26 Mayıs 2025
Enbiyâ Sûresi 58-72 (326. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Enbiyâ Sûresi 58. Ayet

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ  ...


Derken (İbrahim) belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak onları (putları) paramparça etti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجَعَلَهُمْ nihayet onları etti ج ع ل
2 جُذَاذًا parça parça ج ذ ذ
3 إِلَّا yalnız hariç
4 كَبِيرًا büyüğü ك ب ر
5 لَهُمْ onların
6 لَعَلَّهُمْ belki
7 إِلَيْهِ ona
8 يَرْجِعُونَ müracaat ederler (diye) ر ج ع

Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. İbrâhim’in kavminin dinî bir bayramı vardı; her sene kırda toplanarak bu bayramı kutlarlardı. Bir defasında yine bayram şenliğine giderken İbrâhim’i de götürmek istediler. İbrâhim hasta olduğunu ileri sürerek bayrama katılmadı ve halk kıra çıktıktan sonra puthaneye giderek büyük put hariç hepsini kırdı. 58. âyette bu açıkça ifade edilmektedir. Rivayete göre baltayı büyük putun boynuna astı ki (Kurtubî, XI, 296-297) kavmi ona başvurup putları kimin kırdığını sorsun da böylece putun acizliği ortaya çıksın. Halk bayram yerinden döndüklerinde tanrılarının başına gelenleri görünce bu işi kimin yaptığını araştırdılar. Daha önce Hz. İbrâhim’in putların aleyhindeki konuşmalarını işitmiş olanlar durumdan halkı haberdar ettiler. Halk, İbrâhim’in sorgulanmasını ve ona verilecek cezanın başkalarına da ibret olmasını istedi

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 687

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  جَعَلَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

جُذَاذاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِلَّا  istisna harfidir.  

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. istisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: istisna edatından sonra gelen kelimedir. istisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: istisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

istisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَب۪يراً  müstesna olup fetha ile mansubdur.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَهُمْ  car mecruru  كَب۪يراً ’ı mahzuf sıfatına mütealliktir. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَرْجِعُونَ  fiiline mütealliktir. يَرْجِعُونَ  fiili,  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْجِعُونَ  fiili  ن un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ'dır. Ayetler arasında meskutun anh mevcuttur.

جُذَاذاً  kelimesi  فُعال  vezninde, ‘parçalamak’ anlamındadır. Mef'ûl manasınadır. Masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  جُذَاذاً ’deki tenvin kesret içindir. Masdariyye alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

اِلَّٓا , istisna edatıdır.  هُمْ zamirinden istisna olan  كَب۪يراً  müstesnadır.

Azer, bir bayramlarında Hz. İbrahim'i de yanına aldı ve bayram kutlamalarına puthanelerinden başlayarak, önce oraya girdiler ve putlara secde edip yanlarında getirdikleri yemekleri, önlerine koydular ve: “Biz dönünceye kadar ilâhların bereketi yemeklere geçsin!” diye dua ettiler. Sonra çıkıp gittiler. Hz. İbrahim ise orada kaldı. Onlar gittikten sonra Hz. İbrahim, putlara bir göz gezdirdi. Bunlar yetmiş put idi ve sıralar halinde bulunuyorlardı. Bu putların en büyüğü de yüzü kapıya dönüktü. Bu büyük put altından idi ve gözlerinde, geceleri parlayan iki kıymetli taş bulunuyordu. Hz. İbrahim, eline aldığı balta ile hepsini kırdı, yalnız o büyük putu bıraktı ve baltayı da onun boynuna astı. Bunu, kendisine müracaat etmeleri ve karşılıklı hüccet beyanında onları gelecek delillerle mağlup edip kendilerini susturmak için yaptı. (Ebüssuûd)

 

لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ

 

Bu cümle beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Car mecrur  اِلَيْهِ  önemine binaen amili olan  يَرْجِعُونَ ’ye takdim edilmiştir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  يَرْجِعُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerİm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecaz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

“Belki ona dönerler” diye buyurulmuştur. Çünkü kendisine döneceklerini aklı kesmişti, zira ilâhlarına düşmanlıkta tekti ve bu konuda meşhurdu. Onu büyükleri yaptı diyerek onlara delil getirdi. Ya da büyüğe dönerler de kıranı sorarlar diye, çünkü düğümü çözmek için mabuda dönmek onun şanındandır. Ya da ilâhlarının acizliğini anladıkları zaman Allah'a ve birliğine dönerler diye, anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir.

 
Enbiyâ Sûresi 59. Ayet

قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ  ...


Onlar, “Kim yaptı bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 مَنْ kim?
3 فَعَلَ yaptı ف ع ل
4 هَٰذَا bunu
5 بِالِهَتِنَا tanrılarımıza ا ل ه
6 إِنَّهُ muhakkak o
7 لَمِنَ biridir
8 الظَّالِمِينَ zalimlerden ظ ل م

قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur.

فَعَلَ هٰذَا  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

İşaret ism-i  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰلِهَتِنَٓا car mecruru فَعَلَ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ناَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

مِنَ الظَّالِم۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mütekellim Allah Teâlâ'dır. Ayetler arasında meskutun anh mevcuttur. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا , puta tapanların sözleridir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve inkâr anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham ismi  مَنْ , mübtedadır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Onlar bayramlarından dönüp putlarına yapılanları görünce inkâr, kınama ve takbih anlamında dediler ki: “İlâhlarımıza bunu kim yaptı?” Bunu yapan zalimlerden sayılmaktadır.

Onlara göre ilâhlarını paramparça edenin zalimlerden sayılması, o ilâhlar saygıya layık iken, onlara hakaret etmeye cüret ettiği içindir yahut onları kırıp paramparça etmekte ve onları tahkirde çok ileri gittiği içindir yahut  kendi nefsini tehlikeye maruz bıraktığı içindir. (Ebüssuûd)

 

 اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ

 

Mekulü’l-kavle dahil olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesidir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الظَّالِم۪ينَ ’in müteallakı olan haber, mahzuftur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنَ  ve  مَنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Buradaki  مَنْ in soru anlamında kullanılmayıp mübteda olduğu, haberinin de ‘’O  zalimlerdendir’’ cümlesi olduğu da söylenmiştir. Yani bu işi yapan zalim bir kimsedir. Ancak ’’İbrahim adındaki bir gencin onları diline doladığını işitmiştik’’ ayeti dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. Birinci görüşe göre de ayetin anlamı şöyle olur: Dediler ki: [Putlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz ki o zalimlerdendir.] Bu ifade ise “Bunu kim yaptı?” sorusunun cevabını teşkil etmektedir. (Kurtubî)
Enbiyâ Sûresi 60. Ayet

قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ  ...


(İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 سَمِعْنَا işittik س م ع
3 فَتًى bir genç ف ت ي
4 يَذْكُرُهُمْ onları diline dolayan ذ ك ر
5 يُقَالُ deniliyormuş ق و ل
6 لَهُ kendisine
7 إِبْرَاهِيمُ İbrahim

قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

Mekulü’l-kavli  سَمِعْنَا ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

فَتًى  elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  يَذْكُرُهُمْ  fiili,  فَتًى ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذْكُرُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يُقَالُ  fiili,  فَتًى nın ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

يُقَالُ  merfû meçhul muzari fiildir.  لَـهُٓ  car mecruru  يُقَالُ  fiiline müteallıktır.  اِبْرٰه۪يمُ  naib-i faili olup lafzen merfûdur.

Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ

 

Putlara tapanların sözlerinin devamı olan bu ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَمِعْنَا فَتًى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan  فَتًى ’deki tenvin, muayyen olmayan cinse ve tahkire delalet eder.

يَذْكُرُهُمْ  cümlesi,  فَتًى  kelimesinin birinci sıfatı olup müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يُقَالُ لَـهُٓ  cümlesi ise aynı kelimenin ikinci sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede  اِبْرٰه۪يمُۜ , mahzuf bir mübtedanın haberi veya meçhul fiilin naib-i faili olarak merfudur.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

يُقَالُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

يَذْكُرُ  fiil cümlesiسَمِعْنَا  ikinci mef'ûlüdür ya da  سَمِعْنَا 'nın ona taalluk etmesini temin için  فَتًى 'nın sıfatıdır, bu da onları diline dolama bakımından daha etkilidir. “Ona İbrahim deniyor” cümlesi mahzuf mübtedanın haberidir yani  هو إبراهيم  demektir. Meçhul fiille merfû' olması da caizdir, çünkü ondan isim murad edilmiştir. (Beyzâvî)

قَالُوا - يُقَالُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Onlardan bazıları, soranlara cevap olarak dediler ki bu ilâhlarımızı tahkir eden İbrahim adında bir genç varmış; herhalde onlara bunu yapan odur. (Ebüssuûd)

Ayetin zahiri bu sözü söyleyenlerin bir kişiden fazla olduğunu göstermektedir. Buna göre onlar sanki daha önce Hz. İbrahim’i (as) tanımış ve putları hakkında onun söylediği şeyleri duymuşlardı. Binaenaleyh Hz. İbrahim’in (as), “Sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?” (Enbiya Suresi, 52) şeklindeki sözünden başka hiçbir sözü bulunmasaydı bile zannı gâlip ile putları kıranın o olduğuna hükmetmelerine yeterdi. (Fahreddin er-Râzî)

 
Enbiyâ Sûresi 61. Ayet

قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ  ...


(Bir kısmı da) “O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik ederler” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 فَأْتُوا getirin ا ت ي
3 بِهِ onu
4 عَلَىٰ önüne
5 أَعْيُنِ gözü ع ي ن
6 النَّاسِ insanların ن و س
7 لَعَلَّهُمْ böylece onlar
8 يَشْهَدُونَ tanık olsunlar ش ه د

قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  فَأْتُوا ’dur. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كان هو فأتوا به (Eğer öyleyse, onu getir) şeklindedir.

أْتُوا  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِه۪  car mecruru  أْتُوا  fiiline müteallıktır.

عَلٰٓى اَعْيُنِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

يَشْهَدُونَ fiili,  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَشْهَدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Puta tapanların sözlerinin devamıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ  cümlesi,  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Takdiri …إن كان هو فأتوا به  (Eğer öyleyse onu getir!) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta  فَ ’si, bu hazfin işaretidir. Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda  talebî inşaî isnaddır.

Burada gözler kelimesi, görmek manasında mecâz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu ayette görme aleti olan gözler zikredilmiş ve bu uzvun eseri olan görme fiili kastedilmiştir. Ayetteki karine ise  عَلٰٓى harf-i ceridir. Ayette ifade edilen Hz. İbrahim’in görülmesi orada bulunan kişilerin gözleri önünde olan bir durumdur. (Duran Ekizer, Belâgat Açısından Buharî ve Müslim’de Mecaz İçeren Hadisler)

عَلٰٓى harf-i cerindeki istila (üstte olma) manası, mesel (benzetme) yolu ile getirilmiş bir ifadedir yani “Onun gözler önüne getirilmesi, tıpkı bir şeye binen kimsenin bineği üzerine çıkıp sabit olması gibi sabit olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

عَلٰٓى harf-i cerinde istiare-i tebeiyye vardır. Bu harf istila manasındadır. Burada önüne, karşısına manasında kullanılmıştır.

Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ

 

Ayetin son cümlesi beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ’nin haberi olan  يَشْهَدُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَعَلَّ , husûlü arzu edilen şeyin imkân dahilinde olduğu hallerde kullanılan bir harftir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

Onu getirin ve herkesin kendisini görebileceği yüksekçe bir yere çıkarın; belki insanlar, onun söylediklerine ve yaptıklarına şahitlik ederler. Yahut onun halkın gözlen önüne getirin ki ona vereceğimiz cezayı görsünler, demektir. (Ebüssuûd)

 
Enbiyâ Sûresi 62. Ayet

قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ  ...


(İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 أَأَنْتَ sen mi?
3 فَعَلْتَ yaptın ف ع ل
4 هَٰذَا bunu
5 بِالِهَتِنَا tanrılarımıza ا ل ه
6 يَا إِبْرَاهِيمُ İbrahim

قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  ءَاَنْتَ فَعَلْتَ ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

فَعَلْتَ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَعَلْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

İsm-i işaret  هٰذَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاٰلِهَتِنَا  car mecruru  فَعَلْتَ  fiiline müteallıktır.  يَٓا اِبْرٰه۪يمُ cümlesi itiraziyyedir. 

يَٓا  nida harfidir.  اِبْرٰه۪يمُ  müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا  ise istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve inkâr anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Ayrıca eylemi yapan bilindiği halde istifham üslubunda gelen cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mazi fiil sıygasında cümle olarak gelen müsned  فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا , hükmü takviye ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Ayetteki  هٰذَا  ile olaya işaret edilerek duruma verdikleri önem vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu ayet-i kerimede kavmi, İbrahim’in (as) bu fiili itiraf etmesini istemektedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet, takrir istifhamı için uygun bir örnektir. Çünkü inkâr edenler, ilâhlarının başına gelen şeyin, Hz. İbrahim tarafindan getirildiğini biliyorlardı. Gerçekte de bunu yapan Hz. İbrahim'di. Bu nedenle ondan bunu ikrar etmesini istiyorlardı. Takriri istenen öğe (manevi fail) istifham edatından hemen sonra gelmiştir. Ayrıca bu ayetteki istifham, fiilin kesinlikle meydana geldiğini, halbuki meydana gelmemesi gerektiğini (inkâr) ve bu fiilin failini kınamayı (tevbîh) da ifade eder. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Ayetin sonundaki itiraziyye olan  يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ  cümlesi nida üslubunda talebi inşai isnaddır.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)

Ayetteki “Dediler ki: Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?” ifadesinde, bir hazif vardır ve takdiri, “Onu getirdiler ve ona eziyet edebilmek için bu işi itiraf etmesini isteyerek ‘Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?’ dediler.” şeklindedir. Böylece İbrahim’den (as), suçun onlar üzerine döneceği ve kurtulmak isteyecekleri bir cevap sadır oldu. (Fahreddin er-Râzî)

 
Enbiyâ Sûresi 63. Ayet

قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ  ...


Dedi ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 بَلْ hayır
3 فَعَلَهُ yapmış ف ع ل
4 كَبِيرُهُمْ büyükleri ك ب ر
5 هَٰذَا işte şu
6 فَاسْأَلُوهُمْ onlara sorun س ا ل
7 إِنْ eğer
8 كَانُوا onlar ك و ن
9 يَنْطِقُونَ konuşurlarsa ن ط ق

Peygamber Efendimiz (asm) Hz. İbrahim için ifade buyurduğu ve işaret ettiği üç yalan da bu babtan izah ediliyor. Bize de bir kapı aralanmış oluyor.

Bunlar ise:

1-Hz. İbrahim Mısır’a çok güzel olan hanımı Sara ile girdiğinde, Kralın zorla elinden alacağını düşünmüş. Böyle bir durumda Sara’ya kardeşi olduğunu söylemesini bildirmiş. Tabi hanımı ile din kardeşini niyet etmiş ve kinaye olarak kullanmış.
Hakikaten Kral Sara’dan haberdar olunca kötü niyetle ve zorla yanına getirtmiş. Hz. İbrahim de namaza durarak zalimi Allah’a havale etmiş. Kral Sara’ya el uzatınca elleri dona kalmış. Sara’dan affını dilemiş. Elleri çözülmüş. Bu hal üç defa tekrarlanınca Kral kötü niyetinden vazgeçmiş. Hacer’ i de onlara vermiş.
Zulme maruz kalındığı zaman namaza durup Allah’a sığınmak Hz. İbrahim’in bir sünnetidir

2-Hz. İbrahim putları kırmış, baltayı da büyük putun boynuna takmış. Putları kırdığı için muaheze edilmiş. O da; büyük puta sorun konuşursa o kırdığını söyleyecektir. Büyük putun kırdığı doğru değildir. Ancak onun kırdığını, konuşmasına bağladığı için yalan olmayıp rakiplerini susturma taktiği olarak ifade ediliyor.

3-Müşrikler bayram merasimi için Hz. İbrahim’i davet etmişlerdi. Resmi törende putlara saygı merasimi de olacaktı. Hz. İbrahim hasta olduğunu söylemiş. Söylerken ileride hasta olabileceğini niyet etmişti. 

( Buhâri, Enbiya 8; Müslim, Fezâil 154)

Netaqa نطق :  Literatürde nutq نُطْقٌ kavramı, insanın dille söyleyip kulakla duyduğu seslerdir. Bu kavram neredeyse her zaman insan için kullanılır. Bazen bir şeyi gösteren herhangi bir işaret de ناطِق diye adlandırılır. Bu çerçevede bir bilgeye 'Konuşan susan nedir?' diye sorulduğunda 'Haber veren deliller ve öğüt veren ibretlerdir' demiştir. Neml 27/16 ayetinde kuşların sesleri, kendilerini anlayan Süleyman a.s. göz önünde bulundurularak مَنْطِق olarak adlandırılmıştır. Zira bir kimse bir şeyden bir mana anlıyorsa bu ona göre konuşandır, kendisi gerçekte konuşmayan bir varlıkta olsa bu böyledir. Yine Câsiye, 45/29 ayetinde Yüce Allah 'kitab'ında konuşan bir varlık olduğunu ifade etmiştir. Yalnız onun konuşması gözlerle algılanır. Son olarak Fussilet, 41/21 ayeti kerimesinde ahirette derilerin konuşturulması ile ilgili yine aynı sözcüğün geçmesi hakkında iki görüş mevcuttur: Birincisine göre bu duyulan sesle olacaktır, diğer görüş ise ibret ve öğüt alma şeklinde olacağını söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mantık, mıntıka, nutuk, natıka ve istintaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ما أنت فعلت ذلك، أو أي جواب آخر  (Bunu sen yapmadın şeklindedir veya başka bir cevaptır) şeklindedir.

بَلْ  idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  كَب۪يرُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا  işaret ismi  كَب۪يرُهُمْ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن كانوا ينطقون فاسألوهم (Konuşuyorlarsa onlara sorun) şeklindedir. 

فَسْـَٔلُوهُمْ  fiili  ن ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

Zamir olan çoğul و ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.

يَنْطِقُونَ  fiili,  كَانُوا ’nun haberi  olarak mahallen mansubdur.  يَنْطِقُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri;  ما أنت فعلت ذلك، أو أي جواب آخر  (Bunu sen yapmadın şeklindedir veya başka bir cevaptır.) şeklindedir.

بَلْ , idrâb harfidir. İstînâfiyye olan  فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هٰذَا  işaret ism-i  كَب۪يرُهُمْ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Hz. İbrahim’in, büyük putu  هٰذَا  ile işaret etmesi, tahkir kastıyladır.

كَب۪يرُهُمْ هٰذَا  mübteda ve haberdir, bunun içindir ki  فَعَلَهُۗ  üzerinde durulmuştur (vakf edilmiştir). (Beyzâvî)

Bu ayet-i kerîmede müsned zikredilmese de maksad anlaşılırdı. Ama İbrahim (as)  بَلْ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا  şeklinde kısa bir cevapla yetinmemiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muhatabın kalın kafalı olduğuna işaret olarak ıtnâb yapılmıştır.

Zemahşerî, bu ayetin tefsirinde, kullanılan  بَلْ  edatını, nahvî yorumlara girmeden ve İbrahim’in mücadelesi tanıklığında meâni esasına dayanarak örnekleme yoluyla şöyle açıklar: Yazısı çirkin bir arkadaşının güzel yazına taaccüple bakıp “Bu yazıyı sen mi yazdın?” dediğinde vereceği alaycı cevap; “Belki de sen yazmışsındır.” şeklinde gelebilir. Bu örnek ve getirilen yoruma göre İbrahim’in putları kırmadığına dair bir vurgu ayette mevcut değildir. Aksine kırdığına dair bir takrîr yani “evet, ben kırdım” anlamı vardır. Ancak bu takrir; ta’rîz ve putperestler ile istihzâ eden bir üslûp içerisinde ifade edilmiştir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)  

Ayetteki “kırma eylemi”, ilâh olarak kabul edilen putların büyüğüne isnat edilmiştir. Güya büyük put kendisiyle birlikte ibadet edilen diğer küçük putlara kızıp onları kırmıştır. Bu ayette, putların ilâh olarak kendilerine ibadet edilmesinin doğru olmayacağına dair putperestlere ima vardır. Bu yüzden onlar, büyük putun bu fiili yapamayacağını sözün gelişinden dolaylı olarak anlamışlardır.  Bir ifadeyi zarif bir tarzda, maharetle medlûlünden (manasından) başka bir yöne çevirmeye tariz denir. Bir başka deyişle tariz, bir ifadede bir cihetin gösterilip, diğer cihetin kastedilmesidir. (Mehmet Murat Karakaya, Kur’an-I Kerim’de Edebî Sanatların Kullanımı: Teșbih, İstiâre, Kinâye Ve Mecaz)  

Bu ifadede bir takdim-tehir vardır. Buna göre sanki Hz. İbrahim (as): “Hayır, o putlardan şu büyük olan yaptı. Eğer onlar, konuşabilirlerse onlara sorun!” demiştir. Böylece bu fiilin, putların büyüklerine nispet edilmesi onların konuşabilir olması şartına bağlanmıştır. Binaenaleyh onların konuşmaları imkânsız olunca bunun olması da imkânsızdır. (Fahreddin er-Râzî)

Rivayete göre Efendimizin, “İbrahim'in üç yalanı vardır.” demesi, üstü kapalı olan şeye “yalan” deme kabilindendir, çünkü şeklen ona benzemektedir. (Beyzâvî)

Hz. İbrahim, “Belki bu işi onların şu büyüğü yapmıştır.” dedi. Hz. İbrahim (as), bu sözü söyleyebilmek ve onların putlara tapmadaki cehalet ve saçmalıklarını ortaya koyabilmek için baltayı büyük putun boynuna asmıştı. (Fahreddin er-Râzî)


فَسْـَٔلُوهُمْ

 

Takdiri …إن كانوا ينطقون فاسألوهم  (Konuşuyorlarsa onlara sorun!) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta  فَ ’si, bu hazfin işaretidir. Bu  فَ  harfini, fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır. 

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslûbunda  talebî inşaî isnaddır.


اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ

 

Önceki geçen mukadder şart için tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki cümleyi bir başka lafızla açıklayan tefsîriyye cümlesi öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümlesidir. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)

İbrahim’in (as) kastı, kendi yaptığı işi puta nispet etmek değildir. O, tarizli bir üslupla bunu kendisinin yaptığını, fiilin kendine ait olduğunu bildirmek istemektedir. Ve bu tarizli üslûbuyla maksadına ulaşmış, kesin delillerle muhataplarını alt edip susturmuştur. (Keşşâf)

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 
Enbiyâ Sûresi 64. Ayet

فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ  ...


Bunun üzerine birbirlerine dönüp, “Hiç şüphesiz asıl zalimler sizsiniz siz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرَجَعُوا döndüler ر ج ع
2 إِلَىٰ
3 أَنْفُسِهِمْ kendi vicdanlarına ن ف س
4 فَقَالُوا ve dediler ق و ل
5 إِنَّكُمْ hakikaten siz
6 أَنْتُمُ sizler
7 الظَّالِمُونَ haksızsınız ظ ل م

فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  رَجَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  رَجَعُٓوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالُٓوا  atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَ ’dir.  قَالُٓوا  failinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

كُمْ  muttasıl zamir اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَنْتُمُ  munfasıl zamir  اِنَّ nin ismi olan muttasıl zamirini tekid içindir.

الظَّالِمُونَ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup  ref alameti و dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  الظَّالِمُونَۙ kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ

 

Önceki ayete matuf olan ayette  فَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupla gelen  فَقَالُٓوا  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ  ise  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.  اَنْتُمُ , fasıl zamiridir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  الظَّالِمُونَۙ , ism-i fail kalıbındadır. Marife olarak gelmesi bu özelliğin, kemâl derecede olduğuna ve müsnedün ileyhe olan bağlılığına, ayrıca istimrara delalet etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberin elif-lâm ile marife olması; bu vasfın kemâl derecede olduğunu ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İbrahim (as), onlara yollarının, inanç ve dinlerinin çirkin olduğunu gösteren şeyleri getirince, uyandılar ve putlara ibadet edişlerinin yanlış olduğunu, bu hususta bir aldanış ve cehalet içerisinde olduklarını anladılar. (Fahreddin er-Râzî)  
Enbiyâ Sûresi 65. Ayet

ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ  ...


Sonra eski inanç ve inatlarına döndüler ve, “Andolsun, bunların konuşmayacağını sen de bilirsin” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra yine
2 نُكِسُوا döndürüldüler ن ك س
3 عَلَىٰ üzerine
4 رُءُوسِهِمْ eski kafaları ر ا س
5 لَقَدْ muhakkak
6 عَلِمْتَ bilirsin ki ع ل م
7 مَا
8 هَٰؤُلَاءِ bunlar
9 يَنْطِقُونَ konuşmazlar ن ط ق

ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُكِسُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْ  car mecruru  نُكِسُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

عَلِمْتَ  sükûn üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  ism-i işaret  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  يَنْطِقُونَ  fiili,  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ 

 

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilen  ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

نُكِسُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ  [Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler.] cümlesinde hoş bir temsîli istiare vardır. Onların haktan batıla dönmeleri, istiare yoluyla kişinin başının aşağıya ayaklarının yukarıya gelecek şekilde dönmesine benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)

Ayette müstearün leh (müşebbeh) olan “Hz. İbrahim’in muhataplarının eski düşüncelerine, haktan batıla dönmeleri”, müstearün minh (müşebbehün bih) olan “kişinin başı yere değecek şekilde tepetaklak gelme” durumuna benzetilmiştir. Yine müşebbeh hazf edilip müşebbeh bihin birden fazla mülazımı (özelliği) zikredilmiştir. 

Onlar kendi kendilerine döndüklerinde (vicdanlarına danıştıklarında) doğru karar verdiler ve en uygun olanı buldular. Sonra da eski fikirlerine dönerek, bundan vazgeçtiler ve yine eski batıl delilleri ile mücadele etmeye başladılar. Bir de halleri konuşabilen bir canlıdan daha aşağı olduğu halde putların mabud olduklarını iddiaya devam ettiler. (Fahreddin er-Râzî)


 لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ

 

Ayetin ikinci cümlesine dahil olan lâm, mahzuf bir kasemin varlığına işaret etmektedir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasemin cevabı olan  عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasem cümlesi, öncesinde takdir edilen  قالوا  gibi mahzuf bir söz fiilinin mekulü’l-kavlidir. 

Cümle …قائلين والله لقد علمت  [Allah’a yemin olsun ki biliyorsun diyerek] takdirindedir. 

عَلِمْتَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindeki  مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ  cümlesinde nefy harfi  مَا , nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  kelimesi ismi,  يَنْطِقُونَ  muzari fiil cümlesi haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İbni Cerir şöyle der: “Sonra onlar İbrahim (as) kendileri ile mücadele ettiğinde, ona karşı ileri sürdükleri her delilde, tersyüz oldular yani hüccet hususunda mağlup oldular ve İbrahim’e (as) karşı neticede İbrahim’in (as) lehine, kendilerinin aleyhine olan deliller getirdiler. ‘Bunların konuşamayacağını sen de bilirsin.’ dediler ve üzerlerindeki bu şaşkınlıktan ötürü bunun böyle olduğunu itiraf ettiler. Buna göre mana, ‘Onların delilleri geri tepti.’ şeklindedir. Böylece ayette bizzat onlardan bahsetme, onların delillerinden bahsetme yerine geçmiştir.” (Fahreddin er-Râzî)

 
Enbiyâ Sûresi 66. Ayet

قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ  ...


İbrahim, şöyle dedi: “Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 أَفَتَعْبُدُونَ tapıyor musunuz? ع ب د
3 مِنْ
4 دُونِ bırakıp da د و ن
5 اللَّهِ Allah’ı
6 مَا şeylere
7 لَا asla
8 يَنْفَعُكُمْ size fayda vermeyen ن ف ع
9 شَيْئًا hiçbir ش ي ا
10 وَلَا ve
11 يَضُرُّكُمْ zarar vermeyen ض ر ر

Putperestlerin İbrâhim’e, “Sen bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun” demeleri, açıkça kendilerinin de tanrılarının âcizliğini itiraf etmelerinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla bu cevap İbrâhim’e, onların inançlarının ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu yüzlerine vurma fırsatı verdi. 66-67. âyetlerde onun bu konudaki eleştirisi nakledilmektedir. Ancak taassupları sebebiyle bu eleştiriye tahammül edemeyen putperestler İbrâhim’i yakmaya karar verdiler ve böylece tanrılarının onları koruması gerekirken, onlar tanrılarını korumak istediler. Rivayete göre İbrâhim’i yakmak için kavmi büyük bir ateş yakıp onu mancınıkla ateşe fırlattılar; ancak Allah’ın bir mûcizesi olarak ateş onu yakmadı

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 687

قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

Hemze istifham harfidir. Mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur. Takdiri;  أتعرفون ذلك (Bunu biliyor musunuz?) şeklindedir.

فَ  atıf harfidir.  تَعْبُدُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَنْفَعُكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْفَعُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.

وَلَا يَضُرُّكُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  يَضُرُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, أتعرفون ذلك  (Bunu biliyor musunuz?) şeklindedir.

Hemze inkârî istifham,  فَ  atıf harfidir.

Mahzuf mekulul-kavle matuf olan  اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve tariz  anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin, bu sorunun cevabını bilmemesi söz konusu olmadığından bu cümlede tecâhül-i ârif sanatı  sanatı vardır.

دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَلَا يَضُرُّكُمْ  cümlesi sıla cümlesine tezat sebebiyle atfedilmiştir.

شَيْـٔاً ’deki tenvin hem kıllet hem kesret ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre umuma işarettir.

Cümledeki nefy harfi olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

يَنْفَعُكُمْ - يَضُرُّكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً  cümlesiyle,  لَا يَضُرُّكُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Allah’ın dışında ibadet ettiklerinin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır. 

“Size menfaati olmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” delili karşısında bocaladılar. Yani bunlar size rızık da herhangi bir şey de vermezler, demektir.

“Size zarar da vermezler”: Onlara ibadet etmediğiniz takdirde. Bunda da onları fayda ve zarar vermeye gücü yetene ibadet etmeye teşvik vardır. (ez-Zâdu’l Mesîr)

 
Enbiyâ Sûresi 67. Ayet

اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ  ...


“Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُفٍّ yuh olsun ا ف ف
2 لَكُمْ size
3 وَلِمَا ve
4 تَعْبُدُونَ taptıklarınıza ع ب د
5 مِنْ
6 دُونِ dışında د و ن
7 اللَّهِ Allah’tan
8 أَفَلَا
9 تَعْقِلُونَ aklınızı kullanmıyor musunuz siz? ع ق ل

اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ 

 

اُفٍّ  kelimesi  أتضجر  manasında olup isim fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

اُفٍّ  kelimesi hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “İnsanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre  تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ  manasında isim fiildir. İbn-i Hacib de: ‘’ اُفٍّ  isim fiil  اُفًّا  şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de isim fiil olur’’, diyor. İbni Malik,  اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbni Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)

لَكُمْ  car mecruru  اُفٍّ  isim fiile müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl, لِ  harf-i ceriyle birlikte  اُفٍّ  isim fiile mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَعْبُدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ دُونِ  car mecruru  mukadder  تعبدون  fiilinin mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. Takdiri;  تعبدونه كائنا من دون الله (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) şeklindedir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Hemze inkârî istifhamdır.  فَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Mütekellim Hz. İbrahim’dir. 

اُفٍّ  müspet muzari sıygada gelmiş isim fiildir. Faili müstetir zamir  أنا ’dir. Car mecrur  لَكُمْ  isim fiil  اُفٍّ ’e mütealliktir.

اُفٍّ ‘deki nekre tazim içindir. (Âşûr)

اُفٍّ  kelimesi, hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “İnsanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre  تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ  manasında isim fiildir. İbn-i Hacib de: ‘’ اُفٍّ  isim fiil  اُفًّا  şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de  isim fiil olur’’, diyor. İbni Malik,  اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbn-i Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. İsim fiiller nahivciler tarafından iki kısma ayrılmıştır; İnşâî ve ihbarî isim fiiller. İsim fiillerin çoğunluğu ilk kısma girmektedir. Nahiv alimleri isim fiillerin taşıdıkları manaların, manasını taşıdıkları fiillerin manalarından daha fazla mübalağa ve daha güçlü tekid bildirdiğini ifade etmişlerdir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)

لَكُمْ ’e matuf olan mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harfiyle birlikte  اُفٍّ ’e mütealliktir. Sılası olan  تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

“Öf, size de Allah'tan başka taptıklarınıza da” ibaresi batıl üzerindeki ısrarlarından sıkıldığını göstermektedir. Öf, sıkılan kimsenin çıkardığı sestir. Manası da ‘ne çirkinsiniz ve ne pis kokuyorsunuz’, demektir.  لَكُمْ ’deki  لَ ’da öf demeyi gerektiren şeyi (şirklerini) beyan içindir. (Beyzâvî) 

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car mecruru  تَعْبُدُونَ  fiilinden mukadder hale mütealliktir. Yani,  تعبدونه كائنا من دون الله  (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) manasındadır.


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Ayetin fasılası, takdiri  أجهلتم (Bilmediniz mi?) olan mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi 169)

“Size de Allah'tan başka taptıklarınıza da yuh olsun!”: Bu kelam, onların apaçık batıl olan dinde ısrar etmelerine karşı Hz. İbrahim'in feryadıdır.

“Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” sorusu şu manadadır: Yani hâlâ aklınızı kullanıp tefekkür ederek yaptığınızın ne kadar çirkin olduğunu anlamayacak mısınız? (Ebüssuûd)

 
Enbiyâ Sûresi 68. Ayet

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ  ...


(İçlerinden bazıları), “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın da ilâhlarınıza yardım edin” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 حَرِّقُوهُ onu (İbrahim’i) yakın ح ر ق
3 وَانْصُرُوا ve yardım edin ن ص ر
4 الِهَتَكُمْ tanrılarınıza ا ل ه
5 إِنْ eğer
6 كُنْتُمْ siz ك و ن
7 فَاعِلِينَ (bir iş) yapacaksanız ف ع ل

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  حَرِّقُوهُ ’dur. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

حَرِّقُوهُ  fiili  ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

انْصُرُٓوا atıf harfi و ’a makabline matuftur.  انْصُرُٓوا  fiili  ن ’un hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اٰلِهَتَكُمْ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كُنْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

فَاعِل۪ينَ  kelimesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  فَاعِل۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  فعل  olan  fiilin ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَرِّقُوهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرق ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ bu ayette puta tapanların sözlerini bildirmektedir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  حَرِّقُوهُ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ  cümlesi, makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.


 اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ

Ayetin fasılası fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart  üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri  فانصروها  (Onlara zafer kazandıracak şekilde yardım edin, kurtarın.) şeklinde olabilir.

كَان ’nin haberi  فَاعِل۪ينَ  ism-i fail kalıbında gelerek kararlılığa işaret etmiştir.

Puta tapanların kullandıkları üslup, onların bunu gerçekten yapmak istediklerinin delilidir. Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.

(Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (2007), s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Tartışmaktan aciz kalınca kaba kuvvete baş vurmaya başladılar ve “onu yakın” dediler. Çünkü ateş en korkunç ceza aracıdır. “İlâhlarınıza yardım edin” ibaresi intikamlarını alın manasındadır. Eğer bir şey yapacaksanız yani eğer onlara adamakıllı yardım edecekseniz demektir. (Beyzâvî)

 
Enbiyâ Sûresi 69. Ayet

قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ  ...


“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْنَا biz de dedik ki ق و ل
2 يَا نَارُ ateş ن و ر
3 كُونِي ol ك و ن
4 بَرْدًا serin ب ر د
5 وَسَلَامًا ve esenlik س ل م
6 عَلَىٰ
7 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e

قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ

 

Fiil cümlesidir. قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli يَا نَارُ ’dur.  قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  نَارُ  münada olup damme üzere mebni nekre-i maksude olarak mahallen mansubdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  كُون۪ي بَرْداً dir. 

كُون۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni nakıs emir fiildir.İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كُون۪ي ’nin ismi  ي  olup mahallen merfûdur.  بَرْداً  kelimesi  كُون۪ي ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

سَلَاماً  atıf harfi و ’la makabline matuftur. 

عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  سَلَاماً ’e mütealliktir.  اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise ateştir. 

Ayette tecessüm sanatı vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. نَارُ , münadadır. Nidanın cevabı olarak gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu cümlede müsned  بَرْداً  şeklinde masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.  وَسَلَاماً , müsned olan  بَرْداً ’e tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ  car mecruru,  سَلَاماً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً  [Ey ateş! Soğuk ol] cümlesinde mübalağa (vurgu) sanatı vardır. Yüce Allah burada masdarı zikretmiş, sıfatı kasdetmiştir. Yani “so­ğuk ol” demektir. (Safvetü’t Tefasir)

“Ey ateş, İbrahim'e soğuk ve selamet ol, dedik.” Yani serin ol demektir ki zararsız bir şekilde soğuk olmaktır. Bunda birkaç mübalağa vardır: Allah'ın kudretine boyun eğen ateş itaatkâr bir memur kılınmıştır,  كُون۪ي ذات بَرْداً  ibaresi,  اُبرد  (soğuk ol) yerine konmuş, sonra muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçirilmiştir. Şöyle de denilmiştir:  سَلَاماً  kendi fiiliyle mansub olmuştur yani  سلّمنا  سَلَاماً  demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Enbiyâ Sûresi 70. Ayet

وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ  ...


Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları en çok zarar edenler durumuna düşürdük.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَرَادُوا ve istediler ر و د
2 بِهِ ona
3 كَيْدًا bir tuzak kurmak ك ي د
4 فَجَعَلْنَاهُمُ biz de kendilerini uğrattık ج ع ل
5 الْأَخْسَرِينَ hüsrana خ س ر

وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. اَرَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اَرَادُوا  fiiline mütealliktir.  كَيْداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْاَخْسَر۪ينَ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.  الْاَخْسَر۪ينَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَيْداً ’deki tenvin, kesret ifade etmektedir.

فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ  cümlesi,  فَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْاَخْسَر۪ينَۚ deki tarif kasr içindir.

الخَسارَةِ dan kastedilen, hayal kırıklığıdır. Hayal kırıklığı, istiare yoluyla  tüccarın ticaretindeki hayal kırıklığına benzetilmiştir. (Âşûr)

İkinci mef’ûl olan  الْاَخْسَر۪ينَۚ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Zarar vermek için ona tuzak kurmak istediler. Biz de onları en çok ziyan edenler kıldık. Bütün ziyan edenlerden daha çok ziyan edenler kıldık. Çünkü  gayretleri, kendilerinin batıl üzerinde İbrahim'in de hak üzerinde olduğuna ve onların şiddetli azabı hak ettiklerine delil oldu. (Beyzâvî)

Hak Telâlâ'nın “Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha fazla hüsrana düşenlerden kıldık.” ifadesi, “Onlar, Hz. İbrahim’e tuzak kurmak istediler ama her seferinde mağlup oldular. Onlar, ona karşı mücadele ve münazara ederek üstün gelmeyi düşündüler. Ama Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’e, onları susturucu ve perişan edici delilleri ilham ve telkin etti. Sonra onlar işi kaba kuvvete ve zorbalığa döktüler. Ama Cenab-ı Hak,  bu sefer de Hz. İbrahim'i onlara karşı destekledi ve ona yardım etti.” (Fahreddin er-Râzî)  
Enbiyâ Sûresi 71. Ayet

وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ  ...


Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَجَّيْنَاهُ ve onu kurtardık ن ج و
2 وَلُوطًا ve Lut’u
3 إِلَى (getirerek)
4 الْأَرْضِ bir yere ا ر ض
5 الَّتِي
6 بَارَكْنَا bereketli kıldığımız ب ر ك
7 فِيهَا
8 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م
Yüce Allah Hz. İbrâhim’i, kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ile birlikte kavminin zulmünden kurtardı ve onlara bereketli ülkeye hicret etmelerini emretti (Lût hakkında bilgi için bk. Hûd 11/70). Tefsirlerde, bereketli kılınan yerin Filistin veya Beytülmakdis yahut Suriye ya da Mekke olduğuna dair farklı bilgiler bulunmakla birlikte Filistin olduğu kanaati ağır basmaktadır. Hz. İbrâhim’le ilgili tarihî veriler de bu görüşü destekler mahiyettedir. Bu yerin kutlu ve bereketli oluşu ise yöreye çok sayıda peygamberin gönderilmiş olması, akar sularının bol, ziraî imkânlarının elverişli olması şeklinde açıklanmıştır (Râzî, XXII, 190; 687 Kurtubî, XI, 305; Şevkânî, III, 468; İbn Âşûr, XVII, 108). Hz. İbrâhim, yeğeni Lût ile birlikte ülkesini ve kavmini terkederek Filistin’e göç etti. Her ikisi de bu yörede inkârcılığa karşı mücadele ederek tevhid inancını yerleştirmeye çalıştılar. Hz. İbrâhim’in çocuğu yoktu, yaşlılık döneminde Allah’a dua ederek kendisine iyi bir evlât vermesini istedi (Sâffât 37/100); Allah ona İsmâil’i, ardından da İshak’ı ve torunu Ya‘kub’u verdi. Hz. İbrâhim’e “fazladan bir armağan olarak” verilen çocuk, İshak’ın oğlu Ya‘kub’dur. Nitekim Hz. İbrâhim’in duasını içeren İbrâhim sûresinin 39. âyetinde torununun adı geçmemektedir. Bazı müfessirlere göre ise İbrâhim’in duası neticesinde kendisine İsmâil verilmiş, yıllar sonra da İshak ile Ya‘kub fazladan bir armağan olarak verilmiştir (İbn Âşûr, XVII, 109; Esed, II, 657). Allah Teâlâ peygamberlik görevi vererek onları vahyin kılavuzluğunda hidayet önderleri kılmıştır. 73. âyet peygamberlerin kendi bilgi, zekâ ve kabiliyetleriyle değil, Allah’tan aldıkları vahiy ile hidayet önderliği yaptıklarını ifade etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri

وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَجَّيْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لُوطاً  atıf harfi وَ ’la  نَجَّيْنَا ‘deki gaib zamirine matuftur.  اِلَى الْاَرْضِ  car mecruru  نَجَّيْنَا  fiiline mütealliktir.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl, الْاَرْضِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  بَارَكْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.

بَارَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  بَارَكْنَا  fiiline mütealliktir.  لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru  بَارَكْنَا  fiiline mütealliktir.

لِلْعَالَم۪ينَ   kelimesi sülâsî mücerred olan  علم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلْعَالَم۪ينَ , cemi müzekker salim olduğu için  ى  ile mecrur olmuştur.  

نَجَّيْنَاهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

بَارَكْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  برك ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ

 

Ayet makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede,  نَجَّيْنَاهُ  fiilindeki  هُ  zamiri, Hz. İbrahim'e aittir. لُوطاً , bu zamire matuftur. 

Cer mahallindeki has ismi mevsûl  الَّت۪ي , ismi mecrur şeklinde gelmiş olan  الْاَرْضِ ’nin sıfatıdır. Marife isimden sonra gelen ism-i mevsûller sıfat olurlar. Mevsûlün sılası olan  بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Ayette fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim’i oradan kurtarıp arz-ı mübarek’e ulaştırmıştır. Bu arzın, Mekke olduğu söylendiği gibi “Etrafını mübarek kıldığımız, Mescid-i Aksa” (İsra Suresi, 1) ayeti delil getirilerek Şam diyarı (Kudüs ve etrafı) olduğu da söylenmiştir. Bu beldenin mübarek (bereketli) oluşu ya dinî bakımdandır, çünkü ekseri peygamberler oradan çıkmış, onların şeriatları ve dinlerinin eserleri orada yayılmıştır ya da bu bereket, dünyevî açıdandır. (Fahreddin er-Râzî)

اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

 
Enbiyâ Sûresi 72. Ayet

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ  ...


Ona İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَهَبْنَا ve hediye ettik و ه ب
2 لَهُ ona
3 إِسْحَاقَ İshak’ı
4 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’u
5 نَافِلَةً bağış olarak ن ف ل
6 وَكُلًّا ve hepsini ك ل ل
7 جَعَلْنَا yaptık ج ع ل
8 صَالِحِينَ salihlerden ص ل ح

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وً  atıf harfidir.  وَهَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَـهُٓ  car mecruru  وَهَبْنَا  fiiline müteallıktır.  اِسْحٰقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَعْقُوبَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

نَافِلَةً  kelimesi  يَعْقُوبَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُلاًّ  kelimesi  جَعَلْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûludür. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَالِح۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

صَالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ

 

Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَافِلَةً  kelimesi  يَعْقُوبَ  için haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

[Ona İshak'ı bağışladık, Yakub'u da üstelik.] İkram olarak, demektir.  نَافِلَةًۜ ,  ikisinden haldir ya da torun demektir. Ya da ‘istediğinden fazla olarak’ demektir ki istediği de İshak'tır. O zaman  نَافِلَةًۜ , Yakub'a özgü olur, bunda da karine olduğu için bir beis yoktur. (Her birini) yani dördünü de iyi kimseler kıldık onları iyiye muvaffak kılmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî)

Bil ki  نَافِلَةًۜ  kelimesi, hassaten “bağış ve atiyye” savındadır. “en-Neflu” kelimesi de böyledir. Bağış ve ikramı çok olan bir kimseye de  نوفل  denilir. (Fahreddin er-Râzî)

Hz. İbrahim, Cenab-ı Hak'tan bir çocuk isteyince: [“Rabbim bana, salihlerden (olan bir çocuk) bahşet.”] (Saffat Suresi, 100) dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onun duasına, [“Ona İshak'ı ihsan ettik.”] buyurarak cevap verdi. Yakub'u da ona, dua etmeden verdi ki işte bu da “nafile” olmuştur. İnsanlar tarafından, fazladan yapılan şey gibi. Buna göre Cenab-ı Hakk'tan ki “Ona, duasına icabet etmek üzere İshak'ı ihsan ettik. Farz namaza bir ilave olarak talep etmiş olduğu nafile namaza mukabil de ona fazladan Yakub'u lütfettik.” demiştir. Bu açıklamaya göre “nafile”, özellikle Yakub'dur. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ

 

70. ayetteki …وَاَرَادُوا بِه۪  cümlesine matuf olan cümlenin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan manevî tekid harfi  كُلاًّ , amiline takdim edilmiştir.

Sayfanın birçok ayetinde olduğu gibi son üç ayetinin sonundaki cemi müzekker salim kelimelerdeki seci son derece ahenkli olmuştur. 

Bu fasılalarda aynı zamanda lüzum mala yelzem sanatı vardır.

(Her birini) yani dördünü de “iyi kimseler kıldık” onları iyiye muvaffak olmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî)

 
Günün Mesajı
69. ayette üç güzel noktaya parmak basılmaktadır: Birincisi: Ateş dahi, diğer tabii sebepler gibi kendi kendine, kendi tabiatıyla değil, Allah'ın emri altında hareket etmekte ve Allah ona “Yakma!” dediğinde yakmamaktadır. Dolayısıyla, her şey gibi bütün sebepler de Allah'ın emrine bağlıdır. İkincisi: Ateşin bir derecesi vardır ki, soğukluğuyla yakar. Cenâb-ı Hak (c.c.), Hz. İbrahim'in atıldığı ateşe “Serin ol” buyurmakla, “İbrahim'i Sıcaklığınla yakma!”, “Selâmet ol!” buyurmakla da, “soğukluğunla yakma” diye emretmiştir. Nasıl kış soğukluğuyla yakarsa ve nasıl Cehennem'de de böyle soğukluğuyla yakan bir ateş varsa, bunun gibi ateşin de soğukluğuyla yakan derecesi vardır. Ateşin “nâr-ı beyzâ (beyaz ateş)” denilen (ve günümüzde buzdolaplarının soğutma sisteminin ortaya koyduğu) bu derecesi, sıcaklığı çevresine yaymaz. Bunun yerine çevresindeki sıcaklığı kendisine çeker ve çevresini adeta dondurur. Üçüncüsü: Nasıl Cehennem ateşinin sıcaklık ve soğukluğuyla yakıcı tesirini önleyecek iman gibi manevi bir madde ve İslâmiyet gibi bir zırh varsa, dünyada ateşin yakmayacağı ve onun tesirini önleyecek maddi bir madde de vardır. Nasıl ateş, Hz. İbrahim'in vücudu gibi gömleğini de yakmadıysa, insanlar ateşe karşı böyle bir gömlek yapabilirler. İşte ayet, buna da işaret etmekte ve bu konuda beşeri teşvik etmektedir. (Sözler, “Yirminci Söz”, 342)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bakmakla görmek, duymakla dinlemek ve bilmekle anlamak bir midir? Hangisi idrak etmeye açılan kapıdır? Yeterince düşünüyor muyuz ya da şükrediyor muyuz? Yeterince Allah'ın rahmetini umup, gazabından korkuyor muyuz? 

Cennette olduğu gibi cehennemde de bir hayat sürüleceğinin ne kadar farkındayız? Birinde, beni tasadan kurtaran, bu nimetleri veren Allah'a hamd olsun derken; diğerinde devamlı ölmeyi dilemek. Birinde, her yediğinden ve içtiğinden keyif alırken; diğerinde giderilmeyen açlık ve susuzluk. Birinde sonsuz huzur; diğerinde ise sonsuz ızdırap.

Cenneti ve cehennemi gerçekten idrak etse. Mahşerde kitabı sol eline verilen ve kurtulmak umuduyla ailesinden kaçan insanın dehşetiyle kalbi titrese: Allah'ın sonsuz merhametine ve şefaatine nail olabilecekken, gazabına varacak yolu seçer mi insan? Emrettiklerini yaparken hiç şikayet etme gafletine düşer mi?

Allahım! Hz. İbrahim’i dünya ateşinden koruduğun gibi; bizi azabına sürükleyecek her türlü halden muhafaza buyur. Cehennem ateşini görmeden, cennetin her nimetinden nasiplenmemizi nasip et. Senin rahmetin ile; Sevdiklerine ve sevdiklerimize komşu olalım. Boş sözlerden ve tasadan uzak, sonsuz huzura kavuşalım. Allahım! Bizi affet. Bizden razı ol. Cennet nimetlerini elinin tersiyle itip, pişmanlığı fayda vermeyecek cahillere benzeme ihtimalinden Sana sığınırız.

Allahım! Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in ağlayarak ettiği duasıyla kapına geldim, kabul buyur ya Rab; “Allahım! Senin gazabından Senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, Senden yine Sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re’fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, Seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim.” Müslim, salât 221-222; Ebû Dâvûd, salât 148

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji