1 Eylül 2023
Fussilet Sûresi 39-46 (480. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fussilet Sûresi 39. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ اِنَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.

Müşrik Araplar’ın İslâm karşısındaki temel bir tutumları da herkesin bu dünyada benimsediği inanç ve davranışlarının hesabını vereceği âhiret hayatını, dolayısıyla yeniden dirilmeyi inkâr etmeleriydi. Âyette kuru toprağa can veren gücün insanı yeniden diriltmeye de muktedir olduğu hatırlatılmaktadır. Ancak, âyette Allah’ın ölüleri dirilten gücü mutlak ifade edildiğinden, burada sadece insanların öldükten sonra diriltilmesi kastedilmeyip bunun yanında mutlak olarak canlılık, sağlık, zindelik, verimlilik, üretkenlik, zihin açıklığı, kalp aydınlığı gibi her türlü olumlu yetenek ve aktiviteleri verenin Allah olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 714

  Nezele نزل :

  Nüzûl نُزُولٌ sözcüğü aslında yüksek bir yerden inmek anlamına gelir.

  İf'al formundaki أنْزَلَ fiili ise indirdi ya da devesinin semerinin inmesini sağlayıp onu konuk etti manasında kullanılır.

  Kur'an ve melekler vasfedilirken kullanılan inzal إنْزالٌ ve tenzil تَنْزِيلٌ kavramlarının farkına gelince tenzil sözcüğü onun peyderpey/tekrar tekrar indirilişine işaret eden yerlerde; inzal إنْزالٌ ise genel kullanım olarak tercih edilir.

  İnsanların başına gelen/inen sıkıntı ya da felakette نازِلَةٌ sözcüğüyle ifade edilir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de birçok türevde 293 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri inzal, menzil, menzile, nâzil, nezle, nevâzil, nüzül (felç), tenezzül, tenzil ve tenzilattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً 

Atıfla gelen cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Min âyâtihi mahzuf mukaddem habere matuftur. 

Min âyâtihi izafetinde Allah teala’ya ait zamire muzaf olması ayetlere tazim ve teşrif içindir.

Enne ve masdarı müevvel, ref mahallinde muahhar mübtedadır. Terâ cümlesi enne’nin haberidir. Haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.

Hâşiaten haldir. Hal manayı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Âyâtihi izafetinde Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

 

فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ

 

Fe ile öncesine atfedilen ayet, şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Haber manalıdır. Masdarı müevvel cümlesine dahildir. İzâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan gayrı cazim, mustakbel manalı zaman zarfıdır. Şart fiili olan enzelnâ cer mahallinde muzafun ileyhtir. Şartın cevabı ihtezzet cümlesidir. Ve rabet öncesine matuftur. 

Önceki cümledeki gaib zamirinden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.

 

اِنَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ

Bu cümle istinafi beyaniyyedir. İnne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş, faidei haber inkâri kelamdır. Müfret has ismi mevsul ellezî, inne’nin ismi olarak mansub mahaldedir. Sılası ahyâha fiilidir. Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması tazim ve teşvik ifade eder. İsmi mevsuller her zaman sıla cümlesine ihtiyaç duyarlar. Mübhem yapıları nedeniyle tevcih anlamı ihtiva ederler. Bu cümlede tekrar gaib zamire dönülmüştür.

Muhyî - mevtâ kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır. 

 

اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

Son cümle ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri itnab babındandır.

İnne ile tekid edilmiş, faidei haber inkari  kelamdır. Qadîrun mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Müsnedin isim cümlesi formunda gelmesi, subut ifade eder. 

Cümlede inne, car mecrurun takdimi ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla tekid vardır. Ayrıca isnad Allah Teala’yadır. Her şeye kadîr olan yalnızca odur. Her şeye kadîr olmak O’na tahsis edilmiştir.

Ahyâhâ - muhyî kelimeleri arasında iştiqaq cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

O’nun  her şeye gücü, kuvveti yeter cümlesi tezyildir. 

Dil, Kur'ân üslûbunun güzelliğindeki belâgatı tasvir etmekten âcizdir. Sen, Yüce Allah'ın şu ayetindeki ifade parlaklığını düşün: İşte senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun ayetlerindendir. Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. Onun herşeye gücü yeter. Bu anlatım ve (üsluptaki sanatsal diziyi düşün. Ölü toprak için huşûen (boyun-eğme), ihtizâzi (harekete geçme) ve intifâha (kabarma) kelimelerinin kullanılışını bir düşün. Allah, ölüleri diriltip kabirden çıkartacağı gibi, arzı da diriltiyor. Bu hava, öldükten sonra diriltme, çıkartma ve can verme havasıdır. Bu, kalpleri çelen ne parlak bir tasvirdir!!... (Safvetü’t Tefâsir)

Fussilet Sûresi 40. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ  ...


Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

“Gerçekten sapma” olarak çevirdiğimiz âyet metnindeki ilhâd kavramı, sözlükte “sapma, ayrılıp uzaklaşma” anlamına gelir. Buradaki mânasıyla ilgili olarak şu açıklamalar getirilmiştir: Kur’an’a imandan sapmak; Kur’an tilâveti sırasında ıslık çalarak, el çırparak, şarkı söyleyip kuru gürültü yaparak Kur’an’ın sesini boğmak suretiyle haksızlığa sapmak, âyetler hakkında yalan dolan sözler sarfetmek, inatçılık ve zorbalık yapmak, şirke sapmak (İbn Atıyye, V, 19; Şevkânî, IV, 593); doğruluktan sapmak, kozmolojik deliller ortaya koyan âyetlerin ifade ettiği gerçeklerden yüz çevirmek (İbn Âşûr, XXIV, 304). Âyetteki ilhâd kavramının bütün bu olumsuz davranışları kapsadığı, dolayısıyla inkârcıların Kur’an ve İslâm konusunda gerçeği saptırmayı amaçlayan, haksızlık ve şiddete dayanan inatçı tutumlarını ifade ettiği düşünülebilir. Âyet, bu tutumları sergileyenlerin Allah tarafından çok iyi bilindiği uyarısında bulunmakta; bu tavırları yüzünden ateşe atılmayı hak edenlerle dürüstlüğü ve hakikati ilke edinenlerin eşit değerde olmadıklarını, uhrevî âkıbetlerinin de aynı olmayacağını, birincilerin ateşte, ikincilerin güvenlik yurdu olan cennette olacaklarını haber vermektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 714

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ

Ayet isti’nafiye olarak gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Yulhidûne sılasıdır. Mevsulleri muhakkak sıla cümlesi takip eder. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.

Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere işaret veya ima içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi muhatabın mevsulün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.

Âyâtinâ ibaresinde ayetler, tazim ve teşrif için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir.

İnnenin haberi lâ yahfev cümlesidir. İnne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.

Yahfevne fiilinin mefulünün olmaması umum ifade eder, yani Allah Teala’dan hiç bir şey gizli kalmaz demektir.

Önceki ayetteki gaib zamirinden azamet zamirine dönülerek iltifat yapılmıştır.

Hayvan düz yoldan çıkıp yolun kenarına basınca elhade’l-hâfiru ve lehade (toynak yoldan saptı) denir. Burada âyetleri doğru ve düzgün anlamından saptırarak te’vil etme konusunda isti‘âre olarak kullanılmıştır. Fiil hem yulhidûne, hem de yelhadûne şeklinde okunmuştur. (Keşşaf)

 

اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ


Fe atıf harfidir. Ayet siyakın mazmunundan anlaşılan mukadder bir cümleye matuftur. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Hemze inkari istifham harfidir. Müşterek ismi mevsul men ref mahallinde mübtedadır. Hayrun, mübtedanın haberidir.

İsmi mevsulun sılası yulqâ cümlesidir. Mevsuller mübhem yapıları nedeniyle sılaya ihtiyaç duyarlar. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamından çıkarak teaccüb ve kınama anlamı kazanması sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir.

Em atıf harfidir. Müşterek ismi mevsul men ref mahallinde mübtedadır. Cümlede icazı hazif vardır. Men’in haberi mahzuftur. İsmi mevsulun sılası ye’tî cümlesidir. Âminen mansub haldir. Hal anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Yevme zaman zarfı ye’tî fiiline müteallıqtır. 

Finnâri’deki el takısı ahdi sarihidir.

Finnâri ibaresinde istiare vardır. Burada fi harfi kendi mânâsında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakîkî mânâda zarfiyyeye, yâni içine girilmeye müsâit değildir. Ancak mütekellim olan cehennemlikler, azâb görmesini istedikleri kişiler hakkında hırslarını ifâde etmek üzere bu harf alâ harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

 

اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ


Ayet isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit manası taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir.

Müşterek ismi mevsul men, i’melû  fiilinin mefulüdür. Şi’tum sılasıdır. Mevsullerin her zaman ihtiyaç duydukları sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur.

 

 اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ 


Ayetin  son cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Müşterek ismi mevsul mâ, bi ile birlikte basîrun’a muteallıqtır. Tâ’lemûne sıla cümlesidir. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır. İnne’nin haberi basîrun’dur. Müsnedin isim cümlesi formunda gelmesi, subut ifade eder.

Cümlede car mecrur önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

İ’melû - ta’melûne kelimeleri arasında cinas-ı iştiqaq ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Aleynâ - innehu kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ateşe atılmaya karşılık olarak güvenle gelmenin zikredilmesi, mü'minlerin övgü değer hâllerini mübalağa etmek içindir. İstediğinizi yapın emri de ağır tehdittir, çünkü o, yaptıklarınızı görendir cümlesi de ceza vaadidir. (Beydavi)

İ’melû - ta’melûne kelimeleri arasında iştiqaq cinası, men ve ma’ların tekrarında cinas ve bu kelimelerde  reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Fussilet Sûresi 41. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ  ...


Kur’an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.

Vahyin temel amacı insanlara inanç ve yaşayış konularında doğruyu ve yanlışı, faydalıyı ve zararlıyı göstererek onları aydınlatmak olduğu için âyette Kur’an-ı Kerîm “uyarıcı kitap” (zikir) diye anılmıştır. Bu kullanımı sebebiyle Kur’an’ın isimlerinden biri olarak gösterilen zikir kelimesi, “değerli hâtıra” anlamına da gelir. Kur’an, ona inanan ve yolundan giden ilk neslin dilleri, inançları, erdemli yaşayışları ve mücadeleleriyle saygın bir topluluk olarak daima yâdedilmelerine vesile olacağı için bu isimle anılmıştır. “Çok değerli” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki azîz kelimesi “güçlü” anlamına da gelir. Esasen Kur’an’ın değerli oluşu, Allah kelâmı olup O’nun katından gelmesinden, ayrıca 42. âyette de belirtildiği gibi kesinlikle asılsız ve faydasız bir unsur içermemesinden, yani baştan sona gerçeği ihtiva etmesinden; nihayet bu nitelikleri sayesinde onun özüne ve mesajına aykırı bütün inanç ve ideolojilere karşı galip çıkmasından ileri gelir. Bu böyledir, çünkü Kur’an, “hikmet sahibi, övgüye lâyık olan Allah katından indirilmiştir”; hikmet sahibi olandan da ancak hikmete uygun olan, yani mutlak doğru ve mutlak yararlı olan sözler iner.

“Ne başlangıcında ne de sonrasında ona asılsız bir şey girebilir” cümlesi genellikle, Hz. Peygamber ve Kur’an’ı ona indiren Cebrâil de dahil olmak üzere hiç kimsenin onda herhangi bir eksiklik veya fazlalık meydana getiremeyeceği anlamına gelecek ifadelerle yorumlanmıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 717

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ

Ayet  isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Has ismi mevsul ellezîne, mübteda olarak mahallen mansubtur. Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek ve tahkir içindir. Ellezine’nin sılası keferû biz zikrî cümlesidir. Cümlede icazı hazif vardır. İnne’nin haberi mahzuftur. Takdiri muazzebûne olabilir. 

Lemma, hîne manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur. Muteallaqı keferû’dur.

Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir. Haber manalıdır.

Şart fiili câehum, cer mahallinde muzafun ileyhtir. 

Bu cümle inne’nin ismi ile mukadder haberi arasında itiraz cümlesidir.

 

 وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ 

Ayetin sonundaki hal cümlesi vav’la gelmiştir. Cümle inne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiştir.

Faidei haber inkari kelamdır. İnne’nin haberi kitabun’dur. Azîzun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Fussilet Sûresi 42. Ayet

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ  ...


Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ 

Ayet  kitab’ın sıfatı olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil cümlesi olan ayet faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlede takdim tehir vardır. Meful faile takdim edilmiştir. Elbâtılu muahhar faildir. 

Min beyni yedeyhi (önlerindekiler) - min halfihim (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbak-ı hafiyy sanatı vardır.

Beyne - halfi kelimeleri arasında muraatun nazir vardır. Nefiy harfi ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.

İtyân el-batıl ifadesinde istiâre vardır. Bu konuda pek çok söz söylenmiştir. Bazıları şöyledir: Bununla kastedilen, bu kitaba(Kur’an’a) ondan önce geçmiş ve ondan sonra gelecek sözlerden hiçbir şeyin benzemez olmasıdır. Çünkü önceki kelamlardan veya sonraki sözlerden bir şey ona benzeseydi, onun mucizeliğini iptal etmiş, hüccetliğine halel getirmiş olurdu. Neticede ona anılan iki yönden, ya önünden ya da ardından batıl gelmiş olurdu. Bu ilginç manadır. 

Kimileri de şöyle demiştir: Bunun manası; çelişme durumuna bağlı olarak ne hakikat yoluyla ne de müşakele yoluyla oluşacak şüphenin ona hiçbir şekilde gelip bulaşması söz konusu olamaz. Çünkü o, hiçbir şüphenin kendisine bulaşmadığı, hiçbir batılın kendisine erişmediği halis pak bir kitaptır. (Kurân Mecazları Şerif er-Radi)

 

تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ

Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.Tenzîlu mahzuf mübtedanın haberidir. Yani huve’dir. Ayette icaz-ı hazif vardır. Car mecrur olan min hakîmin, tenzîlu’ya müteallıqtır. Hamîd sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

 Hakîmin - hamîdin kelimeleri arasında muraatün nazir ve muvazene sanatı vardır. Allah Teala’ya ait bu iki sıfatın ayetin içeriği ile olan uyumu teşabühel etraf sanatıdır.

Fussilet Sûresi 43. Ayet

مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ  ...


Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.

Mekke putperestleri, bir kısmına bu sûrede değinilen bazı haksız isnat ve suçlamalarla, alay ve tehditlerle Hz. Peygamber’i üzüyorlardı. Âyette bu tür haksızlıklara, barbarca davranışlara önceki peygamberlerin de mâruz kaldığı haber verilerek Resûlullah teselli edilmekte, dolayısıyla geçmiş peygamberler gibi onun da sabırlı olması gerektiği hatırlatılmakta; yüce Allah’ın ona ve onunla birlikte inananlara mağfiretiyle, inkârcı ve haksız davranışlarıyla onları incitenlere de şiddetli azabıyla karşılık vereceği bildirilmektedir. Âyet, benzer tutumlara mâruz kalan her dönemdeki müslümanları da böyle durumlarda insanlığın önderleri olan peygamberlerin takındıkları ortak tutum konusunda aydınlatmakta; dolayısıyla peygamberleri onlara ideal örnekler olarak göstermekte, ayrıca onlara da hem teselli hem de ümit ve moral aşılamaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 717

مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ

 Ayet  isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Nefiy harfi , istisna harfi illa ile oluşan kasır cümleyi tekit etmiştir. Fiille naibu fail arasındaki kasır, kasrı mevsuf ales sıfattır.

Cümle faidei haber talebi kelamdır.

Ma müşterek ismi mevsul naibu fail olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası qîle fiilidir. Sıla cümlesi qad tahkik harfiyle tekid edilmiştir. 

Qîle ve yuqâlu fiilleri fiile dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir. Car mecrur olan min qabli, mahzuf hale müteallıqtır. İcaz-ı hazif vardır.

 

 اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ

Ayetin  son cümlesi fasılla gelmiştir. İnne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, müsnedün ileyhi şanı ve tazimi içindir. 

Mağfiretin (bağışlama) - iqâbin (cezalandırma) kelimeleri arasında tıbak-ı hafiyy sanatı vardır. 

Qîle - yeqûlu kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Elîmin sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

İnne’nin haberi olarak merfu olan zu, beş isimden biridir. Ref alameti vav’dır. Bu kelimenin tekrarlanması Allah Tealanın herşeyin tek sahibi olduğunu vurgulamaktadır. Bu tekrarda ve ma’larda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Hz. Peygambere aid zamirin Rab ismine izafeti, hz.Muhammed icin tazim, teşrif ve destek ifade eder.

Fussilet Sûresi 44. Ayet

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟  ...


Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”

Kur’an-ı Kerîm’in ilk muhatapları Araplar olduğu için onun Arap diliyle indirilmesi de doğaldır. Eğer başka bir dilde indirilseydi âyette belirtilen itirazı öne sürenler haklı olacaklardı. Bu âyet, Kur’an’ın Arap olmayan toplumlar tarafından anlaşılıp gereğinin yerine getirilebilmesi için o toplumların dillerine çevrilmesi gerektiğine de işaret etmektedir. Ancak bu çeviriler, Kur’an’ın anlam ve içeriğini yansıtması bakımından elbette değerli olmakla birlikte, “Allah’ın muradını eksiksiz kuşatan ve anlatan, dolayısıyla ilâhî kelâm olarak özel değer taşıyan asıl kutsal kitap” anlamında Kur’an, orijinal Arapça metinden ibarettir; çeviriler ise bu metni okuyanın, yetenekleri ölçüsünde ondan anlayabildiği, anladıklarını kendi kelimeleriyle ifade ettiği beşerî eserlerdir (Kur’an’ın Arapça indirilmesinin gerekçeleri hakkında ayrıca bk. Zümer 39/28). Sonuç itibariyle Kur’an, mânalarının anlaşılması ve hükümlerinin yerine getirilmesi için indirilmiştir; Arapça bilenler orijinal metninden, bilmeyenler çeviri ve tefsirlerinden yararlanarak onun içeriği hakkında bilgi edinebilirler. Ancak âyet, Kur’an’ın rehberliğinden, ruhlara şifa verici anlamlarından yararlanmanın bir iman konusu olduğuna; Kur’an’ın ilkelerini ve hedeflerini kendi sosyal, ekonomik, siyasal vb. konumlarına ve hedeflerine engel gören, bu nedenle Kur’an’a ön yargılı bakan inkârcıların, onun gerçek anlamını ve yol göstericiliğini de kavrayamayacaklarına dikkat çekmektedir. “Kur’an onlara kapalıdır”; çünkü amaçları Kur’an’ı anlamak değil, 26. âyette anılan davranışlarıyla da ortaya koydukları gibi onu etkisiz kılmaktır. Âyetin, “(sanki) onlara uzaktan sesleniliyor” anlamındaki son cümlesi, bu tutumlarıyla onların Kur’an’ın ruhuna ve anlamına ne kadar uzak olduklarına işaret etmektedir.

Râzî’ye göre (XXVII, 133-134) Kur’an’a inanmamakta haklı olduklarını göstermek için türlü bahaneler arayan, gerekçeler icat etmeye çalışan putperestlerin, sûrenin başında geçen “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimizin (akıllarımızın) üzerinde örtüler, kulaklarımızda da bir sağırlık var; seninle bizim aramızda bir perde bulunmaktadır” meâlindeki sözlerine bu sûre bütünüyle bir cevap oluşturmaktadır. Nitekim daha sûrenin başında Kur’an-ı Kerîm’in başlıca özellikleri anlatılırken, “Bilen bir topluluk için âyetleri apaçık anlaşılır hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır” buyurulmuştu. 44. âyette de Kur’an’a karşı itirazlar üretmeye çalışanlara şu cevap verilmektedir: Eğer Kur’an Arapça’dan başka bir dilde inseydi, doğal olarak onu anlayamayacağınız için anılan sözlerinizde haklı olabilirdiniz; ama Kur’an kendi dilinizde indiğine göre artık onu anlamadığınızı ileri sürmeniz bir yalandan ibarettir.

Râzî, âyet metnindeki “hüdâ” kelimesini, Kur’an’ın bütün iyiliklere rehber ve bütün mutluluklara vesile olmasıyla; “şifâ” kelimesini ise Kur’an’ın rehberliğinden yararlanıp hidayete ulaşan insanın inkâr ve cehâlet hastalıklarından kurtulmasıyla izah eder (XXVII, 134).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718-719

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ 

Ayet şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Cealnâ şart fiilidir. A’cemiyyen, kur’an’ın sıfatı olarak gelmiştir. 

Lam vakıadır. Şartın cevap cümlesine dahil olmuştur. Qâlû şartın cevabıdır. Mequlul kavl cümlesi levlâ fussilet cümlesidir. Levla cezmetmeyen şart harfidir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir. Haber manalıdır.

Levlâ, tahdîd ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ifade eder. (Galâyînî, III, 260)

 

ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ

Hemze inkari istifham harfidir. Cümle vaz edildiği istifham anlamından çıkarak tahkir ve taaccüb manalarına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Cümlede icazı hazif vardır. A’cemiyyun, mahzuf mübtedanın haberidir. Yani ‘’e huve’’ demektir. Veya e a’cemıyyun mübtedadır, haberi mahzuftur. Yani ‘’e a’cemıyyun arabiyyun yesteviyâni’’ demektir.

A’cemıyyun (arap olmayan) - arabiyyun (arap) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.

 

قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ

İstinafiyye olarak emir üslubunda inşai isnadtır. Mequlul kavli faidei haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir. Huve  mübteda, huden haberidir. Şifâen, huden’e matuftur. 

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, başındaki harfi cerle birlikte mahzuf hale müteallıqtır. İrabdan mahalli olmayan sılası âmenû’dur. İsmi mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Bu ayette nekre olarak gelen huden - şifâen şeklindeki müsnedlerin Kur’ân’ın ve hidayetinin tâzimini, şânını ifâde ettiği açıktır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)

Âmenû - huden - şifâun kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Kuran teşbihi beliğ yoluyla irşad eden ve şifa veren kişiye benzetilmiştir.

 

وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ   

Vav atıf veya istinafiyedir. Cümle mübteda ve haberden müteşekkildir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul mübteda olarak mahallen merfudur. Sılası lâ yu’minûne fiilidir. Her zaman mevsulü takib eden sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması bahsedilen kişilerin bilinen olduğunu belirtmesi  yanında tahkir de ifade eder. 

Fi azânıhım veqrun cümlesi ellezîne’nin haberidir. Fî azânihim mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Veqrun muahhar mübtedadır. Mahallen merfu olan bu cümlede icazı hazir ve takdim tehir sanatları vardır.

Vaqrun’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

 

وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ

  

Ve huve aleyhim amen cümlesi’’huve fî âzânihim vaqrun’’ şeklinde takdir edilmiş habere matuftur. Huve mübteda, amen haberdir. Faidei haber ibtidai kelamdır. 

Bu cümlede kalp vardır. Kuranın onlara kör olduğu ifade edilmiştir. Halbuki kör olan Kur’an değil onlardır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyan İlmi)

 

اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟

 

Ayetin  son cümlesi isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübtedadır. Yunâdevne haberidir.

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edileni tahkir ifade eder. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Car mecrur olan min mekânin, yunâdevne fiiline müteallıqtır. Beîdin sıfat olarak gelmiştir. Sıfatlar manayı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. 

Bu cümlede istiare vardır. Onların, öğütleri kabul etmeme ve Kur'ân'dan ve içindekilerden yüzçevirme hususundaki halleri, kendisine uzaktan seslenilen kim­senin haline benzetilmiştir. Kendisine seslenileni ne işitir, ne de anlar. İkisi arasındaki alâka, herbirindeki anlayışsızlıktır. (Safvetü’t Tefâsir)

Bu istiare temsilidir. Kâfirler sağırlara benzetilmiş. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyan İlmi)

Lillezîne âmenû (iman edenler için) - vellezîne lâ yu’minûne  (iman etmeyenler) arasında tıbâk-ı selb vardır.

 Qâlu - qul kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Fussilet Sûresi 45. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ  ...


Andolsun! Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

Allah’ın kitabı hakkında insanların ihtilâfa düşmelerinin, bazıları ona içtenlikle inanırken bazılarının onu susturmaya çalışmalarının yeni olmadığı gerçeği, Hz. Mûsâ’ya indirilen kitap (Tevrat) örneğiyle hatırlatılmaktadır. Âyete göre Allah Teâlâ inkârcıları hak ettikleri cezaya hemen çarptırmıyorsa bunun sebebi, O’nun, inkâr ve isyana sapan insanlara, isterlerse dönüş yapıp doğru yola yönelmelerini mümkün kılacak şekilde fırsat tanıyan hükmü ve yasasıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ

Vav atıf harfidir. Ayet kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Lam, mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. Qad tahkik içindir. Tekid ifade eder. Kasem fiili mahzuftur. Kasem fiilinin hazfedilmesi icaz-ı hazif sanatıdır. Âteyna kasemin cevap cümlesidir.

Fahtulife fîhi cümlesi öncesine matuftur. Atıf için gelen fe harfi onların kitap hakkında hiç zaman kaybetmeden ihtilafa düştüklerine işaret eder.

El kitâbi Tevrat’tan kinayedir. El takısı ahdi haricidir.

İftial babındaki fahtulife fiili mefule dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.

 

 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ

Bu cümle kasemin cevabına vav ile atfedilmiştir. Levla cezmetmeyen şart harfidir. Levlâ edatı, şart cümlesine bağlı olarak cevabın da gerçekleşmediğini ifade eder. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir. Haber manalıdır. Kelimetun mübtedadır. Haberi vucûben mahzuftur. Bu kullanımda hiçbir zaman mevcûdun sözü zikredilmez. Yani mevcûdetun demektir. Ayette  icaz-ı hazif vardır. 

Sebeqat, kelimetun’un sıfatıdır. Sıfatlar manayı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. 

Lam, cevap cümlesine dahil olan vaqıa harfidir. Şartın cevabı qudiye beynehum cümlesidir.

Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Bu cümle; söze inanmayanlar, kulaklarında ağırlık olanlar ve Kur’ân’ın kendilerine körlük olduğu kişilerle alâkalıdır. Çünkü bu tehdit onlara yöneliktir. Bu son derece kısa iki cümle, yeri itibarıyla Peygamber Efendimiz’i (s.a) teselli makamında gelmiş bir itiraz cümlesidir. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

 

وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

Ayetin sonundaki hal cümlesi vav’la gelmiştir. Buradaki vav harfinde gizli bir istinaf manası olmakla beraber, atıf ya da hâl için de olabilir. Bu manaya Şeyh Abdulkâhir Cürcânî işaret etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Cümle inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiştir. Faidei haber inkâri  kelamdır. Cümlede icazı hazif vardır. Fî şekkin, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Murîbin sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.

Şekkin’deki tenvin tahkir içindir.

Şekkin - murîbin kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Fî şekkin ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Şek içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf ala yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.İnkarcılarla, şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibâta benzetilmiştir. Câmi; temekkün (yerleşme, sâbit olma)’dür.  

 Âteynâ - Rabbike kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Fussilet Sûresi 46. Ayet

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ  ...


Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.

Başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere bütün insanlığa Allah’ın evrensel bir yasası hatırlatılmaktadır. “Doğru ve yararlı iş” diye çevirdiğimiz metindeki sâlih kelimesi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşamak; mümkün olduğunca çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşrû ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma içinde olma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır. Âyete göre bu şekilde doğru ve yararlı işler yapan bir kimse, –bu dünyanın bazı ârızî şartları yüzünden hak ettiği iyiliği elde edemese, hatta iyilik ettiği halde sıkıntı çekse bile– nihaî planda asla haksızlığa uğratılmayacak, iyiliklerinin karşılığını bulacak; aynı şekilde kötülük işleyenler de cezalarını çekeceklerdir. “Senin rabbin kullarına asla haksızlık etmez” ifadesi, bir bakıma bu hususta ilâhî bir teminat anlamı taşımaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ 

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Men, iki muzariyi cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfudur. 

Amile şart fiili ve mübtedanın haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder. 

Fe, rabıta yani şartın cevabının başına gelen harftir. Ayette İcaz-ı hazif vardır. 

Bu şartın cevabı konumundaki felinefsihi kelimesinden önce bulunan ‘’feameluhu’’ kelimesi hazfedilmiştir. Aslı ‘’feameluhu felinefsihi’’ şeklindedir. (Fadl Hasan Abbâs, Belâga Funûnuhâ ve Efnânuhâ İlmu’l-Meânî, 274.)

 

وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

 

Men esâe fealeyhâ cümlesi öncesine matuftur. Cümle şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Men, iki muzariyi cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfudur. Esâe şart fiili ve mübtedanın haberidir. Fe aleyhâ mahzuf muteallaqıyla birlikte şartın cevabıdır. Mukadder isâetuhu fiilinin hazfi icazı hazif sanatıdır.

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder. 

Men amile sâlihan - men esâe cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Sâlihan - esâe, kelimeleri ve li - ala harfleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

Men’in tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 

وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

Son cümle isti’naf vav’ı ile öncesine atfedilmiştir. Faidei haber inkâri kelamdır. Ma leyse gibi amel eder. Leyse harfi isim cümlesinin başına gelir, manasını olumsuz yapar. İsmini ref, haberini nasbeder. Leyse’nin haberinin başına gelen bi harfi ceri (zaid) olarak gelebilir ve te’kid ifade eder.

Rabbuke, mâ’nın ismidir. Bizallâmin’de bi harfi zaidtir. Tekid ifade eder. Zallâmin lafzen mecrur mahallen merfudur. Mâ’nın haberidir.

Zallâm kelimesi mübalağa sigasıdır ve nefy mübalağaya yöneliktir, yani mübalağanın nefyini ifade eder. Çünkü mübalağa kayıttır, kaydın nefyi de mukayyedi [kayıtlanan şeyi] bâki kılar. Ancak nefiy burada olduğu gibi hem kayda hem de mukayyede yönelik de olabilir. Ayetteki mübalağa sigası zulmün azının da çoğu gibi olduğunu ifade eder. Yani Allah ne çok ne de az zülmeder. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Car mecrur olan lilabîdi, zallâmin lafzına müteallıqtır.

Rabbuke izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Allah Teâlâ rabbuke [senin Rabbin] demek sûretiyle o’nu Kendisine izafe etmiştir. Aslında Allah her şeyin rabbidir. Ama senin Rabbin buyurulması, onu kendisine yaklaştırmak ve keremli kılmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Fussilet Suresi Belaği Tefsiri).

Bu zikredilen ayette tahsis yâni; olumsuz mânânın yanında bir de olumlu mânâ ifâdesi vardır. (Kur’an Işığında Belâğat dersleri Meâni İlmi)

Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefs’im;

Bazen; yeni bir işe başlamadan ya da daha iyi bir kul olmadan önce, bir şeylerin değişmesini ya da her şeyin yoluna girmesini istersin. Belki herkesin desteklemesini ve yolunu açmasını da umarsın. Bunu söylediğime belki kırılacaksın ama çok beklersin. 

Yeryüzünde, hayal ettiğin sakinliğe kavuşmak ya da her şeyin bir düzene oturması ya da herkesin sana destek çıkması mümkün değildir. Mesela; hayatının sakinleştiği o kısacık anlarda da üzerine öyle bir ağırlığın çöktüğünü söylersin ki kıpırdayamazsın.

İyi bir kul, iyi bir evlat ya da iyi bir çalışan olmak için hatta bazen yeniliklere açılmak için doğru zaman yoktur. Ertelenenlerin gerçekleştiği yarını yoktur. Şimdiyi değerlendirmek ve harekete geçmek vardır. Yoksa tavizin, tavizi getirdiği gibi hareketsizlik de uyuşukluğu ve boşluğu getirir.

Ey her şeye kadir olan Allahım! Kuru toprakları canlandıransın ve ölüleri diriltensin. Gönüllerimizi gafletten uyandır ve iman bahçelerine dönüştür. Bedenlerimizdeki uyuşukluğu gider ve bizi yolunda çalışan, hayırda yarışan kullarından eyle. 

Ey yaptıklarımızı gören Allahım! Dünyalık geçersiz bahanelere sığınırak, zamanımızı boşa harcamaktan ve hayırlı işleri ertelemekten muhafaza buyur. İki cihanda da bizi ateşe atılanlardan ve onların amellerinden uzaklaştır. Kıyamet günü huzuruna, yüzü nurunla aydınlanmış bir şekilde güvenle gelenlerden eyle.

Amin.