1 Ocak 2026
Şûrâ Sûresi 16-22 (484. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şûrâ Sûresi 16. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ  ...


Allah’ın çağrısına uyulduktan sonra O’nun hakkında tartışmaya girenlerin delilleri Rableri katında batıldır. Onlara bir gazap vardır. Onlar için çetin bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimselerin
2 يُحَاجُّونَ tartışan(ların) ح ج ج
3 فِي hakkında
4 اللَّهِ Allah
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 مَا
8 اسْتُجِيبَ kabul ettikten ج و ب
9 لَهُ onu
10 حُجَّتُهُمْ delilleri ح ج ج
11 دَاحِضَةٌ batıldır د ح ض
12 عِنْدَ yanında ع ن د
13 رَبِّهِمْ Rableri ر ب ب
14 وَعَلَيْهِمْ ve üzerlerine vardır
15 غَضَبٌ bir gazab غ ض ب
16 وَلَهُمْ ve onlara vardır
17 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
18 شَدِيدٌ şiddetli ش د د

Herkesin rabbinin bir olduğu kabul edildikten sonra, Allah Teâlâ’­nın zât ve sıfatlarının mahiyeti üzerinde yapılacak tartışmalar anlamsız kalacaktır. Çünkü bu konunun insan idrakini aştığı açıktır. 11. âyette geçen “O’na benzer hiçbir şey yoktur” cümlesi de bu konuya son noktayı koyan veciz bir uyarıdır. Dolayısıyla, bu tür tartışmalarla gerek kendilerini lâyıkı vechile Allah’a kulluk etmekten mahrum bırakan gerekse başkalarının zihinlerini örselemeye çalışan kimselerin hesap gününde Allah’a karşı ileri sürebilecekleri bir mazeret yoktur, dünyada iken kanıt saydıkları ama aslında kendilerini oyalayan gerekçeler O’nun katında hiçbir değer taşımayacaktır.

Âyetin, put vb. varlıkları da tanrı gibi görmekle beraber evrenin tek yaratıcısının Allah olduğunu kabul eden müşriklerin yanı sıra, tek tanrı inancına sahip olduğu halde Allah’ın zât ve sıfatları hakkında saçma tartışmalara dalan yahudileri ve bütün insanların rabbinin bir olduğuna inandıkları halde tanrı kavramını parçalayan ve peygamberlerine ulûhiyyet izâfe edecek kadar ileri giden hıristiyanları da kapsadığı söylenebilir. Fakat tefsirlerde genellikle, bazı yahudilerin Resûlullah’a iman eden kişileri bu inançtan caydırmak için çaba harcadıkları, kendi peygamberlerinin ve kitaplarının daha önce olduğu argümanından yararlanarak demagoji yaptıkları yönündeki bir rivayet esas alınmaktadır. Âyetin “O’nun çağrısı” şeklinde çevirdiğimiz “lehû” kısmındaki zamirin genellikle “Allah” lafzının yerini tuttuğu düşünülmüş ve “yani O’nun dini veya peygamberi” kabul edildikten sonra açıklaması yapılmıştır (Taberî, XXV, 18-19; İbn Atıyye, V, 31; Râzî, XXVII, 159). Derveze bu hususu izah ederken, Mekke döneminde Hz. Peygamber’in çağrısına icâbet edenlerin, önceki dinleri, etnik kökenleri ve sosyal tabakaları bakımından hemen hemen insanlığın bütün kesimlerini temsil edecek çeşitlilikte olduğu tarzında bir yorum yapar (V, 170-172; yakın bir yorum için bk. Ateş, VIII, 183-184). Belirtilen tesbitin isabet derecesi bir yana, bu yaklaşım benimsendiğinde âyete “O’nun dinine hemen her kesimden icâbet edenler bulunduğuna göre, Allah hakkında tartışmaya kalkacakların delilleri rableri katında geçersizdir” şeklinde bir mâna verilmiş olmaktadır. Her iki tarafta aklî muhâkemesi güçlü ve bilgili kişiler bulunduğu dikkate alındığında, bu yorumun pek mâkul olmadığı söylenebilir. Burada amaç Allah hakkındaki tartışmanın geçersizliğini her kesimden O’nun çağrısına uyanların bulunmasına bağlamak değil, Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul edenlerin bulunmasını takiben artık ona tâbi olanlarla olmayanlar arasında Allah hakkında bir tartışmanın gereksizliğini belirtmek ve müslümanları bu konuda uyarmaktır. Nitekim 15. âyette “Sizinle bizim aramızda ortak bir kanıt yok” diye çevirdiğimiz cümle bu anlayışı teyit etmektedir. Farklı inanç grupları arasında verilecek nihaî hükme ilişkin bir âyetin tefsiri sırasında bu husus açıklanmıştır (bk. Hac 22/17).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 740-741

وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُحَٓاجُّونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

يُحَٓاجُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فِي اللّٰهِ  car mecruru  يُحَٓاجُّونَ  fiiline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri,  في دين الله (Allah’ın dininde) şeklindedir.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يُحَٓاجُّونَ  fiiline mütealliktir.

مَا  ve masdar-ı müevvel  بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.  

اسْتُج۪يبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru mahzuf naib-i faile mütealliktir. 

حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

حُجَّتُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  دَاحِضَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

عِنْدَ mekân zarfı  دَاحِضَةٌ ‘e mütealliktir.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُحَٓاجُّونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  حجج ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

اسْتُج۪يبَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

دَاحِضَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  دخض  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  غَضَبٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 


وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan   يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife olması bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, onlara tahkir ifade eder. 

مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi  مَا ‘nın sılası olan  اسْتُج۪يبَ لَهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اسْتُج۪يبَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  حُجَّتُهُمْ  mübteda, دَاحِضَةٌ  haberdir.  عِنْدَ رَبِّهِمْ  şeklindeki mekan zarfıدَاحِضَةٌ ’e mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

دَاحِضَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

يُحَٓاجُّونَ - حُجَّتُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teala olması dolayısıyla  رَبِّ  ve  اللّٰهِ  isimlerinde tecrîd sanatı vardır.  عِنْدَ رَبِّهِمْ  izafeti, muzâfın tazimi içindir.

رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rabb isminin Allah’ın daveti hakkında mücadele edenlere ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)

رَبِّ - اللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ

 

Cümle atıf harfi  وَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  غَضَبٌ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedin, müsnedün ileyhe takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)

Cümlede müsnedün ileyh olan  غَضَبٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

عَلَيْ harf-i ceri istila manasıyla gazabın onları her yönden sardığını, kuşattığını ifade eder.

Burada görülen korkunç durumlar  غَضَبٌ  kelimesinin nekreliğiyle başlar. Bu kelime, aynı zamanda mutlak olarak gelmiştir. Herhangi bir gazab, değeri takdir edilemeyecek bir gazab demektir. Bunun şiddetini kimse hafifletemez. Burada car mecrur takdim edilmiştir. Bu takdim ihtisas ifade eder, yani sadece onlara mahsus olduğu manasını taşır. Bu gazab diğer batıl ehlini kapsamaz. Çünkü hakkı yok etmeye çalışmaktan daha korkunç bir batıl hareket yoktur. Bu kişiler dalâlete düşmekle kalmamış, başkalarını da dalâlete düşürmeye çalışmışlardır. Küfretmekle kalmamış başkalarını da küfretmeye teşvik etmişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.126)


وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ

 

Aynı üslupla gelen لَهُمْ عَذَابٌ  cümlesi  حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Aynı zamanda müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve teksir ifade etmiştir.

شَد۪يدٌ  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

شَد۪يدٌ, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

غَضَبٌ - عَذَابٌ - شَد۪يدٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Önceki cümledeki gazabdan sonra azap zikredilerek derecelendirme yapılmıştır.

 
Şûrâ Sûresi 17. Ayet

اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ  ...


Allah, hak olarak Kitab’ı ve mizanı indirendir. Sen nereden bileceksin belki de o saat (kıyamet) yakındır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah’tır
2 الَّذِي ki
3 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
4 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
5 بِالْحَقِّ gerçeği içeren ح ق ق
6 وَالْمِيزَانَ ve ölçüyü و ز ن
7 وَمَا ne?
8 يُدْرِيكَ bilirsin د ر ي
9 لَعَلَّ belki
10 السَّاعَةَ (o) sa’at س و ع
11 قَرِيبٌ yakındır ق ر ب

Kitab kelimesiyle peygamberlere indirilen ilâhî mesajlar bütününün (İbn Atıyye, V, 31; Zemahşerî, III, 401) veya Kur’an-ı Kerîm’in (Taberî, XXV, 20) kastedildiği yorumları yapılmıştır; Hadîd sûresinin 25. âyeti birinci yorumu teyit etmektedir.

“Ölçü ve denge” diye tercüme edilen kelimenin âyetteki karşılığı mîzândır. Bu kelime birçok âyette “tartı” anlamında kullanılmıştır. Bu bağlamda ise müfessirlerin çoğunluğu tarafından adalet” mânasında anlaşılmıştır. Bazı müfessirler bu kelime için, “ilâhî kitaplarda insanın yapması gerekenlerle ilgili olarak açıklananlar yani davranış ölçüleri”, bazıları da “kulluk çağrısına uymanın ödüllendirilmesi ve Allah’a başkaldırmanın cezalandırılması” yorumunu yapmışlardır (Şevkânî, IV, 608). Âyetin bağlamı ve konuya ilişkin başka âyetler ışığında bu kelime “ölçü, denge, denge kanunu, iyiyi kötüden doğruyu eğriden ayırt etme yeteneği, davranışları değerlendirme kriteri, adalet duygusu” gibi mânalarla da açıklanabilir. Adaleti gerçekleştirme, düzgün biçimde ölçmek ve değerlendirmekle mümkün olduğuna göre, bunu sağlamak için maddî varlıklarda tartı âletine, mânevî konularda ise akıl ve ruhun belli donanımlarına, varlık ve olaylar arasında gerekli dengeyi kuracak muhakeme gücüne ihtiyaç vardır (İbn Atıyye, V, 31; adalet” hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/58, 135; A‘râf 7/159, 181; Nahl 16/90).

Yüce Allah’ın kitabı indirmesi, ölçü ve dengeyi var etmesinden bahsedilmesinin âyetin sonundaki şu cümleye fikrî hazırlık amacı taşıdığı anlaşılmaktadır: “Kıyamet vakti belki de çok yakın!” Buna göre âyetin anlamı şu olmaktadır: Evreni yaratan, ilâhî bildirimlerde bulunan, ölçü ve dengeyi var eden yüce yaratıcının böylesine bir düzeni gayesiz, boş yere kurmuş olması düşünülemez; bilinmeli ki bu dünyada yapılıp edilenlerin ölçülüp değerlendirileceği ve sonuçlarının görüleceği bir gün mutlaka gelecektir. Birçok âyet bu yorumu desteklemektedir. Zemahşerî ise âyetin başı ve sonu arasındaki bağı şöyle açıklar: Kıyamet, öldükten sonra dirilmek, hesap gününün gelmesi ve adaletin icrası için tartıların işletilmesi demektir; şu halde âyette âdeta “Allah size, hesaba çekileceğiniz, amellerinizin tartılıp herkese hak ettiğinin verileceği gün gelmeden önce adalet ve eşitlikle muamele etmenizi ve dinlerin gereklerine uymanızı buyurdu” denmektedir (III, 401). “Nereden bileceksin?” anlamındaki ifade muayyen bir kişiye hitap olmayıp âyetin bütün muhataplarını kıyamet gerçeği üzerinde düşünmeye çağırmaktadır (İbn Âşûr, XXV, 68-69).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 741-742

اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  الَّـذ۪ٓي  müfred müzekker has ism-i mevsûl mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ الْكِتَابَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بِالْحَقِّ  car mecruru  الْكِتَابَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  الْم۪يزَانَۜ  atıf harfi و ‘la  الْكِتَابَ ‘ye matuftur. 

اَنْزَلَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İstifham ismi  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُدْر۪يكَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.   

يُدْر۪يكَ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَعَلَّ السَّاعَةَ  cümlesi  يُدْر۪يكَ ’nin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

السَّاعَةَ  kelimesi  لَعَلَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  قَر۪يبٌ  kelimesi  لَعَلَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

يُدْر۪يكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  درى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsned konumundaki has ism-i mevsûlün sılası olan  اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsin önemini vurgulamak ve gelen habere dikkat çekmek içindir. 

İsm-i celâlden, ism-i mevsûlle haber verilmesi, sıladaki kitap ve mizan indirme manası dolayısıyladır. İsm-i mevsûlde gelecek olan habere ima vardır. Haber, hak ve adalettir.

(Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْكِتَابَ ’deki marifelik cins içindir. بِالْحَقِّ ‘deki  بِ  harf-i ceri ise mülâbese içindir. (Âşûr)

الْحَقِّ - الْم۪يزَانَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَنْزَلَ  fiilinin karinesiyle, adalet ve doğruluk anlamında gelen  الْم۪يزَانَۜ , (Âşûr) mef’ûl olan   الْكِتَابَ ‘ye matuftur. 

بِالحَقِّ  ifadesindeki  بِ  harfi mülâbese içindir. Yani kitapları batıldan uzak bir şekilde hak ile indirdi demektir.  المِيزانُ  kelimesi burada  أنْزَلَ  fiilinin karinesiyle adalet ve hidayet manasında müsteardır. Çünkü indirilen şey dindir ve din; din hakkında yapılan tartışmalarda ve hakların verilmesinde adaleti emreder. Adalet iki kefesinin eşitliği istenen teraziye benzetilmiştir. (Âşûr)


 وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ

 

İstînâf cümlesine matuf bu cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tenbih ve uyarma manası taşıması  sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır.

Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.  

مَا  istifham harfi mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ  cümlesi haberdir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَعَلَّ ’nin dahil olduğu  لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يُدْر۪يكَ  fiilinin ikinci mef'ûlü olarak mahallen mansubdur.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  إِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için şeklinde tercüme edilir. Bu nedenle cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

السَّاعَةَ , kıyametten kinayedir.  

قَر۪يبٌ  kelimesi, vakit veya gelmek manasına işaret etmek üzere müzekker olarak gelmiştir. Yani ‘’belki de onun vakti yakındır ya da o vaktin gelişi yakındır’’ manasını taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130)

Bu cümle her ne kadar Peygamber Efendimize (sav) hitap etse de onun arkasından gelen ve hitap edilecek mevkide olan herkese yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.129)

Kur’an’da geçen her  مَا اَدْرَاكَ  sözünden sonra bahsedilen şey açıklanmıştır.

Ancak  وَمَا يُدْر۪يكَ  şeklindeki ifadelerde arkadan bir açıklama gelmemiştir;  وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ  şeklindeki bu ayette olduğu gibi. Tâhir bunun belki de bu kullanım sıygalarına mahsus bir şey olduğunu, bu konuda düşünülmesi gerektiğini söylemiştir. Belki de Şeyh Tâhir mazi fiille kullanımda konunun açıklanmasını ve muzari fiilden sonra ise konunun açıklanmaması hususunu araştırmayı kastetmiştir. Ben bu konuda Şeyh'in tavsiye ettiği gibi düşündüm ve bulabildiğim tek şey şu oldu: Mazi fiil geçmişte olan bir şeyi ifade eder, dolayısıyla bilinmesi gereken yerlerde kullanılır. “Onu sana ne bildirdi?” sorusu, onu sana bildiren şey hakkında değildir. Sual geçmiş hakkındadır. Yani bu olayın üzerinden zaman geçti, ama sen bilmediğin için biz şimdi sana bunu bildiriyoruz dercesine arkadan açıklama gelmiştir. Halbuki muzari fiille olan soru bu manada değildir. Çünkü muzari ya hale ya da geleceğe delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.130 ve Âşûr)
Şûrâ Sûresi 18. Ayet

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ  ...


Kıyamete inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, Kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْتَعْجِلُ çabuk gelmesini isterler ع ج ل
2 بِهَا onun
3 الَّذِينَ kimseler
4 لَا
5 يُؤْمِنُونَ inanmayan(lar) ا م ن
6 بِهَا ona
7 وَالَّذِينَ kimseler ise
8 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
9 مُشْفِقُونَ korkarlar ش ف ق
10 مِنْهَا ondan
11 وَيَعْلَمُونَ ve bilirler ع ل م
12 أَنَّهَا onun
13 الْحَقُّ gerçek olduğunu ح ق ق
14 أَلَا iyi bil ki
15 إِنَّ elbette
16 الَّذِينَ kimseler
17 يُمَارُونَ tartışan(lar) م ر ي
18 فِي hakkında
19 السَّاعَةِ (o) sa’at س و ع
20 لَفِي içindedirler
21 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
22 بَعِيدٍ uzak ب ع د

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ 

 

Fiil cümlesidir. يَسْتَعْجِلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  بِهَا  car mecruru  يَسْتَعْجِلُ  fiiline mütealliktir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir. 

يَسْتَعْجِلُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عجل ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يُؤْمِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ

 

İsim cümlesidir. و  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مُشْفِقُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.  مِنْهَا  car mecruru  مُشْفِقُونَ  kelimesine mütealliktir.

مُشْفِقُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ 

 

Fiil cümlesidir.  و  atıf harfidir.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlun bihi yerinde olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هَا  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.  الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

 

اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

 

İsim cümlesidir. اَلَٓا  tenbih edatıdır.  اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُمَارُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُمَارُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.  فِي السَّاعَةِ  car mecruru  يُمَارُونَ  fiiline mütealliktir.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. لَف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. بَع۪يدٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Bu ayetin ‘’saat’’ kelimesinin hali olması da caizdir. (Âşûr)

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fail konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  لَا يُؤْمِنُونَ بِهَا  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, adı geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir amacına matuftur. Onların isminin anılmasının kerih görüldüğü anlaşılmaktadır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  بِهَا , faile takdim edilmiştir. Acele ettikleri konunun önemine işaret eder.

İnkarcılarla ilgili bu cümlede her iki fiil de muzari sıyga ile gelmiştir. Bu kalıbın delaletlerinden biri olayın yenilenerek tekrarlanmasıdır.

Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِهَا  konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Bu acele etmek halen (tutum ve davranışla) ve kâlen (dil ile) olmak üzere iki şekildedir. Birisi olacağına inanmadıkları için doğru ise, hani ne zaman o vaat? ["Siz doğru söyleyenler iseniz bu tehdit ne zaman?"] (Yâsin, 36/48) diye eğlenmek suretiyle, dilleriyle acele ederler. Diğeri de imanları olmadığı için küfürle, haksızlıkla dengenin, adaletin bozulmasına, alemin nizamının (düzeninin) ihlaline sebep olmak suretiyle fiilen acele ederler. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Müsned olan  مُشْفِقُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Râğıb şöyle demiştir: Bu ayette geçen  إشفاق  kelimesi, ‘endişe ile birlikte korku’ demektir. Korku galip olduğu zaman  مِنْ  harfiyle kullanılır:  اَشْفَقْتُ مِنْهُ (ondan korktum) denir. Önem yönü vurgulanmak istendiği zaman علي harfiyle kullanılır.  اَشْفَقْتُ عَلَيْهِ  gibi. Ayrıca  وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesine, yüce bir manası olan  وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّ  cümlesi hal olarak eklenmiştir. Bu hal cümlesinde de muzari fiil gelmiştir, çünkü ilimleri zaman zaman tekrarlanır ve böylece yenilenir. İşte bu ilmin yenilenmesi, korkularını sabit ve devamlı kılar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.295)

وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olan  مُشْفِقُونَ ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi  اَنَّهَا الْحَقُّۜ , masdar teviliyle  يَعْلَمُونَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218)

الحَقُّ  kelimesindeki elif-lam cins içindir. Bu ifade müsnedün ileyhteki cinsin kemâli manada olduğunu mübalağalı olarak ifade etmek için müsnedin müsnedün ileyhe kasrı şeklinde gelmiştir. (Âşûr)

الْحَقُّۜ  masdardır. Masdar bütün cinslere şamildir. Masdarla vasıflanmak, mübalağa ifade eder.

Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Masdar ile haber vermekle yetinilmemiştir, ayrıca masdarın başına kemâle delalet eden cins ال  gelmiştir. Bu da, onların ilmi ve onların itikadı manasını taşır. Sabit, saf hakka hiçbir şüphe dahil olmaz. Şihab; buradaki  حق  kelimesinin  اَلْمُتَحَقِّقُ  yani ism-i fail manasında olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla masdar, ism-i fail yerine gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.132) Bu durumda mecazî isnad vardır.

لَا يُؤْمِنُونَاٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ  cümlesiyle  وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.


اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen  اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır.  اِنَّ  harfi,  اَلَٓا  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi, tenbih edatı ve lam-ı muzahlaka sebebiyle birden fazla tekid unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim ve teşvik içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan   يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlamıştır

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktır.

لَف۪ي ضَلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  بَع۪يدٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Dalaletin  بَع۪يدٍ ‘le sıfatlanması mecazî isnaddır. Küfür, yolda yürüyenin şaşırmasına benzetilmiştir. Yol uzaksa daha şiddetli olur ki, bu da onu hedefe döndürmenin güçlüğüne bir işarettir. (Âşûr)

Ayette üç kez tekrarlanan ismi mevsulün ilki ve üçüncüsü ile kafirlerlerden, ikincisi ile müminlerden bahsedilmektedir. الَّذ۪ينَ ’ler arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فِي السَّاعَةِ ‘deki  فِي  harfinde de istiare vardır. Saat kıyametten kinayedir. فِي  harfindeki zarfiyet manasıyla kıyamet zamanı, kapalı bir nesne yerine konarak zamanın kuşatıcılığında mübalağa yapılmıştır.
Şûrâ Sûresi 19. Ayet

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟  ...


Allah, kullarına çok lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 لَطِيفٌ lutufkardır ل ط ف
3 بِعِبَادِهِ kullarına ع ب د
4 يَرْزُقُ rızıklandırır ر ز ق
5 مَنْ kimseyi
6 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
7 وَهُوَ ve O
8 الْقَوِيُّ kuvvetlidir ق و ي
9 الْعَزِيزُ galiptir ع ز ز

İnsanın, bütün istek, eğilim ve çalışmalarına, dünya-âhiret den­ge­sini gözeterek ve sahip olduğu veya olabileceği bütün imkânların da yüce Allah’ın lutfu olduğunu asla gözden uzak tutmadan yön vermesi gerekir. 20. âyette âhiret kurtuluş ve saadetini samimiyetle isteyen için sadece istediğinin değil fazlasının da verileceği, dünya nimetlerini yeterli gören için ise istediklerinin bir kısmının karşılanacağı ama âhiretten yana bir payının olmayacağı belirtilmiştir. Dünya hayatından söz eden âyetlerde insanın dünya için çalışmaması ve nimetlerinden kendini yoksun bırakması gibi bir hedefin gösterildiğine asla rastlanmaz. Sadece, insanın doğasındaki dünya tutkusu ve yaşama arzusu gerçeğinden hareketle, bu tutkuyu dizginlememenin kötü sonuçlar getirebileceği ve asıl kalıcı hayatın âhirette olacağı yönünde uyarılar yapılır. Zaten âhiret kurtuluş ve saadetini özendiren âyetlerin kişiyi dünyadan tamamıyla soyutlanmış faaliyetlere yönlendirdiği de söylenemez. Zira âhiret kaygısı taşıyarak adım atmak, –son tahlilde– dünya hayatının insana yaraşır biçimde, dirlik ve düzenlik içinde olması sonucunu da doğuracaktır. Nitekim dünya veya âhiret mutluluğunu arzulama konusundaki yaklaşımların değerlendirildiği –ve bu konudaki açıklamaların özeti sayılabilecek– bir âyette her iki hayatta güzellik ve mutluluğu dileyenler övülmüştür (bk. Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/145).

20. âyette iki defa geçen hars kelimesi sözlükte, “tarlayı sürmek, toprağı işleyip tohum atmak, ekilmiş tarla, ondan elde edilen mahsul” gibi mânalara gelir. Bu mâna ile bağlantılı olarak, “ileride kazanmak için yapılan çalışmalar ve onların sonuç ve semereleri” anlamında da kullanılır. Âyette kastedilen mânanın da bu olduğu anlaşılmaktadır (Şevkânî, IV, 610; Elmalılı, VI, 4237); bu sebeple kelime, meâlde “kazanç” şeklinde karşılanmıştır.

Aynı âyette gerek dünya gerekse âhiret hayatıyla ilgili yönelişler “kim isterse” şeklinde belirtilerek eylemlerimizde niyet ve iradenin önemine dikkat çekilmiştir. 19. âyette işaret edildiği üzere, karşılaşacağımız sonuçları meydana getiren üstün irade yüce Allah’a ait olmakla beraber, bize de bu sonuçlarla ilgili bir tercih imkânı ve irade gücü verilmiştir. Şu halde bizim sorumluluğumuz açısından önemli olan o sonuçları gerçekleştirmek değil, istemek ve o yönde çaba sarf etmektir (niyet ve irade konusunda ayrıca bk. Bakara 2/7, 284; Âl-i İmrân 3/145; Nisâ 4/117;). İndiği dönemin şartları dikkate alınarak 19 ve 20. âyetlerin, Mekke müşriklerinin sahip oldukları maddî imkânlarla övünüp bunu kendilerinin Allah katında daha itibarlı kimseler olduğunu gösteren bir delil gibi kullanmalarını reddetme anlamı taşıdığı da düşünülebilir. Böylece, insanların dünya hayatındaki durumlarının gerçekte Allah’ın koyduğu hikmetli yasalara göre şekillendiği, ama burada iyi imkânlara sahip olmanın âhiret kaygısı taşımayanlar için orada bir yarar sağlamayacağı belirtilmiş olmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 745-746

  Şeye'e  شيء  :

  شَيْءٌ bir görüşe göre bilinmesi ve hakkında haber verilmesi mümkün olan şey anlamına gelir ve mevcudu da ma'dumu da kapsar. Bazılarına göre ise شَيْءٌ sözcüğü mevcut olanı ifade eder.

  Köken olarak شاءَ - يَشاءُ  fiilinin mastarıdır. Bununla Yüce Allah vasfedildiğinde irade eden ve dileyen; O'ndan başkası vasfedildiğinde ise irade edilen ve dilenen anlamına gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de  sülasi fiil ve bir isim formunda olmak üzere 519 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şey, eşya, (in)şâ(Allah), (mâ) şâ(Allah)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  لَط۪يفٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بِعِبَادِه۪ car mecruru  لَط۪يفٌ ‘e mütealliktir.  Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرْزُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

لَط۪يفٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْقَوِيُّ  haber olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزُ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ ve  الْقَوِيُّ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَللّٰهُ  mübteda,  لَط۪يفٌ  haberidir. 

بِعِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ  cümlesi, ikinci haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İmam Gazâlî’nin  لَط۪يفٌ  kelimesinin manası hakkında çok güzel bir tefsiri vardır. “Bu ismi, sadece maslahatların inceliklerini ve sırlarını bilen ve bundan sonra da maslahat yollarına yumuşaklıkla, hoşgörüyle, her türlü sertlikten uzak olarak götüren zat hak eder. Dolayısıyla fiilde merhamet ve lütuf birleştiği vakit latîfin manası ortaya çıkar, bunun kemal şekli Allah Teâlâ’dan başkası için tasavvur edilemez.” Gazâlî’nin kelamı bu kadardır ve bu gerçekten son derece yüce bir kelam ve latîfin manası için güzel bir tasvirdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.136)

لَط۪يفٌ  kelimesinin  السَّاعَةِ 'tan sonra zikredilmesi, "ibtidaî" (cümle başlangıcı) değil, onun arkasından tertiplenmiş bir vaad olduğuna işaret eder. Burada kulların Allah'a izafe edilerek "Allah'ın kulları" denilmesi, şeref için olarak ["İman edenler ise ondan çekinirler."] (Şûra, 42/18) buyurulan müminleri gösterir. Bu şekilde hem bu vaadin iman ve kulluğa gerekli olduğunu ima eder, hem de esas itibarıyla bu sonucun zorunlu olmayıp lütuf ve ilâhi dileme eseri olduğunu anlatır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟  isimleri marife gelmiştir. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi, s. 218)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْقَوِيُّ - الْعَز۪يزُ۟  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 
Şûrâ Sûresi 20. Ayet

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ  ...


Kim âhiret kazancını isterse, onun kazancını artırırız. Kim de dünya kazancını isterse, ona da istediğinden veririz, fakat onun ahirette hiçbir payı yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ise ك و ن
3 يُرِيدُ istiyor ر و د
4 حَرْثَ ekinini ح ر ث
5 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
6 نَزِدْ artırırız ز ي د
7 لَهُ onun için
8 فِي
9 حَرْثِهِ onun ekinini ح ر ث
10 وَمَنْ ve kim
11 كَانَ ise ك و ن
12 يُرِيدُ istiyor ر و د
13 حَرْثَ ekinini ح ر ث
14 الدُّنْيَا dünya د ن و
15 نُؤْتِهِ ona veririz ا ت ي
16 مِنْهَا ondan bir şey
17 وَمَا fakat olmaz
18 لَهُ onun
19 فِي
20 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
21 مِنْ hiçbir
22 نَصِيبٍ nasibi ن ص ب
Peygamberimizin bu âyetle ilgili olarak şöyle buyurduğu bildirilmiştir:” Yüce Allah buyuruyor ki :Ey Ademoğlu kendini Bana kulluğa ver ki gönlünü zenginlikle doldurayım, ihtiyacını gidereyim. Öyle yapmazsan seni faydasız işlerle oyalarım ihtiyacını da gidermem.” (Tirmizi ,sıfatü’l Kıyame 30; İbni Mace, Zühd 2; Ahmet b. Hanbel , Müsned, II ,358)

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ

 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.  

كَانَ يُر۪يدُ  cümlesi  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ  cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  حَرْثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. 

نَزِدْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur . لَهُ  car mecruru  نَزِدْ  fiiline mütealliktir.  ف۪ي حَرْثِه۪  car mecruru  نَزِدْ  fiiline mütealliktir. 

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أرد ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.  كَانَ يُر۪يدُ  cümlesi  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  يُر۪يدُ  fiili  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. حَرْثَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الدُّنْيَا  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  نُؤْتِه۪ مِنْهَا  cümlesi şartın cevabıdır.  نُؤْتِه۪  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.  مِنْهَا  car mecruru  نُؤْتِ  fiiline mütealliktir. 

نُؤْتِه۪ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi   أتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ  harfi zaiddir.  نَص۪يبٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ , mübtedadır.  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ , hem şart cümlesi hem de  مَنْ ’in haberidir.

كان ’nin haberi olan  يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103) 

Veciz ifade kastıyla gelen  حَرْثَ الْاٰخِرَةِ  izafetiيُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlüdür. 

حَرْثَ الْاٰخِرَةِ  ifadesinde istiare vardır. Ürün yetiştirme, ahiret sevabı için müstear olmuştur.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

ف۪ي حَرْثِه۪ۚ  ibaresinde, ف۪ي  harfinde istiare vardır.  حَرْثِ  yani tarla, içine girilmeye müsait olmadığı halde zarfiye manası ihtiva eden  ف۪ي  harfiyle içi olan bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, ikisi arasındaki mutlak irtibattır.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ [Kim ahiret ürününü istiyorsa…] ayetinde is­tiare vardır. Yüce Allah, ahiret için çalışmayı, istiare-i temsîliyye yoluyla, meyve ve hububatını toplamak için ekin eken kimseye benzetti. Bu, latîf istiarelerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Konudaki önemine binaen tekrarlanan  حَرْثَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Din ilminin konusunun iradî fiiller olduğuna dikkat çekmek ve bu lütuf ve vaadin niyyet ve iradeye bağlı olduğunu açıklamak için de buyuruluyor ki: Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ

 

 

Cümle atıf harfi  و ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا  hem şart cümlesi hem de  مَنْ ’in haberidir.

كان ’nin haberi olan  يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder, yani bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât s. 112)

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُؤْتِه۪ مِنْهَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Ürün yetiştirme manasındaki  حَرْثَ , bu cümlede de sevap için müstear olmuştur. Önceki cümlede ahiret, bu cümlede dünya tarlaya benzetilmiştir.

مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ  cümlesi ile  وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  

وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ  cümlesi, şartın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan  لَهُ  mahzuf mukaddem habere,  فِي الْاٰخِرَةِ  ise mahzuf hale mütealliktir.  مِنۡ , tekid ifade eden zaid harftir.  نَص۪يبٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olarak muahhar mübtedadır.

نَص۪يبٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir nasip’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

حَرْثَ  , الْاٰخِرَةِ  , كَانَ  , مِنْ  , يُر۪يدُ  kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَرْثَ - نَص۪يبٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

حَرْثَ , aslında sözlük anlamı olarak ‘yeri onarıp tohum atmak’ demektir. Kamus şerhi sahibinin hatırlatmasına göre  زرأ (ekin ekmek) fiilinden daha geniş anlamlıdır. حَرْثَ ,  ‘sürmek’ manasına da gelir. Râgıb'ın dediği gibi  مَحْروث ‘a yani ekilen tarlaya ve ondan meydana gelen ekine de  حَرْث  denilir. Kelimenin asıl manası olan bu iki manayı, ekim ve ekin diye ifade edebiliriz. Bu manalardan istiare yoluyla ilerde kazanmak için yapılan çalışmalar, çabalarla onların meyveleri ve sonuçları hakkında da kullanılır ve örf olmuştur, nitekim bu ayette de böyledir. Amel veya sevabı demektir. Bu ayet bize gösteriyor ki din işi bir  حَرْث  yani ucunda hasılat almak, kazanmak maksadıyla yapılan bir ekim, bir kültür işidir. Bu da ucunda istenilen yani niyet olunan gaye ve maksatla uyumludur. Bu yönüyle  حَرْث  iki kısımdır. Birisi ahiret gayesi, ahiret sevabı diğeri de dünya yararı ve menfaati arzu edilendir. Her kim din adına yaptığı ameli sırf ahiret sevabına niyet ederek yaparsa biz ona kazancında fazlalık veririz. Ekinini, hasılatını artırırız, yani ahirette kat kat fazlasıyla vereceğimiz gibi dünyasından da veririz, o lütuf ve rızık o şekilde artar. Her kim de dünya harsini isterse, dünya kârı için, yani ölmezden önce dünya hayatında ereceği bir maslahat ve gaye için çalışırsa Ona da ondan, o geçici dünyadan veririz. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Allah Teâlâ bu ayette, ahireti isteyen ile dünyayı isteyen arasında, şu bakımlardan fark olduğunu ortaya koymuştur.

a) Ahiret ekinini isteyeni bu ayette dünya ekinini isteyenden önce zikretmiştir ki bu, bir üstün kılma (ve iltifatın) emaresidir 

b) Ahiret ekinini isteyen kimse hakkında, ["Onun ekinini artırırız"] buyurmuş, dünya ekinini murad eden hakkında da, ["Ona da, (yalnız) bundan veririz.."] buyurmuştur. Bu ifadedeki  مِنْهَا  ifadesi, kısmîlik ifade eder. Buna göre mana, "Ona, onun istediği şeylerin hepsini değil bir kısmını verir" şeklinde olur.

Ben derim ki: Aklî delil ile bu iki hususu açıklamak mümkündür: Çünkü ahiret için çalışıp, bu işe devam eden herkesin bu hususta yaptığı amellerin çokluğu, o kimsede birtakım melekelerin meydana gelmesine sebep olur.

Ama dünyayı isteyen kişi bu isteğinde ne kadar ısrarlı ve devamlı olursa, dünyayı elde etme hususundaki arzusu da o nispette çoğalır ve dünyaya meyli o nispette kuvvetlenir. Meyil hep artmakta olup, elde edilmek istenen şey de aynı halde kalınca, mahrumiyet de şüphesiz o nispette gerekli ve elzem olur.

c) Ahiret ekinini isteyenler hakkında, ["Onun mahsulünü artırırız"] buyurmuştur. Bu kimseye, dünyayı (dünya hayır ve menfaatlerini) nasip edip etmeyeceğinden bahsetmemiş, bu konuda ne müspet ne de menfi bir şey bildirmeyip meskût bırakmıştır. Fakat dünya ekinini isteyen kimseye, Allah Teâlâ çok açık ve net bir biçimde ahiret payından hiçbir şey vermeyeceğini beyan buyurmuştur. Ki işte bu, bu hususta büyük bir farkın bulunduğuna delalet eder. 

d) Ahireti isteyenin, istediği şeyin fazla fazla verileceğini beyan buyurmuş; dünyayı isteyenin isteklerinin ise ancak bir kısmının verilip, artık ahirette onun için hiçbir pay olmadığını bildirmiştir. Böylece Cenab-ı Hak ilk cümle ile ahireti isteyenin halinin hep terakki ve artışa doğru tırmandığını; ikinci cümleyle de, dünyayı isteyenin durumunun, birinci makamda (dünyada), noksanlıkta; ikinci makamda (ahirette) de tam bir butlan (yokluk) içinde olduğunu beyan etmiştir.

e) Ayet, gerek ahiret ve gerekse menfaatlerinin hemen hazır (çantada keklik) olmayıp, aksine her iki konuda da mutlaka bir  حَرْث (ön hazırlık/ekim) yapmanın gerekli olduğuna delalet etmektedir. Ekim ise, ancak ekme ile ilgili birtakım güçlüklere katlanma, sonra sulama, sonra büyütme, hasat etme, daha sonra da temizleme ve seçme ile elde edilir. Cenab-ı Hak, bu ikisine de  حَرْث  adını verince, herbirinin, birtakım zorluklara ve güçlüklere göğüs germe ile elde edileceğini anlıyoruz. Hak Teâlâ sonra, ahiretin artmaya ve hep kemâle doğru yükselmeye, dünyanın ise önce noksanlaşmaya, sonra da yok olmaya mahkum olduğunu beyan buyurmuştur. Binaenaleyh adeta, "Bu iki kısmın her birinde de ekimin, sulamanın, büyütmenin, hasadın ve ayıklamanın yorgunluk ve sıkıntılarına her halükârda göğüs gerildiğine göre, bu yorgunlukları hep artışa ve sürekliliğe doğru gidene yöneltmek; noksanlığa ve yokluğa gidene yöneltmekten daha evlâdır" denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Şûrâ Sûresi 21. Ayet

اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zâlimler için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 لَهُمْ onların var (mı?)
3 شُرَكَاءُ ortakları ش ر ك
4 شَرَعُوا şeriat kılan ش ر ع
5 لَهُمْ kendilerine
6 مِنَ
7 الدِّينِ dini د ي ن
8 مَا
9 لَمْ
10 يَأْذَنْ izin vermediği ا ذ ن
11 بِهِ onu
12 اللَّهُ Allah’ın
13 وَلَوْلَا eğer olmasaydı
14 كَلِمَةُ sözü ك ل م
15 الْفَصْلِ ayırım ف ص ل
16 لَقُضِيَ derhal hüküm verilirdi ق ض ي
17 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
18 وَإِنَّ ve kuşkusuz
19 الظَّالِمِينَ zalimler (için) ظ ل م
20 لَهُمْ onlara vardır
21 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
22 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

Önceki ilâhî dinlerin mensuplarının kendi dinleri hakkında ayrı­lığa düşüp parçalanmalarından söz eden âyetleri takiben burada da müşriklerin, dinin temeli ve kaynağı konusundaki ayrılıklarına, yani bütün ilâhî dinlere karşı çıkıp sapkınlık ve inkârcılık önderlerinden şirk dinini almaları konusuna geçilmektedir. Âyette soru ifadesinin kullanılması, bir yandan Allah’ın izin vermediği dinî kurallar konmasını kınama, diğer yandan da şirki bir tür din olarak empoze edenleri eleştirme anlamı taşımaktadır. Kendileri için din koyan ortaklar ile onlara şirki cazip gösteren şeytanların veya taptıkları putların kastedilmiş olması da muhtemeldir ki müfessirler genellikle –bizim de meâlde tercih ettiğimiz– bu iki mânayı esas almışlardır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 401-402; Râzî, XXVII, 163; âyetin ikinci cümlesinin izahı için bk. 14-15. âyetlerin tefsiri).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 746-747

اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır.  Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكٰٓؤُ۬ا  mübteda olup lafzen merfûdur. شَرَعُوا  fiil cümlesi  شُرَكٰٓؤُ۬ا ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

شَرَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru  شَرَعُوا ‘ya mütealliktir.  مِنَ الدّ۪ينِ  car mecruru  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَمْ يَأْذَنْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَأْذَنْ  meczum muzari fiildir.  بِهِ  car mecruru  يَأْذَنْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 


 وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani ‘değil mi?’ manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

كَلِمَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودة  (Mevcuttur.) şeklindedir. الْفَصْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قُضِيَ  fetha üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı  قُضِيَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

لَهُمْ  car mecruru  عَذَابٌ ‘a mütealliktir.  عَذَابٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ

 

Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  atıf ve idrâb harfidir. Yani  بل  ve hemze manasındadır.

Râzî ise farklı görüştedir. Ayetin başındaki  اَمْ  lafzının hemzesinin takrir (iyice anlatma) ve tefrî’ için olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكٰٓؤُ۬ا , muahhar mübtedadır. 

Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp tevbih ve tahkir anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ  cümlesi  شُرَكٰٓؤُ۬ا  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  شَرَعُوا  fiiline müteallik olan car mecrurlar  لَهُمْ  ve  مِنَ الدّ۪ينِ , ihtimam için mef’ûl konumundaki mevsûle takdim edilmiştir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهِ , ihtimam için fail olan  اللّٰهِ ‘ya takdim edilmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Buradaki  اَمْ , intikal ile alakalı bir idrâbdır. Yani önceki manayı bırakıp zıt bir mana ifade eder. İstifham, olumsuzluk ve azarlama manası taşır. Aslında onlar için şeriat koyan ortaklar yoktur, onların şirk koştukları şeyler şeriat koymaz. Çünkü onlar; işitmeyen, görmeyen, kendilerine dua edildiğinde duaları işitmeyen, duysalar bile bu dualara cevap vermeyen ortaklardır. Bunda onların ibadet edilmeyi hak etmeyen şeylere ibadet ettiklerine uyarı vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.143)

الدّ۪ينِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr) 


 وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haberî isnaddır. Şart cümlesi;  لَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ  menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  كَلِمَةُ الْفَصْلِ ’nin takdiri  موجودة (Mevcuttur) olan haberi mahzuftur.  

Müsnedün ileyh  كَلِمَةُ الْفَصْلِ , az sözle çok anlam ifade eden izafet formunda gelmiştir. Bu izafet, kıyamet gününden kinayedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

لَقُضِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naibi failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Burada  الْفَصْلِ ْ kelimesinin zikredilmesi, bu kelimede bulunan hüküm manası dolayısıyladır. Bunun için de kıyamet günü, fasıl günü olarak isimlendirilmiştir.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.146)

Eğer الْفَصْلِ  kelimesi olmasaydı aralarında hüküm yerine getirilmiş, bitirilmişti. الْفَصْلِ azabın belirli bir süreye geri bırakılmasına dair ezelde önceden kararlaştırılan kelimedir. Burada الْفَصْلِ  hüküm veya beyan veya tefrik (ayırma) manalarına olabilir. Tefrik manasında: Müminlerle kâfirler arasında ["Bir zümre cennette, bir zümre cehennemde."] (Şûra, 42/7) hükmü veya müşriklerle taptıkları ortakların aralarının açılması veya dünya kazancı hükmünün ahiret kazancı hükmünden ayrılması manaları düşünülebilir. Gerçi mananın aslı cezanın saatine geri bırakılması meselesidir ki ["Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır."] ifadesiyle tamama erdirilip beyan buyuruluyor. Yani hak dinin gereği Allah şeriatının hükmü olan fasıl ve kaza ezelde vakit ve saatine geri bırakılmakla icrasız kalmayacaktır. Bütün zalimlere elemli bir azap muhakkaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


 وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

و , atıf arfidir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

Müşriklerin zalimler olarak isimlendirilmesinde, şirkin zulüm olduğu manası vardır. 

الظَّالِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. 

Müsned olan bu cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ اَل۪يمٌ , muahhar mübtedadır.

عَذَابٌ ’daki nekrelik, bu azabın tasavvur edilemeyecek evsafta olduğuna işarettir.

اَل۪يمٌ , müsnedün ileyhin olan  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Azabın  اَل۪يمٌ ‘la sıfatlanmasında, aklî mecaz sanatı vardır. 

الظَّالِم۪ينَ - شُرَكٰٓؤُ۬ا  ve  عَذَابٌ - اَل۪يمٌ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Şûrâ Sûresi 22. Ayet

تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ  ...


Sen, zalimlerin yaptıkları şeyler tepelerine inerken bu yüzden korku ile titrediklerini göreceksin. İnanıp yararlı işler yapanlar da cennet bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu büyük lütuftur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَرَى görürsün ر ا ي
2 الظَّالِمِينَ zalimlerin ظ ل م
3 مُشْفِقِينَ korkudan titrediklerini ش ف ق
4 مِمَّا yüzünden
5 كَسَبُوا yaptıkları işler ك س ب
6 وَهُوَ ve o
7 وَاقِعٌ başlarına inerken و ق ع
8 بِهِمْ onların
9 وَالَّذِينَ fakat
10 امَنُوا inananlar ا م ن
11 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
12 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
13 فِي
14 رَوْضَاتِ bahçelerindedirler ر و ض
15 الْجَنَّاتِ cennet ج ن ن
16 لَهُمْ onlara vardır
17 مَا her şey
18 يَشَاءُونَ diledikleri ش ي ا
19 عِنْدَ yanında ع ن د
20 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
21 ذَٰلِكَ işte
22 هُوَ budur
23 الْفَضْلُ lutuf ف ض ل
24 الْكَبِيرُ büyük ك ب ر

تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. تَرَى  fiili  ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت 'dir. 

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi hal  olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  مُشْفِق۪ينَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.   

هُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْ  cümlesi  كَسَبُوا ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  و  ve zamir” veya yalnız و   gelir. Bazen و  gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  وَاقِـعٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  بِهِمْ  car mecruru  وَاقِـعٌ ‘a mütealliktir.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

وَاقِـعٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan وقع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

ف۪ي رَوْضَاتِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْجَنَّاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الصَّالِحَاتِ   kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ 

 

Cümle mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاؤُ۫نَ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاؤُ۫نَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı  يَشَٓاؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِ  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ  isim cümlesi  ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir.  الْفَضْلُ  kelimesi  ذٰلِكَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْكَب۪يرُ  kelimesi, الْفَضْلُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur. Veya  هُوَ  ikinci mübtedadır.  الْفَضْلُ  kelimesi هُوَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْفَضْلُ - الْكَب۪يرُۜ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Çünkü önceki cümlenin manasını tekid etmekte ve açıklamaktadır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi haldir.

الظَّالِم۪ينَ ve  مُشْفِق۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek onların durumunun teceddüdüne işaret etmiştir.

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harfiyle birlikte  مُشْفِق۪ينَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  كَسَبُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مُشْفِق۪ينَ ‘nin, car mecruru müteallik olarak alabilmesi, ism-i fail vezninde olması sayesindedir.

مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا [kazandıkları şeyden korkarlar] ifadesinde sebep müsebbep alakasıyla mecazi mürsel vardır. Aslında kazandıkları şeyin cezası sebebiyle korkarlar. 

وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْ  cümlesi  كَسَبُوا ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.   

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

تَرى  fiiliyle hitap muayyen olmayan birinedir. Yani umumidir, herkese yöneliktir. واقِعٌ بِهِمْ  ifadesindeki  بِ  harfi de isti’la manasındadır. (Âşûr)


 وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ 

 

 

Cümle atıf harfi  و  ile  وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında mukabele sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ  car mecruruالَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tecrîd sanatı vardır. İman edenlerin bulundukları yer, cennetten ayrı bir bahçe gibi ifade edilerek onların derecelerinin yüksekliği için mübalağa yapılmıştır.

الصَّالِحَاتِ  ism-i fail vezninde gelerek salih amelin teceddüdüne işaret etmiştir.

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi) 

رَوْضَاتِ - الْجَنَّاتِۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

الظَّالِم۪ينَ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

تَرَى  fiilinde cem’ edilen kişiler zalimler ve iman edenler şeklinde ayrılarak halleri belirtilmiştir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.

 لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ  cümlesi, mübtedanın ikinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْ   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek, yüceltmek ve tazim ifade etmek içindir.

عِنْدَ رَبِّهِمْۜ  izafetinde Rabb isminin cennetliklere ait zamire muzâf olmasıyla bu kişiler şan ve şeref kazanmıştır.  عِنْدَ ‘nin Rabb ismine muzâf olması tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla tazim edilmiştir. 

رَوْضَاتِ : Sulu, yeşillik yerler olup bağların, bahçelerin en güzel oturulacak yerlerine denir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 

 ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ

 

Ayetin, tezyîl hükmündeki son cümlesi fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tazim ve teşrif etmek ifade eder.

Fasıl zamiri  هُوَ  ve haberin tarifi ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْفَضْلُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. (Âşûr) 

Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

الْكَب۪يرُ  kelimesi  الْفَضْلُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 119)

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. ذٰلِكَ  ile cennetliklerin makamının yüksek derecesine işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/11, c. 5, S. 62) 

الْكَب۪يرُۜ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Buradaki işaret ismi, tarafların marife oluşu ve fasıl zamiri bu faziletin ne kadar büyük olduğunu tekid eder. Bundan daha büyük bir fazilet olmadığı manasını vurgular. Bu işaret ismi mükâfatı kapsadığı gibi iman edip salih amel yapanları da kapsıyor olabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şûrâ/22, C. 3, s.154)

16 ve 22. ayetlerin ayetlerin tamamı tek bir vezin üzeredir. Çünkü شديد , قريب , بعيد , العزيز , نَص۪يبٍ , اَل۪يمٌ  ve  الْكَب۪يرُ  sözcüklerinin fasılaları olan makta‘ harfleri değişik olsa da, bunların hepsi  فعيل  veznindedir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.  
Günün Mesajı
Son iki ayet, insanların geçimleri konusunda iki önemli prensibi açıklamaktadır.
Birincisi şudur ki: Cenab-ı Allah (c.c.), bütün canlıların yaratıcısı olarak her birinin hayatı için gerekli rızkı da tayin eder ve bu rızkı ona ulaştırır. Rızıkta insanlar birbirlerine eşit değildir ve Allah, pek çok hikmetine binaen bazısına çok bazısına az verir.
İkinci olarak, Âhiret'i hedef alan ve dünya hayatını ona göre yaşayanlara Âhirette hak ettiklerinden çok daha fazlasını verirken, dünya hayatını hedef alanlara ise bu hayatın kazanç ve mahsulünden de verir ama, böylesinin Âhiret'te hiçbir nasibi yoktur.
Bu demektir ki, dünya nimetleri ve kazancı konusunda hırs gösterenler, hiçbir zaman dünyadan istedikleri her şeyi elde edemez ve gerçek doyuma ulaşamazlar. Şu halde insan, Âhiret'i gaye edinmeli, dünya hayatını ona göre yaşamalı, geçimi için helâlinden kazanmalı ve kazancına terettüp eden vazifeleri de yerine getirmelidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hak ve hakikat içeren Kur’an-ı Kerim’i indiren ve ölçüyü-dengeyi yaratan Allah’a hamd olsun. 


Ey Allahım! 


Kelamının nuru ile gönlümüz ferahlasın, imanımız kuvvetlensin, zihnimiz dinçleşsin, bedenimiz şifalansın, nefsimiz uslansın, yüzümüz aydınlansın, hayatımız dengelensin, işlerimiz bereketlensin, ibadetlerimiz samimileşsin, niyetlerimiz güzelleşsin, her işimizde aşırıdan korunarak orta yolu tutturmak kolaylaşsın ve duygularımız ile düşüncelerimiz hayırlara vesile olacak hallere dönüşsün.

Hayatı, ölümü ve kıyamet gününü; dünyayı, ahireti ve içindekileri yaratan Allah’a hamd olsun.

Ey Allahım!

Senin yardımın ve rahmetin ile dünyada rızanı kazanalım, ahirette huzuruna kavuşalım. Sana hesabını veremeyeceğimiz işlerden korunalım ve Senin gadabını hakkedecek hallerden kaçınalım. Hayatımızı salih amellerle süsleyelim, ölümümüzü iman ile kucaklayalım ve kıyamet gününde hesabımızı kolaylıkla verip cennet nimetlerine kavuşalım. 

Zalimlerden ve amellerinden uzaklaşanlardan; salihlere ve amellerine yaklaşanlardan ve bulunduğu her mekanda hakikati bilip, onu hakkıyla konuşma cesaretine sahiplerden olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji