بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
3 | وَصَدُّوا | ve engel olanlar |
|
4 | عَنْ | -ndan |
|
5 | سَبِيلِ | yolu- |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | زِدْنَاهُمْ | artırırız onlara |
|
8 | عَذَابًا | azabı |
|
9 | فَوْقَ | üstüne |
|
10 | الْعَذَابِ | azaplarının |
|
11 | بِمَا | dolayı |
|
12 | كَانُوا | yaptıkları |
|
13 | يُفْسِدُونَ | bozgunculuklarından |
|
Allah’ın hiç kimseye hiçbir şekilde zulmetmeyeceği, günahkârlara da hak ettiklerinden fazla ceza vermeyeceği muhakkaktır. Ancak kendileri inkâr ettikleri gibi başka insanların hidayete ulaşmalarını da engelleyenler, bu tutumlarıyla insanların dinî ve mânevî hayatları için bir fesat, bir bozgunculuk unsuru haline gelenlerin suçları artık bireysel olmanın ötesine taştığı için cezaları da insanların mânevî hayatlarına verdikleri zarar ve tahribatın derecesine göre artacak, katlanacaktır; bu adaletin gereğidir. Nitekim bu hususa Ankebût sûresinde de (29/13) işaret buyurulmuş; Hz. Peygamber de iyilik yolunda öncülük edenlerin, o yolda gidenlerin sevabınca ödüllendirileceğini, kötülük çığırı açanların da bu yüzden kötülüğe bulaşanların günahları kadar günah yükleneceğini bildirmiştir (Müslim, “İlim”, 15; “Zekât”, 69; Nesâî, “Zekât”, 64; Müsned, IV, 357, 359, 360, 361).
Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 420
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. صَدُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدُّوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
زِدْنَاهُمْ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
زِدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَاباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَوْقَ mekân zarfı, عَذَاباً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte زِدْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُفْسِدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُفْسِدُونَ kelimesi ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. يُفْسِدُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi فسد ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası olan كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasına hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
سَب۪يلِ kelimesi lügatte “yol” manasınadır. Araplar, inançları, insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzettiler. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, s. 107)
اللّٰهِ ile زِدْنَاهُمْ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası, كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel بِ harfiyle beraber زِدْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. بِ sebebiyyedir. (Âşûr)
كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, zem makamı olması hasebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
الْعَذَابِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Marife oluşu cins içindir. (Âşûr)
كَفَرُوا - يُفْسِدُونَ - عَذَاباً kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah Teâlâ kâfirlerle ilgili vaîdinden bahsedince bunun peşinden, küfrünün yanı sıra başkalarını da Allah'ın yolundan alıkoyma suçunu işleyen kimselere yönelik vaîdini zikretmiştir. Bunun manasının, “Mescid-i Harâm'dan (Kâbe'den) men ederler.” şeklinde olduğu söylenmiştir ki en doğru olan bu ifadenin, “Allah'a, Resulullah'a ve bütün şer'i hükümlere iman etmekten alıkoymayı içine almış olmasıdır. Çünkü lafız umumidir bunu sınırlandırmanın gereği yoktur.” (Fahreddin er-Râzî)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | نَبْعَثُ | getireceğimiz |
|
3 | فِي | içinde |
|
4 | كُلِّ | her |
|
5 | أُمَّةٍ | ümmet |
|
6 | شَهِيدًا | bir şahid |
|
7 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | أَنْفُسِهِمْ | kendi aralarından |
|
10 | وَجِئْنَا | getireceğiz |
|
11 | بِكَ | seni de |
|
12 | شَهِيدًا | şahid |
|
13 | عَلَىٰ | üzerine |
|
14 | هَٰؤُلَاءِ | bunların |
|
15 | وَنَزَّلْنَا | ve indirdik |
|
16 | عَلَيْكَ | sana |
|
17 | الْكِتَابَ | bu Kitabı |
|
18 | تِبْيَانًا | açıklayan |
|
19 | لِكُلِّ | her |
|
20 | شَيْءٍ | şeyi |
|
21 | وَهُدًى | ve yol gösterici olarak |
|
22 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olarak |
|
23 | وَبُشْرَىٰ | ve müjde olarak |
|
24 | لِلْمُسْلِمِينَ | müslümanlara |
|
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; اذكر ( zikret) şeklindedir.
نَبْعَثُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَبْعَثُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
مِنْ كُلِّ car mecruru نَبْعَثُ fiiline müteallıktır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَه۪يداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْهِمْ car mecruru شَه۪يداً ’e müteallıktır.
مِنْ اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَه۪يداً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. جِئْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِكَ car mecruru جِئْنَا fiiline müteallıktır. شَه۪يدًا kelimesi بِكَ ’deki zamirin hali olup lafzen fetha ile mansubdur.
عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ car mecruru شَه۪يدًا ’e müteallıktır.
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. نَزَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْكَ car mecruru نَزَّلْنَا fiiline müteallıktır. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تِبْيَاناً sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
1. Harf-i cersiz kullanımı:
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlun faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlun lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlun lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِكُلِّ car mecruru تِبْيَاناً ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى kelimeleri atıf harfi وَ ’la تِبْيَاناً ’e matuftur. هُدًى ve بُشْرٰى kelimeleri elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
لِلْمُسْلِم۪ينَ car mecruru بُشْرٰى ’ya müteallıktır. الْمُسْلِمٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الْمُسْلِمٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَزَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
وَ atıf harfidir. Zaman zarfı يَوْمَ, takdiri اذكر olan mahzuf fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِ cümlesi, …نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ cümlesine atfedilmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
نَبْعَثُ ve جِئْنَا fiilleri arasında muzariden maziye iltifat vardır.
Allah Teâlâ, Hz. Muhammed (sav)’i onlara şahit getireceğini söylerken …وَجِئْنَا بِكَ buyurarak mazi fiil kullanmıştır. İstikbalden bahsederken mazi fiil kullanılması söylenenlerin kesin olarak gerçekleşeceğine delalet eder.
‘Geldi’ manasındaki جاء fiili, بِ harf-i ceriyle kullanıldığında ‘getirdi’ manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
اُمَّةٍ ’deki tenvin nev ve kesret, شَه۪يداً kelimelerindeki tenvin ise tazim ifade eder.
Bu ayet-i kerimede Peygamberimizin şehadeti ile ilgili kullanılan fiilin değişmesinin yanı sıra (نَبْعَثُ fiilinden جِئْنَا fiiline) efendimizin şehadetinin diğer peygamberlerin şehadetinden farklı olarak ihbari kalıptan muhataba, muzari fiilden mazî fiile geçmesini de müfessirler Peygamberimizin faziletine ve şehadetinin diğerlerinden önce olacağına yorumlamışlardır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Bu, mükellefleri günahlardan alıkoyacak olan, bir diğer vaîd (tehdit) dir. Ayetle ilgili şu iki görüş vardır:
1. Bu ifade ile her peygamberin (kıyamette) kendi ümmeti aleyhine şahit olacağı kastedilmiştir.
2. Dünyada mevcut olan her topluluk ve kavmin içinde mutlaka aleyhlerine şahitlik edecek bir kimse bulunur.
Bu ayet 84. ayetteki sözlerle aynı şekilde başlıyor. Bu tekrar, tehdidi artırmak için yapılmış ıtnâbdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur عَلَيْكَ siyaktaki önemine binaen mef’ûl olan الْكِتَابَ ’ye takdim edilmiştir.
لِكُلِّ شَيْءٍ, masdar kalıbında mef’ûlü lieclih olan تِبْيَاناً ’e müteallıktır.
شَيْءٍ ve تِبْيَاناً kelimelerinin tenkiri, nev, kesret ve tazim ifade eder.
تِبْيَاناً ’e tezâyüf sebebiyle atfedilen هُدًى ile رَحْمَةً ve بُشْرٰى kelimelerindeki nekrelik de nev, kesret ve tazim ifade eder.
شَه۪يداً - كُلِّ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَهُدًى - رَحْمَةً - بُشْرٰى kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْكِتَابَ ’taki marife ahd içindir. O da Kur’an’dır. (Âşûr)
[Her millete şahit göndeririz] dedikten sonra [seni onlara şahit göndeririz] buyurulması umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır.
Allah Teâlâ daha sonra “Sana bu kitabı, herşey için bir tibyan... olmak üzere peyderpey indirdik.” buyurmuştur. Bu ifadenin, daha önceki ifade ile irtibat ve münasebeti şudur: Cenab-ı Hak, “Seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğiz.” buyurunca, insanların mükellef tutuldukları bütün hususlardaki mazeret ve engellerini giderdiğini; dolayısı ile kendilerinin ileri surebilecek hiçbir hüccet ve mazeretlerinin kalmadığını beyan buyurmuştur. Fakihler ise şöyle demişlerdir: “Kur'an, her şey için bir tibyan (açıklama)’dır. Çünkü Kur'an, icmâ, haber-i vâhid ve kıyasın hüccet olduğuna delalet eder. Binaenaleyh bu temel delillerden herhangi biri ile sabit olan bir hüküm, Kur'an ile sabit olmuş bir hüküm olmuş olur.” (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | يَأْمُرُ | emreder |
|
4 | بِالْعَدْلِ | adaleti |
|
5 | وَالْإِحْسَانِ | ve ihsanı |
|
6 | وَإِيتَاءِ | ve vermeyi |
|
7 | ذِي |
|
|
8 | الْقُرْبَىٰ | akrabaya |
|
9 | وَيَنْهَىٰ | ve meneder |
|
10 | عَنِ |
|
|
11 | الْفَحْشَاءِ | edepsizlikten |
|
12 | وَالْمُنْكَرِ | ve fenalıktan |
|
13 | وَالْبَغْيِ | ve azgınlıktan |
|
14 | يَعِظُكُمْ | size böyle öğüt verir |
|
15 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki |
|
16 | تَذَكَّرُونَ | öğüt alırsınız (diye) |
|
Daha geniş tefsir için:
https//kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Nahl-suresi/1991/90-ayet-tefsiri
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰه lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يَأْمُرُ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَأْمُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْاِحْسَانِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْعَدْلِ ’ye matuftur. ا۪يتَٓائِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْعَدْلِ ’ye matuftur.
ذِي muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَنْهٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنِ الْفَحْشَٓاءِ car mecruru يَنْهٰى fiiline müteallıktır. الْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِ kelimeleri atıf harfi وَ ’la الْفَحْشَٓاءِ ’ye müteallıktır.
يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Fiil cümlesidir. يَعِظُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَذَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. تَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, muhatabın kalbinde haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَ ’la اِنَّ ’nin haberine atfedilen وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ cümlesi matufun aleyhle aynı üsluptadır.
يَأْمُرُ ve يَنْهٰى fiiillerinin failinden hal olan يَعِظُكُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal, failin veya mef’ûlün durumunu açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Ayette bulunan üç fiil de muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى cümlesiyle, وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَنْهٰى - يَأْمُرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
بِالْعَدْلِ - الْاِحْسَانِ ve الْفَحْشَٓاءِ - الْمُنْكَرِ - الْبَغْيِۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Emredilenlerin ve yasaklananların sayılması taksim sanatıdır.
İhsandan sonra “akrabaya verme”nin gelişi, hususun umuma atfıdır.
Muhatap konuya aşina olmakla beraber emin değilse; onun tereddüdünü gidermek için haberin tekitli gelmesi gerekir. Bu tekid müstehabdır. Buna da “talebî kelam” denir. (Kur'an’ın Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ, emir ve yasaklarını haberi muzari fiil olan isim cümlesiyle bildirmiştir. Ayetin isim cümlesi oluşu, اِنَّ ile tekit edilmesi, haberinin muzari fiille gelmiş olması sebebiyle hükmünün takviye edilmiş olması, Cenab-ı Hakk’ın müminlerden bu emir ve yasaklara titizlikle uymalarını istediğini belirtirken [İyice dinleyip tutasınız diye…] ifadesiyle de kendisine itaat etmelerini istemiştir.
Allah Teâlâ bu ayette bütün iyilik ve güzellikleri emretmeyi, bütün kötülüklerden ve çirkinliklerden menetmeyi murad etmiştir. Manayı lafız oranında ve ölçüsünde, lafızları mana ile eşit olacak şekilde ortaya koymuştur. Dolayısıyla lafızlar manadan ne fazla ne de eksiktir. (İbn Ebi’l İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr). Buna da müsavat denir.
Bu ayette Allah’ın emrettiği ve yasakladığı üçer davranış, bir hüküm altında cem‘ edilmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ [Allah adaleti, iyiliği ve akrabaya yardımı emreder, çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı yasaklar] ayetinde Allah üç şeyi emrettiği, üç şeyi de yasakladığı için latif bir mukabele vardır. Bu edebî sanatlardandır. (Safvetü't Tefasir)
وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى [Akrabaya yardım] bölümünde, önemine binaen umumdan sonra husus zikredilmiştir. Umum ifade eden الْاِحْسَانِ lafzından sonra, husus ifade eden ا۪يتَٓائِ۬ lafzı gelmiştir. (Safvetü't Tefasir)
الْفَحْشَٓاءِ Allah’ın koyduğu sınırları aşan davranışlardır; الْمُنْكَرِ aklın reddettiği şeyler; الْبَغْيِۚ ise zulümle üstünlük kurmak istemektir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ hidayet, rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdiği Kur’an'da adaleti yani ifrat ile tefrit arasındaki orta yolu emretmektedir. Adalet, bütün faziletlerin başı olup şu meziyetleri kapsamaktadır:
Akıl ve meleke kuvvetinin fazileti olan, hürriyet ile ahmaklık arasında bulunan orta hikmet.
Hayvanî şehvet kuvvetinin fazileti olan, hayasızlık ile şehvet sönüklüğü arasında bulunan iffet.
Yırtıcı öfke kuvvetinin fazileti olan, tehevvür ve korkaklık arasında bulunan şecaat (cesaret).
Fuhuş, ifrat derecesinde şehvet kuvvetine bağlılıktır. Zina gibi.
Münker, şer'an veya aklen yasak olan, öfke kuvvetinin eserlerini ifrat derecesinde göstermektir.
Bağy, insanlara karşı üstünlük taslamak, azgınlık ve tahakküm etmektir. Bu da şeytanî ve vehmî kuvvetin eserlerinden olup yukarıda zikredilen şehvet ve öfke kuvvetlerinin rezaletlerinden hasıl olmaktadır. İnsanlarda ne kadar şer varsa, mutlaka bu kısımlara dahil olup bu üç kuvvet (şeytanî vehim, şehvet, öfke) vasıtasıyla sadır olmaktadır.
İşte bundan dolayıdır ki İbni Mesud (ra): “Bu ayet, Kur’an'da hayırları ve şerleri en çok toplamış olan ayettir. Eğer Kur’an'da bu ayetten başka bir şey olmasaydı, hidayet ve rahmet olma hususunda her şeyin mükemmel açıklanması için bu ayet yeterli sayılırdı.” demektedir. (Ebüssuûd)
لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’lîliyye olarak olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَذَكَّرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır diyor. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Fahreddin er-Râzî)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَوْفُوا | tam yerine getirin |
|
2 | بِعَهْدِ | ahdini |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | إِذَا | zaman |
|
5 | عَاهَدْتُمْ | andlaşma yaptığınız |
|
6 | وَلَا | ve asla |
|
7 | تَنْقُضُوا | bozmayın |
|
8 | الْأَيْمَانَ | yeminleri |
|
9 | بَعْدَ | sonra |
|
10 | تَوْكِيدِهَا | pekiştirdikten |
|
11 | وَقَدْ | çünkü |
|
12 | جَعَلْتُمُ | yaptınız |
|
13 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
14 | عَلَيْكُمْ | üzerinize |
|
15 | كَفِيلًا | kefil (şahid) |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | اللَّهَ | Allah |
|
18 | يَعْلَمُ | bilir |
|
19 | مَا | şeyleri |
|
20 | تَفْعَلُونَ | yaptıklarınız |
|
Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, yapılan muahadelerin, sözleşmelerin ve yapılan yeminlerin, yerine getirilmesini emretmektedir. Zira bir Müslümanın, yaptığı sözleşmeyi tek taraflı olarak bozması, karşı tarafa bir ihanettir. İhanet ise İslam dini tarafından yasaklanmıştır.Ancak, herhangi bir kimsenin hak ve hukukuyla ilgili olmayan, Mesela: "Vallahi yarın falan yere gideceğim" gibi yeminleri, keffaret ödeyerek bozmak caizdir. (Taberi)
Bir önceki âyette başta adalet olmak üzere temel buyruk ve yasakların ortaya konmasından sonra, adaletin bir gereği olan ahde vefâ ve yeminlere sadakat gösterilmesi emredilmektedir. “Allah’a verdiğiniz söz” konusunda “ashabın Hz. Peygamber’le yaptıkları biat, cihad, malî ibadetler, Allah adına yapılan yemin” gibi açıklamalar yapılmışsa da bunun her türlü meşrû vaadi kapsadığı yolundaki görüş en mâkul olanıdır. Bu vaadlerin, “Allah’a söz verme” şeklinde ifade edilmesi bunların ahlâk ve hukuk bakımından olduğu kadar dinî bakımdan da bağlayıcı olduğunu ve Allah katında sorumluluğu gerektirdiğini gösterir. Aynı şekilde yeminlerin bağlayıcılığı da önemle vurgulanmakta olup âyetin son cümlesi insanlara bu konulardaki sorumluluğu hatırlatan önemli bir uyarı anlamı taşımaktadır (Ayrıca bk. Mâide 5/89).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 436Vekede وكد :
Bu kök bir sözü, eylemi veya akdi pekiştirmek ve sağlam kılmak için kullanılır. Ticari antlaşmalar ve yeminlerle ilgili if'al babı formundaki أكَّدَ 'nin; sözü pekiştirmekle ilgili ise tef'il babındaki وَكَّدَ formunun kullanımı daha uygundur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli te'yid etmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ
وَ istînâfiyyedir. اَوْفُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِعَهْدِ car mecruru اَوْفُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاهَدْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَاهَدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
عَاهَدْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi عهد’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَنْقُضُوا fiili ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْاَيْمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَعْدَ zaman zarfı, تَنْقُضُوا fiiline müteallıktır. تَوْك۪يدِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ cümlesi تَنْقُضُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جَعَلْتُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَلَيْكُمْ car mecruru جَعَلْتُمُ fiiline müteallıktır. كَف۪يلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
يَعْلَمُ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَفْعَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَفْعَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. بِعَهْدِ اللّٰهِ izafetinde عَهْدِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
عَاهَدْتُمْ cümlesi, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ’nın müteallakı cevap cümlesidir.
Öncesinin delaletiyle hazf edilen cevap cümlesinin takdiri, يلزم وفاؤكم (Vefalı olmanız gerekir) şeklindedir.
Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin durumlarda kullanılan zaman zarfıyla gelmiş mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بِعَهْدِ - عَاهَدْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَوْفُوا - بِعَهْدِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ
İstînâfiyyeye matuf olan bu cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
وَ ’la gelen وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ cümlesi, تَنْقُضُوا fiilinin failinden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle, قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
كَف۪يلاً ’deki tenvin tazim ifade eder.
تَوْك۪يدِهَا ile تَنْقُضُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Buradaki بَعْدَ lafzı مع manasındadır. (Âşûr)
Allah Teâlâ bir önceki ayette bütün emir ve yasakları kısaca bildirince bu ayetlerde de onların bir kısmını zikretmiş ve işe, ahde vefayı emretmekle başlamıştır. Bununla insanın kendi ihtiyarı ve seçmesi ile üstlendiği her söz kastedilmiştir. Nitekim İbni Abbas “Söz verme, vaat de bir ahittir.” derken Meymûn İbni Mihran da: “Kiminle sözleştinse ister Müslüman ister kâfir olsun, o sözünü yerine getir. Ahd, ancak Allah'a aittir.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Vahidî, “yemîn-i lağv”ın Arapların, “Yok Vallahi”, “Evet Vallahi” gibi (dil alışkanlığıyla) söyledikleri sözler olduğuna bu ayetle istidlal ederek şöyle der: “Allah Teâlâ ancak, azim, niyet ve kararlılıkla yapılan yeminler ile yemîn-i lağvı birbirinden ayırmak için ‘sapasağlam ettiğiniz…’ buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)
Ayet-i kerimedeki [Sapasağlam ettiğiniz yeminleri] bozmayın ifadesi tahsis edilmiş genel bir ifadedir. Daha sonra Cenab-ı Hakk, “Üzerinize, Allah'ı kefil yapmışsınızdır.” buyurmuştur. Bu ifadenin başındaki وَ, hal vav'ıdır. Bu, “Siz, Allah'ı ahdi yerine getireceğinize dair kefil kıldığınız halde sakın o yeminlerinizi bozmayın.” demektir. Bu böyledir, zira Allah'a yemin eden herkes sanki Allah'ı, o yemini sebebiyle, o yeminini yerine getireceğine dair kefil kılmıştır. Daha sonra Cenab-ı Hak, “Şüphe yok ki Allah, ne yapacağınızı bilir.” buyurmuştur. Bu ifadede hem bir terğîb hem de bir terhîb bulunup bununla, “O, size, yaptığınıza göre karşılık verir. Yaptığınız hayır ise karşılığı hayır; şer ise karşılığı şerdir.” manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) Dolayısıyla ayette idmâc vardır.
نْقُضُ, aslında maddi şeylerle ilgili olarak kullanılır. Ancak burada mecazî bir kullanım söz konusudur. Çünkü iman maddi, somut bir şey değildir. İman, bağlamak açısından ipe benzetilmiş, müşebbehün bih (müsterarun minh) olan ip hazf edilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) olan iman kalmıştır. İpin levazımından olan نْقُضُ (çözmek) zikredilmiş, istiare-i mekniyye oluşmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Âşûr bu cümlenin itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder. اِنَّ ’nin haberi müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümlede müsnedün ileyh olan Allah lafzı, ayette üç kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celalde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil gelişi hükmü takviye ve teceddüt ayrıca medih makamı olması sebebiyle istimrar ifade eder. Bu üsluptan, “Allah’ın yaptıklarımızı bilmesi” olgusunun devamlı, tekrarlanan bir gerçek olduğu anlaşılır.
يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindeki ismi mevsûl مَا ’nın sılası تَفْعَلُونَ muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
[Allah yapmış olduğunuz şeyleri bilir] cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkeb vardır. Yaptıklarınızın cezasını verir, demektir.
Aslında Allah sadece yaptıklarımızı değil yapmadıklarımızı da bilir. Bu mana da idmâc sanatıdır.
تَفْعَلُونَ - جَعَلْتُمُ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ cümlesi mesel tarikinde tezyîl olarak gelmiş bir ıtnâb cümlesidir.
Ayetle anlam uyumu açısından mürâât-ı nazîr sanatının güzel bir örneğidir.
يَعْلَمُ - تَفْعَلُونَ kelimelerinin arasında cinas-ı nakıs vardır.وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تَكُونُوا | olmayın |
|
3 | كَالَّتِي | gibi |
|
4 | نَقَضَتْ | çözen kadın |
|
5 | غَزْلَهَا | ipliğini |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | بَعْدِ | sonra |
|
8 | قُوَّةٍ | kuvvetli |
|
9 | أَنْكَاثًا | büktükten |
|
10 | تَتَّخِذُونَ | bir vasıta yaparak |
|
11 | أَيْمَانَكُمْ | yeminlerinizi |
|
12 | دَخَلًا | bozucu |
|
13 | بَيْنَكُمْ | aranızda |
|
14 | أَنْ |
|
|
15 | تَكُونَ | olduğu için |
|
16 | أُمَّةٌ | bir topluluk |
|
17 | هِيَ |
|
|
18 | أَرْبَىٰ | daha çok |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | أُمَّةٍ | diğer bir topluluktan |
|
21 | إِنَّمَا | çünkü |
|
22 | يَبْلُوكُمُ | sizi dener |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | بِهِ | bununla |
|
25 | وَلَيُبَيِّنَنَّ | ve açıklayacaktır |
|
26 | لَكُمْ | size |
|
27 | يَوْمَ | günü |
|
28 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
29 | مَا | şeyleri |
|
30 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
31 | فِيهِ | hakkında |
|
32 | تَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düştüğünüz |
|
Ğazele غزل :
غَزَلَ fiili yün eğirdi demektir. Aynı kökten gelen غَزالٌ ise ceylen yavrusuna verilen isimdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli gazal (ceylan) dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Rabeve رَبْوَة :
ربو kelimesi tepe ya da yüksek tepe demektir. رَبا Fiili ise arttı yükseldi manasındadır. Bu köke ait if'al formu olan أرْبَى عَلَيْهِ fiili onun üzerine müşrif oldu, çıktı, yükseldi, ona nezaret etti, baktı veya gözetti anlamlarında kullanılır. Terbiye kullanımı da buradan gelir. Türkçede de kullanılan ribâ ise -الرِّبَى- aslen ana mala/sermayeye yapılan artıştır. Fakat İslam Hukukunda yalnızca belirli bir şekilde olan artışa tahsis edilmiştir. Kişinin yukarıya doğru çıkışı tasvir edilerek nefes darlığına da رَبْوٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran-ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ribâ, terbiye ve mürebbîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُٓوا fiili, ن ’un hazfiyla meczum muzari fiildir.
Zamir olan çoğul و ’ı تَكُونُوا ’nin ismi olup mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte تَكُونُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası نَقَضَتْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
نَقَضَتْ fetha üzere mebni mazi fildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
غَزْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru نَقَضَتْ fiiline müteallıktır. قُوَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَنْكَاثاً kelimesi غَزْلَهَا ’nın hali olup lafzen mansubdur.
تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ
Fiil cümlesidir. تَتَّخِذُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْمَانَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
دَخَلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيْنَكُمْ mekân zarfı, دَخَلاً ’e müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harf-i ceriyle birlikte تَتَّخِذُونَ fiiline müteallıktır.
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اُمَّةٌ kelimesi تَكُونَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. هِيَ اَرْبٰى cümlesi تَكُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَرْبٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. مِنْ اُمَّةٍ car mecruru اَرْبٰى fiiline müteallıktır.
تَتَّخِذُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ
اِنَّمَا kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَبْلُوكُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يَبْلُوكُمُ fiiline müteallıktır.
وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يُبَيِّنَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
لَكُمْ car mecruru يُبَيِّنَنَّ fiiline müteallıktır. يَوْمَ zaman zarfı, يُبَيِّنَنَّ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَخْتَلِفُونَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
يُبَيِّنَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَخْتَلِفُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ
Ayet, önceki ayetteki وَلَا تَنْقُضُوا cümlesine matuftur. İlk cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede, كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Teşbih edatı كَ sebebiyle mecrur mahaldeki ism-i mevsûl الَّت۪ي, bu mahzuf habere müteallıktır. Sılası olan نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107)
Ayetteki teşbih teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir.
غَزْلَ, mef’ûl yani (مغزول) manasında masdardır. (Âşûr)
دَخَلاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder.
Yeminleri bozma hususunda, [iyice eğirdikten sonra ipliğini söküp bozan kadın gibi olmayın.] اَنْكَاثاًۜ kelimesi نْكَاث ’in çoğulu olup düğümünü çözme anlamındadır. تَتَّخِذُونَ hal, دَخَلاً ise تَتَّخِذُونَ ’nin iki mef‘ûlünden biridir yani “Yeminlerinizi ‘aranızda aldatma’ ve fesat vasıtası yaparak bozmayın.” demektir. (Keşşâf)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاً (Büktüğü ipi bozan kadın gibi olmayın) ayetinde teşbih-i temsîlî vardır. Yüce Allah, yemin edip de sözünde durmayan kimseyi, ipi büküp de bozan kadına benzetmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
لَا تَكُونُوا fiilinin failinden hal olarak وَ olmadan gelen …تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ cümlesi, muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabındeki اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen ل harf-i ceriyle birlikte تَتَّخِذُونَ fiiline müteallıktır. كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Haberi هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ, isim cümlesi formunda gelmiştir.
تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ şeklinde haberiyye olarak gelmiş olan cümle aslında nehiy manasındadır. Yani [yeminlerinizi hile vesilesi yapmayın] anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Lâzım-ı faide-i haber ve muktezâ-i zâhirin hilafına olan bu cümleden murad, ikazdır.
اَنْ ’den sonraki cümlenin, mef’ûlun lieclih olarak nasb mahallinde olduğu da söylenmiştir.
لَا تَكُونُوا - تَكُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
نَقَضَتْ - اَنْكَاثاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنْكَاثاً kelimesi hakkında, el-Ezherî şöyle der: “Bu kelimenin müfredi نِكْث 'dir, kıldan ve yünden eğirilerek bükülüp dokumada kullanılan ipin ismidir. Binaenaleyh o kadın, o ipi güzelce eğirip dokuduğunda onu kesiyor, sağlamlaştırmış olduğu iplerini bozuyor; o iplikleri (tersine eğirip) gevşeterek, diğer yünlerin içine katıyor, sonra da ikinci kez onu tekrar eğiriyordu. نِكْث kelimesi masdardır. Nitekim Arapçada tıpkı yünün iyice eğirilip büküldükten sonra iplik haline getirilip sonra da o ipliğin bozulması gibi, bir kimse de ahdini sağlamlaştırdıktan sonra bozduğunda, نَكَثَ فُلان عَهْدَه denir.” İbni Kuteybe şöyle der: “Bu tabir, kendinden önceki ifadelerle ilgili olup takdiri ise ‘Ahitleştiğinizde, Allah'ın ahdini yerine getirin; pekiştirip sağlamlaştırdıktan sonra yeminlerinizi bozmayın; çünkü sizler, şayet böyle yaparsanız, ipini eğerek onu sağlamlaştırıp, sonra da onu bozarak paramparça eden o kadın gibi olursunuz.’ şeklindedir.” (Fahreddin er-Râzî)
مِنْ - اُمَّةٍ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu benzetmedeki kendisine benzetilenin (müşebbehün bih) kim olduğu hususunda iki görüş vardır:
Birinci Görüş: Bu, kendisine Râyıta veya Rayta denilen, Kureyşli bir kadın olup kendisine Ca'râ lakabının verildiği ahmak bir kadındı.
İkinci Görüş: Bu teşbih ile muayyen bir şey belirtmeksizin, genel bir vasıf murad edilmiştir. Çünkü teşbihlerin gayesi, mükellefi yaptığı iş kötü olduğu zaman ondan vazgeçirmek, güzel olduğu zaman ona teşvik etmektir. Bu da muayyen bir şey belirtmeksizin genel bir vasıfla tam olur.
Ayetteki اَنْكَاثاًۜ kelimesinin mansûb olması hususundaki izahlardan biri şudur: اَنْكَاثاًۜ kelimesi, hal-i müekkide (tekid eden bir hal) ifadesi olduğu için mansubdur.
Cenab-ı Hak, “Yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat (mevzuu) ediniyorsunuz!” buyurmuştur. Vahidî şöyle demiştir: دَخَلاً ve دَغَلاً kelimeleri, aldatma ve hıyanet anlamlarına gelir.
Daha sonra Cenab-ı Hak, “Bir ümmet, diğer bir ümmetten daha çoktur diye” buyurmuştur. اَرْبٰى kelimesi, ‘daha çok, daha fazla’ manasındadır. Bu fazlalık bazen sayı, bazen kuvvet, bazen da şeref bakımından olur. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اِنَّمَا kasr edatıyla Allah Teâlâ emrettiği ve nehyettiği şeylerle imtihan etmenin sadece kendisine ait olduğunu belirtiyor.
Muzari fiil cümleye teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamları katmıştır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Sonra [Mutlaka Allah bununla yani size emrettiği ve nehyettiği şeylerle, sizi imtihan eder] buyurmuştur. Bu cümle bu manadadır çünkü emir ve nehiy daha önce zikredilmişti. “Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi ise O, kıyamet gününde elbette size açıklayacak.” Böylece sevap ve ikâb derecelerinin ortaya çıkmasıyla haktan yana olan, batıldan yana olandan ayrılacaktır. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
وَ isînâfiyye, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nun-u sakile ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
لَيُبَيِّنَنَّ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Car mecrur ف۪يهِ , siyaktaki önemine binaen amili olan تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir.
بَيْنَكُمْ - لَيُبَيِّنَنَّ kelimeleri arasında gayr-ı tam cinas sanatı vardır.
تَكُونُوا - تَكُونَ - كُنْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | şayet |
|
2 | شَاءَ | dileseydi |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | لَجَعَلَكُمْ | hepinizi yapardı |
|
5 | أُمَّةً | ümmet |
|
6 | وَاحِدَةً | bir tek |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | يُضِلُّ | şaşırtır |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَيَهْدِي | ve doğru yola iletir |
|
12 | مَنْ | kimseyi |
|
13 | يَشَاءُ | dilediği |
|
14 | وَلَتُسْأَلُنَّ | ve siz mutlaka sorulacaksınız |
|
15 | عَمَّا | şeylerden |
|
16 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
17 | تَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوۡ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شَٓاءَ şart fiilidir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. جَعَلَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُمَّةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدَةً kelimesi اُمَّةً ’in sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. يُضِلُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. يَهْد۪ٓي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
تُسْـَٔلُنَّ fiili ن ‘ un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. İki sakin biraraya geldiği için naib-i fail mahzuftur.
Fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, عن harf-i ceriyle birlikte تُسْـَٔلُنَّ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamir كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi شَٓاءَ اللّٰهُ faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celalin müsnedün ileyh olması, müminleri uyarmak ve emre itaate teşvik amacına matuftur.
Şartın cevabı لَ karînesiyle gelen لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
وَاحِدَةً tekid için اُمَّةً ’e gelmiş bir sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اُمَّةً ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.
وَ atıf, لٰكِنْ istidrâk harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesinde
يُضِلُّ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası يَشَٓاءُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesi, يُضِلُّ cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi tezattır. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık vardır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُضِلُّ - يَهْد۪ٓي kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, شَٓاءَ - يَشَٓاءُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ يَشَٓاءُ ’nun tekrarı, Allah’ın dilemesinin ilk şart olduğunu vurgulamaktadır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr, مَنْ ve مِنْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesiyle وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesi arasında mukabele vardır.
يُضِلُّ (saptırır) ile يَهْد۪ي (iletir) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü't Tefasir)
Ayeti kerime, önceden de geçtiği üzere, kaderi görüşü benimseyenlerin kanaatlerini reddetmektedir.
Eğer Allah zorlama ve icbar etmeyi dilemiş olsaydı, sizi İslâm dini üzerinde ittifak etmiş bir tek ümmet kılardı. Fakat Allah bunu dilememiştir. Çünkü böyle olması, hikmet kuralına ters düşer. O cüz’i ihtiyarın olumsuz kullanılması durumunda dilediği kimsede dalalet yaratır ve yine cüz'i ihtiyarını olumlu tahsil edilmesi halinde de dilediğini hidayete erdirir. Zaten siz hepiniz kıyamet günü, dünyada yaptıklarınızdan hiç şüphesiz sorumlu tutulacaksınız.
Bu ayet hidayet ve dalalet çarkının, üzerinde, döndüğü şahsî gayrete işaret etmektedir. (Ebüssuûd)
وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
وَ atıf, لَ mahzuf kasemin cevabına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve şeddeli nun ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiil, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
لَتُسْـَٔلُنَّ fiiline müteallık olan, mecrur konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı: 41)
سُّؤالُ muhasebe manasında kinayedir. (Âşûr)
[Yaptıklarınızdan sorulacaksınız.] ifadesi, Allah Teâlâ, “Yaptıklarınızın karşılığını verecektir.” manasındadır. Bu nedenle lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Sözün mefhum-u muhalifinden, “Sorgulanmakla kalmaz, gereken muameleyi görürsünüz.” manası anlaşılır.
Aslında bu ifadede “yapmadıklarınızdan da sorulacaksınız” manası da vardır. Bu da idmâc sanatıdır.
تَعْمَلُونَ - لَجَعَلَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bir önceki ayette geçen; [Elbette... açıklayacaktır] ayeti ile [Muhakkak sorguya çekileceksiniz] ayetindeki şeddeli nun ile birlikte gelen lâm, hazf edilmiş bir kaseme delil teşkil etmektedir. “Allah'a yemin olsun ki size açıklayacaktır ve yemin olsun ki sorguya çekileceksiniz.” demektir. (Kurtubî)