بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | değildir |
|
2 | الْبِرَّ | iyilik |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تُوَلُّوا | çevirmeniz |
|
5 | وُجُوهَكُمْ | yüzlerinizi |
|
6 | قِبَلَ | tarafına |
|
7 | الْمَشْرِقِ | doğu |
|
8 | وَالْمَغْرِبِ | ve batı |
|
9 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
10 | الْبِرَّ | iyilik |
|
11 | مَنْ | kişinin |
|
12 | امَنَ | inanmasıdır |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
14 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
15 | الْاخِرِ | ahiret |
|
16 | وَالْمَلَائِكَةِ | ve meleklere |
|
17 | وَالْكِتَابِ | ve Kitaba |
|
18 | وَالنَّبِيِّينَ | ve peygamberlere |
|
19 | وَاتَى | ve vermesidir |
|
20 | الْمَالَ | malını |
|
21 | عَلَىٰ |
|
|
22 | حُبِّهِ | sevdiği |
|
23 | ذَوِي |
|
|
24 | الْقُرْبَىٰ | yakınlara |
|
25 | وَالْيَتَامَىٰ | ve yetimlere |
|
26 | وَالْمَسَاكِينَ | ve yoksullara |
|
27 | وَابْنَ | ve |
|
28 | السَّبِيلِ | yolda kalmışlara |
|
29 | وَالسَّائِلِينَ | ve dilencilere |
|
30 | وَفِي | ve |
|
31 | الرِّقَابِ | kölelere |
|
32 | وَأَقَامَ | ve kılmasıdır |
|
33 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
34 | وَاتَى | ve vermesidir |
|
35 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
36 | وَالْمُوفُونَ | yerine getirmeleridir |
|
37 | بِعَهْدِهِمْ | andlaşmalarını |
|
38 | إِذَا | zaman |
|
39 | عَاهَدُوا | andlaşma yaptıkları |
|
40 | وَالصَّابِرِينَ | ve sabrederler |
|
41 | فِي |
|
|
42 | الْبَأْسَاءِ | sıkıntıda |
|
43 | وَالضَّرَّاءِ | ve hastalıkta |
|
44 | وَحِينَ | ve zamanında |
|
45 | الْبَأْسِ | savaş |
|
46 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
47 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
48 | صَدَقُوا | doğru olan |
|
49 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte onlar |
|
50 | هُمُ | onlardır |
|
51 | الْمُتَّقُونَ | muttakiler |
|
İyilik o kimsenin iyiliğidir ki
Allaha
Ahiret gününe
Meleklere
Kitaba
Peygamberlere iman eder…
Ayet iyiliğin ne olduğunu anlatırken iman esaslarından başlıyor. Bir iyilik yapmak için en iyi sebep Allah’ı memnun etmek için yapmaktır. Onun için ilk sırada Allah’a iman vardır. Sonra bir başka motivasyonumuz da cenneti kazanmak ve cehennemden azad olmayı ummak olabilir. Bu motivasyonla yapıyor olmak da ahiret gününe inandığınız için kabul edilebilir bir sebeptir.
Peki bu sebeplerle iyilik yapmak istiyorum. İyiliğin ne olduğunu nerden öğreneceğim?
Hemen peşinden cevap geliyor. Allahın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine indirilen kitaptan.. Onun için sıralama bu şekildedir. Bakara suresinin sonunda amenerrasûlü’yü okurken kitaplar “kütübihi” şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Burada ise kitap tekil olarak gelmiştir.. Çünkü Medine’deki yahudiler de bu ayetlere muhataptır. Kitap artık tektir, o da Kur’ân’dır diyor Allah teala.
Mala meylin olmasına, onu sevmene rağmen kimlerin uğrunda harcayacağını sıraladıktan sonra (ki yakınlık sahibi akrabayı en başa koyup, isteyenleri, dilenenleri sona koyuyor. Bazen çok ihtiyacı olan bir akraban vardır ama söyleyemiyordur, gözden kaçırma kulum!) Tekrar namaz kılmayı ve zekatı sayıyor. Yani akrabaya, yetime, yolda kalmışa, dilenene, köleye zekatın dışında verdiklerinden bahsediyorum ey kul. Zekatı zaten vermek zorundasın... Namaz kılma da sadece salah değil eqamessalah şeklinde geliyor. Yani hayatını ona göre inşa et. Randevuların, işlerin, programların, her şeyin namaza uymalı, namaza göre programlanmalı.
Ve söz verdiğinde ve söz verince sözlerini tutanlar.. Bunu bir Müslüman olarak çok iyi, çok iyi düşünmeliyiz vatandaşlığımız, komşuluğumuz, öğrenciliğimiz şöförlüğümüz, hepsi bir söz verme aslında.. Yani diyorum ki polis yoksa da kırmızı ışıkta geçmemeliyiz, çünkü aldığımız o ehliyetle bütün kurallara uyacağımıza dair bir söz verdik biz..
Aslında ayet diyor ki: İyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmak ayrı şeyler olmamalı... Namazımıza, orucumuza, tesettürümüze nasıl dikkat ediyorsak verdiğimiz sözlere de dikkat etmeliyiz.
Rabbim bizi ayette tarif ettiğin iyilerden eyle ve iyilerle beraber eyle..
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” Tirmizî, Birr 18 Riyazus Salihin, 236 Nolu Hadis
Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhumme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhumme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhumme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ:
Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” Müslim, Zikir 73. Riyazus Salihin, 1482 Nolu Hadis
Yeteme يتم : الْيَتْمُ kelimesi çocuğun ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmesini ifade eder. Diğer canlılarda ise yavrunun annesini kaybetmesi anlamında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri yetim ve eytamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
İbnus sebîl kalıbının sözlük anlamı yolun oğlu demektir. Evinden uzak olan yolcu hakkında kullanılır.
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
İsim cümlesidir. لَّیۡسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
الْبِرَّ kelimesi لَيْسَ ’nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur. أَن ve masdar-ı müevvel, لَّیۡسَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
تُوَلُّوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. وُجُوهَكُمۡ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قِبَلَ mekân zarfı, تُوَلُّوا۟ fiiline mütealliktir. ٱلۡمَشۡرِقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلۡمَغۡرِبِ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
لَّیۡسَ isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir.
تُوَلُّوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
الْبِرَّ kelimesi لَـٰكِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَنۡ müşterek ism-i mevsûl لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, إيمان من آمن şeklindedir.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَ fiiline mütealliktir. الْيَوْمِ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ‘ nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَ kelimeleri lafza-i celâle matuf olup, kesra ile mecrurdur. النَّبِيّ۪نَ ‘nin cer alameti یِّ ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimmalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اٰتَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ٱلۡمَالَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلٰى حُبِّه۪ car mecruru الْمَالَ ’ nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذَوِی ikinci mef‘ûlun bih olup, cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ی ’dır. Sonundaki ن izafet nedeniyle hazfedilmiştir. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
ٱلۡیَتَـٰمَىٰ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. الْمَسَاك۪ينَ atıf harfi وَ ile makabline matuf olup, nasb alameti ي ‘dir. ابْنَ atıf harfi وَ ile ذَوِی ’ye matuf olup, fetha ile mansubdur. السَّب۪يلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
السَّٓائِل۪ينَ atıf harfi وَ ile makabline matuf olup, nasb alameti ی ’dir. فِي الرِّقَابِۚ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, دفع المال şeklindedir.
فِی ٱلرِّقَابِ car mecruru وضع manasını ifade etmek için tazmin olarak ءَاتَى fiiline mütealliktir.(Ahmet bin Muhammed el-Hırât, Müctebâ Min Müşkili’l İ’râbi’l Kur’ân)
اٰتَى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
السَّٓائِل۪ينَ , sülâsi mücerredi سأل olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. أَقَامَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاٰتَى الزَّكٰوةَ cümlesi, atıf harfi وَ ile أَقَامَ fiiline matuftur.
اٰتَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ٱلۡمُوفُونَ atıf harfi وَ ile من ءَامَنَ ’ye matuftur veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هم الموفون [onlar yerine getirir] şeklindedir. بِعَهۡدِهِمۡ car mecruru ٱلۡمُوفُونَ ’ ye mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا zaman zarfı, ٱلۡمُوفُونَ ’ye mütealliktir. عَاهَدُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقَامَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
اٰتَى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الموفون ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. الصَّابِر۪ينَ mahzuf fiilin mef‘ûlun bihi olup nasb alameti ی ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.Takdiri; أمدح (meth ediyorum) şeklindedir.
فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ car mecruru ٱلصَّـٰبِرِینَ ’ deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. ٱلضَّرَّاۤءِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur. Zaman zarfı ح۪ينَ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur. الْبَأْسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الصَّابِر۪ينَ , sülâsi mücerredi صبر olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
صَدَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ الْمُتَّقُونَ cümlesi, اُو۬لٰٓئِكَ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُتَّقُونَ haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُتَّقُونَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. لَيْسَ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. الْبِرَّ kelimesi لَيْسَ ’ nin mukaddem haberidir.
Müsnedin marifeliği vasıflarının kemal derecede olduğuna işarettir. Ayrıca her türlü cinse şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ cümlesi, masdar teviliyle لَيْسَ ’nin muahhar ismidir.
Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمَغْرِبِ , tezat nedeniyle قِبَلَ ‘nin muzafun ileyhi olan الْمَشْرِقِ ‘ye atfedilmiştir.
الْمَشْرِقِ - الْمَغْرِبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, muvazene ve murâât-ı nazir sanatları vardır.
Burada hitap yahudilerle hristiyanlaradır. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Bu hitab, Ehl-i Kitab içindir. Zira kıble, Beytü'l Makdıs'ten Kabe'ye tahvil edilince, Yahudiler ve Hristiyanlar, kıble hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Her fırka iki cihetten birine, kendi kıblesine yönelmenin daha hayırlı olduğunu iddia ediyordu. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Hristiyanlık, zaman itibarı ile Musevîlikten sonra olmasına rağmen ayette, onların kıblesi olan doğunun önce zikredilmesi, ya aradaki sırayı gözetmek içindir; çünkü önce doğuş, sonra batış ve buna bağlı olarak da doğu, batıdan önce gelir; ya da Yahudilerin batıya yönelmeleri, batı olduğu için değil, fakat Beytü'l-Makdis, Medine-i Münevvere'nin batı tarafına düştüğü içindir, işte bundan dolayı onlara: "Hayra ermek, sizin dediğiniz gibi o iki taraftan birine yönelmek değildir." buyrulmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
….لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا sözünde muhatapların kim olduğu konusunda müfessirler, Müslümanlar ve ehli kitap olmak üzere iki görüş bildirmiştir. Hitap Müslümanlara ise mana; الْبِرَّ namazda bu yönlere dönmek değil, ayette sayılanlardır” olur. Hitap ehl-i kitaba ise mana; “Yahudilerin batıya doğru kıldığı namaz, hrıstiyanların doğuya doğru kıldığı namaz الْبِرَّ değildir” olur. (Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1293)
Yahudiler kıble için batıya, Hristiyanlar da doğuya dönüyorlar. Burada da konu zaten kıblenin değişmesi ile başlamıştı.
Hakiki iyiliğin yüzünü oraya buraya dönmek değil, imanın esasları olduğuna dikkat çekilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
İstidrak manasındaki, tekid ifade eden لٰكِنَّ ’ nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. لٰكِنَّ olumsuz cümleye atıf olduğu için kasr ifade etmiştir. Kendisinden sonra gelen kelime daima maksûrun aleyh olur.
Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade eden الْبِرَّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
اٰمَنَ kelimesinde irsâd sanatı vardır. Ayetin sonunda iman edenlerin özelliğine işaret eden الْمُتَّقُونَ kelimesi gelmiştir.
لٰكِنَّ ‘nin haberi konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘ in sılası olan اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَ cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْبِرَّ مَنْ ifadesinde istiâre sanatı vardır. Canlılara ait ism-i mevsûl, الْبِرَّ ‘ye isnad edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. الْبِرَّ , yani iyilik kelimesi, iyilik eden kişinin kendisi olarak ifade edilmiştir.
اٰمَنَ fiilinde cem edilmiş olan iman edilmesi gerekenler; Allah, ahiret günü, melekler, kitab ve peygamberler olarak sayılmıştır. Cem’ maa’t-taksim sanatıdır.
لٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân,c. 2 s.474)
وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ ibaresinde muzâf hazfedilmiştir. Yani; بِرَّ مَنۡ ءَامَنَ (İyi; … ya iman eden kimsedir.) demektir. Çünkü مَنْ آمَنَ ile kişi kastedilmez. Hazif olmaması da caizdir. O zaman ٱلۡبِرَّ ism-i fail manasında masdar olur. Veya ٱلۡبِرَّ ’ nin mübalağa için البر ’ya ıtlak edildiği de söylenmiştir. İlki daha uygundur. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177)
Ahiret gününden kasıt, öldükten sonraki dirilme günüdür. ٱلۡكِتَـٰبِ kelimesinden kasıt cins manasında olması nedeniyle bütün ilahi kitaplar veya sadece Kur’an olabilir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
الْكِتَابِ ‘deki tarif, istiğrak manasında cins ifade eder. Yani, Allah’ın kitaplarına Tevrat, İncil ve Kur’an gibi iman etti. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
[Fakat iyilik] üzerinde önemle durulması gereken asıl konu, her türlü şirk şaibesinden uzak olarak yalnızca [Allah'a], işlenen amellerin karşılıklarının verileceği, gerçekleşeceğinde hiçbir şüphe bulunmayan bir diriliş günü olan [ahiret gününe] iman edenin yaptığı iyiliktir. Ahiret gününe iman Allah'a imanın bir gereği olduğu için, Allah'a imandan hemen sonra yer almıştır. Yine iyilik; Allah'ın kulları olan, erkeklik ve dişilik özellikleri bulunmayan, Allah katında seçkin bir yerleri olan ve O'nunla peygamberleri arasında elçilik görevi yapan [meleklere, kitaba] yani ilâhî kitaplara ve bunlardan olan Kur'an'a, Allah'ın kullarına gönderdiği ve emir veya yasak olarak getirdikleri her şeyde doğru ve güvenilir olan tüm [peygamberlere], aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın [iman edenin yaptığı iyiliktir.] İşte anılan bu beş konuya bu şekilde iman etmek, dinin temellerini ve inancın kurallarını oluşturur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la مَنْ ‘in sılası olan اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى حُبِّه۪ car mecruru الْمَالَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اٰتَى ’daki müstetir zamir müşterek ism-i mevsûl مَنَ ‘e aittir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَلٰى حُبِّه۪ , ihtimam için, mef’ûllere takdim edilmiştir.
فِي الرِّقَابِۚ car mecruru takdiri ...دفع المال (malı verdi) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre müspet mazi fiil sıygasındaki cümle … اٰتَى الْمَالَ cümlesine atfedilmiştir.
الرِّقَابِۚ mahzuf bir kelimenin muzâfun ileyhidir. Muzafın takdiri فكّ ‘dir. Müteallakın ve muzafın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي الرِّقَابِۚ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الرِّقَابِۚ , mazruf mesabesindedir. Köle azat etmenin önemini mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf kullanılmıştır. Çünkü boyun, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
الرِّقَابِۚ [boyun] kelimesi köle anlamında kullanılmıştır. Boyun söylenmiş insanın tümü kastedilmiştir. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Sevilen mallardan verilecek kimselerin, akraba, miskin, yolcu, dilenen ve köle şeklinde sayılması cem’ maa’t-taksim sanatıdır.
الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينَ - ابْنَ السَّب۪يلِ - السَّٓائِل۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sevmesine rağmen malı vermek vurgulanmış ve kimlere verileceği sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
عَلَىٰ حُبِّهِ ibaresindeki هِ zamirinin hem Allah’a, hem mala, hem de verme fiiline ait olma ihtimali vardır. Dolayısıyla هِ zamirinde istihdam sanatı vardır.
ٱلۡمَالَ fiili meyletmek , مائل ‘’eğilen’’ demektir. Hem insanın mala düşkün olması, ona meyl etmesi nedeniyle mal denmiş, hem de onun eriyip gitmesine işaret edilmiştir.
Hem maddi hem manevi değeri ifade ettiği zaman mal için “hayır” kelimesi kullanılmıştır. Vasiyeti anlatan ayette bu manada geçmektedir.
Köle azat etmek zikredilirken azad etmek kelimesi söylenmeyerek îcâz-ı hazif yapılmıştır. İnsan için en değerli şey hürriyettir.
Savaşıp esir alınan kişiye üstüne para verip özgürlük vermenin sevap olması, başka hiçbir dinde olmayan bir şeydir. İslamiyetin insan hürriyetine ne kadar değer verdiğinin göstergesidir.
فِی ٱلرِّقَابِ ibaresinde cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1201)
ٱلرِّقَابِ kelimesi, رقبة kelimesinin cemiidir. Âza manasında boyun demektir. Burada kul manasında kullanılmıştır. فِی ٱلرِّقَابِ köleyi serbest bırakmak, belgeler vasıtasıyla onu kurtarmak, özgürlüğüne kavuşturmak konusunda mal vermek veya onu özgür kılmak için satın almaktır. ٱلرِّقَابِ şahıstan mecaz-ı mürseldir. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177)
Ayette yardım ve verme sıralamasında öncelik yakınlara verilmiştir. Bunun sebebi, akrabanın yardım olunmaya çok daha layık ve hak sahibi olmalarıdır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1299)
Akrabalar, yetimlerden daha önce zikredilmiştir; çünkü yakınlara yapılan harcama, hem sadakadır, hem de sıla-ı rahimdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
القربي ; lafzındaki ال , muzâfun ileyhten ivazdır. Ayrıca القربي الفقير (Fakir akraba) şeklinde vasıflanmadan gelmiştir. Zengin olup üst düzey bir yaşantısı olsa da onlara hediyeler vererek muhabbet kazanılmalı anlamını içermektedir. Onlarla kurulan ilişkiden kastın, muhabbet oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
عَلٰى حُبِّه۪ car mecrurundaki عَلٰى harf-i cerinin kullanımı mal sevgisinin yerleşik olması manasında mecazdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
عَلَىٰ حُبِّهِ ifadesinin [Allah’a olan sevgisine binaen…] anlamına geldiği; yine “o malı seve seve -yani gönül hoşluğu içerisinde- vererek” anlamına geldiği de söylenmiştir. Ayette “yakınlara ve yetimlere…” şeklinde genel bir ifadeye yer verilmiştir; çünkü bunların sadece fakir olanlarının kast edildiğine dair herhangi bir belirsizlik söz konusu değildir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Yetimlerden kasıt ise, hem yakın ve uzak akraba içindeki yetimler hem genel manadaki yetimlerdir. Ancak burada mutlak anlamda ٱلۡیَتَـٰمَىٰ [yetimler] ifadesinin geçme nedeni herhangi bir karışıklığa meydan verilmemesi sebebiyledir. ٱلۡمَسَـٰكِینَ yani yoksullardan kasıt, sürekli olarak insanların yardımlarına muhtaç olan demektir. Çünkü böyle kimselerin ellerinde ve avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur. ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ [Yol oğlu] yani yolcu; yolda kalmak suretiyle ulaşabilmesi gereken yerlerle bağı kopmuş olan kimse demektir ki, elinde avucunda bir şeyi de kalmamış olan kimse demektir. Her ne kadar lafız olarak tekil ise de cins manası taşıdığından bütün yolcular demektir. Yol oğlu yani ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ denmesinin nedeni de yola bağlı kalması ve bu yolculuğun kendisi için gerekli olması yüzündendir. Veya doğrudan doğruya misafir demektir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ
وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ’ la, اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Atıf harfi وَ ile … من ءَامَنَ cümlesine matuf olan وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هم [onlar] olan mübteda mahzuftur. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müsned olan الْمُوفُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zaman zarfı اِذَا ve بِعَهْدِهِمْ car-mecruru, haber olan الْمُوفُونَ ‘ye mütealliktir.
اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi konumunda olan عَاهَدُواۚ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْمُوفُونَ - عَاهَدُوا ve الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, عَاهَدُوا - بِعَهْدِهِمْ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, اٰتَى fiilinin tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.
مَنْ lafzı tekil olsa da manası çoğuldur. Çünkü cins için getirilmiştir. آمَنَ ve اٰتَى fiilleri de çoğul içindir. Ayetin takdiri “İyilik sahibi olanlar, Allah’a ve diğer sayılanlara iman edenler, malı verenler, ahitlerine bağlı kalanlar.” şeklindedir. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ
وَ , istînâfiyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَٱلصَّـٰبِرِینَ , takdiri, أمدح (meth ediyorum) olan fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلضَّرَّاۤءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, الْبَأْسَٓاءِ - الْبَأْسِۜ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ وَٱلضَّرَّاۤءِ ibaresindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette zarar ve sıkıntı, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
ح۪ينَ الْبَأْسِ ifadesi ‘düşmanla savaşırken’ demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t- Te’vîl)
Burada الصَّابِر۪ينَ kelimesinin ٱلۡمُوفُونَ gibi merfû gelmesi beklenirken mansub olarak gelmesinde, tâbinin metbûdan kat’ı (Tabi ile metbunun birbirinden ayrılması) sanatı vardır. Medih veya zem için zikredilen sıfatlar kelamda bir çeşitlilik sağlamak ve dikkat çekmek için îraba muhalif gelebilir. Böylece mevsufa veya mevsufa isnad edilen şeye dikkat çekilir. Çünkü alışılagelmişin değişmesi zikredilenleri dinleme arzusunu arttırır ve zikredilen şeyleri vurgular. Bu ayette de medih makamında tâbi olanla metbû arası açılmıştır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/177) Bunun sebebi sabrın diğer amellerden üstün olmasındandır.
Bu ayette nesne konumunda (mansub) olan ٱلصَّـٰبِرِینَ [sabır gösterenler] özne konumunda (merfû) olan ٱلۡمُوفُونَ [sözlerini yerine getirenler] ifadesine atfedilerek iltifat yapılmıştır. Bundan maksat, sabredenlerin özellikle övgüye layık olduklarını dile getirmek içindir. Arap dilinde medhe konu olan kelimelerde irabın ref ile nasb (özne-nesne) arasında farklılığı, dikkat celbetmek için bir âdettir. Önemli sayılan herhangi bir söze kulak verilmesi istendiğinde, Arapça bir yazıda bulunan bazı kelimelere veya cümlelere dikkat çekilmek istendiğinde, olduğu gibi irab düzenindeki formunu değiştirmek, sesi yükseltmek, herhangi bir şekilde vurgulamak, harflerin büyüklüğünü değiştirmek, mürekkebin rengini değiştirmek veya yazıda altını çizmek gibi o kısmı diğerlerinden daha belirgin hale getirecek bir yola başvurulur. (Bilimname VIII, 2005/2, 75-106 Belâgatta İltifat Kadir Kınar (Dr.) Erciyes Ü. İlahiyat F - Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir - Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Ezheri'den şöyle nakledilmiştir: بَأۡسَاۤءِ malda olur, mesela fakirlik gibi; ضَّرَّاۤءِ ‘da canlarda olur, mesela hastalık gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
ٱلۡبَأۡسِۗ korkunun baskın olduğu hayati zorluk demektir. ضَّرَّ menfaat olarak kullandığımız نفع kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Ebû Hilâl el- Askeri, El-Furûg fi’l-Luğa)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Mübteda ve haberden oluşan, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tazim içindir.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması ise tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek ve onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını belirtmek içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan صَدَقُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İsm-i mevsûl müphem isimlerdendir. Bunun için her zaman sılaya muhtaçtır. Sıla, müphemliği açıklığa kavuşturur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi; bir şeyi hissen (yani el veya göz ile) ya da aklen işaret ederek başkalarından kesin olarak ayırmak, tarif etmek için kullanılır. Kendisinden önce bir takım vasıflar varsa ve arkasından da elde edeceği şeyler zikrediliyorsa ism-i işaret gelebilir. Bu durumda zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır. اُو۬لٰٓئِكَ ’ den önce muttakîler için bir çok vasıf zikredilmiştir. Burada işaret ismi; kendisinde bu sıfatların toplanmış olduğuna işaret için gelmiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
صَدَق [Doğruluk] yalanın zıddıdır. صدِّيق doğruluktan ayrılmayan kimse demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi و ’ la önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret isminin müsnedün ileyh olduğu cümlede هُمُ tekid ifade eden fasıl zamiri, الْمُتَّقُونَ müsneddir.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve tazim içindir.
الْمُتَّقُونَ ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve devam ifade etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ o kimselere dikkat çekip akılda yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Fasıl zamiri ve haberin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir.
Bu kasır mübalağa için olup iddiâî kasırdır. (Âşûr,Et - Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
هُمُ mevsûf/maksurun aleyh, الْمُتَّقُونَ sıfat/maksur olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s sıfat’tır. Sakınanlar, Takvalı olanlar sadece onlardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıl zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmektedir.
Söze sadık kalmak ve hayatın zorluklarına sabretmek takvanın belirtileridir.
Bu ayeti kerime bütün beşeri kemâl özelliklerini açıkça veya ima yollu saymıştır. Nisa/136 da bunlar bir kere daha sayılmıştır.
الْمُتَّقُونَ - اٰمَنَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Daha önce benzerlerinde belirtildiği gibi, burada اُو۬لٰٓئِكَ (işte onlar) uzak işaretinin kullanılması, bu sayılan üstün vasıfları taşıyan kimselerin mertebelerinin yüksekliğine dikkat çekmek içindir. Dinde, hakka bağlılıkta ve hayrı araştırmada sadakat gösterenler, ancak bu üstün vasıflara sahip olan bahtiyar insanlardır. Zira sıkıntılı haller, onları değiştirmemiş ve korkunç olaylar bile onları sarsmamıştır. Küfür ve diğer fenalıklardan sakınmış olanlar da ancak onlardır. Burada da اُو۬لٰٓئِكَ (işte onlar) işaret isminin tekrar edilmesi onların şânını yüceltmek içindir.(Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Takvadan bahsederek surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا cümlesinde sıla cümlesi mazi fiil olarak gelmiştir. Bu, tahkik ve sadakatin onlardan vaki ve mevcut olduğunu ifade etmek içindir. وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ cümlesinde ise haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da takva sıfatının müminlerde sabit olduğunu zaman zaman meydana gelen bir olay değil müminlerin karakter ve seciyeleri olduğunu göstermek ve ayrıca fasılaya riayet etmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Doğruluk ve takva konusunda verdikleri ahde vefa gösterenler, sözleri, fiilleri ve inançlarıyla doğru olanlar, takvanın hakkını dikkatle gözeten onlardır. Doğruluk, yapılan işlerde; takva ise terk edilen şeylerde görülür. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu ayet, açık ya da dolaylı olarak yüksek insani değer ve üstünlükleri içermektedir. Bunları kısaca şu üç grupta ele alabiliriz: İnanç düzgünlüğü, davranış güzelliği ve nefis temizliğidir. Birincisine, ayetin ” ...Allah'a, ahiret gününe.. peygamberlerine iman edenin..." bölümü; ikincisine, ayetin ”...Sevdiği mallardan akrabaya... köle azat etmeye verenin..." bölümü; üçüncüsüne de ayetin ”...Namaz kılanın,... sabredenlerin yaptıklarıdır", bölümü işaret etmektedir. Dolayısıyla kişinin iman ve itikadına bakılarak bu nitelikleri kendinde toplayana doğru ve samimi vasfı verilmiştir. Takva ile de halk ile münasebetleri ve hak ile olan muamelesi dile getirilmiştir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman edenler |
|
4 | كُتِبَ | farz kılındı |
|
5 | عَلَيْكُمُ | size |
|
6 | الْقِصَاصُ | kısas |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْقَتْلَى | öldürmelerde |
|
9 | الْحُرُّ | hür |
|
10 | بِالْحُرِّ | hür ile |
|
11 | وَالْعَبْدُ | köle |
|
12 | بِالْعَبْدِ | köle ile |
|
13 | وَالْأُنْثَىٰ | kadın |
|
14 | بِالْأُنْثَىٰ | kadın ile |
|
15 | فَمَنْ | kimse |
|
16 | عُفِيَ | affedilen |
|
17 | لَهُ | kendisi |
|
18 | مِنْ | tarafından |
|
19 | أَخِيهِ | kardeşi |
|
20 | شَيْءٌ | bir şey |
|
21 | فَاتِّبَاعٌ | artık uymalıdır |
|
22 | بِالْمَعْرُوفِ | örfe |
|
23 | وَأَدَاءٌ | ve (diyeti) ödemelidir |
|
24 | إِلَيْهِ | ona |
|
25 | بِإِحْسَانٍ | güzelce |
|
26 | ذَٰلِكَ | bu |
|
27 | تَخْفِيفٌ | bir hafifletme |
|
28 | مِنْ | tarafından |
|
29 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
30 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmettir |
|
31 | فَمَنِ | artk kim |
|
32 | اعْتَدَىٰ | haddi aşarsa |
|
33 | بَعْدَ | sonra |
|
34 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
35 | فَلَهُ | onun için vardır |
|
36 | عَذَابٌ | bir azab |
|
37 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Cahiliye döneminde hür ve şerefli bir kimse bir köleyi öldürüyorsa, ona kısas olarak birkaç köle öldürülüyormuş. İslam bu adaletsizliğe son vermiştir.
Burada kısas anlatılıyor. Kısasta intikam değil, adalet söz konusudur. (İsteyerek öldürme olaylarında bu geçerli. Aslında müslümanın müslümanı isteyerek öldürmesi olamaz. Ancak kaza olursa diyet gerekir, ailesinin bağışlaması müstesna.)
Hristiyanlıkta bu konuda af hükmü yokmuş. Bunu getiren İslamiyet. Modern hukuk cezalandırma yetkisini şahıstan alıp devlete verir ki bu şahıslara zulümdür. Devlet kendini benim yerime koyuyor çünkü. Suç kime karşı işlenmişse, cezalandırma veya affetme yetkisi ona aittir.
Modern hukukta her türlü suça hapis cezası veriliyor. Sadece süreler değişiyor. Oysa cezanın suça uygun olması lazım. Üstelik hapis insanı islah eden bir ceza değil.
Bu ayette adetlere, uygulamalara bir sınırlama getirilmiştir. Bir kişinin ölümüne karşı birkaç kişinin öldürülmesi yasaklanmıştır.
İslamda ceza hukuku hem suçluyu, hem mazlumu, hem toplumu hepsini birden ele alır.
قَصٌّ bir izi adım adım takip etmek, iz sürmek demektir. Fiil olarak قَصَّ onun izini adım adım takip etti, izini sürdü anlamında kullanılır. قَصَصٌ iz ve izi takip edilen , izi sürülen haberler manasına gelir. قِصَاصٌ kısas yoluyla kanı takip etmek/kanın ardına düşmek hakkında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kısas, kıssa, takas ve makastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedel olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Nidanın cevabı كُتِبَ عَلَيْكُمُ ‘dür.
كُتِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْكُمُ car mecruru كُتِبَ fiiline mütealliktir. لْقِصَاصُ naib-i fail olup damme ile merfûdur. فِي الْقَتْلٰى car mecruru كُتِبَ fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْقَتْلٰى kelimesi, maktul manasındaki قتيل 'nin çoğuludur. فعيل vezninin çoğulu her zaman mef'ûl manasında kullanılır. (https://tafsir.app/aljadwal/2/178)اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ cümlesi, ٱلۡقِصَاصُ ‘ tan bedel-i iştimâl olup damme ile merfûdur.
İsim cümlesidir. اَلْحُرُّ mübteda olup damme ile merfûdur. بِالْحُرِّ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir. Takdiri, مقتول بالحرّ أو مأخوذ بالحرّ şeklindedir. الْعَبْدُ atıf harfi وَ ile ٱلۡحُرُّ ‘ ya matuftur.
الْعَبْدُ mübteda olup, damme ile merfûdur. بِالْعَبْدِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الْاُنْثٰى atıf harfi وَ ile ٱلۡحُرُّ ‘ ya matuftur. Maksur isimdir.
الْاُنْثٰى mübteda olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. بِالْاُنْثٰى car mecruru mahzuf habere müteallik olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal.
Bedel-i iştimal: Mübdelün minh’e tam olarak uymayan, onun bir parçası da olmayan ancak, başka yönden ilgisi bulunan; daha çok mübdelün minh’in özelliğini ve durumunu bildiren bedeldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir.
Maksur isimlerin marife halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse (yani kelimenin üçlü kökünün üçüncü harfini oluşturuyorsa) de veya kök harflerinden biri değilse de bütün irab halleri takdiren olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ٱلۡأُنثَىٰ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡحُرُّ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
ف istînâfiyyedir. مَنۡ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
عُفِیَ şart fiili olup, fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. لَهُ car mecruru عُفِیَ fiiline mütealliktir. مِنۡ أَخِیهِ car mecruru شَيْءٌ ‘ ün mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْءٌ naib-i fail olup damme ile merfûdur.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
ٱتِّبَاعُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Cümlenin başına takdir edilen فعليه mahzuf mukaddem habere mütealliktir. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru, masdar olan ٱتِّبَاعُ ’ ya mütealliktir.
أَدَاۤءٌ atıf harfi وَ ’ la ٱتِّبَاعُ ’ ya matuftur. إِلَیۡهِ car mecruru أَدَاۤءٌ ’ya mütealliktir. بِإِحۡسَـٰ car mecruru أَدَاۤءٌ ’ya mütealliktir.
مَعْرُوفِ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. تَخْف۪يفٌ haber olup damme ile merfûdur.
مِّن رَّبِّكُمۡ car mecruru تَخْف۪يفٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحْمَةٌ atıf harfi وَ ile تَخْف۪يفٌ ‘ e matuftur.
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنِ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
ٱعۡتَدَىٰ şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَعۡدَ zaman zarfı ٱعۡتَدَىٰ fiiline mütealliktir. İşaret ismi ذَ ٰلِك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَ cevap cümlesinin başına gelen rabıta harfidir.
لَهُ car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ٱعۡتَدَىٰ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عدو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَل۪يمٌ ; sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا , tekid ifade eden tenbih harfidir.
الَّذ۪ينَ münadadan bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Nidanın cevap cümlesi olan كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, haber ibtidaî kelamdır.
كُتِبَ , farz kılındı manasında kinayedir.
كُتِبَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمُ , konunun önemini vurgulamak için naib-i faile takdim edilmiştir.
الْقِصَاصُ masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
فِي الْقَتْلٰى ifadesindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette قَتۡلَ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Cami’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyle Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır.(Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey iman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
Buradaki في sebebiyye içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru; 1303)
Ayet-i kerimedeki الْقَتْلٰى kelimesi (مقتول anlamına gelen) قاتل kelimesinin çoğuludur. Bu kabilden çoğullar, müennes bir çoğul olup insanların karşı karşıya kalıp hoşuna gitmeyen durumlar hakkında kullanılır. O bakımdan bu kipte gelmiştir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
الْقَتْلٰى ’daki marifelik cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ٱلۡقِصَاصُ kelimesi sözlükte aynıyla karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. ٱلۡقَتۡلَىۖ kelimesi ٱلۡقَٱتل ’in çoğuludur. ٱلۡقَٱتل kelimesi de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ [Öldürülenler hakkında] ifadesindeki فِی harfi, sebebiye içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı demektir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Bu hitap mümin idarecilere yapılmaktadır. Allah, devlet başkanına ve onun adına iş gören ve onun makamında olan herkese, kısas cezasını uygulamayı farz kılmıştır. mana şöyle oluyor: Ey imamlar, yani yöneticiler! Size kısası uygulamanız farz kılındı. Eğer ölü sahibi kısası uygulamayı istiyorsa, bunu yerine getirmeniz size farzdir. ٱلۡقِصَاصُ ; insanın başkasına karşı işlediği şeyin aynısının kendisine uygulanması demektir. Bu ise cana kıymak, organlardaki tahribatlar ve yaralanmalarda, aynı eşitlik ve benzerlik olmak şartıyla gerekenin yapılmasıdır. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
Burada فِی ٱلۡقَتۡلَ değil de فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ ifadesinin kullanılması sadece maktulu öldüren kişinin öldürüleceğine işaret etmek için gelmiştir.? (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1305)
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ cümlesi ٱلۡقِصَاصُ ‘ tan bedel-i iştimâldir. Cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
Bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَلْحُرُّ mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur بِالْحُرِّ , mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ cümlesi, اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ cümlesine atfedilmiştir.
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ cümlesiyle الْعَبْدُ بِالْعَبْدِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡأُنثَىٰ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır. Hepsi de sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Özgür biri bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz. Bu kayıtlar, ayetin nüzul sebebi olan olayda olduğu gibi katilden başkasının öldürülmesinden kaçınılması içindir. Bundan başka bir mefhûm-u muhalifi kastedilmiş olmadığında ittifak vardır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
فَ , istînâfiye, şart harfi olan مَنِ mübtedadır. Şart cümlesi olan مَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
مَنْ ‘in haberi konumundaki عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
لَهُ car-mecruru عُفِيَ fiiline, مِنْ اَخ۪يهِ car-mecruru ise شَيْءٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurlar, ihtimam için, naib-i fail olan شَيْءٌ ‘a takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyh شَيْءٌ ‘un nekreliği, muayyen olmayan nev ve kıllet ifade eder.
عُفِيَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
فَ karinesiyle gelen فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍ şeklindeki cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. اتِّبَاعٌ , takdiri الحكم olan mahzuf mübteda için haberdir.
Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
اَدَٓاءٌ , haber olan اتِّبَاعٌ ‘a atfedilmiştir. اِلَيْهِ ve بِاِحْسَانٍ car-mecrurları اَدَٓاءٌ ‘a mütealliktir.
اتِّبَاعٌ ve اَدَٓاءٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اِحْسَانٍ ’deki nekrelik nev ve tazim içindir.
مَنۡ ve مِنۡ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
[Öldüren, ölenin velisi olan din kardeşi tarafından affedilirse..].Kanın bir kısmından vazgeçerse veya varislerden bazısı vazgeçerse, artık af olayı gerçekleşmiş olur, kısas da böylece düşer. Bundan böyle yalnızca diyet ödenmesi gerekir. Çünkü ayette geçen شَيْءٌ kelimesi, bir kısmından vazgeçilir veya bir kısmı bağışlanır anlamındadır. Sanki burada şöyle deniliyor: Katil kimse işlediği cinayet sebebiyle, öldürülenin kardeşi yani velisi tarafından kısmen bağışlanması halinde, bu af ister tümünü kapsasın yani tam bir af olsun (mesela: maktulün velilerinin tümüyle katil arasında, bir mal üzerinde bir anlaşma yapılmış olsun); ya da barışın katille velilerden bazıları arasında gerçekleşmesi gibi, kısmi olsun, her iki durumda da kısas düşer ve sadece inal(diyet) ödeme zorunluluğu ortaya çıkar. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
Bu cümlede عُفِیَ fiilinin meçhul gelmesi, hükmün herhangi bir konuda af hakkı olan kişinin affına bağlı olduğuna işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1306)
شَيْءٌ ‘daki nekrelik, kısım manasında kıllet ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1307) Âşûr ise nev ifade ettiğini söylemiştir.
Şayet “Eğer ayet عُفِیَ fiili ل ile değil de عن ile geçişli oluyorsa, bu durumda فَمَنۡ عُفِیَ لَهُۥ ifadesinin münasebeti nedir?” dersen, şöyle derim: عُفِیَ fiilinin geçişli olması suçlu ve suç cihetiyle olur; Allah Teâlâ عَفَا ٱللَّهُ عَنكَ [“Allah seni affetsin!” (Tevbe 9/43)] ve عَفَا ٱللَّهُ عَنۡهَاۗ [“Allah o hususları affetmiştir.] (Mâide 5/101) buyurmuştur. Fakat bu fiil suçu ve suçluyu birlikte kapsayacak şekilde geçişli olduğu vakit; عفوت لفلان عما جنا “Falanın işlediği suçu affettim” denir. Binaenaleyh, ayette sanki; “Her kimin suçu bağışlanırsa” denmiş olup, suçun özellikle zikredilmesine gerek duyulmamıştır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayette geçen, أَخِیهِ [kardeşten] maksat, maktulün yani öldürülenin velisi demektir. Burada özellikle “kardeş” lafzının kullanılmış olması, şefkat duygularını harekete geçirmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1309) Aralarındaki soy ve İslam bağı için böyle zikredilmiştir.
Yine ayetteki مَنۡ kelimesinden kasıt, kendisi için af ve bağışlanma istenen ve suçu işlemiş olan katili ifade etmektedir. Diğer mef‘ûlün terk edilmiş olması ona gerek duyulmaması sebebiyledir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ayeti kerime cezayı emretmez, cezalandırmada zulmü ve taşkınlığı yasaklar.
Af ve diyetle ilgili bu zikredilen hüküm [Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir.] Çünkü Tevrat ehline kati surette kısas farz kılınıp, af ve diyet yasaklanmışken, İncil ehline ise af farz kılınıp, kısas ve diyet yasaklanmıştı. Bu ümmet ise kendilerine imkân bahşetme ve kolaylaştırma adına üç şey; kısas, diyet ve af arasında muhayyer bırakılmıştır.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Af ve diyetin bir hafifletme, bir rahmet olabilmesi, kısasın aslî bir vacib olarak meşru bir şekilde devamına bağlıdır. Buna göre "Madem ki af bir rahmet ve fazilettir, o halde kısasın büsbütün neshi ve kaldırılması ile yalnız affın vacib kılınması, daha fazla bir rahmet olurdu." gibi bir soru mümkün değildir. Böyle bir düşünce ile İncil'in hükmünün, Kur'an'ın hükmünden daha ahlaki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü affın ahlaki oluşu, kısasın aslî bir hak olarak meşruluğunun devamına bağlıdır. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذٰلِكَ mübteda, تَخْف۪يفٌ haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
رَّبِّكُمۡ izafetinde كُمۡ zamirinin ait olduğu kişiler Rab ismine muzâfun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde, رَّبّ isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
رَحْمَةٌۜ , tezayüf nedeniyle تَخْف۪يفٌ ‘a atfedilmiştir.
بِاِحْسَانٍۜ ve رَحْمَةٌۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذَ ٰلِكَ ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ.
Şart üslubunda gelen bu cümle, فَمَنۡ عُفِیَ لَهُ cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart harfi olan مَنِ mübtedadır. Şart cümlesi olan مَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Haber konumundaki اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بَعْدَ ‘nin muzâfun ileyhi olan işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. İşaret edilen hüküm, maddi bir şey yerine konulmuştur.
فَ karinesiyle gelen فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ şeklindeki cevap cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder. Ayrıca, mübalağa vezninde maddi bir varlık sıfatı olan اَل۪يمٌ ’le sıfatlarak kişileştirilmiştir. Azabın korkunçluğunu artıran bu mübalağalı ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olduğunda mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel / Ceza amelin cinsindendir”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Azim azab; kişinin ölmesine müsaade etmeksizin tattırılabilecek en büyük azabı ifade eder. Bunu ancak Allah yapabilir. Azim azab ifadesi 14 kere geçerken elim azap ifadesi 46 kere geçmiştir.
ذَ ٰلِك , konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. ذٰلِكَ ve مَنِ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
عَذَابٌ - اَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa, onun için can yakıcı bir azap vardır.] Kim meşru olan sınırı tecavüz ederse, mesela gidip katilden başkasını ya da affettiği veya diyeti aldığı halde katilin kendisini öldürürse haddi aşmış olur. Çünkü cahiliye döneminde veli, diyeti kabul ederek katile bir bakıma güvence verir, sonra da eline fırsat geçince hemen onu öldürür, onun malını da katilin velilerine bırakırdı. İşte bu manada haddi tecavüz edenler için can yakıcı bir azap vardır. Bu azap dünyada, haksız yere öldürdüğü kimsenin yerine kısas olma cezasıdır. Ahirette ise cehennem ateşidir. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Kısasta hayat vardır. Çünkü bir kimse başkasını öldürdüğünde kendisinin de öldürüleceğini bilirse bu işten geri çekilir, vazgeçer. Böylece hem kendi hayatını hem de öldürmek istediği şahsın hayatını korumuş olur.
Sizin için kısasta hayat vardır. Bu cümle Kur’ân’daki en beliğ cümlelerden biridir. Dört-beş kelimeden oluşuyor ama çok fazla mana ifade ediyor. Hiç tekrar yok. Kısasta hayat olması ilk bakışta zıt, tezat gibi gözüküyor. O birini öldürmüş, sen de onu öldüreceksin, nasıl hayat olur bu? O katil olan kişi, o işi bir kere yapınca artık ona alışır. Diğer cinayetleri daha kolay işler. Bu şekilde onun bundan sonra öldüreceği kişilere engel oluyorsun. O kişiyi öldürmekle konu kapanmış oluyor. Onu öldürmesen bu ailedeki kin, kan davasına dönüşüyor. Ayrıca cezayı uygulayan devlet, o yüzden kan davası şeklinde olay büyümüyor.
Ey akıl sahipleri, umulur ki takvalı olursunuz. Bu sayfada üç ayette takvalı olmanın bir gereği, yolu söylenmiş.
Bu ifadeden maksat, önce insana kısas hükmünü benimsetmektir. Çünkü kısas, nefislere ağır gelen bir cezâdır. Bu cümle, belâğatın zirvesinde bir ifâdedir. Arap dilinde bu mânâya gelmek üzere en çok şöhret bulan atasözü; “El-katlu enfâ li’l-katl = Öldürme, öldürmeyi yok eder” ifâdesidir. Ne var ki, “Ölümü en iyi ölüm önler” anlamındaki bu sözden, “Sizin için kısasta hayat vardır” buyruğu her bakımdan daha belîğdir. Bu ifadeyle yine kısas ile hayat arasında bir intibak sağlanmıştır. Aslında kısas hayatın yok edilmesi ve hayat ise kısasın mukabilinde yer alır. İfâdede istenen doğrudan doğruya hayattır. Ölümün önlenmesi ise yalnızca bunun için gereklidir. Yoksa, kendiliğinden gerekli değildir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Elbâb kelimesi lubb kelimesinin çoğuludur. Lubb kelimesinin Türkçe karşılığı tam olmamakla birlikte herhangi bir şaibeden arınmış olan akıl, bir şeyin içi, özü, cevheri, aslı en iyi kısmı demektir. Kur’ân’da akıl kelimesi isim olarak hiç gelmemiş akıl sahipleri derken ulul elbâb kelimesi kullanılmıştır. Kimileri lubb’un saf, bozulmamış akıl olduğunu söylemişlerdir. Her akıl lubb’dur; fakat her lub akıl değildir. Onun için Yüce Allah, ancak arı ve duru akılların kavrayabileceği hükümlerin hikmetini anlayanları lubb sahibi olarak tanımlamıştır.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. فِي الْقِصَاصِ car mecruru حَيٰوةٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir. حَيٰوةٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
يَٓا nida harfidir. اُو۬لِي münada olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ی ‘dir. Sonundaki ن izafet nedeniyle hazfedilmiştir. الْاَلْبَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَعَلَّكُمۡ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمۡ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’ nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَتَّقُونَ cümlesi , لَعَلَّ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت ' ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la 178. ayetteki كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. حَيٰوةٌ , muahhar mübtedadır.
فِي الْقِصَاصِ car mecruru حَيٰوةٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazf îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِی ٱلۡقِصَاصِ حَيٰوةٌ ibaresinde îcâz-ı kısar, tıbâk-ı îcab ve mecaz-ı mürsel sanatları vardır.
فِي الْقِصَاصِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. Ayette kısas, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle, kısasın insan hayatındaki önemi mübalağalı bir şekilde vurgulanmıştır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada da nekre gelen حَيٰوةٌ kelimesi özel bir nev ifadesi içindir. Her çeşit hayattan üstün bir hayatı ifade eder. Tabii bu ifadenin yanında tazim ve bu özel hayatın şanını ifade etme isteği de vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyh olan حَيٰوةٌ kelimesinin nekra gelişi makam karinesiyle tazim içindir. Yani في القِصاصِ حَياةٌ لَكم ( kasasta sizin için hayat vardır.) demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
القصاص kelimesi marife, حياة kelimesi ise nekre gelmiştir. Sizin için böyle bir kısasta künhünü bilemeyeceğiniz kıymetli bir hayat var demektir. Çünkü bu yolla katil öldürmekten caydırılır, böylece masumların hayatı kurtulur, saldırganların ve ruhunda suç işleme fikirlerinin yoğun olduğu kişilerin cesareti kırılır. (https://tafsir.app/iraab-aldarweesh/2/178)
Âşûr ve Ruveyni buradaki tenvin için “tazim ifade eder” demiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve ’ t -Tenvîr - Âdil Ahmet Sâbir Er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1303)
ولكم في القصاص حيوة ayeti kerimesinde îcâz-ı kısar vardır. Burada birçok incelikler vardır. Harflerin sayısı azdır ve durum bunu gerektirdiği için tekrar edilen lafızlar yoktur. Hayat ve kısas bir arada zikredilerek tibak sanatı oluşmuştur. Bu da bedi sanatlarındandır. Hayat, nefisler menzilesine konularak insanların birbirlerini öldürmelerinden vazgeçirilerek hayatlarının devamı sağlanmış olmaktadır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, soru;1314)
ٱلۡقِصَاصِ - حَيٰوةٌ arasında tıbâk-ı îcab vardır. ٱلۡقِصَاصِ , öldürmek manasında olduğu için tıbâk oluşmuştur. Bunun Kur’an’da mevcut örneklerin en zor anlaşılanı olduğunu söylemişlerdir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet de îcâz-ı kasrın en güzel örneklerinden biridir. Burada murad; insanı katletmekten vazgeçirmektir. İnsan, birisini öldürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilirse bundan vazgeçer. Bu da ‘insan için hayat’ demektir. Bu mana Arapça’da القتل انفى لالقتل şeklinde ifade edilir. Ancak bu sözle ayet-i kerimeyi mukayese edersek, ayet-i kerimenin ne kadar veciz olduğu açıkça görülür:
1- Ayet-i kerimede 11 harf varken; diğer sözde 13 harf vardır.
2- Ayet-i kerimede sözün değerini düşüren tekrar yoktur.
3- Her katl, katli men etmez. Sadece kısas gerektiren katl, katle engel olur. Bu manayı ayet-i kerime ifade eder ama, diğer söz ifade etmez.
4- Ayet-i kerimede kısas ve hayât arasında lâtîf bir tezat tibakı vardır.
5- Ayet-i kerimede kısasın başında في olduğu için sanki kısas, hayatın aslı gibi ifade edilmiştir. Bunda güzel bir mübalağa ve hayran olunacak bir tahayyül vardır. Çünkü ölümde hayat olması muhaldir.
6- Ayet-i kerimede hayat kelimesinin nekre gelmesi tazim ve nev ifade eder. Yani o çok değerli bir hayattır, beşeri hayattan üstündür. Sanki o müstakil, özel bir hayattır. Çünkü kişi, birini öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilirse, ölmek istemeyeceği için bu işten vaz geçer. Böylece hem kendisi hem de öldürmek istediği kişi ölümden kurtulmuş olur. İşte bu kavuştuğu hayat; kıymetli, yüce bir hayattır.
7- Ayet-i kerimede vahşeti hissettiren katl kelimesi yoktur. Diğer sözde ise iki kere geçmiştir. Ayrıca ayet-i kerime kısas lafzıyla adaletin vuku bulacağına açıkça işaret ederken diğer sözde böyle bir işaret yoktur.
Ayet-i kerimede hazif yoktur. Diğer söz ise القتل انفى لالقتل من تركه takdirindedir. Yani; katili öldürmek, katili affetmekten daha çok engelleyicidir. Çünkü affedilirse hem o hem de başka insanlar öldürmeye devam eder. Böylece daha çok insan öldürülür. Halbuki katil öldürülürse sadece bir kişi öldürülmüş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Cümle, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)
Nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
يَٓا nida, اُو۬لِي الْاَلْبَابِ münadadır. Müzekkerin müennesi de kapsadığı bu nidada tağlib sanatı vardır.
Onların sonucu dikkate alarak, sebep olacağı zarardan sakındıkları için hitap أُو۟لِی ٱلۡأَلۡبَـٰبِ ‘a olmuştur. Cahil, ahmak, sefih ve dengesizlere gelince; onlar sonucu düşünemezler ve konuyu yeterince mütalaa edemezler. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru; 1315)
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan تَتَّقُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ harfi, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لعل harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad, takvalı olmaya teşviktir. Takvalı olmak; kuralları yerine getirmektir. En alt seviyesi Müslüman olmak, en üst derecesi ise her türlü şüpheli şeyden kaçınmak olarak tarif edilir.Takvalı olmak için kitaba ve hükümlerine sarılmak gerekir.
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58) Bunlar sebep bildirir, (lam-ı ta’lil manasındadır). ‘’Bunları yapın ki, muttaki olabilesiniz’’ demektir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir, yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Ayetteki لعل reca içindir. Temsil veya istiareyi tebeiyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
تَتَّقُونَ fiilinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُتِبَ | yazıldı (farz kılındı) |
|
2 | عَلَيْكُمْ | size |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | حَضَرَ | geldiği |
|
5 | أَحَدَكُمُ | birinize |
|
6 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
7 | إِنْ | eğer |
|
8 | تَرَكَ | bırakacaksa |
|
9 | خَيْرًا | bir hayır (mal) |
|
10 | الْوَصِيَّةُ | vasiyyet etmek |
|
11 | لِلْوَالِدَيْنِ | anaya babaya |
|
12 | وَالْأَقْرَبِينَ | ve yakınlara |
|
13 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun bir biçimde |
|
14 | حَقًّا | bir haktır (borçtur) |
|
15 | عَلَى | üzerine |
|
16 | الْمُتَّقِينَ | muttakiler |
|
Ölümün gelmesi mecazi bir ifadedir.
Bu ayet vasiyet ayetidir. Vasiyet, tavsiye demektir. Li veya bi harfiyle kullanılınca vasiyeti ifade eder. Vasiyet yazmak, ben ölümü düşünüyorum, ölüme hazırlanıyorum, her an ölme ihtimalim olduğunu bilerek yaşıyorum ve vasiyetimi de onun için yazıyorum demektir. Bu ayetin hükmü Nisâ/11 ayetiyle kalkmıştır. Orada mirasın nasıl taksim edileceği detaylarıyla bildirilmiştir.
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Fiil cümlesidir. كُتِبَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru كُتِبَ fiiline mütealliktir.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Mahzuf cevap cümlesine mütealliktir. Takdiri, فليوص (Vasiyet etsin) şeklindedir. حَضَرَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَضَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. أَحَدَكُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱلۡمَوۡتُ muahhar fail olup damme ile merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, أسباب الموت şeklindedir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَكَ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. خَیۡرًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فليوص (vasiyet etsin) şeklindedir.
ٱلۡوَصِیَّةُ kelimesi كُتِبَ fiilinin naib-i faili olup damme ile merfûdur. لِلۡوَ ٰلِدَیۡنِ car mecruru ٱلۡوَصِیَّةُ ‘nin mahzuf haline müteallik olup, cer alameti یۡ ‘dir. ٱلۡأَقۡرَبِینَ atıf harfi وَ ‘ la makabline matuftur.
بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru ٱلۡوَصِیَّةُ ‘nin mahzuf ikinci haline mütealliktir. حَقًّا masdardan naib mef‘ûlün mutlak olup, fetha ile mansubdur. Takdiri; حق ذلك حقا (bu, hak oldu.) şeklindedir. عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ car mecruru حَقًّا ‘a veya onun sıfatına mütealliktir.
الْمُتَّق۪ينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعۡرُوفِ , sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
كُتِبَ عَلَيْكُمْ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كُتِبَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
178. ayetteki ibareyle başlamıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ
Şart üslubunda gelen terkipte şart cümlesi olan حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan اَحَدَكُمُ önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Şartın takdiri, فليوص (Vasiyet etsin) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî kelamdır. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
حَضَرَ fiilinin الْمَوْتُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan gelme, hazır bulunma fiili ölüme nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta ayrıca tecessüm sanatı vardır
حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ ibaresinde kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü vasiyet ölüm halinden önce yapılır.
ٱلۡمَوۡتُ - ٱلۡوَصِیَّةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ
İtiraziyye olarak fasılla gelen terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنْ تَرَكَ خَيْراً şart cümlesinin cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Mezkur şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
خَیۡرًا kelimesi ‘çok mal’ anlamında istiare edilmiştir. Kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
….. إِن تَرَكَ [Eğer bırakacaksa] ifadesi, ‘bırakacağını biliyorsa’ demektir. Aslında bırakma ölümden sonra olur. Çünkü ölüm hastalığına tutulduğu zaman varislerin onun malı ile ilgili bağı başlar. Sanki onlara malını terk etmiş gibidir. (Ömer Nesefî Et-Teysir Fi’t-Tefsir)
اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
اَلْوَصِيَّةُ , ayetin başındaki كُتِبَ fiilinin muahhar naib-i failidir. Kelimedeki nekrelik tazim içindir.
لِلْوَالِدَيْنِ ve ona temasül nedeniyle atfedilen وَالْاَقْرَب۪ينَ car-mecrurları, اَلْوَصِيَّةُ ‘nun mahzuf haline, بِالْمَعْرُوفِۚ car-mecruru ise yine اَلْوَصِيَّةُ ‘un ikinci haline mütealliktir. Halin hazfi ‘icâz-ı hazif sanatıdır.
حَقًّا mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib sıfattır. عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ car mecruru, حَقًّا kelimesine mütealliktir.
بِٱلۡمَعۡرُوفِ - حَقًّا ve لِلۡوَ ٰلِدَیۡنِ - ٱلۡأَقۡرَبِینَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada naib-i faili tehir edilmiştir. Bunun muhatabı merak ettirmek ve Allah (c.c)’in, ölüm yaklaştığında farz kıldığı şeyi dinlemeye, öğrenmeye teşvik etmektir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, soru; 1317)
بِٱلۡمَعۡرُوفِ , adaletle demektir. Yani fakir ve yoksul bir kenara bırakılarak zengin olana vasiyetin yapılmaması ve malın üçte birinden fazlasının vasiyetle başkalarına bırakılmaması demektir.(Ömer Nesefî, Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
حَقًّا عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ ifadesinde muttakilerin zikri teşvik ve tahrik içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَ kelimesi pekiştirici masdar olup, ‘’müttakîlere düşen bir görev olarak tahakkuk etmiştir’’ anlamında değerlendirilir.(Zemahşeri,Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bilinmektedir ki vasiyet bir iş, yapılan bir vasiyeti yerine getirip yürütmek diğer bir iştir. Aslı gerek vacib ve gerekse mendub veya mübah olsun, belli bir şekilde yapılmış olan meşru bir vasiyetin yerine getirilmesi, vasiyet edenden başka diğer ilgililer için bir borç teşkil eder. [gereğince korkanlar üzerine icrası vacib bir hak olarak] ifadesiyle buna işaret de edilmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Ayetteki حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَ ‘ deki حقا lafzı, rızaya teşvik için takva sahiplerine hastır. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
ٱلۡوَصِیَّةُ kelimesi كُتِبَ fiili ile merfû’dur, fiilinin müzekker olması, aranın açılmasından ya da “vasiyet etmesi” veya “vasiyet etmek” tevili iledir. Bunun içindir ki, sonraki ayette فَمَنۢ بَدَّلَهُ kavlinde ona raci zamir müzekker gelmiştir. إِذَا 'nın amili de ٱلۡوَصِیَّةُ değil, كُتِبَ ’nin delalet ettiği şeydir, çünkü ondan önce geçmiştir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
الوصية (Vasiyet) kelimesindeki ال , cins içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Bu ayet vasiyet ayetidir. Vasiyet, tavsiye demektir. ل veya ب harfiyle kullanılınca vasiyeti ifade eder. Vasiyet yazmak, ben ölümü düşünüyorum, ölüme hazırlanıyorum, her an ölme ihtimalim olduğunu bilerek yaşıyorum ve vasiyetimi de onun için yazıyorum demektir. Bu ayetin hükmü Nisâ/11 ayetiyle kalkmıştır. Orada mirasın nasıl taksim edileceği detaylarıyla bildirilmiştir.
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | artık kim |
|
2 | بَدَّلَهُ | (vasiyyeti) değiştirirse |
|
3 | بَعْدَمَا | sonra bir şey |
|
4 | سَمِعَهُ | işittikten |
|
5 | فَإِنَّمَا | elbette |
|
6 | إِثْمُهُ | günahı |
|
7 | عَلَى | üzerinedir |
|
8 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
9 | يُبَدِّلُونَهُ | onu değiştiren |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
13 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَن iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بَدَّلَهُ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَعۡدَ zaman zarfı بَدَّلَ fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَمِعَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِثْمُهُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى ٱلَّذِینَ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası یُبَدِّلُونَهُ ‘dür. Îrabtan mahalli yoktur.
یُبَدِّلُونَهُ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
بَدَّلَهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘ nin ismi olup fetha ile mansubdur. سَمِیعٌ kelimesi إِنَّ ‘ nin haberi olup damme ile merfûdur. عَل۪يمٌ ikinci haberi olup damme ile merfûdur.
سَم۪يعٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile 178. ayetteki كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada şart cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Şart cümlesinin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
Şart harfi olan مَنِ mübtedadır. Şart cümlesi olan مَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Haber konumundaki بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بَعْدَ ‘ nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi مَا ‘nın sılası olan سَمِعَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karinesiyle gelen فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُ cümlesi şartın cevabıdır. Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِثْمُهُ mübteda, عَلَى الَّذ۪ينَ car mecrurunun müteallakı olan mahzuf kelime haberdir.
Şart ve cevap cümlelerinde oluşan terkip faide-i haber, inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümledeki kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. اِثْمُهُ sıfat/maksûr, haber olan kelime mevsuf/maksûrun aleyhtir.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harf-i cerle mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan يُبَدِّلُونَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَنۢ ve ٱلَّذِینَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَدَّلَهُ lafzında irsâd sanatı, بَدَّلَهُ - یُبَدِّلُونَهُۥۤۚ kelimeleri arasında müfretten cemiye iltifat, iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's -sadr sanatları vardır.
İlk cümlenin tekil fiille başlayıp çoğul zamirle bitmesi çeşit ve fert olarak buna sıkça rastlandığını veya bu günahın bunu yapan fertlerin tamamına şamil olduğunu gösterir.
[Kim bunu değiştirirse] vâsilerden ve şahitlerden kim bunu bozarsa, [bunu işittikten sonra] yani kendisine ulaştıktan ve araştırdıktan sonra [günahı ancak değiştirenlerin üzerinedir] değiştirilen vasiyetin günahı ancak değiştirenin üzerinedir; çünkü hıyanet etmiş ve şeriata karşı gelmiştir. [Şüphesiz Allah, hakkıyla işitici ve hakkıyla bilendir] Bu, onu haksız yere değiştiren için tehdittir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Bu tür Arapça ibarelerin Türkçeye tercümesinde “ancak” ifadesinin cümlenin son unsuruna dahil edilmesi gerekir. https://islamansiklopedisi.org
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması hükmün illetini bildirmek, ikazı artırmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah'ın عَل۪يمٌ ve سَم۪يعٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
سَمِیعٌ - سَمِعَهُۥ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kuranda işitme duyusu, çoğunlukla alîm (bilir) kelimesiyle fiiliyle bazen de basar (görme) ile birlikte gelmiştir. ٱلسَّمْعَ kelimesinin kökü olan سمع duymak-işitmek anlamındadır. Ayetlerde isim olarak kullanılmıştır. ٱلْأَبْصَٰرَ kelimesinin kökü olan بصر görme yetisi anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır. ٱلْأَفْـِٔدَةَ kelimesinin kökü فاد (kalp, gönül) anlamındadır. Kuran’da bu kelime gerçek kalp olarak geçmez. İdrak etme yetisi, düşünme yetisi, bilinçlenme anlamındadır. Ayetlerde çoğul olarak kullanılmıştır. Çok ilginç şekilde tüm Kuran’da ‘ٱلسَّمْعَ وَٱلْأَبْصَٰرَ وَٱلْأَفْـِٔدَةَ’ tamlaması 4 yerde geçer ve hep aynı sıra ile buyurulur: İşitme-Görme-İdrak etme. Ayetlerde insanın yaratılışına ayrıca işaret vardır. Modern bilimin son yıllarda yapmış olduğu çalışmalar göstermiştir ki; İnsanın yaratılış esnasında işitme, görme ve idrak etme yetilerinin gelişim sırası Yüce Allah’ın ayetlerde belirttiği sıraya uygundur. İnsanın ilk olarak işitme yetisi gelişir, daha sonra görme yetisi ve en sonunda idrak etme-düşünme yetisi gelişir. https://kuranmucizeler.com/insanin-yaratilisindaki-mucizevi-sira-isitme-gorme-ve-idrak-etme-gonuller Bu cümlede; ‘Allah muhakkak ki işitir, görür’ cümlesiyle ‘gereken karşılığı verir’ anlamı kastedilmiştir. Dolayısıyla lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
السَّمِيعُ ; işitilen şeyleri iyi bilen demektir. العَلِيمُ kelimesi umumidir. Bu iki sıfatın zikredilmesi muhalefet konusunda uyarı manasında kinayedir. Böylece emir ve yasaklar tekid edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Hucurat/1)
[Muhakkak ki Allah herşeyi işiten Semî'dir herşeyi bilen Alîm’dir] buyrukları şanı yüce Allah'a ait iki sıfattır. Bu iki sıfata sahip olmakla birlikte vasiyet edenlerin yapacakları herhangi bir zulüm ve haksızlık yapanların herhangi bir değişikliği O'na gizli kalmaz. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
3. sayfa haberinin detaylarını anlatmaya başladığı anda susturdum. "Devamını dinlememe gerek yok. Ben öyle haberlerin detaylarını okumuyorum." dedim. "Sizde bakmayın."
İnsanlardaki detay öğrenme dürtüsünü anlamıyorum açıkçası. Görüntü varsa izliyor, ne ince detay yazıyorsa okumaya da devam ediyor. Neden? Sadece bencilce bir merak yüzünden. Halbuki gereğinden fazlasını bilmek ve anlatmak, merhamete katkı sağlamadığı gibi düşünceleri de kirletiyor.
Böyle haberler, bu şekilde detaylarıyla anlatılmamalı, anlatılmasın. Canilikleri zihnimizde yer etmesin. İnanıyorum ki bu haberler, başkalarının kafasında filizlenmeye hazır fikir tohumu oluyor. Her şey bir yana, işin sonunda gereken cezayı aldıkları haberi doğru düzgün çıkıp örnek ilan edilmiyorlar bile.
Sinema dünyasının veya çizgi romanların meşhur kötü adamlarını iyi gösterme merakı da almış başını gidiyor. Adam kötüymüş, ne kadar adam öldürmüş ama bir sorsan neler yaşamış. Daima iyiyi seçme çabasının kaybeden olmaya ittiği, biraz aptallık olduğu ve bazen kötülüğü seçmek zorunda kaldıkları ve hatta seçimlerinde de ‘aslında haklıymış’ ifadeleri itinayla işleniyor genç beyinlere.
Böyle haberleri çocuklarınızın yanında konuşmamaya özen gösterin. Televizyonda çıkınca yanınızdalarsa kanalı değiştirin. Çocuklarınızı korumak için kendi zihin ve kalbinizi de temiz tutmaya bakın. Kendi açınızdan önemsemiyorsanız bile çocuklarınkini kirletmemeye dikkat edin.
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” Ancak akılsızların elinde oyuncak olmuş kanunlar, o hayatı çok görür olmuş. Dünyaya kapılmış bizler, yeni nesile hayatı çok görmekten Allah’a sığınırız.
Allahım. Bizlere akıl ve o aklı kullanma becerisi ver. Ne kötülüğü konuşup yaymaktan çekinmeyenlerden, ne kendince ama yanlış bir şekilde adaleti sağladığını sananlardan, ne de adaletsizliği destekleyenlerden olmaktan koru. Etrafımızdaki çocukların zihinlerine ve kalplerine adaletin her harfini, tek tek işlememizde yardımcımız ol. Ki ileride, onlar toplumumuzun her alanına adaleti işlesin. Ve hayatlarının her alanında, Allah rızası için daima doğruyu seçsinler.
Allahım sen bizi ve sevdiklerimizi canilerin şerlerinden ve yaptıklarının şerlerinden koru. Cennetin kokusunu almaktan ne kadar uzaklarsa, bizden ve sevdiklerimizden de o kadar uzak dursunlar.
***
İslam’ın hayatın her noktasını düzenlemesinin önemi tam olarak anlaşılmadığı gibi kıymeti bilinip şükrü de edilmiyor. Allah Subhanehu ve Teâlâ, çizdiği net sınırlar ile kullarına hayatı kolaylaştırır ama insan evladı keyfince eklediği ve çıkardığı kurallar ve yürüttüğü yorumlar ile kendi elleriyle yine zorlaştırır. Nefsinin hocalığında yaşayan insan, hakikaten çeşitli tuhaflıklara meyilli diye düşündü.
Kendisini, tanıdıklarını ve karşılaştıklarını gözden geçirdi. Herkesin gizli tuttuğu ya da saklayamadığı tuhaf halleri illa ki vardı. Bazısını kontrol altında tutmak daha kolay iken, bazısı için devamlı mücadele gerekiyor. Bazısı sosyal ilişkilerine, bazısı ise direkt kişinin kendisine zarar verebiliyor. Yine de benliği yerine Allah’ın emirlerine kulak veren insan, herhangi bir durum karşısında doğru sınırlar içinde kalabiliyor.
Devamlı nefsinin huzuru için yatırım yapan kişi, ayrım yapmadan içinden gelen her sese kulak verir ve seçimlerini o yönde yapar. Kimisi kural gözetmeksizin, nefsani hırsların danışıklığında başkalarının neyi ne kadar hakkettiğine karar verecek kadar bile ileri gider. Bu yüzden çeşitli garip ve haksız işlerle karşılaşmak mümkündür. Binbir türlü şekilde değerlendirmek mümkün iken milyonlarını köpeğine bırakanların olması gibi.
Allah’a teslim olan bir kul nefsiyle arasına ne uzak, ne de yakın olmak üzere belli bir mesafe koyar. Ki nefsi Allah’ın emirlerine itaat ile arasına girmesin ve aynı zamanda sünnetullaha uygun olmayan bir şekilde kişi nefsine eziyet etmesin. Allah’a teslimiyet ile İslam yolunda Kur’an ve sünnet nuruyla yürüyen kula Allah yeter. O’nun sınırları yeter. Allah’a güvenen bir kul bilir ki; Allah’ın rızasını gözetene rahmet kapıları açılır.
Ey Allahım! Nefsine öncelik vermek ve nefsani hırslarına göre karara varmak gafletlerinden bizi muhafaza buyur. Nefsimizin rahatlığı ve dünyanın huzuru derken düştüğümüz şu halden kurtar. Bizi emirlerine itaat eden takva ve ahlak sahibi kullarından eyle. Şüphesiz ki ancak Sana itaat üzere yaşayanlar yücelir. Ümmet olarak üzerimize rahmet ve selam kapılarını aç. Bizi yeryüzünde ve göklerde yücelenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji