13 Aralık 2022
İsrâ Sûresi 105-111 / Kehf Sûresi 1-4 (292. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 105. Ayet

وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ  ...


Biz onu (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

Kur’an’ın “gerçeğin bilgisi” olmasından maksat, onun yalnızca gerçeği, doğruyu içermesi; Allah’ın varlığı, birliği, aşkın sıfatları, peygamberlik ve âhiret hayatı gibi temel dinî akîdeleri, bütün ilâhî dinlerde ortak olan evrensel hakikatleri bildirmesidir. Âyet aynı zamanda Kur’an’ın da hak olduğunu, yani hem Allah’ın kelâmı olduğunda kuşku bulunmadığını, hem de ebedî olarak kalacak olan değişmez hakikat olduğunu, gerçeğin ortaya konması dışında başka bir amaçla indirilmediğini dile getirmektedir (Râzî, XXI, 67-68). Taberî’ye göre Kur’an’ın hak olarak indirilmesinden maksat, onun adalet ve insafı, güzel ahlâkı, iyi ve övgüye değer davranışları emretmesi; zulüm, haksızlık, kötü huy ve çirkin davranışları yasaklamasıdır (XV, 177).
 
 Kur’an, Hz. Peygamber’e kırk yaşından itibaren yirmi üç seneye yakın bir sürede âyetler ve sûreler halinde kısım kısım indirilmiş; bu da Resûlullah’ın ilâhî tebliğleri insanlara zamana, zemine ihtiyaçlara ve şartlara göre yavaş yavaş, anlata anlata, hazmettirerek okuması, duyurması imkânını getirmiştir. Bu durum aynı zamanda müminlerin de ilâhî hükümleri merhale merhale, alışa alışa uygulamalarını sağlamıştır. Hatta içki yasağıyla ilgili âyetlerde olduğu gibi bazı âyetler, insanların doğal olarak birden terketmeleri mümkün olmayan kötü alışkanlıklarını, yanlış inanç ve telakkilerini zaman içinde terketmelerini kolaylaştıracak bir süreçte indirilmiştir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 528-529

وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  بِالْحَقِّ  car mecruru  اَنْزَلْنَاهُ ’deki zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; أنزلناه ملتبسا بالحق (Onu hak ile indirdik.) şeklindedir.

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْحَقِّ  car mecruru atıf harfi  وَ ’la  بِالْحَقِّ ’ye matuftur.

نَزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.

اَنْزَلْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ

 

 

وَ  atıf harfidir. مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مُبَشِّراً  kelimesi hitap zamiri  كَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يراً  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مُبَشِّراً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَاكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ 

 

İsti’naf cümlesidir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

بِالْحَقِّ, maksûrun aleyh/mevsuf,  اَنْزَلْنَاهُ , maksûr/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

بِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ  [Hak ile indirdik onu] ayeti hasr (sadece) manasına gelip “Allah onu, hakkı ortaya koymanın dışında başka bir maksat için indirmedi.” demektir. 

Batıl nasıl ‘zail olan, giden’ manasına ise hak da ‘duran, kaybolmayan, zail olmayan’ demektir. Bu Kitab-ı Kerim, silinmeyen, kaybolmayan birçok şeyi ihtiva etmektedir. 

Aynı üslupta gelen  وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

نَزَلَۜ - اَنْزَلْنَا  fiilleri arasında iştikak cinası  الْحَقِّ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ebu Ali el-Farisi şöyle der: “Ayetteki  بِالْحَقِّ  ifadesindeki  بِ  birlikte manasınadır.” (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  بِالْحَقِّ  ifâdesindeki  بِ  harf-i ceri iki yerde de musahabe içindir. Çünkü hakkı ve hidayeti kapsar. Musahabe, zarfiyeye benzetilmiştir. Eğer bu iki  بِ  aynı manada olmasaydı  وَبِالْحَقِّ نَزَلَۜ  sözü sadece  وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ  ifadesini tekid için gelmiş olurdu. Çünkü o hak ile indirilmişse O indirmiştir. 

Mecrurun amiline takdimi iki yerde de kasr ifade eder. Kur’an’a eskilerin masalları, apaçık sihir veya benzeri şeyler diyen eden inkârcılara cevaptır. (Âşûr) 

“Biz onu gerçek olarak indirdik, o da gerçek olarak nazil oldu.” Biz Kur'an’ı ancak indirilmesini gerektiren hikmete mebni olarak indirdik, o da ancak hak ve hikmeti kuşanmış olarak indi; çünkü o, her hayra yönlendiren hidayeti ihtiva eder. Ya da “Biz onu semadan tamamen meleklerin gözetiminde, gerçeğin ta kendisi olarak korunmuş vaziyette indirdik. O da semadan peygambere tamamen melekler tarafından korunarak şeytanların ona herhangi bir şey karıştırmasından muhafaza edilerek indi.” (Keşşâf)

 

 وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ

 

İstînâfa matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetteki fiillerin  azamet zamirine isnadı tazim, mazi sıygada gelmeleri sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümlede  مَٓا  nefi harfi, اِلَّا  istisna edatı ile oluşmuş kasr, muhatap Peygamber Efendimizin sadece müjdeci ve uyarıcı olduğunu vurgulu bir dille ifade etmektedir. İzafî kasrdır. 

اَرْسَلْنَاكَ  fiilinin mef’ûlü maksûr/mevsuf,  مُبَشِّراً  maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Kasr, hal sahibi ile hal arasındadır. 

Burada da hitap mümin olan Resuledir (sav). Ancak müşriklerin inatçı kalplerini değiştirebileceğini zanneden peygamber, uyarmaktan ve müjdelemekten öte başka şeyler yapabileceğini zanneder makamına konmuştur. Bu durumda şüphe eder menzilinde olduğu için üslup, kasr şeklinde gelmiştir. Bu; bilenin, cahil menzilesine konulmasıdır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi).

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا مُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۢ  cümlesi  وَبِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ  ile  وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ  arasında mu’teriza cümlesidir. Yani bu hak zarar da fayda da içerir. ‘’Sen bu hak ile müminleri müjdeler, kâfirleri korkutursun.’’ Buradaki kasr, Allah’ın tasarruflarıyla alakalı istekleri olanlara ve resulun bir beşer olmadığını zannedenleri reddir. (Âşûr) 

وَنَذ۪يراًۢ, hal olan  مُبَشِّراً ’e matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

مُبَشِّراً  (Müjdeleyici) - نَذ۪يراًۢ  (Korkutucu) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
İsrâ Sûresi 106. Ayet

وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً  ...


Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.

وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً

 

وَ  atıf harfidir.  قُرْاٰناً  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, فرقنا (ayırdık) şeklindedir. 

فَرَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.   

ل  harfi,  لِتَقْرَاَ   fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, لِ  harf-i ceriyle birlikte  فَرَقْنَاهُ  fiiline müteallıktır. تَقْرَاَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى مُكْثٍ  car mecruru  تَقْرَاَ ’deki  failin mahzuf haline müteallıktır.

نَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً  cümlesi  قد  takdiriyle hal cümlesidir. 

وَ  haliyyedir.  نَزَّلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَنْز۪يلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini bildiren mef’ûlü mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقُرْاٰناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ عَلٰى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً

 

Mütekellim Allah Teâlâdır. Önceki ayete  وَ ’la atfedilen cümlede, îcâzı hazif sanatı vardır.  قُرْاٰناً , takdiri  فرقنا [ayırdık] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetteki fiillerin azamet zamirine isnadı tazim, mazi sıygada gelmeleri sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Sebep bildiren masdar ve cer harfi  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِتَقْرَاَهُ۫ عَلَى النَّاسِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  فَرَقْنَاهُ  fiiline müteallıktır. 

فَرَقْنا القرآن  ifadesinde istiare vardır. Burada  فَرَقْنَاهُ  fiili “Onu insanlara açık seçik ve lamba gibi parlak bir biçimde açıkladık da çizgisi açıkça görülen baştaki taç ayırımı gibi veya karanlıktan ayan beyan ayrılan sabah aydınlığı gibi oldu.” demektir. Kimilerine göre bu fiil, ‘Kur'an’ı sureler ve ayetler halinde bölüklere ayırdık’ anlamına gelir. Bu, karışıklığı gitsin, karmaşıklıktan kurtulsun diye saçların birbirinden ayrıldığı saç ayrımı فَرْقَ الشَّعْر  konumunda olur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

عَلٰى مُكْثٍ, failin mahzuf haline müteallıktır.  مُكْثٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

وَنَزَّلْنَاهُ تَنْز۪يلاً  cümlesi,  قد  takdiriyle haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

تَنْز۪يلاً  mef’ûlu mutlak olarak nasb olmuştur ve tekid ifade eder.

نَزَّلْنَاهُ  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu babın  fiile kattığı anlamlardan biri de teksirdir.

قُرْاٰناً  - لِتَقْرَاَ  ve  نَزَّلْنَا - تَنْز۪يلاً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsrâ Sûresi 107. Ayet

قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ۩  ...


De ki: “Ona ister inanın, ister inanmayın. Şüphesiz, daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”

Zemahşerî’ye göre 107. âyetin başında putperestlikte inat eden Araplar’a hitap edilmekte; onlara, Peygamber’in görevinin ilâhî kelâmı tebliğ etmekten ibaret olduğu, artık inanıp inanmamanın kendilerine bırakıldığı; iman ederlerse bundan kendilerinin yarar göreceği bildirilmektedir. “Bundan önce kendilerine ilim verilen kimseler”den maksat ise Kur’an’dan önceki kitaplar hakkında az-çok bilgisi olan, vahiy ve din konularında mâlûmat sahibi Araplar’dır (II, 378). Bunların, Ehl-i kitap’tan iken ihtidâ etmiş bazı müminler olduğu söylenmişse de (Kurtubî, X, 347) bu sûrenin indiği Mekke’de kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu bulunmadığına göre bu görüş isabetli görünmemektedir. Taberî ise bunların Kur’an inmeden önce karşılaşılan az sayıdaki Ehl-i kitap müminleri olduğu kanaatinde olup, onların Kur’an’ı duyduklarında onun Allah’tan geldiğini anlayarak saygıyla yere kapanmışlardır (XV, 180, 181). İslâmî kaynaklarda bu müminlere “Hanîfler” denmektedir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 529

قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اٰمِنُوا بِه۪ٓ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِه۪ٓ  car mecruru  اٰمِنُوا  fiiline müteallıktır.

اَوْ  atıf harfidir. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism- i mevsûl, إنّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا ’dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

Şart ve cevap cümlesi,  إنّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُو۫تُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

الْعِلْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ قَبْلِه۪ٓ  car mecruru  اُو۫تُوا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُتْلٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُتْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يُتْلٰى  fiiline müteallıktır.

فَ  karinesi olmadan gelen  يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ  cümlesi şartın cevabıdır.

يَخِرُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لِلْاَذْقَانِ  car mecruru  يَخِرُّونَ  fiiline müteallıktır.

سُجَّداً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُو۫تُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قُلْ اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Peygamber Efendimize emirle başlayan cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمِنُوا بِه۪ٓ اَوْ لَا تُؤْمِنُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mekulü’l-kavle muhayyerlik ifade eden  اَوْ  atıf harfiyle atfedilen  اَوْ لَا تُؤْمِنُواۜ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat bulunan cümleler tezat sebebiyle birbirine atfedilmiştir.

لَا تُؤْمِنُوا  cümlesindeki  لَا  harfi nehiy değil nefy harfidir. Tesviye murad edilen emirler böyle olur. Yüz çevirme, aşağılama ve kayıtsız kalmaktan kinayedir. Bu manaya Resulullah’ı sav teselli de idmac edilmiştir. (Âşûr) 

اٰمِنُوا بِه۪ٓ  cümlesiyle,  لَا تُؤْمِنُواۜ  cümlesi arasında mukabele, fiiller arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr ve tıbâk-ı selb sanatları vardır.,

Mekulü’l-kavl olan cümlede,  اٰمِنُوا بِه۪ٓ  sözünden sonraki  لَا تُؤْمِنُواۜ ’de cümlenin öncesinden anlaşıldığı için  بِه۪ٓ  hazf edilmiştir.

آمن  fiili (emniyette olmak)  بِ  harf-i ceriyle inanmak manasına gelir. Fiillerin harf-i cerlerle farklı anlam kazanmasına tazmin denir.

 

  اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنّ ’nin ismi olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi  اُو۫تُوا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ  cümlesi; onların inanmasıyla inanmaması arasında fark olmadığı manası için veya  قُلْ  fiili için ya da her ikisi için ta’lil cümlesidir. Ta’lil cümlesi bir çok cümleden sonra gelir, bunun için fasıl yapılmıştır. Buradaki  اِنَّ  tefriğ fa’sı konumundadır. Yani “Kur’an’a iman etmeniz ve etmemeniz arasında bir fark yoktur.” demektir. (Âşûr) 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri azim içindir.

بِه۪ٓ  ,مِنْ قَبْلِه۪ٓ  ,يُتْلٰى ’daki zamirler Kur’an’a aittir. Kelam, alışılmış hazif şekillerinden biri olan muzâfun hazfı şeklinde gelmiştir. Yani onlar Kur’an inmeden önce de onu doğruluğuna iman etmişlerdi. (Âşûr) 

Şart ve cevaptan müteşekkil  اِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداًۙ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. 

Şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  يُتْلٰى عَلَيْهِمْ  şart cümlesidir.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداً  cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُجَّداً  haldir. Zül-hal,  يَخِرُّونَ  fiilindeki zamirdir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

لِلْاَذْقَانِ  ibaresindeki  لِ  harfi,  عَلى manasındadır. (Âşûr)

اِنَّ  ile başlayan ta’lil cümlesi Peygambere (s.a.) teselli babındandır. (İrab, Derviş)

يَخِرُّونَ - سُجَّداًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Çeneleri üstüne kapanırlar ifadesi, onların son derece korku, endişe ve haşyet içinde olmalarından kinayedir. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 108. Ayet

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً  ...


“Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir” derler.

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.

يَقُولُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ كَانَ وَعْدُ dür.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

سُبْحَانَ , mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir.

رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamir  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  اِنَّهُ şeklindedir.  اِنْ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

وَعْدُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  رَبِّنَا  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi,  اِنْ in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. 

مَفْعُولاً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداً  cümlesine atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.

وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَٓا  sözünün  يَخِرُّونَ ye atfedilmesi; boyun eğme fiiliyle tenzih ve yüceltmeye delalet eden sözünün bir arada olduğuna işaret içindir. (Âşûr) 

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

يَقُولُونَ  ile mekulü’l-kavl arasındaki  سُبْحَانَ رَبِّنَٓا  cümlesi, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

سُبْحَانَ, takdiri  نسبح (tesbih ederiz) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Aynı zamanda muzâftır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبِّنَٓا  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  اِنْ كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً  cümlesidir.  اِنْ , tahfif edilmiş  اِنّ ’dir. Amel etmemiştir. 

Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَ ’nin haberi olan  لَمَفْعُولاً  cümlesine dahil olan lam,  اِنْ ’in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır. 

Ayet, önceki ayetteki secde edenlerin sözlerini aktarmaktadır.

اِنْ  harfi fiillerin başına geldiğinde fiil çoğunlukla nevasıb fiillerinden mazi sıygasıyla gelir. Muzari geldiği de olur. (İtkan c. 1, s. 423)

رَبِّنَٓا  izafetinin tekrarı onların rablerine karşı olan bağlılık ve sevgilerinin göstergesidir. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsrâ Sûresi 109. Ayet

وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً ۩  ...


Onlar ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar. Bu da onların derin saygısını artırır.

وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir. 

يَخِرُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِلْاَذْقَانِ  car mecruru  يَخِرُّونَ  fiiline müteallıktır. يَبْكُونَ  fiili,  يَخِرُّونَ ’deki failinin hali olarak mahallen mansubdur.

يَبْكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

يَز۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

خُشُوعاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً 

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …يَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ سُجَّداً  cümlesine atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

وَيَخِرُّونَ لِلْاَذْقَانِ  ibaresi önceki ayette de geçmişti. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَبْكُونَ  cümlesi,  يَخِرُّونَ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayetin son cümlesi olan  وَيَز۪يدُهُمْ خُشُوعاً , önceki cümleye atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Ikinci mef’ûl olarak mansub olan  خُشُوعاً ’daki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.

Çenenin zikredilmesi de secde edenin yere ilk değen organı olmasındandır. Ondaki  لِ  da yere kapanmanın ona mahsus olmasındandır. (Beyzâvî, Keşşâf)

“Onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanıyorlar.” buyurmuştur. Bu tekrarın sebebi, iki halin birbirinden farklı oluşudur. Ki bu farklılık da onların secdeye kapanmaları ve sonra Kur'an'ı işittikleri esnada da ağlar halde olmalarıdır. Cenab-ı Hakk'ın, “Ve bu, onların huşuunu arttırır.” ifadesi de buna delalet eder. Bir de sözün tekrarının, onların bu fiili tekrar tekrar yaptığına delalet etmiş olması da mümkündür. Buradaki يَبْكُونَ  fiili, haldir.  خُشُوعاً  kelimesi, “tevazu bakımından” demektir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)

Bu ayetlerin öncesinde Kur'an-ı Kerim anlatılmaktadır. Yüce kitabın hak olarak ve aralıklı zamanlarda indiği anlatılmaktadır. Söz konusu ayetin başında ise Mekke müşriklerine hitap vardır. Müşrikleri azarlama içeren hitap imana davettir. Daha sonra ise Kur'an-ı Kerim’i duyan ve onun Allah katından olduğunu anlayan kimselerin halleri anlatılmaktadır. O kimselerin halleri bazen ağlayarak yüzüstü kapanmak iken, bazen derhal yüzüstü secdeye varmalarıdır. Bu kimselerin İslam’dan önce son peygamberi bekleyen ve ona iman eden hanifler olduğu rivayetleri kuvvetlidir. Kur'an ayetlerini duydukları zaman verdikleri tepki iki şekilde anlatılmıştır. 

İlkinde isim kalıbı kullanılarak yüzüstü secdeye gittikleri ifade edilmiştir. 

İkinci anlatımda verdikleri tepki ise fiil kalıbı ile ifade edilen ağlayarak yüzüstü yere kapanmaktır. İki anlatımda da kalıp açısından farklı kullanıma gidilmiştir. İsim kalıbının kullanıldığı yer, hemen yüzüstü secdeye gittikleri yerdir. Hemen secdeye gittiklerinde secde devamlı tekrarlanan bir durum olmadığı için isim kalıbı kullanılmıştır. Çünkü isim kalıbında teceddüt manası yoktur. Ağlayarak yüzüstü kapandıkları yerde fiil kullanılması, fiilin teceddüt manasına delalet etmesinden dolayıdır. Çünkü ağlamak, düşünce ve ahireti hatırlama sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Yere kapanmaya sebep olan her düşünce ve hatırlamadan sonra ağlayarak yere kapandıkları için fiil kalıbı kullanılmıştır. Fiil kalıbında bulunan bu delaleti cümleye vermek için isim kalıbından fiil kalıbına udûl edilmiştir. (Ebu Hayyân, el-Bahru’l Muhît)

Maʻdulun anh, isim olan  باكين  kelimesi iken maʻdulun ileyh, fiil olan  يَبْكُونَ  kelimesidir. Udûlün yönü isimden fiiledir. Udûlün sebebi, isim kalıbının kararlılık ve kalıcılık manasına delalet etmesi, fiil kalıbının ise hudûs ve teceddüt manalarına delalet etmesinden kaynaklanan delalet farkıdır. Fiil kalıbının delalete etkisi cümleye yüklenmek istendiği için isimden fiile udûl edilmiştir. Fiil kalıbının delaleti ise hudûs ve teceddüttür. Udûle delalet eden karine, daha önce kendilerine ilim verilen kimselerin Allah’ın ayetlerini duydukları andaki tepkilerinin ifade edildiği ilk anlatımda isim kalıbının kullanılmasıdır. (Hasan Duran, Kur'an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri) 
İsrâ Sûresi 110. Ayet

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً  ...


De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın, nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazında sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut.

Hemen her tefsirde geçen 110. âyetin iniş sebebiyle ilgili bir rivayete göre putperestlerden biri Hz. Peygamber’in “ey Allahım!, ey rahmân!” veya “yâ rahmân, yâ rahîm” şeklinde farklı isimlerle dua ettiğini duyunca, “Muhammed iki tanrıya tapıyor” diyerek dedikodu yapmaya başlamışlar, bunun üzerine Allah’ın “güzel isimler”inden hangisiyle olsa dua edilebileceği bildirilmiştir (Taberî, XV, 182-183; Kurtubî, X, 349). Ancak İslâm’dan önce Araplar, putlara tapmakla birlikte bir yüce yaratıcının varlığına da inanır, O’nu hem Allah hem de rahmân isimleriyle anarlardı. Bu sebeple Resûlullah’a karşı mücadeleyi dava edinenler, böyle bir dedikodunun toplum nezdinde etkisinin olmayacağını bilirlerdi. Muhtemelen müslümanların eskiden kullandıkları rahmân gibi ilâhî isimleri bundan sonra da kullanıp kullanamayacakları hususunda tereddüt göstermeleri üzerine bu açıklama yapılmıştır (esmâ-i hüsnâ hakkında bk. A‘râf 7/180).
 
   “Namaz niyaz” deyimiyle çevirdiğimiz salât kelimesinin burada hangi anlamda kullanıldığı hakkında farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre burada kelime “namaz” anlamında kullanılmıştır. Bir rivayete göre Hz. Peygamber Mekke’de ashabıyla namaz kılarken âyetleri yüksek sesle okur, onun okuyuşunu duyan müşrikler Kur’an’a hakaret ederlerdi. Bunun üzerine sesini kısmasını, fakat yanında bulunanların duyamayacağı kadar da gizli okumamasını buyuran bu âyet inmiştir. Hz. Âişe ve Ebû Hüreyre’ye isnad edilen diğer bir rivayete göre salât kelimesi burada “dua” anlamındadır. “Sesini fazla yükseltme!” derken öğle ve ikindi namazlarının, “sesini fazla da kısma” derken diğer namazların kastedildiği görüşü de vardır (bu ve benzeri yorumlarla konu hakkında geniş bilgi için bk. Râzî, XXI, 70-71). Taberî, bu görüşlere dair rivayetleri geniş olarak aktardıktan sonra âyete şu mânayı vermektedir: “Ey Muhammed! Namazında Kur’an okurken, dua ederken, rabbinden dilekte bulunurken, O’nu zikrederken sesini yükseltme ki müşrikler sesini duyup da seni üzmesinler...” (XV, 188). Önceki âyetlerde hem Kur’an okumaktan hem de duadan söz edildiği, ayrıca 111. âyette de bir dua örneği yer aldığı dikkate alındığında salât kelimesinin dua ve kıraat anlamlarını birlikte içerdiği de düşünülebilir.
 
 Son âyetin metnindeki  veled kelimesi sözlükte “erkek evlât” anlamına gelmekle birlikte, âyette hıristiyanların Hz. Îsâ’yı Allah’ın oğlu olarak telakki eden inançları; kezâ putperest Araplar’ın, erkek çocuklarını kendilerine, kız çocuklarını Allah’a nisbet etmeleri, melekleri Allah’ın kızları saymaları şeklindeki bâtıl inanç ve telakkilerine (bk. Nahl 16/57) işaret edilmiş olmalıdır. Bunu göz önüne alarak meâlde bu kelimeye  “çocuk” anlamı vermeyi uygun bulduk. Âyette ayrıca Allah’ın hüküm ve hâkimiyetinde ortağı bulunmadığı, O’nun için âcizlikten, dolayısıyla kendisine yardım edecek bir destekçiye asla ihtiyacı olmadığı hatırlatılarak, müslümanların dilek ve ihtiyaçlarını yalnız O’na arzetmeleri, hayatlarını buna göre düzenlemeleri, bu inancın verdiği onurla gayretlerini üretken kılmaları gerektiğine işaret edilmektedir. Tekbir buyruğu da müslümanların Allah’ı bu inançla yüceltmeleri anlamına gelmekte; böylece sûre, İslâm’ın ulûhiyyet ve tevhid inancının âdeta özeti olan veciz bir dua örneğiyle son bulmaktadır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 529-531
Abdullah İbni Abbas (ra)’nın haber verdiğine göre, aresûl-i Ekrem, Mekke’de İslamiyet’i  gizli gizli yaydığı sıralarda ashâbına namaz kıldırırken Kur’an’ı yüksek sesle okur, bunu duyan müşrikler de Kur’an’a, onu gönderene ve getirene söverlerdi. İşte o günlerde Allah Teâlâ bu âyeti indirdi ve Resûlüne namaz kıldırırken müşriklerin Kur’an’ı duyup hakaret edeceği kadar sesini yükseltmemesini, ashâbının duyamayacağı  kadar da yavaş sesle okumamasını, ikisinin arasında orta bir yol tutmasını buyurdu. 
(Buhâri, Tefsir 17/14, Tevhid 34,44,52; Müslim, Salât 145)

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  ادْعُوا اللّٰهَ ’dır.  قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

ادْعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ادْعُوا  atıf harfi  اَوِ  harfiyle makabline matuftur.  ادْعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الرَّحْمٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ 

 

اَياًّ  şart ismi olup iki muzari fiili cezm eder. Mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

مَا  zaiddir.  تَدْعُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَهُ  car mecrur mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْاَسْمَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْحُسْنٰى  kelimesi  الْاَسْمَٓاءُ ’nın sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  الْاَسْمَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler  (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.

تَجْهَرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

بِصَلَاتِ  car mecruru  تَجْهَرْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ   muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا تُخَافِتْ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُخَافِتْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِهَا  car mecruru  تُخَافِتْ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  ابْتَغِ  illet harfinin hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

بَيْنَ  mekân zarfı,  سَب۪يلاً ’e müteallıktır. 

ذٰلِكَ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

سَب۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ابْتَغِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَۜ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …ادْعُوا اللّٰهَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelerek muhayyerlik ifade eden  اَوِ  atıf harfiyle makabline atfedilen  اَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

ادْعُوا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Dua burada ‘çağırma’ anlamında değil, ‘isim verme’ anlamındadır ve iki mef‘ûl alır. Sözgelimi,  دَعَوْتُهُ ذَيْداً (Ona Zeyd ismini verdim.) dersin. Daha sonra bu mef‘ûllerden biri gereksiz görülüp terk edilir ve  دَعَوْتُ ذَيْداً (Zeyd adını verdim.) denir. Allah ve Rahman kelimelerinden maksat, bu isimlerin müsemmaları değil, isimlerin kendileridir. أو  (ister) ifadesi muhayyerlik ifade eder. Dolayısıyla “İster Allah deyin, ister Rahman.” ifadesi, “İster bu ismi verin ister onu, ister bu şekilde zikredin ister o şekilde.” anlamındadır. (Keşşâf)

 

اَياًّ مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ 

 

Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. 

اَياًّ  şart manası olan edattır. Mukaddem mef’ûl olarak nasb mahallindedir.  اَياًّ ’deki tenvin ise mahzuf muzâfun ileyhten bedeldir.

أيٌّ ’nun aslı ism-i istifhamdır. Zaid  مَا  karînesiyle  كَيْفَ nin zaid  مَا  ile gelişinde olduğu gibi şart ifade etmiştir. (Âşûr)

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَهُ  ifadesindeki zamir, zikri geçen isimlerden herhangi birine değil, bu isimlerin müsemmasına yani Yüce Allah’ın zatına aittir; çünkü isim, bir başka isme değil zata verilir. Anlam, “Hangi ismi verirseniz verin güzel olur.” şeklindedir. Burada bu ifade yerine “En güzel isimler O’na aittir.” buyurulmuştur; çünkü Allah’ın bütün isimleri güzel olduğuna göre bu iki isim de güzel demektir, zira bu iki isim de Allah’ın isimleri cümlesindendir. Allah’ın bu iki isminin, isimler içerisinde en güzelleri olmasının manası, bunları takdis ve övgü manalarına mahsus olarak kullanılmalarıdır. (Keşşâf ve Ebüssuûd)

الْحُسْنٰىۚ  ile sıfatlanan  الْاَسْمَٓاءُ , muahhar mübtedadır.  الْحُسْنٰىۚ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

تَدْعُوا - ادْعُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ وَلَا تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً

 


İstînâfa  وَ ’la atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matufun aleyhle aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat bulunan cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَلَا تُخَافِتْ بِهَا  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

لَا تَجْهَرْ - لَا تُخَافِتْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ  - وَلَا تُخَافِتْ بِهَا  cümleleri arasında mukabele vardır.

Ayetin emir üslubunda talebî inşâî isnad olan son cümlesi  وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً , yine inşaî isnad olan  وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında hükümde ortaklık vardır.

وَابْتَغِ بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلاً  cümlesindeki yola tabi olma ifadesinde istiare vardır. Dengeli bir tutum takınma anlamındadır. (Keşşâf)

اللّٰهَ - الرَّحْمٰنَۜ - الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰىۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 وَلَا تَجْهَرْ بِصَلَاتِكَ [Namazında sesini yükseltme] ifadesi, namazında okurken o zaman müşrikler duyar, bu da onları sana kötü konuşmalarına ve gürültü etmelerine götürür. [Onu kısma da] o zaman arkandaki müminlere duyuramazsın. [Bunun arasında bir yol ara] açıkla gizli arasında orta bir yol bul, çünkü her şeyin ortası iyidir. (Beyzâvî)

İsrâ Sûresi 111. Ayet

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً  ...


“Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve âcizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur” de ve O’nu tekbir ile yücelt.

Zelle ذلّ:  Mastarı ذُلٌّ olan cebir ve zorlama neticesinde meydana gelen horlanma ve aşağılanmadır. Fiil olarak ذَلَّ şeklinde zelil, hor ve hakir hale geldi anlamı taşır. Zull ذُلٌّ ne zaman insanın kendisi tarafından kendisine yönelik olursa övgüye değerdir. Mastarı ذِلٌّ şeklinde gelen ذَلَّ fiili ise ortada bir zorlama ya da zor kullanma olmaksızın bir inatçılıktan veya dik başlılıktan sonra ortaya çıkan uysallık ve yönetilebilirliktir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zelil, zillet ve zuldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً 

 

Cümle makablindeki  قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ ’ya matuftur. Fiil cümlesidir.  قُلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

Mekulü’l-kavli  الْحَمْدُ لِلّٰهِ ’dır. قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

الْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  لِلّٰهِ  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَتَّخِذْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ   muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَتَّخِذْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Ayetteki  يَتَّخِذْ  bu anlamdadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَداً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. İlk mef’ûl mahzuftur. Takdiri; لم يتّخذ أحدا ولدا (Hiç kimseyi çocuk edinmemiştir.) şeklindedir.

يَتَّخِذْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً

 

لَمْ يَكُنْ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ’nün mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

شَر۪يكٌ  kelimesi  يَكُنْ ’nün ismi olup lafzen merfûdur. فِي الْمُلْكِ  car mecruru  شَر۪يكٌ ’e müteallıktır.

لَمْ يَكُنْ لَهُ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.  

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُن  nakıs, meczum muzari fiildir.  لَهُ  car mecruru  يَكُنْ ’nün mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

وَلِيٌّ  kelimesi  يَكُنْ ’nün ismi olup lafzen merfûdur.  مِنَ الذُّلّ  car mecruru  وَلِيٌّ ’e müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. كَبِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَكْب۪يراً  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini belirten mef’ûlü mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَبِّرْ  mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كبر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً 

 


Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …قُلِ ادْعُوا اللّٰهَ  cümlesine atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere müteallıktır.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلّٰهِ  lafzındaki  ل   harfi tahsis ifade eder. (Safvetü't Tefasir)

Bu ayette  اَلْحَمْدُ (hamd)  لِلّٰهِ  (Allah’a aittir) diyerek isim cümlesi kullanılmış ve böylelikle  الحمد  kelimesi Allah’a tahsis edilmiştir. Yani  اَحْمَدُ (hamd ederim) veya  نَحْمَدُ (hamd ederiz) diyerek fiil cümlesi kullanılmamış,  الحمد  herhangi bir zaman veya mekânla kısıtlanmamıştır.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ , lafzen haber manen inşâ cümlesidir. Yani “elhamdulillah deyiniz” demektir. Hamdin Allah'a mahsus olduğunu ifade eder. Bu, Arapların  ألْكَرِمُ في العرَبِ (Cömertlik Araplara mahsustur.) sözüne benzer. 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsul  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  لَمْ يَتَّخِذْ وَلَداً , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَر۪يكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ وَكَبِّرْهُ تَكْب۪يراً

 

Cümle  وَ ’la sıla cümlesine atfedilmiştir. Menfi  كَان ’nin dahil olduğu cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَهُ  mahzuf habere müteallıktır. 

كَان ’nin muahhar ismi olan  شَر۪يكٌ ’daki tenvin nev, kıllet ve tahkir ifade eder. Nefy siyakında nekre umuma işarettir.

فِي الْمُلْكِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْمُلْكِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْمُلْكِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

وَلِيٌّ ’a müteallık olan  مِنَ الذُّلِّ ’deki  مِنَ  sebebiyyedir. (Âşûr) 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan son cümle, hükümde ortaklık sebebiyle  قُلِ cümlesine atfedilmiştir.

كَبِّرْهُ  sözünden sonra mef’ûlü mutlakın gelmesi tekid içindir ve tenvin ta’zim ifade eder. Çünkü Allah bu sıfatından dolayı kendinden başkalarının veremediği nimetleri vermeye muktedirdir. (Âşûr) 

كَبِّرْهُ  fiili ve mef’ûlü mutlak, تفعيل  babındadır. Bu babın en belirgin anlamı teksirdir.

Bu ayette Allah’ın çocuk edinmeme, mülkte ortağı olmama ve yardımcıya ihtiyacı olmama sıfatlarının sayılması taksim sanatıdır.

تَكْب۪يراً - الذُّلِّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَبِّرْتَكْب۪يراً  kelimeleri arasında  iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları ve  لَمْ  edatının tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bil ki Allah Teâlâ, ancak güzel isimleriyle anılmasını ve kendisine dua edilmesini emredince “De ki: Evlat edinmeyen, mülkte hiçbir ortağı olmayan, acziyetten ötürü yardımcıya ihtiyaç duymayan Allah'a hamdolsun. O’nu büyük bir tazimle ulula.” buyurarak nasıl hamdedileceğini öğretmiştir. Allah Teâlâ burada, selbi sıfatlardan olan tenzîh ve celâl sıfatlarından üç tanesini zikretmiştir. Bunlar; O'nun evlat edinmemiş olması, mülkte, hiçbir ortağının olmaması ve acziyetten dolayı yardımcıya ihtiyaç duymamasıdır. Cenab-ı Hak, “O'nu büyük bir tazimle ulula.” buyurmuştur. Bu, “Hamdin, tekbir ile olması gerekir.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Hamd esnasında bu yüce sıfatların zikredilmesi bize bildiriyor ki, hamde layık olan bu sıfatlara sahip olan zattır; başkası değildir. Zira bunlarla ancak kemâl ve var etmenin tam kudreti hasıl olur. İşte bundan dolayıdır ki bundan sonra Ve O'na tekbir getirdikçe getir denilmektedir. Bu kelam, şu hakikate dikkat çekmektedir. Kul, tenzih ve hamdin ifası konusunda ne kadar çaba harcarsa harcasın ve itaatler ile ibadetler için ne kadar gayret sarf ederse etsin, yine de bunlarda kusurunu kabul etmesi gerekir. (Ebüssuûd)

Surenin genelinde olduğu gibi son sayfadaki ayetlerin fasılaları da dikkate şayandır. Fasılalar surenin okunuşuna apayrı bir musiki katmaktadır. Bu özellik Kur'an’ı dinleyen kişide derin bir tesir bırakır. Ayet sonlarındaki bu mükemmel uyum, seci sanatının en güzel örneklerindendir.

Kur'an-ı Kerim’in her suresinde olduğu gibi bu surenin de sona erişi hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğini teşkil etmektedir.

Hüsn-i intihâ; mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur'an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

 
Kehf Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 28. âyetin Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir. Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere,birkaç yerde geçen “kehf ” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir. Sûre de temel konu olarak, inançları sebebiyle öldürülmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınan gençlerin mucizevî hâlleri, ayrıca Hz. Mûsâ ile Zülkarneyn konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada on sekizinci, iniş sırasına göre altmış dokuzuncu sûredir. Gåşiye sûresinden sonra, Nahl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Ancak 28. âyeti ile 83 ve 101. âyetlerinin Medine’de indiği rivayeti de vardır Nüzûl sebebi olarak tefsir ve siyer kaynaklarında şöyle bir olay anlatılmaktadır: Müslümanların sayısının çoğalması üzerine müşrikler, Resûlullah’ın peygamber olup olmadığını araştırmak için Nadr b. Hâris ile Utbe b. Muayt’ı Medine’deki yahudi âlimlerine gönderip kendilerine şu tâlimatı vermişlerdi: “Muhammed’in durumunu onlara sorun, vasıflarını ve söylediklerini anlatın; onlar kitap ehlidir, peygamberler hakkında bizim bilmediklerimizi bilirler.” Bu iki adam, Medine’ye giderek meseleyi yahudi âlimlerine anlattılar. Onlar da, “Muhammed’e, geçmiş zamanlarda mağaraya sığınmış gençleri; dünyanın doğusunu ve batısını dolaşmış olan adamı; rûhun ne olduğunu sorun; eğer bunları size bildirirse o bir peygamberdir, ona uyun; aksi takdirde bir falcıdır, ona istediğinizi yapabilirsiniz” dediler. Nadr ile arkadaşı Mekke’ye dönüp bunları Hz. Peygamber’e sordular. O da “Sorularınıza yarın cevap veririm” dedi. Fakat “inşallah” demesi gerekirken bunu ihmal ettiği için o günden itibaren on beş gün vahiy gelmedi. Bunun üzerine Mekke halkı, “Muhammed bize, ‘Sorularınıza yarın cevap veririm’ diye söz vermişti. Ancak aradan on beş gün geçtiği halde hâlâ sorularımıza cevap vermedi” diyerek dedikoduya başladılar. Hz. Peygamber’e vahyin gecikmesi sırasında iyice bunaldığı bir sırada Cebrâil yukarıdaki soruların cevabını içeren Kehf sûresi ile İsrâ sûresinin 85. âyetini getirdi (İbn Âşûr, XV, 242-244). Tefsir ve siyer kaynaklarından bu rivayeti nakleden İbn Âşûr, Ashâb-ı Kehf hakkında Hz. Peygamber’e soru sormaya Kureyşliler’i teşvik edenlerin, ticaret maksadıyla Mekke’ye gelen bazı hıristiyanlar veya Kureyş’in Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan kiliselerdeki hıristiyan din adamları olabileceğini söylemektedir (XV, 259-260). Elmalılı Muhammed Hamdi de yukarıdaki rivayeti geniş şekliyle naklettikten sonra, hadis tekniği açısından bu rivayetin zayıf olduğunu, buna dayanılarak sûrenin tefsir edilmesinin doğru olmayacağını ifade etmektedir. Elmalılı’ya göre sûrenin baş tarafındaki âyetler gösteriyor ki esas iniş sebebi, “Allah çocuk edindi” denilmiş olmasıdır. Sûre, bunun ilmî dayanağı bulunmayan büyük bir yalan olduğunu açıklamak, bu sözü söyleyenleri uyarmak ve onları tevhide davet etmek için indirilmiş, Zülkarneyn ile ilgili sorunun cevabı da bunun tamamlayıcısı olmuştur (V, 3220).
Yüce Allah’a hamd ile başlayan Kehf sûresinin başlangıcında Allah’ın kutsiyeti ve kemal sıfatlarıyla Kur’an’ın üstünlüğü, müminlere verilecek mükâfatın müjdesi ve Allah’a çocuk yakıştıranların uyarılması konuları yer alır; kâfirlerin inatçı tutumları karşısında üzülen Hz. Peygamber’in durumuna da işaret edilir (1-8). Bundan sonraki âyetlerin büyük bir kısmının konularını şu üç ibretli kıssa oluşturur: 1. Ashâb-ı Kehf kıssası (9-26). Bu kıssada inançları uğruna canlarını ortaya koyarak yurtlarından çıkıp dağdaki bir mağaraya sığınan gençlerin durumu anlatılır. 2. Hz. Mûsâ ile Hızır’ın kıssası (60-82). Bu kıssada Hızır ile Hz. Mûsâ arasında geçen olağan üstü olaylar ve bunlarla ilgili açıklamalar yer alır. 3. Zülkarneyn kıssası (83-98). Bu kıssada takvâ ve adalet sahibi bir hükümdar olan Zülkarneyn’in batıya ve doğuya yaptığı seferlerle Ye’cûc ve Me’cûc’ün yeryüzüne yayılmasını önlemek için yaptığı set anlatılmaktadır. Sûrede ahlâk eğitimine yönelik temsilî anlatımlar da yer almaktadır. FaziletiKehf sûresinin fazileti hakkında birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: Berâ b. Âzib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam Kehf sûresini okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı bir at vardı. Derken bir bulut adamın üzerine doğru inmeye başladı. Bulut yaklaştıkça yaklaşıyordu. At bundan dolayı ürktü ve huysuzlandı. Sabaha çıkınca o zat Hz. Peygamber’e gelerek olayı anlattı. Resûlullah, “O, sekînettir (huzur verendir), Kur’an okunduğu için inmiştir” buyurdular (Buhârî, “Fezâil”, 11; Müslim, “Müsâfirîn”, 240; sekînet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/248). Diğer hadislerde de Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Kim, Kehf sûresinin başından on âyet ezberlerse deccâlden korunmuş olur” (Müslim, “Müsâfirîn”, 257); “Kim, Kehf sûresinin son on âyetini okursa deccâlin fitnesinden korunur” (Müsned, VI, 446); “Kim, Kehf sûresini indirildiği gibi okursa sûre, kıyamet gününde onun için bir nûr olur (Beyhak^, Sünen, III, 249).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 1. Ayet

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ  ...


Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan Allah’a mahsustur.

Yüce Allah tarafından Hz. Peygamber’e indirilen Kur’an, nimetlerin en büyüğü olduğu için övgü ve saygıya başkasının değil, Kur’an’ı gönderen Allah Teâlâ’nın lâyık olduğu bildirilmiştir. Buradaki “kul”dan maksat Hz. Muhammed, “kitap”tan maksat da Kur’ân-ı Kerîm’dir. İnsanları zulmetten nura, dalâletten hidayete kavuşturan, iman ve İslâm’ı öğreten, dünya ve âhirette mutlu bir hayat sürdürebilmeleri için onlara Allah’ın emir ve yasaklarını, dinin hükümlerini, sevap ve cezayı bildiren; eğrisi büğrüsü, yanlışı ve çelişkisi bulunmayan dosdoğru bir kitabın indirilmesi, genelde bütün insanlık, özelde Hz. Muhammed için en büyük nimettir. Böyle bir nimete kavuşmak, o nimeti verene hamd ve şükretmeyi gerektirir. Yüce Allah, bu âyette Hz. Muhammed’in şahsında, lutfettiği bu nimete karşılık yalnız kendisine hamdedilmesi gerektiğini bildirmektedir.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ

 

İsim cümlesidir. ٱلۡحَمۡدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلَّهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

ٱلَّذِیۤ  müfred müzekker has ism-i mevsûl  لِلّٰهِ  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  أَنزَلَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

أَنزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.  

عَلَىٰ عَبۡدِهِ  car mecruru  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  ٱلۡكِتَـٰبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

یَجۡعَل   meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَّهُۥ  car mecruru  یَجۡعَل   fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.

عِوَجَا  birinci  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

أَنزَلَ   fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلٰى عَبْدِهِ الْـكِتَابَ وَلَمْ يَجْعَلْ لَهُ عِـوَجا۔ًۜ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Sure  ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ  ile başlayan beş sureden biridir. Bu sureler Fatiha, Enam, Kehf, Sebe ve Fatır Sureleridir. Bu başlangıç Allah'a olan kulluğu, O’nun nimetlerini ve fazlını itiraf etmeyi, O’nu yüceltmeyi ve O’nun mükemmelliği ve azametini itiraf etmeyi içeren bir başlangıçtır. Suresinin başı Allah'a hamd ve müminlere müjde, müşriklere uyarı içermektedir. Surenin etrafında döndüğü konu budur. (Awel Ahmade Geletu, İsra Ve Kehf Surelerinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

Kuran surelerinin ilk ayetleri surenin içeriğiyle olan anlam bağlantısı yönüyle berâat-i istihlâl sanatının en güzel örnekleridir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkarî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere müteallıktır.  لِلّٰهِ  lafzındaki  ل  harfi, tahsis ifade eder.

Ayetin başlangıcında geçen  ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ  ifadesindeki “lam” harfi, istihkak ifade eder. “Her türlü övme, sena ve şükre müstehak olan sadece Allah'tır.” anlamına gelir. Çünkü her şey O'nun verdiği nimetlerdir. O'ndan başka nimet verecek olan yoktur. (Ruhu’l Beyan)

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Allah isminin zikri tecrîd sanatıdır. 

لِلّٰهِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  أَنزَلَ عَلَىٰ عَبۡدِهِ ٱلۡكِتَـٰبَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede car mecrur  عَلَىٰ عَبۡدِهِ , ihtimam sebebiyle mef’ûle takdim edilmiştir. 

عَبۡدِهِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عَبْدِ  şan ve şeref kazanmıştır.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bütün övgüler o Allah'a mahsustur ki kulu Muhammed'e (sav) bu mükemmel Kitabı Kur'an'ı indirmiştir. Bu, öyle bir kitaptır ki kemâl vasfıyla vasıflandırılmaya bile ihtiyacı yoktur. O, bütün semavî kitaplar arasında el-Kitâb olarak meşhurdur ve bu ismin kendisine tahsis edilmesine de layıktır. Burada Kitap, Kur'an’ın tamamından yahut o zamana değin nazil olan bölümlerden ibarettir. 

Peygamberimizin (sav), Allah'ın kulu olarak ifade edilmesi, onun, kulluğun en yüce mertebesine eriştiğini bildirmek, kendisini şereflendirmek içindir. Bir de Hristiyanların Hz. İsa (as) hakkındaki iddialarının aksine, elçinin, kendisini gönderenin kulu olması gerektiğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Tesbih, işin başıdır. Çünkü tesbih, Allah'ı, O'na yakışmayan şeylerden tenzih etmek olup O'nun, zatı bakımından mükemmel olduğuna işarettir. Hamd ise Cenab-ı Hakk'ın başkasını kemâle erdirmesinden ibarettir. İşin başında O'nun zatı bakımından mükemmel olduğunda, işin sonunda da O'nun başkasını kemâle erdirdiğinde şüphe yoktur. Binaenaleyh tesbih makamının başlangıç, tahmid (hamd) makamının sonuç olduğuna dikkat çekmek için zikirde önce  سبحان الله  denir, sonra  الحمد لله denir. Bunu iyice kavradığında biz deriz ki: İsra hadisesinde tesbihi, Kur'an'ın indirilmesi hadisesinde de hamdi zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin sonunda vasılla gelen cümle  وَلَمۡ یَجۡعَل لَّهُۥ عِوَجَاۜ , itiraz cümlesi, وَ  itiraziyyedir. Cümlenin hal olması da caizdir. Cümlenin sılaya matuf olduğu da söylenmiştir. (Âşûr) 

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Car mecrur  لَّهُۥ , iki mef’ûle müteaddi olan  یَجۡعَل  fiilinin mahzuf birinci mef’ûlüne müteallıktır. İkinci mef’ûl olan  عِوَجَاۜ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre umuma işaret eder.

عِوَج الكتاب  ifadesinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamıyla eğrilik  العوج , dikilmesi-eğilmesi, eğrilmesi-doğrulması mümkün olan şeyler hakkında doğru olur. Bu ise kelamın değil, cisimlerin özelliklerindendir. Bu sebeple biz diyoruz ki:- Allahu a’lem-Kur'an’ın kendisinde hiçbir eğrilik bulunmayıp dosdoğru olmakla nitelenmesi, manalarında tutarsızlığın; üslup, konu, konum ve kurgularında çelişkinin bulunmaması, daima doğru, açık yol  ve yöntemden sapmaması cihetiyledir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Kur'an okurken “eğrilik” anlamındaki  عِوَجَاۜ  kelimesi üzerinde sekte yapılır. Sekte, tatlı bir şekilde okuyuşa ara verip nefesi kesmektir. Bunun yapılmasının sebebi, kendisinden sonra gelen kelimenin sıfat olarak algılanmamasıdır. (Ruhu'l Beyan)

 
Kehf Sûresi 2. Ayet

قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ  ...


2-4. Ayetler Meal  :   
(Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri de uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.

قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ 

 

Fiil cümlesidir. قَيِّماً  mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir.Takdiri, جعله (Onu yaptı) şeklindedir.

لِ  harfi, يُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır.

يُنْذِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, الكافرين  (kâfirler) şeklindedir.

بَأْساً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَد۪يداً  kelimesi  بَأْساً ’nin sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنْ لَدُنْـهُ  car mecruru  بَأْساً ’nin mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ 

 

يُبَشِّرَ  atıf harfi وَ ’la لِيُنْذِرَ ’ye matuftur. يُبَشِّرَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  الْمُؤْمِن۪ينَ ’ün sıfatı olarak mahallen mansubdur.

İsm-i mevsûlun sılası  يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti fethadır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

يُبَشِّرَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülasisi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ

 

İsim cümlesidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  بَ  harf-i ceriyle birlikte يُبَشِّرَ  fiiline müteallıktır.

لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَجْراً  kelimesi  اَنَّ nin ismi olarak lafzen mansubdur.  حَسَناًۙ  kelimesi  اَجْراً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَيِّماً لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ 

 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  جعله  [Onu yaptı.] olan fiil mahzuftur.

قَيِّماً  kelimesi bu mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu cümlenin hal olması da caizdir.

Kur'anın  قَيِّماً  oluşu ile insanların hidayetine sebep olması ve adeta çocukların işlerini üzerine alan bir kayyim olmasıdır. Binaenaleyh beşerî ruhlar tıpkı bir çocuk gibi Kur'an da o çocuğun işlerini yerine getiren, hizmetini gören, şefkatli, onun üzerine titreyen bir mürebbî gibidir. (Fahreddin er-Râzî) 

Sebep bildiren masdar ve cer harfi  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte önceki ayetteki  أَنزَلَ  fiiline müteallıktır.

شَد۪يداً  kelimesi  بَأْساً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

بَأْساً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Car mecrur  مِنْ لَدُنْـهُ , mef’ûl olan  بَأْساً ‘in mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

لَدُنْـهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لَدُنْ , tazim edilmiştir.

بَأْساً - شَد۪يداً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَيِّماً  gizli bir şeyle mansubdur ki takdiri  جَعَلَهُ قيِّماً  şeklindedir veya  لَهُ daki zamirden ya da kitaptan haldir. O zaman ve  لَمۡ یَجۡعَل deki و , hal için olur atıf için olmaz. Çünkü atıf için olursa matuf, matufun aleyhin bazı parçalarının arasına girmiş olur. Bunun içindir ki bunda takdim ve tehir vardır denilmiştir.

Şiddetli bir azapla uyarması için yani  لِيُنْذِرَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عذاباً شَديداً  demektir ki birinci mef'ûl (الَّذ۪ينَ كَفَرُوا) karineden dolayı ve esas hedef olanla (بَأْساً) yetinmek için hazf edilmiştir. (Beyzâvî)

 

 وَيُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ

 

Cümle  وَ la …لِيُنْذِرَ بَأْساً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناً  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede, takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَجْراً , masdar harfi  اَنَّ ’nin muahhar ismidir. 

Faide-i haber inkârî kelam olan bu isim cümlesi, masdar tevilinde olup takdir edilen  بَ  harfiyle birlikte  يُبَشِّرَ  fiiline müteallıktır. 

حَسَناً , muahhar mübteda için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَجْراً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. Kimsenin tahayyül edemeyeceği evsafta olduğuna işarettir.  حَسَناً  sıfatı,  اَجْراً ’in tasavvur edilemez evsafta olduğu anlamını destekler.

الْمُؤْمِن۪ينَ - الصَّالِحَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

عَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ  ibaresinde, takdiri  الاعمال  olan mevsuf mahzuftur.

Allah'ın böyle vasıflandırılması, övgülerin niçin o'na mahsus olduğunu zımnen bildirmek ve Kur'an’ın yüce şanını belirtmek içindir. Yararlı işler yapanlara mümin olma şartının getirilmesi, amellerin kabule şayan olması için imanın şart olduğunu bildirmeye yöneliktir. (Ebüssuûd)

لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ  cümlesiyle, …يُبَشِّرَ الْمُؤْمِن۪ينَ الَّذ۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُنْذِرَ  - يُبَشِّرَ  ve  بَأْساً - حَسَناًۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَجْراً حَسَناًۙ [Güzel mükâfat] tan murad, cennet ve onun güzel nimetleridir. Burada uyarmanın müjdelemekten önce zikredilmesi, kâfirleri, içinde bulundukları küfürden vazgeçirmeye son derece önem verildiğini göstermek içindir. Bir de kötü vasıflardan temizlemek, iyi vasıflarla donatmaktan önce gerçekleştiği içindir. (Ebüssuûd)

اَنَّ لَهُمْ اَجْراً حَسَناًۙ  cümlesinde istiare vardır. Salih amel yapan müminlerin mükâfatı, işçilerin kazancı olan ücrete benzetilmiştir.  
Kehf Sûresi 3. Ayet

مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ  ...


مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ

 

مَاكِث۪ينَ  kelimesi  لَهُمْ ’deki muttasıl zamirden hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ف۪يهِ  car mecruru  مَاكِث۪ينَ ’ye müteallıktır. اَبَداً  zaman zarfı,  مَاكِث۪ينَ ’ye müteallıktır. 

مَاكِث۪ينَ  sülâsî mücerred olan  مكث  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَاكِث۪ينَ ف۪يهِ اَبَداًۙ

 

Fasılla gelen ayette  مَاكِث۪ينَ  kelimesi,  لَهُمْ ’deki muttasıl zamirden haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

مَاكِث۪ينَ  kelimesi, müminlere ait olan  لَهُمْ  ifadesindeki  هُمْ  zamirinden haldir. (Fahreddin er-Râzî)

ألمكث ; belirli bir yerde kalma eyleminin süreklilik arzetmesidir. Ayette zikredilen kimselerin içerisinde bulundukları maddi manevi lezzet ve rahatlık, yine devamlılık manası içeren zarf ile kullanılarak; onların elde edecek oldukları mükâfatın, göz açıp kapayıncaya kadar dahi onları terk etmeyecek şekilde kuşatıvermiş olmasına delalet etmektedir.  اَبَداًۙ  kelimesi de, yalnızca  مَاكِث۪ينَ ’yi tekid için gelmiş olmayıp, bilakis nimetlerle ilgili olarak bahsettiğimiz ihata ve devamlılık manalarını içerir. (Âşûr)

اَبَداًۙ  zarf olarak mansubtur ve  مَاكِث۪ينَ ’ye müteallıktır.

مَاكِث۪ينَ - اَبَداًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kehf Sûresi 4. Ayet

وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ  ...


Allah’a çocuk yakıştıranların iddiaları büyük bir iftira olduğu için, ikinci âyette genel bir uyarıda bulunulmasına rağmen, Allah onları burada özel olarak zikrederek uyarıyı tekrarlamıştır. Bazı müşrik Araplar meleklerin Allah’ın kızları olduğunu, bazı yahudiler Üzeyir’in (bilgi için bk. Tevbe 9/30), hıristiyanların çok büyük bir kısmı da Îsâ Mesîh’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia ediyorlardı. Bu anlayış özellikle hıristiyanlar tarafından dinlerinin esası sayılmaktadır. Halbuki bunlar, gerçek dışı ve cehalet ürünü iddialar olup ne kendilerinin ne de taklit ettikleri atalarının bu konuda bilgi ve delilleri vardı. 
Kuran Yolu Tefsiri

وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ

 

Cümle atıf harfi وَ ’la  لِيُنْذِرَ  fiiline matuftur. يُنْذِرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  اتَّخَذَ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. وَلَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. Ayetteki  اتَّخَذَ  bu anlamdadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً مِنْ لَدُنْـهُ  cümlesine atfedilmiştir.

Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ nin sılası olan  قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mekulü’l-kavli  اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ  olan cümlede îcâz-ı hazif vardır.  وَلَداًۗ , kelimesi  اتَّخَذَ  fiilinin ikinci mef’ûludür. Kelimedeki tenvin, cins ve tahkir içindir. Diğer mef’ûl mahzuftur. Takdiri; Îsa (as)’dır

اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً  [Allah evlat edindi] diyenleri korkutmak için özellikle bunları zikretmesi ve onlarla ilgili olarak uyarıyı tekrar etmesi, inkârlarını büyütmek içindir. “Uyarılan şeyi (be'si, azabı)” zikretmemesi de az önce geçtiği içindir. (Beyzâvî)

Bil ki Allah Teâlâ’nın, اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ  [Allah evlat edindi] diyenlere maruz kalacakları kötü akibetleri haber vermek için وَيُنْذِرَ  ifadesi, “O'nun  katından olan en çetin bir azap ile korkutmak için” ifadesine atfedilmiştir. Matufun, matufun aleyh'den başka olması gerekir. Binaenaleyh birincisi, azabı hak etmiş olan herkes hakkında umumi bir ifade; ikincisi ise Allah'ın çoluk çocuğu olduğunu söyleyenlere has bir ifadedir. Kur'an'ın üslubu böyledir. O, genel bir hüküm ortaya koyduğunda o küllî hükmü meydana getirenlerin en büyüğü olduğuna dikkat çekmek için cüzlerinden bir kısmını o küllî hükme atfeder. Bu, Cenab-ı Hakk'ın (Bakara Suresi, 98) ayetinde de böyledir. Binaenaleyh burada da küfrün ve günahın en büyüğü olduğunu göstersin diye bu ifade, önceki ifadeye atfedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

2. ayette gelen  لِيُنْذِرَ بَأْساً شَد۪يداً  [Çetin bir azap ile uyarsın.] şeklindeki genel ifadeden sonra  وَيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداًۗ  [Allah evlat edindi diyenleri uyarsın.] şeklinde özel ifade getirilerek ıtnâb yapılmıştır. Bu, Allah’a çocuk isnad etmenin adiliğini vurgulamak içindir. Burada güzel bir hazif ve iyi bir fesahat vardır. Zira ilk cümlede birinci mef'ûl hazf edilmiştir. Yani “Kâfirleri çetin bir azap ile uyarsın.” demektir. Sonra ikinci cümlede bu birinci mef'ûl söylenmiş, ikinci mef'ûl ise hazf edilmiş ve “Allah evlat edindi diyenleri uyarsın.” buyurulmuştur. Birinci cümleden anlaşıldığı için burada azap hazf edilmiş, ikinci cümleden anlaşıldığı için de birinci cümleden uyarılanlar hazf edilmiştir. Bu, fesahatın en güzellerindendir. (Safvetü’t Tefasir)
Günün Mesajı
Allah'ın Esmaü-l Hüsnâ denilen pek çok güzel isimleri, yani O'nun kendileriyle anıldığı pek çok ve hepsi de güzelliğin sonsuz mertebesinde isimleri vardır. Bu isimlerin pek çoğu Kur'ân'da geçmekte, daha başka pek çoğu da hadis-i şeriferde anılmaktadır. Allah ve Rahmân, sadece O'na aittir ve Allah, O'nun bütün isimlerini içine alan has ismi olduğu gibi, Rahmân da bir sıfat-isimdir ve yine O'na hastır. Bu bakımdan, bir başka varlık bu iki ismi asla kullanamaz.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Ey Kur’an-ı Kerim’i indiren Rabbim! Şüphesiz; kelamına iman edenlerdenim. Hakikatin ile buluştur gönlümü. Hakikatin ile arındır benliğimi. Kelamını; dilimden ve kulaklarımdan kalbime, kalbimden ve zihnimden hayatıma işlememi nasip et. Onun nuruyla benliğimin her zerresini ve yolumu aydınlat, ilmiyle düşüncelerimi ve ibadetlerimi güzelleştir.

Ey Rasulunu müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderen Rabbim! Şüphesiz; elçinin elçiliğine iman edenlerdenim. Salat ve selam onun üzerine olsun. Bildirdiği müjdelerine sevinen, uyarılarını da dikkate alanlardanım. Gösterdiği yolda dengeli yürümeye çalışanlardan eyle; kolaylaştır ve kabul buyur. Mahşerde ümmet bayrağı altında gölgelenlerden olmamı nasip eyle.

Ey hamdın ve övgülerin sahibi olan Rabbim! Beni: ilim verdiklerinden ve kelamını işittiğinde secdeye varanlardan; Seni tesbih edenlerden ve vaadini gerçekleştireceğine şeksiz inananlardan; Kur’an-ı Kerim’in imanımı ve Sana olan itaatimi arttırdıklarından; namazını huşu ile kılanlardan ve kelamını namazında muhabbet ile düşünerek okuyanlardan; en güzel isimlerinle her şeyi Senden isteyenlerden ve Sana tövbe edenlerden; namazda sesini ayarlamak gibi her işinde rızanı umarak dengeyi korumaya çabalayanlardan; her an ve her mekanda, Sana hamd edenlerden; hatalarını affettiklerinden ve yükünü haffiflettiklerinden; ferahlattıklarından ve mükafatlandırdıklarından, sevdiklerinden ve sevindirdiklerinden eyle.

Amin.