بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
Vav atıftır. Ayet faidei haber talebi kelamdır. Vecealnâ cümlesi necceynâhu cümlesine matuftur. Hum fasıl zamiridir. Elbâqîne, caelnâ filinin ikinci mefuludur.
Rivâyete göre onunla beraber gemide olanlardan oğulları ve onların eşleri dışındakiler ölmüştür. (Beydavi)
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
Vav atıftır. Ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur aleyhi’nin müteallaqı tereknâ fiilidir.
Fil âhirîne ise tereknâ fiilinin muqadder mefulünün sıfatına muteallıqtır. El âhirîne’deki el takısı hakiki istiğrak ifade eder.
Vetereknâ aleyhi filâhirîne (Geriden gelecekler arasında ona (şöhret) bıraktık.) cümlesi latîf bir kinayedir. Yüce Allah bunu, güzel övgüden kinaye olarak zikretti. (Safvetü’t Tefâsir)
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
Ayet tereknâ cümlesi için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icazı hazif vardır. Selâmun mübtedadır. Alâ nuhin ve fil âlemîne mahzuf habere muteallıqtır. Mübtedanın nekira gelmesi, tazim, teşrif, kesret ve nev ifade eder. El âlemîne’deki el takısı hakiki istiğrak anlamındadır.
Aleyhi’deki zamirden sonra alâ nûhin şeklinde alem zikredilmesi iltifattır. Nuh a.s’a tazim ve teşrif ifade eder,ismini zihinlere yerleştirir.
Bu, Allah'ın ona selamıdır. Terekna fiilinin mef'ûlu da mahzûftur, Meselâ sena (övgü) gibi bir kelimedir. Âlemler içinde, ibaresi de alâ nuhin câr ve mecrûruna mütealliktir, manası da bu selamın bütün melekler ve insanlarla cinler arasında devam etmesidir. (Beydavi)
Şayet fil alemîne (herkesçe) ifadesinin anlamı nedir? dersen, şöyle derim: Bunun anlamı, selâmlamanın insanların tamamı içerisinde sabitleşmesi ve hiç kimsenin bu selâmlamanın dışında kalmaması için dua etmektir. Adeta Allah, Nuh’a selâmı sabit kılsın; melekler, insanlar ve cinlerin ta sonuncularına kadar ona yönelik selâmı daim eylesin! Denmektedir. (Keşşaf)اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Ayet ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.
İnne ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber talebi kelamdır. Kezalike deki ke, misli manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir. Neczî fiili inne’nin haberidir. İnne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Elmuhsinîne lafzı neczî filinin mefuludur.
Kezalike, bunun gibi bir mükâfatla... demektir. (Kurtubi)
Bu da Nûh'a yapılan ikramın, iyiliğine karşı bir ödül olduğunun gerekçesidir. (Beydavi)
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet diğer bir ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir.
İnne ile tekid edilmiş, talebi kelamdır. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur mahzuf habere muteallıqtır. İbâdinâ izafetinde Allah Tealaya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir. Elmü’minîne lafzı ibâdınâ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Ayetteki min ba’diyet içindir.
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Ayet summe ile necceyna fiiline atfedilmiştir.
Summe atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder.
Ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Cümle fiil, fail ve mefulden oluşmaktadır.
El âhirîne kelimesindeki el takısı örfi veya hakiki istiğrak ifade eder.وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
“Yolunu izleyenler” diye çevirdiğimiz 83. âyet metnindeki şîa kelimesi, “önder konumundaki birine tam bağlılık gösterip onun yolundan gidenler, ona ve etrafındakilere yardım edenler, destek verenler” anlamında kullanılır (İbn Âşûr, XXIII, 136). Bu ifade, Hz. Nûh’tan sonra gelen Hûd ve Sâlih peygamberler gibi Hz. İbrâhim’in de Nûh’un tebliğ ettiği tevhid inancını devam ettirmek suretiyle onun yolunu izlediğini, onunla aynı inanç ilkelerini ve temel değerleri paylaştığını; onun gibi halkını inkârdan, şirkten ve isyankâr davranışlardan kurtarma mücadelesi verdiğini gösterir.
“Tertemiz kalp” diye çevirdiğimiz 84. ayetteki kalb-i selîm deyimi, inkâr ve şirkten, kibir, gurur, kıskançlık, kin, öfke, riya, cimrilik gibi ahlâkî hastalıklardan ve nefsânî tutkulardan kurtulmuş; ruha yetkinlik kazandıran ve erdemli davranışların kaynağı, güzel hasletlerle bezenmiş olan mânevî kişiliği ifade eder (İbn Âşûr, XXIII, 137). Hz. İbrâhim böyle bir kişiliğe sahip olduğundan, kendisine uyanlarla birlikte müslümanlar için “güzel bir örnek” olarak gösterilmiştir (Mümtehine 60/4).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 541
Vav atıf harfi veya istinafiyyedir. Ayette icazı hazif ve takdim tehir vardır. Mübteda ve haberden oluşan ayet, inne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiş, inkâri kelamdır. İnne’nin haberine dahil olan lam tekid ifade eden lamul muzhalakadır.
Âyet sonlarında uygunluğa riayet vardır: Li ibrâhîm, biqalbın selîm gibi. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardan olup Kur'ân'ın özelliklerindendir. Bunda güzellik, parlaklık ve kulağa hoş gelen çekicilik vardır.اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
Cümlede icazı hazif vardır. Zaman zarfı iz, takdiri uzkur olan mahzuf fiile müteallıktır. Cae, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Biqalbi car mecrurunun müteallıkı cae filidir. Selîmin sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Rabbehu izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Ayette gelmek anlamında etâ değil de câe kullanılması, gelme işinin çok da kolay olmadığını gösterir. Qalbin’deki tenvin tazim ifade eder.
Zaman ismi olan iz'in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
İz câe rabbehu biqalbin selîmın (Hani, Rabbine selim bir kalp ile gelmişti.) cümlesinde istiare-i tebeiyye vardır. Yüce Allah, bunun samimi bir kalple Rabbine yönelişini, hükümdara kıymetli ve güzel bir hediye takdim edip de rıza ve kabul gören kimseye benzetti. Dolayısıyle bu cümlede istiâre-i tebeiyye vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
Çok tanrılı inançları sebebiyle babasını ve halkını eleştiren Hz. İbrâhim, putları kırmayı planlıyordu; bunun için 88. âyetteki deyimiyle “Yıldızlara şöyle bir baktı”, ardından kendisinin hasta olduğunu söyledi. Râzî, Hz. İbrâhim’in yıldızlara bakması ve kendisinin hasta olduğunu belirtmesi hususunda şu iki soruyu sormaktadır: 1. Yıldızlara bakmak (onlardan kehanet yollu bilgiler almak) câiz olmadığına göre İbrâhim bunu nasıl yapabilir? 2. O, gerçekten hasta değilse neden asılsız olarak “Ben hastayım” demiştir? Râzî, bu sorulara verilen cevapları da şöyle sıralar: a) Muhtemelen kendisi gerçekten bir nöbetli hastalık geçiriyordu ve hastalık nöbetinin başlama vaktini yıldızların durumundan anlamak üzere göğe baktı ve o vaktin geldiğini anladığı için “Ben hastayım” dedi. b) İbrâhim’in kavmi astrolojiye önem verir, bu yolla tahminlerde bulunur, hüküm çıkarırlardı. Hz. İbrâhim de halkı kadar astroloji konusunda maharetli idi. Şu halde âyette onun yıldızlara bakarak değil, geleneksel astroloji bilgisine müracaat ederek hasta olduğu sonucunu çıkardığı bildirilmektedir. Nitekim hasta olduğunu söyleyince yanındakiler sözüne inandılar (XXVI, 147). İbn Atıyye’nin aktardığı bir yoruma göre “yıldız” anlamına gelen necm kelimesinin, mecazi olarak “bir şeyin insanın içine doğması” anlamına da geldiği dikkate alınarak âyeti, “Kavminin hallerine ve kendisinin onlarla ilgili durumuna dair içine bir fikir doğdu ve o bu fikre baktı, ona itibar etti...” şeklinde anlamak mümkündür.
Müfessirler, Hz. İbrâhim’in, hasta olmadığı halde inkârcı topluluğu başından savıp putları kırmak için hasta olduğunu söylemesinin peygamberlik sıfatıyla uyuşup uyuşmadığı konusuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. İslâm inancına göre doğruluk (sıdk), güvenilirlik (emanet), yüksek zihin kabiliyeti (fetânet), günahtan korunmuşluk (ismet) ve ilâhî tâlimatı insanlara eksiksiz ulaştırma (tebliğ) peygamberlerin temel özellikleridir. Dolayısıyla herhangi bir meşrû mazeret yokken onların yalan söyleyebileceği düşünülemez. İbn Atıyye, peygamberler hakkında câiz olmayan yalanın, hiçbir şer‘î faydası olmadığı halde asılsız bir söz söylemek olduğunu ifade eder (IV, 478). İbrâhim ise, “Ben hastayım” derken putperestleri yanlarından uzaklaştırarak putları kırmak, dolayısıyla hayırlı bir iş yapmak istiyordu. Şu halde o, peygambere yakışmayan bir iş yapmak şöyle dursun, tam aksine, bir peygamberin birinci görevi olan putperestlikle mücadele amacı taşıyordu; sonuçta asıl niyeti yalan söyleyerek insanları aldatmak değil, putları kırmak ve böylece putperestlikle mücadele görevini yerine getirmek olduğu için herhangi bir günah işlemiş değildir. Nitekim Gazzâlî, şöyle der: “Yalan söz, özü gereği değil, muhataba veya başkasına bir zarar doğurduğu için haramdır... Söz, maksatlara ulaşmaya vesiledir. Eğer maksada doğru sözle ulaşılabiliyorsa yalan söylemek haramdır. Maksada ancak yalan söyleyerek ulaşılabiliyorsa ve bu maksat da meşrû ise yalan söylemek sakıncalı değildir; hatta maksat –meselâ bir mâsum müslümanın canını kurtarmak gibi– zorunlu bir görev olup bu görevi yerine getirmek için yalan söylemek gerekiyorsa bu durumda yalan söylemek farz olur” (İhyâ, III, 137).
Zemahşerî, İbrâhim’in yıldızlara bakmasını şöyle açıklar: İbrâhim’in kavmi yıldızperestti; bu sebeple o, yanındakilere, yıldızlara bakarak astroloji sayesinde yıldızlardan kendisinde bir hastalık bulduğu sonucunu çıkardığını ima etti (III, 304). Asıl maksadı ise yalnız kalarak putları kırıp dökmek, böylece onların –tanrı olmaları şöyle dursun– kendi kendilerini korumaktan bile âciz nesneler olduklarını göstermekti; her şeyi planladığı şekilde gerçekleştirdi.
Sonuç olarak bize göre Hz. İbrâhim, aslında kendisi böyle bir şeye inanmamakla birlikte halk, gök cisimlerinden haber alınabileceğine inandığı için yıldızlara bakarak güya oradan kendisinin hasta olduğu yolunda bir hüküm çıkardığını söylemiştir. Sonra da hasta olmadığını, onları denediğini, yıldızlardan hüküm çıkarmanın aslı esası olmadığını bu denemeyle ortaya koymuştur; nitekim aynı yıldızlara bakan ve bu işten anladığını söyleyen insanlar da sonunda yanıldıklarının farkına varmışlardır.
Bütün bu yorumlar “Yıldızlara ... baktı” diye çevirdiğimiz cümleyi, “Geleceğe dair bilgi almak için astrolojiye müracaat etti” şeklindeki anlamaya dayanmaktadır. Halbuki bu cümle, oradakileri savmak için “Bir çare düşündü” mânasını da ifade etmektedir (Şevkânî, IV, 459).
Hz. İbrâhim’in, inkârcılara karşı yönelttiği “Peki, âlemlerin rabbiyle ilgili düşünceniz nedir?” meâlindeki sorusu genellikle, “Allah âlemlerin rabbi olduğu halde siz kalkıp başka varlıkları tanrı kabul eder ve onlara taparken, yarın Allah’ın huzuruna vardığınızda O’nun sizin hakkınızda nasıl bir hüküm vereceğini, nasıl bir muameleyle karşılaşacağınızı hiç düşünüyor musunuz?” şeklinde bir uyarı ve eleştiri olarak yorumlanmıştır (Taberî, XXIII, 70; farklı yorumlar için bk. İbn Âşûr, XXIII, 139-141). Ancak bunu, “Âlemlerin bir rabbi, yaratıcı ve yöneticisi olduğuna inanıyor musunuz? Aslında sizin dinî geleneğinizde bu inanç vardır. Şu halde O’nu bırakıp da putlara nasıl tapabilirsiniz?” şeklinde anlamak da mümkündür.
Kur’an-ı Kerîm’in, putlara yönelik olarak Hz. İbrâhim’in ağzından aktardığı, “Neden bir şeyler yemiyorsunuz; neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?” şeklindeki müstehzî sözlerde aslında putperest Araplar’a yönelik alay yollu bir uyarı vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 541-544Cümlede icazı hazif vardır. Zaman zarfı iz, takdiri uzkur olan mahzuf fiile müteallıktır. Qâle, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Liebîhı car mecrurunun müteallıkı qâle filidir. Mequlul kavl cümlesi mâzâ ta’budûne’dir. Mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Bu istifham cümlesiyle Hz. İbrahim’in amacı cevap beklemek değildir. Zaten onların neye ibadet ettiklerini bilmektedir. Dolayısıyla cümlede mecazı mürsel mürekkep ve tecahülü arif sanatları vardır.
Zaman ismi olan iz'in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
İstifham üslubunda gelen ayette takdim tehir vardır. İfken, mukaddem mefulu lieclihtir. Amili turîdûne’dir. Hemze inkari istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen asıl geliş amacının inkar ve tevbih olması sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Dunillahi izafeti muzaf ve muzafun ileyhin gayrını tahkir içindir. İfken’den bedel olan âliheten’deki tenkir de tahkir ifade eder.
İfken (Gerçeği ters-yüz ederek) ifadesi, mef‘ûlun leh (sebep bildiren tümleç) olup, “Gerçeği ters-yüz etmek için Allah’tan başka tanrılar mı murat ediyorsunuz?” şeklinde takdir edilir. Mef‘ûlün fiilden önce getirilmesinin tek sebebi bilhassa (şirkin eleştirilmesine) özen gösterilmesi dolayısıyladır. Mef‘ûlün lehin mef‘ûlün bihten önce getirilmesinin sebebi ise, Hazret-i İbrahim’e göre en önemli olanın, koştukları şirkte iftira ve batıl üzere olma hâliyle onları yüzleştirmesi idi. İfken lâfzının mef‘ûl olması da caizdir. Bu durumda anlam “O’nun hakkında bir iftira mı murat ediyorsunuz?” şeklinde olur; sonra Allah bu iftirayı “Allah’tan başka tanrılar” sözüyle açıklamış olacaktır ki, bunun dayanağı o ‘tanrı’ların haddizatında bir iftira olmalarıdır. İfadenin e-turîdûne âliheten min dûni’llâhi âfikîne (Birer müfterî olarak Allah’tan başka tanrılar mı istiyorsunuz!?) anlamında hâl tümleci olması da caizdir. (Keşşaf)فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Fe atıf, ma istifham harfidir. Ref mahallinde mübtedadır. Zannukum haberdir.
Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Böyle olmasına rağmen teaccüb kınama, tahkir manaları taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayette tecahülü arif sanatı da mevcuttur. Âlemlerin Rabbi izafeti kısa yoldan çok mana ifade etmenin yanında muzafun ileyhe tazim bildirir.
Âlemlerin Rabbine zannınız nedir? Âlemlerin Rabbi olduğu için ibâdeti hak eden kimseye karşı ne düşünüyorsunuz da ona ibâdeti terk ettiniz? Ya da başkasını ona şirk koştunuz, yahut azabından emin mi oldunuz? Mana zan gerektiren şeyi reddetmektir, hele ibâdetinden çeviren kesin şeylerin esamesi bile okunmaz. Ya da ona şirki câiz kılan veyahut azabından emin olmayı sonuç veren kuru düşünceyi reddetmektir, bu da susturma tarzında verilmiştir ki, yukarıdakinin delili gibidir. (Beydavi)فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
Ayet fe ile makabline atfedilmiştir. Nazreten tekid bildiren mefulu mutlaktır. Cümle faidei haber talebi kelamdır. Nazara baktı, bekledi demektir. Fî harfiyle kullanıldığında inceleme, ileriyi görme anlamlarına gelir ki bu tazmindir.
Nezara - nezratun kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatı vardır. Yıldızlara bir bakış baktı ifadesi; yerlerini ve konumlarını gördü, yahut yıldız ilmine yahut kitabına (yıldıznameye) baktı demektir. Yıldız ilmine bakmakta bir mani yoktur, üstelik maksadı bakar gibi yapmak idi; bu da ondan kendileriyle beraber onlara tapmasını istedikleri zaman idi. (Beydavi)فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ
Seqame سقم :
سَقَم ve سُقْم sadece bedende meydana gelen hastalıktır.
مَرَض ise hem bedende hem nefiste/ruhta meydana gelebilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sakim ve eskam (hasta, hastalar)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Fe atıftır. Ayet fiil ve mefulü olan mequlul qavlden müteşekkildir. Faidei haber, ibtidai kelamdır.
Mequlul qavl cümlesi inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Ayette tevriye sanatı vardır. Tevriye, mücerrededir.
Bu âyette ifade İbrahim’e (as) aittir. Kral’ın, yanındaki kim? sorusuna din kardeşi olduğunu kastederek eşi Sâre’yi kardeşim diye tanıtan İbrahim (as) burada da ben hastayım sözünde kullandığı seqım kelimesiyle tevriyenin en güzel örneklerinden birini vermiştir. Zira İbn Abbas (ö.68/687), İbn Cubeyr (ö.95/714) ve Daḥḥak’a (ö.100/719) göre kelimenin akla ilk gelen anlamı, zamanın ölüme götüren taun vb. bir hastalığıdır ki bu durumda tercüme “Ben taun hastasıyım” şeklinde olacaktır. Zira kral ve halkı taundan korkan ve kaçan kimseler oldukları için âyetin devamında fetevellev anhu mudbirun (Ondan yüz çevirip uzaklaştılar) ifadesi kullanılmıştır. Fakat İbrahim (as)’ın asıl kastettiği bu değildir. (Ḳurṭûbî, el-Câmi‘u li Aḥkâmi’l-Ḳur’ân ve’lMubeyyinu limâ Teḍammenehu mine’s-Sunneti ve Âyi’l-Ḳurân, (thk. Abdullah b. Abdulmuḥsin et-Turkî),
Gerçekten ben hastayım, diyerek onlara yıldızlardan bu hükmü çıkardığı ve hasta olmak üzere olduğu kanısını verdi; çünkü onlar müneccim (astrolog) idiler, Onu bayram yerine götürmelerini istemedi. Çünkü o zamanlar taun salgını vardı, bulaşmasından korkuyorlardı.Ya da ben küfrünüzden dolayı hastayım yahut keyifsizim, dedi. Çünkü keyifsiz olmayan pek az insan vardır, yahut ölmek üzereyim, dedi. (Beydavi)فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
Ayet öncesine fe ile atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesidir. Faidei haberi ibtidai kelamdır. Mudbirîne haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnabtır.
Arkalarını dönerek ondan yüz çevirdiler, bulaşma korkusundan kaçarak demektir. (Beydavi)فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
Ayet fe ile öncesine atfedilmiştir. Ayetteki iki fiil cümlesi de faidei haber ibtidai kelamdır. İkinci cümledeki mequlul qavl, istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Fakat cümledeki anlamın istifham değil tahkir ve istihza olduğu açıktır. Bu nedenle terkibte, mecazı mürsel mürekkep ve tecahülü arif sanatları vardır.
İlâhlarına gizlice döndü ifadesi onlara saklanarak yaklaştı demektir. Bu da ravğatüs sa'leb'ten gelir ki, tilki gibi kıvırmaktır. Aslı da kurnazlıkla sapmaktır. (Beydavi)
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
Önceki ayetteki sözün devamı olan ayet isti’naf cümlesidir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. İstifham harfi ma, mübtedadır. Lekum mahzuf olan habere muteallıqtır. Lâ tentiqûne, kum zamirinin halidir. İtnabtır.
Bu ayette de istifham, tahkir ve istihza manalarına geldiği için terkib mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
Hz. İbrâhim’in putları kırması etrafında gelişen olaylar burada en dikkate değer yönleriyle özetlenmiş; başka sûrelerde ise daha ayrıntılı bilgi verilmiştir. Şöyle ki, halk bayram şöleni için şehrin dışına çıkınca İbrâhim, hasta olduğunu söyleyerek yalnız kalmış; bu sırada, en büyüğü dışındaki bütün putları kırmıştı. Törenden dönenler durumu görünce, yaptıkları soruşturma sonucunda İbrâhim’i sorguya çekmişlerdi. Bu sırada bâtıl inançlarına karşı Hz. İbrâhim’in yönelttiği eleştirilere karşı inançlarını savunamayan, haklı cevaplar bulamayan putperestler, onun varlığını ortadan kaldırmak istediler; ancak bir mûcize gerçekleşti ve Allah onu yanmaktan korudu (Hz. İbrâhim’in eleştirileri, putları kırması ve diğer gelişmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Enbiyâ 21/51-70). Artık halkını putperestlikten vazgeçiremeyeceğini anlayan İbrâhim, yurdunu terketti. “Ben rabbime gidiyorum, O bana yol gösterecektir” ifadesi, Allah’ın buyruğuna uyarak ülkesinden ayrılıp O’nun kendisi için takdir ettiği başka bir yere gideceğini açıkladığı şeklinde yorumlanmaktadır (Zemahşerî, III, 306; Hz. İbrâhim ve hayatı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124).
Hz. İbrâhim’in, putperestlerin inançlarındaki mantıksızlığı açıkça ortaya koymak üzere 96. âyette geçen, “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” şeklindeki sözü iki şekilde açıklanmıştır: a) “Sizi de sizin yaptığınız putları da Allah yarattı.” Böylece yaratılmış olanın yaratana ortak koşulmasındaki mantıksızlık dile getirilmektedir. b) “Sizi de sizin amellerinizi, işlerinizi de Allah yarattı.” Şu halde Allah dilemese ve insanlara iş yapma gücü ve imkânını vermeseydi hiç kimsenin hiçbir eylemde bulunması mümkün değildi. Kader inancına bağlı olan Ehl-i sünnet bu açıklamayı, Mu‘tezile ise ilk açıklamayı benimsemişlerdir (kader konusuyla ilgili bilgi için bk. Bakara 2/7, 286).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 544
Vav atıftır. Ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur, aqbelû filine mütealliktir. Yeziffûne nasb mahallinde aqbelû filinin failinden hal cümlesidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
İstinaf cümlesi olarak fasılla gelen ayet, fiil ve mefulünden müteşekkildir. Qâle fiilinin mefulü olan, mequlul qavl, istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Hemze inkari istifham harfidir. Cümle vaz edildiği istifham anlamından çıkarak tahkir ve taaccüb manalarına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Mâ müşterek ismi mevsul, ta’budûne fiilinin mefulü olarak mahallen mansubtur. Sılası tenhıtûne cümlesidir. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
Vav haliyye veya istinafiyyedir. Ayet faidei haber talebi kelamdır. Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Burada Allah’a isnad karinesiyle tahsis ifade eder. Vallahu halaqakum cümlesi nasb mahallinde hal veya istinaf cümlesidir.
Vav atıftır. Mâ masdariyye, istifham harfi veya ismi mevsuldur. Haleqakum’daki kum zamirine matuftur. Ta’melûne fiili ismi mevsulun sıla cümlesidir.
Mâ ta’budûne - haleqakum kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
Fadl Hasan Abbâs’a göre müsnedün ileyhin müsbet olması tahsîs ifade eder. (Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.) âyetindeki işlere sadece Allah kadir olduğu için müsnedün ileyh tahsîs ifade etmiştir. (Fadl Hasan, Abbâs, el-Belâga Funûnuhâ ve Efnânuhâ İlmu’l-Me’ânî, 225.)
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
Beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Ayet qâlû fiili ve mefulünden müteşekkildir. Mequlul qavl olan meful cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Bunyanen tekid ifade eden mefulü mutlaktır.
Emir sigasında gelen feelqûhu cümlesi fe ile mequlul qavle atfedilmiştir.
İbnû (bina edildi) - bunyânen (bir bina) kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddül acze ales sadri sanatı vardır.
Cayır cayır yanan ateşe yani tutuşması şiddetli olan bir ateşe buyurulmuştur. Bütün ateşlerin fevkinde olan ateşe ve her korun fevkinde olan kora cahîm dendiği söylenmiştir. (Keşşaf)
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً
Fe isti’nafiye veya isti’nafiyeye atıftır. Ayetin ilk cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
Keyden’in tenvinli gelişi tahkir ve nev içindir.
فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
Eradnâ cümlesine matuf bu cümle de faidei haber ibtidai kelamdır. Müsbet fiil cümlesidir.
Esfelîne’deki el takısı onların bu sıfatlarının kemal derecede olduğuna işaret etmektedir. Meful olan esfelîne’nin nasb alameti ye’dir, cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Vav mukadder isti’nafa atıftır. İki ayet arasında mesqutun anh mevcuttur. Qâle ve mefulünden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul qavl cümlesi inne ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faidei haber talebi kelamdır.
Ayetin sonundaki seyehdîni cümlesi itiraziyye veya beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başındaki sin harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Sonundaki nun vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. Zamir fasılaya riayet gözetilerek hazfedilmiştir. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Mahzuf fiilin mequlul qavli olan ayet dua üslubunda talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif vardır. Nida harfi ve munadanın muzafun ileyhi mahzuftur. Nida harfinin hazfi, mütekellimin munadaya yakın olma isteğinin işaretidir. Nidanın cevabı emir üslubunda talebi inşa cümlesidir. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşımayan, dua manasına gelen cümle mecazı mürsel mürekkeptir.
Mines sâlihîne mahzuf mefulün mahzuf sıfatına muteallıqtır. Bu kelimedeki el takısı nev, örfi istiğrak ve sıfatın kamil derecesine işaret olabilir.
Burada davette ve taatta yardım edecek ve gurbette arkadaş olacak çocuk murat edilmiştir; çünkü hibe / bağışlamak sözü genellikle çocuk için kullanılır. (Beydavi)
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
Dilcilerin hem zihinsel gelişmişlik hem de ahlâkî olgunluk anlamı içerdiğini belirttikleri, bu sebeple “akıllı ve iyi huylu” diye çevirdiğimiz halîm, Kur’an-ı Kerîm’de, on bir âyette “sabırlı, yapacağını aceleyle ve kızgınlıkla yapmayan” anlamında Allah’ın sıfatı olarak geçmektedir (bilgi için bk. İsrâ 17/44). “Sabırlı ve temkinli, akıllı, ağır başlı” gibi anlamlar içeren diğer dört kullanımından ikisi Hz. İbrâhim (Tevbe 9/114; Hûd 11/75), biri Hz. Şuayb (Hûd 11/87) hakkındadır. Sonuncusunun da konumuz olan âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen oğlu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
“Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince” diye çevirdiğimiz 102. âyetin ilgili kısmı, “Çocuk, babasının yanında koşup dolaşacak yaşa gelince” şeklinde de anlaşılmıştır. Âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen ve daha sonra kurban edilmesi istenen bu çocuğun isminin verilmemesi, onun İbrâhim’in İsmâil ve İshak isimli iki oğlundan hangisi olduğu hususunda tartışmalara yol açmıştır. Tevrat’ta onun İshak olduğu bildirilmektedir (Tekvin, 22/9-13). Taberî, her iki yöndeki rivayetleri aktardıktan sonra kendisi, müjdelenen ve kurban edilmek istenenin İshak olduğunu kabul eder (XXIII, 76-79, 81-83; 83-86). İbn Atıyye de Ashaptan Abbas ve oğlu Abdullah ile Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Kâ‘b el-Ahbâr, Ubeyd b. Amr’ın isimlerini de vererek, “Âlimlerin çoğu”na göre müjdelenen ve kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğunu, “İsmâil’dir” diyen “bir fırka”nın da bulunduğunu belirtir (IV, 480). Zemahşerî, âyetin uslûbundan bu çocuğun erkek olduğu, kurban edilmek istendiğinde buluğ çağına ulaştığı ve halîm olduğu sonucunu çıkarmakta; hilmine en güzel kanıt olarak, hayatı söz konusu olduğu halde “İnşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın” demek suretiyle kurban edilmesiyle ilgili buyruğa teslim olmasını göstermekte (III, 347), daha sonra kurban edilmesi istenenin veya İshak olduğunu ileri sürenlerin gerekçelerini sıralamaktadır (III, 306-307). Râzî de İshak ve İsmâil diyenlerin gerekçelerini maddeler halinde zikrettikten sonra, eğer İshak ise kurban olayının Diyârışam’da, bir görüşe göre Kudüs’te, İsmâil ise Mina’da (Mekke) geçmiş olması gerektiğini belirtmektedir. Râzî, sonuçta Zeccâc’ın, “Hangisinin kurban edildiğini en iyi Allah bilir” dediğini belirtmekte ve kendisi de, “Evet en iyi Allah bilir” diyerek bu hususta bir tercih yapmaktan kaçınmaktadır (XXVI, 133-155). Şevkânî de tartışmaların geniş bir özetini verdikten sonra her iki tarafın görüşlerinin de tartışmaya açık olduğunu belirtmekle yetinir (IV, 462).
Sonuç olarak 100-101. âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. İbrâhim bu duasından sonra ilk oğluna sahip olmuştur. Bu sûrenin 100-107. âyetler ile 112-113. âyetlerinin içeriği, ilk oğulun Hz. İsmâil olduğunu gösteriyor. Kurban edilmesi istenen de ilk oğul olduğuna göre bunun İsmâil olması kuvvetle muhtemeldir. (Bilgi için bk. Ömer Faruk Harman “İsmâil”, DİA, XXIII, 80-82) Öte yandan konumuz olan âyetlerin asıl amacı, kurban olayının kahramanlarını tanıtmak ve olayın tarihsel gelişimini anlatmak değil, Hz. İbrâhim’in tevhid mücadelesinden alınacak dersleri hatırlatmak, onun çok sevdiği oğlunu bile Allah uğrunda feda etmekten kaçınmayacak kadar ilâhî iradeye teslim oluşundan ders almamızı sağlamak; kezâ oğlunun da yaşının küçüklüğüne rağmen aynı teslimiyet şuuruna sahip olduğunu bir ibret levhası olarak ortaya koymaktır.
Ayet mukadder bir söze matuftur. Takdiri festecibnâ lehu’dur.
Bi ğulâmin, beşşernâhu fiiline muteallıqtır. Kelimedeki tenvin tazim ve teşrif ifade eder. Cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Halîmin sıfat olarak itnabtır.
Bebek yerine çocuk denmesi kevniyyet alakasıyla mecazı mürseldir.
Biz de onu uslu bir erkek çocuğu ile müjdeledik buyurmuştur ki, çocuğu olacaktır, erkek olacak ve buluğa erecektir. Çünkü çocuk için hulm ifadesi kullanılmaz. Buluğ çağına erecek ve akıllı olacak bir çocuk manasındadır. Şöyle de denilmiştir: AllahTeâlâ İbrâhîm ile oğlu dışında hiçbir peygamberi hâlim sıfatı ile zikretmemiştir, o ikisine salât ve selâm olsun. (Beydavi)
Çocuk değil bebek doğar, bebek büyüyünce çocuk adını alır. Burada müjdede mübâlağa kasdı vardır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
Âyetteki müjdenin mündericatında üç şey bir arada bulunuyordu: Doğacak çocuğun erkek olacağı, ergenlik çağına yetişeceği ve uysal olacağı… Babası ona boğazlanmayı teklif ettiğinde; “İnşâallah, beni sabredenlerden bulacaksın!” deyip de buna teslimiyet gösteren birinin uysallığından daha büyüğü olabilir mi? (Keşşaf)
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ
Fe istinâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır. Lemma, hîne manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Beleğa’ya muzaftır. Bu cümlede takdiri huve olan fail mahzuftur. Essa’ye fiilin mefuludur. Beleğa şart cümlesi, qâle şartın cevab cümlesidir.
Cevap cümlesinde mequlul qavl, nida üslubunda talebi inşai isnadtır. Nidanin cevabı ise inne ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Bu isim cümlesinin haberi erâ, muzari fiil gelerek hükmü takviye ve hudus ifade etmiştir. Enne ismi ve haberi, masdar teviliyle erâ fiilinin mefulü yerindedir.
Fenzur emir sigasıyla gelmiş talebi inşai isnadtır. Mukadder isti’nafa matuftur.
Mazâ tera şeklindeki istifham üslubundaki cümle fenzur fiilinin mefulüdür. Mahallen mansubtur.
Şayet meahu (beraberinde) harf-i ceri neye taalluk etmektedir? dersen, şöyle derim: Ya beleğa (çağına gelince) fiiline, ya َesse’ya (koşturma) mastarına, ya da hazfedilmiş bir kelimeye taalluktur. İmdi; bunun, baba ve oğulun birlikte koşturma çağına ulaşmalarını gerektireceği için beleğa fiiline taalluk etmesi sağlıklı olmaz [çünkü mea çift taraflı birliktelik ifade eder]. َEsse’ya lâfzına taalluk etmesi de sağlıklı olmaz; zira mastarın sılası kendinden önce gelemez. Şu hâlde geriye sadece bunun bir ekstra açıklama olma ihtimali kalmaktadır ki, buna göre Allah Teâlâ adeta Oğul koşturmaya -yani koşturabileceği bir raddeye- gelince buyurduğunda, “Kiminle beraber?” diye sorulmuş da; “babasıyla birlikte” diye cevap verilmiştir. Burada baba’nın özel olarak zikredilmesi, onun çocuğa insanların en yumuşak davrananı ve en merhametlisi olması sebebiyledir. Zira babadan başkası çoğu kez kazanç talebinde çocuğa sert davranır da çocuk bunu çekemez. Çünkü oğul’un gücü henüz kemale ermemiş, körpelikten yetişkinliğe geçmemiştir. O vakitler İsmail, on üç yaşındaydı. (Keşşaf)
قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ
Beyani isti’naf olan cümle qale fiili ve mefulünden müteşekkildir. Mequlul qavl, nida üslubunda talebi inşai isnadtır. Nidanın cevabı if’al, emir sigasında talebi inşai isnadtır. Ma müşterek ismi mevsul meful olarak mahallen mansubtur. Sılası tu’meru fiilidir. Mevsulde tevcih vardır.
İfal mâ tu’meru (Sana ne emrediliyorsa, yap!) cümlesinin aslı if‘al mâ tu’meru bih (Sana emrediliyorsa onu yap) şeklinde olup, harf-i cer hazfedilmiştir. Ya da mastarın mef‘ûle muzāf kılınması ve emredilenin emir diye isimlendirilmesi esasına göre (İşini (emredildiğin şeyi) yap.) anlamındadır. Nitekim âyet, …mâ tu’meru bih şeklinde de okunmuştur. (Keşşaf)
Âyet-i kerîme’de geçen ya ebeti terkibindeki ta izafet yasından ivazdır. (Onun yerine gelmiştir)
سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
Seteciduni cümlesi beyani isti’naftır. Sin istikbal harfi tekid ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır.
İn şâallahu itiraz cümlesidir. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İn şart harfi, şâe şart fiilidir. Cümlede icazı hazif vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
Es sâbirîne’deki el takısı tazime ve sıfatın kemaline işarettir.
Denir ki; kalpler ancak Allah ile huzura kavuşur. İnsan nefsi, ne kadar dünyaya meyil etmek isterse istesin; kalbin asıl istediği, dünyalık sevgilerden sıyrılarak yalnız Rabbine yönelmektir. Kalbinde Allah sevgisini tutan; dinlediği ve baktığı her şeyde, kendisini yaratan Rabbini hatırlar ve O’nu anar. Böyle bir kalp haline sahip olmak ve bu hali muhafaza etmek; çaba ister ve gereken yerlerde de mücadele gerektirir. Zira insan nefes aldığı sürece; dünya nefsinin, nefsi de kalbinin kapısını çalmaya devam edecektir. Allah’ın kulu; o sevgiyi korumak için elinden geleni yapar ve olası tehlikelere karşı gözünü açık tutar. Kapı çalındığı ya da zorlandığı zaman, kalp gelir ve açmadan önce kimin geldiğini anlamaya çalışır. İstenmeyen misafire; dünyalık haller, geçici hevesler, yıkıcı duygular, yıpratıcı düşünceler ve hatta zorluklar, sıkıntılar, kararsızlıklar, insanlar, söylenenler ve daha nicesinin olduğunu anladığı anda seslenir. Hz. İbrahim’in (Allah kendisine rahmet etsin) sözlerini tekrar eder: ‘ben Rabbime gidiyorum, O bana yol gösterecektir.’ Rabbim! Yarattığın her seste ve varlıkta Seni hatırlatan hakikat gizlidir; beni onu işitenlerden ve görenlerden eyle ki her anında - hamd ile, istiğfar ile - Seni anan kullardan olayım. Bilirim ki; yolların sonu Sana çıkar, rahmetin ile huzuruna rızanı kazanmış şekilde varayım. Hakiki manada Seni sevmenin ve Sana teslim olmanın lezzetine varayım ki; dünyalık herhangi bir hal ile karşılaştığımda, Senin bana yol göstereceğine iman ederek nefsani tepkilerden sıyrılayım. Her anımda yar ve yardımcım ol. Ömrümü kolaylaştır ve bereketlendir. Kalbimi istenmeyen misafirlerden koru ve Seninle doldur. Beni ve ailemi affet ve bizden razı ol.
Amin.