بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ ١٥
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | كَانَ | vardır |
|
3 | لِسَبَإٍ | Sebe (oğulların)ın |
|
4 | فِي | yerlerde |
|
5 | مَسْكَنِهِمْ | oturdukları |
|
6 | ايَةٌ | bir ibret |
|
7 | جَنَّتَانِ | iki bahçe |
|
8 | عَنْ |
|
|
9 | يَمِينٍ | sağdan |
|
10 | وَشِمَالٍ | ve soldan |
|
11 | كُلُوا | yeyin |
|
12 | مِنْ | -ndan |
|
13 | رِزْقِ | rızkı- |
|
14 | رَبِّكُمْ | Rabbinizin |
|
15 | وَاشْكُرُوا | ve şükredin |
|
16 | لَهُ | O’na |
|
17 | بَلْدَةٌ | (bir) ülke |
|
18 | طَيِّبَةٌ | hoş |
|
19 | وَرَبٌّ | ve Rabbin |
|
20 | غَفُورٌ | çok bağışlayandır |
|
لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ
İsim cümlesidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِسَبَأٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
ف۪ي مَسْكَنِهِمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اٰيَةٌۚ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ
جَنَّتَانِ kelimesi اٰيَةٌ ’den bedel olup müsenna olduğu için ref alameti eliftir. عَنْ يَم۪ينٍ car mecruru جَنَّتَانِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. شِمَالٍ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ
Fiil cümlesidir. كُلُوا fiil cümlesi mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir. Mahallen mansubdur.
كُلُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ رِزْقِ car mecruru كُلُوا fiiline mütealliktir. رَبِّكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اشْكُرُوا atıf harfi و ’la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اشْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru اشْكُرُوا fiiline mütealliktir.
بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
İsim cümlesidir. بَلْدَةٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri; هذه veya هى şeklindedir. طَيِّبَةٌ kelimesi بَلْدَةٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَبٌّ غَفُورٌ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
رَبٌّ kelimesi, takdiri المنعم olan mübtedanın haberidir. غَفُورٌ kelimesi رَبٌّ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ
Mukadder kasem cümlesi, istînâfiyyedir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş …كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌ cümlesi muksemun aleyhtir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِسَبَأٍ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اٰيَةٌ kelimesi, كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Cümlede müsnedün ileyh olan اٰيَةٌ kelimesinin tenkiri tazim ve teksir içindir.
ف۪ي مَسْكَنِهِمْ car mecruru, اٰيَةٌۚ ’un mahzuf haline mütealliktir.
جَنَّتَانِ kelimesi, اٰيَةٌۚ için bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَنْ يَم۪ينٍ car mecruru, جَنَّتَانِ ’nin mahzuf sıfatına müteallik, وَشِمَالٍۜ ise يَم۪ينٍ ’ye matuftur.
Ayetin, iki bahçe olduğu ve sağ, sol şeklinde ayrılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
يَم۪ينٍ - شِمَالٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
مَسْكَنِهِمْ , Sebelilerin yaşadıkları yer, ikamet ettikleri ülke ve topraklar veya her birinin oturduğu evdir; nitekim مَساكنهِمْ (meskenleri) şeklinde de okunmuştur. جَنَّتَانِ kelimesi اٰيَةٌۚ ’den bedel veya mahzuf bir mübtedanın haberidir; takdiri ise اٰيَةٌ جَنَّتَانِ (bu ayet de iki bahçedir) şeklindedir. Kelimenin merfû okunmasında medih anlamı vardır ki جَنَّتَينِ şeklinde medih üzere mansub okuyanın okuyuşu da buna delalet etmektedir. (Keşşâf)
Bundan önceki ayetlerde, Allah'ın nimetlerine şükredenlerin ahvali beyan edildikten sonra burada da, Allah'ın nimetlerine nankörlük edenlerin halleri beyan, edilmektedir. (Ebüssuûd)
Mahzuf yemine delalet eden لَ ve قَدْ ile tekid edilmesi; tariz yoluyla muhatapların kendi ülkelerinde yaşayan kimselerin halinden ibret almayan mütereddit kimseler menziline konması dolayısıyladır. كانَ fiilinin müzekker gelmesi, isminin hakiki müennes olmaması ve failiyle arasında car mecrur dolayısıyla mesafe olması sebebiyledir. (Âşûr)
كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ
Mahzuf sözün mekulü’l-kavli olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir şeklinde gelmiş olmasına rağmen emir anlamından çıkarak ibaha ifade etmiştir. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
رَبِّكُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. رَبِّ isminde tecrîd sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَاشْكُرُوا لَهُۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, هذه (bu) olan mübteda mahzuftur.
بَلْدَةٌ mukadder mübtedanın haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslüpta gelen وَرَبٌّ غَفُورٌ cümlesi ta’lil cümlesine matuftur. Cümlede رَبٌّ için takdir edilen mübteda, المنعم (nimetlendiren)’dir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla Rabb isminde tecrîd sanatı, Allah Teâlâ'nın, ziyadesiyle lütufkâr olduğunu vurgulamak, bütün bu nimetlerin Rabb’in lutfu olduğunu muhatabın zihnine yerleştirmek için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَلْدَةٌ - مَسْكَنِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَلْدَةٌ için sıfat olan طَيِّبَةٌ ve رَبٌّ için sıfat olan غَفُورٌ , mevsûflarının sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
غَفُورٌ ve طَيِّبَةٌ sıfatları, mübalağa veznindedir.
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ ١٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَأَعْرَضُوا | ama yüz çevirdiler |
|
2 | فَأَرْسَلْنَا | bu yüzden gönderdik |
|
3 | عَلَيْهِمْ | üzerlerine |
|
4 | سَيْلَ | selini |
|
5 | الْعَرِمِ | Arim |
|
6 | وَبَدَّلْنَاهُمْ | ve çevirdik |
|
7 | بِجَنَّتَيْهِمْ | onların iki bahçesini |
|
8 | جَنَّتَيْنِ | iki bahçeye |
|
9 | ذَوَاتَيْ | bulunan |
|
10 | أُكُلٍ | yemişli |
|
11 | خَمْطٍ | buruk |
|
12 | وَأَثْلٍ | ve acı meyvalı |
|
13 | وَشَيْءٍ | ve içinde |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | سِدْرٍ | sedir ağacı |
|
16 | قَلِيلٍ | biraz |
|
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ atıf harfidir. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
سَيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْعَرِمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَدَّلْنَا sükun üzere mebnî mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِجَنَّتَيْهِمْ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَنَّتَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ’dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. ذَوَاتَيْ kelimesi جَنَّتَيْنِ ’nin sıfatı olup nasb alameti ى ’dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
اُكُلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَمْطٍ kelimesi اُكُلٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. اَثْلٍ ve شَيْءٍ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
مِنْ سِدْرٍ car mecruru شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. قَل۪يلٍ kelimesi شَيْءٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
وَبَدَّلْنَاهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ
فَ , atıf harfidir. فَاَعْرَضُوا cümlesi, mukadder söze matuftur. İki ayet arasında meskutun anh mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ ve وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle …فَاَعْرَضُوا cümlesine atfedilmiştir.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , selin onlara ait olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan سَيْلَ الْعَرِمِ ’ye takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَا ve بَدَّلْنَاهُمْ fiillerinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
بِجَنَّتَيْهِمْ - جَنَّتَيْنِ kelimeleriyle ifade edilen iki cennet farklıdır. Bu kelimeler arasında tam cinas ıtnâb, müşâkele ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَنَّتَيْنِ için sıfat olan ذَوَاتَيْ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. ذَوَاتَيْ ’nin muzâfun ileyhi اُكُلٍ ve ona matuf olan
اَثْلٍ - شَيْءٍ kelimelerindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
خَمْطٍ - اَثْلٍ - سِدْرٍ - جَنَّتَيْنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ سِدْرٍ car mecruru, شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ : Bu kuru bahçelerde اَثْلٍ ve سِدْرٍ ağaçları gibi meyvelerinden faydalanılmayan bazı ağaçlar da vardı. Râzî şöyle der: Yüce Allah onların üzerine mallarını alıp götüren, evlerini harap eden bir sel gönderdi. Dikenli ve meyvesi acı olan her çeşit ağaca خَمْطٍ denir. اَثْلٍ ise tarfâ türünden bir ağaçtır. Sadece bazı zamanlarda meyve verir. Üzerinde tadı ve özelliği bakımından meşe palamutuna benzer veya ondan daha küçük bir meyve bulunur. سِدْرٍ ise bilinen bir ağaçtır. Ayette Yüce Allah سِدْرٍ için قَل۪يلٍ /az tabirini kullandı. Zira o, Arapların en değerli ağaçlarındandır. Yüce Allah bu ayetle, bahçelerin hangi yolla harap edildiğini açıkladı. İçinde bakım yapan insanların bulunduğu bahçelerde, bu bakım sebebiyle güzel meyveler olur. Bu bahçeler yıllarca bakımsız kalırsa, orman ve çalılık haline gelir. Ağaçlar birbirine dolaşır, zararlı bitkiler yetişir. Meyveler azalıp ağaçlar çoğalır. Tefsirciler şöyle der: Harap edilen bahçelerin yerine onlara verilenlere de bahçe denilmesi bir nevi alaydır. Çünkü اَثْلٍ , سِدْرٍ ve dikenli acı meyveli ağaçların bulunduğu yere bahçe denmez. Bunlar hemen hemen hiç faydalanılmayan ağaçlardır. Bu yerlere, müşâkele yoluyla bahçe denilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Bedel olarak gelen ve gerçekte adına bahçe denmeyecek bir azap halini ifade eden ikinci جَنَّتَيْنِ lafzının kullanılması, müşâkele üslubu gereği olup bununla “alay etme” kastedilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâd, c. VII, s. 128)
Müşâkele; bir lafzın başka bir lafzın beraberinde bulunması ve ona yakınlığı (musâhabet) alakası nedeniyle gerçek anlamı dışında kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Bu ayette cennetin cennetle değiştirilmesinden bahsedilmektedir. Fakat ikincisi ceza niteliği taşımakta ve bu ifadenin seyri içerisinde açığa çıkmaktadır. Ayetteki بَدَّلْنَا kelimesinden Allah’ın onlara günahlarının karşılığı olarak zevk aldıkları şeylerde zorluk çıkardığı ve bunun bir َbedîlun seyyie olduğu anlaşılıyor ki bu da onların zevk aldıkları şeydeki zevki yok eden bir şeyle karşılaşmalarıdır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , taş yığını demektir. Bir diğer görüşe göre ise suyun önünü kesen engellerdir. Başka bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , suyun önüne bina edilen settir. Bir görüşe göre de Kraliçe Belkıs'ın, iki dağ arasında kayalar ve ziftle bina edip akar sular ile yağmur sularını baraj gölü haline getiren ve sulamaları için ihtiyaç duydukları delikleri de olan muhkem bir set idi.
Bir görüşe göre ise الْعَرِمِ , köstebek fareleridir ki Allah, o fareleri onlara musallat kıldı ve bu köstebekler, o seti deldiler de memleketleri sular altında kaldı. Bir diğer görüşe göre ise Arim, bir vadinin adıdır.
Derler ki bu olay, Hz. isa ile Peygamberimiz arasındaki fetret döneminde olmuştur. (Ebüssuûd)
Ayet-i kerimede fiilin عَلى ile müteaddi oluşu intikam için gönderilmesi sebebiyledir. Çünkü sel suyu bir setle bir yerde tutulur, sulamak için bir miktar su bahçelerine gönderilirdi. Tevhid çağrısından sonra Allah'ı inkâr ettiklerinde Allah, onlara bir azap nasip etti ve barajın içindeki sular fışkırdı. Bu onlar için bir tehlikeydi. Sonra bunu yağmur ülkesine göre kuraklık ve ihtiyaç olduğu zamanda su bulunmaması takip etti ki bu onların yüz çevirmeleri ve şirk koşmaları için bir cezadır. (Âşûr)
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ ١٧
Sedera سدر : سِدْرٌ yendiğinde çok az faydası olan bir tür ağaçtır. Sedir ağacı başka bir şeye ihtiyaç bırakmayacak kadar bol gölgesi olması sebebiyle Kur'an-ı Kerim'de cennet gölgesi ve nimetleri ile ilgili mesel olarakta kullanılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli sedir ağacıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ , amili جَزَيْنَاهُمْ fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَزَيْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, بِ harf-i ceriyle birlikte جَزَيْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُجَاز۪ٓي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur
اِلَّا hasr edatıdır. الْكَفُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نُجَاز۪ٓي sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi جزى ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl konumundaki ذٰلِكَ , önemine binaen amili olan جَزَيْنَاهُمْ ’a takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.
Mef’ûlun işaret ismiyle gelmesi, durumun ciddiyetini ve korkunçluğunu belirtmek içindir.
Küfredenlerin aldıkları cezaya işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Masdar harfi مَا ’nın sılası olan كَفَرُوا , masdar tevilinde olup başındaki harf-i cerle birlikte جَزَيْنَاهُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِمَا ’daki بِ , sebebiyet içindir. كَفَرُواۜ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 5, s. 190)
Cümlede normal tertibin جَزَيْنَاهُمْ ذٰلِكَ şeklinde olması gerekirken, ceza fiilinin ikinci mef'ûlü ذٰلِكَ fiiline takdim edilerek ibarenin tabii dizilişi değişmiştir. Bu işlemden burada belâgî bir nükte gözetildiği anlaşılır. Bu nükteyi de “Mef’ûlün takdimi tazim içindir, tahsis için değil” şeklinde veciz bir ifadeyle açıklayan Beyzâvî, hem mef'ûlün öne alınmasının gerekçesini açıklar hem de bunu tahsisle gerekçelendirenlere gönderme yapar.
Beyzâvî’nin tazim içindir sözünün anlamı şudur. Peygamberleri inkâr ve nimete nankörlük etmeleri dolayısıyla Arim selinin Sebe halkının üzerlerine salıverilmesi, yurtları ve bahçelerinin harap edilmesi son derece büyük ve ibretlik bir cezadır. Büyüklüğü sebebiyle de önce zikredilmeye layıktır. Çünkü büyük olaylar tazim için küçüklerden önce zikredilir.
Tahsis değildir. (Dilciler mamulün amiline takdiminin tahsis ifade edip etmemesiyle ilgili olarak iki gruba ayrılmışlardır. Birinci gruba göre mutlaka tahsis ifade ederken çoğunluğun oluşturduğu diğer gruba göre umumiyetle tahsis ifade eder. (Zerkeşî, III, 278.) sözüne gelince; eğer bu ifade tahsis anlamı ifade etseydi o takdirde sadece bu dünyada aldıkları o cezaya münhasır olurdu. Oysa kâfirin cezası sadece bu dünyada alacağı bir cezayla sınırlandırılamaz. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
İşaret isminin, cezanın nevini açıklamak için gelmiş mef’ûlu mutlaktan naib olması caizdir. Bu; işaret yoluyla beyandır. Onların iki bahçesini başka iki bahçeye çevirerek cezalandırdık demektir. Bu şiddetli cezanın önemi dolayısıyla ve büyük ve korkutucu olduğu için ism-i işaret yoluyla zihinde canlandırmak için amiline takdim edilmiştir. Mübteda olması da caizdir. Bu durumda işaret ismi yukarıda geçen sözlerine işaret olur. جَزَيْناهم da haberi olur. Ait zamir mahzuftur. Fiilin aslı جَزَيْناهُمُوهُ şeklindedir. (Âşûr)
وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ
وَ atıf harfidir. İstifham harfi هَلْ , nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy manadaki هَلْ , soru harfi اِلَّا ile birlikte kasr oluşturmuştur. İki tekid unsuru sayılan kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. نُجَاز۪ٓي maksûr/sıfat, الْكَفُورَ maksûrun aleyh/mevsûftur.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الْكَفُورَ kelimesi, فعول vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîl olarak ıtnâb sanatıdır.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
نُجَاز۪ٓي - جَزَيْنَاهُمْ ve كَفَرُواۜ - الْكَفُورَ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
هَلْ نُجَاز۪ٓي - جَزَيْنَاهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Ayetin ikinci kısmı mana itibariyle öncesindeki cümleyle ilgili olup ondan bağımsız bir manası olmadığı için atasözü gibi yaygınlaşmamıştır. Çünkü ceza lafzı hem sevap verme hem de cezalandırma anlamında kullanılırken burada her iki lafız da cezalandırma anlamında kullanılmıştır. Yine burada da tezyîl ifadesi birinci cümlenin manasını pekiştirmek için gelmiştir. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Sebe suresindeki bu ayet hangi açıdan bakılırsa bakılsın, hangi kelime ve tanım esas alınırsa alınsın her biri için uygundur. Zira ayette iki kere vakıf mümkündür. Her ikisinde de muhatabın zihninden geçirebileceği ve dilinin o yönde akacağı aynı kökten ikişer kelime bulunmaktadır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Ayette sözü edilen kavim önceleri kendilerine bağ bahçe gibi çeşitli nimetler verilen fakat daha sonra aşırı nankörlüklerinden dolayı bu nimetler ellerinden alınarak cezalandırılan Sebe kavmidir. Nimetlere nankörlükte ve peygamberleri inkâr etmede aşırı gittiklerinden dolayı durumları tersine çevrilerek bu şekilde cezalandırılmışlardır. İbarede, mübalağa ifade eden الْكَفُورَ kalıbının kullanılmasından da anlaşılacağı üzere inkâr ve nankörlükleri aşırı olunca ceza amel cinsindendir prensibince cezaları da şiddetli olmuştur. Ayette yer alan soru edatı هَلْ nefy manasına olup هَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ cümlesinin anlamı [Biz, küfür ve nankörlükte aşırı gidenden başka hiç kimseye böyle şiddetli bir ceza vermeyiz] şeklinde olur. Nankörlerin hak ettikleri cezayı tam olarak alacaklarının ifade edildiği bu ayette lafız ve mana birbirine eşit olduğu için müsavat sanatının varlığı söz konusu olmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Bundan sonraki ayette, ticarî seferleri ile diğer seferlerinde kendilerine verilen nimetler ile o nimetlere gösterdikleri nankörlük ve bu yüzden başlarına gelenler hikâye edilerek kıssaları, ikmal ve akıbetleri beyan edilmektedir. Bunların her ikisi birlikte zikredilmemiştir, çünkü tekrarda ziyadesiyle dikkat çekme ve hatırlatma vardır. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hakk’ın وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ ifadesinde, “ceza” kelimesinin, cezalar hakkında, suçlar hakkında kullanıldığına delalet etmektedir. Belki de bu fikri benimseyenler bunu, “mücâzât” kelimesinin “müfâale” babından gelişinden; bu babın da genel olarak, her birinden diğeri hakkında bir cezanın, karşılığı alındığı iki kimse hakkında kullanılır olmasından bunu çıkarmışlardır. Halbuki nimetler hakkında bu masdar kullanılamaz; çünkü Allah, nimetleri doğrudan veren bir zattır. (Fahreddin er-Râzî)
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ ١٨
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلْنَا | ve var ettik |
|
2 | بَيْنَهُمْ | onların arasında |
|
3 | وَبَيْنَ | ve arasında |
|
4 | الْقُرَى | kentler |
|
5 | الَّتِي |
|
|
6 | بَارَكْنَا | bereketlendirdiğimiz |
|
7 | فِيهَا | içinde |
|
8 | قُرًى | kentler |
|
9 | ظَاهِرَةً | açıkça görünen |
|
10 | وَقَدَّرْنَا | ve takdir ettik |
|
11 | فِيهَا | bunlar arasında |
|
12 | السَّيْرَ | yürümeyi |
|
13 | سِيرُوا | yürüyün |
|
14 | فِيهَا | oralarda |
|
15 | لَيَالِيَ | geceleri |
|
16 | وَأَيَّامًا | ve gündüzleri |
|
17 | امِنِينَ | güven içinde |
|
Allah Teâlâ’nın Sebeliler’e lutfu sadece çekici güzelliklere sahip bir ülke nasip etmekle sınırlı değildi; yukarıda açıklandığı üzere bulundukları yer ile Suriye-Filistin bölgesi arasında güvenli bir yol güzergâhının ve çok sık yerleşim yerlerinin oluşmasına, seyahat ve ticaretin nimetlerinden yararlanmalarına imkân sağlanmıştı. Onlar ise bu nimetlerin değerini bilemediler, şımarıklık edip Allah’a isyan yolunu tercih ettiler.
18. âyetin “bereketli kıldığımız” şeklinde çevrilen kısmı hemen bütün müfessirlerce Şam bölgesi olarak gösterilmiştir (Taberî, XXII, 83; Zemahşerî, III, 256; İbn Atıyye, IV, 415); bazıları özel olarak Kudüs’ü zikrederler (Taberî, XXII, 84). Bunu “mübarek, kutlu kıldığımız” şeklinde çevirmek de mümkündür. “Belde” ve “yerleşim yeri” anlamlarını verdiğimiz karye kelimesi Arapça’da şehirler ve yer zikredilip oturanlar kastedilmek suretiyle küçük topluluklar için kullanılır (İbn Atıyye, IV, 415). 15-17. âyetlerin tefsirinde belirtilen güzergâhta büyüklü küçüklü çok sayıda yerleşim yeri bulunuyordu (yukarıda sayılanlardan başka aradaki diğer yerleşim yerlerinin isimleri için bk. Adolf Grohmann, “Mârib [Ma’rib]”, İA, VII, 322). “Birbirini gören” anlamını verdiğimiz zâhiraten kelimesinin yorumları şöyle özetlenebilir: Şam’a kadar uzanan yol üzerinde peş peşe gelen yerleşim yerleri (Taberî, XXII, 84); birbirinin görüş mesafesinde; yolcuların kolay görebileceği tarzda yani yol güzergâhı üzerinde (Zemahşerî, III, 256).
“Bunlar arasında seyahati uygun konaklara ayırmış olduk” şeklinde tercüme edilen cümle daha çok şöyle açıklanmıştır: Bir yerleşim yerinden diğerine muayyen, mâkul, kolay varılabilir mesafeler vardı, meselâ yarım günde varılabiliyordu (Râzî, XXV, 252; Şevkânî, IV, 368); birinden yola çıkan kimse azık ve su taşımadan, açıkta yatmadan ve tehlike görmeden diğerine ulaşabilirdi (Taberî, XXII, 84-85; Zemahşerî, III, 256). Muhtemelen mola verilen her durakta yolcular için hazırlanmış binalar ve kuyular vardı, yeterli mal ve hizmet üretimi sağlanıyordu ve bu sistemin yürümesi için belirli görevliler vardı. Bu, çevredekilerin oralara gelip yolcu kafileleriyle temas etmesini cazip kılmaktaydı (İbn Âşûr, XXII, 174).
“Oralarda geceleri, gündüzleri güven içinde seyahat edin” şeklinde çevirdiğimiz cümlede yer alan “geceleri, gündüzleri” kaydı ile ilgili başlıca izahlar şunlardır: İster gece ister gündüz seyahat edin, güvenlik durumu vakitten vakte farklılık göstermez veya geceler ve gündüzler boyu seyahat etseniz güvenlik sorunuyla karşılaşmazsınız (Zemahşerî, III, 256); bir yoruma göre ise burada yerleşim yerlerinin sıklığına işaret edilmektedir (Râzî, XXV, 252). Kur’an-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında, seyahat etme, değişik toplumların kültür ve medeniyetlerine muttali olma, bilgi ve fikir alışverişinde bulunmanın önemini gösteren birçok delil vardır. Bu arada güvenlik içinde seyahat edebilmenin ne büyük nimet olduğuna göndermeler yapılmıştır (bu konuda bk. Kureyş 106/1-4). Bu sebeple tefsirlerdeki ortak kanaat dikkate alınarak âyette lafzan yer almayan “güven içinde” kaydı meâle eklenmiştir.
Müfessirlerin 19. âyette geçen ve “Rabbimiz! Konak yerlerimizin arasını uzaklaştır” şeklinde tercüme edilen cümlenin anlamı ile ilgili belli başlı açıklamaları şunlardır: a) Rahatlık battı, şımardılar; b) Benî İsrail’in iyiyi kötüyle değiştirmek istemesi (bk. Bakara 2/61) gibi davrandılar; c) “Bahçelerimiz bulunduğu yerlerden daha uzak mesafelerde olsaydı istek ve iştahımızı arttırırdı” dediler; d) Şam bölgesi ile aralarında çöller bulunmasını temenni ettiler ve uzun yol hazırlıkları yaparak seyahat etme özlemini dile getirdiler (Taberî, XXII, 85-86; Zemahşerî, III, 257; Şevkânî, IV, 369). Bu sözleri, kendilerine öğüt veren peygamberlere veya iyi kişilere karşı söylemiş olmaları muhtemeldir (İbn Âşûr, XXII, 176). Fakat onlar bu tavrı sözle değil, lisân-ı halleriyle yani davranışlarıyla da ortaya koymuş olabilirler (Râzî, XXV, 252). Bir okuyuşa göre “rabbimiz” kelimesi öznedir ve cümle, “Rabbimiz aramızdaki mesafeleri uzattı” anlamına gelmektedir, bunun yorumu ise şöyledir: Nimetler bol ve refah düzeyi yüksek olduğundan, kısacık mesafeler olmasına rağmen uzunluktan şikâyet ediyorlar, şımarıklık edip “Rabbimiz aramızdaki mesafeleri uzattı” diyerek sahte bir hüzün izhar ediyorlardı (Zemahşerî, III, 257; Şevkânî, IV, 369). Muhammed Esed bu kıraatin daha uygun olduğunu savunurken şöyle bir açıklama yapmaktadır: “Çünkü (Zemahşerî’nin de işaret ettiği gibi), Sebe halkının devletlerinin yıkılmasından, nüfusun büyük kısmının sürgüne gönderilmesinden ve neticede (büyük kervan yolları üzerindeki) birçok köy ve kasabanın terkedilmesinden duydukları gecikmiş üzüntü ve pişmanlığı dile getirmektedir” (II, 876). Oysa bu yorumun kaynağı olarak gösterdiği Zemahşerî’nin açıklaması böyle değil, yukarıda belirttiğimiz şekildedir.
Âyetin “Onları ibret kıssaları haline getirdik” şeklinde çevrilen kısmı için “efsaneye, halk masallarına çevirdik” şeklinde tercümeler de yapılmıştır. Burada Sebeliler’in başına gelenler, özellikle onların parçalanmışlıklarıyla ilgili olarak Arapça’da meşhur olmuş özdeyişlere atıf yapıldığı (bk. Taberî, XXII, 86; İbn Atıyye, IV, 415; Zemahşerî, III, 257), ibret ve öğüt alınacak kıssalar haline getirildiklerinin vurgulandığı ya da o saltanatın yerinde yeller estiğine, onlardan geriye ancak öykülerin kaldığına bir telmihin bulunduğu (İbn Âşûr, XXII, 177-178) söylenebilir. Tarihî verilerden, “Darmadağın ettik” diye tercüme edilen cümle ile, büyük sel felâketini takiben Güney Arabistan sakinlerinin özellikle Arabistan’ın içlerine ve kuzey bölgelerine göç etmelerinin, kabilelerin bölünüp birbirlerine iltihak etmek zorunda kalmalarının kastedildiği anlaşılmaktadır (Zemahşerî, III, 257).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 428-431
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَهُمْ zaman zarfı, جَعَلْنَا ’nın ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَ zaman zarfı atıf harfi و ’la makabline matuftur. الْقُرَى muzâfun ileyh olup ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl الْقُرَى ’nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası بَارَكْنَا ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَارَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru بَارَكْنَا fiiline mütealliktir.
قُرًى mef’ûlun bih olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur. ظَاهِرَةً kelimesi قُرًى ’nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. قَدَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru قَدَّرْنَا fiiline mütealliktir. السَّيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ظَاهِرَةً kelimesi sülâsî mücerred olan ظهر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَدَّرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi قدر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. س۪يرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru س۪يرُوا fiiline mütealliktir. لَيَالِيَ zaman zarfı, س۪يرُوا fiiline mütealliktir.
اَيَّاماً atıf harfi و ’la makabline matuftur. اٰمِن۪ينَ hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمِن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan امن fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ
Önceki ayetteki …وَهَلْ نُجَاز۪ٓي cümlesine وَ ’la atfedilen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَيْنَهُمْ zarfı, جَعَلْنَا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. İkinci zarf بَيْنَ الْقُرَى , tezâyüf nedeniyle, birinciye atfedilmiştir.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûlu, الْقُرَى ’nın sıfatı konumundadır. Sılası olan بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan قُرًى ’ya takdim edilmiştir.
قُرًى için sıfat olan ظَاهِرَةً , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
قَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَ cümlesi …جَعَلْنَا cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , konudaki önemine binaen mef’ûl olan السَّيْرَۜ ’ya takdim edilmiştir.
Cümlelerde fiiller azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
بَيْنَ ve الْقُرَى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
‘Görünür’ manasındaki ظاهِرَةً kelimesi, şehirlerin bolluğundan kinayedir. (Âşûr)
س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ
Fasılla gelen cümle, takdiri قلنا (Dedik) olan, mahzuf bir sözün mekulü’l-kavlidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha anlamında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
اٰمِن۪ينَ kelimesi, س۪يرُوا fiilinin failinden haldir.
س۪يرُوا - السَّيْرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَيَالِيَ - وَاَيَّاماً kelimeleri arasında tıbak-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
لَيَالِيَ - وَاَيَّاماً kelimelerindeki tenvinle onların seyehatlerinin kısalığına delalet eder. (https://tafsir.app/m-mawdou/34/15, Mahmud Sâfî)
فِيها ’daki zamir القُرى ’ya aittir. Zarfiye harfinde meknî istiare vardır. Köyler çok yakın olduğu için zarfa benzetilmiş ve müşebbehün bih hazf edilmiş, zarfiye harfiyle işaret edilmiştir. Mana سِيرُوا بَيْنَها (aralarında dolaşın) şeklindedir. (Âşûr)
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ١٩
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَقَالُوا | dediler |
|
2 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
3 | بَاعِدْ | uzaklaştır |
|
4 | بَيْنَ | arasını |
|
5 | أَسْفَارِنَا | seferlerimizin |
|
6 | وَظَلَمُوا | ve zulmettiler |
|
7 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerine |
|
8 | فَجَعَلْنَاهُمْ | biz de onları çevirdik |
|
9 | أَحَادِيثَ | efsanelere |
|
10 | وَمَزَّقْنَاهُمْ | onları darmadağın ettik |
|
11 | كُلَّ | hepsini |
|
12 | مُمَزَّقٍ | parçalayarak |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | فِي | vardır |
|
15 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
16 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
17 | لِكُلِّ | herkes için |
|
18 | صَبَّارٍ | sabreden |
|
19 | شَكُورٍ | şükreden |
|
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَاعِدْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. بَيْنَ mekân zarfı بَاعِدْ fiiline mütealliktir. اَسْفَارِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi atıf harfi و ’la makabline matuftur. ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. فَجَعَلْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَحَاد۪يثَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
مَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ atıf harfi و ’la makabline matuftur. مَزَّقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كُلَّ mef’ûlun mutlaktan naibdir. مُمَزَّقٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَاعِدْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi بعد ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
مَزَّقْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi مزق ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup kesra ile mansubdur. لِكُلِّ car mecruru اٰيَاتٍ ’a mütealliktir. صَبَّارٍ kelimesi muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَكُورٍ kelimesi صَبَّارٍ ’in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَبَّارٍ - شَكُورٍ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ
Önceki ayetteki takdir edilen mukadder söze matuftur. Atıf sebebi şibhi kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Nidanın cevabı olan بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Aynı üslupta gelen وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle … فَقَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وظَلَمُوا أنْفُسَهم cümlesinin hal olması da caizdir. Bu durumda و , hal vavıdır. (Âşûr)
فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ ve وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ cümleleri, aynı üslupta gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اَحَاد۪يثَ , mahzuf için muzâfun ileyhtir. Takdiri; ذوي أحاديث (efsane sahibi) şeklindedir.
مَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍ cümlesinde كُلَّ mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.
اَحَاد۪يثَ ve مُمَزَّقٍۜ kelimelerindeki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
وَمَزَّقْنَاهُمْ - مُمَزَّقٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İfade, “Ey Rabbimiz!” şeklinde dua formunda رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَ بَاعِدْ [bir bir uzaklaştır] diye de okunmuştur. Kendilerine bahşedilen nimetlerle şımarmışlar; içinde bulundukları nimetlerden ötürü bozulmuşlar, konfordan usanmışlardı. Yani rahat batmıştı! Sonunda, İsrailoğullarının bıldırcın ve kudret helvası yerine soğan, sarımsak istemesi gibi sıkıntı ve yorgunluk istediler! “Bahçelerimizin olgunlaşıp toplama süresi ne kadar uzun olursa onları o kadar özleriz!” demiş; Allah’ın Şam’la aralarına çöller koymasını, bineklerine binip yanlarına azık alarak yolculuk etmeyi temenni etmişlerdi. Bunun üzerine, Allah da dileklerini yerine getirdi! (Keşşâf)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 5, s. 190)
اٰيَاتٍ kelimesi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Kelimedeki tenvin nev, tazim ve kesret içindir.
صَبَّارٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
صَبَّارٍ - شَكُورٍ kelimeleri mübalağa kalıplarıyla kullanılarak vurgu yapılmıştır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
شَكُورٍ kelimesi, صَبَّارٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
صَبَّارٍ شَكُورٍ [Çok sabreden, çok şükreden] kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır. Çok sabretmek, Allah’a itaat ve başa gelen sıkıntılar konusunda; çok şükretmek ise Allah'ın ihsan ettiği nimetler veya çeşitli yardım ve başarılar dolayısıyladır. Sabır, itaat veya sıkıntılarda söz konusu olur. Allah'a itaat: mesela namaz sabır gerektirir. صَبَّارٍ vasfının yanında شَكُورٍ vasfı gelmiştir. Kur'an'da yanında bu vasfın gelmediği صَبَّارٍ kelimesi yoktur. Her iki sıfat da bunların devamlı olması gerektiğine delalet etmek için mübalağa sıygasında gelmiştir. İnsanın Rabbine devamlı olarak itaat etmesi, bunun için de devamlı olarak sabretmesi gerekir. İtaat için hoşlanmadığı şeylere maruz kalır, bu da hoşlanmadığı şeylere sabretmesini gerektirir. Şükre de devam etmek gerekir, çünkü Allah'ın nimetleri devamlı olarak ona ihsan edilir. Kur'anî tabirlerde denizdeki bir tehdit veya korkudan bahsedildiği vakit, sabrın şükürle birlikte geldiği göze çarpar. Bir korku hali veya tehlikeden bahsedilmediği vakit sadece şükür zikredilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 502-503)
Ayette çok sabredenler ile çok şükredenlerin zikre tahsis edilmeleri, bu kıssadan gerçek manada faydalananların bunlar olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)
Demek ki küfrün sonucu onların kökünün kazınmasıdır. Bunun delili “biz onları bileceğiniz gibi hadis kıldık” sözüdür.
Kelam; leff ve neşr üslubuyla gelmiştir. (Âşûr)
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ٢٠
Cenâb-ı Allah’ın buyruğuna isyan eden İblis, kendisine insanları doğru yoldan saptırmak için fırsat verilmesini istemiş, bu dileği kabul edilince yeryüzündeki sınav düzeni içinde yerini almıştı. İşte 20. âyette, başlangıçta İblis’in Allah Teâlâ’ya hitaben söylediği sözün ve yaptığı tahminin insanların bir kısmı hakkında doğru çıktığı belirtilmektedir. Hicr sûresinin 39-40. âyetlerinde geçtiği üzere İblis şöyle demişti: “Rabbim! Benim sapmama imkân verdiğin için yemin olsun ki ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve –senin samimi kulların hariç– onların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım.” Ayrıca A‘râf sûresinin 17. âyetinde şeytanın şu sözüne yer verilmiştir: “Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.”
Buna karşılık 21. âyette şeytanın onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücünün bulunmadığı ve sorumluluğun kendilerine ait olduğu hatırlatılmaktadır (sözlükte “delil, hüccet” anlamına da gelen sultân kelimesinin burada “zorlayıcı güç” mânasında kullanıldığı kabul edilir; bk. İbn Atıyye, IV, 417). Nitekim İbrâhim sûresinin 22. âyetinde bu hususun iyi anlaşılması için, mahşer günü karşılaşılacak bir sahne şöyle canlandırılmıştır: “Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: ‘Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibarettir; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce de beni Allah’a ortak koşmanızı reddetmiştim.’ Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.” İsrâ sûresinin 65. âyeti de şeytanın istemeyeni zorla saptırma gücünün bulunmadığını göstermektedir (İblis ve şeytan hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1 [Eûzü]; Bakara 2/34; Nisâ 4/117-121; Enfâl 8/48; Kehf 18/50).
“Ayırt etmemiz içindir” şeklinde tercüme ettiğimiz yan cümle lafzan “bilelim diye” şeklinde çevrilebilir. Burada “bilme ve ayırt etme”den maksat, “bilfiil ortaya çıksın diye” anlamındadır; zira olacak her şey yüce Allah’ın ezelî ilminde mevcuttur; âyetin sonunda “Her şeyi görüp gözetir” diye çevrilen hafîz isminin zikredilmesi de bu hususa dikkat çekmektedir (İbn Atıyye, IV, 417).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 431-432وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
صَدَّقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru صَدَّقَ fiiline mütealliktir. اِبْل۪يسُ fail olup lafzen merfûdur.
ظَنَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا istisna harfidir. فَر۪يقاً müstesna olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru فَر۪يقاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
صَدَّقَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi صدق ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اتَّبَعُوهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve mahzuf yemin ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمْ , konudaki önemine binaen, fail olan اِبْل۪يسُ ’ya takdim edilmiştir.
فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, atıf harfi فَ ile … صَدَّقَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلَّا istisna harfi, فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ müstesnadır. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru, فَر۪يقاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
ظَنَّ zıt iki anlama sahip kelimelerdendir. Hem ‘zannetti, sandı’ hem de ‘kesin olarak inandı’ demektir.
صَدَّقَ - ظَنَّ arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
عَلَيْهِمْ ve اتَّبَعُوهُ ’daki zamir ya Sebelilere veya Âdemoğluna aittir. Ayette bir grup hariç denilmek suretiyle müminlerin az olacaklarının ifade edilmesi onların kâfirlere oranla az olmaları sebebiyledir. (Keşşâf)
الفَرِيقُ kelimesi mutlak olarak bir grubu ifade eder. Bu kelimenin çoğul zamirinden istisna edilmesi kalan kısma göre az olduklarına delalet eder. (Âşûr)
عَلى harfinde iblisin amelinin onları istila ettiğine ima vardır. (Âşûr)
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟ ٢١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | yoktu |
|
3 | لَهُ | onun |
|
4 | عَلَيْهِمْ | onlar üzerinde |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | سُلْطَانٍ | zorlayıcı bir gücü |
|
7 | إِلَّا | ancak |
|
8 | لِنَعْلَمَ | (ayırd edip) bilelim diye |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يُؤْمِنُ | inanan |
|
11 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
12 | مِمَّنْ | kimseden |
|
13 | هُوَ | o |
|
14 | مِنْهَا | ondan |
|
15 | فِي | içinde |
|
16 | شَكٍّ | kuşku |
|
17 | وَرَبُّكَ | Rabbin |
|
18 | عَلَىٰ |
|
|
19 | كُلِّ | her |
|
20 | شَيْءٍ | şeyi |
|
21 | حَفِيظٌ | korumaktadır |
|
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. مَا كَانَ önceki ayette geçen اتَّبَعُوهُ ’nun zamirinden haldir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَلَيْهِمْ car mecruru سُلْطَانٍ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. لِ harfi, نَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte سُلْطَانٍ ’a mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِالْاٰخِرَةِ car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olup mahallen merfûdur. مِنْهَا car mecruru mahzuf hale mütealliktir.
ف۪ي شَكّ car mecruru mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
يُؤْمِنُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. رَبُّكَ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru حَف۪يظٌ۟ ’a mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
حَف۪يظٌ۟ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
حَف۪يظٌ۟ kelimesi mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ
وَ atıf veya haliyyedir. Ayetin ilk cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Önceki ayetteki kasemin cevap cümlesine matuf veya فَاتَّبَعُوهُ ’daki failin halidir.
Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ سُلْطَانٍ car mecruru, كَانَ ’nin muahhar ismidir. Zaid مِنْ harfi sebebiyle سُلْطَانٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
كَانَ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
مِنْ سُلْطَانٍ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. (https://tafsir.app/aljadwal/34/21, Mahmut Sâfî)
İki tekid hükmündeki kasr, كَانَ ’nin ismi ve mütealliki arasındadır. سُلْطَانٍ maksûr/mevsûf, masdar-ı müevvel maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
Sebep bildiren لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ cümlesi, harf-i cerle birlikte سُلْطَانٍ ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِنَعْلَمَ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nın sılası olan يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil sayesinde, yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harfi-cerle birlikte نَعْلَمَ fiiline mütealliktir. Sılası olan هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪ي شَكّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
شَكّ ’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ cümlesiyle هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكّ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
شَكّ - يُؤْمِنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
[Halis müminlerden ibaret bir zümreden başkası o İblis'e tabi oldular, ardınca sürüklendiler.] Bu sürükleniş de onun gücünden değil, kendilerinin ahirete imansızlıklarındandır. Çünkü Allah Teâlâ imanı olanla olmayanın ahiretini ayırmıştır. Onun için, o ardınca gidiş esas itibarıyla şeytanın üstün gelmesinden değil, Hakkın emrinin ve iradesinin üstün gelmesindendir. Yoksa Allah'ın iradesinin aksini gerçekleştirmek kimin haddine! (Elmalılı Hamdi Yazır)
Burada ilâhi ilmin hasıl olmasından murad, onun taalluk ettiği hususun hasıl olmasıdır. Ancak mübalağa için böyle ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)
اِلَّا لِنَعْلَمَ ifadesi, daha önce O’nun ilminde, Zeyd’in kâfir olacağı, Amr’ın da mümin olacağı malum iken kâfirden küfrün, müminden imanın sadır olacağı, ilmen vaki olsun ve meydana gelsin diye” anlamındadır. (Fahreddin er-Razi)
وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Müsnedün ileyh رَبُّكَ izafetiyle gelerek Rabb isminin peygambere ait zamire muzâf olması, peygamberin makamını şereflendirmek ve teselli hususunda son derece lütufkâr muamele ettiğinin beyanı içindir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ car mecruru mübtedanın haberi olan حَف۪يظٌ۟ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim Allah’ın hafîz sıfatının, her şeye şamil olduğunu vurgulamak içindir.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Müsned olan حَف۪يظٌ۟ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.
لِنَعْلَمَ - رَبُّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ ٢٢
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | ادْعُوا | çağırın |
|
3 | الَّذِينَ | şeyleri |
|
4 | زَعَمْتُمْ | (tanrı) sandığınız |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِ | başka |
|
7 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
8 | لَا | değillerdir |
|
9 | يَمْلِكُونَ | bir şeye sahip |
|
10 | مِثْقَالَ | ağırlığınca |
|
11 | ذَرَّةٍ | zerre |
|
12 | فِي |
|
|
13 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
14 | وَلَا | ve değiller |
|
15 | فِي |
|
|
16 | الْأَرْضِ | yerde |
|
17 | وَمَا | ve yoktur |
|
18 | لَهُمْ | onların |
|
19 | فِيهِمَا | bu ikisinde |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | شِرْكٍ | ortaklıkları |
|
22 | وَمَا | ve yoktur |
|
23 | لَهُ | O’nun |
|
24 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
25 | مِنْ | hiçbir |
|
26 | ظَهِيرٍ | yardımcısı |
|
Önceki âyetlerde verilen örneklerden ve yapılan uyarılardan çıkarılması gereken sonuca geçilmekte ve şirkin her türünün yanlışlığı üzerinde durulmaktadır. 23. âyette canlandırılan sahne ve “sonunda kalplerinden korku giderilince” şeklinde tercüme edilen kısım ile ilgili olarak değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre âyetin mânası şudur: Nihayet âhirette müşriklerin kalplerinden korku giderildiğinde melekler onlara sorar: “Dünyadayken rabbiniz size ne demişti?” Onlar: “Hak olanı buyurdu” derler ve ikrarın fayda sağlamadığı bir vakitte gerçeği ikrar ederler (Şevkânî, IV, 372). Bazılarına göre burada sözü edilen korku ölüm esnasındaki korkudur. Ölüm sırasında Allah kalplerden korkuyu giderir, herkes Allah’ın bildirdiklerinin hak olduğunu itiraf eder; bu, önceden aynı şeyi söylemekte olana fayda, aksini söylemekte olana ise zarar verir; her ikisinin ruhu önceki inanç ve ikrarına göre kabzedilir (Râzî, XXV, 255). İbn Atıyye bu ifadenin açıklamasıyla ilgili hadislerden hareketle burada meleklerin kastedildiğini savunur. Bu yoruma göre melekler Cebrâil’e vahiy verildiğini duyduklarında dehşete kapılırlar ve korkuları zâil olduğunda aralarında âyetteki konuşma cereyan eder (IV, 418). Birçok müfessir de şu açıklamayı yapmıştır: Âyetten, âhirette gerek başkalarına şefaatçi yapılma gerekse şefaate nail olma umudu taşıyanların bir endişe ve heyecan dönemi yaşayacaklarına ve uzun bir bekleyişten sonra iznin verileceğine işaret edildiği anlaşılmaktadır. İzin çıktığı belli olduğunda korkuları zâil olur, birbirlerini müjdelemeye başlarlar, “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar... (Zemahşerî, III, 258). Değişik görüşleri nakleden Taberî’nin –konuyla ilgili rivayetler ışığında– yaptığı tercih şudur: Allah katında ancak O’nun şefaatine izin verdiklerinin şefaati fayda sağlar, Allah’ın kendisine bu yönde müsaade verdiğini duyan kişi büyük bir heyecan duyar, nihayet bu heyecan yatıştığında “Rabbiniz ne buyurdu?” diye meleklere sorar... (XXII, 89-93; diğer yorumlar için bk. Râzî, XXV, 255; Şevkânî, IV, 372; şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255).
24. âyette geçen ve “O halde biz veya siz, iki taraftan biri ya doğru yoldadır yahut açık bir sapkınlık içindedir” şeklinde tercüme edilen cümleyle ilgili yorumlarda ağırlıklı olarak, üstün bir ifade biçimiyle ve münazara (cedel) kuralları içinde muhatapların iddialarının reddedildiği belirtilir (bk. Taberî, XXII, 94-95; Zemahşerî, III, 259; buradaki edebî sanatlar için bk. İbn Âşûr, XXII, 192-193). Râzî ise konuya farklı bir açıdan bakarak şu yorumu yapar: Yüce Allah resûlüne ve müminlere münazara âdâbı ve fikrî tartışmaların verimliliği açısından önemli bir metodu hatırlatıyor. Tartışan kişi karşı tarafın hatalı olduğunu peşinen ifade ederek başlarsa bu tartışmadan verim alınmaz; halbuki önce iki taraftan birinin hatalı olabileceğinin kabulü, taassubun atılmasına ve tarafların fikirlerini samimi olarak gözden geçirmelerine imkân sağlar (XXV, 257).
26. âyette geçen ve sözlükte “açar” anlamına gelen yeftehu fiili bu bağlamda “Hak üzere yargılar ve hüküm verir” demektir (İbn Atıyye, IV, 420; Şevkânî, IV, 372). Bu sebeple meâlde gerek bu fiile gerekse aynı kökten türeyen fettâh kelimesine buna uygun bir anlam verilmiştir.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli ادْعُوا ’dur. قُل fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası زَعَمْتُمْ ’dur.
زَعَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru زَعَمْتُمْ fiiline mütealliktir. اللّٰهِۚ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَمْلِكُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِثْقَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ذَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَمْلِكُونَ fiiline mütealliktir.
وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهِمَا car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ zaiddir. شِرْكٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ zaiddir. ظَه۪يرٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …ادْعُوا الَّذ۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehaddi (meydan okuma, aciz bırakma) anlamındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur'an, c. 8, s. 723)
Ayetin başında bu emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (sav) قُلِ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلِ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf Suresi 10, c. 7, s. 111)
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ (Allah'ı bırakıp da ilâh olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın, de) şeklindeki emir, işitmeyen ve hissetmeyen cansız varlıkları çağırın diye emretmekle acze düşürmeyi ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Şayet زَعَمْ ’nin mef‘ûlleri nerede? dersen şöyle derim: Bu kelimenin iki mef‘ûlünden biri ism-i mevsûle raci olan mahzuf zamirdir. İkinci mef‘ûl ise مِنْ دُونِ veya لَا يَمْلِكُونَ ’dir ya da mahzuftur. Birincisi olamaz; çünkü هُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ , doğru bir cümle olmaz. İkincisi de olamaz; çünkü onlar öyle iddia etmiyorlardı. Dolayısıyla, kendi aleyhlerine delil mahiyetindeki ve söylemeleri halinde hakikati ve tevhidi söylemiş olacakları bir ifadeyi söylemiş olmaları söz konusu olamaz. O halde ikinci mef‘ûl زَعَمْتُمْ آلهة مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ (Allah’tan başka ilâh diye iddia ettiğiniz) şeklinde takdir edilen mahzuf bir kelimedir. İbarede اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً [Allah’ın peygamber gönderdiği bu muymuş?! (Furkan Suresi, 41)] ayetinde olduğu gibi ism-i mevsûl ile sılanın arasının uzun olması sebebiyle gerekli hale gelen ism-i mevsûle raci zamir hazf edilmiştir. Ardından آلهة de hazf edilmiştir; çünkü bu kelime مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ sıfatıyla mevsûftur ve anlaşılabilir bir durumsa mevsûfun hazf edilip sıfatın onun yerine geçirilmesi mümkündür. Dolayısıyla, زَعَمْتُمْ ’un iki mef‘ûlü de farklı iki sebepten dolayı hazf edilmiştir. (Keşşâf)
Bu ayette müşriklere, işitemeyen cansız varlıklara yalvarmaları emredilmek sureti ile taciz (aciz bırakma) anlamı vardır. Yani “Ey Peygamber! Şu Kureyş müşriklerine de ki şu putlar gibi ilâh olduğunu iddia ettiğiniz ve Allah’tan başka taptığınız şeyleri çağırın da sizden kıtlık senesinde başınıza gelen sıkıntıyı gidersinler veya size bir menfaat temin etsinler. Hiç şüphe yok ki ilah olduğu iddia edilen bu sözde tanrılar göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şeye dahi güç yetiremezler. Onların herhangi bir iyiliğe ya da kötülüğe de güçleri yoktur.” Râzî, bu ifadelerin tehekküm üslubu ile söylendiğini ifade etmektedir. Ebu Hayyân da bu emrin taciz ve muhataplarına hüccet ikame etmek için olduğunu, Âlûsî ise emrin tevbih (azarlama) ve taciz için olduğunu söyler ve her ikisi de bu Ayetin “Kureyş’e kıtlık isabet ettiği bir esnada nazil olduğu rivayet edilmiştir” demektedirler. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ذَرَّةٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
لَا , nefy harfinin cümlede tekrarı tekid ifade eder.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ikisinin zikredilmesi örfen genelliği ifade etmelerindendir. (Beyzâvî)
Burada göklerin ve yerin zikredilmesi, insanların örfünde genellik ifade ettiği içindir. Yahut onların batıl ilâhlarının bir kısmı melekler ve yıldızlar gibi semavîdir, bir kısmı da putlar gibi yerdedir. Yahut hayır ve şerrin yalan sebepleri gökler ve yer ile alakalıdır. (Ebüssuûd)
وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
Bu cümle, … لَا يَمْلِكُونَ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan مِنْ شِرْكٍ ’deki مِنْ zaiddir.
ف۪يهِمَا car mecruru مِنْ شِرْكٍ ’in mahzuf haline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müsnedün ileyh olan شِرْكٍ ve ظَه۪يرٍ kelimelerinin nekre gelişi, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimelere ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İnsan, istediklerinin gerçekleşmesini beklerken, bazen kendisini ikramların yapıldığı bayram kalabalığının içindeymiş gibi hisseder. Şekerler, çikolatalar, tatlılar ya da küçük hediyeler dağıtılmaktadır. İnsanların kimisi dağıtanların yanına koşarken, kimisi oturduğu yerden kalkmadan ikramlardan nasibini alır. Kimisi dağıtanın peşinden koşar ama ya torbadaki hediyeler tükenmiştir, ya da hakkına düşeni beğenmemiştir. Kimisi kendisine verilenlere bakarken, kimisi başkalarına düşenlerle ilgilenir. Kimisi olana teşekkür ederken, kimisi olmayanın hayal kırıklığındadır.
Ey Allahım! Bizi; hakkıyla şükür edenlerin arasına kat, nankörlük yapanlara benzemekten muhafaza buyur. İstediklerini umarken elindekilerinin değerini bilmeme gafletine düşmekten ve istediklerini elde etme hevesiyle batıl yollara başvurmaktan Sana sığınırız. Yalnız Senden isteyenlerden ve yalnız Sana dayananlardan eyle.
Amin.
***
Yola çıkan öğrencisine verdiği nasihatlerden biri şuydu:
Allah’ın buyurduğu ve Rasulullah (sav)’in yaptığı gibi iki cihanda da afiyet ve iyilik iste.
Dünyalıkları isterken ayağını denk al. İstediğin herhangi bir nimette, niyetinin hedefi hep Allah’ın rızasını kazanmak olsun. Dünyalıkların hayalini kurarken, umudun sadece nefsini doyurmak olmasın. İstediğine kavuşmak, Allah yolunda yürümeni kolaylaştırsın. Mesela beden ve akıl sağlığını korusun, şükrünü arttırsın, haramdan uzaklaştırsın ve helali sevdirsin. Eğer istediğin dünyalıkla alakalı ettiğin dualara hiçbir şekilde Allah’ın rızasını yerleştiremiyorsan, bil ki orada bir sakatlık vardır.
Dünyalıkları isterken hep mütevekkil ol. Nefsini de mütevazi olmaya çağır. Kendin için en iyisini bildiğinden emin olma halinden kurtul. Sen en fazla bugününe göre hareket edersin, onu da eksik bilirsin. Zira birçok gerçeği nefsine göre yorumlarsın. Kendini alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim ederek iste. Sana istediğin her şeyi verecek kudrete sahip olduğundan emin ol. Cahilliğinden ve acizliğinden gelen heveslerden Allah’a sığınarak ellerini aç. Geçmişini, şimdini ve geleceğini Allah’a bırak.
Ey Allahım! Bizi, iki cihanda da bize iyilik ve ferahlık getirecek nimetleri isteyenlerden eyle. Kul olarak Senden uzaklaştıracak ve böylelikle hem dünyevi, hem de ebedi huzurumuzdan çalacak nimetleri istemekten muhafaza buyur.
Ey Allahım! Yanlış heveslerin peşinden koşan hallerimizi kurtar. Görünürde iyi duran ama bize iyi gelmeyecek nimetlerin yerine, iki cihanda da gözlerimizi ve gönüllerimizi aydınlatacak nimetleri istemeyi sevdir.
Ey Allahım! Dualarımızdaki, ibadetlerimizdeki ve hayatlarımızdaki kusurlarımızı af buyur. Eksikliklerimizi gidermemiz ve hatalarımızı düzeltmemiz için yar ve yardımcımız ol. Bizden razı ol ve canımızı mümin olarak al.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji