26 Temmuz 2023
Sâd Sûresi 17-26 (453. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Sâd Sûresi 17. Ayet

اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ  ...


Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güçlü kulumuz Dâvûd’u hatırla. O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.

اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ

İsti’nafiye olan ayet, emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Müşterek ismi mevsul mâ cer mahallinde isbır filine muteallıktır. Sılası yeqûlûne fiilidir. Mequlul qavl mahzuftur. 

Vezkur cümlesi isbir cümlesine matuftur.

Abdenâ izafetinde, Allah Tealaya aid zamire muzaf olması abd’a tazim ve teşrif içindir. Dâvûd, abdenâ’dan bedeldir. Anlamı zenginleştirmek için yapılmış itnabtır.

Zâ, dâvûde’nin sıfatıdır. Beş isimden biri olduğu için elifle nasbolmuştur.

Ze’l eydi ifadesi, din konusunda güçlü/kuvvetli; dinin zorluk ve sorumluluklarına güç yetirebilen demektir. Davud (a.s.), peygamberlik ve hükümdarlık yükünü taşımanın yanı sıra, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı -ki en zor oruç şekli budur- ve gecenin yarısını ibadetle geçirirdi. Arapçada [güç yetirebilme anlamında] şu ifadeler kullanılır: Fülânün eyyidün, zû eydin, zû âdin. Bir şeyin eyâdı, kendisiyle güç kazandığı unsuru’dur. (Keşşaf)

 

اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ

Ayetin son cümlesi, inne ile tekid edilmiş, faidei haber talebi kelamdır. 

İnne’nin haberi olan evvâbun kelimesi mübalağa kalıplarındandır.

Şayet el-eyd kelimesinin din hususunda güçlülük mânası taşıdığını sana gösteren nedir? dersen şöyle derim: O daima Allah’a yönelirdi. ifadesidir. Zira bu ze’l eydi ifadesini açıklamaktadır.
Sâd Sûresi 18. Ayet

اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ  ...


18-19. Ayetler Meal  :   
Kendisiyle birlikte tesbih etsinler diye biz, dağları ve toplanıp gelen kuşları Dâvûd’un emrine verdik. Onların her biri Allah’a yönelmişlerdi.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler, Hz. Dâvûd Allah’ı tesbih ederken dağların ve kuşların da dile gelerek onun tesbihine katıldıkları şeklindeki mûcizevî bir olayı anlatmaktadır. Ancak bu âyetleri mecazi anlamda yorumlayanlar da vardır. Buna göre Dâvûd Zebûr okuyarak Allah’ı tesbih ettiği gibi kuşlar ve dağlar da kendi varlık yapılarıyla Allah’ın kudretini ve yüceliğini yansıtmakta, böylece lisân-ı halleriyle Allah’ı tesbih etmektedirler (ayrıca bk. Enbiyâ 21/79). Bu mânaya göre cansız tabiatın Allah’ı tesbih etmesine dağlar, canlı varlıkların tesbihine de kuşlar örnek olarak zikredilmiştir; özellikle inanmış insanların bilinçli tesbihine örnek de Hz. Dâvûd’un tesbihidir. 

“Hepsi de Allah’a yönelmişlerdi” diye çevirdiğimiz 19. âyetin son cümlesi, “Gerek dağlar gerekse kuşlar Dâvûd’un etrafında toplanıp ona itaat ederlerdi” veya “Dâvûd tesbihe başlayınca onlar da kendisine katılırlardı” şeklinde de açıklanmıştır (Taberî, XXIII, 138; Râzî, XXVI, 186; İbn Âşûr, XXIII, 228-229). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573

İsti’nafiye olarak gelen ayet, inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin haberi sahharnâ mahallen merfudur. Müsned mazi fiil gelerek hükmü takviye ve hudus ifade etmiştir.

Meahu izafeti, sehharnâ filine muteallıktır.

Yusebbihne cümlesi hal cümlesidir. Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.

Bu âyette sahharnâ mazi fiilinden sonra yusebbihne muzari fiilinin kullanılması, olayın süregenliği yanında dinleyiciyi tesbihleri dinlercesine olayın tanığı haline getirmektedir. (Zemahşerî, Keşşâf, IV, 74.)

Fiil yapılarında oluş ve yenilenme, isim yapılarında ise subût ve süregenlik vardır. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 411)

Hz. Davud’a verilen nimetlerden bahseden bu âyette ismi fail yerine muzari fiil kullanılmıştır. Bundaki nükteyi Beydavi şöyle açıklar: Geçmiş olan durumu zihinde canlandırmak ve tesbih etmenin her durumda yenilendiğine delâlet etmek için muzari fiil yusebbihne, fail ismi  musebbihâtın yerine konulmuştur. (Beydavi V, 40.)

Yusebbihne bi’laşiyyi ve’lişrâqı (Akşam-sabah teşbih ederler) cümlesinde, elaşiyyi - elişrâqı kelimeleri arasında tıbâk vardır. Çünkü bu kelimelerden maksat Sabah - akşam dır. 

(Safvetü’t Tefâsir)

Sâd Sûresi 19. Ayet

وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ  ...


وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ 

Ayet vav atıf harfiyle önceki ayete atfedilmiştir. Ettayra, elcibâle’ye matuf veya mahzuf fiilin mefulu olarak mansubtur. Mahşûraten haldir. Manayı zenginleştirip tamamlamak için yapılmış itnabtır.

 

كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ

Ayetin ikinci cümlesi isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir.

Cümlede müsnedin ileyh olan kullun kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir. Car mecrur lehu, evvâbun’a muteallıktır. Muteallaqı olan evvabun’a siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. Evvâbun ise kullun’un haberidir.

Kullun’deki tenvin hazfedilmiş muzafun ileyhten ivazdır.

Lehü (ona) ifadesindeki zamirin, Allah'a râcî olduğu ve "Dâvûd (aleyhisselâm), dağlar ve kuşlar, Allah'a rücû ederlerdi, yani tesbih için O'na yönelir ve O'nu tesbih ederlerdi" manasına geldiği de söylenmiştir. (Fahrettin Razi)

18 ve 19. Ayetlerin öncesinde Hz. Peygamber’e inanmayanların takındıkları tavır anlatılmaktadır. Mekke müşrikleri Hz. Muhammed’e peygamberliği layık görmemişlerdir. Kur’ân’ın indirilmesi için kendi aralarında Hz. Muhammed’den daha uygun olanların olduğunu iddia etmişlerdir. Hz. Muhammed’e uyarma görevinin verilmesine şaşırmışlar ve onu sihirbaz olmakla suçlamışlardır. Allah, (c.c) müşriklerin bu tavırları neticesinde üzülen peygamberini geçmiş peygamberlerin halini anlatarak teselli etmiş ve cesaretlendirmiştir. ‘Udûlü barındıran bu ayetlerde ise önceki peygamberlerden Davut (a.s) ve ona verilen mülkün bir kısmı anlatılmıştır. Hz. Davut’la beraber dağlar ve kuşların tesbih ettiğini anlatan bu ayetlerde kuşların toplanması isim kalıbı ile onların beraberce tesbih etmesi ise fiil kalıbı ile ifade edilmiştir. Kuşların, dağların ve Hz. Davut’un tesbih etmesi tekrar ederek meydana geldiği için fiil kalıbı kullanılmıştır. Çünkü tesbih bir defada yapılan bir fiil olmayıp tekrar tekrar yapılan ve yenilenen bir fiildir. Bir işin tekrar tekrar meydana geldiğini ifadeye yansıtan kalıp ise fiil kalıbıdır. Bu yenilenme manasından faydalanarak tesbih etmeyi ifadede fiil kalıbı kullanılmıştır. Kuşların toplanması ve bir araya gelmesi ise bir defa olduğu için isim kalıbı kullanılmıştır. İsim kalıbı sübût ve istikrar ifade etmektedir. Kuşların toplanmasındaki bu sübût manasına dikkat çekmek için isim kalıbı tercih edilmiştir. Sübût, lüzum ve istikrar manası için teceddüt manasını barındıran fiil kalıbından ‘udûl edilmiştir.

Maʻdulun anh yehşurne kelimesi iken maʻdulun ileyh Mahşûretun kelimesidir. Dağlar, kuşlar devamlı tesbih etmektedir ki o takdirde isim kalıbı kullanmak uygun düşmektedir. Ayetteki tesbihten maksat ise dağların ve kuşların tesbihinin Hz. Davut’un tesbihine tevafuk düştüğü tesbihtir. Dağlar ve kuşların tesbihi ara sıra Hz. Davut’un tesbihine denk gelmektedir. Ayetin sonundaki mahşûretun kelimesi dağlar ve kuşların toplanıp geldiğini ve devamlı tesbih ettiğini ifade etmektedir. Dağlar ve kuşların tesbihinin devamlı ve sabit olduğunu ifade için isim kalıbı kullanılarak fiil kalıbından ‘udûl edilmiştir. ʻUdûlün yönü fiilden ismedir. ‘Udûlün sebebi, fiil kalıbının hudüs ve teceddüt, isim kalıbının ise sübût ve kalıcılık manalarına delalet etmesidir. Sübût ve kalıcılık manasının etkisi manada istendiği için fiilden isme ‘udûl edilmiştir. ‘Udûlü ortaya çıkaran karine ise, maʻdulun ileyh olan isim kalıbından önceki cümlede fiil kalıbının kullanılmasıdır. (KUR’ÂN-I KERîM’DE TECEDDÜT ve SÜBÛT MANASI İÇİN YAPILAN ‘UDÛL ÇEŞİTLERİ / Hasan DURAN) 

Dağlarla ilgili olarak yusebbihne fiili kullanılmış kuşlarla ilgili olarak da mahşûraten

Sâd Sûresi 20. Ayet

وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ  ...


Biz Davud’un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.

Dâvûd’a verilen “hikmet”le peygamberliğin, Zebûr’un, hukuk bilgisinin veya gerçeğe uygun olan her türlü sözün kastedildiği belirtilir. Râzî, felsefî birikiminin bir sonucu olarak hikmeti, “bilgi ve amelde tam yetkinlik” anlamına gelecek bir kapsamda açıklamıştır (XXVI, 187). İbn Âşûr, “anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği”diye çevirdiğimiz “fasle’l-hitâb” deyimini, “sözün belâgatlı olması, dinleyenin daha fazla açıklama yapılmasına ihtiyaç duymayacağı derecede beklenen anlamı içermesi” şeklinde açıklar (XXIII, 229). Aynı deyim, Hz. Dâvûd’un, özellikle yargılama sırasında konuyu iyice kavrayarak adalete uygunluk bakımından isabetli hükümler verme yeteneği şeklinde de açıklanmıştır. Zemahşerî’ye göre bu deyim, Dâvûd’un yargı, hükümet işleri, yönetim ve meşveret gibi konulara dair konuşmalarındaki doğruluğu, hak ve adalete uygunluğu ifade eder (III, 321). Böylece âyet, iyi bir devlet ve hukuk adamının sahip olması gereken özelliklere de işaret etmektedir. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 573-574

Ayet vav atıf harfiyle sahharnâl cibâle’ye atfedilmiştir. Mahallen merfudur. Bu ayet birbirine atfedilmiş faidei haber ibtidai kelam olan iki fiil cümlesi şeklinde gelmiştir. 

Ayetin ikinci cümlesi olan ve âteynâhu da mahallen merfudur. 

Faslel hitabi, el hikmete’ye matuftur.

Âteynâ fili if’al babındandır. Sülasisi etâ filidir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Onun mülkünü de pekiştirdik. İyice sağlamlaştırdık, güçlendirdik. Bunun heybet ile kalplere onun korkusunun yerleştirilmesi ile olduğu söylendiği gibi, askerlerinin çokluğu ile olduğu, ilâhi yardım ve destek ile olduğu da söylenmiştir Ve hakkı batıldan ayıran söz âyeti ile ilgili olarak Ebû Abdurrahman es-Sülemî ile Katade, hüküm vermekte hakkı ve batılı ayırdedici şekilde hüküm vermek diye açıklamıştır. İbn Abbâs da: Sözün açıkça ifade edilmesidir, diye açıklamıştır. . (Kurtubi)

Sâd Sûresi 21. Ayet

وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ  ...


Sana davacıların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı aşarak mabede girmişlerdi.

Dâvûd’un yargı adaletine verdiği önemi gösteren bir olay anlatılmaktadır. “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı?” şeklinde soru ifadesiyle söze başlanması, konunun önemine muhatabın dikkatini çekmek maksadıyla Kur’an’ın sıkça kullandığı bir anlatım tarzıdır. Kaynaklarda verilen bilgilere göre Dâvûd bir mâbedde ibadetle meşgul iken iki kişi, mabedin duvarını aşarak ansızın onun karşısına çıkmışlardı (mâbed [mihrâb] hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/37). Muhtemelen onlar, Allah tarafından gönderilmiş iki melekti. Fakat Dâvûd bunların, daha önce yaptığı bir hata sebebiyle (aşağıya bk.) kendisine zarar vermelerinden kaygılanıp telâşa kapıldı. Onlar, Dâvûd’un telâşa düştüğünü görünce korkulacak bir şey olmadığını söylediler ve âyette belirtildiği şekilde geliş maksatlarını anlattılar. 

Davacıların, Dâvûd’u, “Doğruluktan sapma!” diyerek uyardıklarının özellikle zikredilmesi, yargıdan temel beklentinin tarafsızlık olduğuna ve bu niteliği yitirdiğinde yargının da anlamını yitirmiş olacağına dikkat çekme anlamını düşündürmekte; bunlar aslında melek oldukları için söz konusu uyarının bir eğitim amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bize de doğru yolu göster” ifadesi ise yargılama sırasında hâkimin tarafları ifadelerinde dürüst davranmaları, bile bile haksız iddialar ileri sürmekten, gerçeği saklamaktan kaçınmaları yönünde uyarılar yapmasının uygun olacağına işaret eder. Böylece Kur’an’ın, geçmişteki bir olayı naklederken kendi muhataplarını eğitmeyi amaçlayan noktaları öne çıkarmaya özen gösterdiği dikkati çekmektedir. 

Bu tartışmada bana baskın çıktı” anlamındaki son cümle, “Zekâsının kıvraklığı, delillerini dile getirmedeki becerisi sayesinde tartışmada bana baskın çıktı”anlamına gelebileceği gibi, “Tartışma sırasında güç kullanma tehdidinde bulundu” şeklinde de yorumlanmıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 574-575

Ayet müste’nefe cümlesidir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. 

Bu âyette istifham soru anlamından çıkarak taaccüb ve teşvik anlamına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Mütekellim Allah Tealadır. Cümlede tecahülü arif sanatı vardır.

Cümlede müsnedin ileyh olan nebeû kelimesinin izafetle merfu oluşu kısa yoldan çok şey anlatmak amacına matuftur. Ayette takdim tehir vardır. Meful faile takdim edilmiştir.

Elhasmi’deki el takısı ahdı ilmidir.

Mazi manalı zaman zarfı iz, atâke’ye muteallıqtır. Cümleye  muzaf olmuştur. Tesevverû fiili mecrur mahalde muzafun ileyhtir.

Ayetteki, "Sana o davacıların haberi geldi mi?" sorusu, "Sana Musa'nın sözü geldi mi?" (Tahâ, 9) ayeti gibidir. Bu Sorunun hikmeti, kendisine kulak vermeye ve ibret almaya sevketsin diye hakkında bu soru sorulan kıssanın önemine dikkat çekmektir. (Fahrettin Razi) 

Zaman ismi olan iz'in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, hac/26)
Sâd Sûresi 22. Ayet

اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ  ...


Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, “Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet” dediler.

اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ 

Mazi manalı zaman zarfı iz, cümleye muzaf olur. Önceki ayetteki iz’den bedeldir. Dehalû fiili mecrur mahalde muzafun ileyhtir. Car mecrur alâ dâvude, dehale fiiline muteallıktır. Atıf harfi fe ile fezia minhum cümlesi öncesine atfedilmiştir.

قَالُوا لَا تَخَفْۚ   

Ayetin isti’nafi beyaniye olan bu cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Qalû fiilinin mefulü olan mequlul qavl ise nehiy sigasında talebi inşai isnadtır.

خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ

Mequlul qavlin devamı olarak gelen ve isti’nafi beyani olan cümlede icazı hazif vardır. Hasmânı mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri nahnu’dur. Mazi fiil cümlesi olarak gelen bağâ ba’dunâ alâ ba’din, hasmânı’nın sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Ba’duna - ba’din kelimeleri arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Âyet-i kerîme’de geçen hasmani lâfzı, bir görüşe göre; gerideki cemi zamirine mutabık olsun diye iki fırkayız mânâsında tefsir edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, maksad iki kişidir. Gerideki zamir de tesniye mânâsındadır. Zaten hasım kelimesi, bir kişiye de birden fazla kişilere de kullanılmaktadır. (Celaleyn Tefsiri) 

Dehalû - hasmânı kelimelerindeki tesniye ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

 

فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ 

Fe, mukadder şartın cevabına dahil olan rabıtadır. Cümle şart üslubunda talebi inşai isnadtır.

Cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. İcazı hazif vardır. Uhkum mukadder şartın cevap fiilidir. Beynenâ izafeti uhkum filine muteallıktır. 

 La teştit, nehiy üslubunda talebi inşai isnadtır. Emir siygasıyla gelen vehdinâ cümlesi de ve lâ tuştit cümlesine atfedilmiştir.

Sâd Sûresi 23. Ayet

اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ  ...


İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.”

اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ 

Ayet  isti’nafi beyaniyedir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Hâzâ inne’nin ismi, ehî haberidir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhâtabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhâtab târif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Car mecrur lehû, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Tıs’un mübteda muahhardır. Mübteda ve haberden oluşan bu isim cümlesi inne’nin ikinci haberidir. 

Ve liye na’cetun...matuf olduğu önceki cümleyle aynı üslubta gelmiştir. Bu cümlede de icazı hazif ve takdim tehir vardır. Liye mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Na’cetun muahhar mübtedadır.

Vâhideten sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Ehî kelimesi, hâzâ’dan bedeldir yahut inne’nin haberidir. [Kardeşlikten] kastedilen din kardeşliği veya arkadaşlık ve samimiyetten kaynaklanan kardeşlik; ya da ortaklık ve teşrîk-i mesaiye dayanan kardeşliktir ki dayanağı, “Doğrusu, bir arada yaşayanların çoğu…” [Sād 38/24] âyetidir. Bu kardeşliklerden her biri, zulme ve düşmanlığa mâni bir hukuku ifade eder. (Keşşaf)

Beydavi âyette geçen ne’ceten kelimesinin dişi koyun anlamına geldiğini açıkladıktan sonra ikinci bir yön zikrederek bu kelimenin kadından da kinâye olabileceğini şu şekilde ifade eder: Bu kelime kadından kinâye edilmiş de olabilir. Zira üstü kapalı konuşmada kinâyeli ve temsili anlatım maksadı daha iyi ifade eder. (Beydavi, V, 42)

 

فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ

Vav atıftır. Cümle fiil ve mefulünden müteşekkil faidei haber ibtidai kelamdır. Meqûlul qavl olan  ekfilnîhâ cümlesi nasb mahallindedir. 

Azzenî fil hitâbı cümlesi qâle’ye matuftur. Müsbet fiil cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır.

Azze fî hitâbi ibaresindeki fî harfinde istiare vardır. Zarfiyye manası ihtiva eden harfiyle, hitâbi (söz) içi olan bir şeye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.

 Qâle - el hitâbi, tisu - vâhideten kelimeleri arasında muraatün nazir, na’ceten kelimesinin tekrarında ve tis’a - tisûne kelimeleri arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Sâd Sûresi 24. Ayet

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ ۩  ...


Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.

Yukarıda bu davanın taraflarından birinin iddiası özetlenirken diğerinin savunmasına yer verilmemiştir. Muhtemelen Kur’an, olayın ders almaya değer yönünü anlatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte Dâvûd’un, “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle...” şeklindeki ifadesinden, muhtemelen davalının ikrarıyla davacının iddiasının sübût bulmuş olduğu ve buna dayalı olarak da Dâvûd’un hükmünü verdiği anlaşılmaktadır. 

Aralarında mal ilişkisi bulunanların bu tür ihtilâflara düşmelerine sık rastlandığını, ancak inanmış, erdemli ve iyi işler yapmaya kendilerini adamış olanların böylesi anlaşmazlıklara düşmekten kendilerini koruyabileceklerini belirten ifade, âyetin bize verdiği diğer bir önemli derstir. “Ama onlar da o kadar az ki!” şeklindeki ifade, nefsin bencil isteklerinden korunarak, kendi aleyhine bile olsa adalette kararlı olmanın hem çok önemli hem de çok güç olduğuna işaret eden veciz bir uyarıdır. 

Tefsirlerde Dâvûd’un neden kendisinin sınandığı düşüncesine kapıldığı ve rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandığı, O’na yönelip tövbe ettiği konusunu aydınlatmak üzere aslında İslâm’ın peygamberlik öğretisiyle uyuşmayan İsrâiliyat türü bazı rivayetler aktarılmaktadır. Aslı Kitâb-ı Mukaddes’e dayanan (II. Samuel, 11/1-27; 12/1-10) bu rivayetlerin özeti şöyledir: Dâvûd, tesadüfen açık vaziyette gördüğü bir kadının güzelliğinden çok etkilenmiş; onun Uhriya (Uriya) isimli bir askerin eşi olduğunu öğrenince kadınla evlenebilmek için kocasını öldürtmeyi planlamış; Dâvûd’un emriyle savaşa katılıp ön safta çarpışan adam ölünce Dâvûd da karısıyla evlenmiş. İşte Dâvûd, muhtemelen mâbedde o iki adamın ansızın karşısına çıkmasının bu hatasıyla bir ilgisi bulunduğunu, böylece Allah tarafından sınandığını düşünerek yaptıklarından dolayı pişmanlığını dile getirip tövbe etmiştir.

Yine aslı Kitâb-ı Mukaddes’te geçen (II. Samuel, 12/7 vd.) bir rivayete göre bu olayda söz konusu edilen iki melekten, şikâyet eden taraf kadının kocasını, şikâyet edilen de Dâvûd’u temsil etmektedir. Şikâyetçi olan, doksan dokuz koyunu olan kardeşinin, kendisinin tek koyununa da göz diktiğini söylerken aslında Dâvûd’un yaptıklarını ima ediyor; onun çok sayıda eşi olmasına rağmen askerin tek eşini de kendisine almasının, üstelik bu emelini gerçekleştirebilmek için adamı bile bile ölüme göndermesinin haksızlığını bizzat kendisine onaylatmak istiyordu. Bu suretle Dâvûd Allah tarafından sınandığını farketti ve suçunu anlayarak pişman olup tövbe etti. Dâvûd’un hatasını bağışlatmak için kırk gün kırk gece durmadan ibadet, tövbe ve istiğfar ettiği de anlatılır (bu rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 146-151).

Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının hamile kaldığını dahi ileri sürmesi (bk. II. Samuel, 11/4-5) yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur’an’da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem âbideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.

Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşrû usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vâkıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur’an’da Allah’tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nâdiren de olsa –sonradan telâfi ettikleri– bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 575-576
Ebu Said el-hûdri Radiyallahu anhın naklettiğine göre, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem hutbede iken Sâd suresini okudu. Secde ayetini gelince minberden inip secde etti. Cemaatte onunla birlikte secde etti. Bir başka gün yine bu sureyi okudu. Secde ayetini gelince, cemaat secde etmek üzere hazırlandı. Bunu gören Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:” Bu secde ayeti, bir peygamberin tövbesinden ibarettir. Ben sizin secde etmeye hazırlandığınızı gördüm,buyrun secde edelim” dedi ;yine minberden indi, secde etti; cemaatte secde etti. (Ebû Davut ,Sücûdü’l-Kur’an 55; Dârimî,Salat 161).

   Rake'a ركع :

   رُكُوعٌ eğilmek ve bükülmektir. a) Bazen namazdaki belirli bir biçimi ifade etmek için, b) Bazen de ya ibadette ya da başka bir şeyde tevazu gösterme, alçak gönüllü ve itaatkar olma, ve kendini alçaltma veya kendi kibrini/gururunu kırma anlamında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de bir fiil bir de isim formunda olmak üzere 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri rukû etmek ve rekattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ 

 Müstenefe olan ayetin, fiil ve mefulünden müteşekkil ilk cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

 Qâle fiilinin mequlul qavli qasem üslubunda gayri talebi inşa cümlesidir. Cümlede icazı hazif vardır. Lam, mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. Qad tahkik içindir. Tekid ifade eder. Zalemeke kasemin cevap fiilidir.

Na’ceteke - niâcihi kelimeleri arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Zamir yerine zahir isim na’ceti kelimesinin zikredilmesi itnab sanatıdır. 

Leqad zalemeke (sana zulmetmiş) cümlesi, hazfedilmiş bir kasemin cevabıdır. Burada bir arada yaşadığı kimsenin davranışından hoşlanmama ve onun tamahkârlığını ayıplama söz konusudur. (Keşşaf) 

Müfessir, Sâd sâresinde Dâvûd’un yemininin yadırgama (istinkâr) anlamı içerdiğini belirtir. (Zemahşerî, Keşşâf, IV, 83)

Meydânî’nin tazmin konusunda zikrettiği örneklerden bir tanesi de bu  âyet-i kerimedir. Âyetteki istemek manasındaki suâli ُkelimesi ilâ harf-i cerri ile müteaddî yapılmaz. Ancak istemek fiiline birleştirmek cem’ ve katmak damme kelimelerinin anlamlarının tazmin edilebilmesi için bu iki kelimenin müteallıkı olan ilâ harf-i cerri eklenmiştir. Sözün takdiri ise şöyledir: Leqad zalemeke bi suâli ne’cetike dâmen iyyâhâ ilâ niâcihi (Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etmiştir.) (Abdurrahman Hasan Habenneke el-Meydani  Ve Belâğat İlmine  Katkıları / İbrahim KARA)

وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ

Vav haliyyedir. Atıf olmasına da cevaz verilmiştir. Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır. İnne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiş cümle, lazımı faidei haber inkari kelamdır. İnne’nin ismi kesiran, haberi yebgî ba'duhum cümlesidir. İnne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. 

El huletâi’deki el takısı cins icindir. Örfi istiğrak ifade eder.

Min ba’diyet ifade eder.

Ba’du kelimesinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ

Fasılla gelen cümlede illa istisna harfi, ellezîne müstesnadır. Nasb mahallindeki mevsufun sılası, âmenû cümlesidir. İsmi mevsulde tevcih vardır. Amilû, mevsulün sılası âmenû’ya matuftur.

Hal vavıyla gelen cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Qalîlun mukaddem haberdir. Hum munfasıl zamir, muahhar mübtedadır. Faidei haber talebi kelamdır. Ve qalîlun mâ hum şeklindeki isim cümlesi hal olarak gelmiştir. Anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. 

Ve qalîlun mâ hum ifadesindeki kapalılık bildirir. Bununla salihlerin azlığına duyulan hayret dile getirilmektedir. (Keşşaf)

Âyet-i kerîme’de geçen ma azlık mânâsını tekid etmek içindir. (Celaleyn Tefsiri)

۩ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَا‌كِعاً وَاَنَابَ

Vav atıftır. Fiil ve failden meydana gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. İnnemâ kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma i kâffeden kasıt ise, enne harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan demektir.

Ennemâ fetennahu.. cümlesi nasb mahallinde zanne’nin iki mefulü yerindedir.

Festağfera... cümlesi, zanne’ye, harra.. ve enâbe cümleleri festağfere fiiline matuftur.

Rabbehu izafeti, muzafun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder. Cümlede mütekellim Allah Teala’dır.  Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Qalîlen - kesîren kelimeleri arasında tıbakı icab, qalîlen - kesîren - ba’du, istağfera - enâbe  kelimeleri arasında ise muraatün nazir sanatı vardır.

Ayette farklı anlamdaki mâ’lar arasında tam cinas ve enne- inne kelimeleri arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Fetennâhû - rabbehû kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

 Zann-ı galip kesin bilgiye yakın olduğundan, zan kelimesi âyette isti‘âre yoluyla bilgi yerine kullanılmıştır; (Zanne ) (Davud kesin olarak anladı; bildi.) demektir. (Keşşaf)

Sâd Sûresi 25. Ayet

فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ  ...


Biz de bunu ona bağışladık. Şüphesiz katımızda onun için bir yakınlık ve dönüp geleceği güzel bir yer vardır.

Hz. Dâvûd’un içten pişmanlığı ve tövbesi sonucunda hatasının bağışlandığı, bu sayede Allah katındaki üstün makamını koruduğu bildirilmektedir. Dâvûd’un yeryüzüne halife yapılması, onun geçmiş peygamberlerin halefi olarak onların misyonunu devam ettirmesi veya ülkesinde hükümdarlığın ona verilmesi olarak açıklanmıştır. Dâvûd hem peygamber hem hükümdar olduğu için kelimenin her iki anlamıyla da halifedir. Burada şu noktalara da dikkat çekilmektedir: Herkes hakkında gerekli olmakla birlikte özellikle Dâvûd gibi peygamber ve hükümdar olanlar için daha da önemli bazı görevler vardır, bunların başında da adalete riayet ve nefsanî arzuları yenme gelir. Aksine davranışlar, kişiyi Allah yolundan saptırır, dolayısıyla daha başka günahların işlenmesine de sebep olur. 26. âyetin sonunda bütün bunların âhiret hesabını unutmak veya önemsememekten kaynaklandığına da işaret edilmekte, bunun cezasının şiddetli olacağı hatırlatılmaktadır.

Sûrenin başında putperestlerin Kur’an ve Hz. Peygamber karşısındaki inkârcı ve alaycı tutumları hakkında bilgi verildikten sonra 17. âyette onların bu tutumlarına karşı Hz. Peygamber’e sabırlı olması öğütlenmiş ve “güçlü kulumuz” diye anılan Dâvûd’u örnek alması istenmişti. Sonraki âyetlerde ise Dâvûd’un bu gücünün iki kaynağına değinilmiştir. Bunlardan biri yönetim ve hükümlerinde adaleti gözetmesi, diğeri de hatalarının farkına varıp pişman olması ve Allah’a yönelip O’na ibadet ve dua etmesi, tövbe edip bağışını dilemesidir. Böylece Hz. Peygamber’e ve onun şahsında ümmetine şu ders verilmektedir: İşlerinizde adaletten ayrılmaz, yanlışlarınızı düzeltip Allah’a yönelir, O’nun huzurunda ibadet eder, engin mağfiretine sığınır, böylece ruhunuzu kötülüklerden arındırırsanız, Allah katında değeriniz yükseleceği gibi düşmanlarınıza karşı da güçlü olur, sonunda başarıyı siz elde edersiniz.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 577

فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ 

Fe istinafiyye veya atıftır. Bu ayet önceki cümleye atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Zâlike ismi işareti nasb mahallinde mefulun bih’tir.

İşaret isminde istiare vardır. Allah Teala ayette Hz. Davud’un hatasını işaret etmiştir.

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

 

وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ

Vav haliyyedir. Atıf olmasına da cevaz verilmiştir. Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.

İnne ve lâm’ul muzhalaqa ile tekid edilmiş faidei haber inkari kelamdır. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Lehu, inne’nin mukaddem haberine muteallıqtır. Zulfâ, inne’nin  muahhar ismidir. Maksur isimdir. Meâb kelimesinin nekra oluşu tazim ve nev ifade eder. 

Sâd Sûresi 26. Ayet

يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟  ...


Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.”

يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ 

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda gelen ayet talebi inşai isnadtır. Nidanın cevabı innâ caelnâke… cümlesi inne ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faidei haber talebi kelamdır. Cümlenin haberinin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hudus ve hükmü takviye ifade eder. Halîfeten caelnâ filinin ikinci mefuludur. Car mecrur olan fil ardı mahzuf sıfata müteallıqtır.

Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. Yani iyiliği emredip münkerden alıkoymak için seni hükümdar yaptık. Böylelikle senden önce geçmiş bulunan peygamberler ile salih önder ve yöneticilere halife olmanı sağladık. (Kurtubi)

فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ

Fe fâsiha’dır. Cümle mukadder bir isti’nafa matuftur. Ayet emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Beynen nâsi mukadder şartın cevabıdır. Beyne, mekan zarfı, uhkum fiiline, bilhakkı ise uhkum fiilinin failinden, mahzuf hale müteallıqtır. 

Bil hakkı’daki el takısı ahdi ilmi ifade eder.

 

وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ  

Vav atıf, nahiyedir. Cümle nehiy üslubunda talebi inşai isnadtır. 

Feyudılleke fiiline dahil olan fe, fau’s sebebiyyedir. Muzari fiili gizli en’le nasb etmiştir. Fau’s sebebiyyeden önce nefiy, talep bulunması gerekir. 

Feyudılleke .. cümlesi ibhamdan sonra izah babında itnabtır.

Bu cümlede itnâb vardır. (Safvetü't Tefâsir) 

İnnâ caelnâhu - allahi kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Sebilillâhi izafeti sebil’e tazim ve teşrif ifade eder.

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟

Ta’liliye olarak fasılla gelen son cümle inne ile tekid edilmiş, talebi kelamdır. Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması işin ne kadar korkunç ve dehşetli olduğunu ifade etmek içindir. 

Yudıllûne … cümlesi ismi mevsulun sılasıdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.

Müsned olarak mahallen merfu olan cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Lehum, mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Azâbun ise muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan azâbun kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir. Şedîden  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. İnne’nin haberi lehum azâbun azîm, isim cümlesi formunda gelerek, subut ifade etmiştir.

Âyet-i kerîme’de bimâ nesû cümlesindeki ma masdariyye olup bi nisyânihim te'vilindedir. (Celaleyn Tefsiri)

Yevmel hisâbi zarfı, nesû fiiline müteallık olup hesap gününü unutmaları sebebiyle anlamındadır. Yahut lehum ifadesiyle alâkalıdır ki, bu durumda anlam; (unutmalarından dolayı -ki unutma, Allah yolundan sapmalarıdır- onlar için kıyamet gününde şiddetli bir azap vardır) şeklinde olur.(Keşşaf)

Yudilleke - yedillûne kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Ayette tekrarlanan lafzı celalde cinas, reddül aczi ales sadri ve tecrit sanatları vardır.

 Yedillûne - tettebi’ kelimeleri arasında tıbakı hafiy sanatı vardır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Hoca, kimi öğrencisinin dalıp gittiği, kimisinin ise dinlediği dersini anlatıyordu. Herkesin dikkatini toplamak için çabalıyor ve dinlemeyenlerin de moralini bozmasına izin vermiyordu. Zira; kendisi de bir zamanlar öğrenci olmuştu ve dinlemediği birçok derste - zihni hayaller diyarında, bedeni sınıfın içinde - bulunmuştu. Bazen önemli olan; aynı anda çok kişiye ulaşmak ya da çok iş başarmak değildi. Belki de asıl önemli olan; tek bir kişinin zihninde yeni kapılar açmak ya da tek bir işi tamamlamak için elinden gelenin en iyisini yapmaktı. Zira; o tek kişi ya da tek iş diye küçümsenenler, bereketlenerek yenilere kapı açacaktı. Gülümsedi ve dedi ki: Allah’ın kelamında bildirdiği peygamberleri anın ve onları düşünün. Kendisiyle beraber dağların ve kuşların Allah’ı tesbih ettiği hz. Davud’u anın. Hayatınızın her anında, Allah’ı anmanın önemini kalbinize yerleştirin ve bunu gerçekleştirmek için çabalayın. Yaratıcısını devamlı anan kul için dünyalık huzursuzluk sebebi yoktur. Zira; o kendisini Rabbine teslim etmiştir ve her zikirle beraber kendisine sıkıntı verenler küçüldükçe küçülür ve nefsin üzerindeki etkisi de kaybolur. Kendisine ‘anlaşmazlıkları bitiren konuşma yeteneği verilmesi’ ifadesini düşünün. Bununla sahip olduğunuz her yeteneğinizin Allah’tan gelen bir lütuf olduğunu hatırlayın ve hamd edin. Tek bir tanesini bile kendinizden bilmeyin. Allah yolunda geliştirilmeyen ve O’nun rızası için kullanılmayan her yetenek değersiz olduğu gibi dünyanın süresi bittiğinde de kaybolup gitmeye mahkumdur. Son olarak; hata yaptığınızı anladığınız anda ertelemeden tevbeye sarılın ve Allah’tan bağışlanma dileyin. Farkına vardığınız yanlışlarınızda ısrar etmek için türlü bahanelere sarılmadan doğrusunun peşine düşün. Zira; kulun ne kadar ömrünün kaldığını ya da imanının ne halde olduğunu ancak Allah bilir. Aslında, Allah’a iman etmiş kul, bu tehlikeyi göze alamayacak kadar değerlidir. Allahım! Bize yardım et ve bizi koru ki; rahmetinle ve izninle; yeryüzünde Sana layık halifeler olalım ve öylelerini de yetiştirelim. Hangi makama gelirsek gelelim ve hangi ünvana sahip olursak olalım (evde ya da işte); insanlar arasında adaletle hükmedelim. Nefsin isteklerine uymaktan ve Senin yolundan sapmaktan, Senin korumana ve affına sığınalım. Dünya hayatının sonunda hesap günü; yüzü ve gönlü nurun ile aydınlananlardan olalım.

Amin.