2 Ekim 2025
Ahzâb Sûresi 16-22 (419. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahzâb Sûresi 16. Ayet

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً  ١٦


De ki: “Eğer siz ölümden ya da öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermeyecektir. O takdirde bile (hayatın zevklerinden) pek az yararlandırılırsınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَنْ
3 يَنْفَعَكُمُ size fayda vermez ن ف ع
4 الْفِرَارُ kaçmak ف ر ر
5 إِنْ eğer
6 فَرَرْتُمْ kaçıyorsanız ف ر ر
7 مِنَ -den
8 الْمَوْتِ ölüm- م و ت
9 أَوِ veya
10 الْقَتْلِ öldürülmekten ق ت ل
11 وَإِذًا o zaman bile
12 لَا
13 تُمَتَّعُونَ yaşatılmazsınız م ت ع
14 إِلَّا dışında
15 قَلِيلًا pek az ق ل ل

   Ferra فرّ :  فَرٌّ sözcüğü temelde (yaşına bakmak için) hayvanın dişlerini incelemektir. Bu fiilin mastarı فِرارٌ şeklinde gelir.

  إفْتِرارٌ  gülmekten dolayı dişlerin görülmesidir. Yine aynı köke ait مَفَرٌّ sözcüğü kaçış yeri, kaçış zamanı ve bizzat kaçışın kendisi anlamlarının tamamına gelebilir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda toplam 11 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri firar ve firaridir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli,  لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ ’dur. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.

يَنْفَعَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamiri  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْفِرَارُ  fail olup damme ile merfûdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَرَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمَوْتِ  car mecruru  فَرَرْتُمْ  fiiline mütealliktir.  

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. الْقَتْلِ  atıf harfi  اَوِ  ile makabline matuftur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  cevap harfidir. لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً  cümlesi, mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إذا نفعكم ظاهرا (Sizi destekleyerek fayda verirsek) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُمَتَّعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  

قَل۪يلاً  masdadan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تمتّعا قليلا  (Az bir fayda) şeklindedir. Veya zarftan naib mef’ûlun fihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, زمنا قليلا.(az bir zaman) şeklindedir.

اَوْ ; Türkçede “veya yahut, ya da yoksa”  kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

تُمَتَّعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قُلْ لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatab Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi  لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.

Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekûlu-l kavlin, Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

Menfaatin olumsuzluğu; menfaat ile kastedilen kurtuluş manasının olumsuzluğudur. Çünkü bir şeyin faydası, ondan murad edilenin elde etmesidir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  


اِنْ فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan  فَرَرْتُمْ مِنَ الْمَوْتِ اَوِ الْقَتْلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Önceki ifadenin delaletiyle takdiri  لَنْ يَنْفَعَكُمُ الْفِرَارُ (Kaçış size asla bir fayda sağlamayacak) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır. Şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

الْقَتْلِ , muhayyerlik ifade eden  اَوِ  atıf harfiyle  مِنَ الْمَوْتِ ‘ye atfedilmiştir. Cihet-i camiâ temasüldür.

الْفِرَارُ - فَرَرْتُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْمَوْتِ - الْقَتْلِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

مِنَ الْمَوْتِ  car mecrurunun müteallakı  يَنْفَعُكم  değil  فَرَرْتُمْ  fiilidir. Çünkü  يَنْفَعُكم  fiili siyaktan açıkça anlaşıldığı için zikredilmemiştir. Kurtuluşun faydası asla olmayacak demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

De ki: “Eğer ölmekten yahut öldürülmekten kaçınıyorsanız, (bilin ki), firarınız size asla fayda vermez” buyruğu, işlerin mukadder olup Allah’ın karar vermiş olduğu şeyden kaçmanın mümkün olmadığına, Allah’ın takdir ettiği şeylerin mutlaka olacağına, binâenaleyh kendisine emredilen şeye muhalefet eden kimsenin, ahirette azap içinde kalacağına, dünyada da muhalefeti sebebiyle hiçbirşey elde edemeyeceğine bir işarettir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Her şahıs, takdir kaleminin yazdığı muayyen bir vakitte eceliyle yahut kılıç darbesiyle ölmesi mukadderdir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

 

  وَاِذاً لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Önceki şart cümlesine matuf olan şart üslubundaki terkibin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri,  إذا نفعكم ظاهرا [Sizi destekleyerek fayda verirsek] olan, şart cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Atıftan sonra gelen اِذاً , cevap harfidir. “Öyleyse, o takdirde’’ anlamındadır. 

Cevap cümlesi  لَا تُمَتَّعُونَ اِلَّا قَل۪يلاً , hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

قَل۪يلاً , takdiri  زمانا قليلا  olan mahzuf zaman zarfının sıfatıdır. Mef’ûlü fîhin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl arasındadır.

تُمَتَّعُونَ  maksûr/sıfat,  زمانا قليلا  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُمَتَّعُونَ - يَنْفَعَكُمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ahzâb Sûresi 17. Ayet

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً  ١٧


De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah’tan koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese, buna engel olacak kimdir?” Onlar kendilerine Allah’tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 مَنْ kimdir?
3 ذَا şu
4 الَّذِي kimse ki
5 يَعْصِمُكُمْ sizi koruyacak ع ص م
6 مِنَ -dan
7 اللَّهِ Allah-
8 إِنْ eğer
9 أَرَادَ istese ر و د
10 بِكُمْ size
11 سُوءًا bir kötülük س و ا
12 أَوْ veya
13 أَرَادَ dilese ر و د
14 بِكُمْ size
15 رَحْمَةً rahmet ر ح م
16 وَلَا
17 يَجِدُونَ bulamazlar و ج د
18 لَهُمْ kendilerine
19 مِنْ
20 دُونِ başka د و ن
21 اللَّهِ Allah’tan
22 وَلِيًّا bir dost و ل ي
23 وَلَا ne de
24 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l kavl  مَنْ ذَا الَّذ۪ي ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir. مَنْ  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  ذَا  işaret ismi sükun üzere mebnidir, haber olarak mahallen merfûdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  ذَا ’dan bedel olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْصِمُكُمْ ’dir. İrabdan mahalli yoktur. 

يَعْصِمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  يَعْصِمُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Sart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرَادَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِكُمْ  car mecruru  سُٓوءاً ’nin mahzuf haline mütealliktir. سُٓوءاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.  

اَوْ  atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. اَرَادَ  fiili atıf harfi  اَوْ  ile birinciye matuftur.

اَرَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  رَحْمَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَوْ ; Türkçede “veya yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرَادَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi رود ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

 

 

Fiil cümlesidir. Atıf harfi وَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, سيعذّبون ولا يجدون ...şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَجِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ  car mecruru  يَجِدُونَ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيًّا ’in mahzuf haline mütealliktir.  للّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. وَلِيًّا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرًا  atıf harfi وَ  ile makabline matuftur.

مِنْ  nefy, nehîy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341)

قُلْ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ  soru harfi mübteda,  ذَا  haberdir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesindeki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  müsned olan  ذَا ’dan bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  يَعْصِمُكُمْ مِنَ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bedelin ism-i mevsûlle ifade edilmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekûlu-l kavlin, Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.

Bu mekulü’l kavl, arkadan gelen şartın cevabı olarak gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) 

اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً اَوْ اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةًۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen terkibin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubundaki terkipte  اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً , şart cümlesi, müspet mazi sıygada gelerek sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Şartın, takdiri  فمن ذا الذي يعصمكم (Sizi kim korur?) olan cevabının önceki ifadenin delaletiyle hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üslupta gelen  اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle, şart cümlesi  اِنْ اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.

Her iki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. اَرَادَ  fiiline müteallik  بِكُمْ  car-mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan  سُٓوءاً  ve  رَحْمَةً ’e takdim edilmiştir.

رَحْمَةً  ve  سُٓوءاً  kelimelerindeki nekrelik, nev ve kesret ifade eder. Her ikisi de bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar, ism-i fail ve ism-i mef’ûl yerinde kullanılabilirler. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. 

اَرَادَ  fiilinin tekrarı, cümlelerin mukabele formunda gelmesi, Allah Teâlâ’nın dilediği herşeye kadir olduğunu, iradenin onda olduğunu vurgulamaktadır. İtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَرَادَ بِكُمْ سُٓوءاً  cümlesiyle  اَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

سُٓوءاً - رَحْمَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır. 

Takdir şöyledir:  أوْ يَحْرِمُكم مِنهُ إنْ أرادَ بِكم رَحْمَةً (Veya size rahmet etmek isterse sizi ondan mahrum etsin). Kelamın veciz olması için bu şekilde gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s.106)


 وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً

 

Atıfla gelen cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri …سيعذّبون  (Mutlaka azap görecekler) şeklindedir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. İkinci nefî harfi tekit ifade eden zaid hartir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf ikinci mef’ûle müteallik olan car-mecrur  لَهُمْ , ihtimam için ilk mef’ûl olan  وَلِياًّ ‘e takdim edilmiştir. İki mef’ûle müteaddi olan  يَجِدُونَ  fiilinin ikinci mef’ûlünün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mef’ûl olan  وَلِياًّ ‘in mahzuf mukaddem haline müteallik  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car mecruru, ihtimam için zül hale takdim edilmiştir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

وَلِياًّ ‘e tezayüf nedeniyle atfedilen  نَص۪يراً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mef’ûl olan  وَلِياًّ  ve  نَص۪يراً  kelimelerindeki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder. Zaid harf, olumsuzluğu tekit ederek kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.

وَلِيًّا - نَص۪يرًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazir sanatı vardır.

Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle delalet eder. (Dr. Salâh Abdu'l-Fettâh el-Hâlidî, Vakafât Düşündüren ayetler, s. 78)   

وَلَا نَص۪يراً  ifadesinde nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet, mehabet duygularını ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir isimle tekrarında ıtnâb, iltifat  ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlenin muzari fiille gelmesi hudûs teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Önceki cümledeki  بِكُمْ  şeklindeki muhatab zamirinden, bu cümlede  لَهُمْ  şeklindeki gaib zamirine iltifat edilmiştir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723) 

Bu ayette açık bir şekilde olumsuz bir ifade olan  لَا يَجِدُونَ  ifadesinden önce aynı mananın istifhâm üslûbuyla olumsuz bir tarzda ifade edilmesi, iki üslûbun birbirinden farkını ve birisinin, diğerine olan ihtiyacı ortadan kaldırmadığını göstermektedir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

Ahzâb Sûresi 18. Ayet

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ  ١٨


18-19. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz Allah içinizden, savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine, “Bize gelin” diyenleri biliyor. Size katkıda cimri davranarak savaşa pek az gelirler. Korku geldiğinde ise, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince de ganimete karşı aşırı düşkünlük göstererek sizi keskin dillerle incitirler. İşte onlar iman etmediler. Allah da onların amellerini boşa çıkardı. Bu, Allah’a kolaydır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ elbette
2 يَعْلَمُ biliyor ع ل م
3 اللَّهُ Allah
4 الْمُعَوِّقِينَ alıkoyanları ع و ق
5 مِنْكُمْ içinizden
6 وَالْقَائِلِينَ ve diyenleri ق و ل
7 لِإِخْوَانِهِمْ kardeşlerine ا خ و
8 هَلُمَّ gelin ل م م
9 إِلَيْنَا bize
10 وَلَا
11 يَأْتُونَ onlar gelmezler ا ت ي
12 الْبَأْسَ savaşa ب ا س
13 إِلَّا dışında
14 قَلِيلًا pek azı ق ل ل

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. يَعْلَمُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup damme ile merfûdur. الْمُعَوِّق۪ينَ  mef’ûlun bih olup, nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مِنْكُمْ  car mecruru  الْمُعَوِّق۪ينَ ’nin mahzuf haline mütealliktir. الْقَٓائِل۪ينَ  atıf harfi و ’la  الْمُعَوِّق۪ينَ ’ye matuftur.

لِاِخْوَانِهِمْ  car mecruru  الْقَٓائِل۪ينَ ’ye mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l kavl  هَلُمَّ اِلَيْنَا ’dir. Amili  الْقَٓائِل۪ينَ  olan ismi failin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلُمَّ  isim fiil olup emir olarak  أقبلوا (kabul edin) manasındadır. Faili müstetir olup takdiri  أنتم ’dir. اِلَيْنَا  car mecruru  هَلُمَّ  fiiline mütealliktir. 

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:  1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْقَٓائِل۪ينَ ; sülâsî mücerredi  قول  olan fiilin ism-i failidir. 

الْمُعَوِّق۪ينَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ

 

Cümle, hal olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. وَ  haliyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْتُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْبَأْسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اِلَّا  hasr edatıdır. قَل۪يلاً  masdardan naib mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الْمُعَوِّق۪ينَ مِنْكُمْ وَالْقَٓائِل۪ينَ لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş ilk cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, tehdit ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

مِنْكُمْ  car mecruru, mef’ûl olan  الْمُعَوِّق۪ينَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لِاِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ اِلَيْنَاۚ  car-mecruru ise  الْمُعَوِّق۪ينَ ‘ye tezayüf nedeniyle atfedilen ve ism-i fail vezninde gelen  الْقَٓائِل۪ينَ ’ye mütealliktir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  هَلُمَّ اِلَيْنَا  cümlesi,  الْقَٓائِل۪ينَ ’nin mekulü’l-kavlidir.  هَلُمَّ  kelimesi, أقبلوا manasında isim fiildir.

قَدْ  mazi fiille kullanıldığında tahkik ifade eder. Ayrıca mazi fiil ile geldiğinde, yapılacak işin yaklaştığını göstermek üzere, takrib manasında kullanılır. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân)

قَدْ , sadece fiilin başına gelen bir tekid harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman ise bazen azlık bazen da çokluğa delalet eder. Ancak belâğat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. Biliyoruz ki bu ayet-i kerime, Ahzab Gazvesi siyakında gelmiştir ve münafıklardan bahsetmektedir. Onların amelleri ve sözleri, içlerindeki şüpheyi göstermektedir. Bunun için de ayet  قَدْ  ile tekid edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  هَلُمَّ, ya [gelin], ya [hazır olun (bulunun)] manalarına gelip Hicazlıların lehçesine göre cemi olarak kullanılmaz, fakat başka lehçelerde cemi şeklinde de kullanılır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Arap dili alimlerine göre  قَدْ  harfinin muzari fiile dahil olması tahkik manasını ortadan kaldırmaz. Azlık manası ise harfin manası değil makamın delaleti iledir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen cümle, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

قَل۪يلاًۙ , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib onun sıfatıdır. Takdir, إتيانا قليلا (Bize az gelirler.) şeklindedir.

Nefy harfi  لَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl ya da mahzuf mef’ûlun sıfatı arasındadır. 

يَأْتُونَ  maksûr/sıfat,  قَل۪يلاً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَل۪يلاًۙ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

هَلُمَّ - لَا يَأْتُونَ  kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.

Ahzâb Sûresi 19. Ayet

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً  ١٩


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَشِحَّةً cimriler olarak ش ح ح
2 عَلَيْكُمْ size karşı
3 فَإِذَا ne zaman ki
4 جَاءَ gelince ج ي ا
5 الْخَوْفُ korku خ و ف
6 رَأَيْتَهُمْ görürsün ر ا ي
7 يَنْظُرُونَ baktıklarını ن ظ ر
8 إِلَيْكَ sana
9 تَدُورُ dönerek د و ر
10 أَعْيُنُهُمْ gözleri ع ي ن
11 كَالَّذِي gibi
12 يُغْشَىٰ baygınlığı غ ش و
13 عَلَيْهِ onların üstüne
14 مِنَ
15 الْمَوْتِ ölüm م و ت
16 فَإِذَا ne zaman ki
17 ذَهَبَ gidince ذ ه ب
18 الْخَوْفُ korku خ و ف
19 سَلَقُوكُمْ sizi incitirler س ل ق
20 بِأَلْسِنَةٍ dillerle ل س ن
21 حِدَادٍ sivri ح د د
22 أَشِحَّةً düşkünlük göstererek ش ح ح
23 عَلَى karşı
24 الْخَيْرِ hayra خ ي ر
25 أُولَٰئِكَ onlar
26 لَمْ
27 يُؤْمِنُوا inanmamışlar ا م ن
28 فَأَحْبَطَ bu yüzden boşa çıkarmıştır ح ب ط
29 اللَّهُ Allah
30 أَعْمَالَهُمْ onların işlerini ع م ل
31 وَكَانَ ve ك و ن
32 ذَٰلِكَ bu
33 عَلَى göre
34 اللَّهِ Allah’a
35 يَسِيرًا kolaydır ي س ر

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ 

 

اَشِحَّةً  önceki ayetteki  يَأْتُونَ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَشِحَّةً ’e mütealliktir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette müfred şeklindedir.şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَشِحَّةً ; sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ

 

Fiil cümlesidir. ف  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْخَوْفُ  fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı  رَاَيْتَهُمْ ‘dür.

رَاَيْتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَنْظُرُونَ  cümlesi,  رَاَيْتَهُمْ ’deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.  

يَنْظُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  يَنْظُرُونَ  fiiline mütealliktir. تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ  cümlesi,  يَنْظُرُونَ ’deki failinin hali olarak mahallen mansubdur. 

تَدُورُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اَعْيُنُهُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  كَ  teşbîh harfiyle amili  يَنْظُرُونَ  veya تَدُورُ  ‘nun mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, كنظر الذي أو كدوران عين الذي  şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  يُغْشٰى عَلَيْهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُغْشٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِ  car mecruru  يُغْشٰى  fiilinin naib-i failidir. مِنَ  sebebiyyedir.  مِنَ الْمَوْتِۚ  car mecruru يُغْشٰى  fiiline mütealliktir. 

Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman,  Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.  (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a)(إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم  fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ 

 

فَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. ذَهَبَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذَهَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْخَوْفُ  fail olup damme ile merfûdur. Şartın cevabı  سَلَقُوكُمْ ‘dür.

سَلَقُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَلْسِنَةٍ  car mecruru  سَلَقُوكُمْ  fiiline mütealliktir.  حِدَادٍ  kelimesi   اَلْسِنَةٍ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

اَشِحَّةً  kelimesi  سَلَقُوكُمْ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. عَلَى الْخَيْرِ  car mecruru  اَشِحَّةً ‘ e mütealliktir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَمْ يُؤْمِنُوا   cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يُؤْمِنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فَ  atıf harfidir. اَحْبَطَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. اَعْمَالَهُم  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir. 

اَحْبَطَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  حبط ‘dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ذٰلِكَ  işaret ismi  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك muhatap zamiridir. عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَس۪يرًا ’e mütealliktir.  يَس۪يرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

يَس۪يرًا ; sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَشِحَّةً عَلَيْكُمْۚ 

 

اَشِحَّةً  kelimesi, önceki ayetteki  يَأْتُونَ  fiilinin failinden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

عَلَيْكُمْ  car-mecruru,  اَشِحَّةً ’e mütealliktir. 

اَشِحَّةً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yani size yardım etmekte yahut Allah yolunda harcamak da yahut zafer ve ganimette size karşı gayet cimri davranırlar. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

الشُّحُّ  kelimesi başkasının iyiliği için elinde bulunan şeyde cimrilik etmek demektir. Aslı; malını harcamamaktır. Mecazi olarak gücü yeten kişinin yardım etmemesi manasında kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Bu kelimenin  عَلى  harfiyle kullanılması  الشُّحُّ  kelimesinde bulunan ihlal manası dolayısıyladır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

 فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki …وَلَا يَأْتُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.

اِذَا , müstakbel şart manalı, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  جَٓاءَ الْخَوْفُ , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzafun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

جَٓاءَ الْخَوْفُ  ifadesinde korkunun gelmek fiiline isnadı, mecaz-ı aklî veya istiardir. 

İradesi olan canlılara mahsus olan gelme fiili, korkuya isnad  edilerek, korku bir şahıs yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

فَ  karinesi olmadan gelen  رَاَيْتَهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s.106.)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ  cümlesi,  رَاَيْتَهُمْ  fiilindeki mef’ûl zamirden,  تَدُورُ اَعْيُنُهُمْ كَالَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ  cümlesi ise يَنْظُرُونَ  fiilinin failinden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Her ikisi de müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Teşbih harfinin dahil olduğu müfret müzekker has ism-i mevsûl  كَالَّذ۪ي ,  amili  يَنْظُرُونَ  fiili olan mahzuf mef'ûlu mutlaka veya  تَدُورُ  fiiline mütealliktir. Sıla cümlesi olan  يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiiller, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki teşbih, vech-i şebenin hazfi nedeniyle mücmeldir. اَعْيُنُهُمْ müşebbeh,  الَّذ۪ي يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِۚ  müşebbehu bih, كَ  teşbih edatıdır. Mahzuf olan vech-i şebeh, korku dolu bakıştır.

عَلَيْهِ car-mecruru, meçhul bina edilen  يُغْشٰى ‘ya mütealliktir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. 

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)

يُغْشٰى  ’ya müteallık olan car-mecrur  مِنَ الْمَوْت  deki  مِنَ , sebebiyyedir.

يُغْشٰى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْت  cümlesinde istiare vardır. Ölüm, saran kaplayan maddi bir şeye benzetilerek müstear olmuştur. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

رَاَيْتَهُمْ - يَنْظُرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu cümlede teşbîh-i temsilî vardır. Çünkü vech-i şebeh, birkaç şeyden alınmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Cimrilikle korkaklık birbirinin kardeşidir. Binaenaleyh Allah Teâlâ cimrilikten bahsedince, bunun sebebi olan korkaklıktan da bahsetmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

 

فَاِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ 

 

Cümle, atıf harfi  فَ  ile …فَاِذَا جَٓاءَ الْخَوْفُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.

اِذَا , müstakbel şart manalı, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. Müteallakı, şartın cevap cümlesidir. Şart cümlesi olan  ذَهَبَ الْخَوْفُ , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzafun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında  gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

 ذَهَبَ الْخَوْفُ  ifadesinde istiâre sanatı vardır. İradesi olan canlılara mahsus olan gitme fiili, korkuya isnad edilerek, korku bir şahıs yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. Korkunun gitmek fiiline isnadı, başka bir açıdan düşünülürse mecaz-ı aklîdir.   

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Mübalağa sıygasında gelerek mübalağa ifade eden  حِدَادٍ  kelimesi, سَلَقُوكُمْ  fiiline müteallik  بِاَلْسِنَةٍ  car-mecruru için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

بِاَلْسِنَةٍ ’deki nekrelik, nev, kesret ve tahkir ifade eder.

سَلَقُوكُمْ بِاَلْسِنَةٍ حِدَادٍ [Sizi, keskin dilleriyle incitirler] cümlesinde istiare-i mekniyye vardır. İstiare-i mekniyye yoluyla, dil, keskin kılıca ben­zetilmiş, müşebbehun bih söylenmemiş ve müşebbehun bihin levazımın­dan bir şey ile yani vurmak anlamına gelen  سلق  ile ona işaret edilmiştir. حِدَادٍ [keskin] kelimesinin söylenmesi ise bunun istiare-i müreşşeha ol­duğunu gösterir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir; Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

ذَهَبَ - جَٓاءَ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb vardır.

 اَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِۜ  ibaresi, سَلَقُوكُمْ  fiilinin failinden haldir. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. 

Ganimetten kinaye olan  عَلَى الْخَيْرِ  car-mecruru, اَشِحَّةً ’ne mütealliktir. 

اَشِحَّةً  ve  الْخَيْرِ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetteki  الْخَوْفُ  ve  اَشِحَّةً  kelimelerinin tekrarı, konudaki önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السَّلْقُ  kelimesi sesin ve bağırmanın gücünü, kuvvetini ifade eder. Düşman tarafından büyük bir tehlikeye maruz kalındığında Müslümanların müşriklerle barışma tavsiyelerine kulak asmaması durumunda seslerini yükselttiler demektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Buradaki, “Hayra karşı cimri” tabirindeki “hayır”ın mal manasına geldiği ileri sürülmüştür. Fakat bu ifadenin, “Onlar her iki halde de hayırları az, her iki vakitte de şerleri çok olan kimselerdir. Hem birincisi, hem ikincisi hususunda cimri davranırlar” manasında olması mümkündür. (Fahreddîn er- Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

اَشِحَّةً  kelimesi hal olduğu için veya zem ifade etmek üzere mansūb olmuştur. ة  harfi merfû olarak  اَشِحَّةٌ  şeklinde de okunmuştur.  سَلَقُوكُمْ  kelimesi de  صَلَقُوكُمْ  şeklinde okunmuştur. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

 اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْۜ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, durumun kötülüğüne dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder. 

İşaret ismiyle gelmesi; onları daha önce zikredilen kınanacak özellikleri dolayısıyla tam olarak belirli kılmak ve işaret isminden sonra gelen hükme layık olduklarını ifade etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Müsned olan  لَمْ يُؤْمِنُوا  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesinde, müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاَحْبَطَ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî muzari sıygadan müspet mazi sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

إِحْبَاطٌ (Amelleri boşa çıkarma), yok etme, heder etme, boşa çıkarmadır. 

Ameller, gözle görülen şeyler değildir. Eğer bunlardan birşey kalmışsa, onun hükmü ve eserleri itibarı ile kalmıştır. Binaenaleyh bunların bir faydası ve değeri olmadığına göre bunlar hem gerçekte, hem hükmen yok demektir. Amellere itibar edilmediğinde, cismin hilâfına, o gerçekte yok demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

الإحْباطُ  bir şeyi hüsrana uğratmak demektir. Başındaki hemze gidermek manasındadır. Aslında fayda ve ıslah beklenen bir şeyin bozulması manasındadır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)


وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

Ayetin son cümlesi itiraziyyedir. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna ve mertebesinin yüksekliğine delalet ederek tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare sanatı vardır. Uzağı işaret etmekte kullanılan  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. ذٰلِكَ ile Allah'ın hükmü, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Aklî olan hissî olana benzetilmiştir. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır. Câmi’, vücudun tahakkukudur.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin, cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car-mecrur  عَلَى اللّٰهِ, ihtimam için, amili olan  يَس۪يراً ’e takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir. Aslında Allah Teâlâ’ya her şey kolaydır. Bu cümle Allah’ın sonsuz kudretinden kinayedir.

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, mehabeti artırmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak için yapılan tecrîd, iltifat ve ıtnâb sanatdır.

يَس۪يراً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret ederek isim cümlesinin sübutunu artırmıştır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bütün işler, Allah'a göre kolay olduğu halde özellikle bunun zikre tahsis edilmesi, onların amellerinin, bâtıl olduğunun açığa çıkarılmaya müstahak olduğunu beyan etmek içindir. Zira bunun, pek kuvvetli sebepleri vardır ve hiçbir mani hal de mevcut değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Ahzâb Sûresi 20. Ayet

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟  ٢٠


Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَحْسَبُونَ sanıyorlardı ح س ب
2 الْأَحْزَابَ orduların ح ز ب
3 لَمْ
4 يَذْهَبُوا gitmediklerini ذ ه ب
5 وَإِنْ eğer
6 يَأْتِ gelseler ا ت ي
7 الْأَحْزَابُ ordular ح ز ب
8 يَوَدُّوا arzu ederlerdi و د د
9 لَوْ keşke
10 أَنَّهُمْ kendileri
11 بَادُونَ çölde bulunmayı ب د و
12 فِي arasında
13 الْأَعْرَابِ Araplar ع ر ب
14 يَسْأَلُونَ sorup öğrenmeyi س ا ل
15 عَنْ --den
16 أَنْبَائِكُمْ sizin haberleriniz- ن ب ا
17 وَلَوْ ve şayet
18 كَانُوا bulunsalardı ك و ن
19 فِيكُمْ içinizde
20 مَا
21 قَاتَلُوا dövüşmezlerdi ق ت ل
22 إِلَّا dışında
23 قَلِيلًا pek azı ق ل ل

  Bedeve بدو :  بَدَا bir şeyin apaçık ortaya çıkışını ifade eden bir fiildir. Mastarı بُدْوٌ ve بَداءٌ şekillerinde gelir.

بَدْوٌ kelimesi ise حَضَرٌ’un zıddıdır ve çöl manasındadır.

  Kur'an-ı Kerim'de de geçen بادٌ sözcüğü aslen بادِيَةٌ demektir ki o da içinde bulunan şeyi apaçık gösteren yer anlamına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 31 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Bedevi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ 

 

Ayet, önceki ayetteki  اَعْمَالَهُمْ ’un hali olarak mahallen mansubdur.

Fiil cümlesidir. يَحْسَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Sanmak anlamında kalp fiilidir.Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْاَحْزَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَمْ يَذْهَبُوا  cümlesi, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

يَذْهَبُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.  ألفي -  دري -  رأي -  وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ -  حسب -  خال - زعم - عدّ  fiilleridir.

3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ  - ردّ  -  ترك  fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 

1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِ  şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. الْاَحْزَابُ  fail olup damme ile merfûdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  يَوَدُّوا  cümlesi şartın cevabıdır.  

يَوَدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَوْ  ve masdar-ı müevvel, يَوَدُّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ ’in bir masdar harfi olabilmesi için daha çok  وَدَّ  ve  أحَبَّ  gibi temenni bildiren fiillerle birlikte kullanılması şarttır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, يودّوا لو ثبت أنهم بادون في الأعراب  şeklindedir.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. بَادُونَ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَعْرَابِ  car mecruru  بَادُونَ ’ye mütealliktir. 

يَسْـَٔلُونَ  cümlesi,  بَادُونَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur. Veya  اَنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

يَسْـَٔلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  car mecruru  يَسْـَٔلُونَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَادُونَ ; sülâsî mücerredi بدو  olan fiilin ism-i failidir. 

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

İsim cümlesidir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا  nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. ف۪يكُمْ  car mecruru  كَانُوا ’nun mahzuf haberine mütealliktir. Şartın cevabı  مَا قَاتَلُٓوا ‘dur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قَاتَلُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır. قَل۪يلاً۟  masdan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَاتَلُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْسَبُونَ الْاَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُواۚ

 

Ayetin ilk cümlesi, istînâfiye veya önceki ayetteki  اَعْمَالَهُمْۜ ’daki zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَمْ يَذْهَبُوا  cümlesi,  الْاَحْزَابَ ’den sonra ikinci mef’ûldür. لَمْ  muzariyi cezm etmiş ve manasını olumsuz maziye çevirmiştir.


 وَاِنْ يَأْتِ الْاَحْزَابُ يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi  و ‘la …يَحْسَبُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart üslubunda gelen terkipte  يَأْتِ الْاَحْزَابُ  cümlesi, şarttır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

فِ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  يَوَدُّوا لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ  , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Temenni ve masdar harfi  لَوْ ‘in dahil olduğu  لَوْ اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ  cümlesi  يَوَدُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لَوْ ‘in, akabindeki masdar harfi  اَنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  اَنَّهُمْ بَادُونَ فِي الْاَعْرَابِ يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْۜ , masdar teviliyle takdiri  ثبت  olan mahzuf fiilin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ nin haberi olan  بَادُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin müsnedün ileyhteki istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.

Bu ayette  اَنَّ 'nin haberi, müştak isim olarak gelmiştir. Bu konuda görüş beyan edenler bilmelidirler ki, ayetteki  لَوْ , temenni içindir. ليت  mevkiinde kullanılmıştır. (Suyûtî, İtkân, c. 1, s. 480) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَسْـَٔلُونَ عَنْ اَنْبَٓائِكُمْ  cümlesi,  بَادُونَ ’deki zamirden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.

فِي الْاَعْرَابِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  araplar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْاَعْرَابِ, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

يَسْـَٔلُونَ [Sorarlar] ifadesi [birbirlerine sorarlar] anlamında  يسّائَلون  şeklinde de okunmuştur yani “Ne duydun? Sana ne haber geldi?” diye birbirlerine -veya bedevilere- sorarlar demektir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)

لَوْ  harfi,  وُدٍّ  fiilinden sonra gelirse temenni ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)  

Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır. Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur. Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler.Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Kur’ânda bu kelime 6 ‘sı Tevbe suresinde olmak üzere 10 kere geçmiştir. 

  وَلَوْ كَانُوا ف۪يكُمْ مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟

 

 

Son cümle, ayetin başındaki … يَحْسَبُونَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada  inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Inşâ cümlesinin haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.

Şart üslubunda gelen terkipte nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan  كَانُوا ف۪يكُمْ , şarttır.

Şart cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪يكُمْ  car mecruru, كَان ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  مَا قَاتَلُٓوا اِلَّا قَل۪يلاً۟ , mazi fiil sıygasında faide-i haber  inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. İki tekit hükmündeki kasr, fiille mahzuf mef’ûlü mutlak arasındadır. قَاتَلُٓوا  maksûr/sıfat, قَل۪يلاً  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l- mevsûftur.

قَل۪يلاً۟ , Takdiri  قتالا  (çatışma) olan mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الْاَحْزَابَ , ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Ayette iki farklı görevdeki  لو ’ler arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

يَذْهَبُواۚ - يَأْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ahzâb Sûresi 21. Ayet

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ  ٢١


Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 كَانَ vardır ك و ن
3 لَكُمْ sizin için
4 فِي
5 رَسُولِ Elçisinde ر س ل
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أُسْوَةٌ bir örnek ا س و
8 حَسَنَةٌ en güzel ح س ن
9 لِمَنْ kimseler için
10 كَانَ ك و ن
11 يَرْجُو kavuşmaya inanan ر ج و
12 اللَّهَ Allah’a
13 وَالْيَوْمَ ve gününe ي و م
14 الْاخِرَ ahiret ا خ ر
15 وَذَكَرَ ve anan ذ ك ر
16 اللَّهَ Allah’ı
17 كَثِيرًا çokça ك ث ر

İnsanlar dünyada amaçlarına ulaşabilmek için uygun örnek ve rehberler edinirler, bunların yollarını izleyerek, tavsiyelerine uyarak hareket edip istediklerini elde etmeye çalışırlar. Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lutfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmeti, şahidi, müjdecisi, davetçisi, ışığı olan Muhammed Mustafa’dır. Onun örnekliği yalnızca Hendek Savaşı’ndaki davranışlarında değil müminlerin bütün hayatlarında geçerlidir. İlgili kaynaklarda onun yaptıklarını yapmanın, izinden gitmenin hükmü üzerinde durulmuş, ortaya üç görüş çıkmıştır: 1. Onu örnek almak farzdır, aksine bir delil bulunmadıkça her yaptığı yapılmalıdır. 2. Onun örnekliği, aksine bir delil bulunmadıkça müstehaptır (tavsiye edilmiştir). 3. Dinî konularda birincisi, dünya işlerinde ikincisi doğrudur (Kurtubî, XIV, 154). Bize göre Hz. Peygamber’in bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer delil ve karîneler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.

Hendek Savaşı’nda müminler, Hz. Peygamber’i örnek almışlar, ona itaat ederek dünyada önemli bir zafer kazanmışlar, âhirette ise büyük bir ödülü hak etmişlerdir.

“Münafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın” lafzından, münafıkların da affedilebileceği manası çıkarılabilir; ancak Kur’an âyetleri bir bütün olarak göz önüne alındığında cümleyi, “Tövbe ettikleri takdirde bağışlasın” şeklinde anlamak gerekecektir.

Riyazus Salihin, 169 Nolu Hadis
Âbis İbni Rabîa  şöyle dedi:
Ben, Ömer İbni Hattâb’ın Hacerülesved’i öptüğünü gördüm. O esnada diyordu ki:
Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar veremeyeceğini biliyorum. Şâyet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.  
(Buhârî, Hac 50; Müslim, Hac 251)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

 

İsim cümlesidir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَكُمْ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. ف۪ي رَسُولِ  car mecruru  اُسْوَةٌ ’ un mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اُسْوَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur. حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harfi ceriyle  لَكُمْ ’den bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası  يَرْجُوا اللّٰهَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  يَرْجُوا  cümlesi, كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْيَوْمَ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْاٰخِرَ  kelimesi  الْيَوْمَ ’nin sıfat olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يراً  masdardan naib mef’ûlun mutlak oup fetha ile mansubdur. Takdiri,  ذكرًا كثيرًا (çok zikir) şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ

 

Müste’nefe olan ayete dahil olan  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Ayette kasem fiilinin mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır. 

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesi, kasemin cevabıdır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  car-mecruru, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ifadesi, كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اُسْوَةٌ ‘in mahzuf mukaddem haline müteallik olan  ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ  car mecruru, ihtimam için zul-hale takdim edilmiştir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

 ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde tecrîd sanatı vardır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَسُولِ اللّٰهِ  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzaf olan Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

حَسَنَةٌ  kelimesi  اُسْوَةٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اُسْوَةٌ , nekre gelerek nev ve tazim ifade etmiştir. 

Cer harfinin tekrarıyla mecrur konumdaki müşterek ism-imevsûl  لِمَنْ , müsnede müteallik olan  لَكُمْ   ‘den bedeldir. 

Sla cümlesi olan  كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  cümlesi, كَانَ ’nin haberidir. 

İsim cümlesinde müsnedin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ  terkibi, lafz-ı celâle atfedilmiştir. Cihet-i camia tezayüftür.

الْاٰخِرِ  kelimesi  الْيَوْمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Makabline matuf olan  وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Muzari sıygadan mazi sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

كَث۪يراً , mahzuf mef’ûlü mutlaktan naib sıfattır. Amili, ذَكَرَ ’dir. Takdiri,  ذكرًا كثيرًا (çok zikir)’dir.

لَكُمْ  [sizin için] dedikten sonra Hz. Peygamberi örnek alması gerekenlerin Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler olarak ayrıntılanmasında ıtnâb ve taksim sanatı vardır.

Zamir yerine zahir isim gelerek, lafza-i celâlin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük için tekrarlanmasında tecrîd, iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَانَ  ve  اللّٰهَ  kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

O'na ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça, çok zaman zikredenlerdir. Zira Allah'ın devamlı zikri, kişiyi itaate bağlar ve işte ancak onunla Resulullah'ı örnek almak gerçekleşir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Ahzâb Sûresi 22. Ayet

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ  ٢٢


Mü’minler, düşman birliklerini görünce, “İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir” dediler. Bu, onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا zaman
2 رَأَى gördükleri ر ا ي
3 الْمُؤْمِنُونَ mü’minler ا م ن
4 الْأَحْزَابَ (düşman) orduları ح ز ب
5 قَالُوا dediler ق و ل
6 هَٰذَا bu
7 مَا
8 وَعَدَنَا bize va’dettiğidir و ع د
9 اللَّهُ Allah’ın
10 وَرَسُولُهُ ve Resulünün ر س ل
11 وَصَدَقَ ve doğrudur ص د ق
12 اللَّهُ Allah
13 وَرَسُولُهُ ve Resulü ر س ل
14 وَمَا ve
15 زَادَهُمْ artırmadı ز ي د
16 إِلَّا başka bir şey
17 إِيمَانًا imanlarını ا م ن
18 وَتَسْلِيمًا ve teslimiyetlerini س ل م

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. رَاَ  ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَاَ  fiili mahzuf  ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. الْمُؤْمِنُونَ  fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْاَحْزَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Şartın cevabı  قَالُوا ‘dur.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli,  هٰذَا مَا ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

وَعَدَنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.  

رَسُولُهُ  atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ  cümlesi atıf harfi و ’la  وَعَدَنَا  cümlesine matuftur.

صَدَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. رَسُولُهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.  b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir. c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُؤْمِنُونَ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. زَادَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّٓا hasr edatıdır. ا۪يمَاناً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. تَسْل۪يماً  atıf harfi و ’la makabline matuftur.

وَلَمَّا رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُۘ 

 

وَ , istînâfiyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Şart üslubunda gelen ayette  حين  manasında şart anlamı taşıyan  لَمَّا , zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَ الْمُؤْمِنُونَ الْاَحْزَابَۙ  cümlesi, şarttır ve  لَمَّا ’nın muzafun ileyhidir. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, c. 7, s. 424)

لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan  قَالُوا هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i işaret mübteda, ism-i mevsûl haberdir.

Müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna ve mertebesinin yüksekliğine delalet ederek tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare sanatı vardır.  هٰذَا  ile Allah ve rasulünün vaadine işaret edilmiştir. Böylece vaad, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Haber konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sıla cümlesi olan  وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُ , sebat, temekküne ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Her iki cümledeki müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olmasında mütekellimin kastı, telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmaktır

وَرَسُولُهُ , lafz-ı celâle matuftur. Cihet-i camiâ, tezayüftür.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَسُولُهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzaf olan  رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.

Zamir yerine zahir isim gelerek,  وَصَدَقَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ  ifadesinin, heybeti artırmak, zihne yerleştirmek, telezzüz ve teberrük için tekrarlanmasında, iltifat, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlelerde zahir isim tekrarlanmak suretiyle itnâb yapılmıştır. Şereflendirme ve yüceltme için yüce isim tek­rar edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 


 وَمَا زَادَهُمْ اِلَّٓا ا۪يمَاناً وَتَسْل۪يماًۜ

 

Ayetin son cümlesi, önceki şart üslubunda gelen terkibe atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada haber cümlesi inşâ cümlesine atfedilmiştir. Matufun aleyhin haberî manada olması, haber cümlesinin inşâ cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Inşâ üslubundan haber üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.

Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille, mef’ûl arasındadır.

زَادَهُمْ  maksur/sıfat,  ا۪يمَاناً  maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir. O takdirde fail, mefûle hasredilmiş olur.

Temasül nedeniyle birbirine atfedilmiş mef’ûl konumundaki  ا۪يمَاناً  ve  تَسْل۪يماً  kelimelerinin nekre gelişi, kesret ve tazim içindir.

Ayette iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

رَسُولُ - الْمُؤْمِنُونَ - ا۪يمَاناً - تَسْل۪يماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ, münafıkların durumunu anlatınca, müminlerin haline de değinmiştir. Bu da onların, “İşte bu, Allah’ın bizi imtihan edeceği hususundaki bize olan vaadidir” demeleridir. Daha sonra onlar, o münafıkların, “Allah ve Resulü bize bir aldatıştan başka bir şey vaad etmemiştir.” (Ahzab Suresi, 12) şeklindeki sözlerine mukabil, “Allah ve Peygamberi doğru söylemiş” demişlerdir. Müminlerin bu sözleri, o anda meydana gelen hâdise (ve hâdiselere) bir işaret değildir. Çünkü onlar, o şeyler meydana gelmeden önce de Allah’ın doğru söylemiş olduğunu biliyor, buna inanıyorlardı. Binaenaleyh bu söz bir müjdeye işaret olup bu da onların, “İşte bu Allah’ın ve Resulünün bize vaad ettiği şeyler. Bu vaad aynen vuku buldu. Allah her vaadinde doğrudur. O halde Mekke’nin, Rum’un (Anadolu’nun) ve Fars’ın (İran’ın) fethine dair bütün vaadler de tahakkuk edecektir.” seklindeki sözleridir. Bu, bu işin meydana geleceğine olan imanlarını artırdı, meydana gelince de teslimiyetlerini fazlalaştırdı. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)

Sayfadaki bütün ayetler, fethalı kelimelerle son bulmuştur. Bu kelimelerin oluşturduğu ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Fasılalar surenin okunuşuna apayrı bir musiki katmaktadır. Ayet sonlarındaki bu mükemmel uyum, seci sanatının en güzel örneklerindendir.

Günün Mesajı
Münafıklar sadece dünyevi kazanç peşinde oldukları ve her şeyi o andaki zahiri şartlara göre değerlendirdikleri için, Hendek Savaşı'nda kendilerini İslâm'ın merkezinde kuşatılmış bulunca, Allah ve Rasülü'nün İslâm'ın geleceğiyle ilgili va'dlerinin bir aldanıştan ibaret olduğu düşüncesine kapıldılar. Oysa Allahü Tealâ'nın icraatını, icraatının kanunlarını ve hikmetlerini çok iyi bilen müminler, Allah'ın ve, Rasülü'nün va'dinin gerçekleşmesinde kendilerine düşen pek çok vazifeler olduğunun şuurunda idiler. Allah'ın kendilerini “inandık” demekle bırakmayacağını ve nasıl daha önceki ümmetleri imtihanlardan geçirmişse, kendilerini de imtihandan geçireceğini çok iyi biliyorlardı. Bu, gerçek müminler ve münafıklar ortaya çıksın, kim daha güzel işlerde bulunuyor belli olsun, Allah müminleri her bakımdan arındırsın, kâfirleri perişan etsin ve müminlerden şehitler, şahitler edinsin diye idi (Ankebût Sûresi, 29/2-3; Mülk Sûresi, 67/2, Âl-i İmran Sûresi, 3/140-141, 166-167). Bu maksatla O, müminleri korkuyla, açlıkla ve servet, can ve kazançlardan eksiltme ile imtihan edecekti (Bakara Sûresi, 2/155-157) İmtihanda kazananlara ise elbette O, mükâfatını verecek ve onlara olan va'dini yerine getirecekti. Hendek Savaşı ve zaferi bunu bir daha ispatladı.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Allahım! Yaşadıklarımızın sebep olduğu dünyalık duygu hallerine kapılıp gitmektense, bizi Sana hakiki manada teslim olanlardan eyle. Kalplerimize, ‘tevekkül’ün manasını bellet, yardımın ve iznin ile tevekkül edenlerden olalım. Nefsimizin ve şeytanın vesveselerinin, bizi, kul olarak yapmamız gerekenlerden alıkoymasından Sana sığınırız. 

Ey Allahım! Şüphesiz ki korktuklarımızdan ve bilmediğimiz her türlü şerden, bizi koruyan Sensin. Koruyucuların en hayırlısı Sensin. Bizi koru: nefsimizi zora sokacak ve dünyada bizi çaresizliğe sürükleyecek her türlü halden koru. Yaşadığımız hastalıkların ve sıkıntıların ecrini kazanmayı nasip eyle ve onları gönüllerimize ferahlık sebebi olacak hayırlarla değiştir.

Ey Allahım! Bizi; nefsin dünyaya meyil etmesinden doğan duyguların aşırıya kaçmasından muhafaza buyur. Yapmadıklarımızı yapmış gibi davranmak, dünyalık menfaat için haksızlık yapmak ve ibadetlerden taviz vermek gafletlerine düşmekten Sana sığınırız. Bizi; Senin lütfuna ve ahiret gününe umut bağlayanlardan ve Seni çokça zikredenlerden eyle. 

Ey Allahım! Hayır kapıların sonsuzdur, bize hakkımızda hayırlı olanı ama rahmetinle kolaylaştırdığın, güzelleştirdiğin ve gönlümüze sevdirdiklerini nasip eyle. Aceleciliğimize ya da cahilliğimize yenik düşerek, sonucu hayırsızlıkla bitecek olanın peşinden gitmekten ya da o şeyi istemekten Sana sığınırız. Bizi affet ve bizden razı ol. Bizi ömrü boyunca, Sana olan imanı ve teslimiyeti artanlardan ve son nefesini de bu hal üzerinde verenlerden eyle. 

Amin.

***

İnsan, güvende hissetmek için bazı hallerden kaçar. Bazen tehlike olmamasına rağmen korkar ve tepki verir. Kaçılmaması gereken zamanlarda bile sakınmaya çalışır. Öyle ki yanlış seçimler yaparak çeşitli fırsatları iter. Demek ki kendini korumak ve kaçmak arasında fark vardır. Zira kendini korumak bir ihtiyaç hali yani bir gerekliliktir. Belli durumlarda harekete geçmediği zaman ya kısa ya da uzun vadede zarar görme ihtimali yüksektir. 

Burada yeni bir kapı açılır: Kendini Allah’ın bir kulu olduğu için korumaya çalışmakla, dünyalıkları yitirme korkusuyla savunma mekanizmasını çalıştırmak arasında ince görünümlü derin bir fark vardır. Sadece dünyayı isteyen kişi, istediği sonuca ulaşamadığında tam anlamıyla kayba ve hasret ile harmanlanmış bir hayal kırıklığına uğrar. Allah rızasını umarak çabalayan için ise tek bir sonuç yoktur. Allah’ın adıyla attığı adımların mükafatını alacağını bilir.

İnsan sahip olduğu her şeyi (canını, dinini, malını, işini, evliliğini, akrabalık ilişkilerini vb.) Allah’ın emirlerine itaat ederek Allah’a daha iyi bir kul olmak niyetiyle muhafaza etmelidir. Niyet çok önemlidir çünkü bazen koruduğunu düşündüğü yerlerde sıkıntıya düşebilir. Bedeni hastalanabilir, malını kaybedebilir ya da eşiyle anlaşamayabilir. Kimi popüler akımlar, burada da sorumluluğu tamamen kişiye bırakırcasına ‘yeterince istersen’ gibi mesajlar verir.

Dünyanın kontrol edilemez pekçok şartları arasındaki kişi bu tür yanılgılara heves ile sarıldığında yıpranır. Ölümsüz olmak ister ama ölecektir. Genç kalmak ister ama yaşlanacaktır. Bitmesin der ama her şey bitecektir. Elimizdeki nimetlerin övgüleri bize değil Allah’a aittir, yaşadığımız sıkıntıların dünyaya ya da ahirete yansıyacak hikmetleri vardır. Yaraların sarıldığı, tasaların bittiği, korkuların unutulduğu yer Allah’ın rızası ile kavuşulan Cennet’tir. Onun için de doğru niyetle, doğru şekilde çalışmak şarttır.

Ey Allahım! Senin, bizim üzerimize yüklemediklerini taşımaya çalışmaktan ve her şeyi kontrol edebileceğini sanan nefse kanmaktan Sana sığınırız. Bizi her şeyi Senin rızan için yapanlardan eyle. Ölmeyecekmiş gibi Sana itaat edenlerden ve Senin adın ile çalışanlardan; yaşı ilerlediğinde de Sana kolaylık ile ibadet etmek duasıyla sağlıklı yaşayanlardan eyle. Herhangi bir sıkıntı ile karşılaştığımızda dünyalık sebeplere sarılarak nefsani duygu ve düşüncelere kapılmaktan muhafaza buyur. İki cihanda da yüzlerimizi ve gözlerimizi güldür; gönüllerimizi ve sevdiklerimizi sevindir.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji