20 Temmuz 2023
Sâffât Sûresi 103-126 (449. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâffât Sûresi 103. Ayet

فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ  ...


103-104. Ayetler Meal  :   
Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”

  Cebene جبن :

  جَبِينانِ iki şakak yani alnın iki yanı demektir. جُبْن ise kalbin güçlü olması gereken yerde zayıf kalmasıdır. Yüreksiz veya korkak anlamında جَبان şeklinde kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri cebin (korkak) ve cebânet (korkaklık)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Fe istinâfiyyedir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Lemma, hîne manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Şart fiili olan eslemâ’ya muzaftır. Cümlede icazı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; zahera sabruhuma (sabrı ortaya çıktı) şeklinde olabilir.

Ayetteki ikinci cümle şart cümlesine matuftur.

İkisi de teslim olup da... isteslema ya da sellema demektir ki, kurban kendini, İbrâhîm de oğlunu teslim edince demek olur, zaten bu iki kalıpla da okunmuştur. Bu üç fiilin aslı esleme, istesleme ve selleme şeklinde olup, selleme hâza lifülanin deyiminden gelir ki, birine karşı samimi olmaktır, çünkü onunla tartışmamıştır. Onu alnı üzerine yatırınca... yanı (şakağı) üzerine demektir. Onun işaretiyle onu yüzükoyun yatırdığı da söylenmiştir, Tâ ki, bir değişiklik gördüğü zaman acınıp da boğazlamaktan vazgeçmesin. Bu da Mina'da büyük kayanın yanında idi, yahut mescidine bakan bölgede, ya da bugün kurban kesilen yerde idi. Beydavi)

Sâffât Sûresi 104. Ayet

وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ  ...


Kaynaklarda verilen ayrıntılı bilgilere göre Hz. İbrâhim, rüyasında aldığı buyruğu yerine getirmeye karar verip gerçekleştirmek üzereyken, bu tutumuyla Allah tarafından tâbi tutulduğu büyük teslimiyet sınavını kazandığı için Allah Teâlâ, Cebrâil aracılığıyla (Zemahşerî, III, 307) görkemli bir koç göndererek oğlunun yerine bunu kurban etmesini istemiş, İbrâhim de öyle yapmıştır. Hz. İbrâhim, daha önce yakılmayı göze alacak derecede tehlikelere göğüs gererek putperestlere karşı mücadele verdiği gibi bu defa da evlâdını kurban etme buyruğuna da tereddütsüz boyun eğmiş; bu büyük özveriye karşı yüce Allah hem onun vaktiyle ateşte yanmasını önlemiş hem de şimdi oğlunu ölümden kurtarmıştır. 105 ve 110. âyetlerde iki defa tekrar edilen, “İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz” ifadesi bu lutuflara işaret etmekte; 108-109. âyetlerde de İbrâhim’in sonraki bütün kuşaklar arasında selâm ve saygıyla anılmasının sağlandığı, isminin ebedîleştirildiği bildirilmektedir. Nitekim bugün de Hz. İbrâhim kitâbî dinlerde saygın bir yere sahiptir. Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle “Allahümme salli...” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber efendimizin yanında Hz. İbrâhim’i de anarız. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 546

Ayet vav’la eslemâ cümlesine matuftur. En müfessiriyye, nida cümlesi de tefsiriyyedir. Ya nida harfi, ibrahimu münadadır.

Âyet-i kerîme’de geçen Nadeyna cümlesi Lemma’nın cevabıdır. Vav ise zâittir. (Celaleyn Tefsiri)

Nidâ harfi olan ’’yâ’’ da çoğu zamân müsteâr olarak kullanılır. Bu harf aslında uzakta olan muhâtab için kullanılır. Ama muhâtabın gafleti, şuûrsuz olması ya da bu menzîle konması gâyesiyle yakında olan muhâtab için müsteâr olarak kullanılır. İşte bunun için Allahu teâlâ yakın olan kuluna ‘‘yâ’’ diye hitab eder. Kul da aynı şekilde Rabbi’ne ‘‘yâ’’ diye hitab eder. Halbuki O, kuluna şah damarından daha yakındır. Bunun belâğî mânâsı; günâhlarımızdan çok etkilenmemiz ve bu sebeple Allah’a uzak olduğumuzu farketmemizdir. Yakında olan için vaz edilmiş ‘‘yâ’’ harfi, uzakta olan için vaz edilmiş nidâ harfine benzetilir. Teşbîh, küllîyâttan kaynaklanıp cüz’iyyât üzerinde gerçekleşir. Uzak için vaz edilmiş nidâ harflerinden bir cüz olan ‘‘yâ’’ harfi, yakın için vaz edilmiş nidâ harflerinden biri yerine müsteâr olmuştur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Sâffât Sûresi 105. Ayet

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ  ...


“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”

قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ 

Bu ayet nidanın cevabı olarak gelmiştir. Qad tekid bildiren tahqiq harfidir. Cümle faidei haber talebi kelamdır. Erru’yâ’daki el takısı ahd içindir.

Saddeqnâ tefi’îl babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. 

İnne ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber talebi kelamdır. Kezâlike, amili neczî olan mahzuf mefulu mutlaka müteallıktır. Veya ke misle manasında ismi mana, mahzuf mukaddem masdar için sıfat, zalike ismi işarettir. 

Kezalike kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem ke hem de za işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Duhan Suresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/28)

Neczî fiili inne’nin haberidir. İnne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. El muhsinîne lafzı neczî filinin mefuludur.

El muhsinîne’deki el takısı ahdi ilmi ifade eder.

Saddaqte - muhsinîne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Sâffât Sûresi 106. Ayet

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ  ...


“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Mübteda ve haberden oluşan ayet, inne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiştir. İnkari kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tazim ifade eder. Ayrıca imtihanın haza ile işaret edilmesinde istiare oluşmuştur. Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Cümlenin müsnedi isim cümlesi formunda gelmiştir. Huvel belâul mubîn cümlesi mahallen merfudur. 

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mânâ olan sübûtu [sâbit olması] veyâ bâzı karînelerle istimrârı [devâmlılığı] ifâde eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrârın/devâmlılığın karînesidir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Sâffât Sûresi 107. Ayet

وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ  ...


Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.

Vav atıftır. Zibhin’deki tenvin tazim ve teşrif ifade eder.

Büyük; kadri, kıymeti büyük demektir. Yoksa bedenen büyük olduğunu kastetmemiştir. Kadrinin büyüklüğü, boğazlanması emrolunan oğlunun yerine fidye olmasından yahut kabule mazhar oluşundan ötürüdür. (Kurtubi)

Sâffât Sûresi 108. Ayet

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ  ...


Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.

Vav atıftır. Ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan aleyhi’nin müteallaqı tereknâ fiilidir.

Fil âhirîne ise tereknâ fiilinin muqadder mefulünün sıfatına muteallıqtır. El âhirîne’deki el takısı hakiki istiğrak ifade eder.

Veteraknâ aleyhi fil âhirîne (Geriden gelecekler arasında ona (şöhret) bıraktık.) cümlesi latîf bir kinayedir. Yüce Allah bunu, güzel övgüden kinaye ola­rak zikretti. (Safvetü’t Tefâsir)
Sâffât Sûresi 109. Ayet

سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  ...


İbrahim’e selâm olsun.

Ayet tereknâ cümlesi için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icazı hazif vardır. Selâmun mübtedadır. Alâ ibrahîme mahzuf habere muteallıqtır. Mübtedanın nekira gelmesi tazim, teşrif, kesret ve nev ifade eder.
Sâffât Sûresi 110. Ayet

كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ  ...


İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.

Ayet ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Ayette icazı hazif vardır.

Kezalike deki ke, misli manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir. Yani, neczî el muhsinîne cezâen misli zâlike şeklindedir.

Müsbet, haberî fiil cümlesidir. El muhsinîne’deki el takısı ahd içindir.

Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız. Onlardan güzellikle sözedilmesini baki kılarız. (Kurtubi)

Biz  iyi davrananları böyle mükâfatlandırırız. Bu da İbrahim a.s’a yapılan ikramın, ihsana karşı bir ödül olduğunun gerekçesidir. (Beydavi)

Şayet “Neden burada kezâlike neczî el muhsinîne (İhsan üzere hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız işte) denilmiştir de, bunun dışındaki diğer kıssalarda innâ kezâlike neczîl muhsinîne (Biz, ihsan üzere hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız!) denmiştir? dersen, şöyle derim: Bu kıssa içerisinde bundan önce (Biz, işte…) şeklinde (zamirle) geçtiği için, sanki bu zamirin atılmasıyla ikinci kez zikretme yerine bir kez zikretmekle yetinilerek (telâffuzda) hafiflik istenmiştir. (Keşşaf)

Sâffât Sûresi 111. Ayet

اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Çünkü o mü’min kullarımızdandı.

Ayet diğer bir ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir.

İnne ile tekid edilmiş, talebi kelamdır. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur mahzuf habere muteallıqtır. İbâdinâ izafetinde Allah Teala’ya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir.

El mü’minîne lafzı ibâdinâ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. Ayetteki min ba’diyet içindir.

Son dört ayetin, 79,80,81,82. ayetlerle aynı olmasında, tekrir ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Sâffât Sûresi 112. Ayet

وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ  ...


Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik.

İshak Hz. İbrâhim’in ikinci oğludur; İsmâil’in annesi Hacer, İshak’ın annesi Sâre’dir. Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. İbrâhim 86 yaşındayken İsmâil, 100 yaşındayken İshak dünyaya gelmiştir (Tekvin, 16/16, 21/5; İshak’ın doğumuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Hûd 11/69-83; Hicr 15/53-56). Kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu savunanlara göre buradaki müjde onun doğumuyla değil, peygamber olmasıyla ilgilidir (bk. Taberî, XXIII, 88). İshak’ın, peygamber olması yanında “sâlihlerden biri” olarak da nitelenmesi, şanının yüceliğine delâlet eder (Şevkânî, IV, 464). İbrâhim ve İshak’a “bereketler” verilmesi, ikisinin de dünya durdukça saygı ve övgüyle anılmaları, nesillerinin çoğalarak devam etmesi, İsrâiloğulları’nın bütün peygamberlerinin İshak’ın soyundan gelmesi şeklinde açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 310; Râzî, XXVI, 159). “İyi” diye çevirdiğimiz 113. âyetteki muhsin kelimesi, doğru bir inanca sahip olmaları yanında işlerini de en güzel şekilde yapanları; “kendine kötülük eden” diye çevirdiğimiz zâlimün li-nefsih deyimi de inkârcı ve isyankâr tutumlarıyla bizzat kendilerinin mânevî varlıklarına zarar verenleri ifade etmektedir (Şevkânî, IV, 464). Râzî, “Onların soyu içinde iyisi bulunduğu gibi açıkça kendine kötülük edeni de olacaktı” meâlindeki bu kısmı, “Ataların üstünlüğü, evlâtlarının da üstün olmasını gerektirmez; bu sebeple yahudiler bundan kendilerine bir övünç payı çıkarmamalıdırlar” anlamında bir uyarı olarak değerlendirir (XXVI, 159). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 546-547

Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi olan ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Nebiyyen hal olarak mansubtur. Hal itnab babındandır. Essâlihîne’deki el takısı ahd içindir. Min ise ba’diyedir.

Bu ayet hakkında İbn Abbâs: Ona İshak'ın peygamber olacağı müjdesi verildi demiş ve bu müjdenin iki defa gerçekleştiği kanaatini belirtmiştir. Bu açıklamaya göre boğazlanması emredilen kişi İshak'tır. Sabırla Rabbinin emrine razı olup ona teslimiyetine mükâfat olmak üzere peygamber olacağı müjdesi ona verilmiştir. (Kurtubi)
Sâffât Sûresi 113. Ayet

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟  ...


Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.

وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ 

Vav atıftır. Ayetin ilk cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

 

وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟

 

Makabline matuf cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Min zurriyetihimâ mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Muhsinun, muahhar mübtedadır. Zâlimun, muhsinun’a matuftur.

Âyette müsnedün ileyh olan muhsinun ve zalimun kelimeleri bu cinslerden belirsiz kişiler  kastedildiği için nekre gelmiştir. Muhsinun (iyi) - zâlimun (zalim) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Sâffât Sûresi 114. Ayet

وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ  ...


Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da lütufta bulunduk.

Mûsâ ve Hârûn’un peygamberliklerinin, ataları İbrâhim ve İshak’tan kalan bir miras değil, Allah Teâlâ’nın onlara bir lutfu olduğu bildirilmektedir. “Büyük sıkıntı”dan maksat, Şevkânî’nin ifadesiyle (IV, 467) Firavun yönetiminin, Mısır’da yaşayan İsrâiloğulları’na köle muamelesi uygulaması, bu muameleden dolayı çektikleri maddî ve mânevî sıkıntılardır (bilgi için bk. A‘râf 7/104-105). “Açık seçik anlaşılabilen kitap” ise Tevrat’tır. Bu âyetlerde İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır’dan ayrılıp Sina yarımadasına geçmeleri ve Tevrat’ın indirilmesi konusunda kısaca bilgi verilmekte, Allah’ın Mûsâ ve Hârûn ile İsrâil kavmine büyük lutufları hatırlatılmaktadır (ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/49-93; A‘râf 7/103-156). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 548

Vav istinafiyyedir. Lam, mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. Qad tahkik içindir. Tekid ifade eder. Ayet kasem üslubunda talebi inşai isnadtır. Ayette kasem fiilinin hazfi icazı haziftir.

Menennâ.. cümlesi kasemin cevap filidir.
Sâffât Sûresi 115. Ayet

وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ  ...


Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.

Önceki ayete matuf olan bu ayet müsbet fiil cümlesi formunda gelmiştir. Faidei haber ibtidai kelamdır.

El azîm el kerbi’nin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren itnabtır. El kerbi’deki el takısı, ahdi sarihi ifade eder. El kerbil azîm surede daha önce geçmişti. (76. yet)

Necceynâ tefi’il babındadır. Sülasisi necâ’dır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Sâffât Sûresi 116. Ayet

وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ  ...


Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.

Nesarnâhum cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Öncesine matuftur. Müteakib cümle bu cümleye fe ile atfedilmiştir. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesinde hum fasıl zamiridir. El ğâlibîne kâne’nin haberidir. Müsnedin el takılı gelişi onlardaki bu vasfın kemal derecede olduğuna işaret eder. Cümle faidei haber talebi kelamdır. 

Kâne fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Ragıb el İsfehani)
Sâffât Sûresi 117. Ayet

وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ  ...


Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

  Beyene بين :

  بانَ, تَبَيَّنَ ve إسْتَبانَ  fiilleri bir şey, iş ya da mesele açık, anlaşılır, belli, aşikar ve net hale gelmek anlamında kullanılır.

  بَيِّنَة kelimesi ister akla dayalı olsun ister somut olsun açık delil/belge/kanıt demektir.

  بَيان'a gelince bir şeyi ortaya koyup açıklamaktır. Ayrıca müphem ve mücmeli açıklayan söz de بَيان diye adlandırılmıştır. 

  بَيْنَ iki şey arasındaki boşluğu ve onların ortasını göstermek için kullanılan bir kelimedir. بَيْنَ sözcüğü ancak aralarında mesafe olan şeyler için kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de  pek çok farklı formda 523 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri beyan, beyanat, beyyinat, tebyin ve beynel mileldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Ayet atıfla gelmiştir. Önceki ayete matuftur. Müsbet fiil cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. El kitâbe’deki el takısı ahd ifade eder. Elmustebîne sıfattır. İtnab babındandır.
Sâffât Sûresi 118. Ayet

وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ  ...


Onları doğru yola ilettik.

Ayet öncesine matuftur. Müsbet fiil cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. Es sıratel musteqîme ibaresinde istiare vardır. ‘‘Sırât’’ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazfedilmiş müsteârun minh kalmıştır.  Müsteâr sırâ‘ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslâm’dır, aklîdir. Sırât kelimesi de hem müsteâr hem de müsteârun minhdir. Müsteârun leh İslâm’dır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Sâffât Sûresi 119. Ayet

وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ  ...


Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.

Vav atıftır. Ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan aleyhima’nın müteallaqı tereknâ fiilidir.

Fil âhirîne ise tereknâ fiilinin muqadder mefulünün sıfatına muteallıqtır. El âhirîne’deki el takısı hakiki istiğrak ifade eder.

Veteraknâ aleyhi fil âhirîne (Geriden gelecekler arasında ona (şöhret) bıraktık.)  cümlesi latîf bir kinayedir. Yüce Allah bunu, güzel övgüden kinaye ola­rak zikretti. (Safvetü’t Tefâsir, 108.ayet)
Sâffât Sûresi 120. Ayet

سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ  ...


Mûsâ’ya ve Hârûn’a selâm olsun.

Ayet teraknâ cümlesi için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icazı hazif vardır. Selâmun mübtedadır. Alâ mûsâ ve hârûne mahzuf habere muteallıqtır. Mübtedanın nekira gelmesi tazim, teşrif, nev ifade eder.
Sâffât Sûresi 121. Ayet

اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.

Ayet ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.

İnne ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber talebi kelamdır. Kezalike deki ke, misli manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir. Neczî fiili inne’nin haberidir. İnne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Elmuhsinîne lafzı neczî filinin mefuludur. El muhsinîne’deki el takısı ahd içindir.

Muhakkak Biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız; onlardan güzellikle sözedilmesini baki kılarız demektir.
Sâffât Sûresi 122. Ayet

اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Çünkü onlar mü’min kullarımızdan idiler.

Ayet diğer bir ta’lil cümlesi olarak fasılla gelmiştir.

İnne ile tekid edilmiş, talebi kelamdır. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur mahzuf habere muteallıqtır. İbâdinâ izafetinde Allah Tealaya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir.

Elmü’minîne lafzı ibâdinâ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. Ayetteki min ba’diyet içindir.

Mananın iyice yerleşmesi için son dört ayet, 79,80,81,82 ve 108,109,110,111 ayetler tekrar edilmiştir. Bu tekrarlarda tekrir ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Muhsinîne - mu’minîne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Sâffât Sûresi 123. Ayet

وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ  ...


Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi.

İlyâs aleyhisselâm Ahd-i Atîk’te İlya ismiyle geçen peygamberdir (II. Tarihler, 21/12). Bu ismin, Yunanca ve Latince’deki Elias, Etiyopya dilinde Elyas şeklinde okunduğu, bu son okunuşunun Arapça’ya İlyâs şeklinde geçtiği belirtilir. Yahudi kaynaklarında İlyâs’ın milâttan önce IX. yüzyılda yaşadığı bildirilir. İsrail Kralı Ahab’ın, Sâmiriye’de Baal adlı sözde tanrı için bir mâbed yaptırmasına İlyâs karşı çıkmış, bâtıl inançlarla mücadele etmiştir. En‘âm sûresinde (6/85) onun adı on yedi peygamberle birlikte “sâlihlerden biri” olarak anılmaktadır. Yahudi ve hıristiyan kültüründe İlyâs’ın ölmediği, bedeni ve ruhuyla semaya yükseltildiği kabul edilmektedir. Ahd-i Atîk’in sonunda (Malaki, 4/5-6) Tanrı’nın “dünyayı lânetle vurmaması için” İlya’nın (İlyâs) tekrar dünyaya gönderileceği bildirilmektedir. Bu sebeple yahudiler ve daha sonra hıristiyanlar, semaya çekilen İlyâs’ın tekrar dünyaya döneceğine inanmışlardır. Hz. Yahyâ’nın beklenen İlyâs olduğuna inananlar da olmuştur. Ahd-i Cedîd bu konuda Hz. Îsâ’dan farklı açıklamalar aktarmaktadır (meselâ bk. Matta, 11/ 14; krş. Luka, 1/17). İlyâs’ın halen hayatta olduğuna dair Kur’an’da ve hadislerde bilgi yoktur. İsrâiliyat türü rivayetlerde bu yönde açıklamalar bulunmakla birlikte âlimlerin çoğu İlyâs’ın öldüğü kanaatindedirler. Ayrıca bazı rivayetlerde onun İdrîs peygamberle aynı kişi olduğu ileri sürülmüşse de (meselâ bk. Buhârî, “Enbiyâ”, 4; Taberî, XXIII, 91), bunlar farklı zamanlarda yaşamış iki ayrı şahsiyettir. 130. âyette geçen İlyâsîn’le ilgili olarak “Âl-i Yâsîn” şeklindeki kıraat farkını da dikkate alan değişik açıklamalar yapılmıştır. Sonuncu okunuşu tercih eden İbn Âşûr, İlyâs’ın bir adının da Yâsîn olduğunu belirten görüşten hareketle Âli Yâsîn’in, “Yâsîn’in dinini kabul edip ona tâbi olan ve yardım edenler” anlamına geldiğini belirtir (XXIII, 170). Ancak bize göre İlyâsîn şeklindeki kıraatı tercih etmek, bununla da Hz. İlyâs’ın kastedildiğini düşünmek daha isabetli görünmektedir. Bu durumda İlyâs isminin sonundaki “în” eki, ismin aslından olmayıp âyetlerin sonundaki nazma uygun düşmesi için getirilmiştir (Hasan el-Mustafavî, I, 113 vd.; İlyâs hakkında bk. Ömer Faruk Harman, “İlyâs”, DİA, XXII, 160-162). Baal, Başta Ken‘ânîler olmak üzere eski Yakındoğu topluluklarının çoğunda tanrı ismi olarak kullanılan bir kelimedir. Ken‘an ülkesinde bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonlarına sahip bir tanrı olarak kabul ediliyordu. İsrâiloğulları, Yeşu isimli peygamberin ölümünden sonra Baal’e tapmaya başlamışlardı (Hâkimler, 2/11-13). İlyâs, Baal inancını ortadan kaldırarak gerçek tanrı olan Yahve inancını tekrar hâkim kılmak için mücadele vermiştir. Konumuz olan âyetlerle İlyâs’ın bu mücadelesine değiniliyor. Önceleri soyut bir tanrı olarak tasavvur edilen Baal’in, zamanla boğa şeklinde temsil edilip putlaştırıldığı bildirilmektedir. Bu âyetlerde Hz. İlyâs’ın Baal inancına karşı çıkmasından söz edilmesinin asıl amacı, geçmişteki bütün peygamberlerin tevhid inancında birleştiklerini, bu inancı yerleştirmek ve devam ettirmek için çalıştıklarını ve bu sayede isimlerinin ebedîleştirildiğini hatırlatmaktır

Vav atıf veya istinafiyedir. İnne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiş, faidei haber inkari kelamdır. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur inne’nin mahzuf haberine muteallıktır.

İlyâse kelimesi hemze’nin kesresiyle ve inne İlyâse şeklinde okunduğu gibi, vasıl yapılarak ve inne’l-yâse diye de okunmuştur. İlyas’ın İdris Peygamber olduğu da söylenmektedir. Nitekim İbn Mes‘ûd ilyâse yerine inne idrîse şeklinde okumuştur; kelime İdrâse diye de okunmuştur. Bu zatın Hazret-i Musa’nın biraderi Harun’un soyundan gelen İlyas b. Yasin olduğu da söylenmiştir. (Keşşaf)

Sâffât Sûresi 124. Ayet

اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ  ...


Hani kavmine şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”

Ayet müste’nefedir. Âyet-i kerîme’de geçen iz mukadder bir uzkur fiili ile mansûbdur.

Qâle muzafun ileyhtir. Mahallen mecrurdur. Mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. nafiyedir. Cümle soru üslubunda gelmiş olsa da asıl anlamı tahkir ve tevbih olduğu için cümle mecazı mürsel mürekkeptir. Cümlede tecahülü arif sanatı da mevcuttur.

Elâ’nın tahdid veya arz harfi olmasına da cevaz vardır.

Zaman ismi olan iz'in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
Sâffât Sûresi 125. Ayet

اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ  ...


125-126. Ayetler Meal  :   
“Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah’ı bırakarak “Ba’l’e mi tapıyorsunuz?”

Ayetin ilk cümlesi istifham uslubunda talebi inşa isnadtır. Soru harfi hemze azarlama için olan inkâri istifhâmdır. Tedûne cümlesi nasb mahallinde tettequne cümlesinden bedeldir. Tezerûne cümlesi tedûne cümlesine matuftur.

İstifham üslubunda gelen cümle vaz edildiği manadan çıkarak tevbih ve tahkir ifade ettiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Tedûne (tapıyorsunuz) - tezerûne (bırakıyorsunuz) kelimeler arasında tıbak sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir) 

Baal’e mi dua ediyorsunuz?! Yani Baal’e mi tapıyorsunuz?! Bu, -tıpkı Menât ve Hubel isimleri gibi- onlara ait bir putun özel ismidir. (Keşşaf)

Sâffât Sûresi 126. Ayet

اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


Mansub okunması durumunda lafzı celal, ahsenel hâliqîne’den bedeldir. Rabbekum, allahe’den bedeldir. Ve rabbe abâikum, makabline atıftır.

Allahe rabbekum ve rabbe âbâıkum (Lafza-i Celâl’i) mübteda olmak üzere merfû‘ okunduğu gibi, bedel olmak üzere mansûb da okunmuştur. Hamza geçiş yaparken mansûb, vakfederken de merfû‘ okurmuş. (Keşşaf)

Allah - rab kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. Lafzı celalde tecrid sanatı vardır.

Ayetteki izafetler kısa yoldan izah ve muzafun ileyhleri tazim içindir.

Rab isminin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Evvelîne itnab babından sıfattır. 

Herhangi bir takdir ya da hazf söz konusu olmaksızın mübteda ve haberdir. Yani: Allah sizin de Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir. Ayrıca Ali b. Süleyman'ın ref ile okumanın daha uygun ve daha güzel olduğu kanaatinde olduğunu da gördüm. Çünkü ondan öncesi bir âyet sonudur, dolayısıyla yeni bir ifade başlangıcı olması daha uygundur. (Kurtubi)

Sayfada istisnasız vav ve nun - ye ve nun  harflerinden oluşan fasıla ahengi, okuyucunun göz ve kulak zevkine hitab eden latif bir sanatsal güzelliktir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Kendisine yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyordu: Allah’ın emirleri karşısında zorlandığını hissettiğinde, zorlanacağını düşündüğünde, idrak edemediğinde ya da yapmak istemediğinde; hz. İbrahim’in ve oğlunun teslimiyetini hatırla. Allah’ın emir ve yasaklarını öğrendiğin ya da yapman gerektiğini bildiğin ama yapmadıklarını hatırladığın zaman; O’nun adını an ve hemen harekete geç. Zira; nefsin dinlendiği sürece güçlü kalacak ve kalbini yenecektir. Allah’a itaat etmek için dünyalık zorluklardan kurtulmayı bekleme. Hz. İbrahim üzülmedi mi? Oğlu korkmadı mı? İç aleminde ve dış alemde, her şeyin rayına oturduğu ideal zamanı bekleme. Hakikaten yeryüzünde mükemmel zamanlama diye bir şey var mı? Öğrenmek için elinden geleni yap ama nefsinin penceresinden bakarken her şeyi anladığın anı bekleme. Herkes bilir ki, her insanın kapasitesi aynı değildir. Herkes her şeyi anlamak zorunda da değildir. Ayrıca; her anladığını sandığın doğru, anlamadığın da yanlış demek değildir. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmak için istemeyi bekleme. Doğruyu yapmak için istemek zorunda değilsin. Nefsinin keyfini beklemek konusunda ısrarcı isen; bilesin ki buna ne senin ömrün yeter, ne de dünyanın. Vesveselenme! Rızası için çabalamaya başladığın zaman en büyük yardımcın Allah’tır. Şüphesiz ki O; korkunu, sıkıntını ve hüznünü giderecek olandır. İnsan olarak senin neye ihtiyacın olduğunu en iyi bilen de Allah’tır. Bildiğin bilmediğin hikmetlerin varlığına iman ederek, Rabbine gel ve teslim ol. Allahım! Beni, Sana teslim olan ve tevekkül eden kullarından eyle. Nefsime kulak vermekten, onu hoşnut etmek çabasıyla tükenmekten ve onu şımartmaktan Sana sığınırım. Şeksiz ve şüphesiz; emirlerine ve yasaklarına iman edenlerden eyle. Rahmetin ile amellerimdeki samimiyeti derinleştir, amellerimi kolaylaştır ve kabul buyur. Kalbinin iman penceresinden bakarak yaşadığı için Rabbine olan teslimiyetinden ve tevekkülünden kaynaklanan rahmet rüzgarları ile iç ve dış aleminde her şeyin yerli yerine oturduğu kullardan olmak duasıyla.

Amin.