بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ ٥٨
Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. İbrâhim’in kavminin dinî bir bayramı vardı; her sene kırda toplanarak bu bayramı kutlarlardı. Bir defasında yine bayram şenliğine giderken İbrâhim’i de götürmek istediler. İbrâhim hasta olduğunu ileri sürerek bayrama katılmadı ve halk kıra çıktıktan sonra puthaneye giderek büyük put hariç hepsini kırdı. 58. âyette bu açıkça ifade edilmektedir. Rivayete göre baltayı büyük putun boynuna astı ki (Kurtubî, XI, 296-297) kavmi ona başvurup putları kimin kırdığını sorsun da böylece putun acizliği ortaya çıksın. Halk bayram yerinden döndüklerinde tanrılarının başına gelenleri görünce bu işi kimin yaptığını araştırdılar. Daha önce Hz. İbrâhim’in putların aleyhindeki konuşmalarını işitmiş olanlar durumdan halkı haberdar ettiler. Halk, İbrâhim’in sorgulanmasını ve ona verilecek cezanın başkalarına da ibret olmasını istedi
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 687
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. جَعَلَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جُذَاذاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istisna harfidir. كَب۪يراً müstesna olup fetha ile mansubdur. لَهُمْ car mecruru كَب۪يراً ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلَيْهِ car mecruru يَرْجِعُونَ fiiline mütealliktir. يَرْجِعُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَرْجِعُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. istisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: istisna edatından sonra gelen kelimedir. istisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: istisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek. 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَب۪يراً ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ
فَ istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ'dır. Ayetler arasında meskutun anh mevcuttur.
Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
جَعَلَهُمْ fiilinin mef’ûlu olan جُذَاذاً ism-i faildir. bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
İsm-i mef’ûl yerinde masdar kullanılması mefûliyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Kelimedeki nekrelik kesret ifade eder.
اِلَّٓا , istisna edatıdır. هُمْ zamirinden istisna olan كَب۪يراً müstesnadır.
لَهُمْ car-mecruru, جُذَاذاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
جُذَاذاً - كَب۪يراً kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
Azer, bir bayramlarında Hz. İbrahim'i de yanına aldı ve bayram kutlamalarına puthanelerinden başlayarak, önce oraya girdiler ve putlara secde edip yanlarında getirdikleri yemekleri, önlerine koydular ve: “Biz dönünceye kadar ilâhların bereketi yemeklere geçsin!” diye dua ettiler. Sonra çıkıp gittiler. Hz. İbrahim ise orada kaldı. Onlar gittikten sonra Hz. İbrahim, putlara bir göz gezdirdi. Bunlar yetmiş put idi ve sıralar halinde bulunuyorlardı. Bu putların en büyüğü de yüzü kapıya dönüktü. Bu büyük put altından idi ve gözlerinde, geceleri parlayan iki kıymetli taş bulunuyordu. Hz. İbrahim, eline aldığı balta ile hepsini kırdı, yalnız o büyük putu bıraktı ve baltayı da onun boynuna astı. Bunu, kendisine müracaat etmeleri ve karşılıklı hüccet beyanında onları gelecek delillerle mağlup edip kendilerini susturmak için yaptı. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Bu cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. اِلَيْهِ car mecruru, konudaki önemine binaen amili olan يَرْجِعُونَ ’ye takdim edilmiştir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan يَرْجِعُونَ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler,Doktora Tezi)
Burada asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ [Belki ona dönerler] diye buyurulmuştur. Çünkü kendisine döneceklerini aklı kesmişti, zira ilâhlarına düşmanlıkta tekti ve bu konuda meşhurdu. Onu büyükleri yaptı diyerek onlara delil getirdi. Ya da büyüğe dönerler de kıranı sorarlar diye, çünkü düğümü çözmek için mabuda dönmek onun şanındandır. Ya da ilâhlarının acizliğini anladıkları zaman Allah'a ve birliğine dönerler diye, anlamındadır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ ٥٩
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsim cümlesidir. İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. فَعَلَ هٰذَا cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. İşaret ismi هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰلِهَتِنَٓا car mecruru فَعَلَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ناَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
الظَّالِم۪ينَ ; sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mütekellim Allah Teâlâ'dır. Ayetler arasında meskutun anh mevcuttur. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا cümlesi, puta tapanların sözleridir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve inkâr anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham ismi مَنْ , mübtedadır. فَعَلَ haberdir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Onlar bayramlarından dönüp putlarına yapılanları görünce inkâr, kınama ve takbih anlamında dediler ki: “İlâhlarımıza bunu kim yaptı?” Bunu yapan zalimlerden sayılmaktadır.
Onlara göre ilâhlarını paramparça edenin zalimlerden sayılması, o ilâhlar saygıya layık iken, onlara hakaret etmeye cüret ettiği içindir yahut onları kırıp paramparça etmekte ve onları tahkirde çok ileri gittiği içindir yahut kendi nefsini tehlikeye maruz bıraktığı içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Mekulü’l-kavle dahil olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الظَّالِم۪ينَ ’in müteallakı olan haber, mahzuftur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
الظَّالِم۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
مِنَ ve مَنْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lâm, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
Buradaki مَنْ ’in soru anlamında kullanılmayıp mübteda olduğu, haberinin de ‘’O zalimlerdendir’’ cümlesi olduğu da söylenmiştir. Yani bu işi yapan zalim bir kimsedir. Ancak ’’İbrahim adındaki bir gencin onları diline doladığını işitmiştik’’ ayeti dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. Birinci görüşe göre de ayetin anlamı şöyle olur: Dediler ki: [Putlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz ki o zalimlerdendir.] Bu ifade ise “Bunu kim yaptı?” sorusunun cevabını teşkil etmektedir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ ٦٠
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, سَمِعْنَا ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. فَتًى mef’ûlun bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, كلام فتى
şeklindedir. يَذْكُرُهُمْ cümlesi, فَتًى ’nın sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يَذْكُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُقَالُ cümlesi, فَتًى ’nın ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.
يُقَالُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. لَـهُٓ car mecruru يُقَالُ fiiline mütealliktir. اِبْرٰه۪يمُ naib-i faili olup damme ile merfûdur. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.
Veya mahzuf mübtedanın haberi olup damme ile merfûdur. Takdiri, هو şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ikiside fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
Putlara tapanların sözlerinin devamı olan bu ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan سَمِعْنَا فَتًى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan فَتًى ’deki nekrelik, muayyen olmayan cinse ve tahkire delalet eder.
يَذْكُرُهُمْ cümlesi, فَتًى için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُ cümlesi, aynı kelimenin ikinci sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede اِبْرٰه۪يمُۜ , mahzuf bir mübtedanın haberi veya meçhul fiilin naib-i faili olarak merfudur.
يُقَالُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
قَالُوا - يُقَالُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Muzari fiiller hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَذْكُرُ fiil cümlesi, سَمِعْنَا ikinci mef'ûlüdür ya da سَمِعْنَا 'nın ona taalluk etmesini temin için فَتًى 'nın sıfatıdır, bu da onları diline dolama bakımından daha etkilidir. “Ona İbrahim deniyor” cümlesi mahzuf mübtedanın haberidir yani هو إبراهيم demektir. Meçhul fiille merfû' olması da caizdir, çünkü ondan isim murad edilmiştir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Onlardan bazıları, soranlara cevap olarak dediler ki bu ilâhlarımızı tahkir eden İbrahim adında bir genç varmış; herhalde onlara bunu yapan odur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayetin zahiri bu sözü söyleyenlerin bir kişiden fazla olduğunu göstermektedir. Buna göre onlar sanki daha önce Hz. İbrahim’i (a.s) tanımış ve putları hakkında onun söylediği şeyleri duymuşlardı. Binaenaleyh Hz. İbrahim’in (a.s), “Sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?” (Enbiya Suresi, 52) şeklindeki sözünden başka hiçbir sözü bulunmasaydı bile zannı gâlip ile putları kıranın o olduğuna hükmetmelerine yeterdi.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ ٦١
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, şart ve cevap cümlesidir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كان هو فأتوا به (Eğer öyleyse, onu getir) şeklindedir.
أْتُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru أْتُوا fiiline mütealliktir. عَلٰٓى اَعْيُنِ car mecruru بِه۪ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَشْهَدُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَشْهَدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Puta tapanların sözlerinin devamıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ cümlesi, قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşaî isnad olan cümle, takdiri …إن كان هو فأتوا به (Eğer öyleyse onu getir!) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ’si, bu hazfin işaretidir. Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Burada gözler kelimesi, görmek manasında mecâz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu ayette görme aleti olan gözler zikredilmiş ve bu uzvun eseri olan görme fiili kastedilmiştir. Ayetteki karine ise عَلٰٓى harf-i ceridir. Ayette ifade edilen Hz. İbrahim’in görülmesi orada bulunan kişilerin gözleri önünde olan bir durumdur. (Duran Ekizer, Belâgat Açısından Buharî ve Müslim’de Mecaz İçeren Hadisler)
عَلٰٓى harf-i cerindeki istila (üstte olma) manası, mesel (benzetme) yolu ile getirilmiş bir ifadedir yani “Onun gözler önüne getirilmesi, tıpkı bir şeye binen kimsenin bineği üzerine çıkıp sabit olması gibi sabit olur.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
عَلٰٓى harf-i cerinde istiare-i tebeiyye vardır. Bu harf istila manasındadır. Burada önüne, karşısına manasında kullanılmıştır.
Harflerde istiare kurulurken harfe değil, müteallakına itibar edilir. Müteallak müştak olduğu için de istiare; tebeiyye olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
Ayetin son cümlesi beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ’nin haberi olan يَشْهَدُونَ cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler,Doktora Tezi)
Burada asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Onu getirin ve herkesin kendisini görebileceği yüksekçe bir yere çıkarın; belki insanlar, onun söylediklerine ve yaptıklarına şahitlik ederler. Yahut onun halkın gözlen önüne getirin ki ona vereceğimiz cezayı görsünler, demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ ٦٢
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli ءَاَنْتَ فَعَلْتَ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Hemze istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
فَعَلْتَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَعَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. İşaret ismi هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاٰلِهَتِنَا car mecruru فَعَلْتَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَٓا اِبْرٰه۪يمُ cümlesi, itiraziyyedir.
يَٓا nida harfidir. Münada olan اِبْرٰه۪يمُ müfred alem olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve inkâr anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca eylemi yapan bilindiği halde istifham üslubunda gelen cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mazi fiil sıygasında cümle olarak gelen müsned فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا , hükmü takviye ifade etmiştir.
Bu ayet, takrir istifhamı için uygun bir örnektir. Çünkü inkâr edenler, ilâhlarının başına gelen şeyin, Hz. İbrahim tarafindan getirildiğini biliyorlardı.Gerçekte de bunu yapan Hz. İbrahim'di. Bu nedenle ondan bunu ikrar etmesini istiyorlardı.Takriri istenen öğe (manevi fail) istifham edatından hemen sonra gelmiştir. Ayrıca bu ayetteki istifham, fiilin kesinlikle meydana geldiğini, halbuki meydana gelmemesi gerektiğini (inkâr) ve bu fiilin failini kınamayı (tevbîh) da ifade eder. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
Ayetin sonundaki itiraziyye olan يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ cümlesi nida üslubunda talebi inşai isnaddır.
İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetteki “Dediler ki: Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?” ifadesinde, bir hazif vardır ve takdiri, “Onu getirdiler ve ona eziyet edebilmek için bu işi itiraf etmesini isteyerek ‘Sen mi tanrılarımıza bu işi yaptın?’ dediler.” şeklindedir. Böylece İbrahim’den (a.s), suçun onlar üzerine döneceği ve kurtulmak isteyecekleri bir cevap sadır oldu. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ ٦٣
Peygamber Efendimiz (asm) Hz. İbrahim için ifade buyurduğu ve işaret ettiği üç yalan da bu babtan izah ediliyor. Bize de bir kapı aralanmış oluyor.
Bunlar ise:
1-Hz. İbrahim Mısır’a çok güzel olan hanımı Sara ile girdiğinde, Kralın zorla elinden alacağını düşünmüş. Böyle bir durumda Sara’ya kardeşi olduğunu söylemesini bildirmiş. Tabi hanımı ile din kardeşini niyet etmiş ve kinaye olarak kullanmış.
Hakikaten Kral Sara’dan haberdar olunca kötü niyetle ve zorla yanına getirtmiş. Hz. İbrahim de namaza durarak zalimi Allah’a havale etmiş. Kral Sara’ya el uzatınca elleri dona kalmış. Sara’dan affını dilemiş. Elleri çözülmüş. Bu hal üç defa tekrarlanınca Kral kötü niyetinden vazgeçmiş. Hacer’ i de onlara vermiş.
Zulme maruz kalındığı zaman namaza durup Allah’a sığınmak Hz. İbrahim’in bir sünnetidir
2-Hz. İbrahim putları kırmış, baltayı da büyük putun boynuna takmış. Putları kırdığı için muaheze edilmiş. O da; büyük puta sorun konuşursa o kırdığını söyleyecektir. Büyük putun kırdığı doğru değildir. Ancak onun kırdığını, konuşmasına bağladığı için yalan olmayıp rakiplerini susturma taktiği olarak ifade ediliyor.
3-Müşrikler bayram merasimi için Hz. İbrahim’i davet etmişlerdi. Resmi törende putlara saygı merasimi de olacaktı. Hz. İbrahim hasta olduğunu söylemiş. Söylerken ileride hasta olabileceğini niyet etmişti.
( Buhâri, Enbiya 8; Müslim, Fezâil 154)
Netaqa نطق : Literatürde nutq نُطْقٌ kavramı, insanın dille söyleyip kulakla duyduğu seslerdir. Bu kavram neredeyse her zaman insan için kullanılır. Bazen bir şeyi gösteren herhangi bir işaret de ناطِق diye adlandırılır. Bu çerçevede bir bilgeye 'Konuşan susan nedir?' diye sorulduğunda 'Haber veren deliller ve öğüt veren ibretlerdir' demiştir. Neml 27/16 ayetinde kuşların sesleri, kendilerini anlayan Süleyman a.s. göz önünde bulundurularak مَنْطِق olarak adlandırılmıştır. Zira bir kimse bir şeyden bir mana anlıyorsa bu ona göre konuşandır, kendisi gerçekte konuşmayan bir varlıkta olsa bu böyledir. Yine Câsiye, 45/29 ayetinde Yüce Allah 'kitab'ında konuşan bir varlık olduğunu ifade etmiştir. Yalnız onun konuşması gözlerle algılanır. Son olarak Fussilet, 41/21 ayeti kerimesinde ahirette derilerin konuşturulması ile ilgili yine aynı sözcüğün geçmesi hakkında iki görüş mevcuttur: Birincisine göre bu duyulan sesle olacaktır, diğer görüş ise ibret ve öğüt alma şeklinde olacağını söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mantık, mıntıka, nutuk, natıka ve istintaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ما أنت فعلت ذلك، أو أي جواب آخر (Bunu sen yapmadın şeklindedir veya başka bir cevaptır.) şeklindedir.
بَلْ atıf ve idrâb harfidir. فَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كَب۪يرُهُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret ismi كَب۪يرُهُمْ ’dan bedel olarak mahallen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كانوا ينطقون فاسألوهم (Konuşuyorlarsa onlara sorun) şeklindedir.
فَسْـَٔلُوهُمْ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَنْطِقُونَ cümlesi, كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَنْطِقُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
بَلْ ; Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
كَب۪يرُ ; sıfat-ı müşebbehedir. “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümle, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Kizbi haberdir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri; لم أفعلْهُ (Onu ben yapmadım) şeklindedir. بَلْ , idrâb harfi intikal için gelmiştir.
فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هٰذَا işaret ism-i كَب۪يرُهُمْ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Hz. İbrahim’in, büyük putu هٰذَا ile işaret etmesi, tahkir kastıyladır.
كَب۪يرُهُمْ هٰذَا mübteda ve haberdir, bunun içindir ki فَعَلَهُۗ üzerinde durulmuştur (vakf edilmiştir). (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Bu ayet-i kerîmede müsned zikredilmese de maksad anlaşılırdı. Ama İbrahim (a.s) بَلْ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا şeklinde kısa bir cevapla yetinmemiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Muhatabın kalın kafalı olduğuna işaret olarak ıtnâb yapılmıştır.
Zemahşerî, bu ayetin tefsirinde, kullanılan بَلْ edatını, nahvî yorumlara girmeden ve İbrahim’in mücadelesi tanıklığında meâni esasına dayanarak örnekleme yoluyla şöyle açıklar: Yazısı çirkin bir arkadaşının güzel yazına taaccüple bakıp “Bu yazıyı sen mi yazdın?” dediğinde vereceği alaycı cevap; “Belki de sen yazmışsındır.” şeklinde gelebilir. Bu örnek ve getirilen yoruma göre İbrahim’in putları kırmadığına dair bir vurgu ayette mevcut değildir. Aksine kırdığına dair bir takrîr yani “evet, ben kırdım” anlamı vardır. Ancak bu takrir; ta’rîz ve putperestler ile istihzâ eden bir üslûp içerisinde ifade edilmiştir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Ayetteki “kırma eylemi”, ilâh olarak kabul edilen putların büyüğüne isnat edilmiştir. Güya büyük put kendisiyle birlikte ibadet edilen diğer küçük putlara kızıp onları kırmıştır. Bu ayette, putların ilâh olarak kendilerine ibadet edilmesinin doğru olmayacağına dair putperestlere ima vardır. Bu yüzden onlar, büyük putun bu fiili yapamayacağını sözün gelişinden dolaylı olarak anlamışlardır. Bir ifadeyi zarif bir tarzda, maharetle medlûlünden (manasından) başka bir yöne çevirmeye tariz denir. Bir başka deyişle tariz, bir ifadede bir cihetin gösterilip, diğer cihetin kastedilmesidir. (Mehmet Murat Karakaya, Kur’an-I Kerim’de Edebî Sanatların Kullanımı;Teșbih, İstiâre, Kinâye Ve Mecaz)
Bu ifadede bir takdim-tehir vardır. Buna göre sanki Hz. İbrahim (a.s): “Hayır, o putlardan şu büyük olan yaptı. Eğer onlar, konuşabilirlerse onlara sorun!” demiştir. Böylece bu fiilin, putların büyüklerine nispet edilmesi onların konuşabilir olması şartına bağlanmıştır. Binaenaleyh onların konuşmaları imkânsız olunca bunun olması da imkânsızdır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Rivayete göre Efendimizin, “İbrahim'in üç yalanı vardır.” demesi, üstü kapalı olan şeye “yalan” deme kabilindendir, çünkü şeklen ona benzemektedir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t- Te’vîl)
Hz. İbrahim, “Belki bu işi onların şu büyüğü yapmıştır.” dedi. Hz. İbrahim (a.s), bu sözü söyleyebilmek ve onların putlara tapmadaki cehalet ve saçmalıklarını ortaya koyabilmek için baltayı büyük putun boynuna asmıştı. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
بَلْ edatı kendisinden sonra bir cümle geldiğinde idrâb harfi olur. Bazen de bu ayette olduğu gibi bir manadan diğer bir manaya intikal için gelir. Kendisinden önceki cümle manasını korur. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, c. 1, s. 436)
بَلْ , idrâb edatıdır. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. İdrâb, sözlükte “dönüş yapmak, vazgeçmek” demektir. Bir yanlışı veya hatayı düzeltme amacıyla kullanılabildiği gibi bir konudan diğerine geçiş için de kullanılabilir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
بَلْ harfi cümleleri atfetmekte kullanılmaz. Bu sebeple bundan sonra gelen cümle, istînâfiyyedir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
بَلْ , idrâb harfidir. İstînâfiyye olan فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَسْـَٔلُوهُمْ
İstînâfiye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Takdiri …إن كانوا ينطقون فاسألوهم (Konuşuyorlarsa onlara sorun!) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta فَ ’si, bu hazfin işaretidir. Bu فَ harfini, fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır.
Cevap cümlesi olan فَسْـَٔلُوهُمْ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslûbunda talebî inşaî isnaddır.
اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
Önceki mukadder şart için tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Manadaki kapalılığı gidermek için gelen, açıklayıcı kelamla yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri فَسْـَٔلُوهُمْ olan cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
Şart cümlesi olan اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ , nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ‘nin haberi olan يَنْطِقُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَنْطِقُونَ - قَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
İbrahim’in (a.s) kastı, kendi yaptığı işi puta nispet etmek değildir. O, tarizli bir üslupla bunu kendisinin yaptığını, fiilin kendine ait olduğunu bildirmek istemektedir. Ve bu tarizli üslûbuyla maksadına ulaşmış, kesin delillerle muhataplarını alt edip susturmuştur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ ٦٤
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. رَجَعُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru رَجَعُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْتُمُ munfasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olan muttasıl zamiri tekid eder. الظَّالِمُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Te’kid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Te’kide “tevkid” de denilir. Te’kid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, te’kid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Te’kid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzi te’kid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile te’kid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar. Ayette lafzi tekid şeklindedir.
Manevi te’kid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِمُونَۙ ; sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
فَ , istînâfiyyedir.
Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ ifadesinde istiare sanatı vardır. İnsanın fikrini değiştirmesi, bir yerden ayrıldıktan sonra oraya geri gelmesine benzetilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ cümlesi, اِنَّ ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki اَنْتُمُ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir. Haberin marife olarak gelmesi bu özelliğin, kemâl derecede olduğuna ve müsnedün ileyhe olan bağlılığına, ayrıca istimrara delalet etmiştir.
Cümlenin her iki rüknünün de marife gelmesi kasr ifade etmiştir.İki tekit hükmündeki kasr mübteda ve haber arasındadır. اَنْتُمُ mevsûf/maksur, الظَّالِمُونَۙ sıfat/maksurun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s sıfattır.
Cümle tahsis ifade etmektedir. Yani, zalim olan sizsiniz, İbrahim değil. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan الظَّالِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İbrahim (a.s), onlara yollarının, inanç ve dinlerinin çirkin olduğunu gösteren şeyleri getirince, uyandılar ve putlara ibadet edişlerinin yanlış olduğunu, bu hususta bir aldanış ve cehalet içerisinde olduklarını anladılar. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ ٦٥
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. نُكِسُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْ car mecruru نُكِسُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثُمَّ ; Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. عَلِمْتَ sükûn üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Mahzuf kasem ve cevabı mukadder sözün mekulü’l kavlidir. Ve naib-i failin hali konumundadır. Takdiri, قائلين والله لقد علمت ..(Allah’a yemin olsun ki biliyorsun diyerek) şeklindedir. مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ cümlesi, عَلِمْتَ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref, haberini nasb eder.
هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret ismi مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. يَنْطِقُونَ cümlesi, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يَنْطِقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ
Ayet, tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
نُكِسُوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْ [Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler.] cümlesinde hoş bir temsîli istiare vardır. Onların haktan batıla dönmeleri, istiare yoluyla kişinin başının aşağıya ayaklarının yukarıya gelecek şekilde dönmesine benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayette müstearün leh (müşebbeh) olan “Hz. İbrahim’in muhataplarının eski düşüncelerine, haktan batıla dönmeleri”, müstearün minh (müşebbehün bih) olan “kişinin başı yere değecek şekilde tepetaklak gelme” durumuna benzetilmiştir. Yine müşebbeh hazf edilip müşebbeh bihin birden fazla mülazımı (özelliği) zikredilmiştir.
Onlar kendi kendilerine döndüklerinde (vicdanlarına danıştıklarında) doğru karar verdiler ve en uygun olanı buldular. Sonra da eski fikirlerine dönerek, bundan vazgeçtiler ve yine eski batıl delilleri ile mücadele etmeye başladılar. Bir de halleri konuşabilen bir canlıdan daha aşağı olduğu halde putların mabud olduklarını iddiaya devam ettiler. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Ayetin ikinci cümlesine dahil olan لَ , mahzuf bir kasemin varlığına işaret eden muvattiedir. Kasem cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem cümlesi, öncesinde takdir edilen قالوا gibi mahzuf bir söz fiilinin mekulü’l-kavlidir. Cümle …قائلين والله لقد علمت (Allah’a yemin olsun ki biliyorsun diyerek) takdirindedir.
Kasemin cevabı olan عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ cümlesi, mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ‘nın dahil olduğu مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ cümlesi, عَلِمْتَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
مَا , nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ kelimesi ismi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَنْطِقُونَ cümlesi haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İbni Cerir şöyle der: “Sonra onlar İbrahim (a.s) kendileri ile mücadele ettiğinde, ona karşı ileri sürdükleri her delilde, tersyüz oldular yani hüccet hususunda mağlup oldular ve İbrahim’e (a.s) karşı neticede İbrahim’in (a.s) lehine, kendilerinin aleyhine olan deliller getirdiler. ‘Bunların konuşamayacağını sen de bilirsin.’ dediler ve üzerlerindeki bu şaşkınlıktan ötürü bunun böyle olduğunu itiraf ettiler. Buna göre mana, ‘Onların delilleri geri tepti.’ şeklindedir. Böylece ayette bizzat onlardan bahsetme, onların delillerinden bahsetme yerine geçmiştir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ ٦٦
Putperestlerin İbrâhim’e, “Sen bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun” demeleri, açıkça kendilerinin de tanrılarının âcizliğini itiraf etmelerinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla bu cevap İbrâhim’e, onların inançlarının ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu yüzlerine vurma fırsatı verdi. 66-67. âyetlerde onun bu konudaki eleştirisi nakledilmektedir. Ancak taassupları sebebiyle bu eleştiriye tahammül edemeyen putperestler İbrâhim’i yakmaya karar verdiler ve böylece tanrılarının onları koruması gerekirken, onlar tanrılarını korumak istediler. Rivayete göre İbrâhim’i yakmak için kavmi büyük bir ateş yakıp onu mancınıkla ateşe fırlattılar; ancak Allah’ın bir mûcizesi olarak ateş onu yakmadı
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 687
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Hemze istifham harfidir. Atıf harfi فَ ile mukadder mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Takdiri; أتعرفون ذلك (Bunu biliyor musunuz?) şeklindedir.
تَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَنْفَعُكُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. شَيْـٔاً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نفعا ما لا قليلا ولا كثيرا şeklindedir. لَا يَضُرُّكُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَضُرُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Hemze inkârî istifham, فَ atıf harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, أتعرفون ذلك (Bunu biliyor musunuz?) şeklindedir.
Mahzuf mekulul-kavle matuf olan اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve tariz anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin, bu sorunun cevabını bilmemesi söz konusu olmadığından bu cümlede tecâhül-i ârif sanatı sanatı vardır.
Veciz anlatım kastıyla gelen مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
تَعْبُدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sıla cümlesi لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا يَضُرُّكُمْ cümlesi sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Nefy Harfinin tekrarı tekid ifade etmiştir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
شَيْـٔاً ’deki nekrelik kıllet ve umum ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre selbin umum ve şumûlüne işarettir. Cümledeki nefy harfi olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
يَنْفَعُكُمْ - يَضُرُّكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً cümlesiyle, لَا يَضُرُّكُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Allah’ın dışında ibadet ettiklerinin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
“Size menfaati olmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” delili karşısında bocaladılar. Yani bunlar size rızık da herhangi bir şey de vermezler, demektir.
Ayette istenen bir konuda kelâmcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelâmi sanatı vardır.
“Size zarar da vermezler”: Onlara ibadet etmediğiniz takdirde. Bunda da onları fayda ve zarar vermeye gücü yetene ibadet etmeye teşvik vardır. (ez-Zâdu’l Mesîr)
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ٦٧
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
اُفٍّ kelimesi أتضجر manasında isim fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. لَكُمْ car mecruru اُفٍّ isim fiile mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle اُفٍّ isim fiile mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْبُدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru تعبدون fiilinin mukadder mef’ûlun bihinin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; تعبدونه كائنا من دون الله (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُفٍّ kelimesi; hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “İnsanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ manasında isim fiildir. İbn-i Hacib de: ‘’ اُفٍّ isim fiil اُفًّا şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de isim fiil olur’’, diyor. İbni Malik, اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbni Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Fiil cümlesidir. Hemze inkârî istifhamdır. Ayet atıf harfi فَ ile mukadder isitînâf cümlesine matuftur. Takdiri, أجهلتم فلا تعقلون. (Cahil misiniz akletmiyorsunuz?)şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Mütekellim Hz. İbrahim’dir.
اُفٍّ müspet muzari sıygada gelmiş isim fiildir. Faili müstetir zamir أنا ’dir. لَكُمْ car mecruru isim fiil olan اُفٍّ ’e mütealliktir.
اُفٍّ ‘deki nekre tazim içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اُفٍّ kelimesi, hoşlanmama ve sıkılma ifade eden bir isim fiildir. Lisanu'l Arap'ta; “İnsanın hoşlanmadığı bir şey olduğunda veya bir şeyden sıkıldığında çıkardığı sestir” deniyor. Nahivcilere göre تَضَجَّرْتُ - اَتَضجَّرُ manasında isim fiildir. İbn-i Hacib de: ‘’ اُفٍّ isim fiil اُفًّا şeklinde tenvinlenince masdar olur, aksi durumda ne masdar olur ne de isim fiil olur’’, diyor. İbni Malik, اُفٍّ ’nin on kullanım şekli olduğunu, İbn-i Hacib on bir kullanım şekli olduğunu ve Kamusu'l Muhit ise kırk kullanım şekli olduğunu belirtmiştir. İsim fiiller nahivciler tarafından iki kısma ayrılmıştır; İnşâî ve ihbarî isim fiiller. İsim fiillerin çoğunluğu ilk kısma girmektedir. Nahiv alimleri isim fiillerin taşıdıkları manaların, manasını taşıdıkları fiillerin manalarından daha fazla mübalağa ve daha güçlü tekid bildirdiğini ifade etmişlerdir. (Dr. Ali Yılmaz, Arapçada İsim Fiiller)
لَكُمْ ’e matuf olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle اُفٍّ ’e mütealliktir. Sılası olan تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Hudus, istimrar teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Öf, size de Allah'tan başka taptıklarınıza da” ibaresi batıl üzerindeki ısrarlarından sıkıldığını göstermektedir. Öf, sıkılan kimsenin çıkardığı sestir. Manası da ‘ne çirkinsiniz ve ne pis kokuyorsunuz’, demektir. لَكُمْ ’deki لَ ’da öf demeyi gerektiren şeyi (şirklerini) beyan içindir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
“Size de Allah'tan başka taptıklarınıza da yuh olsun!”: Bu kelam, onların apaçık batıl olan dinde ısrar etmelerine karşı Hz. İbrahim'in feryadıdır.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ car mecruru تَعْبُدُونَ fiilinin mahzuf haline mütealliktir. Yani, تعبدونه كائنا من دون الله (Siz ona Allah'tan başka bir varlık olarak tapıyorsunuz.) manasındadır. Halin ve mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade yollarından biri olan مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ayetin fasılası, takdiri أجهلتم (Cahil misiniz?) olan mukadder istînâfa matuftur. Hemze, inkârî istifham harfi, فَ istînâfiyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi, birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
İstifham müşriklere hitap edildiğinde tevbih (azarlamak) için, müminlere hitap edildiğinde ise tahzir (uyarı) için kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr,En’am/32)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ sorusu azarlama ve kınama için gelmiştir, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümle aslında mukadder bir cümleye matuftur, “Siz hakikatten gafil kalıp akletmez misiniz?” demektir.(Ebüssuûd , İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Araf Suresi 169)
اَفَلَا تَعْقِلُونَ [Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?]sorusu şu manadadır: Yani hâlâ aklınızı kullanıp tefekkür ederek yaptığınızın ne kadar çirkin olduğunu anlamayacak mısınız? (Ebüssuûd, İrşâdü’l -Akli’s- Selîm)
Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dilbilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر ve تَفَقُّه kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ ٦٨
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli حَرِّقُوهُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
حَرِّقُوهُ fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. انْصُرُٓوا atıf harfi و ’a makabline matuftur.
انْصُرُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰلِهَتَكُمْ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كُنْتُمْ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Mahallen meczumdur
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. فَاعِل۪ينَ kelimesi كُنْتُمْ ’un haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم ناصرين لها فانصروها. (Onlara zafer kazandıracak şekilde yardım edin, kurtarın.) şeklindedir.
كَانَ ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
حَرِّقُو sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرق ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاعِل۪ينَ ; sülasi mücerredi فعل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ bu ayette puta tapanların sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan حَرِّقُوهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Ayetin fasılası fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ , nakıs fiil كاِن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Takdiri فانصروها (Onlara zafer kazandıracak şekilde yardım edin, kurtarın.) cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Şartın cevabının hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi olan فَاعِل۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s.80)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
Puta tapanların kullandıkları üslup, onların bunu gerçekten yapmak istediklerinin delilidir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (2007), s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)
Tartışmaktan aciz kalınca kaba kuvvete baş vurmaya başladılar ve “onu yakın” dediler. Çünkü ateş en korkunç ceza aracıdır. “İlâhlarınıza yardım edin” ibaresi intikamlarını alın manasındadır. Eğer bir şey yapacaksanız yani eğer onlara adamakıllı yardım edecekseniz demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ ٦٩
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. Münada olan نَارُ nekre-i maksude olup damme üzere mebni, mahallen mansubdur. Nidanın cevabı كُون۪ي بَرْداً ’dir.
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُون۪ي nakıs, نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Muhataba ي ‘sı كُون۪ي ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. بَرْداً kelimesi كُون۪ي ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. سَلَاماً atıf harfi و ’la makabline matuftur. عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ car mecruru سَلَاماً ’nin mahzuf sıfatına müteallik olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise ateştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قُلْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. نَارُ , münadadır.
Nidanın cevabı olan كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede müsned بَرْداً şeklinde masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
وَسَلَاماً , müsned olan بَرْداً ’e tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir. Her ikisi de bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar ism-i fail ve ism-i mef’ûl yerinde kullanılabilirler. Bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Kelimelerdeki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
بَرْداً ‘den sonra وَسَلَاماً ‘in zikri, ihtiras ıtnâbıdır.
Çünkü soğuğun sürekliliği zararlı olabilir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayette tecessüm sanatı vardır.
عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ car mecruru, سَلَاماً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً [Ey ateş! Soğuk ol] cümlesinde mübalağa (vurgu) sanatı vardır. Yüce Allah burada masdarı zikretmiş, sıfatı kasdetmiştir. Yani “soğuk ol” demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
“Ey ateş, İbrahim'e soğuk ve selamet ol, dedik.” Yani serin ol demektir ki zararsız bir şekilde soğuk olmaktır. Bunda birkaç mübalağa vardır: Allah'ın kudretine boyun eğen ateş itaatkâr bir memur kılınmıştır, كُون۪ي ذات بَرْداً ibaresi, اُبرد (soğuk ol) yerine konmuş, sonra muzâf hazf edilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçirilmiştir. Şöyle de denilmiştir: سَلَاماً kendi fiiliyle mansub olmuştur yani سلّمنا سَلَاماً demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ ٧٠
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَرَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اَرَادُوا fiiline mütealliktir. كَيْداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَخْسَر۪ينَ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek. 2. Bir halden başka bir hale geçmek. 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْاَخْسَر۪ينَ ; ism-i tafdildir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan كَيْداً ‘in mahzuf mukaddem haline müteallik بِه۪ car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كَيْداً ’deki nekrelik, kesret ifade etmektedir.
فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَ cümlesi, atıf harfi فَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَعَلْنَاهُمُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir. الْاَخْسَر۪ينَ ’deki tarif kasr içindir.
الخَسارَةِ ’dan kastedilen, hayal kırıklığıdır. Hayal kırıklığı, istiare yoluyla tüccarın ticaretindeki hayal kırıklığına benzetilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İkinci mef’ûl olan الْاَخْسَر۪ينَۚ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Zarar vermek için ona tuzak kurmak istediler. Biz de onları en çok ziyan edenler kıldık. Bütün ziyan edenlerden daha çok ziyan edenler kıldık. Çünkü gayretleri, kendilerinin batıl üzerinde İbrahim'in de hak üzerinde olduğuna ve onların şiddetli azabı hak ettiklerine delil oldu. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Hak Telâlâ'nın وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ [Ona böyle bir tuzak kurmak istediler. Fakat Biz, onları daha fazla hüsrana düşenlerden kıldık.] ifadesi, “Onlar, Hz. İbrahim’e tuzak kurmak istediler ama her seferinde mağlup oldular. Onlar, ona karşı mücadele ve münazara ederek üstün gelmeyi düşündüler. Ama Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’e, onları susturucu ve perişan edici delilleri ilham ve telkin etti. Sonra onlar işi kaba kuvvete ve zorbalığa döktüler. Ama Cenab-ı Hak, bu sefer de Hz. İbrahim'i onlara karşı destekledi ve ona yardım etti.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ ٧١
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لُوطاً atıf harfi وَ ’la نَجَّيْنَاهُ ‘daki gaib zamirine matuftur.
اِلَى الْاَرْضِ car mecruru نَجَّيْنَا fiiline mütealliktir. الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, الْاَرْضِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası بَارَكْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
بَارَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru بَارَكْنَا fiiline mütealliktir. لِلْعَالَم۪ينَ car mecruru بَارَكْنَا fiiline müteallik olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ‘dir.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dır.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
بَارَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi برك ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.Müşareket (işteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir.(sonuçlandırandır) Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَالَم۪ينَ ; sülâsî mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
نَجَّيْنَاهُ fiilindeki هُ zamiri, Hz. İbrahim'e aittir. لُوطاً , bu zamire matuftur.
الْاَرْضِ ’nin sıfatı konumunda gelen müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘nin sıla cümlesi olan بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
نَجَّيْنَاهُ ve بَارَكْنَا fiillerinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim’i oradan kurtarıp arz-ı mübarek’e ulaştırmıştır. Bu arzın, Mekke olduğu söylendiği gibi “Etrafını mübarek kıldığımız, Mescid-i Aksa” (İsra Suresi, 1) ayeti delil getirilerek Şam diyarı (Kudüs ve etrafı) olduğu da söylenmiştir. Bu beldenin mübarek (bereketli) oluşu ya dinî bakımdandır, çünkü ekseri peygamberler oradan çıkmış, onların şeriatları ve dinlerinin eserleri orada yayılmıştır ya da bu bereket, dünyevî açıdandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
اَنْجَيَ fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ ٧٢
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
Fiil cümlesidir. وً atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَـهُٓ car mecruru وَهَبْنَا fiiline mütealliktir. اِسْحٰقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَعْقُوبَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. نَافِلَةً kelimesi يَعْقُوبَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. كُلاًّ kelimesi جَعَلْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlu olup fetha ile mansubdur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. صَالِح۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَالِح۪ينَ ; sülâsî mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. وَهَبْنَا fiiline müteallik olan لَهُ car mecruru, durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûllere takdim edilmiştir.
نَافِلَةً kelimesi يَعْقُوبَ için haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır.
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ [Ona İshak'ı bağışladık, Yakub'u da üstelik.] İkram olarak, demektir. نَافِلَةًۜ , ikisinden haldir ya da torun demektir. Ya da ‘istediğinden fazla olarak’ demektir ki istediği de İshak'tır. O zaman نَافِلَةًۜ , Yakub'a özgü olur, bunda da karine olduğu için bir beis yoktur.(Her birini) yani dördünü de iyi kimseler kıldık onları iyiye muvaffak kılmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Bil ki نَافِلَةً kelimesi, hassaten “bağış ve atiyye” savındadır. ألنَفْلُ kelimesi de böyledir. Bağış ve ikramı çok olan bir kimseye de نوفل denilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Hz. İbrahim, Cenab-ı Hak'tan bir çocuk isteyince: [“Rabbim bana, salihlerden (olan bir çocuk) bahşet.”] (Saffat Suresi, 100) dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onun duasına, [“Ona İshak'ı ihsan ettik.”] buyurarak cevap verdi. Yakub'u da ona, dua etmeden verdi ki işte bu da “nafile” olmuştur. İnsanlar tarafından, fazladan yapılan şey gibi. Buna göre Cenab-ı Hakk'tan ki “Ona, duasına icabet etmek üzere İshak'ı ihsan ettik. Farz namaza bir ilave olarak talep etmiş olduğu nafile namaza mukabil de ona fazladan Yakub'u lütfettik.” demiştir. Bu açıklamaya göre “nafile”, özellikle Yakub'dur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
Cümle 70. ayetteki …وَاَرَادُوا بِه۪ cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلْنَا fiilinin mef’ûlü olan كُلاًّ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.
كُلاًّ kelimesindeki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
جَعَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
Ayette cem mea taksim sanatı vardır.
İkinci mef’ûl olan صَالِح۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudus ve yenilenmesine işaret etmiştir
(Her birini) yani dördünü de “iyi kimseler kıldık” onları iyiye muvaffak olmakla ve onları iyiliğe taşıdık; o sebeple kâmil oldular. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
Bakmakla görmek, duymakla dinlemek ve bilmekle anlamak bir midir? Hangisi idrak etmeye açılan kapıdır? Yeterince düşünüyor muyuz ya da şükrediyor muyuz? Yeterince Allah'ın rahmetini umup, gazabından korkuyor muyuz?
Cennette olduğu gibi cehennemde de bir hayat sürüleceğinin ne kadar farkındayız? Birinde, beni tasadan kurtaran, bu nimetleri veren Allah'a hamd olsun derken; diğerinde devamlı ölmeyi dilemek. Birinde, her yediğinden ve içtiğinden keyif alırken; diğerinde giderilmeyen açlık ve susuzluk. Birinde sonsuz huzur; diğerinde ise sonsuz ızdırap.
Cenneti ve cehennemi gerçekten idrak etse. Mahşerde kitabı sol eline verilen ve kurtulmak umuduyla ailesinden kaçan insanın dehşetiyle kalbi titrese: Allah'ın sonsuz merhametine ve şefaatine nail olabilecekken, gazabına varacak yolu seçer mi insan? Emrettiklerini yaparken hiç şikayet etme gafletine düşer mi?
Allahım! Hz. İbrahim’i dünya ateşinden koruduğun gibi; bizi azabına sürükleyecek her türlü halden muhafaza buyur. Cehennem ateşini görmeden, cennetin her nimetinden nasiplenmemizi nasip et. Senin rahmetin ile; Sevdiklerine ve sevdiklerimize komşu olalım. Boş sözlerden ve tasadan uzak, sonsuz huzura kavuşalım. Allahım! Bizi affet. Bizden razı ol. Cennet nimetlerini elinin tersiyle itip, pişmanlığı fayda vermeyecek cahillere benzeme ihtimalinden Sana sığınırız.
Allahım! Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in ağlayarak ettiği duasıyla kapına geldim, kabul buyur ya Rab; “Allahım! Senin gazabından Senin rızana sığınırım. İkabından affına sığınırım. Allah’ım! Başka değil, Senden yine Sana sığınırım. (Celâlinden cemaline, gazabından rahmetine, azamet ve heybetinden, şefkat ve re’fetine sığınırım.) Zâtını senâ ettiğin ölçüde, Seni senâ etmekten âciz olduğumu itiraf ederim.” Müslim, salât 221-222; Ebû Dâvûd, salât 148
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji