30 Ağustos 2023
Fussilet Sûresi 21-29 (478. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fussilet Sûresi 21. Ayet

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


Onlar derilerine, “Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?” derler. Derileri de der ki; “Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.”

   Qavele قول :

  Hem قَوْلٌ hem de قِيلٌ sözcükleri aynı anlam gelir.

  قَوْلٌ  sözcüğü çeşitli anlamlarda kullanılır: 1- Bunların en açık olanı tek bir sözcük ya da bir cümle olsun konuşmayla açığa çıkarılan harflerden mürekkep şeye denmesidir. 2- Aklında tasavvur edip henüz henüz sözlü olarak açıkça ifade etmediği şeyler de adını alır. 3- İtikad/görüş ve düşünce için de sözü kullanılır. 4- Bir şeye delalet etme anlamında da kullanılır. 5- Bir şeyle gerçek anlamda ilgilenmekte  diye adlandırılmaktadır. 6- Bunu sadece mantıkçılar tanım anlamında kullanılır. 7- Bunun yanında ilham manasında da kullanılır. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 1722 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kavilleşmek, kaale almak, mukavele ve makaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ

 

Ayet öncesine atfedilmiştir. Müsbet cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan liculûdihim, qâlû fiiline müteallıqtır. Lî, harfi cerdir. istifham harfi lam ile mecrurdur. Bu sebeple elif hazfedilmiştir. 

Mequlul kavli şehidtum fiil cümlesidir. İstifham üslubunda gelen cümle talebi inşai isnadtır.

Bu ayette de derilerin tercih edilmesi, bütün azaları kapsaması sebebiyledir. 

قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ

Ayet isti’nafi beyaniye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul kavli entaqanâ cümlesidir. Müfret has ismi mevsul ellezî, lafzı celalin sıfatı olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası entaqanâ cümlesidir. İrabtan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Entaqanâ - entaqa kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Bu  ifadeler organların sahiplerine söyleyecekleri sözlerden olması mümkün olduğu gibi, yüce Allah'ın, yahut meleklerin söyleyeceği sözlerden olması da mümkündür. (Kurtubi)

 

وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ

Cümle vav ile öncesine atfedilmiştir. Hal vav’ı olması da caizdir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Huve mübtedadır. Halaqakum fiili mahallen merfudur.

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

 

وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 

Vav atıftır. Müsbet fiil sigasıyla gelen ayetin son cümlesinde car mecrur âmiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasır ifade eder. Dönüş sadece onadır. Dönüş başkasına değildir. Faidei haber talebi kelamdır.

Son iki cümlenin derilerin konuşmasından olma ihtimali de, yeni söz başı olma ihtimali de vardır. (Beydavi)

Fussilet Sûresi 22. Ayet

وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ  ...


“Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”

Abdullah İbni Mes’ûd Radiyallahu anh diyor ki :” Bir gün Kabe’nin yanında göbekleri iri, anlayışları kıt üç kişi konuşuyordu. İçlerinden biri ‘Ne dersiniz Allah konuştuklarımızı duyar mı?’ dedi. Öteki ‘yüksek sesle konuşursak duyar ,gizlice konuşursak duymaz ‘dedi. Bir diğeri ‘Şayet yüksek sesle konuştuklarımızı duyarsa , gizlice konuştuklarımızı da duyar’ dedi. Bunun üzerine ‘Oysa siz daha önce ne kulaklarıızın , ne gözlerinizin ne de dirilerinizin tanıklığından çekinmiyor , Allah’ı ise yaptıklarınızdan bir çoğunu bilmez sanıyordunuz’ (Fussilet-41/22) âyeti nâzil oldu. “ (Buhari, Tefsir 41/2,Tevhid 41; Müslim, Münafikin 5).

وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ 

Ayet müstenefe cümlesidir. Vav isti’nafiyedir. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Kâne’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmektedir.

Testetirûne fiili iftial babındadır. Burada setr fiilinden türeyip toplanmaya delâlet etse de, aynı zamanda fâilin mef‘ûlle aynı olduğuna da delâlet eder. Ayet onların gizlenmediklerini ifade eder. Burada murad, iftial kalıbından anlaşılan mübalağa veya toplanma şeklindeki kaydı değil, fiilin kendisini nefyetmektir. Yani onlar kulaklarından, gözlerinden ve derilerinden herhangi bir örtü ile saklamadılar, zira bu azaların kendi aleyhlerine şahitlik yapacaklarını düşünmediler ki onlara karşı ihtiyatlı olsunlar. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri )

Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)

En ve masdarı müevvel mahzuf muzaf ile birlikte mef’ulu lieclih olarak mahallen mansubtur. Yani muhâfetu en yeşhede demektir.

Car mecrur olan aleykum, yeşhedu fiiline müteallıqtır. Car mecrur faile takdim edilmiştir. Sem’ukum faildir.

Nefiy harfi ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.

Sem’ukum - ebsârukum kelimeleri müfret-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

Sem’ukum - ebsârukum - culûdukum kelimeleri arasında muraatun nazir vardır.

وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ

Vav atıf, lâkin istidrak harfidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. 

Enne ve masdarı müevvel nasb mahallinde, zanentum fiilinin iki mefulü yerindedir. Müsnedin ileyh korkutmak için alem isimle marife olabilir. 

Nefî harfi müsnedün ileyhden sonra gelir ve müsned fiil olursa böyle terkipler hükmü takviye, teceddüt ve bazı karinelerle tahsis ifade eder. Muzari fiil olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.

Müşterek ismi mevsul ma, cer mahallinde kesîran’ın mahzuf sıfatına müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Ya’lemu - ta’melûne kelimeleri arasında cinası kalb, reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Lâ ya’lemu - zanentum kelimeleri arasında tıbakı hafiy vardır.

Fussilet Sûresi 23. Ayet

وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذ۪ي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  ...


“İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz.”

Riyazus Salihin, 1438 Nolu Hadis Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni düşündüğü gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına anarsa, ben de onu yalnız anarım. Şayet beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.” (Buhârî, Tevhîd 15; Müslim, Zikir 2, 19, 50; Tevbe 1) Riyazus Salihin, 442 Nolu Hadis Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Vefâtından üç gün önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim: “Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek ölsün.” (Müslim, Cennet 81,82. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 13)

Bu cümle vav ile öncesine atfedilmiştir. Zalikum mübteda, zannukum haber, ellezi bedel veya atfı beyan veya zannukum için sıfattır. Zanentum mevsulün sılasıdır. İrabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Erdakum ise ikinci haberdir.

Zâlike’deki lam bu‘d içindir, kendinden sonra gelen şeyin dalâlet ve batıl olduğunu, isabetsiz ve doğruluktan çok uzak olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri)

Müsnedün ileyh, en etkili şekilde temyîz edilmek için işaret ismiyle marife olmuştur. Rabbikum izafeti muzafun ileyhi tahkir ifade eder. Mütekellim Allah teala’dır. Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Asbahtum cümlesi vav ile öncesine matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan minel hâsırîne, asbeha’nın mahzuf haberine müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

Buradaki “zarar edenler” sözünün başında bulunan elif ve lam harfleri, bu kişilerin tanındığını ve bu yönleriyle meşhur olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri) Yani ahdi ilmidir.

Zalike ve zalikum ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)

Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Zannukum - zanentum kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Fussilet Sûresi 24. Ayet

فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ  ...


Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.

Farklı kıraat şekillerine göre âyetin son cümlesi, “Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için kendilerine fırsat verilmesini talep etseler de bunu yapamazlar, bu imkânı elde edemezler” veya “Rablerinin kendilerini bağışlamasını dilemek isterlerse de buna güçleri yetmez” (Zemahşerî, III, 390); “Sevdikleri şeylere tekrar kavuşmaları için Allah’a yalvarsalar da buna lâyık olmadıkları için istekleri kabul edilmez” gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Son yorumu aktaran Şevkânî âyetten şu anlamı çıkarır: “Allah’ın kendilerinden hoşnut olmasını dilerler fakat dilekleri kabul edilmez; çünkü artık ateşe atılmaları kesinleşmiştir” (IV, 586).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 701-702

فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ 

Müste’nefe cümlesidir. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İn, iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Yasbirû şart fiilidir. Fe şartın cevabının başına gelir. Şartın cevabı ennâru mesvâ lehum cümlesidir. Ennâru mübtadadır. Mesven haberidir. Car mecrur olan lehum, mesvan’ın mahzuf  sıfatına müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

Önceki ayetteki muhatab sigasından gaib sigasına iltifat edilmiştir.

Buradaki iltifat Allah’ın rahmetinden uzak olduklarına işâret içindir. Huzurda bulunamayacakları ve dayanılmaz bir azâba uğrayacaklarına delâleti arttırmak için iltifat yapılmıştır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)

Şart cümlesinin cevabı yerine gelen cümle, fennâru mesven lehum’dur. Bu, şartın cevabı değildir, çünkü şart üzere tertip edilmemiştir. Buradaki nâr [ateş] onların sabredeceği ya da sabredemeyeceği yerdir. Kelamın aslı fein yasbirû yasbirû alâ azâbin şedîdin fennâru mesven lehum şeklindedir. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri)

Mesvâ, oturulacak, ikamet edilecek yer demektir. Ateşin mesvâ olarak nitelenmesi azabın şiddetini artırmak içindir.

 

وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ

 

Ayet öncesine vav ile atfedilmiştir. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İn, iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Yesta’tibû şart fiilidir. Fe şartın cevabının başına gelir. Şartın cevabı mâ hum minel mu’tebîne cümlesidir. Mâ, leyse gibi amel etmiştir. Hum, mâ’nın ismi olarak mahallen merfudur. Mu’tebîne lafzen mecrur, mahallen mansubtur. Mâ’nın haberidir. 

İki cümlede de vuku bulma ihtimali zayıf durumlarda kullanılan in harfi gelmiştir. Buradaki in harfi, aslında böyle bir şeyin olmayacağını, olsa bile çok zayıf bir ihtimal olduğunu ifade eder. 

Yesta’tibû fiili istifiâl babındadır. Sülasisi atebe’dir. Mu’tebîne ise aynı fiilin ifâl babındaki ismi mevsulüdür. Bu iki kelime arasında iştiqaq cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Fussilet Sûresi 25. Ayet

وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟  ...


Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.

Klasik tefsirlerde “arkadaşlar”la, Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a inanmamakta ısrar eden müşriklere dünyada musallat olan şeytanların kastedildiği belirtilir. İbn Âşûr ise bu arkadaşların, insanın ya dışında veya içinde olabileceğini, dışındakilerin “küfür davetçileri ve öncüleri” olan insanlar, içindekilerin ise kişiye vesveseler veren, onu günah ve kötülüklere, haksızlıklara kışkırtan şeytanlar olduğunu ifade eder (XXIV, 274).

“Sonra bunlar, önlerinde bulunanı da arkalarında olanı da onlara şirin gösterdi” diye çevirdiğimiz âyetin ilgili kısmı hakkında yapılan ve müfessirlerin çoğunluğu tarafından benimsenen açıklamaları Şevkânî’den (IV, 588) yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: Sözü edilen arkadaşları kendilerine, içinde yaşadıkları dünya işlerini, onun bayağı zevklerini çekici gösterdiler; onları tamamen dünyaya bağlayarak günah ve isyanlara boğulmalarını sağladılar; kezâ dünya hayatının ötesiyle yani âhiretle ilgili olarak da onları aldattılar; yeniden dirilme, âhiret sorgusu, cennet, cehennem gibi geleceğe dair inanç konularını inkâr ettirdiler. İbn Âşûr ise âyetin aynı bölümünü özetle şöyle açıklar: “Önlerinde bulunan” ifadesi dünya işleriyle ilgilidir ve şu anlama gelir: Kötü arkadaşları onlara putlara tapmak, evlât katli, başkasının malını yemek, el ve dil ile insanlara zarar vermek, kumar oynamak, ahlâksızlık yapmak, zina etmek gibi çirkin işleri şirin gösterdi; onları bu işlere alıştırdı. “Arkalarında olan” ise Allah’ın sıfatları, âhiret halleri gibi duyu sınırlarını aşan, gayb âlemine dahil olan konulardır. Putperestlerin Allah’a ortak koşmaları, ona evlât nisbet etmeleri, gizli yaptıkları işlerin Allah’ın bilgisi dışında kalacağı şeklindeki ahmakça kanaatleri, peygamberler gönderilmesini imkânsız görmeleri, yeniden dirilme ve âhiret sorgusu gibi inanç esaslarını reddetmeleri saptırıcı arkadaşlarının putperestlere şirin gösterdiği tavırlardan bazılarıdır (XXIV, 275). Âyet, sosyal çevrenin, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin, inanç ve ahlâk telakkilerinin oluşması ve gelişmesi üzerindeki tesirine de dikkat çekmektedir.

Cin kelimesi Kur’an’da genellikle varlığı kabul edilen, insanlar gibi yükümlülük taşıyan, iyileri ve kötüleri bulunan, duyu ötesindeki ruhanî varlıkları ifade eder. Bunların kötüleri ve putperestler hakkında kesinleştiği bildirilen “hüküm”, Peygamber ve Kur’an’ın ikazlarını, irşatlarını ciddiye alacakları yerde onlara karşı mücadele açan ve böylece kendilerine musallat kılınan arkadaşların saptırıcı kışkırtmalarıyla yanlış inançlara ve kötülüklere boğulanların mâruz kalacakları dünyevî ve uhrevî ceza hükmüdür. Âyette onların bu âkıbetleri “hüsran” olarak değerlendirilmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 702-703

وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ 

Bu cümle öncesine vav ile atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan lehum, qayyednâ fiiline müteallıqtır.

Fezeyyenû cümlesi öncesine matuftur. Car mecrur olan lehum, zeyyenû fiiline müteallıqtır. müşterek ismi mevsul, zeyyenû fiilinin mefulü olarak mahallen mansubtur. Her zaman mevsulü takib eden sılası mahzuftur. Beyne eydîkum bu mahzuf sılaya muteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

Min beyni eydîhim (önlerindekiler) - ve mâ halfihim (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy ve muraatün nazir sanatları vardır.

 

وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ

Bu cümle öncesine vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur olan aleyhim, haqqa fiiline müteallıqtır. Fî ümemin, mahzuf hale müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.

Qad halet cümlesi ümemin’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Qad tekid ifade eden tahkik harfidir. Mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Marife olarak gelen qavlu kelimesindeki el takısı ahdi haricidir. Sözden maksat azaptır.

Fî umemin’deki harfi, min manasındadır. Burada zarf [fî] harfinin gelmesinde bu kişilerin onlara ilhak edileceğine ve onların içine gireceğine işaret vardır. Zarf burada hal olarak gelmiştir.  (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Umemin’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.

Şayet fî umemin ifadesinin i‘rabdan mahalli nedir? dersen şöyle derim: Öncesindeki aleyhim’de yer alan zamirden hâl olarak nasb mahallindedir; yani (gelmiş geçmiş) bütün toplulukların içinde yer aldıkları halde onlar hakkında hüküm gerçekleşmiştir. Önlerindekini ve arkalarındakini, yani daha önce işlediklerini ve hâlihazırda işlemeye devam ettiklerini. Yahut önlerindekini yani dünya işleri ve arzuların peşinden gitmeyi; arkalarındakini yani Âhiret’e dair işleri ve yeniden dirilme ve hesabın olmayacağı düşüncesini (cazip gösterdiler). (Keşşaf)

Takdîm ve tehîr belağat ilminde manevi bir gaye için amaçlananın önem derecesine göre yapılmaktadır. Konuşmada daha önemli olan şey öne alınır. Dolayısıyla elqavl (söz) in daha önemli olduğu yerde söz; haklarında elqavl (söz) in gerçekleştiği kimseler daha önemliyse onlar takdîm edilmiştir. Fussilet sûresindeki bağlam, haklarında sözün yani azabın sabit olduğu kavimler hakkındadır. Çünkü surenin on dokuzuncu ayetinden yirmi dokuzuncu ayetine kadar Allah'ın düşmanlarından söz edilmiştir. Bundan dolayı bunlara işaret eden zamirin, elqavl (söz) e takdim edilmesi uygun düşmüştür. (Sâmerrâî, Alâ Tarîki’t-Tefsîri’l-Beyânî, II, ss. 24-27.)  

İnsi - cinni  kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.

 

اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiştir. Haberi kâne’nin dahil olduğu bir cümle olup faide-i haber talebi kelamdır. Müsnedin kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi onların zararlarının sabit olduğunu, tamamen kesinleştiğini ifade eder.

Fussilet Sûresi 26. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ  ...


İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”

Hz. Peygamber, âyetler kendisine geldikçe bunları çoğunlukla Kâbe çevresinde yüksek sesle insanlara okur, inanan ve inanmayan herkes onu dinlerdi (İbn Atıyye, V, 13). Râzî’nin de belirttiği gibi (XXVII, 119-120) Araplar, Kur’an’ın mânasının ve sözlerinin mükemmel olduğunu biliyorlardı; onu işiten herkes, lafızlarının güzelliğini farkediyor, anlamlarını kavrıyorlardı; benzersizlik, doğruluk ve tutarlılığına aklıyla hükmediyorlardı. Bu yüzden toplumsal konumlarını kaybedeceklerinden korkan Mekke’nin ileri gelenleri, nüfuzları altındaki insanların âyetleri dinlemelerini önlemek için tedbirler düşündüler. Sonuçta adamlarından, Hz. Peygamber âyetleri okurken yüksek sesle şiirler okuyarak, ıslık çalıp el çırparak, anlamlı anlamsız sözler söyleyerek gürültü çıkarmalarını, yaygara koparmalarını ve böylece Resûlullah’ın sesini bastırarak okuduğu âyetlerin anlaşılmasını önlemelerini istemişlerdir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ 

Ayet isti’nafiyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, qâle fiilinin faili olarak merfu mahaldedir. Sılası keferû fiilidir. Mevsulde tevcih anlamı vardır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması tahkir ifade eder. Onların isminin anılmasının kerih görüldüğü anlaşılmaktadır.

Mequlul kavl nefiy üslubunda talebi inşa isnadtır. Elqurâni, ismi işaretten bedel veya atfı beyandır.

Kur'ân’ın haza ile işaret edilmesi kafirlerin sözü olması dolayısıyla tahkir ifade eder.

 

وَالْغَوْا ف۪يهِ

  

Velğav fîhi cümlesi öncesine matuftur. Kafirlerin sözlerinin devamıdır. Emir üslubunda talebi inşai isnadtır.

 

لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ

Ayetin son cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Gayri talebi inşadır.

Lealle, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İnne gibi ismini nasb, haberini ref eder. Lealle’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade etmektedir.

Son cümle önemli bir fasıladır. Buradaki le‘alle kelimesinde recâ [ümit] manası vardır. Bu, onların kendilerindeki zayıflığı hissettiklerini ifade eder. Tağlibûne sözü ise, bir çekişme olacağını ve bu çekişmenin de kendileriyle Kur’ân arasında gerçekleştiğini hissettiklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Qâle - tesmeû - ilğav kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. 

Fussilet Sûresi 27. Ayet

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.

Müşriklerin, âyetleri inkâr etmekle kalmayıp onları etkisiz hale getirmek ve bu suretle insanların Kur’an’ın sesine serbestçe kulak verip ondan yararlanmalarını engellemek için her yola başvurmalarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri bildirilmektedir. 27. âyetteki “şiddetli azap”, müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları yenilgiler, “yaptıklarının en kötüsüne denk ceza” da âhiret azabı olarak yorumlanmıştır (İbn Atıyye, V, 13). Bu son ifade iki şekilde açıklanmıştır:

a) Yaptıklarının en kötüsü Allah’a ortak koşmak olduğu için cezaları da buna uygun ağırlıkta olacaktır; b) Onların bazı iyi işleri de olmakla birlikte iman etmedikleri için âhirette iyilikleri dikkate alınmayacak, kötülüklerine göre yargılanıp ceza göreceklerdir (Şevkânî, IV, 588).

Putperestlerin Allah’ın âyetleri karşısındaki olumsuz tutumları “inatla inkâr etme (cahd)” şeklinde ifade edilmiştir. Râzî bunu şöyle açıklar: Çünkü onlar, Kur’an’ın karşı konulamaz etkisinin farkında oldukları için insanların onu dinlemeleri halinde mutlaka ona inanacaklarından korkuyor; buna karşı önlem olarak da belirtilen çirkin yola başvuruyorlardı. Bu da gösteriyor ki aslında onlar Kur’an’ın mûcize olduğunu biliyor, ancak kıskançlık yüzünden onu inkâr ediyorlardı (XXVII, 120).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704-705

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً 

Fe isti’nafiye, lam kasem içindir. Kasem dahil olduğu manayı tekid eder. Ayrıca bu kasem, nûnı tevkid es-sakîle ile tekid edilmiş ve çoğunlukla azap hakkında kullanılan nuziqa kelimesiyle gelmiştir. Bundan murad da azabın aslını/özünü tadacakları, azabın eleminden, şiddetinden, eziyet ve sancılarından etkilenecekleridir. Tıpkı yemeği tadan kişinin yemeğin özünü/hakikatini, nasıl olduğunu tam anlamıyla bildiği gibi, bu kişiler de azabı her yönüyle anlayacaklardır. Burada azab için zevk fiili gelmiş ve bu azab şiddetli olmakla vasıflanmıştır. Aslında bu fiil, sadece yiyecek ve içecek için kullanılır. Bu kullanımda şiddetli azab sunmak, misafirperverlik gibi ifade edilmiştir. Bunda alay ve tahakküme imâ vardır. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Azap kelimesi yemek kelimesi yerine istiare olmuştur. Veya nuziqa fiili azabın etkilerini hissetmek anlamında istiare edilmştir.

Cümle gayrı talebi inşai isnadtır. Nuzîqanne fiili kasemin cevap fiilidir. Cümlede icazı hazif vardır. Çünkü kasem fiili mahzuftur.

Nuzîqanne fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

Cemi müzekker ismi mevsul ellezîne, nuzîqanne fiilinin mefulu olarak nasb mahallindedir. Tevcih anlamı vardır. Keferû cümlesi mübhem yapısı nedeniyle ihtiyaç duyduğu sılasıdır. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur.

Zamir yerine zahir isim olarak ellezîne gelmiştir. Hâlbuki felenuzîqannehum şeklinde ifade edilebilirdi, ancak gazabın başlarına geliş sebebinin sadece küfürleri olduğunu vurgulamak için zâhir isim gelmiştir ki bu da, küfürden sakındırmak ve cezasından korkutmak içindir.  

Şedîden sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Azâben’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

 

وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

Bu cümle öncesine vav ile atfedilmiştir. Neczîyenne fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir. Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, muzafun ileyh olarak mecrur mahaldedir. Sıla cümlesi kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Bu cümlede kâne’nin haberi muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir. Bu; hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder.

Bu cümlenin kendisiyle başladığı vav harfi, ikinci hakikati önceki hakikate bağlar. Tekrar edilen kasem lâm’ı da manayı tekid eder. Ayrıca muzari fiil gelmiştir. Bütün bunlar gazap ve tehdidin arttığına, aynı zamanda rahmetin de kuvvetlendiğine işaret eder. Çünkü Allah Teâlâ bunları, önlerinde, yaptıklarından geri dönecek ve hidayete erecek vakitleri varken kullarına anlatmıştır. Kime hayır isabet ettiyse, sanki ona hiç şer isabet etmemiş gibidir. İşte böylece bu şiddetli makt ve vaîdin arkasından rahmetin dolup taştığını görebiliriz. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Fussilet Sûresi 28. Ayet

ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ  ...


İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedîlik yurdu vardır.

ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ

İsti’nafi beyani veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümle isim cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. Zâlike mübteda, cezâu haberdir. 

Müsnedün ileyhin ismi işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tahkir ve kınama ifade etmektedir. Müsnedin izafetle gelmesi anlamı, sözü uzatmadan ifade etmeyi sağlamıştır.

Zâlike َişte bu en kötü’ye işaret etmektedir. Bu durumda cümlenin takdiri, “yapmakta olduklarına verilecek en kötü ceza” şeklinde olmalıdır ki bu işaret yerini bulmuş olsun. Ennâru (Ateş), cezâu’nun atf-ı beyânı yahut mahzuf bir mübtedanın haberidir. (Keşşaf)

Ennâru takdiri hiye olan mübtedanın haberidir. Cümle beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Ennâri’deki ahdi sarihi olan el takısı onun kemal vasıfta olduğuna da işaret eder.

 

لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ

Bu cümle isti’nafi beyaniye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Car mecrur olan lehum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Fîhâ mahzuf hale müteallıqtır. Dârul huldi ise muahhar mübtedadır.

 

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

Cezâen mefulun lieclih yani lieclihi cezâen demektir. Veya mahzuf filin mefulu mutlaqıdır. Yani yeczûne cezâen demektir. müşterek ismi mevsul, cer mahallindedir. Sıla cümlesi kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

Bu cümlede kâne’nin haberi muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir. Bu; hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Car mecrur olan biâyâtinâ, yechadûne fiiline müteallıqtır. Car mecrur önemine binaen takdim edilmiştir.

Cehennem, ebedî kalma yurdu (dâru’l-huld) dur. Fakat başka bir yurt olan dâru’l huld cehennemden tecrîd edilmiş, durumunun korkunçluğunu artırmak ve şiddetine mübâlağa yapmak için cehennemde hazırlanmış bir yer kılınmıştır. (Subkî, Arûsu’l-Efrâh, II, 256 )

Ebedî yurt, Cehennemdir. Ama ayrı bir yer gibi ifâde edilmiştir. Cehennem’in bu vasfını öne çıkarmak ve insanları korkutmak mübâlağalı olarak anlatılmıştır. Böylece Cehennem azâb ve korku bakımından öyle bir seviyeye ulaşmış ki sanki ona bu azâb ve korku sığmamış, taşmış ve bu sıfatla başka bir yer daha oluşmuş. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî İlmi)

Allah - biâyaâtinâ kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Fussilet Sûresi 29. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ  ...


(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”

Kur’an, En‘âm sûresinde (6/112) saptırıcı güçler olarak iki tür varlıktan söz ederek bunları “cin ve insan şeytanları” şeklinde anar; Nâs sûresinde (114/4-6), insanların kalplerine vesvese veren (olumsuz veya asılsız duygu, düşünce fitleyen) iki şer kaynağının bulunduğuna dikkat çeker; Mâide (5/30), Yûsuf (12/53) ve Kaf (50/16) sûrelerinde de nefsin saptırıcı etkisine işaret eder. Böylece insan, dıştan kendi türünden olan kötü insanların saptırıcı etkileri, içten de şeytan denilen görülmez güçler ile kendi nefsinin yanıltma ve aldatmaları yüzünden doğru yoldan uzaklaştığı, inkâr ve günah yoluna saptığı için âhirette de yüce Allah’tan âyette belirtilen dilekte bulunacaktır. Bir yoruma göre inkârcıların bu husustaki duasıyla ilgili ifadenin anlamı şöyledir: Ey Rabbimiz! Gerek insanlardan gerekse görülmez varlıklardan olup da dünyada bizi yoldan saptırmış olanları göster bize; onları ayaklarımızın altına alıp öyle tepeleyelim ki bizimkinden daha aşağıdaki cehennem katlarına insinler; cehennemin en alt tabakasındaki en şiddetli azabı boylasınlar (Taberî, XXIV, 114).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 705

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ

Ayet isti’nafiyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, qâle fiilinin faili olarak merfu mahaldedir. Sılası keferû fiilidir. Mevsulde tevcih anlamı vardır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması tahkir ifade eder. Onların isminin anılmasının kerih görüldüğü anlaşılmaktadır.

Mequlul kavl cümlesi nida üslubunda gelen talebi inşai isnadtır. Nida harfi mahzuftur.

Cümle nida üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Kafirlerin nida harfini hazfedip rab ismiyle dua etmeleri onların, Allah’ın rububiyet sıfatına sığınmak istediklerine işaret eder.

Nidanın cevabı emir üslubunda talebi inşai isnad olan erinâ cümlesidir. Tesniye müzekker has ismi mevsul ellezeyni, meful olarak mahallen mansubtur. Sılası edallânâ cümlesidir.

İnsi - cinni kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.

Ellezîne ve ellezeyni kelimelerinde tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ

Necalhumâ cümlesi talebin cevabı aynı zamanda mukadder şartın cevab cümlesidir. Yani in erinâ ellezeyni … necalhumâ demektir. İcaz-ı hazif vardır.

Li, yekûnâ fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, necalhumâ fiiline muteallıqtır. Car mecrur olan minel esfelîne, kâne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. İcaz-ı hazif vardır.

Keferû - edallânâ, İnsi - cinni, esfeline - tahte kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

İnsi - cinni kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Mahşer kalabalığının içindeyken, panikle karışık duygularla halini değerlendirmeye çalışıyordu. Unutulmasını diledği ve tevbesini geciktirdiği birçok şey vardı. Büyük küçük her şey hücum ediyordu.

Bilerek ya da bilmeyerek hataları olmuştu. Bilerek yaptıklarının bir kısmının gizli kalacağına inanmıştı. Bilmeyerek yaptıklarının bir kısmını telafi etmeye çalışmış, diğer kısmını ise umursamamıştı. 

Sıra kendisine geldiğinde baştan aşağı titrediğini ve terlediğini farketti. Bulunduğu yerin, rüyaya ait bir sahne olması için neler vermezdi. Ya da zamanı varken bazı şeyleri değiştirmiş olmayı isterdi.

Kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin aleyhine şahitlik ettiklerini işitince; belki biraz korktu, biraz da içerledi. Sanki onları kendisine sırdaş bellemişti. “Neden aleyhime şahitlik ettiniz?” diye sordu.

Verilen cevapla beraber tekrar sarsıldı. Ne kadar ahmaktı! Kendisi gibi onlar da Allah’a aitti. Her şeyi konuşturan Allah’ın emrine itaat ederek konuşuyorlardı ve hep beraber O’na dönüyorlardı.

Yeryüzünde kameralara verdiği pozları ve kullandığı kelimeleri; kısacası özen gösterdiği anlarını düşündü. Acıyla ve kendisiyle alay eder gibi güldü. Meğer bütün ömrünü gizli kameralarla yaşamıştı.

Ey Allahım! Bizi, bilinçli mümin kullarından eyle. Hiçbir şeyin Senden gizli kalmadığının ve yaptığımız büyük-küçük her şeyin kayıt altına alındığının bilinciyle yaşamaya çalışanlardan eyle. Şüphesiz ki; Sen en merhametlisin ve kullarından mükemmeli değil, elinden geleni ve emirlerine itaati isteyensin. Bizi de elinden geleni yapanlardan, gerektiğinde anında tevbe edenlerden ve Senin rızan için çabalayanlardan eyle. Hesap gününü bize kolaylaştır. Öyle hayırlı bir ömür yaşamamızı nasip et ki; rahmetin ve iznin ile uzuvlarımız aleyhimize değil, lehimize şahitlik etsin. Bizi affet ve bizden razı ol.

Amin.