بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حٰمٓ
حٰمٓ
حٰمٓ hurûf-u mukattaâ harfidir.
حٰمٓ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)
Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
حٰمٓ Sureleri, rahmânî ve rahimî rahmetten birer örnektirler. Bununla birlikte حٰمٓ harfleri Hamd'in başı, Muhammed isminin de ortasıdır. "Ey Resulüm Muhammed" demek de olabilir. Fakat çokları Kur'an'ın veya surenin ismi olduğunu söylemekle yetinmişlerdir. Bundan dolayı alemiyet (özel isimlik) ve te'nis (dişilik) veya özel isimlik ve yabancı dilden gelme kelimeye benzemesi sebepleriyle gayri munsarif (okunurken cer ve tenvin kabul etmeyen kelimelerden) olduğunu da söylemişlerdir. (Elmalılı)عٓسٓقٓ۠
عٓسٓقٓ۠
Şûrâ sûresi, حٰمٓ ailesindeki diğer surelerden عٓسٓقٓ۠ harfleri ile ayrılmıştır. Bununla ilgili Allah'ın bildiğinden başka bir şey bilmiyoruz, ancak bunun bir delaleti olduğu kesindir. Tâhir, bu konuda çalışmış ve bir ihtimalden bahsetmiştir. Kesin olmasa veya tercihi gerektirmese de bu ziyadenin tehaddiyi arttırdığını söylemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.43)
Belki de bunlar surenin iki ismidir, araları açık bırakılmış ve iki ayet sayılmıştır. Eğer bir isim ise aralarının açık olması diğer حٰمٓ 'lere uyması içindir (çünkü onların arası açıktır) ح . م . س . ق olarak da okunmuştur. (Beyzâvî)عٓسٓقٓ۠
Şûrâ sûresi, حٰمٓ ailesindeki diğer surelerden عٓسٓقٓ۠ harfleri ile ayrılmıştır. Bununla ilgili Allah'ın bildiğinden başka bir şey bilmiyoruz, ancak bunun bir delaleti olduğu kesindir. Tâhir, bu konuda çalışmış ve bir ihtimalden bahsetmiştir. Kesin olmasa veya tercihi gerektirmese de bu ziyadenin tehaddiyi arttırdığını söylemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.43)
Belki de bunlar surenin iki ismidir, araları açık bırakılmış ve iki ayet sayılmıştır. Eğer bir isim ise aralarının açık olması diğer حٰمٓ 'lere uyması içindir (çünkü onların arası açıktır) ح . م . س . ق olarak da okunmuştur. (Beyzâvî)كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Allah Teâlâ’nın gerek Hz. Muhammed’e gerekse daha önceki peygamberlere vahyediş tarzının bu sûrede açıklandığı şekilde olduğu belirtilmektedir ki, bu açıklama 51. âyette gelecektir (Elmalılı, VI, 4220). Âyeti şöyle anlamak da mümkündür: Yüce Allah bu sûrenin içeriğinin benzerini hem başka sûrelerde sana hem de senden önceki peygamberlere vahyetmiştir. Bir başka ifadeyle, O bu anlamları Kur’an’da ve diğer ilâhî kitaplarda tekrar tekrar vurgulamıştır (Zemahşerî, III, 396). Bu yorumlarda âyetin Resûl-i Ekrem’e gelen vahyin biçim ve / veya içerik olarak önceki vahiylerle benzerliğine dikkat çekmesi esas alınmıştır. “Vahyediyor” şeklinde şimdiki zaman fiili kullanılmasının da bu mânalara göre izahları yapılmıştır. Fakat fiilin şimdiki zaman olmasından hareketle, asıl konunun Resûlullah’a verilmekte olan vahiy olduğu ve bunun o sağ olduğu sürece devam edeceği bildirilerek müşriklerin vahyin kesileceği yönündeki beklentilerini kırmanın amaçlandığı, diğer peygamberlere verilenden ise dolaylı olarak bahsedildiği de söylenebilir (İbn Âşûr, XXV, 23).
“Böyle” anlamına gelen işaret isminin değinmek istediği şey, sözün akışı içinde daha önce geçmediğinden buna, “işte şu anda vahyedildiği şekilde” mânası verilmektedir. Bu ögenin cümlenin başına konmasındaki amaç, işaret edilen hususun önemine dikkat çekmek ve zihinleri bu konu üzerinde düşünmeye hazırlamaktır. İbn Âşûr başka bazı âyetlerde de örnekleri görülen bu üslûba Arap dilinde daha önce rastlanmadığını ve bunun Kur’an’ın orijinal özelliklerinden olduğunu belirtir (XXV, 27).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 729كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُوح۪ٓي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُوح۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. اِلَيْكَ car mecruru يُوح۪ٓي fiiline mütealliktir. الَّذ۪ينَ car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مِنْ قَبْلِكَ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اللّٰهُ lafza-i celâl يُوح۪ٓي fiilinin faili olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ kelimeleri lafza-i celâlden bedel olup merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوح۪ٓي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili يُوح۪ٓي olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
كَذٰلِكَ deki كَ harfi , مثل manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahallindedir. Yani, إيحاءً مثل ذلك الإيحاءِ يوحي إليك (Sana böyle bir vahiy geliyor.) şeklindedir. (Âşûr)
Buradan kastedilen, كَذٰلِكَ (gibilik, benzerlik) Allah'ın birliğine, adaletine, nübüvvet müessesesinin haklığına, ahirete, dünyanın hallerini takbîhe ve ahirete yönelmeyi teşvik etmeye davet hususundaki benzerliktir. (Fahreddin er-Râzî)
كَذٰلِكَ car mecrurunun يُوح۪ٓي اِلَيْكَ sözüne takdimi, muşârun ileyhin önemini ve zihinlerini bu konuda uyararak teşvik etmek içindir. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , başındaki harf-i cerle birlikte يُوح۪ٓي fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِكَ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lafza-i celâl يُوح۪ٓي fiilinin failidir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
وكَذَلِكَ أوْحَيْنا إلَيْكَ رُوحًا مِن أمْرِنا (Şura; 52) sözünün hilafına يُوح۪ٓي fiilindeki mazi sıygadan muzari sıygaya geçiş, müşriklerin onun bu işten vazgeçeceği ümidini kesmek için şerefli hayatı boyunca kendisine vahyedileceğine delalet etmek içindir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar اِلَيْكَ ve اِلَى الَّذ۪ينَ , ihtimam için fail olan lafza-i celale takdim edilmiştir.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ lafza-i celalden bedeldir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Aralarında و olmaması, mevsufta, bu iki vasfın birden mevcudiyetine işarettir.
Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, Suresi, s. 101)
اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَ car mecrurunun, fail olan Allah lafzının önüne geçmesinde de bir işaret vardır. Allahu a‘lem, bundan murad, vahyin sadece Allah Teâlâ’nın seçtiklerine nazil olduğu manasıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.46)
Ayette geçmişten muzari fiille bahsedilmesinin hikmetini Beyzâvî şu şekilde açıklar: “İbarenin, geçmiş hali hikaye etmek üzere muzari sîgasıyla يُوح۪ٓي gelmesi, vahyin sürekliliğini göstermek ve bu gibi şeyleri vahyetmenin Allah’ın adeti olduğunu bildirmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı - Rûhu-l Beyân)
Allah sana da, senden önceki diğer elçilere de böyle bir vahiyle yahut böyle bir kitapla vahyeder. Yani Allah Teâlâ bu surenin ihtiva ettiği manaların benzerini başka surelerde sana vahyetmişti; aynı manaları senden önceki elçilere de vahyetmişti. Demek ki; Allah, bütün kulları için önemli bir uyarı ve büyük bir lütuf içermeleri hasebiyle, bu manaları hem Kur’an’da hem de bütün semavî kitaplarda tekrar etmiştir. Bu manaların benzerini vahyetmenin kendisinin adeti olduğuna delil olsun diye de meçhul sıygayla أُحِيَ (vahyedilmiştir) demeyip (süreklilik ifade eden) muzari sıygası يُوح۪ٓي (vahyeder) kullanmıştır. (Keşşâf)
Ebû Hayyan, Şûrâ Suresindeki bu girişin, Fussilet Suresindeki konunun devamı olduğunu ve كَذٰلِكَ ’deki işaret isminin, Fussilet/52. ayete ait olduğunu söyler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.41)لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَلِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَلِيُّ - الْعَظ۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. وَمَا فِي الْاَرْضِ , aynı üslupta gelerek önceki mevsûle atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - وَالْاَرْضِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasındaki maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ şeklinde söylemek mümkünken, ism-i mevsûl olan مَا ve harf-i cer olan فِي tekrar edilmiştir. Bu cümle, mülkün umumiliğini ve kapsamını, iktidarın, izzetin ve hikmetin umumiliğini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.48)
مَا ve فِي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir.(Âşûr)
Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ sözü, bir hal cümlesidir ve kasr şeklinde gelmiştir. الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ sözündeki elif-lamlar bu vasıflardaki mutlak kemâli ifade eder. Yani O, bu yücelikte, bu azamette tektir, hiçbir ortağı yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 49)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
الْعَلِيُّ - الْعَظ۪يمُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Allah'ın yüceliğini ifade eden الْعَلِيُّ kelimesi, tam bir celâl (heybet) ve mükemmellik manası için müsteardır. Büyüklük manasındaki الْكَب۪يرُ , gücünün (kudretinin) tam olduğu manası için müsteardır. Yani sizin taptığınız putlar değil; O, en yücedir, en büyüktür. Çünkü o putların ne kemâli ne de görülecek bir delili yoktur. (Âşûr)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَكَادُ | neredeyse |
|
2 | السَّمَاوَاتُ | gökler |
|
3 | يَتَفَطَّرْنَ | çatlayacaklar |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | فَوْقِهِنَّ | üstlerinden |
|
6 | وَالْمَلَائِكَةُ | ve melekler |
|
7 | يُسَبِّحُونَ | tesbih ederler |
|
8 | بِحَمْدِ | hamd ile |
|
9 | رَبِّهِمْ | Rablerini |
|
10 | وَيَسْتَغْفِرُونَ | ve mağfiret dilerler |
|
11 | لِمَنْ | kimseler için |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْأَرْضِ | yerdeki |
|
14 | أَلَا | iyi bil ki |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | هُوَ | O’dur |
|
18 | الْغَفُورُ | çok bağışlayan |
|
19 | الرَّحِيمُ | çok esirgeyen |
|
Göklerin neredeyse çatlayacağına ilişkin ifade, “Yüce Allah’ın azametinden ötürü, Allah tarafından onlara yüklenen misyonun ağırlığından dolayı, oralarda sayısız denecek çoklukta meleklerin, gök cisimlerinin ve akıl erdirilemez yazgıların ve sırların bulunması sebebiyle, yeryüzünde şirk ve sosyal bozulmalar çoğaldığı için gökler neredeyse yukarılarından çatlayacak” gibi farklı mânalarla açıklanmıştır. Âyetin “yukarılarından” anlamına gelen kısmı bazı müfessirlerce, çatlamanın şiddetini belirten deyimsel bir anlatım olarak düşünülmüş, bazılarınca ise Rahmân sûresinin 37. âyetinde kıyametten söz edilirken yer verilen göğün yarılması tasvirinde onun bir güle benzetilmesinden hareketle “üst tarafı” şeklinde anlaşılmıştır. Ayrıca buradaki zamir için farklı bir gönderme yapılarak “yerin yukarılarından” mânası da verilmiştir (Taberî, XXV, 7; Zemahşerî, III, 396-397; Şevkânî, IV, 602; İbn Âşûr, XXV, 29-30). İnsanın evrende görebildiği ve göremediği her şeyin sahibi ve mâliki yüce Allah olduğu halde başka varlıkları O’na ortak koşmanın, hele O’nun çocuk edindiğini ileri sürmenin ne büyük küstahlık olduğuna değinen başka bir âyette de neredeyse göklerin çatlayacağı ifadesi kullanılmıştır (bk. Meryem 19/90; tesbih hakkında bk. İsrâ 17/44; Nûr 24/41-42).
Âyetin bu kısmını, “Melekler rablerini övgü ve tenzih ile anıp yerdekilerin de bağışlanmasını dilerken gökler (bu tesbihe katılmak için) neredeyse üst taraflarından parçalanırlar” şeklinde tercüme etmek de mümkündür; çünkü her şeyin kendine mahsus bir dille Allah’ı övgü ve tenzih ile andığı bildirilmiştir (bk. İsrâ 17/44; Nûr 24/41).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 729-730
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ
تَكَادُ mukarebe fiillerinden olup nakıs,muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. السَّمٰوَاتُ kelimesi تَكَادُ ‘nün ismi olarak lafzen merfûdur. يَتَفَطَّرْنَ fiili تَكَادُ ‘nün haberi olarak mahalen mansubdur.
Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller ‘ -e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , -mek üzereydi’ gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır. كَادَ fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan ‘tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı’ manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَطَّرْنَ fiili nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
مِنْ فَوْقِهِنَّ car mecruru يَتَفَطَّرْنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَلٰٓئِكَةُ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتُ ‘a matuftur.
الْمَلٰٓئِكَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. يُسَبِّحُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسَبِّحُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِحَمْدِ car mecruru يُسَبِّحُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَسْتَغْفِرُونَ atıf harfi وَ ‘la يُسَبِّحُونَ ‘ye matuftur.
يَسْتَغْفِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَسْتَغْفِرُونَ fiiline mütealliktir. فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
يَتَفَطَّرْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فطر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُسَبِّحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَسْتَغْفِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
اَلَٓا tenbih harfidir. اَلَٓا : Konuşmacı, dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir.(Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
هُوَ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْغَفُورُ kelimesi, اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ kelimesi, اِنّ ‘nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiilin muzari sıygasında gelmesi hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
تَكَادُ fiili mukarabe fiillerindendir. كَانَ gibi amel eder. السَّمٰوَاتُ ismi, يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ haberidir.
Nakıs fiil تَكَادُ ’nun haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ فَوْقِهِنَّ ‘deki مِنْ harf-i ceri zaiddir. Zarfla birlikte zai olarak gelişi, zarfın manasını yani üste olmayı tekid içindir. Zarf, parçalanma halini ve bulunduğu yerin halini zihinde canlandırmayı ifade eder. (Âşûr)
مِنْ فَوْقِهِنَّ (Yukarılarından) ifadesi, göklerin çatlama noktasının o göklerin yukarısı cihetinden başlayarak onun altındaki tabakalara doğru devam etmesini ifade eder. Burada söz konusu ifadenin özellikle getirilmesi mucizelerin en büyüğünün ve Allah Teâlâ'nın azametine, celâline en çok delalet eden mucizenin gösterilen o yönden geliyor olmasından dolayıdır. (Rûhu-l Beyân-Fahreddin er-Râzî)
وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمَلٰٓئِكَةُ mübtedadır. يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ cümlesi, haberdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
رَبِّهِمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir.
يُسَبِّحُونَ ‘nin mef’ûlü, بِحَمْدِ رَبِّهِمْ sözünün eşliği dolayısıyla mahzuftur. Takdiri, يُسَبِّحُونَ رَبَّهم (Rablerini tesbih ederler) şeklindedir. بِ muhasebe içindir. ‘’Rablerini hamd eşliğinde tesbih ederler.’’ şeklinde takdir edilir. (Âşûr)
Hak Teâlâ'nın وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ [Melekler Rablerine hamd ile tesbih ediyorlar] ifadesi, meleklerin celâl ve kibriya âlemine yönelik tarafına, وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ [Yerdeki kişilerin de bağışlanmalarını istiyorlar] ifadesi de onların, maddeler âlemine yönelik yüzlerine bir işarettir. Bu ne güzel incelik, bu ne kadar kıymetli bir şey?! Bu ruhların, beşer ruhlarını mahlukat (madde) çukurundan, marifetullah'ın zirvesine çekip çıkarmadaki ne müthiş tesiri...(Fahreddin er-Râzî)
وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِ cümlesi, atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , başındaki harf-i cerle birlikte يَسْتَغْفِرُونَ fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cümlede fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
السَّمٰوَاتُ ve الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يُسَبِّحُونَ - بِحَمْدِ - يَسْتَغْفِرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ , fasıl zamiri ve اَلَٓا ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsnedin yani الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.
الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir. (Âşûr)
İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şayet içlerinde Allah’ın düşmanı kâfirler olduğu halde, meleklerin yeryüzündekiler için istiğfarda bulunmaları nasıl uygun olabilir? Üstelik [Allah’ın, meleklerin… laneti şüphesiz bunların üzerinedir!] (Bakara 2/161) buyurulmuştur. Onlara lanet edenler nasıl onlar için istiğfarda bulunacak? dersen şöyle derim: Yeryüzündekiler için ifadesi yeryüzü halkı cinsine delalet eder. Bu cins olma durumu da onların hem tümünü hem de bir kısmını kapsar. Bu durumda hem tümünün hem de bir kısmının kastedilmiş olması mümkündür. Meleklerin Allah’ın velileri olan müminlerden başkası için istiğfarda bulunmayacaklarına dair delil de bulunduğu için burada Allah Teâlâ sadece müminleri kastetmiştir. (Keşşâf)
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
2 | اتَّخَذُوا | edinen(leri) |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
5 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
6 | اللَّهُ | Allah |
|
7 | حَفِيظٌ | kollamaktadır |
|
8 | عَلَيْهِمْ | onları |
|
9 | وَمَا | ve değilsin |
|
10 | أَنْتَ | sen |
|
11 | عَلَيْهِمْ | onların üzerinde |
|
12 | بِوَكِيلٍ | bir vekil |
|
İnkârcılıkta direnenlerin bu tutumlarının sonucuna katlanmak durumunda oldukları ve yüce Allah’ın dünya hayatını böyle bir irade sınavı için var ettiği hatırlatılmakta, müşriklerin iman etmeleri ve kurtuluşa ermeleri için gayret gösterdikleri halde tam sonuç alamayan Hz. Peygamber ve ona gönülden bağlanan müminler teselli edilmektedir.
6, 8 ve 9. âyetlerde geçen velî (çoğulu: evliyâ) kelimesi “dost, koruyucu, hâmi, destekçi, kendisine uyulan önder” gibi mânalara gelir. Kur’an’da sıkça kullanılan bu kelimeye bağlama göre bu ve benzeri mânalardan biri verilebilir (meselâ bk. A‘râf 7/3, 30; Hûd 11/20, 113; İsrâ 17/97; Ankebût 29/41. Allah’ı dost edinmenin anlamı hakkında bk. Bakara 2/257; Nisâ 4/125; En‘âm 6/14).
7. âyette geçen ve “anakent, yerleşim yerlerinin merkezi” anlamlarına gelen ümmülkurâ tamlaması Kur’an’da Mekke şehrini ifade etmek için kullanılır (bk. Âl-i İmrân 3/96-97; En‘âm 6/92). Âyetin “çevresindekiler” diye çevrilen kısmını Araplar’la sınırlandırarak yorumlayanlar olmuşsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 397), birçok müfessir İslâm tebliğinin evrenselliğine dikkat çekerek burada bütün insanların kastedildiğini savunur (meselâ bk. Râzî, XXVII, 147-148. Kur’an-ı Kerîm’in Arap dilinde indirilmiş olması konusunda bk. Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; Nahl 16/103; Zümer 39/28).
Kur’an-ı Kerîm’de farklı bağlamlarda, hem “insanlar başlangıçta tek bir ümmet idi” anlamına hem de 8. âyette olduğu gibi “Allah dileseydi insanları (aynı inançta) tek bir ümmet kılardı” mânasına gelen ifadeler yer alır (bunların izahı için bk. Bakara 2/213; Mâide 5/48; Yûnus 10/19; Hûd 11/118; Nahl 16/93; ümmet kavramı hakkında bk. Bakara 2/128). Burada âyet kümesinin genel amacı doğrultusunda, Resûlullah’a ve müminlere, insanların bir sınavdan geçmekte olduğu, hür iradeleriyle hareket ettikleri, bu sebeple de herkesin aynı çizgi üzerinde bulunmadığı bildirilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 730-731وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّخَذُوا değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru اتَّخَذُوا ‘nin mahzuf mef’ûlü bihine mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهُ mübteda olup lafzen merfûdur. حَف۪يظٌ haber olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru حَف۪يظٌ ‘a mütealliktir.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
مَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ munfasıl zamir مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru وَك۪يلٍ ‘e mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. وَك۪يلٍ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الَّذ۪ينَ mübteda, اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında tahkir ifade eder. Mevsûlün sılası olan اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Mahzuf ikinci mef’ûle müteallık olan مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti gayrının tahkiri içindir.
اَوْلِيَٓاءَ ’nin nekre geliş tahkir ve kesret ifade eder.
اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerime işaret ediyor ki, heva ve hevesine göre amel eden, kasten Allah Teâlâ'yı bırakan ya da O'na verdiği ahdini bozan herkes şeytanı kendine dost edinmiştir. Çünkü o, onların emirlerini yerine getirmektedir ve onların fiilleri kendi tabiatlerine uygundur. (Rûhu-l Beyân)
اللّٰهُ mübteda, حَف۪يظٌ haberidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden حَف۪يظٌ , her şeyi gören, bilen manasında kinayedir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetin başındaki وَ harfinin, bir manayı başka bir manaya atfeden istînâf وَ ’ı olması mümkündür. Önceki ayet O’nun şanının yüceliğini, rububiyetinin izzetini, şerefini net bir şekilde dile getirerek vücudun hakikatlerinden büyük bir hakikati açıklamaya hazırlık yapmıştır. حَف۪يظٌ kelimesi mübalağa sıygasıyla gelmiştir. Burada حَافِظ değil حَف۪يظٌ buyurulmuştur. Ayrıca istilaya delalet eden على harfi seçilmiştir. Bu istila harfi, حَف۪يظٌ kelimesine, onların üzerinde gözetici olduğu manasını katar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C.3, s.56)
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمْ amili بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan بِوَك۪يلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide, haber fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Kasrı mevsuf ale’s sıfattır. Sen kesinlikle onlara vekil değilsin demektir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Cümle müsnedün ileyhin önüne nefy harfi gelerek bina edilmiştir. Burada ism-i fail, fiil mevkiinde gelmiştir. Bu söz, burada ihtisasa delalet eder. Çünkü maksat sadece Peygamber Efendimizin (sav) onlara vekil olmadığını ifade etmek değildir. Aynı zamanda bu işi Allah Teâlâ’nın üstlendiğini ifade etmektir. Yani bu cümle iki mana taşır, birincisi nefy manasıdır, o da Peygamber Efendimizin (sav) vekil olmadığıdır. İkinci mana, olumlu manadır, bu da Peygamber Efendimiz (sav) için nefy olan şeyi, yani korumayı, alemlerin rabbi olan Allah’ın üstlendiğidir. Yani Allah vekildir demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.57)
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve böyle |
|
2 | أَوْحَيْنَا | biz vahyettik ki |
|
3 | إِلَيْكَ | sana |
|
4 | قُرْانًا | bir Kur’an |
|
5 | عَرَبِيًّا | arapça |
|
6 | لِتُنْذِرَ | uyarman için |
|
7 | أُمَّ | anasını |
|
8 | الْقُرَىٰ | kentlerin (Mekke’yi) |
|
9 | وَمَنْ | ve |
|
10 | حَوْلَهَا | çevresindekileri |
|
11 | وَتُنْذِرَ | ve uyarman için |
|
12 | يَوْمَ | gününe karşı |
|
13 | الْجَمْعِ | toplanma |
|
14 | لَا | asla bulunmayan |
|
15 | رَيْبَ | kuşku |
|
16 | فِيهِ | onda |
|
17 | فَرِيقٌ | bir bölük |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْجَنَّةِ | cennette |
|
20 | وَفَرِيقٌ | ve bir bölük |
|
21 | فِي |
|
|
22 | السَّعِيرِ | ateştedir |
|
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili اَوْحَيْنَٓا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
قُرْاٰناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi قُرْاٰناً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, تُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. اُمَّ الْقُرٰى mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُرٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
حَوْلَهَا mekân zarfı olup, ism-i mevsûlün mahzuf sılasına mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُنْذِرَ atıf harfi وَ öncekine matuftur.
تُنْذِرَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mef’ûlün bih mahzuftur. Takdiri, الناس (İnsanlar)‘dır.
يَوْمَ zaman zarfı, ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, عذاب يوم الجمع (Cem gününün azabı) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْجَمْعِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمَ الْجَمْعِ ‘dan hal olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. رَيْبَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهِ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ‘dir.
تُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
İsim cümlesidir. فَر۪يقٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, منهم (Onlardan) şeklindedir.
فِي الْجَنَّةِ car mecruru فَر۪يقٌ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. فَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili اَوْحَيْنَٓا olan, mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan قُرْاٰناً ‘e takdim edilmiştir.
اِلَيْكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
اَوْحَيْنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. Önceki ayetteki lafza-i celalden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir. (Âşûr)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
قُرْاٰناً ’deki tenvin tazim içindir.
قُرْاٰناً sözü سبحان , غفران gibi masdar kalıbındandır. Okumaktaki mübalağaya delalet etmek üzere okunan şey, yani ism-i mef‘ûl olan مقرأُ ’un kelimesinin yerine gelmiştir. Sanki o, sadece okunan şey olmakla kalmamış, bunun kaynağına dönüşmüştür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.61)
عَرَبِياًّ kelimesi قُرْاٰناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اُمَّ ‘ye temâsül nedeniyle atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. Mekan zarfı حَوْلَهَا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى [Mekkelileri korkutman için…] cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. Çünkü korkutma şehir için değil, halkı için olur. Bu ayette aynı zamanda ihtibâk sanatı vardır. Çünkü Yüce Allah, benzerlerin birinde zikrettiğini diğerinde hazf etmiştir. Takdiri şöyledir: لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى بعذابَ وَتُنْذِرَالناس يَوْمَ الْجَمْعِ (Mekkelileri azapla korkutman ve insanları toplanma günüyle korkutman için (sana vahyettik.) (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Mekke'ye اُمَّ الْقُرٰى (şehirlerin anası) diye isim verilmesi, içinde beyt-i muazzam ve Makam-ı İbrahim’in bulunmasından dolayı o beldeyi şereflendirmek ve yüceltmek içindir. İkinci bir neden de şu rivayetin varlığıdır: Yeryüzü, Mekke'nin altından itibaren yayılmaya başlamış ve böylece diğer şehirler bir anneye göre kızları gibi Mekke'nin etrafına doğru yayılmışlardır. Burada uyarma görevinin, şehirlerin anası Mekke ve Araplara yapılacağının ifade edilmesi, Resulullah (sav)'ın Peygamberliğinin herkese genel oluşuna aykırı değildir. Çünkü özel olarak bir şeyi zikretmek ve o şey hakkında hüküm vermek, bunun dışındakiler için o hükmün geçersiz olmasını gerektirmez. (Rûhu-l Beyân)
وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ cümlesi atıf harfi وَ ile masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَ zaman zarfı ikinci mef’ûl olarak mansubdur. Birinci mef’ûl hazf edilmiştir. Yani, تُنْذِرَالناس يَوْمَ الْجَمْعِ demektir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
يَوْمَ الْجَمْعِ kıyamet gününden kinayedir.
Kıyamet gününe يَوْمَ الْجَمْعِ (toplanma günü) denmesinin sebebi, o günde öncekilerin, sonrakilerin, gök ve yer ehlinin, ruhların ve cesetlerin, amellerin ve bu amelleri yapanların bir araya geleceğinden dolayıdır. يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ [Asla şüphe olmayan toplanma günü] ifadesinden maksat, geleceğinde asla şüphe olmayan gün demektir. (Rûhu-l Beyân)
لَا رَيْبَ ف۪يهِ cümlesi يَوْمَ الْجَمْعِ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesindeki لَا cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اِنَّ ’nin ikinci haberi olan bu cümlede لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur ف۪يهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
تُنْذِرَ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Beyzâvî ayetteki mef’ûllerin hazfini ve bu hazifteki belâgî nükteyi şöyle açıklar: “Birinci fiilin iki mef’ûlünden ikincisinin, ikinci fiilin ise birinci mef’ûlünün hazfi, korkutmak ve umum ifade etmek içindir.
لِتُنْذِرَ fiilinin ikinci mef’ûlü olan لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى بعذابَ ifadesi dünya ve dhiret azabının her ikisini de kapsadığından korkutmak için hazf edilmiştir. İkinci تُنْذِرَ fiilinin birinci mef’ûlü olan ألخلائق ve تُنْذِرَ الْجَمْع ifadesi ise, Arap olsun olmasın, bütün insanlığı kapsadığından umum ifade etmek için hazfedilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidâ-i kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَر۪يقٌ , takdiri منهم (Onlardan) olan mahzuf haber için mübtedadır. فِي الْجَنَّةِ car-mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.
Aynı üslupta gelen cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir.
İlk فَر۪يقٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim, ikincisinin nekre gelmesi ise tahkir ifade etmiştir.
الْجَنَّةِ - سَّع۪يرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ - فَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.
فَر۪يقٌ - فِي - تُنْذِرَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve şayet |
|
2 | شَاءَ | dileseydi |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | لَجَعَلَهُمْ | onları yapardı |
|
5 | أُمَّةً | millet |
|
6 | وَاحِدَةً | bir tek |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | يُدْخِلُ | sokar |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | فِي |
|
|
12 | رَحْمَتِهِ | rahmetine |
|
13 | وَالظَّالِمُونَ | zalimlere gelince |
|
14 | مَا | yoktur |
|
15 | لَهُمْ | onların |
|
16 | مِنْ | hiçbir |
|
17 | وَلِيٍّ | velisi |
|
18 | وَلَا | ve yoktur |
|
19 | نَصِيرٍ | yardımcısı |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. جَعَلَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُمَّةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَاحِدَةً sıfat olup mansubdur. وَلٰكِنْ يُدْخِلُ atıf harfi وَ ‘la شَٓاءَ اللّٰهُ ‘a matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ amel etmeyen istidrak harfidir. İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُدْخِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪ي رَحْمَتِه۪ car mecruru يُدْخِلُ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. وَالظَّالِمُونَ mübteda olup ref alameti و ‘dır. مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُدْخِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ
وَ atıf, لَوْ gayrı cazim şart edatıdır. Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … وَكَذَ ٰلِكَ أَوۡحَیۡنَاۤ إِلَیۡكَ cümlesine atfedilmiştir. Azamet zamirinden gaib zamire iltifat vardır. Şart üslubunda gelmiş haberî isnad, faide-i haber ibtidaî kelamdır. شَٓاءَ اللّٰهُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Şartın cevabı olarak لَ karinesiyle gelen لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidâî kelamdır.
لَوْ şartının cevabının başında لَ gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363)
Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi))
لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)
Mazi fiil sübuta, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 147)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
وَاحِدَةً kelimesi اُمَّةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. اُمَّةً ‘deki tenvin, muayyen olmayan cinse delalet eder.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müşterek ism-i mevsûl, يُدْخِلُ fiilinin mef’ûlü konumundadır. مَنْ ’in sılası يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Az sözle çok anlam ifade eden رَحْمَتِه۪ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَحْمَتِ için tazim ve teşrif ifade eder.
شَٓاءُ fiiline müteallik olan ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ , ayette cennet anlamındadır. Cennetten kinayedir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef’ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Cümle atıf harfi وَ ile … شَٓاءَ اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الظَّالِمُونَ mübtedadır. Haber olan مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf habere mütealliktir. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَلِيٍّ muahhar mübtedadır.
وَلَا نَص۪يرٍ car mecruru, مِنْ وَلِيٍّ ’e matuftur. Nefy harfi لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
Bahsi geçenlerin zamir yerine zalimler olarak zikredilmeleri, tahkir amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَلِيٍّ ve نَص۪يرٍ kelimelerindeki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Kelimelere dahil olan zaid مِنْ harfi “hiçbir” anlamı katmıştır. Nefy siyakında nekrelik umum ve şümule işarettir.
نَص۪يرٍ - وَلِيٍّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, ظَّالِمُونَ - وَلِيٍّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu haber cümlesinde, haber olan car mecrurun takdim edildiği ve başına da bir olumsuzluk harfinin geldiği görülür. Bu da, ihtisas ifade eder; Çünkü, dostun ve yardımcının olmaması zalimlere mahsustur, onlara tahsis edilmiştir. Mübtedanın başına zaid bir مِنْ harfi gelmiştir ki bu da tekidi en son raddeye ulaştırır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.73)
Ayetin tefsîrinde Beyzâvî şu ifadeleri kullanır: Yüce Allah zalimleri hiçbir dost ve yardımcı olmaksızın azabı ile baş başa bırakır. Belki de vaidi mübalağalı göstermek için mukabeleden vazgeçilmiştir. Zira söz, inzar (korkutma) hakkındadır. Yani, nazmın zahiri, وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ sözü yerine يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ sözüne mukabil olan يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي عذابه cümlesinin gelmesini gerektirirdi. Fakat, zulmün çirkinliğini ve zalimi kıyamet gününün sıkıntısından kurtaracak hiçbir dost ve yardımcının bulunmadığını mübalağa yoluyla ifade etmek üzere muktezâ-i zahirden dönülerek cümle ayetteki şekliyle getirilmiştir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمِ | yoksa |
|
2 | اتَّخَذُوا | edindiler (mi?) |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
5 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
6 | فَاللَّهُ | halbuki Allah’tır |
|
7 | هُوَ | O |
|
8 | الْوَلِيُّ | dost olan |
|
9 | وَهُوَ | ve O |
|
10 | يُحْيِي | diriltir |
|
11 | الْمَوْتَىٰ | ölüleri |
|
12 | وَهُوَ | ve O |
|
13 | عَلَىٰ | üzerine |
|
14 | كُلِّ | her |
|
15 | شَيْءٍ | şey |
|
16 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru اتَّخَذُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ
فَ mukadder nefy için ta’liliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. هُوَ fasıl zamiridir. الْوَلِيُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْـيِ elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْمَوْتٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
يُحْـيِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ۟ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَد۪يرٌ۟ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ
Ayetin müstenefe olan ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَمِ hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkâri manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اتَّخَذُٓوا fiili اِفْتِعال babındandır. اِفْتِعال babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. اِفْتِعال kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
İki mef’ûle müteaddi olan اتَّخَذُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne müteallik olan مِنْ دُونِه۪ٓ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
اَوْلِيَٓاءَ ’nin nekre gelişi tahkir, nev ve kesret ifade eder.
فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ
فَ , ta’liliyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اللّٰهُ mübtedadır. هُوَ fasıl zamiri, الْوَلِيُّ lafza-i celâlin haberidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
الْوَلِيُّ ismi marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Veli olmak, Allah’a tahsis edilmiştir. Cümledeki fasıl zamiri de kasr ifade eder. (Âşûr)
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ cümlesinde isim olan müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıla zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmektedir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi, fasıl zamiri ve müsnedin marife gelmesi olmak üzere birden fazla tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلِيُّ - اَوْلِيَٓاءَۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰى cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ mübtedadır. يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ cümlesi haberdir.
وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ cümlesi فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ cümlesine atfedilerek idmaç yapılmıştır. Müslümanların ba’sin varlığı konusundaki ilmi pekiştirilmiş ve bu mana inkârcıların kulağına işittirilmiştir. Çünkü onlar Allah’tan başkasını dost edinerek ba’si inkar etmiştir. (Âşûr)
Bu cümlede, önceki cümledeki lafza-i celâlden gaib zamire iltifat sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَوْتٰىۘ - يُحْـيِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟
Bu cümle atıf harfi ile وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için, amili olan قَد۪يرٌ۟ ‘a takdim edilmiştir.
Bu cümle önceki hükmün ta’lili olarak gelmiştir. (Âşûr)
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zamir bir kere daha tekrar edilmiştir. Bu fiilin O'ndan başkasına isnad edilmesinin mümkün olmadığı manasını tekid etmek için عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ’in şeklindeki car mecrur takdim edilmiştir. Bunda da yüce bir delalet vardır. Çünkü Allah Teâlâ'nın kudreti herhangi bir şeyle sınırlı değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.76-77)
Ayetin son cümlesi Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve ne varsa |
|
2 | اخْتَلَفْتُمْ | ayrılığa düştüğünüz |
|
3 | فِيهِ | hakkında |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | شَيْءٍ | herhangi bir |
|
6 | فَحُكْمُهُ | hüküm vermek |
|
7 | إِلَى | aittir |
|
8 | اللَّهِ | Allah’a |
|
9 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | رَبِّي | Rabbim |
|
12 | عَلَيْهِ | O’na |
|
13 | تَوَكَّلْتُ | dayandım |
|
14 | وَإِلَيْهِ | ve O’na |
|
15 | أُنِيبُ | yöneldim |
|
Bu âyette kastedilen ayrılığın tarafları ve konuları hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre burada müminler ile inkârcılar arasında gerek dinî gerekse dünyevî konularda ortaya çıkan inanç ve fikir ayrılıkları kastedilmekte, bu ihtilâfların ancak Allah tarafından hükme bağlanacağı, kıyamet günü kimin haklı kimin haksız olduğunun net bir şekilde ortaya çıkarılacağı belirtilmektedir (Elmalılı, VI, 4224). Sûrenin Mekke döneminde inmiş olması ve 7-8. âyetlerin içeriği bu anlayışı destekleyici niteliktedir. Nitekim Mukātil’den, Mekkeliler’in bir kısmının Kur’an’a inanıp bir kısmının onu inkâr etmesi üzerine bu âyetin indiği nakledilmiştir (Şevkânî, IV, 603). Diğer bir yoruma göre burada bütün insanları kapsamına alan bir ifade bulunmaktadır ve dinî konularda insanlar arasında çıkan her türlü ayrılığın ancak Allah tarafından sonuca bağlanacağı, yüce Allah’ın kıyamet günü hakkı bâtıldan açık biçimde ayırt edeceği anlatılmaktadır (İbn Atıyye, V, 28; Şevkânî, IV, 603). Zemahşerî bu âyette müminlere yönelik bir buyruk bulunduğu noktasında birleşen şu yorumları da nakleder: a) Aranızda bir uyuşmazlık çıktığında Nisâ sûresinin 59. âyetinde belirtildiği gibi Resûlullah’ın hakemliğine başvurunuz ve başkalarının hükmünü onunkine üstün tutmayınız.
b) Bir âyetin yorumunda kapalılık bulunur ve ihtilâfa düşerseniz, Allah’ın kitabındaki muhkem âyetlere ve Resûlullah’ın sünnetindeki açık ifadelere başvurunuz. c) Ruhun mahiyetinin ne olduğu gibi size yükümlülük getirmeyen ve künhüne vâkıf olamayacağınız konularda görüş ayrılığına düşerseniz “Bunu en iyi bilen Allah’tır” deyiniz. Daha sonra Zemahşerî bu âyetin, müctehidlerin şer‘î konulardaki ihtilâflarına yönelik olup olmadığı sorusuna, “Hayır, çünkü Resûlullah hayatta iken ictihad câiz değildir” cevabını verir (III, 398). Öte yandan dinî meselelerin çözümünde kıyas metodunun kullanılmasına karşı çıkanların bu âyetten destek almaya çalıştıkları görülür. Fakat bağlamı ve indiği dönemin şartları dikkate alınırsa bu âyetin, İslâm âlimlerinin gerek akaid gerekse fıkıh alanındaki görüş ayrılıklarıyla ilgisi bulunmadığı ve bu istidlâlin zayıf olduğu ortaya çıkar (İbn Âşûr, XXV, 42). Kanaatimize göre –Râzî’yi takiben– âyetin asıl amacını şöyle özetlemek mümkündür: Yüce Allah nasıl resulünü inkârcıları iman etmeye zorlamaktan menetmişse aynı şekilde müminlerin de onlarla çekişmelerini ve husumeti arttırmalarını yasaklamış, haklıların mükâfatının ve haksızların cezasının kendisi tarafından verileceğini bildirmiştir (XXVII, 149). Burada âyetin ilk cümlesi Hz. Peygamber’in sözü olarak kabul edilirse, “İşte O Allah benim rabbimdir; yalnız O’na güvenip dayanmışımdır ve daima O’na yönelirim” anlamındaki sözler de bunun devamı olur; ilk cümle Cenâb-ı Allah’ın hitabı olarak kabul edildiğinde ise devamında, “Ey Muhammed! Şöyle de...” şeklinde bir hitap cümlesinin bulunduğu var sayılır (Taberî, XXV, 11; Zemahşerî, III, 398).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 732-733
Ekele اكل : أكْلٌ yemeği yemektir. Teşbih yoluyla ateş odunu yedi de denir.
اُكْلٌ - اُكُلٌ ise yenen şeydir. Yine اُكُلٌ nasip, pay, hisse anlamında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen أكَّالٌ formu çok yiyen demektir. Bazen fesad ve bozulma da مَاْكُولٌ sözcüğüyle ifade edilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve birkaç isim formunda 109 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli olmamakla birlikte küllenmek ifadesi işari olarak bu kökü hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اخْتَلَفْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ شَيْءٍ car mecruru ف۪يهِ ‘deki zamirin temyizidir.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
حُكْمُهُٓ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
اخْتَلَفْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ
İsim cümlesidir. Mukadder istînâf için mekulü’l-kavl olup, mahallen mansubdur. Takdiri, ..قل لهم- والخطاب للرسول عليه السلام- ذلك الله ربّي (Hitap Resulullah (sav)’edir. Onlara İşte bu Rabbim Allah’tır de) şeklindedir.
İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. رَبّ۪ي ikinci haber olup, mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ üçüncü haber olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline mütealliktir.
تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُۗ fail olarak mahallen merfûdur.
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la تَوَكَّلْتُ ‘ye matuftur. اِلَيْهِ car mecruru اُن۪يبُ fiiline mütealliktir.
اُن۪يبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
اُن۪يبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, مَا ’nın haberidir.
İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ف۪يهِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ ‘a , مِنْ شَيْءٍ car mecruru ise ف۪يهِ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
شَيْءٍ ’indeki tenvin kesret ve nev ifade eder. Bu kelime مَا ‘daki ibhamı temyiz içindir.
فَ karinesiyle gelen فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِ cevap cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade için izafet formunda gelen حُكْمُهُٓ , mübtedadır. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur اِلَى اللّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.
اِلَى اللّٰهِۜ ’deki اِلَى harfi, temsilî mecaz olarak intihâ içindir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ شَيْءٍ ’in ibaresi gelerek onlar arasında meydana gelen muhalefet kemâl surette ifade edilmiştir. Yani, herhangi bir şey veya herhangi bir konu manası taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.79)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَحُكْمُهُٓ - اخْتَلَفْتُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Cümle mukadder bir sözün mekulü’l-kavlidir. Müstenefe olan cümlenin takdiri … قل لهم [Onlara deki] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl konumundaki sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi ذٰلِكُمُ , mübteda, lafz-ı celâl haberdir. رَبّ۪ي ikinci, عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ üçüncü haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبّ۪ي izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder.
رَبّ۪ي sözünde hitap zamirinden mütekellim zamirine iltifat yapılmıştır. Takdiri, ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكم (İşte bu sizin rabbinizdir.) şeklindedir. عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ cümleleri mu’tarızadır. (Âşûr)
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ cümlesi ذٰلِكُمُ ’ün üçüncü haberidir. Sebat, temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُۗ fiiline, اِلَيْهِ car mecruru da اُن۪يبُ fiiline mütealliktir. Car mecrurların takdimi tahsis ifade eder. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen اِلَيْهِ اُن۪يبُ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Atıfla gelen son iki cümlede car-mecrurların takdimi ihtisas ifade eder.(Âşûr) Tevekkül etmeyi ve dönüşü O’na hasretmiştir. Her iki cümle de kasr-ı sıfat alel mevsuf ve hakiki kasırdır. Takdim edilen maksûrun aleyhtir.
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
İşaret ismi, ihtilaflar konusunda hüküm vermekle vasıflanmış olan lafza-i celâle aittir. O'nun sıfatları; veli oluşu, ölüleri diriltmesi ve her şeye gücünün yetiyor olmasıdır. İşaret ismi, bunların hepsini gözümüzün önünde canlandırır, lafza-i celâl, bu cümlede haber olur ve hükmedenin, veli olanın ve ölüleri diriltenin Allah olduğunu ifade eder. Mühim olan bunların, konuşanın kendinden kaynaklanmasıdır. Arkadan da ulûhiyetin celâlinden, ihsan, ikram, rahmet ve iyilik mertebesine intikal etmek için رَبّ۪ي lafzı gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.80)
Kurtubî şöyle der: Burada hazif vardır. Yani, ey Peygamber! Onlara de ki : İşte ölüleri dirilten ve ihtilaf edenler arasında hükmeden o Allah, benim Rabbimdir. عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ [Bütün işlerimde sadece O'na dayandım.] وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ [Önüme çıkan bütün müşkil ve zorluklarda, O'ndan başka hiç kimseye değil, sadece O'na başvururum.] Râzî şöyle der: Bu ibare, hasr ifade eder. Yani, sadece O'na dayanır ve sadece ona başvururum demektir. Bu, Allah'tan başkasını dost edinen kimsenin tuttuğu yolun değersiz olduğuna işarettir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir - Fahreddin er-Râzî)
تَوَكَّلْتُۗ fiilinin mazi sigasıyla اُن۪يبُ fiilinin muzari sıygasıyla gelişi, onun Allah'a olan güveninin, halkının onu onaylamamasından önce olduğuna işaret içindir. (Âşûr)
Eğer yapılan herhangi bir iyilik sadece Allah rızası için yapılmıyorsa; belli bir raddeden sonra insanın öyle ya da böyle bir hesabı vardır. Ki saf bir niyetle dünyalık her zerreden sıyrılarak yalnız Allah rızası için yapmak imkansız değildir ama zordur. Zira; insanın nefsi hep uyanıktır ve devamlı kalp ile mücadele içindedir. Susmak bilmeyen bir hayvan gibi devamlı dikkatleri dağıtarak kendi üzerine çekmeye çalışır.
Görüştüğü birisine iyilik yapan çoğu insan, ister istemez belli beklentilere girer. Yaptığına değer verildiğini ya da mutlu olunduğunu bilmek hoşuna gider. Kimisi kendisi için önemli olan özelliklere göre kimin daha çok hakkettiğini ölçmeye çalışır. Bir kusur yakaladığında, belli sınırları çizmeye karar verir. Belki bunların bazısı, abartılmadığı sürece dünya şartlarında gereklidir.
Bu haller üzerinde düşünmek ve nefsini muhakeme etmek önemlidir. Bunlar, insana ne kadar aciz olduğunu hatırlatır. Merhameti sınırsız olan ancak Allah’tır. İnsan, belki kendisine teşekkür edildiğinde sevinirken; Allah’a olan şükrün faydası ya da inkarın zararı yine insanın kendisinedir. Ayrıca bunlar, şükrün ve tevbenin önemini de hatırlatır. Başkasına teşekkür etmesini ya da özür dilemesini bilmeyen, Allah’a hakkıyla şükür edebilir ya da O’nun affını isteyebilir mi? En ufak iyilikte, ufak bir tebessüm bile bekleyen kulun, Allah’a şükredecek ya da en ufak kusurda, heyecanlanan kulun, Allah’a tevbe edecek çok sebebi yok mudur?
Ey Azîz ve Hakîm olan Allahım! Biz, yalnız Seni dost ve koruyucu biliriz. Şüphesiz ki; Sen dostların ve koruyucuların en hayırlısısındır. Bizi; velisi ve yardımcısı olmayan zalimlerin amellerinden ve hallerimizi de onlara benzemekten muhafaza buyur.
Ey merhameti sınırsız olan Allahım! Kalbimizdeki imanı nurunla tamamla ve mertebesini yükselt. Yeryüzünde, dünya ve ahiret işlerinde, yalnız Senin rızan için çabalayanlardan olmamızı nasip eyle. Şükür ve tevbe etmesini bilenlerden eyle ve onları bizden kabul buyur.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji