döşeyendir.” ifadesi, Allah Teâlâ’nın yeryüzünün hacmini gözün, sonunu (sınırını) göremeyeceği kadar büyük yaptığını ihsas ettirir (sezdirir). (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Yerin Küre Şeklinde Olması: Yerin küre şeklinde olduğu delillerle sabit olmuştur. O halde bu hususta diretmek nasıl mümkün olur? Buna göre onlar, “Ayetteki, ‘yeri uzattı (meddetti)’ ifadesi, yerin küre şeklinde olmasına ters düşer. Öyle ise daha onun uzaması nasıl mümkün olur?” derlerse biz deriz ki: “Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü yeryüzü büyük bir cisimdir. Küre son derece büyük olduğunda, onun her bölgesi ve parçası dümdüz imiş gibi görünür. Baksana Cenab-ı Hakk, ‘Dağları kazıklar yapmadık mı?’ buyurmuş ve o dağları, bazı insanlar onların üzerinde meskun oldukları halde ‘kazık’ olarak nitelendirmiştir. İşte burada da böyledir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 

 وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ 

 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan  جَعَلَ  fiiline takdim edilmiştir.

زَوْجَيْنِ  kelimesindeki nekrelik cins ifade eder. 

Müsenna vezninde gelen  زَوْجَيْنِ ‘den sonra  اثْنَيْنِ ‘nin zikri ıtnâb sanatıdır.

Burada  مِنْ  harf-i ceri, teb’iz için gelmiştir. الزَوْجَيْنِ  kelimesinin bilinen anlamı, erkek ve dişi anlamıdır. Kıyamet Suresi 39. ayette de فَجَعَلَ مِنهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ والأُنْثى  “Ondan erkek ve dişi olarak iki eş var etti.” denilerek bu mana belirtilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

جَعَلَ فِيها زَوْجَيْنِ  cümlesi zahirde, mahlukattan bu cinse gösterilen ihtimam sebebiyle müstenefe gibi gözükmektedir. O cins ise biri diğerinin eşi olan, dişi ve erkek olarak iki sınıftan oluşan canlı mahluk cinsidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

ف۪يهَا  car-mecrurundaki  الْاَرْضَ ’ya aid zamire dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen dünya, mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Yeryüzündeki yaratılmışlar, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.  

يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ  cümlesi,  جَعَلَ  fiilinin failinin halidir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette bütün bu yaratılanların sıralanmasında asıl amaç Allah Teâlâ’nın yüce kudretini muhataba göstermektir. Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmac sanatıdır.

رَوَاسِيَ - اَنْهَاراً  ve  الَّيْلَ - نَّهَارَۜ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  نَّهَارَۜ - اَنْهَاراًۜ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  جَعَلَ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الَّيْلَ - النَّهَارَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette gecenin karanlığı vasıtasıyla gündüzün ışığının kayboluşu, eşyayı gizleyen kesif bir örtüye benzetilmiş. Müstear lafız  يُغْشِي, manevi durumlarda kullanılan  يُغتي  kelimesi yerine tebei istiare yoluyla kullanılmıştır. Yani sabah oluncaya kadar gecenin karanlığı, gündüzün nurunu örter ve onu gizler. Bu latif bir istiaredir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Dağlar sebebi ile yeryüzünde nehirler oluşur. Çünkü taş, katı bir cisimdir. Dolayısıyla yerin derinliklerinden buharlar yükselip dağlara kavuştuğunda o buharlar orada tutulur ve bu iş artmaya ve olgunlaşmaya devam eder. Böylece de dağların altında büyük sular oluşur. Sonra bunlar çok ve kuvvetli olduğu için dağı deler, oradan (kaynak olarak) çıkar ve yeryüzünde akmaya başlar. Bu yüzden nehirlerin meydana gelmesinde dağların rolü, işte bu bakımdandır. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, âdet olarak, Kur'an'da ne zaman dağlardan bahsetse onunla birlikte nehirlerden de bahsetmiştir. Mesela bu ayette ve “Orada sabit sabit, yüce yüce dağlar vücûda getirmedik mi? Size tatlı bir (kaynak) suyu da içirmedik mi?” (Mürselat Suresi, 27) ayetinde olduğu gibi. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Kur’an’da zikredildiği bağlam düşünüldüğünde kevnî ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinin insanlara hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

[Orada (yeryüzünde) bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. (Ra'd Suresi,  3)] ayet-i kerimesi ise meyvelerin de çifter çifter (dişili-erkekli) yaratıldığını hatırlatır. Bitkilerin eşeyli üremesi, erkek unsurla dişi unsurun çiftleşmesiyle olmaktadır. Kur'an-ı Kerim meyvelerin bu izdivaç neticesinde ortaya çıktığını bu ayette bildirmektedir. Bu ayette “küll” kelimesi, Türkçede, “Her, bütün, her şey” anlamlarına gelmektedir. Bu kelime, kendisinden sonra gelen kelimeye muzâf olur. Arapçada buna “izafet terkibi” Türkçede ise “tamlama” denilmektedir. Terkipteki ikinci kelime, ya marife (bilinen) veya nekre (bilinmeyen) olur. Eğer bu kelime marife olursa, bir varlığın bütün parçalarına şâmil olur. Şayet nekre olursa bu defa da o nesnenin umum efradını içine alır. Ayet-i kerimede “şey” nekreye izafe edilmiştir. Dolayısıyla bundan ne kadar “şey (nesne)” varsa, hepsinin çift olarak yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. (Sorularla İslamiyet web sitesi)

(https://sorularlaislamiyet.com/butun-canlilarin-cift-yaratildigi-belirtilmisken-tek-hucreli-hermafrodit-canlilarin-varligini-nasi-0#:~:text=Ayet-i%20kerimede%20%22%C5%9Fey%22)

Zevceyn: Yani iki zevc, erkek ve dişi gibi iki ayrı cinsten meydana gelmiş çift demektir. Bunun bir de ayrıca  اثْنَيْنِ  diye “iki” sayısıyla sıfatlanması tekid veya ikişer ikişer anlamına tevzi (paylaştırmak) için olduğu söyleniyorsa da bunun bir bölünme olması daha açıktır. Şöyle ki: Her meyvenin çiçeğinde hayvanların erkek ve dişisi durumunda bir çift eş vardır ki o meyve işte bunların çiftleşmesinden ve döllenmesinden meydana gelir. Nitekim “Bir de ilkah edici rüzgarlar gönderdik.” (Hicr Suresi, 22) buyurulmuştur. Sonra bu zevceyn de ayrıca iki kısımdır: Bir kısmı erkeği başka kaynakta, dişisi başka kaynakta olmak üzere ayrı ayrı iki ağaçta bulunur. Mesela, incirin erkeği başka ağaçta, dişisi başka ağaçta olur. Bir kısmı da hem erkeği hem dişisi aynı çiçekte bulunur. Çiçek erkekli ve dişili bir hünsa şeklinde açar ve döllenmeyi kendi bünyesi içinde yapar, çoğunlukla çiçekler böyledir. İşte zevceyn tabiri ile her meyvede çiftleşen genel olarak erkekli dişili çiçekler kastedilmiş, isneyn tabiri ile de bunların iki çeşit olduğu ifade buyurulmuştur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) 

يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ  ; gündüzü gece ile örtmek, zahiren gök ayetleri ile ilgili ise de dünyadaki ayetler konusunda sayılması, dünyada gerçekleşmesi itibariyledir. Zira gece, dünyanın gölgesinden başka bir şey değildir. Nitekim dünyanın gölgesinin üstünde olan göklerde hiç gece yoktur. Bir de gece ile gündüzün, ürünlerin oluşmasıyla ilgisi vardır. Üstelik gece ile gündüz de ürünler gibi karşılıklı bir çifttir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Cümledeki takdim işaret edilenin önemine binaendir. 

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Allah’ın yaratıcı kudretine işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اٰيَاتٍ ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim,  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Cümle  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

اٰيَاتٍ  [ayetler] umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Buradaki düşünme fiilinin, tekrar tekrar yapılan ve zorlu bir eylem oluşuna işaret etmek için fiil, muzari sıygasıyla ve tekellüfe (güçlüğe) delalet eden bir yapıyla getirilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Bil ki Cenab-ı Hakk, süflî alemde bulunan delilleri zikretmiş olduğu yerlerde çoğu kez bunun hemen peşinden, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” ifadesini veya mana cihetinden buna yakın olan ifadeleri getirmektedir. Bunun sebebi şudur: Filozoflar, süflî alemde meydana gelen hadiseleri, yıldızların şekillerinde meydana gelen farklı durumlara mal etmektedirler. Bu sualin, bu iddianın savuşturulması için delil getirilmediği sürece maksat da tamamlanmaz. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” buyurmuştur. Böylece sanki O, şöyle demektedir: “Tefekkür sahası henüz açıktır, mevcuttur. Dolayısıyla bundan sonra istidlalin tamamlanabilmesi için tefekkür edip iyice düşünmek gerekir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayette “düşünen bir toplum için” denilmiş, çünkü onları düşünmek insanı şöyle bir hükme götürür: Bütün bunların bu harika nizam ve uygun tarzda var olmaları, her şeye muktedir olan, her işinde hikmet bulunan, istediğini yapan, dilediğini gerçekleştiren bir kudretin varlığını gerektirmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ra'd Sûresi 4. Ayet

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  ...


Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (vardır)
2 الْأَرْضِ arzda ا ر ض
3 قِطَعٌ kıt’alar ق ط ع
4 مُتَجَاوِرَاتٌ birbirine komşu ج و ر
5 وَجَنَّاتٌ ve bağlar(ı vardır) ج ن ن
6 مِنْ
7 أَعْنَابٍ üzüm ع ن ب
8 وَزَرْعٌ ve ekinler ز ر ع
9 وَنَخِيلٌ ve hurmalıklar ن خ ل
10 صِنْوَانٌ çatallı ص ن و
11 وَغَيْرُ ve olmadan غ ي ر
12 صِنْوَانٍ çatalı ص ن و
13 يُسْقَىٰ (bunların hepsi) sulanır س ق ي
14 بِمَاءٍ su ile م و ه
15 وَاحِدٍ bir و ح د
16 وَنُفَضِّلُ ama üstün yaparız ف ض ل
17 بَعْضَهَا birbirini ب ع ض
18 عَلَىٰ üzerine
19 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
20 فِي
21 الْأُكُلِ ürünlerinde ا ك ل
22 إِنَّ şüphesiz
23 فِي
24 ذَٰلِكَ bunda
25 لَايَاتٍ ayetler vardır ا ي ي
26 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
27 يَعْقِلُونَ aklını kullanan ع ق ل

Bunlar yeryüzündeki birbirine komşu, bitişik veya birbirinden uzak kıtalar ve bölgeler olup her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Şekilleri, renkleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, verimlilikleri farklı olduğu gibi üzerinde yaşayan canlılar ve bitkiler de farklıdır. Bir tek kökten bazan bir tek gövdeli (çatalsız) ağaç meydana gelirken bazan da çatallanarak veya ayrı sürgünler vererek çatallı veya birden fazla ağaç meydana gelmekte, dal budak salarak büyümekte ve ürün vermektedir. Her bir ağaç aynı suyu gövdesine aldığı halde ondan kendisine yüklenen programa uygun olarak farklı yararlanmakta ve şekli, rengi, tadı farklı meyveler vermektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 272

عنب Anebe : عِنَبٌ hem asma/üzüm ağacının meyvesi hem de bizzat kendisine denir. Çoğulu أعْنابٌ şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hünnaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قِطَعٌ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. مُتَجَاوِرَاتٌ  kelimesi  قِطَعٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur. جَنَّاتٌ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مِنْ اَعْنَابٍ  car mecruru  جَنَّاتٌ  mahzuf sıfatına mütealliktir. 

زَرْعٌ  ve  نَخ۪يلٌ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  قِطَعٌ ’e matuftur. صِنْوَانٌ  kelimesi  نَخ۪يلٌ ’nin sıfatı olup damme ile merfûdur. غَيْرُ  atıf harfi وَ  ile  صِنْوَانٌ ’e matuftur.  صِنْوَانٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. يُسْقٰى  cümlesi, sayılan çeşitlerin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

يُسْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. بِمَٓاءٍ  car mecruru  يُسْقٰى  fiiline mütealliktir.  وَاحِدٍ۠  kelimesi  مَٓاءٍ ’ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki müfred, ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُتَجَاوِرَاتٌ  ; sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tefâ’ul babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ 

 

 Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. نُفَضِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. بَعْضَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  نُفَضِّلُ  fiiline mütealliktir. فِي الْاُكُلِ  car mecruru  بَعْضَهَا ’nın mahzuf haline mütealliktir.

 

نُفَضِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’in muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar. لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

يَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri)

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠

 

Ayet, önceki ayetteki istînâf cümlesine atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  فِي الْاَرْضِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  قِطَعٌ  muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyh olan  قِطَعٌ ’un nekre gelişi özel bir nev ve tazim anlamına işaret eder.

مُتَجَاوِرَاتٌ  kelimesi  قِطَعٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Birbirine temasül nedeniyle atfedilen  وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ  kelimeleri  قِطَعٌ ‘e matuftur.

مِنْ اَعْنَابٍ  car-mecruru, جَنَّاتٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

صِنْوَانٌ  ve ona tezat nedeniyle atfedilmiş  وَغَيْرُ صِنْوَانٍ  izafeti, نَخ۪يلٌ  için sıfattır.

يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠  cümlesi, الجنّات والزروع والنخيل  kelimeleri için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

بِمَٓاءٍ  car-mecruru için sıfat olan  وَاحِدٍ۠ , tek çeşit manasındadır. Nekrelik nev ifade eder.

Ayette bitki çeşitleri sayıldıktan sonra aynı suyla sulanma özelliğinde toplanmıştır. Cem mea taksim sanatı vardır.

جَنَّاتٌ - اَعْنَابٍ - زَرْعٌ - نَخ۪يلٌ  ile  يُسْقٰى - بِمَٓاءٍ  ve  الْاَرْضِ - قِطَعٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazir,  صِنْوَانٌ - غَيْرُ صِنْوَانٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُسْقٰى  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

القِطَعُ  kelimesi  ق  harfinin kesra haliyle gelmiş olup  قِطْعَةٍ  kelimesinin çoğuludur. Bir şeyin parçası, bir cüz’ü manasında olup kendisinden koparılan şeye benzediği için bu ismi almıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

Yeryüzündeki toprak parçalarının özel halleri ve sıfatları, kudreti yüce yaratanın yeryüzünü yayıp döşerken sırf yaratmasıyla oluştuğu halde bu ayetteki  وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ  (yeryüzünde birbirine komşu kıtalar) ifadesinin de onunla beraber zikredilmemesi, bu hallerin, o toprak parçaları için pek köklü sıfatlar olduklarına işaret içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Aynı Şartlarda Yetişen Bitkilerdeki Farklılık: Tek bir toprak parçası, aynı suyla sulanır. Sonra güneşin ona tesiri de aynı seviyede olur. Sonraysa o yerde biten meyvelerin tatları, renkleri, karakter ve özellikleri farklı farklı olur. Hatta, bazan sen, bir üzüm salkımı alırsın, tek birisi hariç, onun bütün taneleri tatlı ve olgun olur. Zira o tek tane, ekşi ve kuru kalmıştır!. Sonra biz kesin olarak biliyoruz ki feleklerin ve tabiatların, hepsine nispeti aynı seviyededir. Daha doğrusu şöyle diyebiliriz: Burada, bundan daha da acayip olan bir şey bulunmaktadır. Bu da şudur: Bazı gül çeşitleri içinde öyleleri vardır ki iki yüzünden birisi son derece kırmızı, ikinci yüzü ise, aynı şekilde o da son derece narin ve yumuşak olduğu halde, son derece siyahtır. 

Burada, “Güneşin tesiri, diğerlerine değil de bu birinci yüze ulaşmıştır.” denilmesi imkânsızdır. Bu da kesin olarak delalet eder ki bütün bunlar bir Fâil-i Muhtar'ın yönetmesiyle olmaktadır; yoksa yıldızların birbirleriyle olan münasebetleri sebebiyle değil! İşte Cenab-ı Hakk “...ki hepsi bir su ile sulanıyor. Biz onların bazısını yenilmelerinde bazısından üstün kılıyoruz.” buyruğundan kastettiği şey budur. İşte bu delillerin takdir edilip tefsir ve beyan edilmesine dair söyleyeceğimiz sözün tamamı budur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

نَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ  [Çatallı hurmalık] tabiri “bir arada bulunan” manasındadır.  نَخ۪يلٌ غَيْرُ صِنْوَانٍ  (çatalsız hurmalık) ise birbirinden ayrı hurmalıklar demektir. Eğer bir tek hurma ağacının içinde (kökünden) bir başka hurma ağacı veya ağaçları çıkıyorsa buna “çatallı” denilir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l -Kur’ân)

Hububat, hayatın direği olduğu halde, üzüm bağlarının ondan önce zikredilmesi, üzüm bağları diğer ürünlerden farklı, daha açık ve köklü olduğu içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la  يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

نُفَضِّلُ  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. 

فِي الْاُكُلِ  car mecruru  بَعْضَهَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الْاُكُلِۜ ‘deki tafdil zarfiye harfi  فِي , mülabeset manasındadır. Çünkü üstünlük yemeyle anlaşılır. Bazı bahçeleri diğerlerine veya bazı üzümleri, ekin mahsullerini, hurma ağaçlarını diğer bazı ürünlere üstün kıldık demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) 

بَعْضٍ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Cümledeki takdim işaret edilenin önemine binaendir. 

Müsnedün ileyh, cem ve tecessüm ifade eden uzak için kullanılan işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada müşarun ileyhe tazim ifade eder. 

Allah’ın yaratıcı kudretine işaret eden  ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilen içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilen, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

لِقَوْمٍ  car mecruru  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  اٰيَاتٍ ‘in nekre gelişi, nev, kesret ve tazim,  قَوْمٍ ‘deki nekrelik ise muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder. 

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْقِلُونَ  cümlesi, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Cümle  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2 s.176) 

Son cümle bir önceki ayetin son cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Amaç cümledeki kavramı muhataba belletmek, ilgisini çekmektir.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Tezyîl hükmündeki bu cümle, önceki cümleyi tekid için gelmiş ıtnâb sanatıdır. 

“İşte bunlarda hiç şüphesiz aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”

Bu hallerin, manalara delaleti, daha önce zikredilenlerden daha zahir olduğu için bunların ayetler olmaları, sadece aklı kullanmak şartına bağlanmıştır, işte bundan dolayıdır ki her akıl sahibi için gayet açık olan hatta birbirinden üstün kılınmaları farklılığından başka bir şey zikredilmemiştir. Halbuki farklılık, diğer özelliklerde ve keyfiyetlerde de asgarî bir düşünme ile anlaşılmaktadır. Sanki bunda düşünmeye bile hacet yoktur. Bu kelam, müşriklerin gerçek akıl sahipleri olmadıklarına tarizdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Ra'd Sûresi 5. Ayet

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 تَعْجَبْ şaşacaksan ع ج ب
3 فَعَجَبٌ şaşmak lazım ع ج ب
4 قَوْلُهُمْ onların şu sözlerine ق و ل
5 أَإِذَا zaman mı?
6 كُنَّا biz olduğumuz ك و ن
7 تُرَابًا toprak ت ر ب
8 أَإِنَّا gerçekten biz mi?
9 لَفِي içinde (olacağız)
10 خَلْقٍ bir yaratılış خ ل ق
11 جَدِيدٍ yeniden ج د د
12 أُولَٰئِكَ işte onlar
13 الَّذِينَ kimselerdir
14 كَفَرُوا inkar eden(lerdir) ك ف ر
15 بِرَبِّهِمْ Rablerini ر ب ب
16 وَأُولَٰئِكَ ve onlar (bulunanlardır)
17 الْأَغْلَالُ halkalar غ ل ل
18 فِي
19 أَعْنَاقِهِمْ boyunlarında ع ن ق
20 وَأُولَٰئِكَ ve onlar
21 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
22 النَّارِ ateş ن و ر
23 هُمْ onlar
24 فِيهَا orada
25 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د

Bunca deliller bu evreni yaratan bir gücün varlığını göstermesine rağmen, Allah’ın inkâr edilmesi nasıl şaşırtıcı ise öldükten sonra dirilmeye inanmamak da o kadar şaşırtıcıdır. Şüphe yok ki evreni ve hayatı yaratan Allah, ölümden sonra hayatı yeniden yaratacak güce sahiptir. Âyet-i kerîme Allah’ın kudret ve hikmetini inkâr eden o kâfirlerin mantıkî tutarsızlığına işaret ve âhiretteki durumlarını tasvir etmekte, boyunlarına takılan halkalarla güdüleceklerini ve cehenneme sürüleceklerini haber vermektedir. Âyet mecaz olarak alındığı takdirde inkârcıların, tabuların ve şartlanmışlıkların tutsağı olduklarını ifade eder. Bu anlamı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. Yâsîn 36/8).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 273-274

ترب Terabe : تُرابٌ bildiğimiz toprak ya da tozdur.تَرِبَ bir kimse fakir veya muhtaç oldu o hale geldi demektir. Burada o kişinin sanki toza toprağa yapışmış olduğu söylenmek istenir. تَرائِبٌ göğsün kafes kısmında yer alan kaburga kemikleridir. Son olarak Kuran-ı Kerim’de geçen أتْرابٌ sözü birlikte büyüyen yaşıtlardır. Bu kullanım ya birbirlerine denk ve emsal olmaları bakımından kaburga kemiklerine benzemeleri veyahut beraber yeryüzüne gelmeleri nedeniyledir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri türbe, türab ve türâbidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَعْجَبْ  şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İsim cümlesidir. عَجَبٌ  mukaddem haber olup damme ile merfûdur. قَوْلُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hemze istifham harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfı olup, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, نبعث  şeklindedir. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. كُنَّا  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

نَا  mütekellim zamiri  كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  تُرَاباً  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup fetha ile mansubdur. 

İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي خَلْقٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. جَد۪يدٍ  kelimesi  خَلْقٍ ’nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.  (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a)  (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b)  (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

جَد۪يدٍ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّهِمْۚ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُو۬لٰٓئِكَ  atıf harfi  وَ ’la birinci işaret ismine matuftur. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَغْلَالُ  ikinci mübteda olarak damme ile merfûdur. ف۪ٓي اَعْنَاقِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ  atıf harfi  وَ  ile ikinci işaret ismine matuftur. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ النَّارِۚ  haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ ’a mütealliktir. خَالِدُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ ; sülâsî mücerredi  خلد  olan fiilin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen terkipte  اِنْ تَعْجَبْ  cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen  فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ  cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. عَجَبٌ , mukaddem haberdir. Muahhar mübteda olan  قَوْلُهُمْ , izafet terkibi ile gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

تَعْجَبْ - عَجَبٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً

 

Fasılla gelen cümle  قَوْلُهُمْ ‘dan bedeldir. Fasıl sebebi kemâli ittisaldir.

Şart manası taşımayan müstakbel zaman zarfı  اِذَا ’nın dahil olduğu mekulü’l kavl konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve inkâr amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi olan  كُنَّا تُرَاباً , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır.  اِذَا ‘nın takdiri  نبعث (Diriliriz) olan müteallakı mahzuftur.

Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu  كُنَّا تُرَاباً ; isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اِذَا ’nın âmili mahzuftur,  ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ  kavli, bunu göstermektedir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

 

ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, اِذَا  ile alakalı mana için tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâli ittisaldir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp inkâr ve tahkir manasında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Kâfirlerin sözlerinin istifham kalıbıyla gelmiş olması, onların gerçekten soru sordukları anlamına gelmez. Onların asıl maksatları alay etmek ve küçümsemektir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ  car-mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

جَد۪يدٍ  kelimesi  خَلْقٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

خَلْقٍ ’daki tenvin nev ifade eder.

خَلْقٍ جَد۪يدٍ  ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı “kesmek” anlamındaki  جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgâhtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman  قَدْ  جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ  (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada  ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ  (ayeti) ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgâhından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları)

Bu ayetin tefsirinde Zemahşerî, inkârcıların bu sözlerini bir düşünce ucûbesi (tuhaflık timsali) olarak değerlendirmektedir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 493 - Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)  

“Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?” Bu kelam, onların azgınlık ve inkârda çok ileri gittiklerini apaçık bildirmektedir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

بِرَبِّهِمْ  izafeti, Rab ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamirini yani onları tahkir içindir. 

Rab isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini, onun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını hatırlatma, sapkınlıklarında ne kadar ileri gittikleri konusunda ikaz vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


 وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olması veciz ifade yanında tahkir ve kınama ifade eder. 

Sübut ve istimrar ifade eden faide-i haber ibtidaî kelam olan  الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. الْاَغْلَالُ  mübteda, ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ  car-mecrurunun müteallakı olan haber mahzuftur. 

ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ  ifadesinde istiare sanatı vardır. Zarfiye olan  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü boyun hakiki manada içine halka takılmaya müsait değildir. Boyun burada zarfa benzetilir. Boyunla halka arasındaki ilişki, zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.

“Demir halkalar” ifadesiyle kastedilenin onların işleyegeldikleri kötü amelleri olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)


 وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘ la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir içindir. اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ayette üç kere tekrar edilmesi bu anlamı kuvvetlendirir. Aynı kişiler kastedilerek tahkiri artırmak için yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Müsned olan  اَصْحَابُ النَّارِۚ ‘in, izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak amacına matuftur. Ayrıca muzafı ve müsnedün ileyhi de tahkir ifade eder. Çünkü müsnedin tahkir anlamlı bir kelimeye muzâf olması müsnedün ileyhin de tahkirine sebeptir.

اَصْحَابُ النَّارِ  [Ateş ashabı] ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ النَّارِ  [Ateş ashabı] ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  ف۪يهَا , amili olan  خَالِدُونَ ‘ye takdim edilmiştir. 

Ateşe aid zamirin dahil olduğu  ف۪يهَا ’daki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  ateş, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  ateş, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail, mef’ûl ve masdar zamandan bağımsızdır. Aslında uzun bir zaman dilimi demektir ama daha çok, çokluktan kinaye olarak “kalıcı” anlamında kullanılır. Bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

Son üç cümlede  اُو۬لٰٓئِكَ  ile işaret edilenlerin özelliklerinin, Rablerine küfretmeleri, boyunlarında pranga olması, ateş ashabı ve orada ebedi kalacak olmaları şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟  cümlesi aynen, اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّار  cümlesi ufak değişikliklerle Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Mümin Suresi 71. ayete iktibas vardır.

Görüldüğü gibi burada da müsnedün ileyh olan ism-i işaret, haberin onlara ait olduğunu ve daha fazla izah için tekrarlanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesinde car mecrur amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Yani ateş azabı içinde ebedi kalıcı olanlar sadece kâfirlerdir. Diğer günahkârlar orada ebedi kalmayacaklardır.  خَالِدُونَ  maksûr/sıfat  ف۪يهَا  maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Cenab-ı Hakk’ın, “İşte, içinde müebbet kalacakları ateşin yâranı da yine bunlar, bunlardır.” sözünden maksat “Ebedi, muhalled azap ile tehdit etmek”tir. Ehl-i sünnet alimlerimiz ise, bu ayeti, ebedî azabın ancak kâfirler için olduğu görüşüne delil getirerek şöyle demişlerdir:  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ifadesi, başkalarının değil sadece kâfirlerin ebedi azap ile mevsuf ve muttasıl olduklarını gösterir. Bu ise büyük günah sahiplerinin ebedi olarak cehennemde kalmayacaklarına delalet eder.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu sayfadaki ayetlerin genelindeki fasılaları teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Kuran, S. 248, Rad Suresi 1-5 ayetler Kırık Meal Çalışması ve Mezid Fiiller

Sayfanın Özeti:

Türkçe’de kullanmadığımız kelimeler: 4 (Revâsiye, yuğşi, nahîlun, sınvân [2])

Fiiller: 20

Sülasi Fiiller: 11 (Teravne, istevâ, yecrî, medde, ceale [2], yüsqâ, ya’qilûne, ta’ceb, künnâ, keferû)

Mezid Fiiller: 9 (Ünzile, yü’minûne, istevâ, sehhera, yudebbiru, yufassilu, tû’qinûne, yuğşi, nufassilu)

İfal kalıbı: 4 (Ünzile, yü’minûne, tûqidûne, yuğşi)

Tefil kalıbı: 4 (Sehhera, yüdebbiru, yufassilu, nufassilu)

İftial kalıbı: 1 (İstevâ)

Günün Mesajı
Bu sayfada anlatılan konular ancak yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde tam olarak anlaşılmış gerçeklerdir. Dolayısıyla Kur'ânın ilmi icazı olarak tarif edilen konular kapsamındadır. Kur'ânın bu kainatı ve bizleri yaratan Allah tarafından gönderildiğinin ispatıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Rabbim! Hakikatin sahibi Sensin, bizi yoluna davet edensin. Hakkı bildirensin, gönülleri Kur’an-ı Kerim ile sevindirensin. Senden Rasulullah’a indirilene iman edenlerdeniz. Kelamını okuyanlardan ve yaşayanlardan olmamız için yardım et. Adının zikredilmediği yerlerden ayaklarımızı ve kelamını işitemeyenlerden de kalplerimizi uzak tut.

Alemi semalarla süsleyen Sensin, yarattıklarınla kudretine hayran bırakansın. Güneş ile ayın sahibisin, bizi gece ve gündüz aydınlatansın. Bir gün Sana döneceğimizin bilinciyle yaşayanlardan ve yolunda kalmak için doğru seçimler yapanlardan olmamızı nasip et. Gönüllerimizi imanın ile süsle ve ruhumuzla bedenlerimizin her zerresini, nurun ile aydınlat, eksikliklerimizi de tamamla Rabbim.

Uçsuz bucaksız yeryüzünü yaratan Sensin, her köşesine ayetlerini yerleştirensin. Gece ile gündüzün sahibisin, hangisinin zamanı ise onunla diğerinin üzerini örtensin. Bizi, delillerini görenlerden ve yeryüzünde dolaşırken, gökyüzüne bakarken; Seni hatırlayanlardan eyle. Merhametinle günahlarımızın üzerini ört ve gizlediğin kusurlarımızı kendi cahilliğimizle açığa çıkarmamıza izin verme Rabbim.

Rabbim! Rızkı veren Sensin. Dünyada rızkımıza bereket ver. Bizi, hiç kimseye muhtaç etme. Ahirette de cennet nimetlerinden nasiplendir. Kimsenin hakkını üzerimizde bırakma. Toprağı çeşit çeşit nimetlerinle coşturansın. Merhametinle, rızanla, muhabbetinle; gönüllerimizi ve rızkınla, bereketinle, nurunla; benliğimizi ve kelamınla, zikrinle, ilminle; ömürlerimizi coştur.

Amin.

 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji