10 Mart 2025
Nahl Sûresi 43-54 (271. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nahl Sûresi 43. Ayet

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ  ...


Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 أَرْسَلْنَا biz göndermedik ر س ل
3 مِنْ
4 قَبْلِكَ senden önce ق ب ل
5 إِلَّا başkasını
6 رِجَالًا erkeklerden ر ج ل
7 نُوحِي vahyettiğimiz و ح ي
8 إِلَيْهِمْ kendilerine
9 فَاسْأَلُوا sorun س ا ل
10 أَهْلَ ehline ا ه ل
11 الذِّكْرِ zikir ذ ك ر
12 إِنْ eğer
13 كُنْتُمْ siz ك و ن
14 لَا
15 تَعْلَمُونَ bilmiyorsanız ع ل م
Mekke müşrikleri “Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?” diyerek (İsrâ 17/94) kendileri gibi bir insanın peygamber olarak gönderilmesini kabul edilebilir bulmuyor, olsa olsa bir melek gönderilmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı. Halbuki Allah Teâlâ sadece Hz. Muhammed’i peygamber olarak seçmemişti; daha önce de yalnızca insanlardan peygamber seçmiş ve görevlendirmişti (bk. Yûsuf 12/109). Âyette “Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun” buyurulmak suretiyle müşriklerin doğru inanç konusundaki samimiyetsizliğine işaret edilmiştir. Çünkü onların, önceki devirlerde de insanlar arasından peygamberler gönderilip gönderilmediğini, “bilgi sahibi olanlara” sorup öğrenme imkânları varken, bunu yapmadan Hz. Muhammed’in peygamberliğini peşinen inkâr etmişlerdir.
 Tefsirlerde çoğunlukla buradaki “bilgi sahibi olanlar”la Ehl-i kitap âlimlerinin kastedildiği belirtilir. Gerçi bu sûrenin indirildiği Mekke’de kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak Mekkeliler’in ticaretle meşgul oldukları ve bu münasebetle Ehl-i kitap âlimlerinden bilgi almalarının mümkün olduğu bilinmektedir. Ayrıca özellikle böyle konularda bilgilerine başvurmak üzere Ehl-i kitap mensuplarının yaşadığı bölgelere gitme imkânları da vardı. Nitekim Kehf sûresinin nüzûl sebebiyle ilgili rivayetlerde anlatıldığına göre, müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Hz. Muhammed’in peygamber olup olmadığı hususunda kendilerini aydınlatacak bilgiler almaları için, Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine göndermişlerdi (fazla bilgi için bk. İbn Âşûr, XV, 242-244).
 Buradaki “bilgi sahibi olanlar”la Mekke müşrikleri arasındaki kültürlü kişiler de kastedilmiş olabilir. Çünkü onların arasında başta Hz. Nûh ve Hz. İbrâhim olmak üzere geçmiş peygamberler hakkında mâlûmat sahibi olanlar vardı.
 Âyetten alınması gereken en önemli ders, başta dinî meseleler olmak üzere bir konuda yeterli bilgiye sahip olmayanların o hususta ehil olanlara, yani konunun uzmanlarına sormaları gerektiği; bir konuda doğru ve yeterli bilgi edinmeden görüş ileri sürmenin veya iş yapmanın yanlış olduğudur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 400-401

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  رِجَالاً  mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur. نُوح۪ٓي  cümlesi, رِجَالاً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

نُوح۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  نحن ’dur. اِلَيْهِمْ  car mecruru  نُوح۪ٓي  fiiline mütealliktir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir. 

نُوح۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  وحي ‘dir.

İf’al babı  فِي  ile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم لا تعلمون إرسالنا الرجال أنبياء (Resul olarak erkekleri gönderdiğimizi bilmiyorsanız..) şeklindedir.

سْـَٔلُٓوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَهْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. الذِّكْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ  itiraziyye cümlesidir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

كُنْتُمْ  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ  ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi, كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M.Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Ve Kur’ân’da Kullanımı )

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  رِجَالاً  kelimesinin tenkiri, cins ifade eder. 

Nefiy harfi  مَٓا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile oluşan iki tekit hükmündeki kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır.  اَرْسَلْنَا  maksûr/sıfat,  رِجَالاً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Bu durumda fail tarafından gerçekleştirilen fiil başka mef'ûllere değil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiş olur. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. 

Hz. Peygamberimizden önceki peygamberlerin de onun gibi ahaliden bir erkek olduğu etkili ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir. 

نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ  cümlesi  رِجَالاً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun bir özelliğini bildirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiiller, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَرْسَلْنَا  ve  نُوح۪ٓي  fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.

اَرْسَلْنَا  ile  نُوح۪ٓي  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Cenab-ı Hak müşriklerin şüphelerine karşı, “Senden evvel kendilerine vahyeder olduğumuz erkeklerden başkasını, biz peygamber göndermedik.” ifadesiyle cevap vermiştir ki bu, “Allah'ın, mahlukatı yaratıp da mükellef tuttuğu ilk zamandan itibaren âdeti ve kanunu sadece beşer olan bir peygamber göndermesi olmuştur. Binaenaleyh, Allah'ın bu sünneti devam edegelmektedir. Bu sebeple o cahillerin bu tür tutarsız ve zayıf sorularla ileri sürdükleri bu tenkitler, eskiden beri hep süregelen tenkitlerdir. Onlara iltifat edilmez.” manasındadır. Ayet, Allah Teâlâ'nın hem kadın peygamber göndermediğine hem de melekleri peygamber olarak göndermediğine delalet etmektedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


  فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ 

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.

Cümle, takdiri  إن كنتم لا تعلمون إرسالنا الرجال أنبياء  (Eğer peygamber olarak erkekleri gönderdiğimizi bilmiyorsanız) olan mukadder şartın cevabıdır. Cevap cümlesi olan  فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayet Peygamber Efendimize hitapla başlamışken  فَسْـَٔلُٓوا  cümlesinde, cemi muhatap zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.

اَهْلَ الذِّكْرِ  de Ehl-i Kitap’tır. Kitaba zikir, ilahi mesaj anlamında hatırlatıcı denmesi onun gaflete düşmüş kimseler için bir nasihat ve uyarı olmasından dolayıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

Buradaki hitap, kâfirlere yöneltilmiştir. Yani eğer siz bilmiyorsanız, Kitap ehline yahut tarih alimlerine yahut ilim ve tahkik ehli olarak bilinen herkese sorun ki bu hakikatleri size anlatsınlar demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

فَسۡـَٔلُوۤا۟ أَهۡلَ ٱلذِّكۡرِ إِن كُنتُمۡ لَا تَعۡلَمُونَ  cümlesi,  وَمَٓا اَرْسَلْنَا  ile  بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ  arasında itiraz cümlesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 


 اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

 

Ayetin son cümlesi, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i muteriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. 

Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan   اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

كَانَ ’nin haberi olan  لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde  كَان Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

Şart cümlesinin takdiri  فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ (Zikir ehline sorun.) olan cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Bu takdire göre, mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir. 

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi. 

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır.(Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakınlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)

Nahl Sûresi 44. Ayet

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...


(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtları ب ي ن
2 وَالزُّبُرِ ve Kitapları ز ب ر
3 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
4 إِلَيْكَ sana
5 الذِّكْرَ Zikr’i ذ ك ر
6 لِتُبَيِّنَ açıklayasın diye ب ي ن
7 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
8 مَا şeyi
9 نُزِّلَ indirilen ن ز ل
10 إِلَيْهِمْ kendilerine
11 وَلَعَلَّهُمْ ta ki
12 يَتَفَكَّرُونَ düşünüp öğüt alsınlar ف ك ر
“Apaçık deliller” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki beyyinât (tekili beyyine), “peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan aklî ve mûcizevî deliller”, zübür (tekili zebûr) ise “Allah’ın peygamberlerine indirdiği bilgilerin yazılı bulunduğu kutsal kitaplar” şeklinde açıklanır (İbn Âşûr, XIV, 162). Hz. Peygamber’e indirilen kutsal kitap ise âyette zikir kelimesiyle anılmaktadır ve bununla Kur’ân-ı Kerîm kastedilmiştir.
 Peygamberler kendilerinin doğruluğunu kanıtlayıcı mahiyette delillerledesteklenmişler; ayrıca bir kısmına yeni bir kutsal kitap gönderilmek, bir kısmı da önceki bir peygambere gönderilmiş bulunan kutsal kitabın hükmünü yaşatmakla yükümlü kılınmak suretiyle bütün peygamberlere kutsal kitaplar verilmiş, Hz. Muhammed’e de Kur’an gönderilmiştir. Bu durumda onun peygamberliğinin müşrikler tarafından yadırganması anlamsızdır.
 Âyette Hz. Peygamber’e Kur’an’ın indirildiği bildirilmekle kalmayıp, ona “insanlara indirilenleri yani Allah’ın hükümlerini onlara açıklama” görevi de yüklenmiştir. Buna göre Hz. Peygamber sadece bir nakilci değil, aynı zamanda Allah’ın hükümlerini sözlü veya fiilî olarak açıklama, yorumlama, inananlara uygulamada örnek olma işlevine de sahiptir. Bu işlevin tamamına birden sünnet denmektedir; sünnet de ilâhî irşadla gerçekleştiği için bir tür vahiy değeri taşımaktadır. Âyetten açıkça anlaşıldığı gibi Peygamber’in aslî görevi Kur’an’ı açıklamaktır; şu halde onun Kur’an’a aykırı bir hüküm ve anlayış ortaya koyduğu kesinlikle düşünülemez. Bu sebeple hadis usulünün önemli bir konusu olan metin tenkidi ilkelerine göre kaynaklarda hadis diye aktarılan, fakat Kur’an’la uzlaştırılması hiçbir şekilde mümkün olmayan bir söz sahih bir hadis olarak kabul edilmez.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 401-402

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  نُوح۪ٓي  fiiline mütealliktir. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

الزُّبُرِ  atıf harfi  وَ ’la  الْبَيِّنَاتِ ’ye matuftur. 


وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline mütealliktir. الذِّكْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi,  تُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline mütealliktir.  

تُبَيِّنَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. لِلنَّاسِ  car mecruru  تُبَيِّنَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ ’dir. Aid zamir هو ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نُزِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْهِمْ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra,  Atıf olan اَوْ ’den sonra,  Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْـنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

تُبَيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir. 

نُزِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Ayetteki  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru önceki ayetteki  نُوح۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

وَالزُّبُرِۜ , tezayüf nedeniyle  بِالْبَيِّنَاتِ ‘ye atfedilmiştir.

وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder.(Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَنْزَلْـنَٓا  fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.

الزُّبُرِ  kelimesi, زبور ’un çoğuludur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْكَ  car mecruru, ihtimam için mef’ûl olan  الذِّكْرَ ‘ya takdim edilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  تُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ  cümlesi, harf-i cerle اَنْزَلْـنَٓا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. تُبَيِّنَ  fiiline müteallik olan  لِلنَّاسِ  car mecruru, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

لِتُبَيِّنَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sıla cümlesi olan  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

نُزِّلَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الذِّكْرَ  Kuran,  الزُّبُرِ  kitaplar demektir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

الزُّبُرِۜ - الذِّكْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِالْبَيِّنَاتِ - لِتُبَيِّنَ  ve  نُزِّلَ - اَنْزَلْـنَٓا  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ  ibaresinde icâz-ı hazif vardır. Takdiri,  اَرْسَلْنَاهِمْ  بِالْبَيِّنَاتِ ’tır. Yani [apaçık mucizeler] ve الزُّبُرِۜ  yani Kitab-ı Mukaddes demektir. İcazu’l beyandan olan, siyakın delaletine dayanan bu üslup, icaz-ı hazif olarak isimlendirilir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)

(Açık delillerle ve kitaplarla) yani onları mucizelerle ve kitaplarla gönderdik demektir. Bu da “Onları ne ile gönderdi?” sorusuna cevaptır. Bunun  وَمَٓا اَرْسَلْنَا ’ya müteallık ve erkeklerle beraber istisnaya dahil olması da caizdir. Yani biz ancak mucizelerle erkekler gönderdik demektir. Ya da onların sıfatıdır yani onları mucizelerle ilişkili olarak gönderdik demektir. Ya da mef’ûl olarak  نُوح۪ٓي  fiiline mütealliktir veya onun faili yerine geçenin halidir, o da  اِلَيْهِمْ ’dir. O zaman …فَسْـَٔلُٓوا  kavli, ara cümle olur ya da  لَا تَعْلَمُونَۙ ’ye mütealliktir ki o zaman şart takdir etme ve susturma için olur. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

“Apaçık burhanlarla ve kitaplarla” ifadesi risaletin (peygamberliğin) kendisiyle kemâle erdiği her şeyi içine alan kapsayıcı bir ifadedir. Çünkü risalet işi, risalet iddiasında bulunanın doğruluğuna delalet eden mucizelere dayanır ki bu, ayette  الْبَيِّنَاتِ  sözüyle ifade edilmiştir; peygamberlerin, Allah'tan aldığı talimatları, O'nun kullarına tebliğ edip ulaştırmasına dayanır ki bu da ayeti kerimede الزُّبُرِۜ  kelimesiyle ifade edilmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Kur'an'ın bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Muhkem olanın, “mübeyyen” olması gerekir. Böylece Kur'an'ın tamamının mücmel olmadığı, aksine onda mücmel olan bazı ayetlerin bulunduğu sabit olmuş olur. O halde  “Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.” ifadesi, “mücmel olanları…” manasına hamledilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la takdiri  فيسمعون ذلك  [Ve bunu işitirler.] olan mukadder cümleye atfedilmiştir. 

لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  يَتَذَكَّرُونَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır yani “sakınıp korunmanız için’’demektir, der. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler,Doktora Tezi)

Burada asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58).

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Nahl Sûresi 45. Ayet

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ  ...


Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah’ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَمِنَ emin midirler? ا م ن
2 الَّذِينَ kimseler
3 مَكَرُوا yapmayı kuran(lar) م ك ر
4 السَّيِّئَاتِ kötülükler س و ا
5 أَنْ
6 يَخْسِفَ geçirmeyeceğinden خ س ف
7 اللَّهُ Allah’ın
8 بِهِمُ kendilerini
9 الْأَرْضَ yer(in dibin)e ا ر ض
10 أَوْ yahut
11 يَأْتِيَهُمُ kendilerine gelmeyeceğinden ا ت ي
12 الْعَذَابُ azabın ع ذ ب
13 مِنْ hiçbir
14 حَيْثُ yerden ح ي ث
15 لَا hiç
16 يَشْعُرُونَ ummadıkları ش ع ر
İnsanların inançta gerçeğe, yaşayışta iyilik ve doğruluğa yönelmelerini, böylece inkâr ve kötülükleri yüzünden dünyada ve âhirette belâ ve musibete uğramaktan kurtulmalarını murat eden yüce Allah, rahmetinin sonucu olarak bu âyetlerde de bir uyarıda bulunmaktadır. Yukarıdaki âyetlerde belirtildiği gibi Mekke putperestleri bâtıl inançlara sapmakla kalmıyor, Kur’an’a “eskilerin masalları” diyor, insanların önünü keserek onların Peygamber’le görüşmesini engelliyor ve genel olarak İslâm’a, onun peygamberine ve kutsal kitabına karşı ısrarlı bir savaş yürütüyorlardı. Âyetlerde müslümanlara karşı ısrarlı bir düşmanlık stratejisi takip eden müşrikler ve dolayısıyla her dönemde benzer davranışları sergileyenler, türlü şekillerde cezalandırılacakları konusunda uyarılmaktadırlar. 46. âyette “Onlar bunu (Allah’ın kendilerini bu şekilde cezalandırmasını) engelleyemeyecekler” buyurulduktan sonra47. âyette, “Ama sizin rabbiniz kuşkusuz çok şefkatli, çok merhametlidir” denilmesi şu anlama gelir: Eğer Hakk’a ve Hak yolunda gidenlere karşı kötü planlar kuranlar, düşmanlık edenler, buna rağmen hayatlarını sürdürebiliyor, ortalıkta dolaşabiliyorlarsa bu onların Allah’ı âciz bırakmalarından değil, Cenâb-ı Hakk’ın geniş merhamet ve şefkatiyle onlara zaman tanımasındandır (Taberî, XIV, 114). Ayrıca âyetten, Allah’ın cezalandırmasını zamana yayarak da gerçekleştirdiği, bu şekilde isyankâr bir topluluğu cezalandırdıkça onların benzeri diğer toplulukların içlerine de korkular düştüğü anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 403
خسف Hasefe : خُسُوف sözcüğü ay tutulması, كُسُوف ise güneş tutulması anlamında kullanılır. Ay tutulmasında ona ilişen bir şeref düşkünlüğü tasavvur edildiği için خَسْف kelimesi müstear olarak yani istiare yoluyla zillet, hor ve hakirlik anlamında kullanılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de her defasında fiil formunda olmak üzere 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli husuf – kusuf namazıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمِنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

مَكَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَمِنَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يَخْسِفَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olarak mahallen merfûdur. بِهِمُ  car mecruru  يَخْسِفَ  fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder.  يَأْتِيَهُمُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ  fail olup damme ile merfûdur. 

مِنْ حَيْثُ  car mecruru  يَأْتِيَهُمُ  fiiline mütealliktir. لَا يَشْعُرُونَۙ  ile başlayan fiil cümlesi, muz’âfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَوْ ;Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı, yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ

 

Ayette  فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça başvurulan bir üslup olarak karşımıza çıkan istifhâmı inkârî ile kabul edilmeyen/edilmemesi gereken bir olgunun neden hala farkına varılmadığı sorgulanmaktadır. (Avnullah Enes Ateş, İstifhâm Üslûbunun Mecâzi Kullanımları ve Meallere Yansıması)

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمِنَ  fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi olan  مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ  cümlesi, masdar teviliyle  اَمِنَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar-ı müevvel cümlesinde müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle gelmesi mehabeti artırmak, kalplerde Allah korkusuyla tehditte mübalağa içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَخْسِفَ  fiiline müteallik olan  بِهِمُ  car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan ‘ya takdim edilmiştir.

اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ  cümlesi, atıf harfi  اَوْ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ  ibaresinde fiilin faili olarak gelen azap kendi iradesiyle hareket eden irade sahibi bir varlık yerine konarak tehdidin artması sağlanmıştır. 

يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ  cümlesinde istiare sanatı vardır. الْعَذَابُ  kelimesi  أتي  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiş, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Felaketin bir şahıs gibi gelecek olması onun şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette Allah tarafından olması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. 

أْتِيَ  fiilinin,  الْعَذَابُ ’ya isnadı mecâz-ı aklîdir.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, mekân zarfı  حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir. 

Muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

[Emin mi oldular?] …اَفَاَمِنَ  inkâri istifham üslubunda gelmiş olan bu cümle, gerçekte İslâm’ı çürütmek uğrunda bir takım hile ve yollara başvuran müşriklere tehdittir. مَكَرُوا - السَّيِّـَٔاتِ - الْعَذَابُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ [Fesat planları yapanlar (اَفَاَمِنَ)  emin mi oldular?]buyurulmuştur. Arapçada mekr, gizlice fesat çıkarma gayretine girmek anlamına gelir. Bunların, Mekkelilerle Medine'nin etrafında yer alan kimselerin olduğu kastedilmiştir. Mekr ile de onların hem Hz. Peygambere hem de ashabına eziyet etmek için gizli bir biçimde sarf ettikleri çabaları kastedilmiştir.Daha sonra Cenab-ı Hakk, onları tenkit için şu üç şeyi ileri sürmüştür:

1. Allah'ın, tıpkı Karun'u yere batırması gibi onları da yere batırması...

2. Onlara hiç ummadıkları bir cihetten azabın gelip çatması ki bununla tıpkı Lût kavmine yapmış olduğu gibi onlara ansızın, hiç beklemedikleri bir sırada gökten bir azabın gelip onları helak etmesi murad edilmiştir.

3. Allah'ın onları dönüp dolaşırlarken yakalayıvermesi, onların da Allah'ı aciz bırakacak olamamaları! (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

خسف; “Yerin bir parçası yerin dibine geçti.” demektir. “Allah onu yerin dibine geçirdi.” anlamındadır. “Biz onu da evini de yere geçirdik.” (Kasas Suresi, 81) ayeti de buradan gelmektedir. Aynı şekilde “Yerin dibine geçti.” denildiği gibi “Yerin dibine geçirildi.” de denir.

Ayet-i kerimedeki soru inkâr anlamındadır. Yani onlar yalanlayanların başına gelen ceza gibi bir cezasının kendilerini de gelip bulmayacağından yana emin olmamalıdırlar.

Yahut Lût kavmine ve başkalarına yapıldığı gibi “Fark edemeyecekleri bir taraftan kendilerine azabın gelip çatacağından yana emin mi oldular?” Bununla Bedir gününün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü onlar o gün helak edildiler ve hesaplarına hiç öyle bir şeyi katmamışlardı. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Nahl Sûresi 46. Ayet

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ  ...


Yahut onlar dönüp dolaşırken Allah’ın kendilerini yakalayıvermesinden emin mi oldular? Onlar, Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يَأْخُذَهُمْ kendilerini yakalamayacağından? ا خ ذ
3 فِي
4 تَقَلُّبِهِمْ dönüp dolaşırlarken ق ل ب
5 فَمَا değillerdir
6 هُمْ onlar
7 بِمُعْجِزِينَ engel olacak da ع ج ز

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  يَأْخُذَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  car mecruru  يَأْخُذَهُمْ ’deki mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. Takdiri,  متلبّسين في تقلّبهم (dönüp dolaşırlarken) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  ta’liliyyedir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.

هُمْ  muttasıl zamir  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir. مُعْجِز۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansub, cer alameti  ى  ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

اَوْ ;Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُعْجِز۪ينَ  ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ 

 

اَوْ  atıf harfiyle önceki ayetteki masdar-ı müevvel cümlesine atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki cümlenin devamı olan bu ayette de Allah Teâlâ’nın tehdidi devam etmektedir.

ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  car-mecruru, mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  تَقَلُّبِهِمْ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dolaşma, yolculuk, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.  ف۪ي  harfi mübalağa ifadesi için kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

تَقَلُّبِ;  Allah'ın onları yolculukları esnasında ukubetle yakalayıvermesidir. Çünkü Allah Teâlâ, onları mukîm oldukları halde yok etmeye kādir olduğu gibi yolculukları sırasında da helak etmeye kādirdir. Onlar, uzak beldelere yolculuk etmek suretiyle de Allah'ı acze düşüremezler.Tam aksine Allah onlara nerede olurlarsa olsunlar yetişir ve ulaşır demektir. تَقَلُّبِ  kelimesini bu manaya almak, Cenab-ı Hakk'ın, [İnkâr edenlerin diyar diyar dönüp dolaşması asla seni aldatmasın! (Âl-i İmran Suresi, 196)] ayetinden dolayıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Bu kelam, Allah'ın yakalamasının pek çetin ve feci olduğunu bildirmektedir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah, zalime mühlet verir, ama sonunda onu yakalayınca artık kurtulamaz.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


  فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ

 

فَ  ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. 

Müsned olan  بِمُعْجِزٖينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s.80)

Cümledeki  بِ  harfi için müfessirler zaid veya zarfiye manasındadır demişlerdir.

Onlar aciz bırakamazlar yani  Allah Teâlâ sözü geçen bütün tehditleri gerçekleştirmeye kādirdir.

Nahl Sûresi 47. Ayet

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  ...


Yahut da, onları korku üzere iken yakalamayacağından güven içinde midirler? Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يَأْخُذَهُمْ kendilerini yakalamayacağından? ا خ ذ
3 عَلَىٰ üzerinde
4 تَخَوُّفٍ bir korku خ و ف
5 فَإِنَّ doğrusu
6 رَبَّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
7 لَرَءُوفٌ çok şefkatlidir ر ا ف
8 رَحِيمٌ çok acıyandır ر ح م

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  يَأْخُذَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلٰى تَخَوُّفٍ car mecruru  يَأْخُذَهُمْ  fiiline mütealliktir. 

اَوْ ; Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  

رَبَّكُمْ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzâhlakadır.  رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup damme ile merfûdur.  رَح۪يمٌ  ikinci haberi olup damme ile merfûdur. 

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ 

 

Bu ayette de Allah Teâlâ’nın tehdidi devam etmektedir. Ayet  اَوْ  atıf harfiyle önceki ayetteki  اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلٰى تَخَوُّفٍ  ibaresindeki  عَلٰى  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  عَلٰى  harfindeki istila manası dolayısıyla  تَخَوُّفٍۜ, ihata edilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  عَلٰى  harfi kendi manasında kullanılmaması mübalağa içindir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

İki ayetin başındaki  اَوْ يَأْخُذَهُمْ  ibaresinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu cümleler arasında mukabele vardır.

تَخَوُّفٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.

Son üç ayette günahkar insanların başına gelebileceklerin sayılması taksim sanatıdır.

تَخَوُّفٍ, korku / خَوْف  masdarının, “tefa'ul” veznindeki şeklidir. Nitekim Arapçada, “O şeyden korktum.” denir. Buna göre ayetin manası, “İlk olarak azapla yakalamaz, aksine önce onları korkutur sonra azap eder.” şeklindedir. Bu korkutma da Allah Teâlâ'nın önce bir grubu helak etmesi, böylece onlardan sonra gelen grupların endişe ve korkuya kapılmalarıdır. Binaenaleyh bu korku ve dehşete düşürme hususunda, onlardan çok zaman evvel yaşamış bir topluluğa bu azabın uğramasının peşi sıra onlara gelmiş bir yakalama olmuş olur.

İkinci Görüş:  تَخَوُّفٍۜ,  tedricen, derece derece noksanlaştırmak manasınadır. Hz. Ömer’in (r.a), minberde şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bu ayet hakkında ne dersiniz?” Oradakiler (cemaat) sustu, hiçbir şey söyleyemedi. Bunun üzerine Hüzeyl kabilesinden bir ihtiyar ayağa kalkarak: “Bu bizim lehçemizdendir, tehavvüf, derece derece (azar azar) noksanlaştırmak demektir.” dedi. Hz. Ömer (r.a) de: “Bunu, Arapların şiirlerinde kullandıklarına rastladın mı?” dedi. İhtiyar “Evet, bizim şairimiz şu şiiri söyledi.” dedi. “Yolculuk o deveyi azar azar yiyip bitirdi (onu zayıflattı). Tıpkı eğenin yay ağacını azar azar yemesi gibi.” Bunun üzerine Hz. Ömer, “Ey insanlar, divanlarınıza yapışınız, o zaman şaşmazsınız.” deyince cemaat: “Divanımız da nedir?” dediler. O: “Sizin divanınız cahiliye şiiridir. Onda, kitabınızın tefsiri (kelimelerinin anlamı) vardır.” cevabını verdi. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) 

Ayette bu üç halin zikredilmesinden murad, Allah'ın hangi veçhile olursa olsun onları helak etmeye kādir olduğunu beyan etmektir; yoksa helaklerini bu üç hale inhisar ettirmek değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)


 فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

فَ  ta’liliyyedir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı [devamlılığı] ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنّ۪ٓ  ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنّ۪ٓ  kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân c.2 s.176)

Veciz ifade kastına matuf  رَبَّكُمْ  izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Zamir yerine, Allah’ın rububiyet vasfını öne çıkarmak için müsnedün ileyhin Rab ismiyle gelmesinde tecrîd ve iltifat sanatları vardır.

Allah'ın  رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

رَبَّ  , رَؤُ۫فٌ  , رَح۪يمٌۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tehdit cümlelerinden sonra gelen  فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  [Senin Rabbin Rauf’tur, Rahim’dir.] cümlesinden Allah Teâlâ’nın azap etmekte acele etmediğini, mühlet verdiğini anlıyoruz. Bu, idmâc sanatıdır.

لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  [Çok şefkatli, çok merhametli] kelimeleri, mübalağa sıygalarıdır. Çünkü  فعول ve  فعيل  vezinleri mübalağa ifade eden kiplerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Cenab-ı Hakk bu ayeti “Demek ki Rabbiniz, Rauf ve Rahimdir.” yani “Allah pek çok yaramaz işlerinizde size mühlet  vermiş, zaman tanımış ise bu, O'nun çok esirgeyici, çok bağışlayıcı olmasından ötürüdür. İşte bundan dolayı O, azap vermekte acele etmemiştir.” buyurarak sona erdirmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Nahl Sûresi 48. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ...


Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 إِلَىٰ
4 مَا şeyleri
5 خَلَقَ yarattığı خ ل ق
6 اللَّهُ Allah’ın
7 مِنْ
8 شَيْءٍ her şeyden ش ي ا
9 يَتَفَيَّأُ döndüğünü ف ي ا
10 ظِلَالُهُ gölgelerinin ظ ل ل
11 عَنِ
12 الْيَمِينِ sağdan ي م ن
13 وَالشَّمَائِلِ ve soldan ش م ل
14 سُجَّدًا secde ederek س ج د
15 لِلَّهِ Allah’a
16 وَهُمْ ve onlar
17 دَاخِرُونَ sürünerek د خ ر
Sözlükte secde terimi hem müminlerin namazda yaptıkları gibi, “Allah’a şuurlu ibadet” hem de “Allah’ın iradesine boyun eğip teslim olma (inkıyad) hali” anlamında kullanılır. Bir sonraki âyette canlılardan ve meleklerden söz edilmesine bakılırsa 48. âyetin metninde geçen “mâ” kelimesiyle cisimler kastedilmiş olmalıdır, o halde bu âyetteki secde kelimesi ikinci anlamda kullanılmıştır.
 Burada tabiatın ilâhî iradeye boyun eğişine bir örnek olmak üzere basit bir olay gibi görünen gölgenin hareketine dikkat çekilmektedir. Kâinattaki bütün oluşlar Allah’ın iradesine bağlıdır; cisimlerin gölgesinin daimî bir değişme içinde olması da bu iradenin tabiata müdahalesinin sürekliliğini kanıtlayan, herkesin görüp durduğu en ilginç örneklerden biridir. Tabiat kanunları dediğimiz düzenli sebep-sonuç ilişkileri Allah’ın özgür iradesiyle işlettiği yasalardır; yoksa tabiat kendi kendine yasalar koyan bilinçli, iradeli bir güç değildir. Esasen dış dünyada tabiat diye ayrı, bağımsız, gerçek bir varlıktan değil, sadece tek tek varlıklardan söz edilebilir; tabiat ise bu varlıkların tamamı için kullanılan isimden, kelimeden başka bir şey değildir. Şu halde var olmayan bir şeye fiil ve yaratma gibi etkinlikler de isnat edilemez. Bu durumda gölgeyi sürekli hareket halinde bulunduran sonsuz güç, diğer bütün olayları da kesintisiz sürdürmekte, bütün oluş ve bozuluş (kevn ve fesad) bu iradeyle gerçekleşmektedir. İşte hakiki iman budur; yoksa Mekke müşriklerinin putları Allah’a ortak tanıması –bir Allah inancı söz konusu olsa bile– O’nun yanında başka güçler tanıyıp o güçlere Allah’ı, O’nun iradesini ve gücünü dışlayan işlevler yüklemesi makbul bir Allah inancı değildir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 405

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl  اِلٰى  harf-i ceriyle  يَرَوْا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ اللّٰهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. مِنْ شَيْءٍ  car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. يَتَفَيَّؤُ۬ا  cümlesi,  شَيْءٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

يَتَفَيَّؤُ۬ا  damme ile merfû muzari fiildir.  ظِلَالُهُ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَنِ الْيَم۪ينِ  car mecruru  يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiiline mütealliktir.  

الشَّمَٓائِلِ  atıf harfi وَ  ’la makabline matuftur. سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُهُ ’nun hali olup fetha ile mansubdur. لِلّٰهِ  car mecruru  سُجَّداً ’e mütealliktir. وَهُمْ دَاخِرُونَ  cümlesi, hal olarak mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  دَاخِرُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette ilki müfred, ikincisi isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فيأ ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

دَاخِرُونَ  ; sülâsî mücerredi دخر  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hemze inkârî istifham,  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlenin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve medih makamı sebebiyle istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَوَلَمْ يَرَوْا  [Görmediler mi…] istifham-ı inkarîdir. Yani; ‘görmemiş olamazlar, muhakkak gördüler’ anlamındadır.

Bu ayetteki istifhamı Beyzâvî şöyle izah eder: “Ayette atıf harfi olan  وَ ’dan önce gelen istifham edatı hemze, inkâr anlamı içermektedir. Yani onlar (kâfirler) mutlaka bu gibi nesnelerin benzerlerini görmüşlerdir. O halde onlara ne oluyor da Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti kendileri için görünür bir hal alsın ve böylece Allah’tan korksunlar diye bu nesneler (yaratıklar) üzerinde düşünmüyorlar?” (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Kur’an'da geçen أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için, و  harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.

أولم تر  tabirinin, hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.

ألم تر  tabirinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329) 

اَلَمْ تَرَ  ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle  يَرَوْا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

مِنْ شَيْءٍ  car-mecruru,  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

شَيْءٍ ’deki nekrelik, nev ve kesret ifade eder.

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  cümlesi, شَيْءٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

سُجَّداً , fail olan  ظِلَالُهُ ‘dan haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

لِلّٰهِ  car-mecrurunun müteallakı olan  سُجَّداً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.

Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük için tekrarlanmasında tecrîd, iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَهُمْ دَاخِرُونَ , akıllı menziline konulan  ظِلَالُهُ  için haldir. Çünkü secde akıllıların vasfıdır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَتَفَيَّؤُ۬ا  ve  دَاخِرُونَ  fiillerinin gölgeye isnadı aklî mecazdır. Ya da mekni istiare düşünülebilir. Gölgeler, sağa sola dönen, Allah'ı tesbih eden ve tevazu gösteren bir insana benzetilmiş, müşebbehün bih ile alakalı özellikler olan bu fiiller gölgeye isnad edilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

Müsned olan  دَاخِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

الْيَم۪ينِ - الشَّمَٓائِلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  ibaresi istiaredir. Çünkü bununla gölgelerin bir yerden bir yere dönmesi kastedilmiştir. Oysa gerçekte gölgeler dönmez ve hareket etmez. Gölgelerin üstüne güneş vurur, böylece gölge kaymış gibi olur. Güneşin ayrıldığı yerlerde de gölgeler önceki haline dönerler. Şu halde gölgeler aslında oldukları gibi kalmakta olup asıl yer değiştiren şey gölgelerin üstüne vuran güneştir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Zeccâc der ki: Bu ayet cismin secde etmesini kastetmektedir. Cismin secde etmesi ise emre itaat etmesi ve ilâhi sanatın etkilerinin görülmesi demektir. Bu da bütün cisimler hakkında umumidir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)

Ayetteki  ظِلَالُهُ  kelimesinde  ظِلَالُ  müfred olan  هُ  zamirine muzâf kılınmıştır ki bu aslında, “Onun gölgesi” manasında değil, “gölgeli” manasınadır. Bu şekilde muzâf kılış, güzel ve yerinde olmuştur. Çünkü bu zamirin ait olduğu, “Allah'ın yarattığı her bir şey” tabirindeki  مَا  edatı, lafzen müfred ise de mana bakımından çoğuldur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

يَتَفَيَّؤُ۬ا  fiili,  فَيْء  masdarından, تفعٌول  vezninde bir fiildir, Arapçada güneşin ışığının gölgeyi yok ettikten sonra tekrar geri gelip döndüğünde, gölge hakkında “Gölge geldi” denir,  فَيْء  aslında dönmek, geri gelmek manasınadır. Îlâ yapan kişinin hanımına dönmesi manasında  فَيْء  denilmesi de bu manadadır. Gayr-ı müslimlerin mallarından Müslümanların eline geçen şeylere  فَيْء  denmesi de o malların Müslümanlara dönmesinden dolayıdır. Hakk Teâlâ'nın “Onlardan, Allah'ın, Resulüne verdiği  فَيْء…” (Haşr Suresi, 7) ayetindeki  فَيْء ’de bu manadadır. Binaenaleyh bütün bunların esası, “dönme” manasına dayanır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

مَا  edatı mevsûledir, müphemdir, açıklaması da  يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ  [gölgeleri döner] kavlidir yani  “Dönen gölgeleri olan şeylere bakmadılar mı?” demektir.  عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ  [Sağdan ve sollardan] sağlarından ve sollarından demektir ya da her birinin iki tarafından demektir. İnsanın sağından ve solundan, istiare ile alınmıştır.  الْيَم۪ينِ ’in tekil olup  الشَّمَٓائِلِ ’in çoğul olması lafız ve mana itibariyledir. Mesela,  ظِلَالُهُ ’daki zamirin tekil ve  سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  kavlinde cemi olması gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

الْيَم۪ينِ  ile الشَّمَٓائِلِ  kelimeleri arasında müfred ve cemi şeklinde güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ  ifadeleri  ظِلَالُهُ ’daki zamirden haldir. Secdeden maksat teslim olmaktır, ister tabiatıyla olsun isterse iradesiyle olsun.  سجدت النخلة  denir ki hurma ağacının meyve yükünden eğilmesini ifade eder. Ya da  سُجَّداً  kelimesi  ظِلَالُ ’dan hal’dir,  وَهُمْ دَاخِرُونَ  ise zamirden haldir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

44. ayet  يَتَفَكَّرُونَ  [Düşünürler] 45. ayet, يَشْعُرُونَ [Bilirler], 48. ayetteki  دَاخِرُونَ [Küçülerek boyun eğenler] kelimeleri arasında seci vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

ظِلَالُ  [gölgeler], akıllılar cinsinden değildir, bunun hali olan  دَاخِرُونَ  kelimesi, vâv-nûn ile (yani cemi müzekkeri salim sıygası üzere) cemi olarak gelmiştir. “Çünkü Allah Teâlâ, onları itaat eden, boyun eğen, zelil olan diye vasfedince sanki akıllı varlıklara benzetmiş oldu.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Ayette, الْيَم۪ينِ (sağ) lafzının müfred,  الشَّمَٓائِلِ (sollar) lafzının ise cemi olarak getirilmesindeki hikmet şudur;  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzı müfred getirilmiş ama cemi manası murad edilmiştir. Araplar, iki cemi sıygayı peşpeşe getirmek istediklerinde, birini müfred ikincisini cemi olarak getirirler. Mesela, [(Allah) zulümatı ve nuru yarattı. (Enam Suresi, 1)] ve [Allah onların kalplerini ve kulağını mühürledi. (Bakara Suresi, 7)] ayetlerinde olduğu gibi.  الْيَم۪ينِ (sağ) lafzını, “doğu” manasına aldığımızda, güneşin doğusu olan o nokta, tek olmuş olur. Dolayısı ile  الْيَم۪ينِ  tek olur.  الشَّمَٓائِلِ  lafzı ise gölgelerde, yeryüzüne düştükten sonra meydana gelen çeşitli değişiklikleri ifade eder. Bu değişiklikler çoktur. İşte bundan ötürü Allah Teâlâ, bunu cemi sıygası ile getirmiştir. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Nahl Sûresi 49. Ayet

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ۩  ...


Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (boyun eğerler).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ ve Allah’a
2 يَسْجُدُ secde ederler س ج د
3 مَا ne varsa
4 فِي
5 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
6 وَمَا ve ne varsa
7 فِي
8 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
9 مِنْ
10 دَابَّةٍ canlılardan د ب ب
11 وَالْمَلَائِكَةُ ve meleklerden م ل ك
12 وَهُمْ ve onlar
13 لَا asla
14 يَسْتَكْبِرُونَ büyük taslamazlar ك ب ر
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler de Allah’a secde eder, boyun eğerler. Ayrıca melekler asla kibre kapılıp âsi olmaz, serkeşlik etmez, Allah’ın yasalarından sapmazlar; O’na derin bir saygıyla kulluk eder, emredileni yaparlar. Canlı varlıklar içinde akıllı ve bilinçli olanların secdesi ibadet şeklinde, diğerlerininki ise itaat ve inkıyad şeklindedir. Esasen insanların fizyolojik ve psikolojik yapıları bile Allah’ın iradesiyle işlediğine göre, inkârcı olan da bu yönüyle diğer canlı ve cansız varlıklar gibi “inkıyad” mânasında her an Allah’a secde eder.Nitekim burada inkârcı ve isyankâr insanlar istisna edilmeksizin yerdeki canlıların tamamının Allah’a secde ettiği ifade buyurulmuştur.
“Göklerdekiler” sözü melekleri de kapsamakla birlikte onların Allah’a itaat ve ibadetleri diğer varlıklara göre en ileri derecede olduğu için bir takdir ifadesi olmak üzere özellikle anılmış olmalıdırlar. İnsanlar içinde inkârcı ve günahkârlar bulunursa da, melekler Allah’a ibadet konusunda asla kibir taslamazlar, küstahça tavır takınmaz; yüceler yücesi bildikleri rablerinden korkar, O’nun buyruklarına eksiksiz uyarlar. Bu âyet, meleklerin ismet (günahsızlık) özelliğine sahip olduklarını gösterir (Râzî, XX, 44-45).
 Bağlamından dolayı “yüceler yücesi…” diye tercüme ettiğimiz metindeki min fevkıhim ifadesinin tam karşılığı, “onların üzerinden” şeklinde olduğu için, 50. âyete, bizim tercih ettiğimiz mânadan başka, “üstlerinden, yukarıdan gelecek olan azaptan dolayı rablerinden korkarlar…” mânası da verilmiştir (bk. Zemahşerî, II, 331; Kurtubî, X, 119).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 405-406

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru  يَسْجُدُ  fiiline mütealliktir.  يَسْجُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  

مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. مِنْ دَٓابَّةٍ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  atıf harfi وَ ’la birinci ism-i mevsûle matuf, damme ile merfûdur.  وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ  cümlesi, hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَسْتَكْبِرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَكْبِرُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَسْتَكْبِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. لِلّٰهِ  car mecruru, kasr için amili olan  يَسْجُدُ  fiiline takdim edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

İki tekit hükmündeki kasr car-mecrur ve müteallakı arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ  mevsûf/maksurun aleyh, يَسْجُدُ  sıfat/ maksur olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Yani secde, sadece ve sadece Allah içindir. 

Putlara secde eden müşriklere tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

يَسْجُدُ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayetteki ikinci mevsûl  مَا , birinciye matuftur. Sıla cümlesi mahzuftur.  وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ دَٓابَّةٍ , mevsûlün mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ دَٓابَّةٍ ’deki nekrelik, nev ve kesret,  مِنْ  ise istiğrak ifade eder

وَالْمَلٰٓئِكَةُ  mevsule temasül nedeniyle atfedilmiştir.

وَمَا فِي الْاَرْضِ  ‘nin  مَا فِي السَّمٰوَاتِ ‘ye atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat arzı da içine alır.

فِي السَّمٰوَاتِ  ve  فِي الْاَرْضِ  ibarelerindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.  

Hal  و ’ıyla gelen  وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ  cümlesi,  يَسْجُدُ  fiilinin failinden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Cümlenin müsnedi olan  لَا يَسْتَكْبِرُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudus, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Secde edenler; semavatta ve arzda olanlarla melekler olarak sıralanmıştır. Bu, taksim sanatı üslubudur.

يَسْجُدُ - يَسْتَكْبِرُونَ  arasında îhâm-ı tezâd, السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Ayette, “şu göklerde olanlar” denildikten sonra “ve bütün melekler” denilmesi, başka ayetlerde Cebrail’in meleklerden sonra zikredilmesi kabilinden olup tazim içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

لِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesinde tağlip sanatı vardır. (Mahmut Safi, El-Cedvel fi İrabi’l Kur’an)

Bu, temiz melekleri daha çok büyütmek ve şereflendirmek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Göklerde ve yerde bulunanların secde etmelerinin peşinden onların “kibirlenmemeleri” getirilmiştir. Çünkü kibirlenselerdi secde etmezlerdi. İkinci vasıf birinci vasıftan kaynaklanmaktadır. Sanki Allah, önce onları secde etmekle övmüş, ardından da secde etmelerinin mantıkî bir sonucu olarak “kibirlenmemek” ile övmüştür. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Nahl Sûresi 50. Ayet

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  ...


Üzerlerinde hâkim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَخَافُونَ korkarlar خ و ف
2 رَبَّهُمْ Rablerinden ر ب ب
3 مِنْ
4 فَوْقِهِمْ üstlerindeki ف و ق
5 وَيَفْعَلُونَ ve yaparlar ف ع ل
6 مَا şeyi
7 يُؤْمَرُونَ emredildikleri ا م ر

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

 

Cümle, önceki ayetteki  يَسْتَكْبِرُونَ ’deki failin hali olarak mahallen merfûdur. 

Fiil cümlesidir.  يَخَافُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ فَوْقِهِمْ  car mecruru  رَبَّهُمْ ’ün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, عاليا من فوقهم بالقهر (baskı ile onların üzerinde yüceleyerek) şeklindedir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَفْعَلُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمَرُونَ۟ ’dir. Aid zamir mahzuftur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْمَرُونَ۟  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟

 

Ayet, önceki ayetteki  لَا يَسْتَكْبِرُونَ ’nin fail zamirinden hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّهُمْ  izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamiri dolayısıyla melekler şan ve şeref kazanmıştır.

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ  ifadesinde istiare sanatı vardır.  فَوْقِهِمْ , mecazen bir şeyin kontrolünü elde tutmak anlamında kullanılır. فَوْقِ  kelimesi hakim olmak, kontrol altında tutmak anlamında müsteardır. Çünkü bir şeye üstünlük sağlamak, o şeyin üzerinde kontrol sahibi olmaktan daha kuvvetli bir mana taşır. Bir temsil sanatı vardır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Araf 127)  

يَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَفْعَلُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يُؤْمَرُونَ۟  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُؤْمَرُونَ۟  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ [Üstlerindeki Rablerinden korkarlar] üstlerinden azap göndermesinden korkarlar ya da kahır ve kuvveti üstlerinde olandan korkarlar demektir. Mesela, [O, kullarının üstünde kahredicidir] (Enam Suresi, 18) gibi. Cümle  لَا يَسْتَكْبِرُونَ ’daki zamirden haldir ya da onun açıklama ve sonucudur, çünkü Allah’tan korkan O’na ibadetten büyüklenmez. وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟  [Ve emrolundukları şeyi yaparlar.] İtaat ve idare gibi. Bunda meleklerin de mükellef olduklarına ve korku ile ümit arasında döndüklerine delil vardır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Nahl Sûresi 51. Ayet

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ...


Allah, şöyle dedi: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek ilâhtır. O hâlde, yalnız benden korkun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 اللَّهُ Allah
3 لَا
4 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
5 إِلَٰهَيْنِ (iki) ilah ا ل ه
6 اثْنَيْنِ iki ث ن ي
7 إِنَّمَا şüphesiz
8 هُوَ O
9 إِلَٰهٌ ilahtır ا ل ه
10 وَاحِدٌ tek و ح د
11 فَإِيَّايَ yalnız benden
12 فَارْهَبُونِ korkun ر ه ب
Tefsirlerde 52. âyet metnindeki din kelimesi “itaat” olarak açıklanmıştır; aynı âyette geçen vâsıben kelimesi ise bizim tercih ettiğimiz “daima ve yalnız” anlamı yanında “zorunlu olarak” gibi başka anlamlarda da açıklanmıştır.
 “İki tanrı edinmeyin” ifadesiyle çok tanrıcılığın asgarisi bile reddedildiğine göre ikiden fazla varlığa tanrısallık yüklemenin de yasaklandığı açıktır. Nitekim devamındaki “Tanrı bir tektir” ifadesi de bunu vurgulamaktadır. Birden fazla tanrı tanımanın mantığı, evrende birden fazla yaratıcı-yönetici güç olduğu kabulüne dayandığı için, 52. âyette göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah’a ait olduğu, yani O’nun tarafından yaratıldığı, O’nun hüküm ve tasarrufunda bulunduğu belirtilmiş, buradan da kulluk ve itaatin zorunlu olarak sadece O’na yapılması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavli,  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ’dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰهَيْنِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  يْ ‘dir. اثْنَيْنِ  kelimesi  اِلٰهَيْنِ ’nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için nasb alameti ي ‘dir. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَتَّخِذُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile  mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّمَا  kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلٰهٌ  haber olup damme ile merfûdur. وَاحِدٌ kelimesi  اِلٰهٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. (https://islamansiklopedisi.org )


 فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

Fiil cümlesidir. فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن نالكم الخوف فارهبوني أنا دون سواي. (Size korku eriştiğinde benden korkun. Başka kimseden değil) şeklindedir.

Munfasıl zamir  اِيَّايَ  mukadder bir fiilin mukaddem mef‘ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ارهبوا  şeklindedir. Gelecek olan fiil onu tefsir eder.

فَ  tezyin için zaid harfdir.  ارْهَبُونِ  fiili  نَ ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması haşyet duyguları uyandırmak içindir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اثْنَيْنِ  kelimesi,  اِلٰهَيْنِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ [Allah dedi: İki ilâh edinmeyin] ibaresinde sayılan onu gösterdiği halde sayının da zikredilmesi, söz konusunun o olduğunu bildirmek içindir. Ya da ikiliğin ilâhlığa aykırı olduğuna ima içindir, nitekim [o sadece bir tek ilâhtır] kavlinde de  وَاحِدٌ ’i zikretmiştir, bu da ilâhlığı değil birliği ispat etmek içindir ya da birliğin ilâhlığın gereklerinden olduğu içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

اثْنَيْنِ  tabirinin tekrar edilmesinin gayesi, bu fikirden tamamıyla uzaklaştırmak ve aklın bundaki çirkinliğe vukûfiyetini mükemmelleştirmektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


  اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiştir. 

İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  mevsuf/maksûr, اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf, ale’s sıfattır. 

وَاحِدٌ  kelimesi,  اِلٰهٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap, konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani, muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi Fatma Serap Karamollaoğlu)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِلٰهٌ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اثْنَيْنِۚ - وَاحِدٌۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. 

فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  cümlesi, takdiri  إن رهبتم شيئًا (Bir şeyden korkacaksanız) olan mukadder şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِيَّايَ , mezkur fiili açıklayan takdiri  ارهبوا  olan fiilin mukaddem mef’ûlüdür. Cümlenin takdiri  إيّاي ارهبوا  [Sadece benden korkun] şeklindedir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Başka korkuların göz ardı edildiği ve tamamiyle kendisiyle sınırladığı ayrıca şer ilahından korkanlara cevap olan kasr, izafî, kasr-ı kalbdir. (Âşûr,Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)

Kasr, mef’ûl ve fiil arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِيَّايَ , maksurun aleyh/mevsûf, فَارْهَبُونِ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Yani fiilin, takdîm edilen bu mef’ûle has olduğu ifade edilmiştir. Sadece ve sadece benden korkun anlamındadır.

فَارْهَبُونِ  fiilinin sonundaki mef’ûl zamirin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kelimenin sonundaki esre mütekellim zamirinden ivazdır. نِ  ise nun-u vikayedir.

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede korkuyu ve ikazı artırmak için mütekellim zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.

فَارْهَبُونِ  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Cümleye dahil olan  فَ , tekid ifade eden zaid harftir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette  ارْهَبُونِ  fiilinin mef‘ûlü olan  اِيَّايَ  mansub munfasıl zamiri fiilden önce zikredilmiştir. Ayrıca fiilin sonunda yer alan meksur nun-u vikaye ( ن ) burada mahzuf bir mütekellim zamirin  ى  bulunduğuna delalet etmektedir. Yani mef‘ûl hem fiile takdim edilmiş hem de tekid gayesiyle fiilden sonra tekrar zikredilmiştir. Bu durum da ifadede güçlü bir tahsis oluşmuştur. Buna göre cümlenin anlamı sadece ve sadece benden korkun, başkasından değil şeklindedir. Beyzâvî’nin ayetteki tahsisle ilgili beyanı şöyledir: “Bu kalıp  وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  tahsis ifade etmede  اِيَّاكَ نَعْبُدُ (Fatiha, 1/5) ifadesinden daha kuvvetlidir. Çünkü bunda mef‘ûlün tekrarıyla  اِيَّايَ فَارْهَبُونِ  beraber, sözün şart manasını içerdiğini gösteren ceza (cevap) فَ ‘ si de vardır. Sanki şöyle denilmiştir: إن كنتم راهبين شيء فَارْهَبُونِ (Eğer bir şeyden korkacaksanız benden korkun.) (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Bakara/40) 

Zuhaylî’ye göre ayet-i kerimenin sonundaki  فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ  ifadesinde gaib kipinden mütekellim sıygasına geçiş yapılmak suretiyle iltifat vardır. Bu, korkutma ve mehabette mübalağa ve maksadı açıkça ifade etmek için yapılmıştır. Sanki şöyle buyrulmuştur: “İşte o tek olan ilâh benim, öyleyse başkasından değil yalnızca benden korkun.”

Zemahşerî de: “Bu ifade kelamın gaibden mütekellim sıygasına nakledilmesidir. Burada galip olan mütekellim olduğu için bu geçiş caiz olmuştur. Bu üslup iltifat yollarından biri olup korkutma hususunda  وَاِيَّاهُ فَارْهَبُوهُ  ifadesinden ve öncesinin mütekellim sıygasıyla gelmesinden daha beliğdir.” demektedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Nahl Sûresi 52. Ayet

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İtaat de daima O’na olmalıdır. Öyle iken siz Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا ne varsa
2 فِي
3 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
5 وَلَهُ ve O’nundur
6 الدِّينُ din (kulluk) د ي ن
7 وَاصِبًا daima و ص ب
8 أَفَغَيْرَ başkasından mı? غ ي ر
9 اللَّهِ Allah’tan
10 تَتَّقُونَ korkuyorsunuz و ق ي

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. الْاَرْضِ  atıf harfiyle makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.  وَاصِباً  mahzuf haberdeki zamirin mahzuf hali olup fetha ile mansubdur. Takdiri,  الدين ثابت له حال كونه واصبا (Din onun için sabittir, bu hal devamlıdır.) şeklindedir.

وَاصِباً  ; sülâsî mücerredi  وصب  olan fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

Fiil cümlesdir. Hemze istifham harfidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي  olmuş, sonra و  harfi  ت 'ye dönüşmüş إتّقي  olmuştur. 

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle önceki ayetteki  اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَا , muahhar mübtedadır.

Kasr, (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ , maksurun aleyh/sıfat,  مَا فِي السَّمٰوَاتِ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasındaki maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb ve murâât-i nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  ibarelerindeki  فِي  harflerinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla gökyüzü ve yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.  

وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباً  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الدّ۪ينُ  muahhar mübtedadır. Haberin takdimi kasr ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Kasr mübteda ve haber arasındadır.  لَهُ , maksurun aleyh/sıfat,  الدّ۪ينُ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

وَاصِباً  haberdeki gizli zamirden haldir. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

Cenab-ı Hakk, [Taat da daima O’na mahsustur.] buyurmuştur. Buradaki  الدّ۪ينُ  kelimesiyle taat,  وَاصِباً  kelimesiyle de devamlı oluş kastedilmiştir. Ayetteki  وَاصِباً  kelimesi, haldir. Bunun âmili ise zarftaki (yani  لَهُ  kelimesindeki) fiil anlamıdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  أتجهلون (Siz cahil misiniz?) şeklindedir. 

Hemze inkarî istifham harfidir. İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve taaccüb anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muzari fiil sıygasında gelerek hudus, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Mef’ûl olan  غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti önemine binaen amili olan  تَتَّقُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Zamir yerine lafza-i celâlin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, mehabeti artırarak tehditte mübalağa için zikri iltifat sanatıdır.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ [Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!] ayeti, âlemin ilâhının, Rabbinin tek olduğunu ve O'nun dışında kalan her şeyin hem meydana gelirken hem de meydana geldikten sonra hayatiyetini devam ettirirken O'na muhtaç olduğunu bildikten ve bu temel düsturu kavradıktan sonra artık insanın nasıl Allah'tan başkasını arzulaması ve Allah'tan başkasından korkması düşünülebilir? demektir. İşte bu incelikten dolayı Cenab-ı Hakk “taaccüp üslubuyla” “Böyle iken hâlâ Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz!” buyurmuştur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Nahl Sûresi 53. Ayet

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ  ...


Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا (ulaşan)
2 بِكُمْ size
3 مِنْ
4 نِعْمَةٍ her ni’met ن ع م
5 فَمِنَ -tandır
6 اللَّهِ Allah-
7 ثُمَّ sonra
8 إِذَا zaman
9 مَسَّكُمُ size dokunduğu م س س
10 الضُّرُّ bir sıkıntı ض ر ر
11 فَإِلَيْهِ yalnız O’na
12 تَجْأَرُونَ yalvarırsınız ج ا ر
Sadece yaratıcı olduğundan dolayı değil, aynı zamanda nimet sahibi olduğu, hayatın devamı hususunda gerekli olan imkânları, bu arada insanların yiyip içtiği, servet kabul edip sevinç duyduğu nimetleri, sağlık ve âfiyeti ihsan ettiği için, bütün bunları verenin başkası değil yalnız O olduğu, başlarına bir sıkıntı gelince O’na yöneldikleri, yönelmeleri gerektiği için de O’nu rab olarak bilip O’na itaat etmeleri gerekir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 406

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  مِنْ نِعْمَةٍ  car mecruru  مَا ’nın temyizi veya mahzuf aid zamirine mütealliktir. فَ  zaid harftir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. مَسَّكُمُ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَسَّكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الضُّرُّ  fail olup damme ile merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

اِلَيْهِ  car mecruru  تَجْـَٔرُونَ  fiiline mütealliktir.  تَجْـَٔرُونَ  fiili  نَ ’nun subutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ثُمَّ  ;matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذَا) :Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası mahzuftur. بِكُمْ , mahzuf sılaya mütealliktir. 

Mahzuf habere müteallık olan  فَمِنَ اللّٰهِ ’deki  فَ  zaid harftir. Tekid ifade eder.

مِنْ نِعْمَةٍ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. Kelimedeki nekrelik, kesret, nev ve tazim ifade eder. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. İbaredeki  مِنْ  ibtidaiyyedir. Yani size nimet Allah’tan ulaşıyor. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَا  şart edatıdır ya da şart manasını içermektedir, bu da haber bakımından böyledir, nimetin meydana gelmesi bakımından değil. Çünkü nimetin elde bulunması Allah’tan olduğunu haber vermeye sebeptir de ondan olmasına değil. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ

 

Cümle, rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan  مَسَّكُمُ الضُّرُّ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

مسّ  fiilinin  الضُّرُّ ‘ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara isnad edilmiş, böylece cansız olan şey, canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. Zararın dokunması ibaresi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.) 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَ , aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  اِلَيْهِ  car mecruru, ihtimam için amili olan  تَجْـَٔرُونَ  fiiline takdim edilmiştir. Böylece fasılaya riayet de sağlanmıştır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

مَسَّكُمُ  fiilinin faili  الضُّرُّ ’dur. Dolayısıyla burada mecazi isnad veya istiare söz konusudur.

ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ [Sonra size, herhangi bir keder ve musibet dokunduğu zaman…] buyurulmuştur. İbni Abbas, Cenab-ı Hakk'ın bu ifadeyle hastalıkları, rahatsızlıkları ve ihtiyaçları kastettiğini söylemiştir. Hakk Teâlâ “...ancak O'na tazarru ve yakarmada bulunursunuz.” buyurmuştur ki bu, “Yardımını istemek için seslerinizi yükseltir, O'na dua ederek O'na yalvarır yakarırsınız.” demektir. Nitekim Arapçada denir ki bu tıpkı bir sığırın sesi gibi şiddetli çıkan ses ve böğürtü demektir. Buna göre mana şöyle olur: “Allah Teâlâ, bütün nimetlerin kendisinden olduğunu; sonra da herhangi bir kimseye o nimetlerden herhangi birinin zeval bulmasını gerektiren bir zarar tesadüf ettiğinde, O'nun Allah'a yalvarıp yakardığını, yüksek sesle niyazda bulunduğunu yani o kimse mahlukatın melceinin ancak O olduğunu bildiği için kendisinden başka hiç kimseden yardım talep etmediğini beyan buyurmuştur.” Buna göre Cenab-ı Hakk, onlara sanki “Genişlik ve emniyet içinde iken niye bu yolu tutmadınız; neredeydiniz?” demek istemiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ  [Sonra size sıkıntı dokunduğu zaman yalnız ona yalvarırsınız.] ondan başkasına niyaz etmezsiniz. Ayette geçen  جْـَٔرُ , dua ederken veya yardım isterken sesi yükseltmektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Nahl Sûresi 54. Ayet

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ  ...


Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِذَا zaman
3 كَشَفَ kaldırdığı ك ش ف
4 الضُّرَّ o sıkıntıyı ض ر ر
5 عَنْكُمْ sizden
6 إِذَا hemen
7 فَرِيقٌ bir grup ف ر ق
8 مِنْكُمْ içinizden
9 بِرَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
10 يُشْرِكُونَ ortak koşarlar ش ر ك
Râzî, bu âyetleri tefsir ederken konuyla ilgili görüşünü şu şekilde ifade eder: “İnsanın aslî fıtratı ve temiz hilkati belâ, zarar, âfet gibi korku ve sıkıntı zamanlarında Allah’tan başka sığınak olmadığına, sadece O’ndan yardım geleceğine şahitlik eder. Ama belâ ve zarar ortadan kalkınca da bu itikad üzere olmak gerekir. Musibet geldiğinde Allah’tan başka sığınak olmadığını itiraf edip de ondan kurtulunca bunun aksine davranmak, Allah’a ortak koşmak vahim bir cehalet, tam bir dalâlettir” (XX, 51). Âyette de bazı insanların bu şekilde çelişkili tutuma girerek Allah’a ortak koşmaları (genel anlamda Allah’tan başka varlıklara tanrısal bir güç ve değer yüklemeleri), beklenmedik bir durum (müfâcee) için kullanılan “izâ” edatıyla ifade edilerek yadırganmıştır. Bu sebeple meâlinde bu edatı “gariptir ki” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. Yine Râzî, 1 Muharrem 602 tarihinde (18 Ağustos 1205) bu âyetlerin tefsirini yazarken sabah vaktinde şiddetli bir deprem olduğunu, insanların dehşet içinde bağıra çağıra Allah’a dua edip yalvardıklarını, fakat bir süre sonra yine “sefâhet ve cehâletlerine” döndüklerini belirtip bu olayı söz konusu âyetin açıklanmasına bir örnek olarak gösterir (XX, 51-52). Müfessirlerin çoğu 55. âyetin başındaki “li” edatını “ta‘lil lâmı” (sebep bildiren edat) kabul ederek âyeti bizim meâlimizdeki gibi anlamışlardır. Ancak bunun “âkıbet lâmı” (işin vardığı sonucu bildiren edat) olduğu ileri sürülerek âyete, “Nihayet verdiklerimize karşılık nankörlük yaparlar” diye mâna verenler olduğu gibi (bk. İbn Kesîr, IV, 495; Şevkânî, III, 192), âyet metnindeki “li-yekfürû” ifadesinin tehdit ve uyarı anlamı taşıyan emir olduğunu savunarak bu kısma, “Nankörlük etsinler bakalım!…” şeklinde mâna verenler de olmuştur (bk. Zemahşerî, II, 332; İbn Atıyye, III, 401).

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ


ثُمَّ   tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. كَشَفَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَشَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الضُّرَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  عَنْكُمْ  car mecruru  كَشَفَ  fiiline mütealliktir.

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا, isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ  cümlesi, şartın cevabıdır. 

İsim cümlesidir. فَر۪يقٌ  mübteda olup damme ile merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ  ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.

بِرَبِّهِمْ  car mecruru  يُشْرِكُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُشْرِكُونَ  cümlesi, فَر۪يقٌ ‘nun haberi olarak mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c)  Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

 

Cümle, tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. 

Şart cümlesi olan  اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Şartın cevabı mufacee harfi  اِذَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَر۪يقٌ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُشْرِكُونَ  cümlesi, haberdir. 

Müsnedün ileyhin tenkiri tahkir içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. اِلَيْهِ  car mecruru, ihtimam için amili olan  تَجْـَٔرُونَ  fiiline takdim edilmiştir. Böylece fasılaya riayet de sağlanmıştır.

Veciz ifade kastıyla gelen  بِرَبِّهِمْ  izafetinde şirk koşanlara aid  هِمْ  zamirinin Rab ismine muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve onları tahkir manası vardır.

Zamir yerine zahir isim gelerek, Rab isminin zikredilmesi Allah’ın rububiyet vasfının öne çıkarılması ve onların yaptığının yanlışlığına işaret için yapılan ıtnâb ve iltifât sanatıdır.

Önceki ayetteki  ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ  ibaresiyle bu ayetteki  ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ  ibaresi arasında mukabele vardır.

Buradaki  ثُمَّ (sonra) kelimesi, zararın dokunma süresinin uzun olduğuna ve uzun bir süreden sonra zararın kalktığına delalet için değil, ona terettüp eden şirk mertebesinin dalaletin en uzak mertebesi olduğuna işaret içindir.

Eğer bu hitap bütün insanlara ise bu fırka, kâfir olan fırka demektir. Eğer hitap yalnız kâfirlere ise “içinizden bir güruh” ifadesi beyan içindir. Yani siz kâfirler fırkası, demek olur. Ancak hitap, kâfirler için olduğu takdirde onlardan bir kısmı ibret alıp küfründen vazgeçmiş de olabilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

“Nihayet O, sizden bu keder ve musibeti açıp giderdiği zaman ise içinizden bir kısmı, bakarsınız ki Rabblerine eş koşuyorlar.” buyurmuştur. Böylece Allah Teâlâ, sıkıntıları giderilip durumları düzeltildiğinde onların gruplara ayrıldıklarını; bir kısmının, şiddet ve sıkıntı esnasında iken sadece Allah'a sığınma halini şimdi de sürdürdüğünü, bir kısmının ise değişip Allah'a başkalarını şerik koştuğunu beyan buyurmuştur ki bu bir cehalet ve dalalettir. Çünkü onların aslî fıtratları ve tabiî yaratılışları, başlarına bir bela, bir sıkıntı, bir afet ve korkunç bir şey geldiğinde, sadece tek olan Allah'a sığınacaklarına ve sadece tek olan Allah'tan yardım istemeleri gerektiğine şehadet edince bu sıkıntı ve belalar kalktığında da onların aynı inanç üzere kalması gerekir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

مِنْ ’in bazı manasına olması da caizdir, o zaman bazılarına itibar edilmiş olur, Mesela, “Onları karaya çıkardığı zaman içlerinden kimisi doğru yoldadır.” (Lokman Suresi, 32) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)

Günün Mesajı
44. ayet, Kur'ân indirildikten, yani ondan herhangi bir âyet, âyetler grubu, süre geldikten sonra ondaki ve onlardaki, nihai olarak bütün Kurân'daki gerçeklerin, va'd ve tehditlerin, hükümlerin insanlara açıklanması gerektiğini beyan buyurmakta ve bunu da öncelikle Kurân'ın kendisine indirildiği zâta, yani Peygamber Efendimiz'e yüklemektedir. Şu halde, Kur'ân'ın insanlara tebliği sadece onu okumak değil, okumak, anlatmak ve açıklamaktır. Elbette Peygamber Efendimiz (S.a.s.), bu görevi hakkıyla yerine bağlı getirmiştir. İşte Sünnet, Kur'ân'ın mücmelini (özet ve özlü ifadelerini) tafsil eder (açar), müphemini (kapalısını) tefsir eder, Kur'ân'da umumi ifadelerle gelen bazı hükümleri tahsis eder (o hükümlerin hangi şartlara bağlı, kim ve ne ile ilgili olduğunu beyan buyurur), mutlak, yani bir kayıtla kayıtlanmadan gelmiş hükümlerini takyit eder (kayıtlandırır). Aynı zamanda Sünnet, Kur'ân'ı hayata hayat yapma yoludur.



Sayfadan Gönüle Düşenler

“Bir zulmü engelleyemiyorsanız, en azından onu herkese duyurun.” Aliya İzzetbegoviç

İnsan hayatının altüst olması için tek bir an yeter. O tek bir anın içinde hayatın akışı değişir, kimileri için hayat durur, kimileri o anın içinde kaybolur. Olayın içindekiler ve dışındakiler, farklı boyutlara taşınır.

O andan önce her şey yerli yerindeyken, sonrasında düzen bozulur. Hayat bir yapbozsa eğer; ya parçalar yer değiştirir, ya da parça/lar kaybolur gider. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz, resimdeki görüntü değişir. Geriye tevekkül edip resmin yeni haline alışmak, şükür edilecek detaylara hamd etmek, dünyadaki her halin geçici olduğuna iman ederek Allah’tan yardım dilemek ve elden ne gelir diye bakmak kalır.

Tek bir an yeter. Bir insanın ebeveynsiz, başka birinin eşsiz, diğerinin evlatsız, kardeşsiz, arkadaşsız kalması için.

Her gün insanlar ölür, yaralanır ama bu bir başkasının zulmüyle gerçekleştiğinde; kalpler dualarla kenetlenir, aynı kişilere karşı merhamet veya nefret hissedilir.

Kötülüklerin peşinden koşan zalimin en büyük yanılgısıdır; her şeyi kontrol edebileceğini sanmak. Dünya üzerinde kaçtığını zannetmenin güvencesiyle neşelenir. Bir gün, ölümün kendisine de geleceğini unuturcasına; kararmış kalbinin, karanlık dünyasına hapsolur. Melekler canını vura vura aldığında, Allah’ın gazabına uğradığında, meleklerle insanların lanetleriyle cehenneme uğurlandığında, zulmettiği mazlumların yüzlerini görür belki ve anlar ki; hakikaten hiçbir hak yerde kalmazmış.

“Mazlumun zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.” Hz. Ali (r.a.)

Ey zalimin zulmünden, mazlumun halinden haberdar olan Allahım! Bizi; adaletinden ve rahmetinden şüpheye düşmekten; zalimlerden ve onların sebep olduğu yıkıcı anlardan; zalimin zulmüne sessiz kalmaktan ve zerre kadar ortak olmaktan; zalimlere benzemekten ve onlara meyil etmekten; mazlumları küçümsemekten ve maddi manevi sırtımızı dönmekten muhafaza buyur.

Ey merhameti sonsuz olan Allahım! Her gün yıkıcı anları yaşayan ve yaşamaktan korkan kullarının yardımcısı ol. Onları zalimlerin elinden kurtar. Rahmet rüzgarlarınla gönüllerindeki hüznü ve korkuyu gider. Bizi; zulmün karşısında İslam bayrağı altında toplananlardan ve İslam alemi için elinden geleni yapanlardan eyle.

Ey secdelerin tek sahibi olan Allahım! Bizi; hiçbir şekilde büyüklük taslamadan secdeye varan canlı ve cansız her varlıkla beraber, Sana secde edenlerden eyle. Secdedeki huzurla tanışanlardan ve secde halinde gizlenmiş her türlü nimet ve bereketten nasiplenenlerden eyle.

 

Amin.

***

İstemek ve hayal kurmak bedavadır. Doğru niyetlere dayanarak doğru hedefler belirlemek zordur. Kişi, ahlakı kalbine ve dini sorumlulukları hayatına oturtmadan dünyaya teşvik edilir. İstekleri sıralamak kolaydır ama onlara kavuştuğunda nasıl bir insan olması gerektiğini düşünen azdır. 

Dünyaya rağbet etmesi istenen kişilerin kendilerine devamlı şöhret, para, güzellik, makam ve hatta aşk gibi özünde geçici olan dünyalık güzel yönler hatırlatılır. Bunlar şükredilesi sebepler olsa bile niyeti ve hedefi Allah rızası olmayanın ahlakını zedeleyerek büyüklenmesine yol açar.

Aslında ünvanın ve çokluğun bir önemi yoktur. Kişinin ahlakı; ne kadar ünlü, eğitimli ya da kimine göre ne kadar şanslı olduğuyla doğru orantılı değildir. Üstlendiği görevin, doğrulara vesile olacak şekilde ya da olması gerektiği gibi adil davranarak, hakkını vereceğinin de garantisi yoktur. 

Dünyalık nimetleri arzulayanlar, genellikle tek boyutlu düşünmeye meyillidirler. Yani sahip olması istenenin sağlayacağı üstünlüklerin hesabını yapar ve belki de başarı temalı hayaller kurar. Ancak sahip olduktan sonra ‘nasıl doğru davranırım’ üzerinde düşünmeyi unutur ya da erteler. 

Kısacası; maddi alemini hayallerine ulaşmak için hazırlarken maneviyatını ihmal eder. Bu da o üstünlüğün altında ezilmek, kıymetini bilememek, kısa sürede kaybetmek gibi işin başında yıpratıcı ya da şükürsüzlük, adaletsizlik, ahlaksızlık gibi yaşamın sonunda korkutucu sonuçlanır.

Ey Allahım! Hayallerimizi ve isteklerimizi bilensin. Hakkımızda hayırlı olacakların peşinden, Senin rızanı gözeterek gidenlerden eyle. Ahlakımızı çirkinleştirecek, bizi maddi manevi yıpratacak ve imanımızı zedeleyecek istekleri kalplerimizden ve dualarımızdan uzaklaştır. Maddi ve manevi zayıflıklarımızı bilensin. Üstlenmemiz gereken görevler için doğru hazırlananlardan ve görevlerimizi üstlendiğimiz zaman da bir müslümana yakışır şekilde yerine getirenlerden eyle. Rabbim! Kibir gibi bütün manevi hastalıklardan muhafaza buyur. Ahlaklarımızı arındır ve imanlarımızı kuvvetlendir. Bizi doğru zamanda, doğru şekilde, doğru nimeti isteyenlerden; nimetin gelişini ya da gidişini doğru karşılayanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji