بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ
İnkârcıların “vaktiyle kötülerden saydıkları adamlar”, onların bâtıl inançlarını ve erdemsiz yaşayışlarını reddeden, bu sebeple de onlar tarafından değersiz sayılıp alay ve hakarete mâruz kalan müminlerdir. Burada, inkârcıların âhiretteki kötü âkıbetleriyle yüz yüze gelince asıl değersizlerin, hor görülmeyi hak edenlerin kendileri olduğunu anlayacaklarına işaret edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 588Şerara شرر :
Nasıl ki hayır (خَيْر)herkesin arzuladığı şey ise,(شَرّ) şer de herkesin kaçındığı şeydir.
Ortalığa dağılan ve saçılan ateş parçaları/kıvılcıma شَرار النّار denir. Şerli olduklarına inanıldığı için böyle isimlendirilmişlerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece iki farklı isim formunda 31 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri şer, şirret ve şerirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Vav isti’nafiyyedir. Ayetin ilk cümlesi fiil ve mefulü olan mequlul qavlden müteşekkildir. Mequlul kavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Mâ şeklindeki ismi istifham mübteda olarak mahallen merfudur. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur lenâ, mahzuf habere müteallıktır. Lâ nerâ cümlesi lenâ kelimesindeki zamirden haldir.
Kunnâ neudduhum cümlesi ricâlen kelimesinin sıfatıdır. Neudduhum cümlesi kunnâ’nın haberidir.
Kunnâ’nın haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
Ricâlen’deki tenvin tahkir, eleşrar’daki el takısı ise örfi istiğrak ifade eder. Ahdi ilmi de olabilir?
Bu sözleriyle aşağılık gördükleri ve alay ettikleri fakir Müslümanları kastetmişlerdir. (Beydavi)اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ
Müste’nefe olarak gelen bu ayet istifham uslubunda talebi inşa isnadtır. Buradaki hemze inkaridir. Em kendisinden önceki cümle ile bağlantısı olduğu için em muttasıldır. Zâğat anhum cümlesi önceki cümleye matuftur.
Ayet, istifham üslubunda gelmiş olsa da azar ve taaccüp manaları taşımaktadır. Bu nedenle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Sihriyyen’deki tenvin kesret ve nev ifade etmektedir.
Sanki: Burada değiller mi yoksa gözlerimiz onlardan kaymış mıdır?” demişlerdir. Ya da em edâtı ikinci kırâata göre etteheznahüm'e muadildir yani onlara bu ikisinden hangisini yaptık; onlarla alay mı ettik yoksa onları horladık mı? Çünkü gözlerin kayması bundan kinayedir, manası da kendilerini beğenmemeleridir.Ya da em munkatıadır, maksat da onları aşağılık görmeleri ve onlarla alay etmeleri gözlerinin kaymasından ve görüntüleri pejmürde olduğu için iyice bakmamalarından olduğunu göstermektir. (Beydavi)
Ferrâ dedi ki: Burada istifham azar ve taaccüb anlamındadır. Yoksa gözler onlardan başka tarafa mı kaymıştır âyeti de eğer (âyetin başı) istifham ile okunmuş ise bu durumda yoksa eşitlik anlamını verir. İstifhamsız olarak okunmuş ise bu durumda Hayır anlamında olur. (Kurtubi)اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟
Ayetin ilk cümlesi isti’nafiyedir. İnne ve lam’la tekid edilmiş, faidei haberi inkari kelamdır.
İnne’nin ismi, işaret ismi olarak gelmiştir.
Zalike ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)
İnne zâlike (işbu) yani onlar hakkında anlattıklarımız. Lehaqqun yani bu hususta konuşacakları kesindir. Sonra bu konuşmanın ne olduğunu açıklamış ve Ateş’tekilerin çekişmesi buyurmuştur. Bu ifade zâlike‘nin sıfatı olarak tehāsume şeklinde mansūb da okunmuştur; zira işaret isimleri cins isimlerle sıfatlanır. (Keşşaf)
Tehâsumu ehlin nar, haqqun’dan bedeldir. Tehâsumu, haseme fiilinin tefâûl babında masdarıdır. Tehâsumu, ehlin nâr’a muzaftır.
Şayet bu konuşmaya neden çekişme denilmiş? dersen şöyle derim: Onların konuşmaları ve aralarında geçen soru-cevap şeklindeki diyalog, düşmanlar arasında gerçekleşen konuşmaya benzetilmiştir; zira önderlerin Merhaba yok bunlara! [Sād 38/59] demesi, tâbilerin de Asıl size merhaba yok be! [Sād 38/60] demeleri çekişme türü bir konuşmadır. Bu sebeple, konuşmanın bütününe -çekişmeyi de kapsadığı için- çekişme denmiştir. (Keşşaf)
Eleşrâri - elebsâru - ennâri gibi âyet sonları birbirine uygundur. Bu Kur'an’ın özelliklerindendir. Böyle parlak anlatım ve tatlı nağmeler, ruhun vücutta akışı gibi, insanın nefsinde akar. Allah'a yemin ederim ki, ben, Kur'an'ı her okudukça içimde bir coşku hissediyorum. Zira Kur'an’ın kulağa hoş gelen tatlı bir etkisi vardır. Bazen, farkına varmadan, şarkı ve nağmeye düşkün olanların temayülünden daha çok, coşup oynayasım geliyor. Bu, sadece Kur'an'daki ifadenin parlaklığından dolayıdır. Muhakkak ki beyânda bir tür sihir vardır diyen Allah Rasûlü doğru söylemiştir.
(Safvetü’t Tefâsir)
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
Sûrenin genel gayesi, Kur’an’ın muhataplarını İslâm ve Hz. Peygamber karşısında tuttukları yolun yanlışlığı konusunda uyarmaktır; geçmiş peygamberlere dair anlatılanlar da bu amaca yöneliktir. Bu âyetlerde ise aynı amacın Hz. Peygamber’in dilinden birkaç cümleyle özetlenerek ortaya konması istenmektedir. Buna göre, putperestlerin iddialarının aksine (bk. 4. âyet) Hz. Muhammed ne bir sihirbaz ne de yalancıdır; o yalnızca bir uyarıcıdır. Bütünüyle evrenin mutlak yönetici gücü, yalnız Allah’tır. O cebbârdır (Allah’ın birliğini tanımayıp kendisine baş kaldırmaya kalkışanları kahru perişan etmeye kesinlikle muktedirdir), güçlüdür; buna karşılık inançlarını ve yollarını düzeltenlere karşı da çok bağışlayıcıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 589
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ
Ayetin ilk cümlesi istinafiyye olarak emir üslubunda inşai isnadtır. Mequlul qavl faidei haber talebi kelam olan isim cümlesidir. Ene mübteda, munzırun haberidir.
Bâzen bu inne ve enne’ye mâ bitişir, yine pekiştirme için kullanılır. İnnemâ kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma i kâffeden kasıt ise, inne harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan/alıkoyan mâ demektir.
وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ
Vav atıftır. Mâ nafiyedir. Min zaidtir. Cümle mequlul qavle matuftur. İlahin lafzen mecrur mahallen merfu olarak mübtedadır. Nefiy harfi ma ve istisna harfi illa ile kasır oluşmuştur. Mübteda ve haber arasında oluşan kasır, Kasrı sıfat ale’l mevsuftur. Vâhidu ve Kahhâru lafzı celalin iki sıfatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır.
Zaid harf min tekid ifade etmesinin yanında olumsuzluğu da umumileştirir. Yani hiçbir ilah yoktur anlamındadır.
Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu muraatün nazir sanatıdır.
İlâhin - allâhu kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun mânâsı; sıfatın bu mevsûftan başkasında bulunmadığının ifâde edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsûfta başka sıfatların bulunduğunu da ifâde eder. Bu âyette ulûhiyyet sıfatı Allah Teâlâ’ya tahsis edilmiş, yâni Allah’tan başkasında ulûhiyyet sıfatının olmadığı ifâde edilmiş. Ama elbetteki Allah’ın başka sıfatları vardır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ
Ayet önceki ayetteki lafzı celalin sıfatı veya bedeli olarak fasılla gelmiştir. Müşterek ismi mevsul ma, cer mahallinde semavati’ye matuftur. Beynehuma mahzuf sılaya muteallıktır.
Azîz - ğafûr kelimeleri önceki ayetteki lafzı celalin iki sıfatıdır. Azîz - ğafûr kelimeleri mübalağa kalıplarındandır. Bu kelimelerin ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu muraatün nazir sanatıdır.
Rabbus semavâti izafetinde az sözle veciz anlatım sağlanmasının yanında muzafun ileyhe tazim ve teşrif anlamı vardır.
Semavat ve arzın zikrinden sonra ikisinin arasında denmesi, Allahın kudretinin yüceliğini belirten hususun, umuma atfı babında itnab sanatıdır.
Semâvât - arz kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve muraatün nazir sanatı vardır.
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ
“Önemli bilgi”nin ne olduğu konusunda başlıca üç farklı yorum ileri sürülmüştür: a) Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in Allah tarafından görevlendirilmiş bir uyarıcı, bir elçisi olduğuna dair bilgiler; b) Bir önceki bölümde (49-64. âyetler) özetlenen âhiretle ilgili haberler, bilgiler; c) İnsanlara uyarıcı ve aydınlatıcı haberler, bilgiler aktaran Kur’an (Râzî, XXVI, 225). Bunların hepsinin kastedilmiş olması da mümkündür. Âyette bu bilgilerin “önemli bilgi” olarak nitelenmesi, muhatabı, anılan konularla ilgili bilgileri ciddiye almaya, bunların önemini kavramaya teşvik gayesi taşımaktadır. Zira bu bilgilerin kabul veya reddedilmesi, insanoğlunun yalnız dünyasının değil, âhiret hayatının da yönünü ve mahiyetini belirleyecektir. Bu bakımdan “Siz ise ona sırt çeviriyorsunuz” ifadesi, müşriklerin ve “önemli bilgi” karşısında onlar gibi ciddiyetsiz, düşüncesiz ve sorumsuz tavırlar sergileyenlerin tutumlarının ne kadar yanlış ve tehlikeli olduğuna dikkat çeken bir eleştiridir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 590
İsti’nafiye olan ayet, emir üslubunda gelmiştir Qul emri ve mefulunden müteşekkil cümle talebi inşai isnadtır. Huve nebeun, faidei haber ibtidai kelam olan mequlul qavl cümlesidir. Azîmu sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. İtnab anlamı zenginleştirmek için yapılmıştır.
Ayette haber kelimesi yerine nebe kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü, nebe büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere nebe denmez. (Müfredat)
Yani benim sizi kendisiyle korkuttuğum hesab, sevab ve ceza, değeri çok büyük olan bir haberdir. Onun hafife alınmaması gerekir. Bu anlamdaki açıklamayı Katade yapmıştır. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın: Birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberi (en-Nebe’, 78/1-2) âyetidir. (Kurtubi)اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ
Bu cümle isti’nafiye veya nebeun’un ikinci sıfatıdır. Faidei haber ibtidai kelamdır.
Entum mübteda, mu’ridûne haberidir. Car mecrur anhû, mu’ridûne müteallıktır. Car mecrur önemine binaen amiline takdim edilmiştir.
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ
Tefsirlerde genellikle “yüce topluluk” tabiriyle melekler âleminin kastedildiği, meleklerin tartıştıkları konunun da Bakara sûresinde (2/30-33) anlatılan Hz. Âdem’in ve insan türünün yaratılması hadisesi olduğu ifade edilir. Bu bilgilere göre Hz. Muhammed’in peygamberliğini reddeden putperestlere karşı şöyle bir delil ortaya konmaktadır: O yüce topluluk yani melekler insanın yaratılması konusunda aykırı kanaatler ileri sürmüşler, böylece bir tartışmaya girişmişler; Hz. Muhammed de bu olayı anlatmıştır. Melekler tartışırlarken o yanlarında olmadığına göre kendisine bu bilgi ancak vahiy yoluyla gelmiş olabilir; şu halde o hak peygamberdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 590Ayet istinafi beyaniyedir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Ma nafiyedir. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Car mecrur lîye, mahzuf kâne’nin muqaddem haberine müteallıktır. Min harfi zaidtir. İlmin lafzen mecrur mahallen merfu, kâne’nin muahhar ismidir.
İlmin’deki tenvin kıllet anlamındadır. Olumsuz siyakta nekira olumsuzluğun umumuna delalet eder. Zaid harfin de ilavesiyle kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değilim manasına gelir.
Ma kâne’li olumsuz sıgalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sabuni, Tefsir 3/79)
Zaman zarfı iz, melei’nın mukadder muzafına müteallıktır. Takdiri ilmi bikelâmil meleil a’lâ‘dır.Yahtesimûne, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ayet isti’nafiyyedir. Faidei haber talebi kelamdır. İn nefy, illa istisna harfidir. Car mecrur ileyye, yûhâ fiiline müteallıktır. İn ve istisna harfi illa ile oluşan kasr fiil ve naibu fail arasında gerçekleşmiştir.
Ennemâ kâffe ve mekfûfedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber talebi kelamdır.
Yûhâ fiili dikkatleri olaya çekmek için meçhul bina edilmiştir. İnnemâ ve sonrasındaki masdarı müevvel yûhâ fiilinin naibu faili yerindedir.
Nezîrun ve mubînun kelimeleri sıfatı müşebbehe kalıbındadır. Mubînun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Bu ayet hakkında Ferrâ dedi ki: Şöyle demiş gibidir: Bana ancak korkutup uyarmak vahyolunuyor. Nehhâs dedi ki: Ancak... için" anlamında nasb konumunda olması da mümkündür. (Kurtubi)اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ
Zaman zarfı iz, takdiri uzkur olan mahzuf fiile müteallıktır veya bedeldir. Qâle, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Rabbuke izafeti muzafun ileyhin şanı içindir.
Zaman ismi olan iz'in mastara değil de fiil cümlesine muzaf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Aşur, Hac/26)
Mequlul kavl cümlesi inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Beşeren ve tînin kelimelerinin nekra gelişi, tazim ve nev ifade eder.
Min tînin’deki min harfi ba’diyet anlamındadır.
Peygamber a.s'a karşı böbürlenmelerinden dolayı müşrikleri uyarmaktır. Yoksa İblis'in Âdem aleyhisselâm'a kibirlenmekle başına gelenlerin aynısı onlara da gelebilir. (Beydavi)
Rabbin o zaman meleklere demişti ki... ibaresindeki O zaman edatı tartışırlarken anlamındaki âyetin sılasındandır. ‘’Tartıştıkları zaman ve Rabbinin meleklere: Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratacağım dediği zaman Mele-i A'la'ya dair benim bir bilgim yoktu’’ demektir. O zaman... demişti ki ibaresinin, tartışırlarken lâfzından bedel olduğu ve tartışanların mahzuf bir kelimeye taalluk ettiği de söylenmiştir. Çünkü anlam: Benim tartıştıkları zamanda Mele-i A'la'nın sözlerine dair bir bilgim olmamıştı, şeklindedir. (Kurtubi)
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
Fe atıftır. İzâ istikbalde şart manalı, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Gayrı cazimdir. Ayet şart üslubunda gelmiş talebi inşa cümlesidir.
Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. İzâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)
Sevveytuhu muzafun ileyh olarak, cer mahallinde şart fiilidir. Fe rabıta, qaû şartın cevap cümlesidir. Şartın cevabı emir sigasıyla gelen talebi inşa isnadtır. Rûhî izafetinde Allah Tealaya aid zamire muzaf olması rûh için tazim ve teşrif ifade eder.
Sülasisi sevâ olan sevveytuhu fiili tefil babındadır.
Sâcidîne haldir. İtnab vardır.
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Fe atıf harfiyle öncesine atfedilen ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Ayetin müste’nefe olmasına da cevaz vardır.
El melâiketu kelimesindeki el takısı hakiki istiğrak manasındadır.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
İlla istisna harfidir. İblise müstesna muttasıl veya munqatı’dır.
İstekbera, müste’nefe cümlesidir. Kâne minel kâfirîne cümlesi öncesine matuftur. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur minel kâfirîne, kane’nin mahzuf haberine müteallıktır.
İblise - istekbera - kâfirîne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Ve inkârcı nankörlerden oldu sözüyle İblis’in, her ne kadar önceden kâfir olmasa da, o an inkârcı olduğu kastedilmiştir; çünkü kâne geçmiş zamanların bütün hepsinde kullanılır. Bu sebeple, dilediğin herhangi bir geçmiş zaman için kullanmaya elverişlidir. Şunun kastedilmesi de mümkündür: Allah’ın ilminde İblis, geçmiş zamanların tamamında kâfirdi. (Keşşaf)قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ
Ayet istinaf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Mequlul qavl, nida üslubunda talebi inşai isnadtır. Nidanın cevabı mâ meneake en tescude cümlesi, istifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Mâ ismi istifham harfi olup mübteda olarak mahallen merfudur. Meneake haberidir.
En masdar harfi muzari fiili nasb ederek manasını masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel, mahzuf min harfi ceriyle birlikte meake fiiline muteallıqtır. Müşterek ismi mevsul ma, cer mahallinde li harfiyle birlikte tescude fiiline muteallıqtır. Sılası halaqtu fiilidir.
Yedeyye izafeti, Allah tealaya aid mütekellim zamirine muzaf olan yed için tazim ve teşrif ifade eder.
Âyet-i kerîme’de geçen istifham tevbih (muhatabı azarlamak) manası taşımaktadır. Vaz edildiği soru anlamından çıktığı için mecazı mürsel mürekkeptir.
Ayette mütekellim Allah tealadır. Sorunun cevabını bilmemesi muhal olduğu için ayette tecâhülü-l ârif sanatı vardır.
Şayet halaqtu biyedeyye (İki elimle yarattım) cümlesinin mânası nedir? dersen şöyle derim: Daha önce gördüğümüz üzere, iki eli bulunan varlıklar, işlerinin çoğunu iki elleriyle yaparlar. Bu doğrultuda, iki el kullanılmaksızın bizzat yapılan işler de, tağlîb üslubuyla, iki elle yapılan işlerden sayılmıştır. Öyle ki, kalbin yaptığı bir iş hakkında bile, “Bu kendi ellerinle yaptığın işlerdendir.” denilir. Dahası, iki eli bulunmayan birine; Kendi ellerin bağladı; kendi ağzına üfledi! denilir. Netice itibariyle Bu, senin yaptığın işlerdendir ifadesiyle Bu, senin ellerinin yaptığı işlerdendir ifadesi arasında hiçbir fark kalmamış olur. (Keşşaf)
اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ
Ayetin bu cümlesi isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Allah Tealanın sözünün devamıdır.
İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Em atıftır. Kunte minel âlîne cümlesi maqabline matuftur.
Her iki cümle de istifham üslubunda olmasına rağmen tahkir ve azarlama manalarına geldikleri için mecazı mürsel mürekkiptirler. Ayrıca bu cümlelerin mütekellimi de Allah tealadır. Dolayısıyla cümlelerde tecahülü arif sanatı vardır.
Tescude - elâlîne kelimeleri arasında tıbakı hafiy, estekberte - âlîne kelimeleri arasında ise muraatün nazir sanatı vardır.
Min ba’diyet, el âlîne’deki el takısı ise ahdi zihni ifade eder.
Sülasisi kebera olan istekberte fiili istif’âl babındadır.
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ
Cümle istinafi beyani olarak fasılla gelmiştir. Qale fiili ve mefulünden müteşekkil cümle faidei haber kelamdır. Mequlul kavl ene hayrun minhu, isim cümlesidir. Muhatab Allah tealadır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, mequlul qavl cümlesi lazımı faidei haber ibtidai kelamdır.
خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ
Bu cümle istinafi beyaniyye veya talil cümlesidir. Fiil, fail ve mefulden meydana gelmiş lazımı faidei haber ibtidai kelamdır. Ve halaqtehu… cümlesi maqabline matuftur.
Halaqtenî minnârin - halaqtehu min tîn cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Nârin’deki tenvin tazim ve nev, tînin’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder. Bu iki kelime arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Halaqte fiilinin ve min’in tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın diyerek ateşin çamurdan üstün olduğunu ileri sürdü. Bu ise onun bir cahilliğidir, çünkü cevherler (madde özleri) cins olarak birbiriyle aynı değerdedir. O bunları kıyas etmekle yanlış bir kıyaslama yapmış oldu. (Kurtubi)
71-76. Ayetlerde geçen tiyn kelimesi toprakla suyun karışımıdır. Turâb sudan daha aşağı ve kesîf bir unsurdur. Hitâb Îsâ’ya (as) ulûhiyyet atfeden kişilere olduğunda Îsâ’nın (as) bu vasıftan uzak olduğunu ifâde etmek için en düşük şeyden yaratıldığının söylenmesi mânâ bakımından maksada daha uygundur. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî İlmi)قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا
Ayet isti’nafiyedir. Qâle fiili ve mefulü olan mequlül qavlden oluşan cümle, faidei haber ibtidai kelamdır. Fe rabıtadır. Uhruc minhâ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Ayette icazı hazif vardır. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ
Bu cümle taliliyyedir veya önceki cümleye matuftur. İnne ile tekid edilmiş talebi kelamdır. Ke inne’nin ismi, rahîmun haberidir. Rahîmun mübalağa kalıplarındandır.وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
İstinaf cümlesi olarak fasılla gelen ayet, müsbet fiil siygasında faidei haber ibtidai kelamdır.
Mequlul kavl cümlesi nida üslubunda talebi inşa isnadtır.
Nida harfinin ve muzafun ileyh olan mütekellim zamirinin hazfedilmesi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Nida cümlesinin itiraziyye olmasına da cevaz verilmiştir. Nidanın cevabı şart üslubunda talebi inşai isnadtır.
Ayette icazı hazif vardır. Fe, mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıtadır. Şart cümlesinin takdiri; in cealtenî racîmen fenzurnîdir.
Nidanın cevabı emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir.
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
Car mecrur ilâ yevmi, munzarîne’ye müteallıktır. Elma’lûmi vaktin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Vakti belli gün, baas gününden kinayedir.قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Ayet istinafi olarak fasılla gelmiştir. Qâle fiili ve mefulünden oluşan cümle faide-i haber ibtidai kelamdır.
Qâle fiilinin faili, iblistir. Fe zaidtir. Ayetlerin tertib üzere olduğunun işaretidir. Bi kasem harfidir.
Mequlül qavl cümlesi kasem üslubunda gayri talebi inşai isnadtır.
Kasem cümlesinde icaz-ı hazif vardır. Car mecrur biizzetike mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri ene’dir veya mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Cümleye dahil olan lam kasemin cevabının başına gelmiştir. Uğviyennehum kasemin cevabıdır. Uğviyenne fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir. Kasemin cevabı lazımı faidei haber inkari kelamdır.
İzzetike izafeti, muzafa tazim ve teşrif ifade eder.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Ecmeîne lafzı uğviyennehum cümlesindeki zamiri tekidtir.اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
İlla istisna harfi, ibâdeke müstesnadır. İstisna munqatı veya müferrağdır. İbâdeke izafetinde Allah Tealaya ait zamire muzaf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
Muhlesîne sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla itnab sanatı vardır.
Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç. Allahü teâlâ’nın taatı için hâlis kıldığı ve sapıklıktan merhamet ettiği yahut kalplerini Allah için hâlis tutanlar hariç, bu da farklı (muhles ve muhlis) kırâatlarına göredir. (Beydavi)