بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ
Ayet mukadder isti’nafa matuftur. Bu cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Müsbet fiil cümlesidir.
Mea, min mislehum’un mahzuf haline muteallıqtır. Zikrâ, rahmeten’e matuftur. Rahmeten mefulu lieclihtir. Minnâ rahmeten’in mahzuf sıfatına, liûlil elbab zikrâ’ya muteallıqtır.
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ
Mukadder bir sözün mequlul qavli olan ayet fasılla gelmiştir. Takdiri: Qulnâ huz…. Şeklindedir. Takdir edilen qulna ve mefulü faidei haber ibtidai kelamdır.
Mequlul qavl cümlesi ise emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Yine emir üslubunda gelen ikinci cümle fe atıf harfiyle öncesine atfedilmiştir. Üçüncü cümle olan lâ tahnes ise nehiy üslubunda talebi inşai isnadtır. Nehiy harfi lâ muzarinin önüne gelerek fiili cezm etmiş ve anlamını olumsuz emre çevirmiştir.
اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ
Ta’liliye veya isti’nafi beyaniyedir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Müsnedinin mazi fiil oluşu hükmü takviye ve hudus ifade eder.
نِعْمَ الْعَبْدُۜ
Ayetin ikinci cümlesi isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Camid fiil ni’me, medh fiillerindendir. Ni’me fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri Eyub a.s. olabilir. Cümle gayrı talebi inşai isnadtır.
Elabdu’daki el takısı ahdi sarihidir.
اِنَّهُٓ اَوَّابٌ
Ayetin sonunda fasılla gelen cümle ta’liliyyedir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Ayetteki son iki cümle ile 30. ayetteki cümlelerin tekrarıdır. Fakat bu ayette Eyyub a.s.’dan diğer ayette Süleyman a.s.’dan bahsedilmektedir.
O ne güzel kuldu! Çünkü o çokça dönen idi âyeti ile de Eyyub a.s'dan söz edilmektedir. Çokça dönen, itaatkar anlamındadır. (Kurtubi)
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
Mekke putperestlerinin İslâm davetini reddetmedeki akıl almaz ısrarları ve küstahça davranışları karşısında Hz. Peygamber’e geçmiş peygamberlerin ve diğer sâlih kulların güçlü iradeleri, basiretli tutumları hatırlatılmaktadır. Onlar, dünyada sıkıntı çekseler bile âhiret yurdunu asla unutmadıkları için Allah kendilerini günahlardan arındırmış, ruhlarını ismet (günahsızlık) sıfatıyla donatmış; bu sayede Allah katında seçkinler ve iyiler arasında yer almışlardır. Bu âyetlerin ifadesine göre anılan şahsiyetler şu üç değerli lutfa mazhar olmuşlardır: a) Allah onları günahlardan korumuştur; b) Kendilerini seçkinler arasına almıştır; c) İyilerden saymıştır. Bu mazhariyetlerin sebebi ise onların “âhiret yurdunu hatırda tutmadaki samimiyetleri”, bu husustaki titizlik ve kararlılıklarıdır. Çünkü genellikle insanı dünya hayatında bazı zevkleri tatma arzusu veya bazı sıkıntılardan kurtulma telâşı kötülüklere itmekte; dinin ve ahlâkın buyruklarını yerine getirmekten uzaklaştırmakta; böylece o kişi zevk arzusu ve elem korkusuyla kolayca kötülüklere teslim olabilmektedir; bu ise dinî ve ahlâkî bakımdan tam bir çöküştür. İşte insanı bu çöküşten kurtaracak olan da âhiret bilincinin canlı olmasıdır. Çünkü bu bilinç insanda şu inancı güçlendirecek ve etkin kılacaktır: Allah’ın buyruk ve yasalarını hiçe sayarak dünyada bazı zevkleri tatsak bile bunlardan çok daha fazlasını âhirette kaybedeceğiz; kezâ bazı kederlerden kurtulsak bile âhirette bunlardan daha fazlasına mâruz kalabiliriz. Böylece âhiret bilinci ve sorumluluğu dinî ve ahlâkî hayatın tam bir güvencesi olmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 585-586وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ
İsti’nafiye olarak fasılla gelen ayet emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
İbâdinâ izafetinde Allah Tealaya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
Ûlî, öncesinde gelen isimlerin sıfatıdır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ye’dir. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek üzere yapılan itnabtır.
İbâdina lafzından sonra ibrahime, ishaqa ve ya’qube isimlerinin sayılması taksim sanatıdır.
Eydî - ebsâri, İbrahime - İshaqa - Ya’qube kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
(İbrahim, İshak ve Yakup’u) ifadesi ibâdenâ (kullarımız) kelimesine atf-ı beyandır; kelimeyi abdenâ şeklinde okuyan ise sadece İbrahim’i atf-ı beyan yapmış; sonra da neslini, yani İshak ve Yakup’u, abdenâ kelimesine atfetmiş olur. (Keşşaf)
Ûlîl eydî vel ebsâri (Kuvvet ve basiret sahipleri) terkibinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Zira Yüce Allah el eydî (eller) kelimesini ibâdet kuvveti için el ebsâr (gözler) kelimesini de dinde basiret için müsteâr olarak kullanmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)
İbrahim, İshak ve Yakup isimlerinin sayılmasında ittirad sanatı vardır.
İttırâd, övülen kişinin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir. Bu şekilde övülen kişinin silsilesinin mânâyı bozmayacak sıkmayacak şekilde sıralanması muhâtaba zevk verir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ
Ta’liliye veya isti’nafi beyaniyedir. İnne ile tekid edilmiş talebi kelamdır. İnne’nin haberi ahlesnâ cümlesidir. Müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Bi hâlisetin, ahlesnâhum fiiline muteallıqtır. Eddâra muzaf olan zikra, bi hâlisetin’den bedeldir.
Eddâri, Ahiret’ten kinayedir.
Âhiret yerine yurt demesi şunun içindir; gerçek yurt odur, dünya ise geçittir. (Beydavi)
Ahlasnâ - hâlisetin kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l aczi ales sadri sanatı vardır.
Zikrâ kelimesi tezekkür (hatırlama) manasında kullanılmıştır. Bu ayette sürekli ahiret yurdunu hatırlamak anlamındadır. (Meydânî, Tefsîr, IV, 54-55.)
Zikrâd dâri ifadesi sürekli âhireti hatırlamaları ve ona yönelip dünyayı hatırlamayı unutmaları yahut ahireti hatırlatmaları ve ona teşvik etmeleri, dünyadan el-etek çektirmeleri anlamındadır; nitekim peygamberlerin durumu ve âdeti böyledir. Şöyle de denilmiştir: Zikrâd dâri dünyada güzel bir övgü ve başkasına nasip olmayan bir doğru sözlülük (lutfetmek) anlamındadır. (Keşşaf)
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ
Vav, haliyyedir. Atıf olmasına da cevaz verilmiştir. Ayet, inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş, faidei haber inkari kelamdır .Car mecrur indenâ, mahzuf hâle müteallıktır.
İnne’nin haberine dahil olan lam tekid ifade eden lamul muzhalakadır. Car mecrur minel mustafeyni, inne’nin mahzuf haberine müteallıktır. Ahbârı sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Ayetteki min ba’diyet, el mustafeyne’deki el takısı tazim ifade eder. İndenâ izafeti muzafun şanı içindir.
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ
İstinafiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
Ve kullun cümlesine dahil olan vav haliyedir. Hal cümlesinde icazı hazif vardır. Kullun mübtedadır. Car mecrur minel ahyâri, mahzuf habere müteallıktır.
Cümlede müsnedin ileyh olan kullun kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.
Kullun’deki tenvin, hazfedilmiş muzāfun ileyhin yerine geçmiştir; mâna “onların hepsi hayırlı kimselerdendir” şeklindedir. (Keşşaf)
Zikredilmekle emredilenlerin ismâile, ilyâse ve zelkifli şeklide sayılması taksim sanatı, zaman sırasına göre sıralanması ittirad sanatıdır.
İttırâd, övülen kişinin ve silsilesinin zorlamaksızın doğum sırasına uygun olarak zikredilmesidir. Bu şekilde övülen kişinin silsilesinin mânâyı bozmayacak sıkmayacak şekilde sıralanması muhâtaba zevk verir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Yukarıda isimleri anılan yüce şahsiyetlerin Allah katındaki mertebeleri ve bu mertebeye ulaşmalarında âhiret şuuru ve sorumluluğu taşımalarının rolüne dair bir hatırlatma yapıldıktan sonra burada da aynı sorumluluğu taşıyıp takva bilinciyle yaşayanlara, Allah’a saygısızlık ve itaatsizlikten sakınanlara âhirette kendilerini bekleyen mutlu hayattan söz edilmektedir. Gerek burada gerekse Kur’an’ın daha başka yerlerinde âhiret mutluluğunun maddî ve somut unsurlarla tasvir edilmesine, dünyevî zevkleri çağrıştıran ifadeler kullanılmasına bakarak bundan oradaki nimetlerinin mutlaka dünyadakilerin aynısı olacağı gibi bir sonuç çıkarmamak gerekir. Amaç insanın uhrevî mutluluğu tahayyül etmesini sağlamaktır. Orada dünyadakilere benzer veya onlardan farklı maddî nimetler olsa bile her şeyin onlardan ibaret olmadığı, asıl ve yüce mutluluk unsurlarının mânevî nimet ve lutuflarda olduğu çeşitli âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır (meselâ bk. Tevbe 9/72; Yûnus 10/10, 25; Hicr 17/45-48; Buhârî, “Tevhîd”, 35; adn cennetleri hakkında bk. R‘ad 13/23).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 587-588هٰذَا ذِكْرٌۜ
Müste’nefe cümlesidir. Hâzâ mübteda, zikrun haberdir. Müsnedin ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek önemini vurgulama ve tazim ifade eder.
Zikre hâzâ ile işaret edilmesinde istiare vardır.
Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Bu cümle intikaldir. İntikal: Dinleyenleri zinde tutmak, iki konuyu birbirinden ayırmak için sözün bir konudan diğerine geçmesine denir. Bu geçiş ismü’l-işâretlerle yapılmaktadır. Geçişlerin ismü’l-işâretle yapılması intikâli, istidrâd ve tehallüsten ayırır. Mesela Sâd suresinde peygamberlerle ilgili konudan hâzâ zikrun ve inne lilmutteqîne lehusne maâbın ( Bu bir hatırlatmadır. Kuşkusuz Allah'a itaatsizlikten sakınanlara çok güzel bir gelecek vardır.) ayeti ile cennet ehlini anlatan bahse geçilmiştir. Bu geçiş de, ismü’l işaretle gerçekleşmiştir. Bu sebeple iki konu arasındaki geçiş istidrâd ve tahallüs değil, intikaldir. (Suyûtî, İtkân, III, s. 375)
Bu bir öğüttür. Yani anlatımın/öğüdün bir kısmıdır ki, o da Kur’ân’dır. (Keşşaf)
وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ
Vav istinafiyyedir. İnne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş, faidei haber inkari kelamdır. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Car mecrur lil mutteqîne, inne’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıqtır. Husne ise muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan husne kelimesinin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifadesi içindir. Meâbin’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
Âyet-i kerîme’de geçen cennâti i lâfzı, hüsne meâbin lâfzından bedel yahut atf-i beyandır.
Mufettehaten cennâti adnin’den haldir. Lehum’un muteallaqı mufettehaten’dir. El ebvâbu, ismi mevsul olan mufattehaten’in failinin sıfatıdır. Bilindiği gibi ismi mevsuller fiil gibi amel ederek fail alabilirler.
Cemi müennes salim olan cennâtin mansubtur. Nasb alameti kesradır.
Adnin’in tenkiri tazim ifade eder.
Yüce Allah bu âyetlere mukabil şu âyetleri buyurmuştur: Hâzâ ve inne littâğîne leşerren maâbın (Bu böyle. Ama azgınlara kötü bir dönüş yeri vardır.) 55.âyet cehenneme yeslevnehâ febi’selmihâdu (Onlar cehenneme girecekler. Orası ne kötü kalma yeridir.) 56.âyet Bu ne parlak bir tasvirdir! (Safvetü’t Tefâsir)مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ
Müttekiîne lafzı önceki ayetteki lehum’deki zamirden haldir. Car mecrur fîhâ, muttekiîne’ye müteallıktır. Yedûne fiili lehum’deki zamirden hal veya istinafi beyaniyyedir. Car mecrur fîhâ, yedûne filinin failinden mahzuf haldir.
Ayetteki iki farklı amile muteallıq olan fîha’lar arasında terdid ve tam cinas sanatları vardır. Terdid; birlâfzın aynı bağlamda, farklı bir mânâyı ifâde etmek üzere tekrar edilmesidir. Târifteki farklı anlam kaydı bu sanatı tekrîrden ayırmaktadır.
Fakihetin - şerâbin kelimelerindeki tenvin tazim kesret ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında muratün nazir sanatı vardıKesîraten sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.
Müttekiîn ile yedune arka arka hâldir ya da lehüm'deki zamirden iç içe hâldir, müttakiîn’den hâl değildirler, çünkü araya fasıla girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, yedune onların durumlarını açıklamak için hâl’dir, müttekiîn de onun zamirinden hâl’dir. Meyve ile yetinilmesi, yiyeceklerinin zevk için olmasındandır, çünkü gıda almak vücuttan eksileni kapatmak içindir, cennette ise eksilme yoktur. (Beydavi)
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ
Vav atıftır. İndehum mekan zarfı, mukaddem habere muteallıqtır. Qâsırâtu muahhar mübtedadır.
Cümlede müsnedün ileyh tazim ve sözü kısaltarak az sözle çok şey ifâde etmek için izâfetle gelmiştir. Ettrâfi muzafun ileyhtir. Etrabun ise qasiratu’nun sıfatıdır.هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ
Mukadder bir sözün mequlul qavli olan ayet fasılla gelmiştir. Faidei haber ibtidai kelam olan bu isim cümlesinde müsnedün ileyh, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak için işaret ismiyle marife olmuştur. Hâzâ mübteda, müşterek ismi mevsul ma, ref mahallinde haberdir.
İsmi mevsuller sıla cümlesine ihtiyaç duyar ve tevcih anlamı ihtiva ederler. İsmi mevsulun sılası tûadûne cümlesidir.
Âyet-i kerîme’de geçen tûadüne lâfzı gaib sigasıyla ve iltifat olarak muhatab sigasıyla okunmuştur. (Celaleyn Tefsiri)
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir.
İnne ve lam’la tekid edilmiş, faidei haberi inkari kelamdır. Müsnedün ileyh, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak için işaret ismiyle marife olmuştur. Rızqunâ, hâzâ’nın haberidir. Allah Tealaya ait olan zamire muzaf olması rızq için tazim ve teşrif ifade eder.
Mâ nafiye, car mecrur lehu, mukaddem habere müteallıktır. Nefâdin lafzen mecrur, mahallen merfu muahhar haberdir. Min harfi zâidtir.
Hal cümlesindeki zaid min, istiğrak ifade ederek cümledeki olumsuzluğun umumuna işaret eder.
Müsnedün ileyh olan nefâdin’in nekra gelişi tazim ve teksire delalet eder. Bu kelime nefide fiilinin masdarıdır.
Âyet-i kerîme’de geçen ma lehû min nefâdin cümlesi, rızkünâ lâfzından hâl veya inne’nın ikinci haberidir. Yani devamlı olarak veya devamlıdır. (Celaleyn Tefsiri)
Seyyid Kutub şöyle der: Bu sahne, bütününde ve parçalarında, şekil ve alâmetlerinde tam mânâsıyla ile birbirine tekabül eden iki manzaranın anlatılmasıyle başlar. Birincisi, takva sahiplerinin manzarasıdir. Bunların, dönüp varacakları güzel makamları vardır. İkincisi ise, dönüp varacakları kötü bir makamı olan azgınların manzarasıdır. Birinciler için, kapıları açılmış Adn cennetleri, koltuklara yaslanma keyfi, yenilecek içilecek şeylerden ve genç hurilerden faydalanma nimeti vardır. Huriler, gençliklerine rağmen, onlardan başka bir kimseye asla bakmaz ve göz dikmezler. Hepsi aynı yaşta genç kızlardır. Bu, daimî bir nimet ve Allah katından verilmiş, bitmeyen bir rızıktır.
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
Bu âyetlerde de “azgınlar”ın, âhiretteki kötü hallerine dair tasvirler yapılmaktadır. Yukarıda cenneti hak edenlerin tamamını kapsamak üzere “müttakiler” kelimesi burada ise cehenneme müstahak olanların tamamı için “azgınlar” (tâğîn) kelimesi geçmektedir. Böylece anılan iki kavram bu bağlamda birbirinin zıt anlamlısı olarak kullanılmış olup bu tür kullanımlar Kur’an terimlerinin anlamlandırılması ve genel olarak Kur’an’ın yorumlanması bakımından oldukça önemlidir.
Yukarıda cennetle ilgili maddî tasvirler için söylediklerimiz bu âyetlerde cehennemin maddî unsurlarla tasviri konusunda da geçerlidir; bu maddî tasvirin asıl amacı da muhataba uhrevî cezaların dehşetini tahayyül ettirmektir. Âhirette inkârcı ve günahkârlara maddî ve bedensel cezaların yanında mânevî ve ruhî cezaların da uygulanacağına dair âyet ve hadisler vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588هٰذَاۜ
Ayetin ilk cümlesi isti’nafiyedir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Âyette geçen hazâ kelimesi mahzûf bir mübtedanın haberidir. Takdiri elemru şeklindedir. Bu cümle emmâ ba’de mânâsında kullanılmıştır. Veya hâzâ, takdiri lilmu’minîne olan mahzuf haber için mübtedadır.
Ayette hâzâ -müsned veya müsnedün ileyh olması farketmez- işaret edilenin önemini vurgulayarak muhatabın dikkatini ona çekmek amacıyla tercih edilmiştir.
Bundan sonra yüce Allah, kâfirlerin varacakları yeri açıklamıştır. Hâzâ, yani durum budur. Veya bu, anlatıldığı gibidir. Ne kötü yatak! cümlesi, (Onlar için (altlarında) Cehennemî bir yatak, üstlerinde de (Ateş’ten) örtüler vardır.) [A‘râf 7/41] âyeti gibidir. Altlarındaki ateş, uyuyan kimsenin üzerine uzandığı yatağa benzetilmiştir. (Keşşaf)
وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ
Âyet-i kerîme’deki ikinci cümle istinâfiyedir. İnne ve lam’la tekid edilmiş, faidei haberi inkari kelamdır. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Car mecrur littâğîne, mahzuf inne’nin mukaddem haberine müteallıktır. Şerre, inne’nin muahhar ismidir.
Müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. İzafet, az sözle çok anlam ifade etmenin bir yoludur. Ayrıca burada tahkir anlamı da taşımaktadır.
Meâbin’deki tenvin nev içindir. Tarifi imkansız bir şerre sahip olduğuna işarettir.
İbn Cüzeyy şöyle der: Yüce Allah cennet ehlini anlatmayı tamamlayınca, konuyu hâzâ sözüyle bitirdi. Sonra da cehennem ehlinin niteliğini anlatmaya başladı. Ettâğîne kelimesiyle kafirler kastedilmiştir.
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ
Cehenneme, önceki ayetteki şerre’den bedel veya atfı beyandır. Yaslevnehâ cümlesi cehennem için haldir. Hal, anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
Cehennem - littağîne - şerre kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
فَبِئْسَ الْمِهَادُ
Bu cümle isti’nafiyedir. Bi’se, zem anlamı taşıyan camid fildir. Elmihâdu failidir. Cümle gayri talebi inşai isnadtır. Mahsusu olan bizzem mahzuftur. Takdiri hiye, yani cehennem’dir.
Mihâd - yaslevnehâ kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ
Ğaseqa غسق:
غَسَقُ اللّيْل gecenin şiddetli koyu karanlığıdır. غاسِقٌ ise karanlık gece için kullanılır. Son olarak غَسّاقٌ kelimesi cehennemliklerin derilerinden damlayacak olan (kan karışmamış saf irin ve kanla karışık cerahat) demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli kasıktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayetin ilk cümlesi isti’nafiyedir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Hâzâ mübteda, hamîmun haberidir. Müsnedün ileyh, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak için işaret ismiyle marife olmuştur.
Taberî şöyle der: Âyette takdim ve tehir vardır. Aslı hâzâ hamîmu ve ğassâqun felyezûqûhû şeklindedir. Yani, işte bu kaynar su ve irindir. Onu tatsınlar. Hamim, son dereceye kadar kaynatılan şeydir. Gassâk ise, derilerinden akan kan ve irindir.
Felyezûqûhu cümlesi itiraziyyedir. Konuya açıklık getirmek ve pekiştirmek için yapılmış itnabtır. Lam emir lamıdır. Cümle emir uslubunda talebi inşai isnadtır.
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ
Ayet önceki ayete matuftur. Car mecrur min şeklihi, aheru lafzının mahzuf sıfatına müteallıktır. Cümlede icazı hazif vardır. Ezvâcun mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri hiye ezvâcun’dur.
Ve âharu başka tadılan yahut azâp vardır. Basralı iki kurra ve uharu okumuşlardır ki, tadılanlar yahut başka azâp çeşitleri vardır demek olur. (O şekilden) o tadılandan yahut azaptan o şiddette vardır demektir. Zamirin tekil olması mâ zukire (anlatılan) itibariyledir ya da hamim ile ğassak'ı içine alan içeceğe ya da ğassak’a râci olmasındandır. Çift çift manasındaki ezvâcun ecnasun demektir ki, âhar'in haberi veya sıfatıdır, ya da üçüne (hamim, ğassak ve âhar) aittir. Yahut ezvacün lehüm gibi mahzûf câr ve mecrûrla merfû’dur. (Beydavi)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
Dünya hayatının inkârcı ve saptırıcı önderleriyle onların peşinden giden kitleler arasında âhiretteki yargılama sırasında böyle çekişmeler ve suçlamaların olacağı Kur’an’da başka vesilelerle de anlatılmaktadır. Maksat her iki tarafı da şimdiden uyararak sonuç vermeyecek olan âhiretteki bu çekişmelerden onları korumaktır (ayrıca bk. Ahzâb 33/66-68; Sâffât 37/27-34).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588
Fevece فوج :
فَوْجٌ bir yerden süratli bir biçimde geçip giden topluluk anlamına gelir. Çoğulu أفْواجٌ şeklindedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 5 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli fevcdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ
Bu cümle mukadder bir sözün mequlul qavlidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Hâzâ mübteda, fevcun haberidir.
Müsnedin ileyh ism-i işaretle marife olarak, en etkili şekilde temyiz edilmek için gelmiştir. Böylece muhatabın zihninde müsnedin ileyh daha iyi yerleşir. Muhatab tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder; daha iyi tanır.
Muqtehimun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. Anlamı zenginleştirmek için yapılmış itnabtır.
لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ
Müste’nefe olan ayet nefiy sigasıyla gelmiş faidei haber ibtidai kelamdır. Merhaben’deki tenvin selbin umumuna işarettir. Nefiy siyakında nekra umum ifade eder. Yani onlara hiçbir şekilde selam yoktur.
Merhaba’nın geldiği kök olan er-rahb genişlik demektir. Mescidin ve başka yerlerin rahbesi onların geniş yeri demek olup buradan gelmektedir. Bu ifade dua kabilinden olduğundan ötürü merhaba anlamındaki lâfız nasb ile gelmiştir. (Kurtubi)
اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin haberi izafetle marife olmuştur. İzafet kısa yoldan cok şey söylemek, anlamı veciz bir şekilde ifade etmek için gelmesinin yanında gayrıyı tahkir de ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin marife olması faydayı çoğaltıp manayı daha kamil bir hale getirir.
Ennâr’daki el takısı hakiki istiğrak içindir.
Sâlûn nâr izafetinde, muzaf olan sâlu kelimesi ismi faildir. Cemi müzekker salim olduğu için sonundaki nun düşmüştür.
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ
Müste’nefe olarak gelen bu ayette icazı hazif vardır. Mequlul qavl cümlesi mahzuftur. Takdiri: lâ teştemûnâ bel entum… şeklindedir.
Bel idrab harfidir. Entum mübtada, haberi mahzuftur. Faidei haber ibtidai kelamdır. Takdiri ehaqqa bilqavli’dir. Bu takdire göre lâ merhaban bikum mequlul qavldir.
Entum qaddemtumûhû cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiş isim cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Ta’lil cümleleri itnabtır.
فَبِئْسَ الْقَرَارُ
Bu cümlede fe, isti’nafiyedir. Cümle gayri talebi inşai isnadtır. Bi’se, zem anlamı taşıyan camid fildir. Elqarâru failidir. Bi’se fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri ennâru’dur.
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ
İsti’nafiye olan ayet fasılla gelmiştir. Ayet fiil ve mefulü olan mequlul qavlden müteşekkildir. Mequlul qavl nida üslubunda talebi inşai isnadtır.
Nidanın cevabı şart üslubunda talebi inşai isnadtır. Dua manasında olduğu için mecazı mürsel mürekkeptir. Cehennemliklerin nida harfini hazfederek rabbena şeklinde seslenişleri Allahın rububiyet sıfatına sığınma isteklerine işarettir.
Men ismi şart olup mübteda olarak mahallen merfudur. Qaddeme cümlesi haberdir. Mahallen merfudur. Müsnedinin mazi fiil oluşu hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Mübteda ve haberden oluşan şart cümlesi mahallen meczumdur. Fe, rabıtadır. Zidhu cevap fiilidir. Şartın cevabı emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
Car mecrur lenâ, qaddeme fiiline müteallıktır. Hâzâ meful olarak mahallen mansubtur.
Rabbenâ izafeti kısa yoldan izah ve şefkate teşvik içindir.
Azâben’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Finnâri ibaresinde istiare vardır. Burada fi harfi kendi mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakîkî mânâda zarfiyyeye, yâni içine girilmeye müsâit değildir. Ancak mütekellim olan cehennemlikler, azâb görmesini istedikleri kişiler hakkında hırslarını ifâde etmek üzere bu harf alâ harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.