27 Haziran 2023
Sebe' Sûresi 40-48 (432. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sebe' Sûresi 40. Ayet

وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ  ...


Allah’ın, onları hep birden toplayacağı, sonra da meleklere, “Bunlar mı size ibadet ediyorlardı?” diyeceği günü bir hatırla!

   Yeveme  يوم :

  يَوْم sözcüğüyle güneşin doğuşundan batışına kadar geçen vakit ifade edilir. Kimi zamanda süre dikkate alınmaksızın zamandan bir müddeti anlatır. 
Bazen bu يَوْم kelimesi إذْ ile birleştirilip يَوْمَئِذٍ şekline girer.

   Nehar ve Yevm Arasındaki Fark
 Nehâr, güneşin kendisinin veya ışığının büyük kısmının görüleceği şekilde yaydığı geniş ve zâhir ziya/ışık için isimdir. Bu nehârın tanımıdır. Oysa yevm, içinde aydınlıkta bulunan vakitlerden birinin miktarını belirleyen bir isimdir. 
  Bu lafız dört şekilde tefsir edilir:
 1 – يَوْم  Aziz ve Celil olan Allah’ın dünyayı halk ettiği altı günden her biri manasında kullanılır.
 2 – يَوْم dünya günleri manasında kullanılır.
 3 – يَوْم; Kıyamet günü, ahiret manasında kullanılır.
 4 – يَوْم ; hîn (vakit/zaman) manasında kullanılır. (Müfredat - Furuq - Mukâtil .b Süleyman) 

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 475 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri yevmiye ve eyyâmdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Sebe' Sûresi 41. Ayet

قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ  ...


(Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”

Kendilerinden söz edilen müşrikler melekleri de Allah’a ortak koşuyorlardı; dolayısıyla meleklerin buradaki beyanı onların asla kendilerine tapmadıklarını değil buna razı olmadıklarını, buna karşılık cinlerin kendilerine tapılmasını istediklerini belirtmek içindir (İbn Âşûr, XXII, 223; cin konusunda bilgi için bk. En‘âm 6/100; Hicr 15/27; Kehf 18/50; Cin 72/1-3). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 440
Sebe' Sûresi 42. Ayet

فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ  ...


İşte bugün birbirinize ne fayda ne de zarar verebilirsiniz. Zulmedenlere, “Yalanlamakta olduğunuz cehennem azabını tadın” deriz.

Sebe' Sûresi 43. Ayet

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ  ...


Âyetlerimiz apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler.

Sebe' Sûresi 44. Ayet

وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ  ...


Oysa biz onlara okuyup inceleyecekleri kitaplar vermedik. Onlara senden önce hiçbir uyarıcı da göndermedik.

Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerine yakın zamanlarda gönderilmiş bir kitap ve peygamber yoktu; dolayısıyla onların Hz. Muhammed’in bildirdiklerine karşı direnmeleri ve peygamberliğini kabul etmeyip onu sihirbazlık vb. sıfatlarla itham etmeleri, ilâhî dinlerden kaynaklanan hiçbir sağlam kanıta dayanmamaktaydı (Taberî, XXII, 103; Râzî, XXV, 267; “Senden önce onlara uyarıcı da göndermemiştik” ifadesinin açıklaması için bk. Secde 32/3).

45. âyetin, “Onlardan öncekiler de (ilâhî bildirimleri) yalan say­mışlardı. Bunlar (şimdikiler) onlara verdiklerimizin onda birine bile ulaşamadılar. Buna rağmen onlar peygamberlerimi yalancılıkla itham etmişlerdi. Ben de bilseniz onları nasıl cezalandırdım!” şeklinde çevirdiğimiz kısmına müfessirlerin genel kanaatine göre mâna verilmiştir. Bunun izahı şöyledir: Şu müşrikler öncekilerin sahip olduğu güç, nimet ve uzun ömrün onda birine bile erişemediler; Allah onları cezalan­dırdı­ğına ve sahip oldukları imkânlar kendilerine bir yarar sağlayama­dığına göre şu zayıf kişilerin hali nice olur! Râzî bu yaygın yoruma yer verdikten sonra kendisinin âyeti başka bir yoruma açık gördüğünü belirtir. Onun yorumu şöyledir: Öncekiler Hz. Muhammed’in kavmine gösterilen açık kanıtların ve yapılan açıklamaların onda birine bile sahip değillerdi ve peygamberleri yalanlamalarından ötürü cezalan­dırılmışlardı; böyle olunca Hz. Muhammed’i yalancılıkla itham edenler nasıl cezalandırılmaz! 44. âyetin ifadesi de bu yorumu destekleyici niteliktedir (XXV, 267). Aynı yorum daha özet biçimde İbn Atıyye’nin tefsirinde de yer almaktadır. Ayrıca o, buradaki zamirlerin her ikisinin önceki top­lum­ların yerini tuttuğunu kabul eden üçüncü bir yoruma da değinir. Buna göre mâna, “Önceki toplumlar kendilerine verdiğimiz nimetlerin onda birinin bile şükrünü eda edebilmiş değillerdi” şeklinde olmaktadır (IV, 424). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 441
Sebe' Sûresi 45. Ayet

وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟  ...


Onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Hâlbuki bunlar onlara verdiğimiz şeylerin onda birine bile ulaşamamışlardır. Elçilerimi yalanladılar. Peki, beni inkâr etmenin sonucu nasıl oldu!

Sebe' Sûresi 46. Ayet

قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ  ...


(Ey Muhammed!) De ki: “Ben size ancak bir tek şeyi, Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkıp düşünmenizi öğütlüyorum. Arkadaşınız Muhammed’de cinnetten eser yoktur. O, şiddetli bir azaptan önce sizin için ancak bir uyarıcıdır.”

Bunca ibret örneği ve delilden sonra artık muhatapların ister vicdanlarıyla baş başa kalarak ister –çevresel baskılardan uzak ortamlarda– fikir alışverişinde bulunarak düşüncelerini bir noktaya odaklamaları istenmektedir: Kendilerine çağrıda bulunan kişinin soyu sopu, çocukluğundan itibaren o güne kadar ortaya koyduğu davranışlar hepsinin mâlûmu; hiçbir zaman ve hiçbir şekilde güvenilirliği, hak severliği, söz ve eylemlerinde mâkul ve tutarlı olma hususunda en küçük bir ithama mâruz kalmamış; –son sıralarda belirli kişilerce ortaya atılan (sihirbazlık yaptığı veya aklını yitirdiği gibi) bazı mesnetsiz iddialar dışında– şu an söylediklerinde çelişki bulunduğunu kimse ileri süremiyor, aklî dengesine gölge düşürecek somut bir kanıt gösteremiyor; ayrıca, yaptığı iş için kendilerinden bir karşılık beklemediğini de açıkça ifade ediyor. Şayet bunun üzerinde taassuptan uzak biçimde ve insafı elden bırakmadan düşünebilecek olurlarsa zaten mesele bitmiş olacak, apaçık hakikati önlerinde bulacaklardır.

Kuşkusuz rabbim gerçeği ortaya koyar” diye çevrilen 48. âyetteki cümle ile ilgili başlıca açıklamalar şunlardır: Vahiy ile gerçekleri açıklar, peygamberlerinin dilinden delilleri ortaya koyar; gerçekleri kalplere ulaştırır, yerleştirir; hakkı bâtılın üzerine atar ve onu siler (Zemahşerî, III, 264; Râzî, XXV, 269-270; “hak” ve “bâtıl”hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/81).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 443
Sebe' Sûresi 47. Ayet

قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ  ...


De ki: “Sizden herhangi bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. O, her şeye hakkıyla şahittir.”

Sebe' Sûresi 48. Ayet

قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ  ...


De ki: “Şüphesiz Rabbim gerçeği ortaya koyar. O, gaybleri hakkıyla bilendir.”

Günün Mesajı
Putperestlerin çoğu, kendilerinden yardım umulan iyi ruhlar olarak gördükleri meleklere ve kendilerinden korunmak için kötü ruhlar olarak gördükleri cinlere taparlardı. Fakat zamanla cinlerin etkisine giriyor ve meleklere tapıyoruz derken de aslında, cinlerin tesirinde hareket ettiklerinden cinlere tapıyorlardı. Pek çoğu cinlere ilâhlık da atfediyordu, çünkü onları kendiliklerinden zarar verebilen, dolayısıyla kendilerinden korunulması gereken güçte varlıklar olarak telâkki ediyorlardı.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Hocası, doğru düşünmenin önemini anlatırken, çocukken dedesinin sohbetine götürdüğü nur yüzlü amcayı düşünüyordu. Doğru düşünmek önemliydi ama bunu yapabilen insanlar sanki gittikçe azalıyordu. Allah’ın verdiği düşünme yeteneğini hakkıyla kullanan kulların yüzündeki ve hareketlerindeki hal bir başka oluyordu. 

Doğru düşünmek kalbi ferahlatır, nefsi sakinleştirir. Doğru düşünen kulun gözünde, yaptığı her şey ve yaşadığı her an değerlidir. Gözünü ve kulağını haramdan sakındırır. Dilini boş sözlerden geri tutar. Kendi halini güzelleştirmek ve amellerini süslemek için uğraşır. Her anında hakikati hatırlamak için Rabbini sık sık anar ve doğru ilimlerle meşgul olur. Doğru yaşamaya çalışan insanlarla oturur. Hakikati konuşur ve hatırlatır

Ey Allahım! Zalimlerin şerrinden ve zalimlere meyil etmekten Sana sığınırız. Kalbimizin; nefsimizin istekleriyle, hevesleriyle, geçmiş üzüntüleriyle ve geleceğe dair endişeleriyle meşgul olmasından ve bunlarla daralmasından Sana sığınırız. Bizi düşünmesini bilenlerden ve hakikati düşünenlerden eyle. Etrafımızı hakikati hatırlatanlarla bereketlendir ve bizi dinleyenlerden eyle. 

Sevindiği ya da üzüldüğü, rahatladığı ya da sıkıldığı, cesaretlendiği ya da korktuğu her anında hakikati hatırlayanlardan ve ayağı ile kalbini denk alanlardan olmak duasıyla.

Amin.