24 Temmuz 2023
Sâffât Sûresi 154-182 (451. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâffât Sûresi 154. Ayet

مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ  ...


Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!

İsti’nafiye olarak fasılla gelen ayette birbiriyle alakalı olmayan iki istifham cümlesi mevcuttur. İlk cümleye dahil olan mâ, istifham harfidir ve mübteda olarak mahallen merfudur. Lekum mahzuf habere muteallıqtır. Cümle istifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen mana itibariyle vaz edildiği anlamdan çıkmış inkar ve kınama manasına gelmiştir. Bu nedenle terkipte mecazı mürsel mürekkep sanatı vardır.

Yine isti’nafiye olarak fasılla gelen ikinci cümlede soru harfi keyfe haldir. Amili tahkumûne’dir.

Bu cümle de istifham üslubunda gelen inşa cümlesi olmasına rağmen taaccüp manasında olması sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir.

Mütekellim Allah Teala olduğu için her iki cümlede de tecahülü arif sanatı vardır.

Mâ - keyfe kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. 

Ne oluyor size? Ne biçim hükmediyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Nasıl böyle hükmediyorsunuz? Halbuki akıl, bedihî olarak bunun bâtıl olduğuna hükmetmektedir. Hiç düşünüp de, bunun bâtıl olduğunu anlamaz mısınız? Zîrâ bu hakikat, zeki olan ve olmayan herkesin aklınca idrâk edilmektedir. (Ebussuud)

Sâffât Sûresi 155. Ayet

اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ  ...


Hiç düşünmüyor musunuz?

Hemze inkari istifham, fe atıf harfidir. ise nefi harfidir. İstifham üslubunda gelen cümle soru kastı taşımayıp vaz edildiği manadan çıkmıştır. Kınama ve taaccüb manalarına gelen cümle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Tezzekkerûne fiili tef’îl babındadır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Sâffât Sûresi 156. Ayet

اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ  ...


Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?

Em, bel ve hemze manasında olup munqatı’dır. İsti’nafiye olan ayette takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lekum mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Sultânun, muahhar mübtedadır. 

Ayet vaz edildiği soru anlamı dışına çıkarak, kınama, susturma ve taaccüp manaları taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Mubîn sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen itnabtır.

Müsnedün ileyh olan sultânun’un nekra gelişi tahkir ve taklil ifade eder.
Sâffât Sûresi 157. Ayet

فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ  ...


Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı!

Fe, rabıtadır. İki şart cümlesinden oluşmuş ayette icazı hazif vardır. Birinci cümlede şart, ikinci cümlede cevap mahzuftur. U’tû, mukadder şartın cevap fiilidir. Bikitâbikum lafzı u’tû fiiline muteallıktır. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır.

Ayetin ikinci cümlesi de şart üslubunda talebi inşai isnadtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

İn şart harfidir. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazıf, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

Sâffât Sûresi 158. Ayet

وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ  ...


Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah’ın huzuruna getirileceklerini bilirler.

Müfessirlerin çoğu, “görülmez varlıklar” diye çevirdiğimiz 158. âyetteki cinne kelimesiyle meleklerin kastedildiğini, gözle görülemez oldukları için meleklerin böyle anıldığını belirtirler; bu kelimenin bütün gayri cismanî yaratılmışları kapsadığı da söylenmektedir (İbn Atıyye, IV, 488; Şevkânî, IV, 474). 158. âyet, Câhiliye döneminde bazı Arap topluluklarının Allah, cin, melek gibi metafizik varlıklar arasında akrabalık bağının bulunduğu yönünde bir inanca sahip olduklarını gösterir (bu yöndeki inançlara dair bazı örnekler için bk. Taberî, XXIII, 107-108). 159. âyette Allah Teâlâ bu tür saçma yakıştırmalardan tenzih edilmektedir. Aslında Mekke putperestlerinin Allah ile görülmez varlıklar arasında akrabalık ilişkisi kurmaları ve Allah’a evlât isnat etmeleri, ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançların bir örneği olup –159. âyetin de işaret ettiği gibi– bu bağlamda, hangi dönemde ve kimler tarafından ileri sürülürse sürülsün, (Mecûsîlik’teki düalist tanrı inancı, Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi) Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine yakışmayan her türlü inanç ve isnat dolaylı olarak reddedilmektedir. Nitekim Râzî, 158. âyetle ilgili farklı yorumları sıralarken şöyle bir görüşten de söz eder: “Zenâdikadan bir topluluk, Allah ile İblis’in kardeş olduğunu, Allah’ın iyilik ve cömertliği, İblis’in kötülük ve cimriliği temsil ettiğini söyler. 158. âyetin ‘Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar’ meâlindeki kısmıyla bu anlayış kastedilmiştir. Bana göre âyet hakkındaki yorumların doğruya en yakın olanı budur. Söz konusu sapkın anlayış, Yezdan ve Ehrimen diye iki tanrı kabul eden Mecûsîler’in anlayışıdır” (XXVI, 168).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 556-5

Vav  istinafiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müsbet fiil cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Beynehu izafeti kısa yoldan izah ve gayrının tahkiri içindir. El cinneti’deki el takısı cins ifade eder. Neseben’deki tenvin ise, tahkir içindir.

Ve cealû beynehu ve beyne’l cinneti neseben (Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uy­durdular.) cümlesinde, II. şahıs kipinden III. şahıs kipine dönüş vardır. Aslı tecalûne (kılıyorsunuz) şeklindedir. Bu dönüş, onların hitaba ehil olmadıkları­nı ve Rablerin Rabbi olan Allah'ın rahmetinden uzak olduklarına işarettir. (Safvetü’t Tefâsir) 

Şayet neden melekler cinneti diye isimlendirilmiştir? dersen, şöyle derim: Bunların cinsinin aynı olduğunu söylemişlerdir. Ne var ki, cinlerden habis, azgın ve şerir olanların tamamı şeytān iken, bunların pak olan, ibadet eden ve hayırlı olanlarının tamamı melektir. Allah Teâlâ bu meyanda onları alçaltıp, eksilterek cins isimleriyle zikretmiştir ki melekleri bu (cin) ismiyle zikretmesinin tek sebebi, -haddizatında muazzam varlıklar olsalar da- Müşriklerin onlara nispet ettikleri ‘nesep ilişkisi mertebesine çıkartılmış’ olmalarıdır.  Bunda da, gizlenme ve örtülü olma sıfatı bulunanın -ki, bu da cisimlerin sıfatlarındandır- hakkında bunun caiz olmadığı Zât’la nesep ortaklığı kurmaya elverişli olmayacağına bir işaret vardır. (Keşşaf)

 

وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ

Vav haliyyedir.  Cümle kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Lam mahzuf bir kasemin cevabına dahil olan harftir. Qad, tahkik ve tekid harfidir. Alimetil cinneti kasemin cevab cümlesidir. 

İnne’nin haberine dahil olan lam tekid ifade eden lamul muzhalakadır. İnne ve lâm ile tekid edilmiş bu isim cümlesi alimet fiilinin iki mefulü yerindedir. Mahallen mansub olup, faidei haber inkâri kelamdır. 

Beyne ve cinnetu kelimelerinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Sâffât Sûresi 159. Ayet

سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ  ...


Allah, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.

   Vesafe وصف :

  وَصْفٌ bir şeyi niteliğiyle, niceliğiyle, durumuyla, biçimiyle ya da şekliyle, ve vasfıyla, özelliğiyle veya hususiyetiyle birlikte zikretmektir.

  Sıfat صِفَةٌ ise bir nesnenin üzerinde bulunduğu hal, şekil ve taşıdığı özelliklerdir. Bir vasıf gerçekte olabilir asılsız da.. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve isim formunda toplam 14 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri vasıf, sıfat, evsaf, mevsuf, tavsif ve Vasfi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Ayet itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tâzim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Subhane mahzuf fiilin mefulu mutlaqıdır. Lafzı celal muzafun ileyhtir. Müşterek ismi mevsul cer mahallinde an harfiyle birlikte subhâne’ye muteallıqtır. Yesîfûne ismi mevsulun sıla cümlesidir. İsmi mevsulün mübhem yapısı nedeniyle her zaman ihtiyaç duyduğu sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Subhânallâhi izafeti kısa yoldan izah içindir. Allah lafzında tecrit sanatı vardır. 

Sâffât Sûresi 160. Ayet

اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ  ...


Ancak Allah’ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir.

Allah’ın ihlâslı, samimi kullarının önceki âyetlerde ele alınan saçma inançlardan uzak durduklarına işaret edildikten sonra bâtıl ve temelsiz inançların ve bu inançların taraftarlarının, gerçek müminler olan bu kullar üzerinde etkili olamayacağı, onların ayağını kaydıramayacağı; bu saptırma çabalarının ancak “cehennemi boylayacaklar” üzerinde etkili olacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerde bir yandan inkârcıların inananlar üzerindeki kötü emelleri kırılmak istenirken bir yandan da inananlara moral ve metanet verilmekte, aynı zamanda saptırıcılara karşı uyanık ve dirençli olmaları gerektiği ima edilmektedir.

Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezile âlimleri, bu âyetlere dayanarak kader ve irade hürriyeti konusunda yoğun bir tartışmaya girişmişler; özellikle bir kısım Ehl-i sünnet âlimleri, “Hiçbiriniz onu, Allah’a inancı hususunda saptıramazsınız; ancak cehennemi boylayacak olan başka” meâlindeki 162-163. âyetleri, kimlerin cehenneme gideceğinin “önceden” takdir ve tayin edilmiş olduğu şeklinde yorumlayarak bu âyetleri kendi kaderci görüşleri için kesin delil saymışlardır (bilgi için bk. Râzî, XXVI, 169-171). Ancak kader meselesiyle ilgili olarak sadece belli âyetlere dayanmak suretiyle sonuç elde etmeye çalışmak son derece yanıltıcıdır. Zira Kur’an-ı Kerîm’in bütünü dikkate alındığında hem küllî planda ilâhî irade, ilim ve kudretin mutlak kuşatıcılığını hem insanın belli davranışlarını seçip yapmada bir ölçüde özgür bırakıldığını, bunun da yine Allah’ın küllî yasası içinde değerlendirilmesi gerektiğini görürüz. Kurân-ı Kerîm’in Allah inancını ortaya koyan âyetleri, selim akla ve mümin kalbe, ilâhî kudret karşısındaki küçüklüğünü, aczini ve sınırlılığını hissettirir. Böylece insan, bu üstün kudretin korumasına, inâyetine ve hidayetine muhtaç olduğunun bilincine varır. Öte yandan bir inanç, ahlâk ve aksiyon varlığı olarak insandan söz eden âyetlere baktığımızda kendi aklî ve ahlâkî kapasitemizin farkına varır; bu âyetlerin bizi, Allah’a, hemcinslerimize, canlı ve cansız tabiata karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda karar verme ve seçim yapma imkânına sahip, hür ve yükümlü varlık olarak değerlendirdiğini görürüz. Başka âyetler gibi konumuz olan âyetleri de Kur’an’ın bu bütüncül bakışını dikkate alarak kavramaya çalıştığımızda daha sağlıklı sonuçlar çıkarmamız ve onlardan kendimiz için daha isabetli dersler almamız mümkün olur.

162. âyette geçen “onu” zamirini Allah’a ait kılarak, “Samimi kulları ile Allah’ın arasını bozamazsınız” şeklinde çevirmek de mümkündür.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 557-558

İstisna harfi illa, lakin manasındadır. İbâdallahi müstesnadır. Tuczevne fiilindeki vav’dan istisna edilmişlerdir. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

İbâdıllahı izafetinde Allah Tealaya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir. Muhlesîne lafzı ibâdellahi’nin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Âyet-i kerîme’deki istisna munkatıdır. Zira mü'minler yüce Allah'ı, müşriklerin niteledikleri şeylerden tenzih ederler.

[(Allah’ın ihlâslı kulları müstesna) cümlesi] dan munkatı‘ (onlara dâhil olmayan) bir istisnadır. Buna göre mâna şöyledir: Fakat ihlâs sahipleri kurtulacaklardır. Subhânallahi (Allah münezzehtir.) kısmı ise sonuç kısmı [nesep iddiası sebebiyle derdest edilmeleri] ile istisna bölümü [illâ ıbâdıllahı âyeti] arasında yer alan parantez içi bir cümle hükmündedir. İstisnanın yesîfûne fiilinin (faili olan) vav’dan olması da caizdir; yani şunlar Allah’ı bu şekilde vasfediyorlar, ama ihlâs sahipleri O’nu bu şekilde vasfetmekten berîdirler. (Keşşaf) 

Ancak Allah'ın ihlâslı kulları hariç. Bu da muhdarun'dan istisna-i munkatıdır ya da muttasıldır, eğer ondaki zamir genel kabul edilirse, aralarındaki de itiraz cümlesidir ya da yesifun'dan istisnadır. (Kurtubi)

Bu kelâm da, en güzel ve kuvvetli şekilde, ihlâslı kulların, Allah'ı böyle vasıflandırmaktan uzak olduklarına dâir meleklerin şâhidiğini anlatmakta ve zımnen, meleklerin de bundan berî olduklarını bildirmektedir. Zîrâ melekler de ihlâs sahibi olanlar zümresine dâhildirler. (Ebussuud)

Sâffât Sûresi 161. Ayet

فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ  ...


161-163. Ayetler Meal  :   
(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.

Ayette fe ta’liliye, vav ise maiyyedir. Müşterek ismi mevsul ma, nasb mahalde mefulü meadır. (İrabul Müyesser) Sılası ta’budûne’dir. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Ayet inne ile tekid edilmiştir.

İnnehum muhdarûne’den sonra innekum’le muhataba iltifat edilmiştir.
Sâffât Sûresi 162. Ayet

مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ  ...


Nefiy harfi ma, leyse gibi amel etmiştir. Entum, ma’nın ismidir. Mahallen merfudur. Ma’nın haberi lafzen mecrur mahallen mansub olan bifâtinîne’dir. 

Ma’nın dahil olduğu bu isim cümlesi önceki ayetteki inne’nin haberidir. Mahallen merfudur.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber inkari kelamdır.

Aleyhi (O’na karşı) ifadesindeki zamir Allah Teâlâ’ya ait olup, mâna şöyledir: Siz de, mabutlarınız da; yani ne siz ne de onların topu; kötü amelleri yüzünden o ateşi boylayacakları Allah’ın ezelî ilminde sabit olan cehennemlikler dışında hiç kimseyi Allah’a karşı ayartamazsınız. (Keşşaf)

Âyet-i kerîme’deki câr-mecrûr bi-fatinine kelimesine taalluk etmektedir.
Sâffât Sûresi 163. Ayet

اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ  ...


İlla, istisna harfidir. Müşterek ismi mevsul men, önceki ayetteki fâtinîne’nin mefulüdür. Bu durumda önceki ayetteki olumsuzluk harfiyle kasır oluşur. Veya fâtinîne’nin ehaden şeklindeki mahzuf mefulünden istisnadır. Müferrağ istisnadır.

Huve sâlil câhîmi cümlesi mevsulün sılasıdır. Haber olan sâli, hafiflik için hazfedilmiş son harfine takdir edilen damme ile merfudur. 

Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey anlatma amacına matuftur. 

Entum’den huve’ye iltifat vardır.

Hasan-ı Basrî, lâm’ın zammesiyle sâlulcahîmi şeklinde okumuştur ki, üç şekilde açıklanabilir: Birincisi, bu çoğul olup, (çoğulluk ve fâ‘il alâmeti olan) vav’ın düşmesi iki sâkinin buluşması sebebiyledir ki, onlar da o vav’ın kendisi ve lâm-ı tarif’tir. Şayet (Lâfız itibariyle tekil olan) men huve ile birlikte çoğul nasıl doğru olur? dersen, şöyle derim: Men’in lâfzı tekil, mânası çoğuldur. Böylece huve onun lâfzına, sālûne ise mânasına hamledilmiştir. Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde de aynı âyet içerisinde men’in lâfzına ve mânasına hamledilme söz konusudur. İkincisi, bunun aslı, kalb esasına göre sāilun olup, sonra sāilun yerine sālun denmiştir; tıpkı şâikün yerine şâkün denmesi gibi. Üçüncüsü ise telâffuzu hafifletmek için sâlin’in son ve illetli olan harfinin hazfedilip, i‘râbın ortadaki harfe irca olunmasıdır. (Keşşaf)
Sâffât Sûresi 164. Ayet

وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ  ...


(Melekler derler ki:) “Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır.”

Sûrenin başında Allah’ın huzurunda O’na ibadet etmek ve buyruklarını almak üzere sıra sıra dizilen meleklerden söz edilmişti. Burada aynı şey meleklerin ağzından ifade edilmektedir. Amaç putperestlerin, önceki âyetlerde söz konusu edilen melek telakkisinin yanlışlığını, meleklerle Allah arasında bir nesep ilişkisi değil rab-kul ilişkisi bulunduğunu ortaya koymaktır. 166. âyet, Allah nezdinde meleklerin farklı derecelerde ve değişik görevlerle yükümlü olduklarını ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 171). “Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz” cümlesi bu bağlamda özellikle şu anlama gelir: Putperestlerin melekleri Allah’ın kızları sayması, Allah ile görülmez varlıklar arasında bir akrabalık bağı kurmaları gibi insanlar tarafından ileri sürülen ve asla yüce Allah’ın şanına yakışmayan her türlü isnatlardan, yakıştırmalardan Allah’ı tenzih eder; O’nu zatına lâyık olduğu şekilde anarız (bk. Şevkânî, IV, 475; İbn Âşûr, XXIII, 192).

Meleklerin saf saf dizilişinden söz eden 165. âyette müslümanların namazlarında saf tutmalarının melekleri andırdığına da bir ima vardır. Nitekim Hz. Peygamber, müslümanların başka ümmetlerden üstün olduklarını gösteren özelliklerden birini şöyle ifade etmiştir: “Saflarımız meleklerin safları gibidir” (Müslim, “Mesâcid”, 4). Hz. Ömer’in de cemaatle namaza dururken, “Ey insanlar! Saflarınızı düzeltin; Allah, sizin meleklere benzemenizi istiyor” dedikten sonra bu âyeti okuduğu, safların iyice düzeltildiğini görünce namaza başladığı rivayet edilir (Taberî, XXIII, 112).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 558-559

Vav isti’nafiye, ma nafiyedir. Ayette takdim tehir ve icazı hazif vardır. Car mecrur minna, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Mübteda mahzuftur. Takdiri ehadun’dür. İstisna harfinden sonraki cümlede de takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lehu mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Meqâmun muahhar mübtedadır.

Nefiy harfi ma ve istisna harfi illa ile iki cümle arasında kasır oluşmuştur. 

Bizden her birimiz için bilinen bir makamı olmayan yoktur. Bu, meleklerin yüce Allah'ı tazim etmek ve kendilerine ibadet edenlerin bu tutumlarını tepki ile karşılayıp reddetmek üzere söyledikleri sözlerdendir. Kûfelilere göre ifadenin takdiri: Bizden herbirimiz için bilinen bir makamı olmayan bir kimse yoktur şeklinde olup ism-i mevsul olan kimse anlamındaki men lâfzı  hazfedilmiştir.

Basralılara göre ise ifadenin takdiri: Bizden herbirimiz için bilinen bir makamı olmayan hiçbir melek yoktur şeklindedir. Bu da ibadet hususunda bilinen bir yeri... demektir. (Kurtubi)
Sâffât Sûresi 165. Ayet

وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ  ...


“Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız.”

Vav atıftır. Bu ayette meleklerin sözleri devam etmektedir. İnne ve lam’la tekid edilmiş, faidei haberi inkari kelamdır. İnne’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Nahnul sâffûne, inne’nin haberi veya nahnu fasıl zamiri, essâffûne inne’nin haberidir.

Müsned olan es sâffûne’nin marife gelmesi, bu vasfın kemal derecede olduğunun işaretidir. 

Sâffât Sûresi 166. Ayet

وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ  ...


“Şüphesiz biz (Allah’ı) tespih edip yüceltenleriz.”

Vav atıftır. Ayette mütekellim meleklerdir. İnne ve lam’la tekid edilmiş, faidei haberi inkari kelamdır. 

İnne’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Nahnul musebbihûne, inne’nin haberi veya nahnu fasıl zamiri, el musebbihûne inne’nin haberidir.

Müsned olan el musebbihûne’nin marife gelmesi, bu vasfın kemal derecede olduğunun işaretidir. 

İki ayette tekrarlanan innâ, lenahnu kelimelerinde cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları, musebbihûne - sâffûne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Gerçekten bizler elbette saf tutanlarız. Taatı yerine getirmede ve hizmet kuşağını kuşanmada Gerçekten bizler elbette tesbih edenleriz. Allah'ı lâyık olmayan şeylerden tenzih edenleriz.

Belki de birincisi taattaki derecelerine, bu da marifetteki derecelerine işarettir. edatında, lâm'da ve araya fasıla girmesinde (ve inna lenahnu) te'kit ve özellik vardır, çünkü onlar buna devamlıdırlar, hiç ara vermezler. Bunun Peygamber a.s ile mü'minlerin sözlerinden olduğu da söylenmiştir. Mana da şöyledir: Bizden kim varsa cennette yahut kıyâmet gününde Allah'ın huzurunda bir makamı vardır ve bizler namazlarda saf tutanlarız onu kötülükten tenzih edenleriz. (Beydavi)

Sâffât Sûresi 167. Ayet

وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ  ...


167-169. Ayetler Meal  :   
Müşrikler şunu da söylüyorlardı: “Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk.”

“Kitap” diye çevirdiğimiz 168. âyetteki zikirden maksat, Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı, aydınlatıcı, yol gösterici metinlerdir. Öyle anlaşılıyor ki meleklerle ilgili telakkilerine yöneltilen eleştirilerde olduğu gibi Kur’an’ın yaptığı açıklamalarla inanç ve anlayışlarının ne kadar sakat olduğunun farkına varan, eleştiriler karşısında haklı ve geçerli cevaplar bulamayan putperestler, kendilerinin Tevrat, İncil gibi eskilere gelmiş olanlara benzer bir kitaba sahip olmamalarını mazeret olarak göstermişlerdir. Ancak bu iddialarıyla iyice çelişkiye düşüyorlardı. Zira kendilerine böyle bir kitabın âyetleri peş peşe geliyor, Hz. Peygamber bu âyetleri her gün onlara duyuruyor, bu âyetlerde “Allah’ın hâlis kulları” olmaları için gerekli bütün bilgiler, uyarılar yer alıyor ama onlar bu âyetleri inkâr ettikleri gibi peygamberi susturmak için mümkün olan her çareye başvuruyor, Kur’an’ın sesini boğmak için türlü tuzaklar kuruyorlardı (bk. Fussılet 41/26).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 559-560

Vav isti’nafiye, in muhaffefe inne’dir. Ayetteki in ve lam tekid ifade eder. Kâne’nin haberinin başına gelen lam, farikadır. Cümle iki tekid unsuru taşıyan, faidei haber inkari kelamdır.

İn, ْ inne’nin şeddesizi olup, leyeqûlûne’nin başındaki lâm da tekit edatı olan in’i, olumsuzluk edatı olan in’den  ayırıp belirginleştiren bir edattır. Demek ki bunu ciddi ciddi söylüyorlardı; ama işlerinin önü ile sonu arasındaki farka bakın!..(Keşşaf)
Sâffât Sûresi 168. Ayet

لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ  ...


Lev cezmetmeyen şart harfidir. Ayet, önceki ayetteki yeqûlûne fiilinin mequlül qavlidir. Şart üslubunda gelmiş, gayrı talebi inşai isnadtır. Bu cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Mekan zarfı indena, enne’nin mahzuf mukaddem haberine muteallıqtır. Zikran, enne’nin muahhar ismidir. Minel evvelîne zikran’ın mahzuf sıfatına muteallıqtır. Evvelîne’nin muzafı mahzuftur. Takdiri min kitâbil evvelîne’dir.

Enne ve masdarı müevvel takdiri sebbit olan mahzuf fiilin failidir. Mahallen merfudur. 

Mukadder fiil ve faili şart cümlesidir.

Sâffât Sûresi 169. Ayet

لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ  ...


Ayet önceki ayetin devamı olup, şart cümlesinin cevabıdır. Lam, cevap cümlesine dahil olan vaqıa harfidir. İbâdallahi, kane’nin haberidir. Kâne’nin ismi ve haberinden oluşan cümle şartın cevabıdır. El muhlisîne, ibâdallâhi’nin sıfatıdır. Sıfatlar manayı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. 

İbâdallahi izafeti kısa yoldan çok şey anlatmak için gelmiştir..

Ayetlerdeki Hakikaten müşrikler şu kat’i sözü söylüyorlardı: Eğer nezdimizde, evvelkilerden bir kitap olsaydı, elbet biz de, Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kullarından olurduk ifadeleri, Kureyş müşrikleri ve diğerleri, Elimizde zikir yani, ehl-i kitab'a indirilen Tevrat ve İncil gibi, geçmiş kitaplardan bir kitap olsaydı, ibadetimizi sırf Allah için yapardık ve onlar gibi, biz tekzib etmezdik diyorlardı. Daha sonra onlara, zikirlerin efendisi olan bir zikir, bütün kitapların şahidi ve şahı bir kitap olan Kur'ân gelince, bunu yalanladılar" demektir. (Fahrettin Razi)

Kunnâ- kânû kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Sâffât Sûresi 170. Ayet

فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ  ...


Fakat (kitap gelince) onu inkâr ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler.

فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ

Fe fasihadır. Fiil ve failden meydana gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur bihî, keferû fiiline muteallıktır. 

 

فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ

Fe isti’nafiye, sevfe istikbal harfidir. Tekid ifade eden sevfe sebebiyle cümle faidei haber talebi kelamdır. 

Sevfe gelecek zamana işaret eder. Âlimler bu edatı tesvif - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde te’kid-vurgu olurlar.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Allah Tealanın kafirler hakkında yakında bilecekler sözünde vaid söz konusudur. Bilmekten  maksat karşılığını görmektir. Dolayısıyla ayette lazım-melzum alakasıyla mecazi mürsel vardır.

Sâffât Sûresi 171. Ayet

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ  ...


Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:

Kur’an, hakkın bâtılı yendiğini, bâtılın yenilgiye mahkûm olduğunu bildirir (İsrâ 17/81). Peygamberler inanç ve yaşayışta hakkın temsilcileri, hak yolunun davetçileridir. Şu halde zafer peygamberlerin ve onların temsil ettiği tevhid inancına, üstün ahlâka dayalı dinin olacak; “Allah’ın ordusu” yani peygamberler ve onların yolunu izleyenler, bâtıl ve dalâletin temsilcileri olan inkârcılara, putperestlere, hak ve adalet yolundan sapmışlara karşı galip geleceklerdir. Hayatın ârızî şartları veya inananların kendi kusurları yüzünden yahut Allah’ın bir imtihanı olarak zaman zaman aksi görülse de Allah’ın vaadi, dolayısıyla genel yasası budur. Allah, geçmişteki peygamberlere bunu müjdelemiştir ve bu müjde her dönem için geçerlidir; çünkü Râzî’nin deyimiyle, “Hayır dâimî, şer ârizîdir ve dâimî olan ârizî olandan daha güçlüdür” (XXVI, 172). Böylece bu âyetlerde Kur’an’ın birçok defa tekrarladığı ifadeyle, “inanıp iyi ve erdemli işler yapanlar”a inanç, güven, kararlılık ve iyimserlik telkin edilmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561

Vav, isti’nnafiye, lam mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Qad ise tekid ifade eden tahqiq harfidir. Ayette  icazı hazif vardır. Kasem fiili mahzuftur. 

Kasemin cevabı müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır.

Allah Tealaya ait olan zamire muzaf olması ibâdi için tazim ve teşrif ifade eder. 

Andolsun ki gönderilen kullarımız hakkında, bizim geçmiş sözümüz vardır sözü, Allah Tealanın Hz. Peygambere destek ve teselli anlamı taşımaktadır. Bu idmac sanatıdır. 

Kelime, Allahın vaadinden kinayedir.

Allahü Teâlâ, Kâfirleri, "Onlar, bu inkâr ve yalanlamalarının neticesini ileride bilip anlayacaklar" diye tehdid edince, bunun peşinden, Hazret-i Peygamberin kalbini güçlendirip, ona teselli olacak şeyi getirerek, "Andolsun ki gönderilen kullarımız hakkında, bizim geçmiş sözümüz vardır. Muhakkak onlar mansur olacaklardır. Şüphesiz bizim ordumuz gâlib gelecektir" buyurmuş; Hazret-i Peygamber'e olan yardım ve destek vaadinin çok önceden takdir edilmiş olduğunu beyan etmiştir. Bunun bu manada oluşunun delili, Allah, "Ben ve peygamberlerim, mutlaka gâlib gelecektir” diye hükmetmiştir (Mücâdele/21) ayetidir.
Sâffât Sûresi 172. Ayet

اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ  ...


“Onlara mutlaka yardım edilecektir.”

Ayet beyani isti’naftır. Veya kelime’yi tefsir için gelmiştir. İnne, fasıl zamiri ve lamul muzhalaqa ile tekid edilen cümle faidei haber inkari kelamdır. 

Fasıl zamiri burada kasır ifade eder.

Aslında zamirler nahv ilminden bilindiği gibi mârife isimlerdendir. Ancak fasl zamiri isim değildir. Nahivciler arasında meşhur olduğu üzere harftir. Mübteda ile haberin arasına girdiği için “îrâbdan mahalli olmayan fasl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, te'kîd ifâde eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifâde etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Sâffât Sûresi 173. Ayet

وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ  ...


“Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.”

Atıfla gelen ayet önceki ayet gibi birden fazla tekid unsuruyla gelmiş faidei haber inkari kelamdır.

Cundena izafetinde Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması cunde için tazim ve teşrif ifade eder.

Sâffât Sûresi 174. Ayet

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ  ...


O hâlde, bir süreye kadar onlardan yüz çevir

Resûlullah’tan, inkârcıların inatçı, kaba davranışlarına, davetini şuursuzca reddetmelerine karşı sabırlı olması, bir süreye kadar onları kendi halleriyle baş başa bırakması istenmektedir. Bu “bir süre” hakkında “onlar ölünceye kadar, Bedir zaferine kadar, kıyamete kadar” gibi farklı açıklamalar yapılmışsa da (Taberî, XXIII, 115; İbn Atıyye, IV, 490) bunu belli bir zaman olarak görmeyip burada putperestlerin sapkınlık ve azgınlığının ilânihaye sürüp gitmeyeceğine, –önceki âyetlerde de belirtildiği üzere– sonlarının yakın olduğuna, günün birinde mutlaka putperestliğin sonunun geleceğine bir ima yapıldığı şeklinde düşünmek daha isabetli olur. “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!” meâlindeki 175. âyet de inkârcılara yönelik olarak ileride başlarına yenilgi, ölüm, esirlik gibi nice hallerin geleceği şeklinde bir uyarı ve tehdit anlamı taşımakta; o zaman müminlerin sevineceğine, münkirlerin üzüleceğine işaret edilmektedir (Râzî, aynı yer; İbn Âşûr, XXIII, 196).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561

Fe rabıtadır. Mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Şart cümlesi mahzuftur. Dolayısıyla ayette icazı hazif vardır. Cümledeki car mecrurlar cevap fiili olan tevelle’ye muteallıqtır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır.

Sen, bir müddet onlardan yüz çevir, geri dur  ifadesi Peygamber Efendimize destek ve teselli anlamı taşımaktadır. Bu ifadede idmac sanatı vardır.

Sülasisi velâ olan tevelle fiili tefâ’ul babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüf (zorlanmak) tür.

Bu ayetle "onlarla savaşmama ve bizim onlara vaadettiğimiz, bir müddet dünyadan yararlanmaya güvenmeleri" kastedilmiştir. Çünkü daha sonra, onların başına pişmanlık ve nedamet gelecektir. Müfessirler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Bazıları, "bununla Bedr'e kadar bekleme, Bazıları, "Mekke'nin fethine kadar, Bazıları, "Kıyamete kadar bekleme" manasının kastedildiğini söylemiştir. (Fahrettin Razi)

Sâffât Sûresi 175. Ayet

وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ  ...


Gözetle onları, yakında onlar da görecekler.

Atıfla gelen ayet emir üslubunda inşai isnadtır. Fesevfe  yubsirûne cümlesi talebin cevabı aynı zamanda mukadder şartın cevab cümlesidir. Fe  rabıtadır. Ayette icazı hazif vardır. Mahzuf şartın cevap cümlesi sevfe ile tekid edilmiştir. Faidei haber talebi kelamdır.

Sevfe gelecek zamana işaret eder. Âlimler bu edatı tesvif - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde te’kid - vurgu olurlar.

Allah Teala’nın kafirler hakkında yakında görecekler sözünde vaid söz konusudur. Görmekten   maksat karşılığını görmektir. Dolayısıyla ayette lazım-melzum alakasıyla mecazi mürsel vardır.

Onları gör, yani o zaman başlarına ne geldiğini. Gör emrinden maksat, bunun sanki önündeymiş gibi yakın olduğunu bildirmektir. ileride görecekler senin için ne hükmettiğimizi, Meselâ destek, yardım ve âhirette sevap gibi. Sevfe edâtı tehdit içindir, uzaklık için değildir. (Beydavi)

Sâffât Sûresi 176. Ayet

اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ  ...


Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?

Başka birçok âyette de belirtildiği üzere Hz. Peygamber, zulümlerini, günah ve isyankârlıklarını devam ettiren putperestleri, ileride bütün bu tutum ve davranışlarının hesabını vereceklerini ve cezasını çekeceklerini bildirip uyardıkça onlar, “Şu dediklerin bir an önce gerçekleşse de görsek!” gibi alay yollu sözler ederlerdi. Burada şimdi cezanın çabuklaştırılmasını isteyenlerin, uyarılara aldırış etmeyenlerin, vakti geldiğinde “sabahlarının çok kötü olacağı” bildirilmektedir. Sabah kelimesine dayanarak, inkârcıların beklenen ceza ile sabah vaktinde karşılaşacakları söylenmişse de bu bağlamda “uykudan uyanma” anlamında bir mecaz olduğu, buna göre âyetin ilgili cümlesinin, “Uyarılmış olanların uyanmaları çok kötü olacaktır!” mânasına geldiği anlaşılmaktadır.

Bir yoruma göre 175. âyet, inkârcıların dünyada uğrayacakları yenilgi ve sıkıntılarla, bir kelime eksiğiyle onun tekrarı olan 179. âyet ise âhirette uğrayacakları azapla ilgilidir (Şevkânî, IV, 476)

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561-562

Fe isti’nafiye, hemze istifham harfidir. Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnad formunda gelmiş olmasına rağmen, tehdit ve vaid manası taşıdığı açıktır. Terkip vaz edildiği soru manasından çıktığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için cümlede tecahülü arif sanatı vardır. 

Ayette car mecrur amiline takdim edilmiştir. Biazâbina yesta’cilûne’ye muteallıqtır. Bu takdim azaba dikkatleri çekerek tehdidi artırmaktadır.

Sülasisi acele olan yesta’cilûne fiili istif’âl babındadır. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamlar katar.

Sâffât Sûresi 177. Ayet

فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ  ...


Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde, o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur!

Resulü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Hayber fethedildiğinde şehre girerken; “Allahü Ekber, Hayber harap oldu. Biz düşman bir kavmin yurduna baskın verip gidince, uyarılanların hali yaman olur” buyurdu ve bunu üç kere söyledi . (Buhari ,Salât 12, Ezan 6; Müslim ,Nikah 87)

 Seveha سوح :

  ساحَةٌ geniş mekan anlamına gelir. Buradan hareketle evin avlusuna ساحَةُ الدَّارِ denmiştir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri saha ve mesahadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

Fe ile öncesine atfedilen ayet, şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İzâ şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Burada şart fiili olan nezele’ye muzaftır.  

Fesâe… deki fe rabıtadır. Şartın cevabı gayrı talebi inşa cümlesidir. Sâe camid zem fiilidir. 

Fe izâ nezele bi sâhatihım (Azap onların beldelerinin kenarına geldiğinde…) cümlesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Burada, onlara gelen azap, temsili olarak, ansızın kendilerine saldırıp şehirlerinin kenarında duran ve kendile­rine bazı nasihatlerde bulunan orduya benzetilmiştir. Ordunun nasihatına  rağmen şehir halkı uyarılara kulak asmamış ve karşı hazırlık yapmamış, sonunda bu ordu onların kökünü kesmiştir. Zemahşerî şöyle der: Bu cümle, temsil yoluyla gelmeseydi fasih olmaz ve senin hoşuna giden bu parlaklık onda bulunmazdı. (Safvetü’t Tefâsir)

Onların alanlarına azâb inince, o korkutulanların sabahı ne kötü olur! Zeccâc dedi ki: Onların azâbı öldürülmek ile idi. Alanlarına kelimesi Süddî ve başkalarından nakledildiğine göre evlerine, yurtlarına demektir. Alan anlamı verilen saha  ile sahse sözlükte evin genişçe avlusu demektir. Ferrâ: onların alanlarına inmesi ile onlara inmesi aynı anlamdadır, demiştir. O korkutulanların sabahı ne kötü olur! Azâb ile uyarılıp korkutulanların sabahı ne kötü olacaktır! Bu âyette: Onların sabahı ne kötü sabah olacaktır! anlamında bir takdir sözkonusudur. (Kurtubi)

Uyarılanların sabahı ne kötüdür! febi'se sabahul münzerine sabahuhum demektir ki, mahsus bizzem hazf edilmiş olur. Elmünzerin'deki lâm cins içindir, sabah da gece hareket eden ordunun sabahından istiare yolu ile azâp için kullanılmıştır. Onlar çoğunlukla hücum ve yağma ettiklerinden başka vakitte de olsa yapılan saldırıya sabah denilmiştir. Beydavi)

Sâffât Sûresi 178. Ayet

وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ  ...


Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.

Vav atıftır. Mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Şart cümlesi mahzuftur. Dolayısıyla ayette icazı hazif vardır. Cümledeki car mecrurlar cevap fiili olan tevelle’ye muteallıqtır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır.

Sen, bir müddet onlardan yüz çevir, geri dur  ifadesi Peygamber Efendimize destek ve teselli anlamı taşımaktadır. Bu ifadede  idmac sanatı vardır.

Bu ayetle 174. ayet arasında reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Sülasisi velâ olan tevelle fiili tefâ’ul babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüf (zorlanmak) tür.

Sen, bir müddet onlardan yüz çevir, geri dur buyurmuştur. Bununla, "onlarla savaşmama ve bizim onlara vaadettiğimiz, bir müddet dünyadan yararlanmaya güvenmeleri" kastedilmiştir. Çünkü daha sonra, onların başına pişmanlık ve nedamet gelecektir. Müfessirler bu hususta ihtilaf etmişlerdir: Bazıları, "bununla Bedr'e kadar bekleme, Bazıları, "Mekke'nin fethine kadar, Bazıları, "Kıyamete kadar bekleme" manasının kastedildiğini söylemiştir. (Fahrettin Razi)

Şimdilik bunlardan uzak dur ifadesinin ikinci kez söylenmesi, ancak teselli üstüne teselli ve tehdidin iyice pekiştirilmesi içindir. Bunda [ikinci ayette] bir incelik daha vardır ki o da iki fiil birlikte zikredilip tek bir mef‘ûlün takyîd edilmesidir. Bu şu anlama gelir: Peygamber saymakla bitmeyecek sevinçler, onlar da saymakla bitmeyecek hüzünler göreceklerdir. (Keşşaf)
Sâffât Sûresi 179. Ayet

وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ  ...


(Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler.

Atıfla gelen ayet emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Fesevfe yubsirûne cümlesi talebin cevabı, aynı zamanda mukadder şartın cevab cümlesidir. Fe rabıtadır. Ayette icazı hazif vardır. Mahzuf şartın cevap cümlesi sevfe ile tekid edilmiştir. Faidei haber talebi kelamdır.

Sevfe gelecek zamana işaret eder. Âlimler bu edatı tesvif - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde te’kid - vurgu olurlar.

Bu ayette sözünde vaid söz konusudur. Görmekten maksat karşılığını görmektir. Dolayısıyla ayette lazım-melzum alakasıyla mecazi mürsel vardır.

Bu ayetle 175. ayet arasında tekrir ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Onları gör, yani o zaman başlarına ne geldiğini. Gör emrinden maksat, bunun sanki önündeymiş gibi yakın olduğunu bildirmektir. İleride görecekler senin için ne hükmettiğimizi, meselâ destek, yardım ve âhirette sevap gibi. Sevfe edâtı tehdit içindir, uzaklık için değildir. (Beydavi)

Bu iki ayetteki azapların birisiyle dünya azabının, diğeriyle ise ahiret azabının kastedildiği de söylenmiştir. 

Sâffât Sûresi 180. Ayet

سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ  ...


Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.

Sûrenin bu son âyetlerinde yüce Allah, putperestlerin sûre boyunca üzerinde durulup eleştirilen tanrı telakkilerinden, O’na isnat ettikleri yanlış nitelemelerden zatını tenzih etmekte; bir kısmına yukarıda işaret edilen peygamberlerini selâmla anmaktadır. Bu âyetler, Allah’ı takdis ve tenzih ederek övgüyle anmanın ve peygamberleri yâdetmenin en güzel ifadeleri olduğu için, özellikle Kur’an’dan bir parça okunduktan ve dua edildikten sonra bu üç âyetin okunması müslümanlar arasında gelenek halini almıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 562

İsti’nafiye olan ayette icazı hazif vardır. Subhane, takdiri nusebbihu olan mahzuf fiilin mefulu mutlaqıdır. Rabbi’ye muzaftır. Ayetteki ikinci rabbi ilkinden bedeldir. El izzeti’ye muzaf olmuştur. Masdariyye olan ma ve sılası, an harfiyle birlikte cer mahallinde subhâne’ye muteallıqtır.

Rabbike izafeti muzafun ileyhi şereflendirmek içindir.

Rabbi kelimesinin tekrarı, zamir yerine isim gelmesi muhatabı etkileyip, konuyu zihnine yerleştirmek için yapılan itnabtır. Bu tekrarda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Bu ayet surenin sonuç bölümünün işareti olarak beraatül inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Sûrede  anlatıldığı üzere Allah, müşriklerin onun hakkında dedikleri şeylerden münezzehtir. Rabbil izzeti izafesi, izzetin ona özgü olmasındandır. Çünkü nerede izzet ve şeref varsa onundur yahut onun azîz ettiğinindir. Bunun içine Allah'ın bütün selbî ve subutî (aktif ve pasif) sıfatları dahil edilmiştir. Üstelik tevhidi de akla getirmektedir. (Beydavi)

Rabbil izzeti ( izzetin gerçek sahibi) derken] Rabbin izzete izafe edilmesi, izzetin O’na özgü olmasındandır; adeta zi’l-‘izzeti (izzetli) denmektedir. Tıpkı senin, doğrulukla tanınması sebebiyle birisi için sāhibu sıdkın (doğruluk sahibi) demen gibi. Bununla (Hükümdarlardan veya başkalarından hiçbir kimsenin izzeti yoktur ki, o izzetin [asıl] sahip ve maliki Allah olmasın!)  anlamının kastedilmesi de caizdir. Tıpkı (Dilediğini izzetli kılıyorsun…) [Âl-i İmrân 3/26]  âyetindeki gibi. (Keşşaf)

Sâffât Sûresi 181. Ayet

وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ  ...


Peygamberlere selâm olsun.

Atıfla gelen ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlede müsnedin ileyh olan selâmun kelimesinin tenkiri tazim ve kıllet içindir. Ayette icaz-ı hazif vardır. Car mecrur alal murselîne, mahzuf habere muteallıktır. 

Burada selâm kelimesinin nekre oluşu yine taklîl içindir. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey, aslında çok büyüktür. Başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz. Kur’ân-ı Kerîm’de ne zaman selâm kelimesi Allah’a izâfe edildiyse nekre gelmiştir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Sâffât Sûresi 182. Ayet

وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ...


Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

Önceki ayete vav ile atfedilen bu ayet mübteda ve haberden oluşmuş isim cümlesidir. Faidei  haber ibtidai kelamdır. Ayette icazı hazif vardır. Lillâhi, mahzuf habere müteallıktır. Rabbil âlemîne, lillâhi’den bedeldir. Bedel manayı pekiştirip güzelleştirmek için yapılan itnabtır.

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla ismi celalde tecrit sanatı vardır.

Lillâhi - rabbi kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Âlemlerin rabbi Allah'a hamd olsun: Onlara ve onlara tâbi olanlara nimeti ve güzel akibeti doldurup taşırdığı için. Bundan dolayıdır ki, bunu selâmdan sonraya koymuştur. Maksat mü'minlere ona nasıl hamd edeceklerini ve peygamberlerine nasıl selâm edeceklerini öğretmektir. (Beydavi)

Cenâb-ı Hak, bu sureyi, bütün yüksek gayeleri içine alan, son derece şerefli olan bir sonuçla hitama erdirmiştir. (Fahrettin Razi)

Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)

Surenin ana temasını surede en çok kullanılan muhlisin kelimesi verir. Yani imanı saf ve temiz tutma çabasını Allah’ın desteklediği kullar.” tüm Kuran’da 15 yerde geçen bu kelime, bu surede 5 kere kullanılmıştır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, dünyası ve ahireti için doğru insanları sevmeli. Bunun yolu, doğru sebeplerden dolayı sevmeyi öğrenmekten geçer. Bunun için de Rabbini ve İslam yolunu aydınlatan yıldızları tanımalı. Allah’ı zikir ile meşgul olmalı, Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatını okumalı, peygamberle ve sahabilerle ilgili bilgi toplamalı, Allah yolunda çabaladığı bilinen ya da ardında eserler bırakan hakiki alimleri araştırmalı. İnsan, ancak, onları severek doğru insanları sevmeyi seçer ve kendisi de doğru insan olmaya çalışır. Böylece hayatındaki birçok alan şekillenmeye başlar; girdiği ortamlar, bulunduğu mekanlar, konuştuğu konular ve uğraştığı işler. İnsan kimi severse, kararlarını ona göre alır ve hareketlerini de öyle şekillendirir. Onu üzecek yanlışlardan uzak durmak ve onu sevindirecek doğrulara yaklaşmak için elinden geleni yapar. Karşılaştıkları zaman; muhabbetlerinin zedeleneceğini bildiği hallerden kaçınır. Zira; insan kimi severse; onun sevdiklerini ve hoşnut olduklarını da sever. Zihni ve kalbi de onlarla meşgul olur. Dünyada da, ahirette de onlarla beraber olur. Dünyada seçimini iyi yapmalı ki; mahşer günü, kalbinden, ayağını kaydırmaya çalışanlar mı çıkacak, yoksa Allah’ın selamını söyleyenler mi? Allahım! Bizi; hakikat yolunda yürüyenleri sevenlerden ve doğru insanlar tarafından sevilmeye layıklardan eyle. Cennet bahçelerinde; Rasulullah (sav)’i görenlerden, peygamberlerle tanışanlardan ve salih kullarınla sohbet edenlerden eyle. Bizden razı ol. Bizi sev ve kalplerimizi Senin muhabbetin ile doldur. İki cihanda da bizi sevindir. Gönüllerimize sevdiklerini ve salih kullarının gönüllerine de bizi sevdir. Bütün peygamberlere selam olsun. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Amin.