16 Nisan 2025
Kehf Sûresi 46-53 (298. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 46. Ayet

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً  ...


Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْمَالُ mal م و ل
2 وَالْبَنُونَ ve oğullar ب ن ي
3 زِينَةُ süsüdür ز ي ن
4 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَالْبَاقِيَاتُ fakat kalıcı olan ب ق ي
7 الصَّالِحَاتُ güzel işler ise ص ل ح
8 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
9 عِنْدَ katında ع ن د
10 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
11 ثَوَابًا sevapça ث و ب
12 وَخَيْرٌ ve daha hayırlıdır خ ي ر
13 أَمَلًا umutça da ا م ل
Ebû Saîd el-Hûdri , Abdullah ibni Ömer ve Ebû Hüreyre gibi sahâbilerin Resûl-i Ekrem Efendimizden rivayet ettiklerine göre Allah’ın Resûlü “ kalıcı  olan  sâlih  amellerin  (el-bâkıyâtü’s-sâlihat’ın)” sübhânallah, elhamdülillâh, lâhavle velâ kuvvete illâ billâh zikirleri olduğunu söylemistir. 
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 75, IV, 267; Elbâni, Silsiletü’l-ehâdisi’s-sahiha, VII, 785,791,nr 3264)

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ

 

İsim cümlesidir.  اَلْمَالُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْبَنُونَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  الْبَنُونَ  cemi müzekker salim olduğundan ref alameti  و ’dır.

ز۪ينَةُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَاۚ  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْبَاقِيَاتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الصَّالِحَاتُ  kelimesi  الْبَاقِيَاتُ ’ın sıfatı olup merfûdur.

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عِنْدَ  zaman zarfı  خَيْرٌ ’a müteallıktır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ثَوَاباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez. 

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَيْرٌ اَمَلاً  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

الصَّالِحَاتُ  kelimesi sülasi mücerredi olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

الْبَاقِيَاتُ  kelimesi sülasi mücerredi olan  بقي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْبَنُونَ  müsned olan  اَلْمَالُ ’ya tezâyüf sebebiyle atfedilmiştir. Müsned olan  ز۪ينَةُ الْحَيٰوةِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.  الدُّنْيَاۚ , muzâfun ileyh konumundaki  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mal ve oğullar, ziynet (süs) hükmünde cem’ edilmişlerdir. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Mal, çocuklardan daha çok fitneye sebep olduğu için takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette geçen mal ve oğulların dünya hayatının süsü olması hükmü muhatap tarafından itiraz ve şüpheyle karşılanmadığından ayet-i kerime ibtidâî kelam olarak gelmiştir. Allah tarafından insanlara bir bilgi vermek amacıyla söylenmiştir. Tekide gerek görülmemiştir.

Evlat, maldan daha aziz olduğu halde yukarıda (39. ayette) ve “Size mallarla ve evlat ile yardım ettik.” ayeti ile benzerlerinde olduğu gibi burada da malın, evlattan önce zikredilmesi, süs, yardım ve benzeri hususlarda malın derin etkisinden ve fertler ile vakitlere göre umumi olmasından dolayıdır. Zira mal, babalara da evlatlara da her zaman yardımcıdır.

Evlat ise baba olabilecek yaşa geldiklerinde yardımları görülebilir. Mal, nefsin bekasının sebebidir; evlat ise insan türünün bekasının sebebidir. Mala olan ihtiyaç, evlada olan ihtiyaçtan daha zaruridir. Malın kudreti, evlattan fazladır. Bir de mal, evlat olmasa da süstür ama aksi öyle değildir. Zira evlatları olup da malı olmayan kimse sıkıntı içindedir. (Ebüssuûd)

Genç olsun yaşlı olsun bütün insanların aklına ilk mal geldiği ve onu arzulamak evladı arzulamaktan önce olduğu için mal evlada takdim edilmiştir. (Âşûr)


  وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ اَمَلاً

 

Makabline matuf, sübut ifade eden isim cümlesi temyiz dolayısıyla faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyh sıfat terkibi şeklinde gelmiştir. Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

عِنْدَ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere şan ve şeref kazandırmıştır. Yine Rabb ismine muzâf olması  عِنْدَ  için tazim ifade eder

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetteki ikinci  خَيْرٌ  birinciye matuftur. Kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثَوَاباً  ve  اَمَلاً  temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibariyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz Arap Dili Gramerinde Temyiz Y.L.Tez.)

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV, Tekid)

Onlar Rabbin nezdinde sevapça da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır buyurmuştur. Bu, “Allah'ın rızasını elde etmek için yapılan her amel ile ilgili mükâfat, arzu ve emel, şüphesiz daha hayırlı ve daha faziletlidir. Çünkü bu amelleri yapan, dünyada Allah'ın mükâfatını, ahirette de nasibini arzu ve ümit eder.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Baki kalacak iyi amellerin yani hayırlı amellerin ise semeresi sonsuza kadar devam eder. Bunlar: beş vakit namaz, hac işleri, Ramazan orucu,  سبحان الله والحمد لله وﻻ إله إﻻ لله والله أكبر  ve güzel söz ile de tefsir edilmiştir. (Beyzâvî)

مَالُ  بَنُونَ  -  ز۪ينَةُ  ve  ثَوَاباً  -  خَيْرٌ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 
Kehf Sûresi 47. Ayet

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ  ...


Dağları yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir hatırla. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ O gün ي و م
2 نُسَيِّرُ yürütürüz س ي ر
3 الْجِبَالَ dağları ج ب ل
4 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
5 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
6 بَارِزَةً çırılçıplak ب ر ز
7 وَحَشَرْنَاهُمْ onları toplamışız ح ش ر
8 فَلَمْ ve
9 نُغَادِرْ bırakmamışızdır غ د ر
10 مِنْهُمْ onlardan
11 أَحَدًا hiçbirini ا ح د
Dağların yürütülmesinden maksat, kıyamet gününde şiddetli bir deprem ve infilâkin meydana getirilmesi, dağların atılmış yün gibi savrulması olabilir. Kur’an’ın değişik yerlerdeki anlatımına göre o gün yer kütlesi sarsılacak ve dağlar darmadağın edilecek (Hâkka 69/14), savrulan kum yığınları haline gelecek (Müzemmil 73/14), atılmış renkli yün gibi olacak (Kåria 101/5), toz duman haline gelecek (Vâkıa 56/5-6), bulutlar gibi hareket edecek, nihayet bir serap olacaktır (Nebe’ 78/20). Nitekim başka bir âyette şöyle buyurmaktadır: “Sana dağları soruyorlar. De ki: Rabbim onları un ufak edip savuracak; yerlerini dümdüz, bomboş bırakacak. Orada artık ne bir kıvrım ne de bir tümsek görürsün” (Tâhâ20/105-107). Bu konuda Elmalılı Muhammed Hamdi şöyle der: “Dağların atılmış renkli yünler gibi olmaları hali, bizim idrakimize göre bütün yer küresinin volkan gibi infilâk edip patlaması halini düşündürdüğü gibi, son zaman savaşlarının o hali almaya doğru giden yakıcı manzaralarını da göz önüne getirmektedir” (IX, 6029). Allah dağları yerinden giderir, yok eder, her taraf dümdüz ve çıplak hale gelir. Böylece yeryüzünde ne bir bitki ne bir ağaç ne bir canlı ne de bir bina kalır.
 
 Bundan sonra Allah Teâlâ, bütün insanları huzurunda saf halinde toplayacak ve inkârcılara şöyle hitap edecek: “Siz ilk yarattığımız gibi bize geldiniz!” Yani siz öldükten sonra dirilmeyi inkâr ediyordunuz, işte gördünüz. Sizi hiç yokken nasıl yarattıysak öldükten sonra da öylece dirilttik. Şimdi huzurumuza aynen yarattığımız zamanki gibi çıplak, malsız, mülksüz, çocuksuz ve yardımcısız olarak geldiniz. Nitekim başka bazı âyetlerde şöyle buyurulmuştur: “Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız” (En‘âm 6/94). “Onun sözünü ettiği şeyler sonunda bize kalacak, kendisi de tek başına bize gelecek” (Meryem 19/80). Hz. Peygamber de kıyamet gününde Allah’ın insanları, ilk yaratıldıkları doğal halleri ve görünüşleriyle, yanlarında dünyalık hiçbir şeyleri olmaksızın toplayacağını haber vermiştir (Müsned, III, 495).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 557-558

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir.  يَوْمَ  zaman zarfı, takdiri  أُذْكُرْ  olan mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. نُسَيِّرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُسَيِّرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. 

الْجِبَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  بَارِزَةً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُسَيِّرُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سير ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  haliyyedir.  حَشَرْنَاهُمْ  hal cümlesi  قد  takdiri ile mahallen mansubdur.

حَشَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.   نُغَادِرْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

مِنْهُمْ  car mecruru  اَحَداً ’in mahzuf haline müteallıktır.  اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

نُغَادِرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  غدر ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَوْمَ نُسَيِّرُ الْجِبَالَ وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ وَحَشَرْنَاهُمْ فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Zaman zarfı olan  يَوْمَ  cümle başındaki mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri; أُذْكُرْ ’dur.

Zaman zarfı  يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan  نُسَيِّرُ الْجِبَالَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim, muzari fiil sıygasında gelmesi teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu ifadenin takdiri 45. ayetteki “Onlara dünya hayatının misalini irad et.” ifadesi üzerine atfedilmek üzere ve “Onlara dağları yürüteceğimiz o günü anlat.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

O günün hatırlatılmasından murad, müşrikleri, o gün olacak korkunç hadiselerle uyarmaktır. (Ebüssuûd)

وَتَرَى الْاَرْضَ بَارِزَةًۙ  cümlesi muzâfun ileyh cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü açıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

“Ve o gün yeryüzünün her tarafını da dümdüz göreceksin.” Yeryüzünün, dağlar altında kalan kısımlarının meydana çıkması keyfiyeti açıktır. Başka yerlerin meydana çıkması ise önceleri dağların görmeye engel olduğu yerlerin, dağların ortadan kalkmasıyla ortaya çıkması ve görünür hale gelmesi demektir. İşte o zaman her yer, engebesiz dümdüz bir saha haline gelecektir. (Ebüssuûd)

İsm-i fail veznindeki  بَارِزَةًۙ , mef’ûlün halidir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Ayette önceki iki fiil muzari iken  حَشَرْنَاهُمْ  fiilinde maziye iltifat edilmiştir.

وَحَشَرْنَاهُمْ  cümlesi hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için mazi fiille gelebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)

Bu ayet-i kerimede, Allah'ın kullarını mahşerde toplayacağını ifade eden  حَشَرْنَاهُمْ  fiili, henüz yaşanmamış olan ahiretten bahsettiği halde mazi (geçmiş zaman) sıygayla gelmiştir. Durumun zahiren gereğine uygun olmayan bu kullanımın sebebi, mahşerin kesin olarak gerçekleşeceğini ifade etmektir; dolayısıyla fiil zahiren gerektiği gibi muzari sıygayla değil, gerçekleşeceğinin kesinliğini ifade etmek üzere gerçekleşmiş gibi mazi sıygayla gelmiştir. (Kazvînî, el-İzâh fî Ulûmi’l-Belâga)

Ayetin  فَ  harfiyle  وَحَشَرْنَاهُمْ ’a atfedilen son cümlesi  فَلَمْ نُغَادِرْ مِنْهُمْ اَحَداًۚ , menfi muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

Ayetteki fiillerin hepsinin azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmesi, bu fiillerin Allah katında önemine işaret etmiştir.

Muzariye dahil olan  لَمْ  edatı, fiili cezm eder ve manasını olumsuz maziye çevirir.

نُغَادِرْ  fiili mufâale babındadır. Mufaale babı fiile müşareket ve teksir anlamları katar.

Ayetteki  لَمْ نُغَادِرْ  ifadesi, “Hiçbirini bırakmayız.” demektir. Arapçada “Onu terk etti.” manasında  أغْدَرَهُ  ve  غَادَرَهُ denir. Ahdi bozmaya “gadr” denilmesi de bu köktendir. Sellerin geride bıraktığı şeylere de “gadîr” denilir. Yine kadının saç örüğüne de arkaya atıldığı (adeta terk edildiği) için “gadîrâ” denilmesi de bundan dolayıdır. (Fahreddin er-Râzî)

اَحَداًۚ  ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umuma işarettir

الْجِبَالَ  -  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kehf Sûresi 48. Ayet

وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً  ...


Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, “Andolsun, sizi ilk önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba çekileceğiniz bir zaman belirlemediğimizi sanmıştınız” denir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعُرِضُوا ve hepsi sunulmuşlardır ع ر ض
2 عَلَىٰ
3 رَبِّكَ senin Rabbine ر ب ب
4 صَفًّا sıra sıra ص ف ف
5 لَقَدْ andolsun
6 جِئْتُمُونَا bize geldiniz ج ي ا
7 كَمَا gibi
8 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattığımız خ ل ق
9 أَوَّلَ ilk ا و ل
10 مَرَّةٍ defa م ر ر
11 بَلْ oysa
12 زَعَمْتُمْ siz sanmıştınız ز ع م
13 أَلَّنْ
14 نَجْعَلَ tayin etmeyeceğimizi ج ع ل
15 لَكُمْ size
16 مَوْعِدًا bir vade و ع د

  Saffe صَفَّ :

 صَفٌّ  insanlar, ağaçlar gibi şeyleri düz bir hat üzerinde yerleştirmektir. Kimi zaman bu kelime Ebu Ubeyde'nin dediği gibi saf tutan manasında da kullanılır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim türevleriyle  14 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri saf ve sofadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  عُرِضُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰى رَبِّكَ  car mecruru  عُرِضُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  صَفاًّ  naib-i failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جِئْتُمُونَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  جِئْتُمُونَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle birlikte amili  جِئْتُمُونَا  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  بعثناكم بعثنا كإنشائنا لكم أوّل مرّة  (Sizi ilk yarattığımız gibi yeniden dirilttik.) şeklindedir.

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَوَّلَ  masdardan naib mef’ûlu mutlak olarak mahallen mansubdur.  مَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

زَعَمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  اَلَّنْ نَجْعَلَ  cümlesi,  زَعَمْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri,  أنه  şeklindedir. لَّنْ نَجْعَلَ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. نَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَكُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. مَوْعِداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَعُرِضُوا عَلٰى رَبِّكَ صَفاًّۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki  نُسَيِّرُ  ya da  حَشَرْنَاهُمْ  fiiline matuftur. Cümleler arasında anlam bütünlüğü mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

عُرِضُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Resulullah’a (sav) ait  كَ  zamirinin Rabb lafzına izafeti, Peygamber Efendimize destek ve tekrim içindir.

صَفاًّ  naib-i failin hali olarak mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.


 لَقَدْ جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ 

 

İkinci cümle kasem üslubunda gelmiş gayrı talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.

لَ  yeminin cevabına dahil olan harftir. Kasem fiilinin mahzuf olduğunun işaretidir.

قَدْ  tahkik edatıdır. Tekid ifade eder. Allah Teâlâ ilk defa yaratmış olduğu gibi insanların huzuruna saf halinde geleceklerini yemin ederek tekidli bir dille kesin olarak bildiriyor.

Mukadder kasemin cevap cümlesi  جِئْتُمُونَا كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۘ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا nın sılası  خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ, müspet mazi fiil sıygasında sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Masdar-ı müevvel  كَ  harfiyle birlikte mef’ûlun mutlakın mahzuf amiline müteallıktır. Yani:  بعثناكم بعثنا كإنشائنا لكم أوّل مرّة  (Sizi ilk yarattığımız gibi yeniden dirilttik.). 

مَرَّةٍ ’e muzaf olan  اَوَّلَ , mukadder mef’ûlu mutlaktan naibdir. Bu takdire göre cümle faide-i haber talebî kelamdır.

مَرَّةٍ ’deki tenvin tazim içindir.


بَلْ زَعَمْتُمْ اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً

 

İstînâfiyye olan cümlede  بَلْ  edatı, bir kıssadan diğerine geçiş içindir. (Beyzâvî)

بَلْ  edatı kendisinden sonra bir cümle geldiğinde idrâb harfi olur. Bazen de bu  ayette olduğu gibi bir manadan diğer bir manaya intikal için gelir. Kendisinden önceki cümle manasını korur. (İtkan c. 1, s. 436)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلَّنْ ; muhaffefe  أنّ  ve  لَنْ  harfleridir.  لَنْ , muzariyi nasb eder, manayı istikbale çevirerek olumsuz yapar. Asla anlamı vererek tekid ifade eder.

Muhaffefe  أنّ ’nin dahil olduğu  اَلَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً  cümlesi masdar teviliyle  زَعَمْتُمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesinde muhaffefe  أنّ ’nin şan zamiri mahzuftur. Haberi olan  لَّنْ نَجْعَلَ لَكُمْ مَوْعِداً, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır. 

أنّ  ve  لَنْ ’le tekid edilen isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Allah Teâlâ, müşriklerin inkârlarına karşılık vaadini yerine getireceğini, şüpheye yer bırakmadan kesin bir dille belirtiyor.

 
Kehf Sûresi 49. Ayet

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟  ...


Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوُضِعَ (ortaya) konulmuştur و ض ع
2 الْكِتَابُ Kitap ك ت ب
3 فَتَرَى ve görürsün ر ا ي
4 الْمُجْرِمِينَ suçluların ج ر م
5 مُشْفِقِينَ korkarak ش ف ق
6 مِمَّا
7 فِيهِ onun içindekilerden
8 وَيَقُولُونَ ve dediklerini ق و ل
9 يَا وَيْلَتَنَا vah bize و ى ل
10 مَالِ ne oluyor
11 هَٰذَا bu
12 الْكِتَابِ Kitaba ك ت ب
13 لَا (hiçbir şey)
14 يُغَادِرُ bırakmıyor غ د ر
15 صَغِيرَةً (ne) küçük ص غ ر
16 وَلَا ne de
17 كَبِيرَةً büyük ك ب ر
18 إِلَّا
19 أَحْصَاهَا her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor ح ص ي
20 وَوَجَدُوا ve bulmuşlardır و ج د
21 مَا şeyleri
22 عَمِلُوا yaptıkları ع م ل
23 حَاضِرًا hazır ح ض ر
24 وَلَا ve
25 يَظْلِمُ zulmetmez ظ ل م
26 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
27 أَحَدًا kimseye ا ح د
Bu ve benzeri âyetler (meselâ bk. Câsiye 45/29; İnfitâr 82/10-12) insanoğlunun dünyada başı boş bırakılmadığını, yapmış olduğu iyi veya kötü, büyük veya küçük her türlü amelin, mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde yazılıp korunduğunu ifade etmektedir. İnkârcıların hesaba katmadıkları âhiret gününde herkesin amel defteri önüne konacak ve dünyada yapmış olduğu büyük-küçük ne ameli varsa orada zaptedilmiş olduğunu görecektir. Dünyada günaha batmış olanlar o gün yapmış oldukları kötülüklerin sayılıp dökülmesinden dehşete kapılacaklar, Allah’ın vereceği cezadan ve insanlar karşısında rezil olmaktan korkacaklardır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 558-559

   Şefeqa  شفق :

  شَفَقٌ  güneşin batışı esnasında, gün ışığının gecenin karanlığına karışmasıdır. İf'al babındaki إشْفاقٌ  formu korkuyla karışık ihtimam ve ilgi göstermektir. Çünkü şefkat gösteren kişi (müşfik) şefkat gösterileni sever ve onun başına bir şey gelmesinden korkar. Bu kavram مِنْ harfi ceriyle müteaddî olduğunda (geçişli yapıldığında) korku anlamı daha açıktır. عَلَى ve فِي  harfi cerleriyle müteaddî yapıldığında ise ihtimam ya da ilgi manası daha belirgindir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şafak, şefkat ve müşfiktir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُضِعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْكِتَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

الْمُجْرِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُشْفِق۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  مُشْفِق۪ينَ e müteallıktır. 

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

الْمُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli,  يَا وَيْلَتَنَا ’dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

يَا  nida harfidir.  وَيْلَتَنَا  münada olup fetha ile mansubdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münadanın 3 çeşidi vardır: 1) İstigase, 2) Nudbe, 3) Terhim.

Nudbe: Kişinin kendisinin veya başkasının uğradığı felaket ve musibetten duyduğu acıyı açıklamak için yaptığı nidaya “nudbe” denir. Acı, musibet veya kötü bir anda kullanılan bir ünlem çeşididir. Nudbe uyarmak, seslenmek, çağırmak için kullanılan ifade şekillerinden biridir. Acınılması, üzüntü duyulması gereken kimseye “mendub” denir. Nudbe için umumiyetle  وَا  nida harfi kullanılır.  وَا  ile yapılan nidaya “nudbe”, münadasına da “mendub” denir.  وَا  edatının türkçe karşılığı “vah, vah yazık, vay” şeklindedir. Mendub münada gibi fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Hazf edilen fiili  اَدْعُو  veya  اُنَادِى ’dir. Nudbe nadir olarak  يَا  ile de yapılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

لِ هٰذَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

الْكِتَابِ  işaret zamiri  هٰذَا dan bedel veya atf-ı beyândır.

Atf-ı beyân konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyân olarak gelmesi

3. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُغَادِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

 صَغ۪يرَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

كَب۪يرَةً  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَحْصٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  

اَحْصٰيهَا  kelimesi  صَغ۪يرَةً  ve  كَب۪يرَةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُغَادِرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  غدر ’dir.  

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْصٰي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حصي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟

 

 

Fiil cümlesidir.  وَجَدُوا  fiili ile başlayan cümle  قَدْ  takdiriyle  يَقُولُونَ ’nin failinin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “ وَقَدْ ” gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

حَاضِراً  kelimesi  وَجَدُوا  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

وَ  istînâfiyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يَظْلِمُ  merfû muzari fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfudur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَحَداً۟  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

حَاضِراً  kelimesi, sülasi mücerred olan  حضر  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَوُضِعَ الْكِتَابُ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …زَعَمْتُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.  وَوُضِعَ الْكِتَابُ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

وُضِعَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Bu cümle, hatırlatılmak istenen kıyametin, korkunç hallerine dahildir. Burada, geçmiş fiil kipinin kullanılması, diğerlerinde olduğu gibi muhakkak olacağına delalet etmek içindir. (Olacağı muhakkak olan, olmuş hükmünde kabul edilebilir.) (Ebüssuûd)

O kitaptan murad, amel defterleridir. Onun konulmasından murad da sahiplerinin sağ veya sol ellerine verilmesi veya sevap ile günah terazisine konulmasıdır. (Ebüssuûd)

كِتَابُ  mecazî manada amel defteri demektir.

الْكِتَابُ  kelimesinin başındaki elif-lâm ile cins (kitap cinsi) manası kastedilmiştir. Buna göre kitap lafzı ile insanların “amel defterleri” murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا ف۪يهِ 

 

فَ  ile makabline atfedilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkinci cümlede  الْمُجْرِم۪ينَ  mef'ûl,  مُشْفِق۪ينَ  haldir. Bu iki kelime arasında muvazene sanatı vardır.

Bu mücrimlerden murad, bütün mücrimlerdir. Böylece kıyameti inkâr edenler öncelikle buna dahildirler. (Ebüssuûd)

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَّا , ism-i fail veznindeki  مُشْفِق۪ينَ ye müteallıktır. Hal olan  مُشْفِق۪ينَ ’nin ism-i fail kalıbında oluşu, müteallık almasına imkân sağlamıştır.

Sıla cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِمَّا  bu mahzuf sılaya matuftur.

الإشْفاقُ ; Gelecekte meydana gelecek bir şeyden korkmak demektir. (Âşûr)


 وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ

 

…وَيَقُولُونَ  cümlesi, hal olan  مُشْفِق۪ينَ ’ye matuftur. Bu atıf, ism-i failin, fiil gibi amel etmesiyle mümkün olmuştur. Matuf ve matufun aleyh arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. 

يَقُولُونَ  fiili bu korkunç durumum zihinde canlandırmak veya korkunç ve dehşete düşmüş bir durumda bu sözlerin tekrar ettiğini ifade etmek için muzari olarak getirilmiştir. (Âşûr)

Müşriklerin tam bir pişmanlık ve hayret içeren sözleri  ...يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هٰذَا الْكِتَابِmekulü’l-kavl olarak mahallen mansubdur. 

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  وَيْلَتَنَا , münadadır. Nidanın cevabı olan  مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi  مَا ’nın mübteda olduğu cümlede haber mahzuftur. Car mecrur  لِ هٰذَا , bu mahzuf habere müteallıktır.  الْكِتَابِ , işaret isminden bedeldir. 

Azaba bir sesleniş gibi olan nida cümlesi tahassür ve nedamet anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Veyl nidası: Acı sebebiyle duyulan ızdıraptan dolayı tutulan yas ve ağıttır. Aslında nida harfidir ama mecazen halihazirdaki hal dolayısıyla nida edilmeyen bir şey, nida edilen menziline konarak kullanılır. Adeta bu senin vaktindir, öyleyse gel der. الوَيْلَةُ kelimesi mübalağa manası için müennes olmuştur. Durumun ve helakın kötülüğünü ifade eder. Ev manasındaki  الدّارُ  kelimesinin evin genişliğine ifade etmek üzere دارَةَ şeklinde müennes getirilmesi gibidir. (Âşûr) 

الوَيْلَةُ ; Mübalağa maksadıyla gelmiş  الوَيْلِ  kelimesinin müennesidir. (Âşûr)

İstifham cümlesi de gerçek manada soru olmayıp taaccüp ve korku ifade ettiğinden, vaz edildiği anlamın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

مَالِ هٰذَا الْكِتَابِ  cümlesindeki  لِ  harfi ihtisas içindir. (Âşûr)

الْكِتَابِ  kelimesinin  هٰذَا  ile işaret edilmesi onların kitaba karşı olan saygıyla karışık korku ve taaccüblerinin ne derece yoğun olduğunu göstermektedir. Sözlerindeki 

يَا وَيْلَتَنَا ,  zaid  لَا,  nefy harfi  لَا  ve hasr edatı  اِلَّٓا  ile oluşmuş kasr, onların ruh hallerini bize resmediyor.

Lisânu’l Arab'da şöyle yazılıdır: Veyl, hüzün, helak ve azap nedeniyle yaşanan meşakkattir. Helak olan herkes veyl diye nida eder. Bu nida, “Ey hüznüm, ey helakim, ey azabım gel artık, senin vaktin geldi” manasındadır. Sanki başına gelen bu korkunç durumda bunun gelmesini istemektedir. (Fâdıl Sâlih es-Sâmarrâî Beyanî Tefsir Yolu 2. Ya-Sin Suresi 51. ayet)

يَقُولُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


ا يُغَادِرُ صَغ۪يرَةً وَلَا كَب۪يرَةً اِلَّٓا اَحْصٰيهَاۚ وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ

 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kitab’ın hali olan cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. وَ ’sız gelen bu hal cümlesi kitabın bu halinin sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.

Mef’ûl olan   صَغ۪يرَةً ’e matuf  كَب۪يرَةً ’deki nefy harfi zaiddir, tekid ifade eder. Ayrıca cümle  لَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşmuş kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  اَحْصٰيهَاۚ  mef’ûlün sıfatıdır.

Hakir ve azim fiiller anlamındaki  صَغ۪يرَةً  ve  كَب۪يرَةً  kelimeleri, takdiri  فِعْلَةً  (fiil) olan mevsufun sıfatlarıdır. (Âşûr)

Buradaki istisna, bir şeyi zıddına benzer bir şeyle tekid içindir. Çünkü eğer sayıldıysa, hiçbir şey bırakılmamıştır. Bu sebeple mana, (Allah-u Teala) hiçbir şey bırakmamıştır olarak belirmiş ve istisna edatı gerçek anlamını kaybetmiştir. (Âşûr)

اَحْصٰيهَاۚ ’nın, iki mef’ûle müteaddi olan  ترك  manasındaki  يُغَادِرُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olması da caizdir.

Ayetteki  صَغ۪يرَةً  ve  كَب۪يرَةً  kelimelerinin müennes oluşu mevsufları olarak takdir edilen  فِعْلَةً  kelimesi dolayısıyladır ve “mutlaka onu kaydeder ve zapteder” demektir. Bazı alimler, şöyle derler: “Ey insanlar, büyük günahlardan önce küçük günahlardan sakının. Çünkü insana büyük günahları işleme cesareti veren, işte o küçük günahlardır. Binaenaleyh küçük günahlardan da alabildiğine sakının.” (Fahreddin er-Râzî)

صَغ۪يرَةً  kelimesinin takdimi, sayılmasından dolayı en çok şaşkınlık uyandıracak olanların onlar olması sebebiyledir.  كَب۪يرَةً  kelimesinin ona atfı ise, sayılma eylemindeki umum ifadesi içindir. (Âşûr)

يَقُولُونَ  fiilinin failinden  قَدْ  takdiriyle hal olan  وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِراًۜ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

وَجَدُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi  مَا ’nın sılası olan  عَمِلُوا cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mef’ûl olan  حَاضِراًۜ deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

وَجَدُوا - عَمِلُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


  وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَداً۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Ta’lil hükmündeki son cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle merfû olması, hitabın yalnız Hz. Peygambere tevcihi, Rabb isminin Resulullah’ın yerini tutan zamire izafesi, Allah Teâlâ'nın ona karşı ziyadesiyle lütufkâr olduğunu belirtmektedir.

Âşûr ise bu cümlenin  ووَجَدُوا ما عَمِلُوا حاضِرًا  cümlesine matuf olduğu görüşündedir. (Âşûr)

Mef’ûl olan  اَحَداً۟ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.

Ta’lil cümleleri tetmim ıtnabındandır.

Hz. Peygambere ait  كَ  zamirine  رَبُّ  lafzının muzaf oluşu, ona tazim ve tekrim ifade eder.

Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez ki birinin işlemediği günahları onun amel defterine yazmış olsun veya müstahak olduğu azabın fazlasını versin. Şu halde bu kelam, ezelî kalemin adaletini göstermektedir. (Ebüssuûd)

صَغ۪يرَةً  -  كَب۪يرَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

الْكِتَابِ  kelimesinin tekrarı dikkatleri ona çekip önemini vurgulamak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

 
Kehf Sûresi 50. Ayet

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً  ...


Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قُلْنَا demiştik ق و ل
3 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
4 اسْجُدُوا secde edin س ج د
5 لِادَمَ Adem’e
6 فَسَجَدُوا secde ettiler س ج د
7 إِلَّا hariç
8 إِبْلِيسَ İblis
9 كَانَ (O) idi ك و ن
10 مِنَ
11 الْجِنِّ cinlerden ج ن ن
12 فَفَسَقَ dışına çıktı ف س ق
13 عَنْ
14 أَمْرِ buyruğunun ا م ر
15 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
16 أَفَتَتَّخِذُونَهُ siz onu mu ediniyorsunuz? ا خ ذ
17 وَذُرِّيَّتَهُ ve onun neslini ذ ر ر
18 أَوْلِيَاءَ dostlar و ل ي
19 مِنْ
20 دُونِي benden ayrı olarak د و ن
21 وَهُمْ oysa onlar
22 لَكُمْ sizin
23 عَدُوٌّ düşmanınızdır ع د و
24 بِئْسَ ne kötü ب ا س
25 لِلظَّالِمِينَ zalimler için ظ ل م
26 بَدَلًا bir değiştirmedir ب د ل
Âdem ile İblîs kıssası daha önce birkaç defa geçmiş ve oralarda İblîs’in Âdem’e secde etmemesinin sebebi açıklanmıştı (bk. Bakara 2/34; A‘râf 7/11; Hicr 15/30-31). Burada, Allah’ın ve peygamberin yolunu bırakıp da hem Allah’ın hem de insanların düşmanı olan İblîs’in ve soyunun yolundan giden sapkın insanları uyarmak için konuya tekrar kısaca değinilmiştir.

 İblîs’in cinlerden mi meleklerden mi olduğu konusunda farklı görüşlerolmakla birlikte (Râzî, XXI, 136), bu ve benzeri âyetler onun meleklerden olmadığını açık bir şekilde ifade eder. Mecaz anlamıyla “izleyenler” diye çevirdiğimiz zürriyyet kelimesinin sözlük anlamı, “ondan türeyenler, onun nesli” demektir. Buna göre cinler melek olamaz; çünkü melekler nuranî varlıklar olup onların erkeklik ve dişilikleri yoktur. Onlar evlenmezler, dolayısıyla çocuk sahibi olmazlar. Melekler, yaratılışları itibariyle itaatkâr varlıklar olup Allah’a asla isyan etmezler, kendilerine emredilenleri yerine getirirler (bk. Nahl 16/50; Tahrîm 66/6). Halbuki İblîs çeşitli âyetlerde ifade edildiği üzere Allah’a isyan etmiştir. Çünkü o cinlerdendir, cinler ise itaat veya isyan etme özgürlüğüne sahip varlıklardır.
 
 Başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “O gün Allah onların hepsini toplayacak ve meleklere soracak: ‘Bunlar mıydı size tapmakta olanlar?’ Melekler şöyle cevap verecekler: ‘Hâşâ, sen yüceler yücesisin! Bizim velimiz onlar değil sensin.’ Gerçekte onlar cinlere tapıyorlardı; çoğu onlara inanmıştı” (Sebe’ 34/40-41). 
 
Kur’ân-ı Kerîm’de İblîs’in de (A‘râf 7/12) cinlerin de (Rahmân 55/15) ateşten yaratılmış oldukları bildirilmiştir. Bu âyetler cinlerle meleklerinayrı ayrı varlıklar olduğunu gösterir.
 
 Cinler de melekler gibi gayri maddî oldukları için, bu anlamda meleklerin cinlerden sayılabileceğini, dolayısıyla cinlerden olan İblîs’in aynı zamanda meleklerden olmasına bir engel bulunmadığını savunanlar olmuşsa da gerek yukarıdaki deliller, gerekse Hz. Peygamber’den rivayet edilen hadîs-i şerif, meleklerle cinlerin farklı varlıklar olduğunu ifade etmektedir. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Melekler nurdan yaratıldı. Cinler ise öz ateşten yaratıldı. Âdem de (Kur’an’da) size anlatılan şeyden (toprak) yaratıldı” (Müslim, “Zühd”, 60; melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 560-561

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  أذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. 

قُلْنَا  ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

لِلْمَلٰٓئِكَةِ  car mecruru  قُلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Mekulü’l-kavli,  اسْجُدُوا ’dir.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اسْجُدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni, emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِاٰدَمَ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline müteallıktır.  لِاٰدَمَ  cer alameti fetha olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarıf isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarıfa “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَجَدُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلَّٓا  istisna edatıdır. 

İstisna: bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِبْل۪يسَ  müstesna olup fetha ile mansubdur.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

  كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الْجِنِّ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallktır.

فَ  atıf harfidir.  فَسَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

عَنْ اَمْرِ  car mecruru  فَسَقَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي 

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifhâm harfidir.  فَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. تَتَّخِذُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ذُرِّيَّتَ  kelimesi mef’ûlun bih olan gaib zamirine matuftur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarıfa “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنْ دُون۪ي  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَكُمْ  car mecruru  عَدُوٌّ ’ün mahzuf haline müteallıktır. عَدُوٌّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بِئْسَ  zem fiili, yergi maksatlı cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Bu kelamda şiddetli bir tehdit vardır. 

بِئْسَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. Fiilin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  هُو ’dir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلظَّالِم۪ينَ  car mecruru  بَدَلاً ’nin mahzuf haline müteallıktır.  اَلظَّالِم۪ينَ ’nin  cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

بَدَلاً , zamir olan failin temyizi olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah’tır. Muhatap Hz. Peygamber ve dolayısıyla bütün insanlardır.

Âşûr ise bu cümlenin 47. ayetteki  ويَوْمَ نُسَيِّرُ الجِبالَ  cümlesine matuf olduğu görüşündedir. (Âşûr)

Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  اذكر  (hatırla, düşün) olan mahzuf fiile müteallıktır. 

Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olan  قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Azamet zamiri dolayısıyla fiil tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اسْجُدُوا لِاٰدَمَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Meleklere emir olan mekulü’l-kavl cümlesinden sonra, emrin cevabının  فَ  ile gelmesi hemen secde etmiş olduklarına işaret eder.

Bu secde, selamlama ve saygı gösterme secdesidir. (Ebüssuûd)

فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَ  cümlesi, aynı üslupta gelerek …قُلْنَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. اِلَّٓا , istisna edatıdır. Munkatı’ olan istisnada  اِبْل۪يسَۜ , müstesnadır. 

“İblis cinlerden idi.” cümlesi, müstesna olarak İblis’in secde etmemesinin sebebinin beyanıdır. Sanki “O niçin secde etmedi?” Mukadder (gizli) sualine cevap olarak “Çünkü o, aslen cinlerden idi. Sonra Rabbinin emrinden çıktı.” denilmiştir. (Ebüssuûd)

Burada İblis’in kıssasını hatırlatmaktan maksat, kendi nesepleri ve mallarıyla övünüp yoksul müminler arasına girmeyi kendilerine yakıştırmayan mütekebbirlere olan inkâr ve reddi ağırlaştırmaktır. Yani bunun İblis’in işi olduğu ve onların, böyle davranmakla İblis’in vesvesesine uydukları beyân edilmektedir. (Ebüssuûd)

سجد  yakın anlamı “secde etmek, tapmak” demektir. Fakat burada meleklerin Rabbimizin emrine itaat edip boyun eğdikleri kastedilmektedir ki bu da kelimenin ikinci ve uzak anlamıdır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

اسْجُدُوا - سَجَدُٓوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

لِاٰدَمَ  -  اِبْل۪يسَۜ  -  لِلْمَلٰٓئِكَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Âdem’e secde edin demişti de İblis hariç secde etmişlerdi.] Kuran-ı Kerim’in bunu birçok yerde tekrar etmesi, anlatılmak istenen konuya giriş olmasındandır. Burada da o övünenleri teşhir edip de yaptıklarını çirkin bulunca, bunun İblis'in yollarından olduğunu bildirmekle tespit etti ya da dünyaya aldananla ondan yüz çevirenin halini açıklayınca -ki ona aldanmanın sebebi şehvet tutkunluğu ve şeytanın süslemesidir- aralarındaki eski düşmanlığı hatırlatarak şeytandan nefret ettirdi. İşte Kur'an'da bütün tekrarların buna benzer gerekçeleri vardır. (Beyzâvî)

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Kâdî bir başka izah yaparak şöyle demiştir: “Allah Teâlâ daha önce kıyametten, haşirden ve amel defterlerinin ellere verilmesinden bahsedince burada da sanki o müşriklere, kıyamet günü nida edeceğini ve onlara: ‘Ortaklarım olduğunu söylediğiniz o şeyler nerede?’ diyeceğini anlatmıştır. O, insanları böylesi şirklere sevk edenin İblis olduğunu bildiği için de bu manayı tamamlamak için ayette bu kıssaya yer vermiştir.” Kâdi sözüne şöyle devam eder: “Cenab-ı Hak her ne kadar bu kıssayı pek çok surede tekrar tekrar anlatmış ise de her bir anlatışında, yeni değişik hususlar vardır.” (Fahreddin er-Râzî)


 كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ مِنَ الْجِنِّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْجِنِّ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Atıfla gelen  فَفَسَقَ عَنْ اَمْرِ رَبِّه۪ۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul Arapçada Cümle Yapısı 2010 s. 190-191)

فَسَقَ ; İtaatte haddi aşmak demektir.  فَسَقَتِ الرُّطَبَةُ  sözü kabuğundan çıkan taze hurma için kullanılır. Mecâzen haddi aşmak manasında kullanılır. (Âşûr)

فَسَقَ  kelimesi için Ferrâ şöyle demiştir: “O'nun taatinden çıktı anlamındadır. Nitekim Araplar ‘Hurma, kabuğundan çıktı anlamında  فَسَقَتِ الرُّطَبَةُ  demektedirler. Nitekim, fareye de evinin yuvasının iki kapısından çıktığı için ‘fuveysika (fare, köstebek)’ denir.” (Fahreddin er-Râzî)

رَبِّه۪  şeklinde Rabb isminin Allah’a isyan eden İblis’e ait zamire muzâf olmasında, Rabbin, onun üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. Yine Rabb ismine muzâf olması  اَمْرِ  için şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

كَانَ مِنَ الْجِنِّ  gizli  قَدْ  ile haldir ya da gerekçe mahiyetinde yeni söz başıdır. (Beyzâvî)


اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُون۪ي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ

 

فَ  istînâfiyye veya atıftır. Cümle, takdiri  أتكفرون  (İnkâr mı ediyorsunuz?) olan mukadder istînâfa matuftur.

Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Hemze, inkârî istifham harfidir. Cümle “Onu ve zürriyetini dost ediniyor musunuz?” anlamında değil, “Onu ve zürriyetini dost edinmeniz olacak iş değil, böyle birşey olamaz!” anlamındadır. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham, inkâr ve müşrikleri azarlama manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

دُون۪ي  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ  harf-i ceri tekid için gelmiştir, zaiddir. (Âşûr)

وَ ’la gelen hal cümlesi  وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّۜ , sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  لَكُمْ , konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.

Mansub mahaldeki cümle önceki ifadeleri desteklemek için gelmiş tetmim ıtnâbıdır.

اَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُٓ اَوْلِيَٓاءَ  [Onu ve soyunu dostlar mı ediniyorsunuz?!] cümlesi inkâr ve hayret ifade eder. (Safvetü’t Tefasir)

وَذُرِّيَّتَهُٓ , evlatlarını ve ona tabi olanları demektir, bunlara zürriyet denilmesi mecazîdir. (Beyzâvî)

Şeytanın zürriyeti, onun çocuklarıdır veya mecazî olarak ona uyanlar demektir. (Ebüssuûd)


  بِئْسَ لِلظَّالِم۪ينَ بَدَلاً

 

İstînâfiye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Son cümle gayrı talebî inşâî isnaddır.  بِئْسَ  zem fiillerindendir. Tekid ifade eden camid fiildir.  بِئْس nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri,  بئس البدل إبليس وذريته  [İblis ve zürriyeti ne kötü bedeldir.] şeklindedir. 

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. 

بَدَلاً  temyiz olarak nasbtır.

Sonra Cenab-ı Hak, “Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!” buyurmuştur. Yani “İblis’i Allah ile değişip de Allah'a itaat yerine İblis'e itaat eden kimse için Allah yerine İblis ne kötü bir bedeldir, ne kötü bir değiş tokuştur!” demektir.

Bu ifade, onların yaptıklarının, pek çirkin bir zulüm olduğunu açıkça bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Zalimlerden kasıt müşriklerdir. Zamir yerine açık isim olarak  الظَّالِم۪ينَ  denilmesi, onların zalimliğini teşhir etmek ve onları zemmetmek içindir. (Âşûr)

اِبْل۪يسَۜ - مَلٰٓئِكَةِ  ve  اَوْلِيَٓاءَ  -  عَدُوٌّۜ  gruplarındaki  kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı, جِنِّ   مَلٰٓئِكَةِ - اِبْل۪يسَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müşrikler İblis ve Âdem kıssasını, ehl-i kitaptan işitmiş idiler ve doğruluğa da inanmış idiler. Biliyorlardı ki İblis, ancak asaleti sebebiyle Hz. Âdem'e karşı kibirlenmişti. Binaenaleyh bu kıssayı onlara anlattığımız zaman bu, onların fakir Müslümanlara karşı gösterdikleri kibir ve büyüklenme hususunda, onları bundan alıkoyacak bir şey olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 51. Ayet

مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً  ...


Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 أَشْهَدْتُهُمْ onları hazır bulundurmadım ش ه د
3 خَلْقَ yaratılmasında خ ل ق
4 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
5 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
6 وَلَا ve ne de
7 خَلْقَ yaratılmasında خ ل ق
8 أَنْفُسِهِمْ kendilerinin ن ف س
9 وَمَا ve
10 كُنْتُ değilim ك و ن
11 مُتَّخِذَ edinmiş ا خ ذ
12 الْمُضِلِّينَ yoldan şaşırtanları ض ل ل
13 عَضُدًا yardımcı ع ض د
“Ben onlara ne göklerin ... ne de kendilerinin yaratılışını gösterdim” cümlesindeki zamirlerden kimin kastedildiğine göre âyete iki türlü mâna verilmektedir: a) Zamirler, İblîs’i ve neslini ifade ettiği takdirde meâlde verilen mâna çıkar. Buna göre âyette göklerin, yerin ve insanların yaratılışında –hazır bulundurulmadıkları için– hiçbir katkıları olmayan, hatta kendileri dahi sonradan yaratılmış bulunan, dolayısıyla ilâh olmaları imkânsız olan şeytanların ibadet ve itaate lâyık olmadıkları bildirilmekte ve Allah’ın, insanları yanlış yola saptıranları kendisine yardımcı edinmeyeceği vurgulanmaktadır. b) Zamirler, İblîs’i ve neslini dost edinen insanları ifade ettiği takdirde mâna şöyle olur: Ben onlara (müşrikler) ne göklerin ne yerin ne de bizzat kendilerinin yaratılışını gösterdim. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim. Onlar, bana ortak koştukları şeylerin, kâinatı yaratırken bana yardım ettiklerini görmediler. O halde onların benim ortaklarım olduğunu nasıl iddia ediyorlar?
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 561

مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ 

 

Fiil cümlesidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَشْهَدْتُهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

خَلْقَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’a matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, siga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

خَلْقَ  kelimesi birinci  خَلْقَ  matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  اَنْفُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَشْهَدْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شهد ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كُنْتُ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi mütekellim zamiri  تُ  olarak mahallen merfûdur.

مُتَّخِذَ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olarak lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.

الْمُضِلّ۪ينَ  muzâfun ileyh olup  cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

عَضُداً  kelimesi ism-i fail  مُتَّخِذَ ’in ikinci mef’ûlun bihi olarak fetha ile mansubdur. 

مُتَّخِذَ  kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

الْمُضِلّ۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْۖ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi olan  مَٓا اَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَا خَلْقَ اَنْفُسِهِمْ  nefy harfinin tekrarı dolayısıyla tekid edilmiş, menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şahit tutulmamış şeylerin, insanın, yeryüzü ve gökyüzünün yaratılması olarak sayılması taksim sanatıdır.

خَلْقَ  kelimesinin ayette tekrar edilmesindeki amaç, yaratılışa dikkat çekerek önemini vurgulamaktır.

السَّمٰوَاتِ  ve  اَرْضِ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  خَلْقَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الإشْهادُ ; başkalarını şahit etmek (tanık kılmak) anlamında özel bir hazır bulunma halinden kinayedir. Aynı zamanda bir işe ortak olmak veya o iş üzerinde yardımlaşma anlamlarına da gelir. Bu şahitliğin nefy edilmesi evleviyetle yaratılış ve ilâhlığa ortaklığın nefyini (inkârını) gerektirmektedir. Öyle ki göklerin yaratılışı, İblis ve zürriyetinin varlığından önce gerçekleşmiştir. Bu durum, varlık halinde olmamaları sebebiyle ilâh olma durumlarının imkânsızlığına işaret etmektedir. Nitekim bir şeyin yokluğa mahkum olması onun ezeli olmasını imkânsız hale getirir. Ezelilik ise ilâhlığın şartlarındandır.  أشْهَدْتُهم  ve  أنْفُسِهِمْ  sözlerindeki gaib zamirleri, tıpkı  وهم لكم عدو (Kehf Suresi, 50) ayetindeki zamir gibi, kendisinden bahsedilen İblis ve zürriyetinden haber verir. (Âşûr)

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilen  وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلّ۪ينَ عَضُداً  cümlesi, menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan isim cümlesinin isim cümlesine, fiil cümlesinin de fiil cümlesine atfıdır.

Hakiki atıf, fiil cümlesinin fiil cümlesine atfıdır. (Hâlidî, Vakafât s. 75)  

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)

كَانَ ’nin haberi olan  مُتَّخِذَ , ism-i fail kalıbında gelmiş ve fiil gibi amel ederek mef’ûl almıştır.

عَضُداً , mef’ûlüne muzâf olan  مُتَّخِذَ ’nin ikinci mef’ûlüdür. Kelimedeki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, selbin umumuna işaret etmiştir.

Olumsuz siyakta gelen nekre, umuma delalet eder. (Hâlidî, Vakafât s. 78)  

مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)

ما كان  terkibi nefy ve tenzih ifade eder. Ayette zikredilen anlamın Allah’a isnad edilmesi söz konusu olamaz. Tıpkı  ما كان لله أنْ يتَّخذ مِنْ وَلَدٍ  (Meryem Suresi, 35) ayetinde olduğu gibi. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Cümlede teşbih-i beliğ vardır. Dalalete düşürenler yardımcıya benzetilmişlerdir. عَضُداً  kelimesi aslen dirsek-omuz arasını ifade eder. Teşbih edatı ve vech-i şebeh zikredilmemiştir. 

Ayette “İstenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmaktır.” (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi) şeklinde tarif edilen, mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Kendisine ibadet edenlere faydası olmayanın mantıken ilâh olması da mümkün değildir. Yaratıcı varken yaratılışınızda var olmayanları, size düşman oldukları halde dost edinmeniz akıl dışıdır. Zira ilaha ait belirleyici özelliklerin yokluğu onların ilâh olamayacakları istidlalini gerektirir. Bu sanat mezheb-i kelamî sanatıdır. Bu üslup aynı zamanda muhatabın inadını kırar ve onu hakikatı itiraf etmeye zorlar. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Âşûr) 

Allah yerine şeytan ile soyunu dost edinmelerinin, kendilerine habisliği, sapıklığı ve düşmanlığı gibi sakıncaları beyan edildikten sonra burada da haddi zatında bunun mümkün de olmadığı beyan edilmektedir. Yani ben, İblis ve soyunu, göklerin ve yerin yaratılışına şahit kılmadım; çünkü Ben, gökleri ve yeri şeytanları yaratmadan önce yarattım. Ve şeytanları yaratırken de onların bazılarını, diğer bazılarının yaratılışına şahit kılmadım. (Ebüssuûd)

المُضِلِّينَ  ile murad edilen şeytanlardır. Çünkü onlar nefislere dalalet ve fesat düşünceleri atarak insanları saptırdılar. (Âşûr)

وما كُنْتُ مُتَّخِذَ المُضِلِّينَ عَضُدًا  cümlesi  ما أشْهَدْتُهم خَلْقَ السَّماواتِ والأرْضِ  cümlesi için tezyîldir. (Âşûr)

 
Kehf Sûresi 52. Ayet

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً  ...


(Ey Muhammed!) Allah’ın, “Ortağım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın” diyeceği, onların da çağıracakları, fakat kendilerine (çağırdıklarının) cevap vermeyecekleri ve bizim de aralarına bir uçurum koyacağımız günü hatırla!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve o gün ي و م
2 يَقُولُ (Allah, kafirlere) der ki ق و ل
3 نَادُوا çağırın ن د و
4 شُرَكَائِيَ benim ortaklarım ش ر ك
5 الَّذِينَ şeyleri
6 زَعَمْتُمْ zannettiğiniz ز ع م
7 فَدَعَوْهُمْ işte çağırdılar د ع و
8 فَلَمْ ama
9 يَسْتَجِيبُوا cevap vermediler ج و ب
10 لَهُمْ kendilerine
11 وَجَعَلْنَا ve biz koyduk ج ع ل
12 بَيْنَهُمْ onların aralarına ب ي ن
13 مَوْبِقًا tehlikeli bir uçurum و ب ق
Yüce Allah kıyamet gününde hesaba çekmek üzere bütün mahlûkatı huzurunda topladığı zaman, dünyada kendisine ortak koşmuş olanlara şöyle seslenecek: Haydi, benim ortaklarım olduğunu ileri sürdüğünüz şeyleri çağırın da size yardım etsinler! Bunun üzerine müşrikler tanrılarını çağıracaklar. Fakat o sözde tanrılar cevap veremeyecek. Zira Allah Teâlâ müşriklerle tanrı edindikleri şeyler arasına tabii bir engel koymuştur. Onların hilkat ve tabiatları tapınmaya lâyık ve yardım etmeye müsait değildir. Bu husus orada açıkça ortaya çıkacak, artık tapanlarla tapılanlar birbirlerini göremeyeceklerdir. Bâtıl tanrıların dünyada faydaları olmadığı gibi âhirette de faydaları olmayacağı ortaya çıkacaktır. İşte o zaman suçlular cehennemi görecekler, oraya gireceklerini ve oradan çıkmak için bir kurtuluş yolu bulamayacaklarını anlayacaklardır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 561-562

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ  zaman zarfı olup takdiri  أُذْكُرْ  olan mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir.  يَقُولُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  نَادُوا ’dur.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

نَادُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

شُرَكَٓاءِيَ  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

شُرَكَٓاءِ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarıfa “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  شُرَكَٓاءِ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlun sılası  زَعَمْتُمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

زَعَمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  زَعَمْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  زعمتموهم شركاء  (Onların ortak olduğunu iddia ettiniz.) şeklindedir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَعَوْ  fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

فَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَسْتَج۪يبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  يَسْتَج۪يبُوا  fiiline müteallıktır. يَسْتَج۪يبُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

نَادُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef'ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 

 وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً

 

Fiil cümlesidir. وَ  haliyyedir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

بَيْنَهُمْ  zaman zarfı,  جَعَلْنَا ’nın ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَوْبِقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ , zaman zarfı, takdiri  أُذْكُرْ  [hatırla, düşün] olan, mahzuf bir fiilin mef’ûlüdür. 

Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi olan …يَقُولُ نَادُوا شُرَكَٓاءِيَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

يَقُولُ ; fiilini cumhur gaib yâ'sı ile okumuştur, gaib zamiri O’nun makamındakilere delalet etmesi için Allah Teâlâ'ya aittir. Hamza ise  نَقُولُ  şeklinde azamet zamiriyle okumuştur. (Âşûr)

Cümle emir üslubunda geldiği halde emir kastı taşımadığı açıktır. Tehekküm ve tahkir manalarına gelen cümle, vaz edildiği anlamın dışında mana kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. 

Nekre olarak gelen  يَوْمُ  kelimesi haşr gününü ifade eder.  الَّذِينَ زَعَمْتُمْ  ifadesinin işaret ettiği gibi, müşriklere şöyle söylenir: “Ortaklarım olarak zannettiğiniz putlarınızı çağırın”. Burada onların ortaklık vasıfları sanki varmış gibi, müşriklerin zannetme fiilinden önce kullanılarak muhatap müşriklerle bir nevi istihza edilir ve onların putları yüce Allah’ın ortakları olarak görmeleri kınanmış olur. Ardından ise batıl itikatlarına delalet eden yalan iddiaları zikredilir. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  شُرَكَٓاءِيَ  izafeti, muzâfın tahkirini ifade eder. 

شُرَكَٓاءِيَ ’nin sıfatı olan ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  زَعَمْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olup muzâfun ileyh olan …يَقُولُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Menfi muzari fiil sıygasında gelerek  فَ  ile  دَعَوْهُمْ  cümlesine atfedilen  فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ  cümlesi arasında manen ve lafzen ittifak vardır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ ’la gelen  وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقاً  cümlesi,  قد  takdiriyle haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar, azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

Masdar veya ism-i mekân kalıbındaki mef’ûl  مَوْبِقاً ’daki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Gaib sıygasıyla gelen iki cümleden sonra son cümlede cemi mütekellim sıygasına iltifat edilmiştir.

Keşşâf sahibi şöyle demiştir:  مَوْبِقاً  kelimesi, “helak oldu” anlamındaki  وَبَقَ  fiilinden gelen ve “helak edici” anlamında bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî)

نَادُوا دَعَوْ - يَسْتَج۪يبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  

فَدَعَوْهُمْ ’daki  هُمْ  ile  لَهُمْ ’daki  هُمْ  arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَعَلۡنَا  fiilinin mazi olarak gelmesi; o gün vuku bulmasının hızlı olduğuna delalet için olmuş bitmiş bir olay gibi gösterilmek istenmesi dolayısıyladır. (Âşûr)

 
Kehf Sûresi 53. Ayet

وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟  ...


Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar ve ondan kurtuluş yolu da bulamayacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَأَى ve gördüler ر ا ي
2 الْمُجْرِمُونَ suçlular ج ر م
3 النَّارَ ateşi ن و ر
4 فَظَنُّوا artık iyice anladılar ظ ن ن
5 أَنَّهُمْ kendilerinin
6 مُوَاقِعُوهَا içine düşeceklerini و ق ع
7 وَلَمْ fakat
8 يَجِدُوا bulamadılar و ج د
9 عَنْهَا ondan
10 مَصْرِفًا kaçacak bir yer ص ر ف

وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  رَاَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمُجْرِمُونَ  fail olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

النَّارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَنُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur. 

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  ظَنُّٓوا  fiili sanmak manası da olan zıt anlamlı fiillerdendir. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مُوَاقِعُوهَا  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

مُوَاقِعُوهَا  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَجِدُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهَا  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. 

مَصْرِفاً  birinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَرَاَ الْمُجْرِمُونَ النَّارَ فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟

 

 

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu ayette  وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için maziyle gelebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mâzî fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zamir yerine  المُجْرِمِينَ  şeklinde ismin açık olarak zikredilmesi, günahkârların gerçeği gizlemelerinin ateş azabını hak etmeleri sonucunu doğurduğunu belirtmek içindir.  النّارِ  kelimesinin ise açık olarak değil de  هَا  zamiriyle gelmesi, mücrimlerin helaka uğradıkları yerin ateş olduğunun bu şekilde belirtilmesi ve bir nevi atf-ı beyan ile ifade edilmesidir. (Âşûr)

فَ  ile makabline atfedilen  فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُمْ مُوَاقِعُوهَا , masdar teviliyle  ظَنُّٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberi olan  مُوَاقِعُوهَا , rubaî mezid  مفاعلة  babının ism-i fail kalıbıdır. 

Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsned, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

فَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ  ibaresinin anlamı “O kâfirler cehennemi uzaktan görürler ve cehennemin gazaplanışı ile uğultusunun şiddetinden dolayı hemen o anda oraya düştüklerini sanırlar.” şeklindedir. Nitekim Cenab-ı Hak [‘’Cehennem kendilerini uzak bir yerden gördüğü zaman, onlar onun o müthiş  gazabını ve uğultusunu duyacaklar’’] (Furkan Suresi, 12) buyurmuştur.  Bazı alimler bu  ظَنُّٓ için “bilme ve yakînen anlama manasındadır” demişlerdir. 

Burada zan kelimesi, kesinlik manasında kullanılmakta olup bu mana onun kullanımlarından biridir. İhtimal ki burada bu mananın kullanılma sebebi, ironi yapılarak onları istihzaya almaktır. Çünkü onlar ateşin kendileri için hazırlandığını kesin olarak bilmelerine rağmen onu tercih ettiler. (Âşûr)

Ayetteki  مُوَاقِعُوهَا  [düştüklerini] ifadesi, “ona karıştıklarını, battıklarını” manasındadır. Çünkü bir şeyin, bir şeye karışması ileri derecede olduğunda, “O ona düştü.” denilir. Allah Teâlâ sonra “Fakat ondan savuşacak bir yer bulamamışlardır.” yani melekler kendilerini cehenneme doğru sevk etmekte oldukları için cehennemden kaçıp kurtulacak bir yer bulamazlar buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

المُواقَعَة  kelimesi  الوُقُوع  kelimesinin mufaale babıdır. Mübalağa kastı için kullanılmıştır. (Âşûr)

Menfi muzari fiil sıygasında gelerek …فَظَنُّٓوا  cümlesine atfedilen  وَلَمْ يَجِدُوا عَنْهَا مَصْرِفاً۟  cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

مَصْرِفاً۟ ’deki tenvin kıllet, nev ve umum ifade eder.

Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle delalet eder. (Hâlidî, Vakafât s. 78)

المَصْرِف  kaçma mekânıdır. Yani kurtulma ve mücavezedir. Kelamda îcâz vardır. Takdiri: وحاوَلُوا الِانْقِلابَ أوِ الِانْصِرافَ  değiştirmeye (inkılab) ve ayrılmaya çalıştılar şeklindedir. Fakat herhangi bir kaçış yeri (çıkış yolu) yani kurtarıcı bulamadılar. (Âşûr)

 
Günün Mesajı
İblis ve soyunun, Şeytanların insanlar tarafından veli edinilmeye ne hakları var ki, onlar bizzat Allah tarafından yaratılmış ve O'na muhtaç varlıklar olup, kendilerine bile mâlik değildirler. İnsan ve cin şeytanlarının, kendisine bile malik olmayan, hayatında, aile, çevre, dünyaya gelme ve ölüm yer ve zamanını tercihte, renginde, fiziğinde bile en küçük bir payı ve tesiri bulunmayan varlıkların, aynen kendileri gibi olan başkaları üzerinde mutlak hakimiyet kurmaya ne hakları olabilir?
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan yaşadığı hayatı kolaylaştırmak için giydiği kıyafetleri, yürüdüğü yolları, yaşadığı yerleri, bilimi geliştirdi ve yeni keşifler yaptı. Bunların faydası olduğu gibi zararları da oldu. Bir çok insan kolaylıklar içinde amaçsız kaldı, bunaldı, sıkıldı, ne yapacağını ve neyden şikayet edeceğini şaşırdı.

Her şeyi kontrol etmeye, anlamaya, denemeye çalışan insan, kendi karakterini geliştirebildi mi? Ya da insan, sınırlarını korumadığında, ne yaparsa yapsın, hangi ortamda yaşarsa yaşasın aynı mıydı? 

İnsan yine cahilliğe, acımasızlığa, cimriliğe, ahlaksızlığa, aceleciliğe ve saygısızlığa meyilliydi. İnsan kendisinden farklı olana tahammülsüzdü. İnsan hoşgörülüyüm diye yüzüne gülümsediği arkasına döndüğünde tekmeyi basandı. İnsan aslında karakter olarak hep aynıydı. Ancak günümüzün sözde gelişmiş çağında yaşayan, bu sıfatlara uygun insanları daha da tehlikeliydi. Çünkü artık cahilliğini, saygısızlığını, ahlaksızlığını ve acımasızlığını alenen paylaşma fırsatına ve yüzsüzlüğüne sahipti.

Cahilliğini, acımasızlığını ve saygısızlığını gururla taşıyan insan, kendi algısına uymayanlara "bizi geriye götürüyorsunuz" dedi pişkin pişkin. Halbuki insanlığı her seferinde geriye götüren kendisi gibilerdi. Peki onların dedikleri, iman edenlerin kalbine tesir ediyor ya da ciddiye alınıyor muydu? Hayır çünkü insan hep aynıydı. Hz. Adem’e secde etmeyen iblisten bugüne, cahillerle zalimlerin kurdukları cümleler de aynıydı. Ancak eninde sonunda hepsi unutulmaya mahkumdu.

Allahım! Bizi; cahillerden, zalimlerden ve onlara değer verenlerden uzak tut, şerlerinden koru. Cahilin, ahlaksızın ve zalimin karşısında sabırlı ve kararlı olmamız için yardımcım ol. Onların yaptıkları karşısında yalnızca Senin rızan için tepkimizi korumamızı, en doğru kelimelerle ve davranışlarla edep sınırlarını aşmadan cevap vermemizi nasip et. Kalbimizi ve zihnimizi, cahilliğin, ahlaksızlığın ve zalimliğin dokunduğu sıfatlardan arındır. Mahşer günü kitabı verildiğinde dehşete düşenlere benzemekten ve onların dünyada verdikleri her türlü zarardan Sana sığınırız. 

Allahım! Bizi koru; nefsimizden, nefslerine düşkünlerden, dünyalıklardan, kötülüklerden, hastalıklardan, belalardan ve iki cihanımızı da kaybetmeye sebep olabilecek hallerden koru. Şüphesiz; Sen koruyucuların en hayırlısısın.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji