بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
"Asiri bunaldim!" Nouman Ali Khan 27 dakikalik 30-31. Ayetlerle ilgili video linki:
https://youtu.be/6C9obpbOwP4
Yukarıda Kur’an’a karşı inatla mücadelelerini sürdürüp onun sesini boğmak ve etkisini önlemek için tertipler hazırlayan inkârcıların karşılaşacakları ağır cezalardan söz edilmişti; buradan 36. âyete kadar da müminlerin temel nitelikleri ve uhrevî ödülleri özetlenmektedir. İnancını yüreklice dile getirenleri takdirle anan bir ifade tarzının sezildiği 30. âyette, belirttiğimiz niteliklerin en önemlileri olan, hatta bir bakıma onları da kuşatan şu iki nitelik öncelikle zikredilmektedir: a) Allah’ı rab tanımak, b) Dosdoğru çizgide yaşamak. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır (Müsned, III, 413; Müslim, “Îmân”, 62). Dinî terminolojide yalnızca Allah’ı rab tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Âyette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Râzî, buradaki istikametin din, tevhid ve bilgiyle (mârifet) veya erdemli işlerle ilgili olduğu yönünde iki farklı görüş bulunduğunu belirtir (XXVII, 121). Ancak bize göre her iki görüş de isabetlidir. Yorumlarında Kur’an’ın ilk muhatapları olan putperest Araplar’ın dinî telakkilerini, psikolojik, sosyal ve siyasal yapılarını ve davranışlarını dikkate almaya özen gösteren Taberî de kelimeyi bu geniş kapsamına göre yorumlamıştır (XXIV, 114).
Müminlerin üzerine meleklerin inmesi ne zaman gerçekleşir? Bu soruya başlıca şu cevaplar verilmiştir: a) Sadec ölüm sırasında; b) Sadece insanlar yeniden diriltilip kabirlerinden çıkartıldıkları sırada; c) Ölüm sırasında, kabirdeyken ve yeniden dirilme sırasında olmak üzere üç defa (Râzî, XXVII, 123; Şevkânî, IV, 589). 25. âyette inkârcılara sapkınlıklarını arttıran kötü dostların musallat edildiği bildirilmişti. Burada ise müminlerin üzerine, onlara müjdeler getiren meleklerin inmesinden söz edilmekte; bu meleklerin, sadece âhirette değil, dünya hayatında da müminlerin dostu oldukları belirtilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bazı melekler, “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra bu inanç çizgisini sürdüren ve hayatını bu inanca uygun eylemlerle bezeyen insanların iyiliklerini arttırmalarına yardımcı olmakta; bu suretle ilâhî inâyetin melekler vasıtasıyla müminler üzerine inmesi süreklilik kazanmaktadır (benzer görüşler için bk. İbn Âşûr, XXIV, 286).
Râzî’ye göre 31. âyetteki “canınızın çektiği her şey” ifadesiyle cennetteki maddî nimetler, “umduğunuz her şey” ifadesiyle de mânevî nimetler kastedilmiştir (XXVII, 123). Aynı müfessir, “ikram” diye çevirdiğimiz metindeki “nüzül” kelimesinin özellikle misafire yapılan ikram için kullanıldığını hatırlatarak, bu kelimeden, nasıl ki cömert bir ev sahibi misafirine, sahip olduğu şeylerin en değerli olanlarını ikram ederse Allah Teâlâ’nın da cennetine kabul buyurduğu mümin kullarına en güzel nimetlerini ikram edeceği anlamının çıktığını belirtmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 706-708
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ
Ayet, isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere işâret veyâ îmâ içindir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Qâlû sılasıdır. Mevsulleri muhakkak sıla cümlesi takip eder. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur.
İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
Mequlul qavl cümlesi isim cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. Rabbunâ mübtedadır. Lafzı celal haberdir. Müsnedin ileyhin izafetle gelmesi tazim ifade eder. Müsnedin zikri muhatabı teşvik ifade eder. Ayrıca burada kasrı hakiki ifade eder. Bu da haberin sâdece mübtedaya mahsûs olması; başkasına âid olmaması demektir.
Summe (sonra) kelimesi, istikamet üzere olmanın, dil ile ikrardan zaman bakımından sonra geldiğini ve fakat fazilet bakımından daha üstün olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. (Keşşaf)
Bu ayette isteqâmû fiili tetmim için gelmiştir. Çünkü meleklerin bu müjdesine ermek için sadece
Rabbimiz Allah'tır demek yetmeyecektir. Bunu söyledikten sonra yaptığı amellerle dosdoğru yolda yürümek şartı da eklenmiştir. (Kur’ân-ı Kerim’de İtnâb Üslûbu/Ali BULUT
İsteqâmû cümlesi öncesine matuftur. Tetenezzelu fiili mahallen mansub olarak inne’nin haberidir. Cümlede, müsnedin fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil oluşu olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.
اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
Fasılla gelen cümleye dahil olan en, tefsiriyedir.
Ellâ tehâfû (Korkmayın diye!) ifadesindeki en diye anlamındadır. Yahut enne’nin hafifletilmiş halidir ve bi-ennnehû lâ tehāfû şeklindedir; enne’ye bitişik olan zamir şan zamiridir. (Keşşaf)
Nefiy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid eder.
Lâ tehzenû ve ebşirû cümleleri vav ile tehâfû fiiline atfedilmiştir.
Müfret müennes has ismi mevsul elletî, cennet’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Sılası kâne’nin dahil olduğu cümledir. Tûadûne cümlesi kâne’nin haberidir. Mahallen mansubtur.
Kane’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesiyle olayın tekrarlanarak süreklilik arzettiğine işaret edilmiştir. Ayrıca muzari fiilin tercih edilmesi, olayın muhatabın zihninde canlanmasını sağlamak içindir.
Tehafû - tahzanû, rabbenâ - allâhu, melEaiketü - cennet kelimeleri arasında muraatün nazir tahzenû - ebşirû kelimeleri arasında ise tıbakı hafiy vardır.نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ
Qaveme قوم :
Bu قامَ-يَقُومُ fiili ayağa kalkmak, dikilmek, yükselmek, yukarı kalkmak anlamlarına gelir.
Bu fiilin mastarı olan قِيامٌ kavramı birkaç farklı manada kullanılır: 1- Baskıyla veya isteyerek şahsen/bizzat kıyam etmek 2- Bir şeyi gözetip koruma, bakam ve muhafaza etme anlamında kıyam 3- Bir şeyi yapmaya azmetmeyi amaçlayan kıyam.
قِيامٌ ve قِوامٌ kavramları bir şeyin kendisiyle ayakta durduğu sabitleştiği, sağlamlaştığı sütun ve dayanak gibi şeylere delalet eder.
Kayyum قَيُّومٌ kelimesi her şeyi gözetip koruyan, her şeye bakan, her şeyi muhafaza eden ve her şeye kendisinin dâimi, değişmez, sağlam, kararlı olmasını sağlayacak kıvamı veren manasındadır.
إسْتِقامَةٌ ise düz bir çizgi üzerindeki yola denmektedir.
Yüce Allah namazı emrettiği ve onu övdüğü her yerde sadece إقامَةٌ lafzını kullanmıştır. Böylece amacın onun sadece şeklen yerine getirilmesi değil tüm şartlarını yerine getirerek kılmak olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca ikâme إقامَةٌ sözcüğüyle süreklilik ifade edilir. Münafıklar hakkında ise kıyam قِيامٌ kökünden gelen sülasi fiil tercih edilmiştir.
Kavm قَوْمٌ kelimesiyle temelde kadınlar olmadan yalnızca erkek topluluğu kastedilir. Kur'an'ın genelinde ise bununla erkeklerle kadınlar birlikte kastedilmiştir.
Bir şeyin takvimi (تَقْوِيمٌ) onu doğrultmak, düzeltmek, yetiştirmek, öğretmek, eğitmek ve geliştirmektir.
مُقامٌ kavramı da bu kökten gelir ve duracak/kalacak yer manasındadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 661 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kâim, kavim, kıvam, kıyam, kıymet, kâmet, kayme, makam, kaymakam, kayyum, ikamet, mukim, takvim, istikamet, kıyamet ve mukavemettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ
Ayet önceki cümle için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil olan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Nahnu mübtedadır. Evliyâukum haberdir. Car mecrur olan filhayâtı, evliyâukum kelimesine müteallıktır. Dünyâ, hayâtın sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Filâhireti, fil hayatid dünya cümlesine matuftur.
Eddünyâ - elâhireti kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.
Yani melekler müjdeleyerek üzerlerine inecekleri kimselere böyle söyleyecekler. Bunun yüce Allah'ın söyleyeceği bir söz olması da mümkündür. Çünkü mü’minlerin gerçek velisi, dost ve yardımcısı Allah'tır. (Kurtubi)
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ
Bu cümle öncesine vav ile atfedilmiştir. Faidei haber ibtidai kelam olan cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Teştehî enfusekum mevsulun sılasıdır. İsmi mevsullerde tevcih vardır.
Car mecrur olan lekum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Fîhâ, mahzuf hale müteallıqtır. Müşterek ismi mevsul mâ, muahhar mübtedadır.
Lekum fîhâ mâ teddeûne cümlesi öncesine matuftur. Aynı üslubla gelen cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lekum mahzuf habere muteallıqtır. Faidei haber ibtidai kelamdır. Teddeûne mevsulun sılasıdır. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Teddeûne fiili iftiâl babındandır. Sülasisi deav’dır. İftiâl bâbı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟
Ayet hal olarak fasılla gelmiştir.
Ayet-i kerîme’de geçen nuzulen kelimesi mukadder bir cu'ile fiiliyle mansubtur. (Celaleyn Tefsiri)
Car mecrur olan min ğafûrin, nuzulen’in mahzuf sıfatına müteallıqtır.
Ğafûrin - rahîmin mübalağa kalıplarındandır. Allah Teala’ya ait bu iki sıfat arasındaki uyum muraatün nazir, bu sıfatların ayetle anlam uyumu ise teşabuhel etraf sanatıdır.
Ennüzüle misafire ikram edilen şeydir. Nasb halinde bulunmasının sebebi hâl olmasıdır. (Keşşaf, Kurtubi)وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
“Allah’a çağırmak”tan maksat, tevhid inancına ve Allah’a itaate davet etmektir (Şevkânî, IV, 590). Bazı müfessirler, burada özellikle Hz. Peygamber’in övüldüğünü belirtmişlerdir. Övülenin müezzinler olduğu söylenmişse de ezan uygulamasına Medine döneminde geçildiğinden bu görüş isabetli değildir. Hz. Peygamber Allah’a davet eden ve Allah’ın iradesine uygun güzel işler yapan ilk müslüman olduğundan âyetteki övgünün öncelikle onunla ilgili olduğu muhakkaktır; ancak âyetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her müslümanı kapsadığını da kabul etmek gerekir.
Âyet, kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının (amel-i sâlih sahibi olmasının), insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708Riyazus Salihin, 1036 Nolu Hadis Muâviye radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Kıyamet günü boyunları en uzun olanlar müezzinlerdir” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Salât 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ezân 5) Riyazus Salihin, 1037 Nolu Hadis Abdullah İbni Abdurrahman İbni Ebû Sa‘saa’dan rivayet edildiğine göre, Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh ona şöyle dedi: “Ben senin koyunu ve kır hayatını sevdiğini görüyorum. Koyunlar arasında veya kırda iken, namaz için ezan okuduğunda sesini iyice yükselt. Çünkü müezzinin sesinin ulaştığı yere kadarki alanda olup da onu işiten cin, insan ve her varlık, kıyamet gününde ezan okuyanın lehine şahitlik yaparlar.” Ebû Saîd: Ben bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, dedi.
(Buhârî, Ezân 5, Tevhîd 52, Bed’ü’l-halk 12. Ayrıca bk. Nesâî, Ezân 14)
وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً
Vav isti’nafiye veya atıftır. Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Men istifham harfi ref mahallinde mübteda, ahsenu haberdir. Qavlen temyiz olarak mansubtur.
Müşterek ismi mevsul men, başındaki harfi cerle birlikte ahsenu’ya muteallıqtır. İsmi mevsulun sılası deâ fiilidir. Car mecrur olan ilallahî, deâ fiiline müteallıqtır.
Ve men ahsenu qavlen sözündeki istifham harfi olumsuzluk ifade eder. Yani, “Allah’a davet eden sözden daha güzel bir söz yok” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir manasında olduğu için mecazı mürsel mürekkeptir.
Ve amile sâlihan cümlesi vav ile öncesine atfedilmiştir. Sâlihan, amile fiilinin mefulu veya mahzuf bir masdarın sıfatı olarak mefulu mutlaktır. Yani amile amelen sâlihan demektir. Ayette icaz-ı hazif vardır. Mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Men’lerde tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ
Öncesine matuftur. Mequlul qavl cümlesi inne ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faidei haber talebi kelamdır. Car mecrur olan minel muslimîne, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Muslimîne’nin cer alameti ye’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ye ile mecrur olurlar.
El müslimîne’deki el takısı ahdi harici ilmidir.
İsmi mevsuldeki kişilerin özelliklerinin “Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve Şüphesiz ki ben müslümanlardanım diyen” şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
Qavlen - qâle kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” (III, 392). Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” (XXVII, 126-127).
Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir (V, 16).
Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.
Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ
Müstenefe cümlesidir. Vav isti’nafiyedir. Menfi fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Nefiy harfi lâ olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
Hasenetun (iyilik) - seyyietun (kötülük) kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.
El hasenetun ve esseyyietun kelimelerindeki el takıları ahdi ilmidir.
Âyette lâmu’n-nâfiye’nin tekrar edildiği görülür. Velâ yestevîl hassenetu vesseyyşetu buyurulmamıştır. Çünkü eğer böyle gelseydi, iyilikle kötülük arasındaki eşitliğin nefyedildiği anlaşılabilirdi. Hâlbuki açıkça görülüyor ki murad bu değildir. Hasenatın hepsinin bir olmadığını ve aynı şekilde seyyiatın da hepsinin bir olmadığını ifade etmek için seyyie ile birlikte lâmu’n-nâfiye tekrar edilmiş, kelamın tamamlanması için gelmiştir.. Bu da hasenatın bazılarının bazılarından daha güzel olduğu gibi, seyyiatın da dereceleri olduğunu ve bazılarının bazılarından daha kötü olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ
İdfe’ cümlesi istinafi beyaniye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda gelmiş talebi inşa isnadtır.
Müfret müennes has ismi mevsul elletî, başındaki harfi cer ile birlikte idfe’ fiiline müteallıqtır. Elletî,mahzuf mevsuf için sıfattır. Yani bilhasleti demektir.
İsmi mevsulun sılası hıye ehsenu cümlesidir. Hıye mübtedadır. Ehsenu haberidir.
Elhasenetu - ahsenu kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
Fe fasihadır. İzâ, isim cümlesinin önüne geldiğinde birdenbire, ansızın manasında mufacee harfi olur.
Ayet-i kerîme’de geçen ellezi mübteda keennehü ise haberdir. İza ise teşbih manası için zarfdır. (Celaleyn Tefsiri)
Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması verilen habere merak uyandırmıştır. Sıla cümlesinde takdim tehir ve icazı hazif vardır.
Zarfı mekan beyneke, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Beynehû, beyneke’ye matuftur. Adavetun muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan adâvetun kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.
Keennehû veliyyun hamîmun cümlesi enne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Veliyyun haberdir. Hamîmun sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılmış itnabtır.
Ke teşbih harfinin dahil olduğu isim cümlesi ref mahallinde ellezî’nin haberidir.
Adâvetün - veliyyun kelimeleri arasında tıbakı icab, hasenetu - ahsenu kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ellezî - elletî kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı, beyne’nin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Keennehû veliyyun hamîmun (Sanki o samimi bir dost olur) ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zikredilmemiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
Yani sen ayette emredildiği gibi yapıp kötülüğe iyilikle mukabele edersen, düşmanların dost gibi olurlar. Senin şefkatin ve iyiliğin neticesinde hasetçilerin ve düşmanların dosta dönüşmesi ve yakınların gibi olup zorluk anında sana yardımcı olmalarından daha güzel hangi netice olabilir. (Zuhaylî, C. XII, s. 555)
وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ
وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ
Bu cümle vav ile öncesine atfedilmiştir. Nefiy harfi mâ, istisna harfi illa ile oluşan kasır cümleyi tekit etmiştir. Fiille fail arasındaki kasır, kasrı sıfat alel mevsuftur. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, yuleqqâ fiilinin naibu failidir. Saberû mevsulün sılasıdır.
Buna... kavuşturulur lâfzındaki zamir cennete aittir. Yani ona ancak sabredenler kavuşturulur. (Kurtubi)
وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ
Bu cümle öncesine vav ile öncesine atfedilmiştir. Nefiy harfi mâ, istisna harfi illa ile oluşan kasır cümleyi tekit etmiştir. Fiille fail arasındaki kasır, kasrı sıfat alel mevsuftur.
Cümle faidei haber talebi kelamdır. Naibu fail olan zû, beş isimden biridir, ref alameti vav’dır. Azîmin sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılmış itnabtır.
İki cümlede de yulaqqâ fiili dikkatleri fiilde yoğunlaştırmak için meçhul bina edilmiş ve tekrarlanmıştır. Bu tekrarda itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayette ikinci cümlede birinci cümledeki cemi siygadan müfret siygaya iltifat edilmiştir. Bu iltifat ikinci cümledeki hasletin elde edilmesinin zorluğuna işaret olabilir.
Hazzin’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Buraya kadar insanların, “Rabbimiz Allah” dedikten sonra dosdoğru çizgide yürümeleri, Allah yolunun davetçileri olmaları, güzel ve yararlı işler yapmaları, Allah’a teslim olup müslüman olmayı en yüce değer olarak bilmeleri, kötülüğe iyilikle karşılık vererek aralarında sıcak dostluk ve kardeşlik ilişkileri kurmaları ve bunu başarmak için başta sabır olmak üzere gerekli erdemlerle bezenmeleri, kısaca –İbn Atıyye’nin deyimiyle– “bütün ahlâk güzellikleri ve hilim çeşitleriyle” yani barışçıl duygu, düşünce ve davranışlarla donanmaları ideal bir müslüman olmanın ve sağlıklı bir toplum ilişkisi kurmanın gerekleri olarak ortaya kondu. Ancak bu yol, pürüzsüz, engelsiz değildir; en büyük engel de şeytanın içimize attığı olumsuz duygular, dürtülerdir. Şeytan, insanın içinde kin ve öfke duygularını alevlendirir, intikam arzularını tahrik eder, günah ve isyan eğilimlerini güçlendirir; sonuçta kişiyi Kur’an’ın öğütlediği üstün ahlâktan uzaklaştırmak ister. İşte âyet bu büyük ve tehlikeli engeli aşmanın en güvenli çaresini göstermektedir: Allah’a sığınıp O’nun yardım ve desteğini istemek... Müfessirler, Allah’a sığınma buyruğunun aynı zamanda şeytana boyun eğmeme iradesini ve çabasını da içerdiğini ifade ederler. Âyette Allah Teâlâ’nın, kendisine sığınanın yardım talebini işittiğine, şeytan tarafından onun içine atılan dürtüleri bildiğine işaret edilmektedir. Allah, –Ankebût sûresinin 69. âyetinde de vaad ettiği üzere– elbette kendisine sığınan kulundan yardımını esirgemeyecek, onun ruhunu bu olumsuz etkilerden arındıracaktır (bu yöndeki açıklamalar için bk. Taberî, XXIV, 120; Şevkânî, IV, 591).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 710-711
وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ
Vav atıftır. Cümle şart üslubunda talebi inşa isnadtır.
Ayette mütekellim Allah Teala muhatap Hz.Peygamberdir. Şart harfi olarak vuku ihtimalinin zayıf olduğu in harfinin seçilmesi dikkat çekicidir.
Ayet-i kerîme’de geçen imma kelimesindeki şart edatı olan in zait olan ma'ya idgam edilmiştir.
Şart fiili olan yenzeğanne’nin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Meful olan ke zamiri, önemine binaen faile takdim edilmiştir. Nezğun muahhar faildir. Car mecrur olan mineş şeytâni, mahzuf hale müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır. Car mecrurun da faile takdimi söz konusudur.
Festeiz billahi şartın cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
Allah isminde tecrit sanatı vardır.,
Yenzeğanneke - nezğun kelimeleri arasında iştikak cinası ve redül aczi ales sadri vardır.
Feste'iz-billah şart cümlesinin cevabıdır. Emir (iste'iz-billah) fiilinin cevabı ise hazfedilmiştir. Yani (Allah'a sığın) ki onu senden def etsin demektir. (Celaleyn Tefsiri)
Burada vesvese yerine kasten nezğ kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü nezğ lugatta “dürtmek, sancı vermek, itmek, kovmak”tır. Dil âlimleri şeytanın nezğin, kalpteki dürtüsü ve vesvesesi olduğunu söylemişlerdir. Burada “vesvese” yerine nezğ kelimesinin tercih edilmesi, kuvvetine işaret içindir. Fiilin faili olarak Nezğin, yani masdarın gelmesi mecazi aklî yoluyladır. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Ayetin son cümlesi taliliyedir. İnne ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş faidei haber inkari kelamdır.
Hu, inne’nin ismi, huve fasıl zamiri essemîul alîmu, inne’nin haberidir. İnne ve fasıl zamiri olarak iki tekid unsuru taşıyan cümle faidei haber inkari kelamdır.
Cümlede müsnedin el takısıyla marıfe gelişi, bu vasfın kemal derecede olduğunu, muhatap tarafından bilindiğini ifade eder.
Bu fasılada tekid edatı, fasl zamiri, iki tarafın marife oluşu ve es-semî‘u’l-alîm isimlerinin zikri dolayısı ile dört tekid vardır. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).
Allah Teala’ya ait bu iki vasfın marife olarak gelmesi bu sıfatların onda kemal derecede olduğunu, aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
Elsemîu - elalîmu kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu muraatün nazir sanatıdır.
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ۩
Bazı müfessirler bu âyetin muhatabının Sâbiîler olduğu anlamına gelen açıklamalar yapmışlarsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 392; Râzî, XXVII, 129; İbn Âşûr, 299-300) bu yaklaşıma katılmak mümkün değildir. Zira Araplar’daki putperestlik inancının gök cisimlerine kutsallık yükleyen telakkilerle yakın ilgisi vardır. Şöyle ki, arkeolojik kaynaklar, İslâm’dan önce Güney Arabistan’da ay, güneş ve Zühre (Aster, Işter) yıldızlarından oluşan üçlü bir tanrı sistemine inanıldığını göstermektedir. Çevre kültürlerde yaygın olan bu tür inançların zamanla İslâm’ın zuhur ettiği Hicaz coğrafyasına da yayıldığı anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi Arapları’nda güneşe tapınmanın başlangıcı milât öncesine kadar uzanır. Güneşle ilişkisi olduğuna inanılan birçok tanrı veya put adı kullanılmaktaydı. Bunlardan Kur’an’da Menât’la birlikte anılan (Necm 53/19) Lât ve Uzzâ, güneşi temsil eden birer tanrıça sayılıyorlardı. Özellikle Güney Arabistan kültünde önemli yeri olan ay tanrısına Ved (Vüd, Ed) adı verilirdi. Semûd ve Lihyân gibi Kuzey Arabistan kitâbelerinde de Ved adına rastlanmakta, kezâ Kur’an’da Câhiliye tanrıları arasında Ved ismi de geçmektedir (Nûh 71/23). Abdüved (Ved’in kulu), Abdüşşems (güneşin kulu) gibi erkek isimlerinin kullanılması, aya ve güneşe tapınmanın Kuzey Arabistan ve Hicaz’da da yaygın olduğunu gösteren başka kanıtlardır (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Arap [İslâm’dan Önce Araplar’da Din]”, DİA, III, 316-321). Bu bilgiler dikkate alındığında Câhiliye döneminde tapılan birçok putun güneş, ay ve diğer bazı gök cisimlerini temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple konumuz olan âyetin muhataplarını Sâbiîler’le sınırlama çabaları yanında İbn Âşûr’un, “Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında güneşe ve aya tapanların bulunduğunu tesbit edemedim” şeklindeki ifadesini (XXIV, 299), doğrudan doğruya bu gök cisimlerine tapınmanın bulunmadığı anlamında düşünmek gerekir.
Âyette, gece ve gündüzün akışı gibi güneş ve ayın varlığı da ilâhî kudretin birer işareti, kanıtı olduğuna göre bu tür gök cisimlerine tapmak yerine onları yaratan Allah’a tapmanın gerekli olduğu, basit bir aklî çıkarım olarak ortaya konmaktadır. Burada asıl vurgu, tapılmaya lâyık olanın, sadece yüce yaratıcı olduğu, O’nun dışındaki bütün nesneler, olgular yaratılmış olduklarından bunların tapılmaya da değer olmadıkları gerçeğidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 712-713
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ
Atıfla gelen cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Min âyâtihi mahzuf mukaddem habere matuftur. Elleylu muahhar mübtedadır.
Âyâtihi izafetinde Allah teala’ya ait zamire muzaf olması ayetlere tazim ve teşrif içindir.
Vennehâru, veşşemsu ve velqameru öncesine matuftur.
Elleylu - vennehâru kelimeleri arasında tıbak-ı icâb vardır. Elleylu - vennehâru, Şems ve kamer kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Âyâtihi izafetinde Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder.
Ayetler; gece, gündüz, ay, güneş şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ ۩
Cümle, isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mâ nafiyedir. Menfi fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Lişşemsi, tescudû fiiline muteallıqtır.
Nefiy harfi lâ olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
Vescudû cümlesi öncesine matuftur. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Lillahi, uscudû fiiline müteallıqtır. Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, ismi celal için sıfattır. Marife isimden sonra gelen ismi mevsuller o ismin sıfatı olurlar. Sıfat cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnab sanatıdır.
İsmi mevsulun sılası halaqahunne fiilidir. İrabtan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Lâtescudû liş şemsi (Güneşe secde etmeyin) ile vescudû lillahı (Allah'a secde edin) cümleleri arasında mukabele, Lâtescudû - tescudû kelimeleri arasında tıbakı selb sanatı vardır.
Tescudû - uscudû kelimeleri arasında iştikak cinası şems - kamer kelimelerinin tekrarında cinas ve bu kelime grupları arasında reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Mütekellim Allah Teala olduğu için lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
Son cümle, cevabı mahzuf, şart cümlesi olarak fasılla gelmiş isti’naf cümlesidir. Faidei haber inkari kelamdır. Cevap cümlesinin hazfı icazı hazif sanatıdır.
Şartın cevabının hazfının sebebi, mananın, cümlenin öncesinden anlaşılmasıdır.
İyyahu mefuldür ve takdim edilmiştir. Bu takdim ve müsnedin, muzari fiil olarak gelişiyle cümle, hem tahsis, hem hükmü takviye hem de istimrar ve teceddüt ifade eder. Yani eğer, başkasına değil sadece ve sadece ona kulluk ediyorsanız, Allah'ın nimetlerine şükredin.
Takdim kasrında takdim edilen maksurdur. Bu kasır iyya kena’budu gibi kasrı sıfat alel mevsuf, hakiki kasırdır.فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ
Mekke’nin aristokrat kesiminin İslâm’ı reddetmelerinin temel sebeplerinden biri de Hz. Peygamber’e tâbi olmayı ve onun etrafında toplanan sıradan insanlar arasına katılmayı, onlarla birlikte Allah’a secde etmeyi kendilerine yedirememeleri şeklindeki ilkel bir benlik duygusuydu; bunu bizzat kendileri de ifade ederlerdi. İşte âyette bu zihniyete değinilmekte ve Allah’ın, onların secdelerine, ibadetlerine ihtiyacı olmadığı, esasen O’nun bıkıp usanmadan kendisine ibadet eden başka kullarının bulunduğu bildirilmektedir. Tefsirlerde bu kulların melekler olduğu belirtilir.
“Rabbinin katında bulunanlar” ifadesi meleklerin mekân yönünden değil, itibar, değer ve O’na yakın olma çabası içinde bulunma yönünden Allah’a yakınlıklarını gösterir. Râzî, bu ifadeye göre meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu belirtir (XXVII, 129). Melek olsun insan olsun, Allah katında yücelik ve değer kazanmış varlıklar bile O’na secde ederlerken daha aşağı derecede bulunanların secde etmeyi benliklerine yedirememeleri büyük bir kusurdur, idraksizliktir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 713-714
فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا
Fe isti’nafiye veya atıftır. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İn, iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. İstekberû şart fiilidir. Cümlede icazı hazif vardır. Şart cümlesinin cevabı mahzuftur.
فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ
Mukadder cevap cümlesi için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mübteda olarak merfu mahaldedir. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması, muhatab tarafından bilindiğine ve arkadan gelen habere işaret eder.
Yusebbihûne cümlesi mahallen merfu olarak ellezîne’nin haberidir. İnde rabbike, mevsulün mahzuf sılasına muteallıqtır. Ellezîne’de tevcih sanatı vardır. Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder.
Ayrıca muzari fiilde tecessüm özelliği vardır.
Leyl - nehâr kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ
Ayetin sonundaki hal cümlesi vav’la gelmiştir. Faidei haber talebi kelamdır.
Hal cümlesi, haberi olumsuz muzari fiil olan isim cümlesidir.
Nefî harfi müsnedün ileyhden sonra gelir ve müsned fiil olursa böyle terkipler hükmü takviye, teceddüt ve bazı karinelerle tahsis ifade eder. Muzari fiil olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.
Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.
Allah’a inanan kalbin içinde bir huzur kapısı bulunur. Kul, her Rabbini andığında ve her kelamını okuduğunda, o kapı açılır. Üşüyeni ısıtan ya da yananı serinleten bir yağmur gibi yağar. Dünyalıklardan kalan çamurlar temizlenir ve nefsani hevesler yumuşatılarak sakinleştirlir. Her zikirle beraber hali dinçleşir, zihni açılır ve kalbi ferahlar.
Tevbe, şükür ya da sığınma niyetiyle Allah’ı anan kul; imtihan dünyasında yaşadığını da hatırlar. Böylece, kendisini dünyaya bağlayan zincirlerini de bir nebze olsun gevşetir. Huzur kapısından gelen yağmurlarla ümit depolar. Dünyalık artıklardan kalan boş yerleri; hayırlı niyetlerle, olumlu düşüncelerle ve umutlu dualarla doldurur.
Kur’an-ı Kerim’le beraber hafifler. Rabbim Allah diyenlere meleklerle gelen müjdeye sevinir: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.” Fussilet: 30-31
Elhamdulillah.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Bizim ve bütün din kardeşlerimizin imtihanlarını kolaylaştır, ecirlerini ver ve hallerini daha hayırlısı ile değiştir. Dünyada ve ahirette iyilik ver. Cehennem azabından ve Senin gadabından koru. İki cihanda da, sevdiklerini bize yoldaş ve dost kıl. Meleklerinin dostluğuna layık ve onların dostluğundan nasiplenen kullarının arasına kat. Seni samimiyetle ananlardan eyle ve her Seni andığında; gönlü ferahlayan, dünya zincirlerinden kurtulan, nefsani korkulardan arınan ve dünyadan ahirete hicret ederek hakiki huzuru soluyan ve Sana kavuşmayı ümitle bekleyenlerden eyle.