23 Temmuz 2025
Şuarâ Sûresi 40-60 (368. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şuarâ Sûresi 40. Ayet

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ  ...


“Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَعَلَّنَا umarız ki
2 نَتَّبِعُ onlara uyarız ت ب ع
3 السَّحَرَةَ büyücülere س ح ر
4 إِنْ eğer
5 كَانُوا ise ك و ن
6 هُمُ onlar
7 الْغَالِبِينَ üstün gelirler غ ل ب

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ 

 

İsim cümlesidir.  لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Terecci, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

نَا  mütekellim zamir  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  نَتَّبِعُ  fiili,  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merf’ûdur. 

نَتَّبِعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.  السَّحَرَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

نَتَّبِعُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

هُمُ  fasıl zamiridir.  كَانُوا ’daki cemi müzekkeri tekid içindir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri)” denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هُمُ الْغَالِب۪ينَ cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

غَالِب۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  غلب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  نَتَّبِعُ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَعَلَّنا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ  sözü Musa'nın (a.s.) mesajını inkâr etmeleri ve böylece O’na tabi olmamak ümidinden kinayedir. (Âşûr)


 اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir.  

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

كَان ’nin haberi olan  ٱلۡغَـٰلِبِینَ, ism-i fail kalıbında gelerek devamlılık ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنْ  şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır. Yani üstün gelme ihtimallerinin zayıf olduğuna işaret ederek alacakları ücreti, mükâfatı arttırmak istemişlerdir.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

اِنْ  şart edatı, mazi fiile dahil olduğunda, şartın vukuunun şiddetle arzu edildiğine işaret eder.

Eğer onlar galip olurlarsa belki onların dinine tabi oluruz.  لَعَلَّ  şeklindeki umut fiili arkasından tabi olmayı gerektiren galibiyet düşüncesiyle kullanılmıştır. Esas maksatları Musa'ya tabi olmamaktır, sihirbazlara tabi olmak değil. Ancak bu işe verdikleri ehemmiyet ve ciddiyeti ziyadesiyle belirtmek için sözlerini böylece kinaye yollu bir kelam ettiler, çünkü onlara tabi oldukları zaman Musa’ya (a.s.) tabi olmazlar. (Beyzâvî, Ebüssuûd)
Şuarâ Sûresi 41. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ  ...


Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَ geldi(ler) ج ي ا
3 السَّحَرَةُ büyücüler س ح ر
4 قَالُوا dediler ق و ل
5 لِفِرْعَوْنَ Fir’avn’a
6 أَئِنَّ var değil mi?
7 لَنَا bize
8 لَأَجْرًا bir ücret ا ج ر
9 إِنْ eğer
10 كُنَّا olursak ك و ن
11 نَحْنُ biz
12 الْغَالِبِينَ üstün gelenler غ ل ب

فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  السَّحَرَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  لِفِرْعَوْنَ  car mecruru  قَالُوا  fiiline mütealliktir.

لِفِرْعَوْنَ ’nun cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli, اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  إنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

لَنَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  لَ  harfi,  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اَجْراً  kelimesi,  اِنَّ ’nin muahhar ismi olarak lafzen mansubdur.


  اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. كَانُوا ’nun ismi, mütekellim zamir  نَّا ’dır, mahallen merfûdur.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَحْنُ  fasıl zamiridir.  كُنَّا ’daki mütekellim zamirini tekid içindir.

نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ  cümlesi, كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

غَالِب۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi  غلب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً 

 

Ayet  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Şart manalı zaman zarfı  لَمَّا  bu ayette  حين  manasındadır. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَ السَّحَرَةُ  cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

لَمَّا ; mazi fiile dahil olduğunda iki ayrı cümlenin varlığını gerektirir. Birinci cümlenin bulunması ikinci cümlenin de bulunmasını gerektirir.  لَمَّا   harfi var olan birşeyden dolayı var olmayı gerektiren harftir. Bazı ulema bu takdirde  لَمَّا ’nın  حين  manasında zarf olduğunu kabul eder. (Suyûtî, İtkan)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً  cümlesi,  إنّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَنَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  لَاَجْراً  muahhar mübtedadır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Yüce Allah soru hemzesini Araf Suresinde hazf ederken Şuara’da zikretmiştir. Meydan okumanın gerçekleştiği bağlam, tafsil ve mübalağa bağlamı olduğu için istifham ve tekid ifade eden soru hemzesi getirilmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)


اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasl zamiriyle tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısı ile marife olması bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğuna işarettir. 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, فهل لنا أجر  (Bize bir mükâfat var mıdır?) şeklinde olabilir.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اِنْ  şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır. Yani üstün gelme ihtimallerinin zayıf olduğuna işaret ederek alacakları ücreti, mükâfatı arttırmak istemişlerdir.

الْغَالِب۪ينَ  ism-i fail kalıbında gelmiştir.

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için  فاعل  vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şart edatı  اِنْ, mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Şuarâ Sûresi 42. Ayet

قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ  ...


Firavun, “Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 نَعَمْ evet
3 وَإِنَّكُمْ şüphesiz siz
4 إِذًا o takdirde
5 لَمِنَ
6 الْمُقَرَّبِينَ yakınlardan olacaksınız ق ر ب

قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

نَعَمْ  cevap harfidir. 

اِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  cevap harfine delalet eden mukadder mekulü’l-kavle matuf olup mahallen mansubdur. Takdiri, إنّ لكم لأجرا وإنّكم لمن المقرّبين (Muhakkak ki sizin için bir mükâfat var ve siz yakınlardan olursunuz.) şeklindedir.

اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِذاً  cevap harfidir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ  car mecruru  اِنَّ nin mahzuf haberine mütealliktir. 

مُقَرَّب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.

قَالَ نَعَمْ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mütekellim Firavun’dur.

Ayette îcâz-ı hazif vardır. Cevap harfi olan  نَعَمْ ’ın delaletiyle mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur. 


وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ

 

Mahzuf mekulü’l-kavl cümlesine matuf olan bu cümle  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.  اِذاً ; öyleyse… o takdirde… manasında bir cevap harfidir. 

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ ٱلۡمُقَرَّبِینَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette vaadin kuvvetini ve galibiyete ulaşma arzusunu vurgulamak için cevap ve ceza harfi olan  اِذَا  getirilmiştir. Şuara Suresinde soru, hemze ilave edilerek vurgulandığı için cevap da  اِذاً  ile vurgulanmıştır. Bu kelime ihtisâr ve îcâz üzerine kurulu olan Araf Suresinin aksine Şuara Suresindeki tafsil makamına uygun olarak zikredilmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı ve Âşûr) 

نَعَمْ  (Evet) kelimesi,  نِعَمْ  şeklinde kesreyle de okunmuştur; bunlar (iki farklı) lehçedir. أإنٌَ لَنَا لَإجْرًا  (Bize bir ödül var, değil mi?) cümlesi, şarta delalet ettiğinden  وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَْ [O takdirde elbette siz de gözdeler(im)den olacaksınız] cümlesi ona atfedilmiş ve onun hükmüne dahil edilmiş ve  اِذاً  kelimesi, cevap ve ceza cümlesinin gerektirdiği normal yerinde gelmiştir. (Keşşâf)
Şuarâ Sûresi 43. Ayet

قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ  ...


Mûsâ onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 لَهُمْ onlara
3 مُوسَىٰ Musa
4 أَلْقُوا atın ل ق ي
5 مَا şeyi
6 أَنْتُمْ siz
7 مُلْقُونَ atacağınız ل ق ي

قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ

 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Mekulü’l-kavli  اَنْتُمْ مُلْقُونَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

مُوسٰٓى  fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَلْقُوا  fiili illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْتُمْ مُلْقُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, ملقونه (Onu atacağız) şeklindedir.

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُلْقُونَ  haber olup ref alameti  و’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اَلْقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.   

مُلْقُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ  cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen meydan okuma ve küçümseme (Âşûr) anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

اَلْقُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اَنْتُمْ مُلْقُونَ, isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. 

اَلْقُوا - مُلْقُونَ  arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

Hz. Musa’nın (a.s.) sözündeki atacakları şeyi onlardan umum sıygasında bir küçümseme vardır. Yani “atmaya gücünüz yeteceği şeyleri atın” demek istemektedir. (Muhammed Tahir İbni Âşûr, Tefsîru’t Tahrîr ve’t-Tenvîr)

Hz. Musa’nın sihirbazlara haram olan sihir ve illüzyonu, hakiki manada emretmesini düşünmek de zaten gerçekçi değildir. Hz. Musa bu sözüyle “Siz ne yapacaksanız benden önce yapın ki hak batıldan ayrılsın.” diyerek onları küçümsemektedir. (Ebüssuûd Muhammed b. Muhammed, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm İlâ Mezâyâ’l-Kur’ani’l Kerim)

Hz. Musa'nın bundan maksadı, onlara sihri ve göz boyacılığı emretmek değil, fakat hakkı izhar etmek ve batılı çürütmek için onların mutlaka yapacakları işte öncelik iznini vermek idi. (Ebüssuûd)

 
Şuarâ Sûresi 44. Ayet

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  ...


Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَلْقَوْا sonra attılar ل ق ي
2 حِبَالَهُمْ iplerini ح ب ل
3 وَعِصِيَّهُمْ ve değneklerini ع ص و
4 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
5 بِعِزَّةِ şerefine ع ز ز
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
7 إِنَّا biz
8 لَنَحْنُ elbette biz
9 الْغَالِبُونَ galib geleceğiz غ ل ب

  Asave - Asaye  عصو - عصي :  Bu kelimenin aslı vavlıdır. عَصَوَ fiili âsâ ile vurdu demektir. عَصَيَ fiili ise itaatin dışına çıktı/ baş kaldırdı demektir ve mastarı عِصْيانٌ olarak gelir. Temelde ise bu sözün anlamı kişinin kendisini âsâsıyla korumasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 44 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âsâ, âsi, isyan, isyankar ve masiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقَوْا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

حِبَالَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عِصِيَّهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  حِبَالَهُمْ ’e matuftur. 

اَلْقَوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ 

 

Cümle  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

بِعِزَّةِ  car mecruru mahzuf  نُقْسِمُ  fiiline mütealliktir.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ

 

اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Fasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْغَالِبُونَ  kelimesi, mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْغَالِبُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  غلب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ 

 

Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi  فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  cümlesi,  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  cümlesi, takdiri  نُقْسِمُ  (yemin ediyoruz) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır.

بِعِزَّةِ  kelimesindeki  بِ  harf-i cerinin kasem (yemin) için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)

بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  sözündeki  بِ  besmele (بِسْمِ اللَّهِ)’deki  بِ  gibidir. (Âşûr)

 

اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ

 

Ayetin son cümlesi mukadder kasemin cevabıdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  نَحْنُ الْغَالِبُونَ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْغَالِبُونَ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder. 

Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

نَحْنُ ’nun haberi olan  الْغَالِبُونَ, ism-i fail kalıbında gelerek, durumun devamlılığını ve istimrarını vurgulamıştır.

İsm-i fâil, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fâil; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için فاعل vezninde sübût (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Münazaranın başında sihirbaz­ların söylemiş oldukları  اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ [Elbette biz galip geleceğiz biz!] cümlesi de  اِنَّ  ve  لَ  edatlarıyla pekiştirilmiştir. Çünkü muhatap tereddütlüdür. Bu, beyan ilmi sanatlarındandır. (Safvetu’t Tefasir )

Galip geleceklerine dair onun şerefine yemin ettiler, çünkü kendilerine o kadar güveniyorlardı, ya da çok ileri derecede bir sihir temin etmişlerdi. (Beyzâvî)

إنّا لَنَحْنُ الغالِبُونَ  cümlesi kasemin (yeminin) manasını tekit için  اِنَّ  ve  لَ  ile gelmiştir. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 45. Ayet

فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ  ...


Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَلْقَىٰ attı ل ق ي
2 مُوسَىٰ Musa
3 عَصَاهُ asasını ع ص و
4 فَإِذَا birden
5 هِيَ o
6 تَلْقَفُ yutmağa başladı ل ق ف
7 مَا şey(ler)i
8 يَأْفِكُونَ onların uydurdukları ا ف ك

فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ 

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile makablindeki  فَاَلْقَوْا ‘a matuftur.  اَلْقٰى  elif üzere fetha ile mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَصَا  mef’ûlü bih olup maksûr isim olduğu için mukadder fetha ile mansubdur.

Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

اِذَا  mufacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَلْقَفُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَلْقَفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlü bih olup mahallen mansubdur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, يأفكونه  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْفِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَأْفِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ

 

Cümle önceki ayettteki  فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ  cümlesine atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

Makabline takip anlamı ihtiva eden  فَ  ile atfedilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’in sılası olan  يَأْفِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu ayette 32. ayetin ilk bölümü Musa kelimesi dışında tekrarlanmıştır. Bu tekrarda tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَلْقَفُ  yutmak manasınadır. Hafs şedde ile  تلقَّف  şeklinde okumuştur. Uydurdukları şeyleri yaldızlayarak ve süsleyerek ters yüz ettikleri iplerinin ve sopalarının koşturan yılanlar gibi hayal ettirdikleri şeyleri ya da yalanlarını yutuyor ki mübalağa için uydurdukları şeyleri demektir. (Beyzâvî)
Şuarâ Sûresi 46. Ayet

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ  ...


Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأُلْقِيَ derhal kapandılar ل ق ي
2 السَّحَرَةُ büyücüler س ح ر
3 سَاجِدِينَ secdeye س ج د

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ

 

فَ  atıf harfidir.  اُلْقِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  السَّحَرَةُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

سَاجِد۪ينَ  kelimesi  السَّحَرَةُ ’nin hali olup nasb alameti  ي ’dir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اُلْقِيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

سَاجِد۪ينَۙ  kelimesi, sülâsi mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ

 

فَ  ile öncesine atfedilen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107) 

اُلْقِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سَاجِد۪ينَ  kelimesi naibu fail olan  السَّحَرَةُ ’nin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

سَاجِد۪ينَ  kelimesi ism-i fail veznindedir.

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Ayette geçen diğer atılmalarla birlikte zikredildiği için müşâkele metodu izlenerek yere kapanmaları ‘atılma’ (اَلْقٰى) fiiliyle ifade edilmiştir. Burada, müşâkeleye yer verilmekle birlikte, o gördüklerini görünce yere atılıp secde etmekten kendilerini alıkoyamadıkları şeklinde de bir anlam vardır; adeta tutulup güçlü bir şekilde yere atılmışlardır. Peki, “Atmanın fâili kimdir, açıkça ifade edilseydi ya?” dersen şöyle derim: Onları yere atan, ya başarıyı lütfeden Allah Teâlâ’dır, ya ettikleri imandır ya da gördükleri apaçık mucizelerdir. Bir fâ‘il takdir etmeyebilirsin de zira  اُلْقِيَ  (İfadenin aslı, ألْقَي ألسِحرةُ  olup naib-i faiil olan zahir isim zamire dönüştürülmüştür) ifadesi yere kapandılar, düştüler anlamındadır. (Keşşâf) 

“Şayet fiilinin faili açıkça getirilecek olsaydı, bu fail kim olurdu?” denilirse buna şöyle cevap verilir: Bu fail Allah Teâlâ’dır. Çünkü onların kalplerinde, her türlü karşı koymaktan uzak, olarak onları buna yönelten sebepleri yaratan O'dur. Ancak ne var ki evlâ olanı,  ألْقَي  fiili, “yere kapandı ve düştü” anlamlarına geldiği için bizim buna bir fail takdir ve tayin etmememizdir. (Fahreddin er-Râzî)  

Firavunun erişilmez gücüne yemin ederek ona yakınlaşmak isteyen sihirbazların kararlı tutumları bir anda değişmiştir. Yutma ile secdeye kapanma eylemi, arada bir zaman dilimi olmaksızın tertîb ve takîbe göre birbirinin peşi sıra gerçekleşmiştir. Bu sahne meydan okumanın şiddetiyle uygunluk arzetmektedir. Meydan okumanın şiddetinden hemen sonra kesin zaferdeki çabukluk da surenin makamına uymaktadır. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, et-Ta’bîru’l-Kur’anî, s. 333)


Şuarâ Sûresi 47. Ayet

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  ...


“Âlemlerin Rabbine inandık” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 امَنَّا inandık ا م ن
3 بِرَبِّ Rabbine ر ب ب
4 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  cümlesi mukadder  قَدْ  ile  السَّحَرَةُ ’in hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  “و ”  gelir. Nadiren  “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli  اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ’dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.

الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Takdir edilen  قَدْ  ile  السَّحَرَةُ nün halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.

Bu takdire göre, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Allah Teâlâ, secdeye kapanan sihirbazların sözlerini bildirmektedir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اٰمَنَّا  fiili “emin kılmak, emniyette olmak” anlamlarına gelirken,  بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında “inanmak” manasını alır. Fiillerin harf-i cerlerle başka anlamlar kazanmasına tazmin denir.

Allah’a değil de âlemlerin Rabbine iman ettik demeleri, Allah Teâlâ’nın rububiyet vasfına sığınmak istemelerinin işareti olabilir. 

O sihirbazlar, o manzarayı gördükten sonra hiç gecikmeksizin ve tereddüt etmeksizin, kendilerine malik olmayarak ve sanki gayri ihtiyari bir kuvvetle buna itiliyorlarmış gibi hemen secdeye kapandılar. Çünkü onlar, böyle bir şeyin sihrin sınırları dışında olduğunu, bunun ilâhi bir iş olup Hz. Musa'yı tasdik için onun eliyle zahir olduğunu kesin olarak anlamışlardı. (Ebüssuûd)

رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  izafeti, muzâfun ileyh için şan ve şeref ifade eder.

Allah Teâlâ’dan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi, 5) 

Ayette alemlerin Rabbinin, Musa'nın ve Harun'un Rabbi olarak izah edilmesi; ondan, Firavunun kastedildiği vehmini bertaraf etmek içindir. Çünkü firavunun cahil kavmi, kendisini ilah olarak vasıflandırıyordu. Bir de Allah'a iman etmelerini gerektiren şeyin, Hz. Musa ile Harun'un eliyle izhar buyurduğu kahredici mucize olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

 
Şuarâ Sûresi 48. Ayet

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ  ...


“Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbi’ne.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبِّ Rabbine ر ب ب
2 مُوسَىٰ Musa’nın
3 وَهَارُونَ ve Harun’un

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

 

Ayet makablindeki  بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ den bedel olarak mahallen mecrurdur.

Bedel: Matbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından matbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 

1. Bedel-i kül, 

2. Bedel-i ba’z, 

3. Bedel-i iştimâl.  رَبِّ  burada bedel-i küldür.

Bedel-i kül: Bedel-i küldeki amaç, öncesindeki kelimenin manasını açıklamak ve onu pekiştirmektir. Buna bedel denmesinin sebebi, öncesindeki kelimenin yerini tam olarak doldurabileceğinden dolayıdır. Bir cümlede öncesindeki kelimeyi kaldırarak onun yerine bedelini koyduğumuzda manada herhangi bir noksanlık meydana gelmez. Bedelli bir ifadede asıl maksat bedel olan kelime olup öncesindeki kelime ise ona bir hazırlık olarak zikredilmektedir. Bedel-i küle “bedel-i mutabık” da denilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبِّ  muzâf olup kesra ile mecrurdur.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

هٰرُونَ  atıf harfi  وَ ‘la  مُوسٰى ‘ya matuftur.  هٰرُونَ  gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ

 

Önceki ayetteki  بِرَبِّ الْعَالَم۪ين  ifadesinden bedel olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Bedel, anlama açıklık getirmek amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)

مُوسٰى - هٰرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Harun ve Musa’nın Rabbi” şeklindeki izafet muzâfun ileyhin tazimi, gayrının tahkiri içindir.

رَبِّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مُوسٰى  ve هٰرُونَ ’un Rabbine ifadesi, بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ  [alemlerin Rabbine] ifadesinin atf-ı beyanıdır; zira -Allah’ın laneti üzerine olsun- firavun rablık iddiasında bulunuyordu. Böylece onu rablıktan azletmek istediler. Böyle bir makamda,  رَبِّ ’nin Musa ve Harun’a izafe edilmesi O’nun bu ikisinin çağırdığı şey (Rab) olmasından ve ikisinin yaptıklarını asıl yapanın O olmasından kaynaklanmaktadır. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)
Şuarâ Sûresi 49. Ayet

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ  ...


Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Fir’avn) dedi ق و ل
2 امَنْتُمْ inandınız mı? ا م ن
3 لَهُ ona
4 قَبْلَ önce ق ب ل
5 أَنْ
6 اذَنَ ben izin vermeden ا ذ ن
7 لَكُمْ size
8 إِنَّهُ şüphesiz O
9 لَكَبِيرُكُمُ büyüğünüzdür ك ب ر
10 الَّذِي
11 عَلَّمَكُمُ size öğreten ع ل م
12 السِّحْرَ büyüyü س ح ر
13 فَلَسَوْفَ öyleyse yakında
14 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م
15 لَأُقَطِّعَنَّ mutlaka keseceğim ق ط ع
16 أَيْدِيَكُمْ ellerinizi ي د ي
17 وَأَرْجُلَكُمْ ve ayaklarınızı ر ج ل
18 مِنْ
19 خِلَافٍ çapraz olarak خ ل ف
20 وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ ve asacağım ص ل ب
21 أَجْمَعِينَ hepinizi ج م ع

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli  اٰمَنْتُمْ لَهُ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  اٰمَنْتُمْ  fiiline mütealliktir.  قَبْلَ  zaman zarfı olup  اٰمَنْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzaf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلَ  cümleye muzaf olduğundan cümlenin başında  اَنْ  bulmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰذَنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  لَكُمْۚ  car mecruru  اٰذَنَ ’e fiiline mütealliktir.

اٰمَنْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

  

اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنّ nin ismi olup mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

كَب۪يرُ  kelimesi  اِنّ nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  كَب۪يرُكُمُ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَلَّمَكُمُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. السِّحْرَۚ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif /erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid /vurgu olurlar.  

تَعْلَمُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

اُقَطِّعَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

اَيْدِيَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَرْجُلَكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ la  اَيْدِيَكُمْ e matuftur.  مِنْ خِلَافٍ  car mecruru  اَيْدِيَكُمْ  ve  اَرْجُلَكُمْ in haline mütealliktir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَاُصَلِّبَنَّكُمْ  atıf harfi  وَ la  لَاُقَطِّعَنَّ ye matuftur.  اَجْمَع۪ينَ  hal olup nasb alameti ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اُقَطِّعَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dir.

اُصَلِّبَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صلب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ, firavunun sihirbazlara söylediklerini bildirmektedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْ  cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki mazi fiil cümlesi  اٰذَنَ لَكُمْۚ, masdar teviliyle  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir.

Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

أمن  fiili,  ل  harfi ile müteaddi olarak kullanılmıştır, çünkü “meyletmek ve eğilmek” manasını da taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi, s. 85)

Allah'ın kitabında nerede iman lafzı lâm ile birlikte geçmişse Allah'tan başkası murad edilmiştir. (Beyzâvî)

İman kelimesi,  لَ  harfiyle müteaddi olarak Şuara Suresindeki  اٰمَنْتُمْ لَهُ  ibaresi “Musa’ya tabi olup onu tasdik ettiniz.” anlamındadır.  لَهُ  kelimesindeki zamir Musa’ya (a.s.) aittir. Çünkü Musa (a.s.), firavunu Şuara Suresinde daha fazla öfkelendirmiş; firavunun söz ve meydan okuması doğrudan ona yöneltilmiştir. Sihirbazların Musa’yı (a.s.) tasdik etmeleri, firavunu daha da öfkelendirmiştir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

Ayet-i kerîme’de geçen  اَنْ  lafzı üzerinden  ب  harf-i ceri mahzuf olup  بأنْ  takdirindedir. (Celâleyn Tefsîrî)


اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ’nin haberi olan  لَكَب۪يرُكُمُ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

كَب۪يرُكُمُ ‘un sıfatı konumundaki müfred has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي nin sılası olan  عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ   cümlesi, mazi fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَلَّمَكُمُ  fiili  تفعيل  babındadır.  تفعيل  babı, fiile en çok kesret anlamı katması için kullanılır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Firavunun bundan maksadı, kavminin kafasını karıştırmak idi. Ta ki kavmi, sihirbazların basiretli olarak ve hal zuhur ettiği için iman ettiklerine inanmasınlar. (Ebüssuûd)


 فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ 

 


فَ  atıf harfidir.  لَ  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

İstikbal harfi  سَوْفَ  ile tekid edilmiş  فَلَسَوۡفَ تَعۡلَمُونَ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır.

Cümle, birden fazla tekid unsuruyla faide-i haber, inkârî kelamdır. Haber cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen çok etkili korkutma ve tehdit manası taşıdığından muktezâ-i zâhirin hilafınadır. Bu yüzden terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

فَلَسَوۡفَ تَعۡلَمُونَۚ  [Yakında bileceksiniz] ibaresinin anlamının altında, bu yaptığınızın cezasını çekeceksiniz manası gizlidir. Bu; lâzım melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

سَوۡفَ  harfi gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı da tesvif (erteleme) diye isimlendirmiştir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid /vurgu olurlar. 

عَلَّمَكُمُ -  تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Onun, “o halde yakında bileceksiniz” şeklindeki sözü mutlak anlamda bir tehdit ve yıldırıcı bir vaîd, korkutmadır. (Fahreddin er-Râzî) 

تَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ

 

Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  لَأُقَطِّعَنَّ أَیۡدِیَكُمۡ وَأَرۡجُلَكُم مِّنۡ خِلَـٰفࣲ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

Aynı üsluptaki  وَلَأُصَلِّبَنَّكُمۡ أَجۡمَعِینَ  cümlesi, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Fiilin sonundaki şeddeli  نَ  tekid ifade ederken, fiilin tef’il babında olması kesret ve mübalağa anlamı katar. 

أَجۡمَعِینَ  kelimesi manevi tekid olarak anlamı kuvvetlendirmek için gelen ıtnâbdır.

أَرۡجُلَكُم  - أَیۡدِیَكُمۡ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayette yeminden sonra gelen kısım, firavunun, [Şimdi siz gerçekten anlayacaksınız] sözleriyle vadettiği cezanın izahıdır. (Ebüssuûd)

 

Şuarâ Sûresi 50. Ayet

قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ  ...


Sihirbazlar şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 لَا yok
3 ضَيْرَ zarar ض ي ر
4 إِنَّا muhakkak biz
5 إِلَىٰ
6 رَبِّنَا Rabbimize ر ب ب
7 مُنْقَلِبُونَ döneceğiz ق ل ب

قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  لَا ضَيْرَۘ ’dır. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini nasb haberini ref eder.

ضَيْرَۘ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  علينا (bize karşı) veya  في ذلك (bunda) şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. Taliliyye cümlesidir. نَا  mütekellim zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِلٰى رَبِّنَا  car mecruru  مُنْقَلِبُونَۚ a mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُنْقَلِبُونَۚ  kelimesi,  اِنَّ nin haberi olup ref alameti و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُنْقَلِبُونَۚ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا لَا ضَيْرَۘ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا ضَيْرَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  ضَيْرَ, cinsini nefyeden  لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nefy siyakında nekre, umum ve şümule delalet eder. (Dr. Salâh Abdu'l-Fettâh el-Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler, s. 78)  

لَا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  لَا ضَيْرَۘ عَلَيْنَا (bize hiçbir zarar yoktur) şeklindedir. (Keşşâf)


 اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetin başındaki  قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavline dahil olan  اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Car mecrur  اِلٰى رَبِّنَا, önemine binaen amili olan  مُنْقَلِبُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyhe şeref ifade eden  رَبِّنَا  izafeti, mütekellimin, Allah Teâlâ’nın rububiyet sıfatına sığınma isteğine işaret eder.

إِنَّ ’nin haberi olan  مُنقَلِبُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

مُنقَلِبُونَ  fiili infiâl babındadır. Sülasi fiilin başına hemze ve sakin nûn ilave edilerek yapılır. Birçok alime göre, infiâl babında mezid olan fiillerin kazandığı tek anlam mutavaattır (dönüşlülüktür). Mutavaat, bir nesnenin, bir failin eylemini kabul etmesi ve bu eylemle alınmak istenen neticeye olumlu cevap vermesidir. Nesnenin canlı veya cansız olması fark etmez. İnfiâl babı mutavaat içindir. Mutavaat ise müteaddî fiilin lâzım fiile dönüşmesidir. Müteaddî fiil bu baba girince lâzım yani geçişsiz olur. Bu bâba, etkileri gözle görülen somut fiiller aktarılır. 

Onların, biz şüphesiz ki Rabbimize döndürüleceğiz şeklindeki sözlerinde şöyle bir nükte de yatmaktadır: Onlar, Allah'ı sevme makamına erişmişlerdir. Çünkü onlar, O'nun huzuruna ulaşmanın dışında, herhangi bir şey istememişlerdir. Ve yine onlar, mükâfat ümidi ve ceza korkusu sebebiyle de iman etmemişlerdir. Onların maksatları sırf Allah rızasına ulaşmak ve onu elde etmek ve marifetullahın nurlarında boğulup kaybolmaktır ki işte bu sıddîkların derecelerinin en üstünüdür. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 51. Ayet

اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟  ...


“(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا şüphesiz biz
2 نَطْمَعُ umarız ط م ع
3 أَنْ
4 يَغْفِرَ bağışlayacağını غ ف ر
5 لَنَا bizi
6 رَبُّنَا Rabbimizin ر ب ب
7 خَطَايَانَا hatalarımızı خ ط ا
8 أَنْ için
9 كُنَّا olduğumuz ك و ن
10 أَوَّلَ ilk ا و ل
11 الْمُؤْمِنِينَ inananlar ا م ن

اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟

 

 

Ayet ikinci ta’liliyye cümlesi veya birinci ta’liliyye cümlesinden bedeldir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

نَطْمَعُ  fiili  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَطْمَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  بِ  harf-i ceriyle  نَطْمَعُ  fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur. Takdiri, بأن يغفر (Affetmeni) şeklindedir.

يَغْفِرَ  mansub muzari fiildir.  لَنَا  car mecruru يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir.  رَبُّنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَطَايَانَٓا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  لَ  harf-i ceriyle يَغْفِرَ  fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur. Takdiri,  لأن كنّا (Çünkü biz … idik) şeklindedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamiri  كُنَّٓا nın ismi olarak mahallen merfudur.

اَوَّلَ  kelimesi  كُنَّٓا nın haberi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟

 

Ayet ikinci ta’lil cümlesidir veya önceki ta’lil cümlesinden bedel olarak fasılla gelmiştir. Bedel olan cümlelerin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا  cümlesi, mahzuf  بِ  harfi ile يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede car mecrur  لَنَا  ihtimam için faile takdim edilmiştir.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبُّنَا  izafeti, mütekellimin Rabbe ihtiyacını dile getirme sadedinde sığınmadır.

Yine masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, mahzuf  لَ  harfi ile birlikte  يَغْفِرَ  fiiline mütealliktir.  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Burada geçen, umma, ümit etme manasındaki  نَطْمَعُ  lafzının Hz. İbrahim’in (a.s.), وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِ  [Ceza gününde kusurlarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur. (Şuara Suresi, 82)] sözünde de olduğu gibi yakîn, kesinlik anlamını ifade etmesi muhtemel olduğu gibi zan anlamını ifade etmesi de muhtemeldir. Çünkü kişi, daha sonra ne olacağını kesin olarak bilemez. (Fahreddin er-Râzî) 

اَنْ كُنَّٓا  ifadesi,  لِأنْ كُنَّا  (müminlerin ilki olduğumuz için) anlamındadır; çünkü ya kendi dönemlerindeki ya firavun halkından ya da şehit olanlardan ilk mümin topluluk onlardı. إنْ كُنّا (müminlerin ilki isek) şeklinde kesreyle de okunmuştur ki yaptığıyla iftihar eden, doğruluğundan emin olan kişi için kullanılan şart kalıplarındandır. Nitekim bunlar, müminlerin ilki olduklarından emin idiler. Bunun benzeri, bir işçinin, ücretini geciktiren kişiye söylediği  إنْ كُنٔتَ عَمِلْتُ لَكَ فَوَفَّني حَقّي  (Senin için çalıştıysam hakkımı eksiksiz öde!) ifadesidir. (Keşşâf)

 
Şuarâ Sûresi 52. Ayet

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ  ...


Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَوْحَيْنَا ve vahyettik و ح ي
2 إِلَىٰ
3 مُوسَىٰ Musa’ya
4 أَنْ diye
5 أَسْرِ geceleyin yürüt س ر ي
6 بِعِبَادِي kullarımı ع ب د
7 إِنَّكُمْ siz mutlaka
8 مُتَّبَعُونَ takibedileceksiniz ت ب ع
Firavun ve kavmi, Hz. Mûsâ’ya iman edenlere uyguladıkları haksızlıklar sebebiyle birçok felâket ve musibete uğratıldılar; Mısır’da yıllarca kuraklık ve kıtlık oldu, büyük sıkıntılar çektiler. Hz. Mûsâ’ya başvurarak sıkıntılar kaldırıldığı takdirde İsrâiloğulları’na Mısır’dan çıkış izni vereceklerini söylediler. Mûsâ’nın duası üzerine Allah sıkıntıları giderdikçe sözlerinden döndüler (bk. A‘râf 7/130-135). Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya İsrâiloğulları’nı Mısır’dan geceleyin gizlice çıkarmasını vahyetti. Mûsâ geceleyin kavmi ile birlikte yola çıktı. Durumu haber alan Firavun ve adamları İsrâiloğulları’nı takip edip imha etmeye karar verdiler. Firavun, İsrâiloğulları’nı rahatlıkla ezebileceğini ifade ediyordu. Çünkü onların düzenli orduları ve yetişmiş askerleri yoktu. Şehir ve kasabalara görevliler göndererek asker toplayıp harekete geçti. Filistin’e gitmek üzere yola çıkmış olan İsrâiloğulları Kızıldeniz’e gelmişlerdi. Güçlü ordusuyla onları takip etmekte olan Firavun bir gün sabahleyin güneş doğarken onlara yetişti. Muhammed Esed 57 ve 58. âyetleri Firavun’un sözlerinin devamı gibi düşünerek onun İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkardıklarını anlatan bir ifadesi olarak yorumlamışsa da, klasik müfessirler bu âyetleri bizim de tercih ettiğimiz anlamda, yani Allah’ın Firavun ve kavmi hakkındaki kelâmı olarak değerlendirmişlerdir (bk. Taberî, XIX, 78; Râzî, XXIV, 137). “Firavun ve adamları gün doğarken onlara yetiştiler” diye tercüme ettiğimiz 60. âyete, “Firavun ve adamları onları doğu yönünde takip ettiler” şeklinde de mâna verilmiştir (bk. Şevkânî, IV, 98). Bu durum İsrâiloğulları’nın Mısır’ın doğusunda yer alan Kızıldeniz’e doğru gittiklerini, Firavun’un da bu istikamete yönelerek onları takip ettiğini ifade eder. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 153-154

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي

 

وَ   istînâfiyyedir.  اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى مُوسٰٓى  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

مُوسٰٓى  ismi mecrur olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَنْ  tefsiriyyedir. اَسْرِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت’dir. بِ  mûsâhabe içindir. 

بِعِبَاد۪ٓي  car mecruru  اَسْرِ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

  اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مُتَّبَعُونَ  kelimesi,  اِنَّ nin haberi olup ref alameti  و ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُتَّبَعُونَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûlüdür.

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَوْحَيْنَٓا  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Tefsiriyye olan  اَنْ ’i takip eden  اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

عِبَاد۪ٓي ’nin Allah’a ait zamire muzâf olması kulların şanı içindir.

اَوْحَيْنَٓا  ve  بِعِبَاد۪ٓي  kelimeleri arasında azamet zamirinden müfred mütekellim zamire iltifat vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467) 

İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Bu, Musa'nın firavuna davetinden bahseden başka bir kıssadır. Bu yüzden  و  harfi kıssanın kıssaya atfı içindir. (Âşûr) 

 

اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ “Çünkü mutlaka takip edileceksiniz.” cümlesi, onları gece yola çıkarmanın illetidir. (Ebüssuûd)
Şuarâ Sûresi 53. Ayet

فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ  ...


Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَرْسَلَ sonra gönderdi ر س ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 فِي
4 الْمَدَائِنِ kentlere م د ن
5 حَاشِرِينَ (asker) toplayıcılar ح ش ر

فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اَرْسَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. 

فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

فِي الْمَدَٓائِنِ  car mecruru  اَرْسَلَ  fiiline mütealliktir.  حَاشِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اَرْسَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

حَاشِر۪ينَ  sülâsi mücerredi  حشر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetler arasında meskutun anh mevcuttur. Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فِي الْمَدَٓائِنِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şehirler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şehir hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bütün şehirlerin her yerini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

İsm-i fail kalıbında, mef’ûl olan  حَاشِر۪ينَۙ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Gece çıktıklarını haber alınca "şehirlere toplayıcılar” yani onları takip etmek için asker toplayanları gönderdi demektir. (Beyzâvî) 

Cümlelerin zahiri (görünen) düzeni, başındaki  ف ’nin  وأوْحَيْنا إلى مُوسى [Ve Musa'ya vahyettik. (Şuara Suresi, 52)] cümlesine takip manasında olduğunu göstermektedir. (Âşûr) 

المَدائِنِ  kelimesindeki tarif istiğrak içindir yani Mısır ülkesinin şehirlerini kapsar. Bu mana dolayısıyla istiğrak-i örfîdir yani firavunun yönetimindeki ya da yollarının yakınındaki şehirler kastedilmiştir. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 54. Ayet

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ  ...


Dedi ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰؤُلَاءِ şunlar
3 لَشِرْذِمَةٌ topluluktur ش ر ذ م
4 قَلِيلُونَ az bir ق ل ل

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

 

Ayet  فِرْعَوْنُ nun hali olan mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen

mansubdur. Takdiri, يقول … (derler) şeklindedir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

شِرْذِمَةٌ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

قَل۪يلُونَ  kelimesi  شِرْذِمَةٌ in sıfatı olup ref alameti و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ

 

Ayet, takdiri يقولون (derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan mekulü’l-kavl, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin işaret ismiyle gelmesi, mütekellimin müsnedün ileyhi, tahkir amacına işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması, işaret edilen kimselere tahkir ifade eder.

قَل۪يلُونَ  kelimesi  شِرْذِمَةٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

قَل۪يلُونَ  kelimesinde kinaye vardır. Onların zelil, hakir olduklarını düşünürken, sayılarının az olduğunu dile getirmişlerdir.

Mütekellimin,  شِرْذِمَةٌ  kelimesini  قَل۪يلُونَۙ  ile tavsif etmesi ıtnâbdır. Bu ıtnâbın sebebi, onları değersiz ve küçük görmesidir. 

شِرْذِمَةٌ - قَل۪يلُونَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَل۪يلُونَ  sıfatı cemi müzekker salim olduğu için ref alameti  و ’dır. Bu sıfatın bu kalıpla gelmesi firavun ve adamlarının, İsrailoğullarının az sayıda olduğunu düşündüğünü gösterir. Çünkü cemi teksir kesret, kurallı cemi kıllet ifade eder.

Şüphesiz bunlar… gizli bir sözden sonra gelen hikaye cümlesidir.  شِرْذِمَةٌ  az bir topluluk demektir. (Araplar) eskimiş, parça parça olmuş elbise için  ثَوْبٌ شَرَذِمٌ  derler. Firavun, onları azlığa işaret eden bir isimle anmış; sonra ayrıca az diye nitelemiş; sonra  قَل۪يلُ  (az) kelimesini  قَل۪يلُونَ  şeklinde cem-‘i sâlim kılarak onların her bir grubunu azımsamıştır; zira  قَل۪يلُ  kelimesinin çoğulu  أقِلّةٌ  ve  قُلُولٌ  şeklinde de gelebilirdi. Az derken, sayısal bir nitelemeyi değil de kıymetsizlik ve değersizliği kastetmiş de olabilir ki o zaman anlam, (İsrailoğullarının) azlıklarından dolayı önemsenmeyecekleri ve galip gelip yönetime el koymalarının beklenmeyeceğidir; ancak bu halleriyle bizi öfkelendirip canımızı sıkacak şeyler yapabilirler! Biz ise müteyakkız, dikkatli, işini sağlama alan öyle bir milletiz ki birisi bize isyan ettiğinde onun fesadına son vermede hızlıyızdır! (Keşşâf - Tefsiri Kebir) 

Allah Teâlâ’nın emri yerine gelip sihirbazlar iman ettiği ve Firavun öfkesinden deliye döndüğü zaman Kur’an bize firavunun ruh halini yine tekidli ayetlerle tasvir etmektedir. Çünkü firavun; Hz. Musa ve beraberindekileri Mısır’dan çıkarmak için şehirlere tellâller göndermiş ve en usta sihirbazları toplamıştı. Diğer taraftan Hz. Musa’ya inananlar da Mısır’dan çıkmayı kerih görmekteydiler. Ama işler firavunun istediği gibi gitmemiş ve Hz. Musa’yı yenmek için gelen sihirbazlar Allah Teâlâ’ya iman etmiştir. İşte bu ayetler bunun için tekidli gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Firavun, bu sözleriyle demek istiyordu ki onlar, bize oranla az bir topluluk olup önemsizdir ve galip çıkmaları beklenmez; fakat bizi öfkelendiren ve bunaltan hareketlerde bulunuyorlar ve biz, her zaman teyakkuz halinde bulunan, ihtiyatlı olan ve bütün işlerinde tedbiri elden bırakmayan bir milletiz. Bizim önümüze en ufak bir tehlike çıkarsa, derhal onu söndürürüz.

Firavunun bu gerekçeleri, hükümranlığına ve gücüne halel geldiği sanılmaması için kentlerinden toplanan askerlere beyan ettiği mazeretlerdir. (Ebüssuûd)

İsm-i işarette onların işlerini tahkire işaret(ima) vardır ki bu mana  شِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ  (onların az olduğu) ifadesiyle de tekid edilmektedir. (Âşûr) 

الشِّرْذِمَةُ : Küçük bir fırka demektir. Lügat alimleri bu kelimeyi böyle açıklamıştır. Onların şanını küçük düşürmek (tahkir) veya firavunun askerlerine nisbet etme ihtimalini ortadan kaldırma ihtimalini tekid için  قَلِيلُونَ  kelimesiyle nitelenmiştir. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 55. Ayet

وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ  ...


“Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُمْ ve elbette onlar
2 لَنَا bizi
3 لَغَائِظُونَ kızdırmaktadırlar غ ي ظ

وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la makabline  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’ye matuftur. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَنَا  car mecruru  غَٓائِظُونَ ’a mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

غَٓائِظُونَ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  غَٓائِظُونَ  sülâsi mücerredi  غيظ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ

 

وَ , atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Firavun ve yandaşlarının sözleri devam etmektedir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecur  لَنَا, ihtimam için amiline takdim edilmiştir.

لَنا  sözündeki  ل  harfi lam-ı takviyedir.  لَغائِظُونَ  kelimesindeki  ل  harfi lam-ı ibtidadır. Ve  لَنا  fasılaya uygunluk için  لَغائِظُونَ  kelimesine takdim edilmiştir. (Âşûr) 

اِنَّ ’nin haberi olan  غَٓائِظُونَ, ism-i fail vezninde gelerek sübuta ve durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Sıfat, (ضارب) ve (مضروب) gibi ism-i fail ya da ism-i mef’ûl olduğu halde bir fiili tavsif etmek için gelirse hudûs (sonradan meydana gelme, zaman zaman meydana gelme) ifade eder. Ama böyle olmaz da sıfat-ı müşebbehe olursa sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şuarâ Sûresi 56. Ayet

وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ  ...


“Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّا ve mutlaka biz
2 لَجَمِيعٌ bir cemaatiz ج م ع
3 حَاذِرُونَ ihtiyatlı ح ذ ر

وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamir  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  جَم۪يعٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup merfûdur. 

حَاذِرُونَ  kelimesi  جَم۪يعٌ ’nın sıfatı olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَاذِرُونَ  sülâsi mücerredi حذر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ

 

Ayet, 54. ayetteki …إنّ هؤلاء  cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

54. ayetteki  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ  cümlesiyle  وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

اِنَّ ’nin haberi olan  حَاذِرُونَ, ism-i fail vezninde gelerek sübuta ve durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Sıfat, (ضارب) ve (مضروب) gibi ism-i fail ya da ism-i mef’ûl olduğu halde bir fiili tavsif etmek için gelirse “hudûs” (sonradan meydana gelme, zaman zaman meydana gelme) ifade eder. Ama böyle olmaz da sıfat-ı müşebbehe olursa sübut (devamlılık ve süreklilik) ifade eder. Binaenaleyh bu kelimenin  حَذِرُونَ  şeklinde okunuşu "Biz, adeti sakınmak ve temkinli hareket etmek olan bir topluluğuz" manasına gelir.  حَاذِرُونَ  şeklinde okunuşu ise “Biz, şu zamanımız hariç sakınmayı alışkanlık haline getirmemiş olan bir topluluğuz. (Bunu ancak şimdi aklettik)” manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî)  

İbni Âmir, İbni Zekvar rivâyetinde ve Kûfeliler,  حَاذِرُونَ  şeklinde okumuşlardır. Birinci  حَاذِرُونَ  sebat içindir, ikincisi de  حَاذِرُونَ  yenilik içindir. Şöyle de denilmiştir: حَاذِرُ  silah bakımından güçlü demektir, çünkü bu da tedbir için yapılır. Noktasız dal ile  حَادِرُون da okunmuştur ki güçlü kimseler demektir. (Beyzâvî)  

وإنّا لَجَمِيعٌ حَذِرُونِ  cümlesinde şehir halkını en beliğ bir şekilde dikkatli olmaya teşvik etmiş ve (لَجَمِيعٌ) diyerek kendisinin de onlarla beraber olduğunu hissettirmiştir. Bu, ülkenin idaresinde onun komutasında olmanın gerekliliği manasında bir kinayedir yani hepimiz temkinliyiz demektir. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 57. Ayet

فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ  ...


57-58. Ayetler Meal  :   
Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخْرَجْنَاهُمْ böylece biz onları çıkardık خ ر ج
2 مِنْ -den
3 جَنَّاتٍ bahçeler(in)- ج ن ن
4 وَعُيُونٍ ve çeşmeler(inden) ع ي ن

فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ جَنَّاتٍ  car mecruru  اَخْرَجْنَاهُمْ  fiiline mütealliktir.  عُيُونٍ  atıf harfi  وَ ’la  جَنَّاتٍ ’e matuftur.

اَخْرَجْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ

 

 

فَ  istînâfiyye, cümle müstenefedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخْرَجْنَاهُمْ  azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

جَنَّاتٍ e matuf olan  عُيُونٍ ’in atıf sebebi temâsüldür. Bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. 

جَنَّاتٍ - عُيُونٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk'ın  فَاَخْرَجْنَاهُمْ  [Bu suretle onları çıkardık] ifadesine gelince, bu “Biz, onların kalplerinde yurtlarından çıkmalarını temin edecek sebepleri yarattık. Böylece de bu duygular çıkma işinin gerçekleşmesine sebep oldu.” demektir. Binaenaleyh bu çıkarma işi, işte bu açıdan Allah'a nispet edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)  

فَأخْرَجْناهم  sözündeki  فَ  harfi  إنَّكم مُتَّبَعُونَ (Şuara Suresi, 52) cümlesine tefrî’ içindir. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 58. Ayet

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكُنُوزٍ ve hazineler(inden) ك ن ز
2 وَمَقَامٍ ve yer(lerinden) ق و م
3 كَرِيمٍ o güzel ك ر م

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مَقَامٍ  atıf harfi  وَ ’la  كُنُوزٍ ’e matuftur.  كَر۪يمٍۙ  kelimesi  مَقَامٍ ‘n sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَر۪يمٍۙ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ

 

Bu ayet önceki istînâf cümlesindeki car mecrura matuftur. 

مَقَامٍ  tezâyüf sebebiyle كُنُوزٍ ’e atfedilmiştir. Bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. 

كَر۪يمٍ, mevsufu  مَقَامٍ ’i niteleyen sıfat olarak ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe veznindeki sıfat, mübalağa ifade etmiştir. 

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Şuarâ Sûresi 59. Ayet

كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ  ...


İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ böylece
2 وَأَوْرَثْنَاهَا bunları miras yaptık و ر ث
3 بَنِي oğullarına ب ن ي
4 إِسْرَائِيلَ İsrail

كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Mukadder mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri, إخراجنا كذلك (Bizim çıkarışımız böyledir) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

وَ  atıf harfidir.  اَوْرَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.  

اِسْرَٓائ۪لَۚ  ikinci mef’ûlun bih olup gayrı munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْرَثْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ورث ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, takdiri  إخْرَجَُناَ  (bizim çıkarışımız) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

كَذٰلِكَ ‘nin îrabı ile ilgili üç açıklama vardır: Onları anlattığımız çıkarışa benzer şekilde çıkarttık anlamında mansūp olmasıdır. Böyle bir makamdan anlamında -makamın sıfatı olarak- mecrur olmasıdır yani  مقام كريم مثل ذلك المقام الذي كان لهم (kendilerine ait makama benzer güzel bir makamdan…)  الأمر كذلك (Durum, burada anlatıldığı gibidir.) anlamında mahzuf bir mübtedanın haberi olarak merfûdur. (Keşşâf) 

وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Azamet zamirine isnad edilen fiil tazim ifade eder.

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

وأوْرَثْناها بَنِي إسْرائِيلَ  cümlesi de muterizadır. و  itiraziyyedir. (Âşûr) 

اَوْرَثْنَاهَا  fiilindeki nasb zamirinin teşbihi beliğ manasında olması caizdir. Yani  أوْرَثْنا أمْثالَها (onun gibilerini varis yaptık). Ve denildi ki  أوْرَثْناها  fiilindeki aid zamir, hazinelerin hususi olduğuna ifade eder. (Âşûr)

 
Şuarâ Sûresi 60. Ayet

فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ  ...


Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَتْبَعُوهُمْ onların ardına düştüler ت ب ع
2 مُشْرِقِينَ güneş doğarken ش ر ق

فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ

 

Ayet atıf harfi  فَ la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri,  فاجتمعوا فأتبعوهم (Böylece toplandılar ve onları takip ettiler) şeklindedir. 

اَتْبَعُوهُمْ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مُشْرِق۪ينَ  kelimesi  اَتْبَعُوهُمْ ’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُشْرِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ

 

Ayet,  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

مُشْرِق۪ينَ  kelimesi,  اَتْبَعُوهُمْ deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

[Derken (firavuncular), onların arkalarına düştüler] ifadesine gelince bu, “onlar onlara yetiştiler” anlamındadır. Ayetin bu ifadesi, Arapların güneş doğduğunda, deyiminden olmak üzere “güneşin doğuşu vaktine girdiklerinde onlara yetiştiler” anlamında olmak üzere “فَاَتْبَعُوهُمْ مُشَرِّقِينَ” şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Günün Mesajı
Firavun'un adamları, Hz. Musa'nin getirdiği İlâhi mesajın halk üzerinde tesir yapmaması için büyücüleri galip gelmeye teşvik ediyor ve yüreklendiriyorlardı. Gayeleri, halkıtı gözündeki mevkilerini korumak, resmi sistemi ve idarelerini muhafaza etmekti.
Firavun'un yaptırdığı bu propaganda, onun güç ve korkusuzluk gösterisi altında saklı derin korkusunu ortaya koymaktadır. Bir yandan, bütün şehirlere görevliler çıkarıp asker topluyor, bir yandan da İsrail Oğulları'nın çok küçük ve zayıf oldukları propagandasını yayıyordu. Böyİece, halkın kehdisi gibi güçlü bir kralın, köleleştirdiği ve uzun zamandır işkenceler altında ezdiği bir halktan korktuğunu bilmesinin önüne geçmek istiyordu.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah’ın rahmeti sonsuzdur. Dünyada; kendisinden istemeyene de verir, isteyene de. İstemeyi akıl edemediklerimizi de verir, ettiklerimizi de. 

Yalnız Allah’tan istemeyen ve batıl yollarla istediklerine ulaştıklarını sananların hali, ‘Firavun’un gücü adına’ diyerek asalarını atan sihirbazları hatırlatır. İstediklerine kavuştuklarına inanmanın verdiği güvenle, aynı yolda yürümeye devam ederler. Kullandıkları yöntemin işe yararlılığının reklamını yapıp başkalarını da bu yanlışa davet ederler. Allah’tan başkasından istemeyin uyarılarına da kulak asmazlar. Halbuki, dünyalık istediklerine, bu yollarla kavuşmaları göz boyamasından öte değildir. Kimi Allah’tan isteyen ama nefsinin şüphelerini dinleyenler ise onların bu halinin - onlara ve kendilerine - imtihan oluşunu görmezden gelerek, özenme ve aynı yolları deneme yanılgısına düşerler. 

Hz. Musa, Allah’ın adıyla asasını attığında, hakikat gözler önüne serilir. Batıl yollarla ulaşılan her şeyi, kendi bünyesinde yok ederek, boş olduğunu gösterir. Mahşer günü istediği hiçbir şeye hakiki manada ulaşamadığını görür. Zira; Allah’tan isteyenlerin eli ve gönlü, iki cihanda da doludur. 

Ey Allahım! Bizi; nefsimize hitap eden batıl yollardan ve batıl yolların insanlarından koru. Bizi; yalnız Senden isteyenlerden ve her işe Senin adınla başlayanlardan eyle. Doğrusunu öğrendiğinde yanlışından vazgeçenlerden ve Senin yolunda kendisini geliştirenlerden eyle. İstediklerimize kavuştuğumuzda Sana şükür edenlerden ve kavuşamadığımızda da Sana güvenenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji