12 Eylül 2023
Şûrâ Sûresi 45-51 (487. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şûrâ Sûresi 45. Ayet

وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ  ...


Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.

وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ 

Ayet atıf harfi vav ile terâ cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil sigasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Yu’radûne cümlesi terâ fiilindeki gaib zamirin halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır. Hâşiîne ise ikinci halidir. Nasb alameti ye’dir. Cemi müzekker salimler ye ile nasb olurlar. 

Yenzurûne nasb mahallinde hâşiîne’nin failinden haldir. Car mecrur min tarfi, yenzurûne’ye müteallıqtır. Hafiyyin ise tarf’ın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Tarfin’deki tenvin nev, ez zulli’deki elif lam takısı ise ahdi ilmi ifade eder.

 

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  

Vav atıftır veya istinafiyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. 

Müzekker cemi has ismi mevsul ellezîne, qâle fiilinin failidir. Mahallen merfudur. Sılası âmenû cümlesidir. İsmi mevsuller, mübhem yapıları nedeniyle sılaya ihtiyaç duyarlar ve tevcih anlamı taşırlar.

Mequlul kavl cümlesi inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin ismi hâsirîne’dir. Cemi müzekker ismi mevsul inne’nin haberi olarak nasb mahallindedir. İsmi mevsulun sılası hasirû fiilidir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Ayetteki iki farklı görevdeki ellezîne’lerde tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Hâsirûne - hasara kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Yu’radû - qâle kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

 

اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ  

Cümle isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Elâ ve inne ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. Ezzâlimîne inne’nin ismidir. Car mecrur fî azâbin, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Muqîmun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Terâhum - yenzurûne kelimeleri arasında muraatün nazir, âmenû - hasirû, ezzâlimûne - âmenû kelimeleri arasında ise tıbakı hafiy sanatları vardır.

 Azâbin’deki tenvin azabın tarifi imkansız bir nev olduğuna işaret eder.

Şûrâ Sûresi 46. Ayet

وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ  ...


Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek dostları da yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir çıkar yol yoktur.

وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ 

Vav atıftır. Faidei haber talebi kelamdır. Ma nafiyedir. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. nafiyedir. Lehum car mecruru kâne’nin mahzuf muqaddem haberine müteallıqtır. Min zaid harftir. Evliyâe kelimesi lafzen mecrur, mahallen merfu olarak kâne’nin muahhar ismidir.

Mâ kâne’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sabuni, Tefsir 3/79)

Yensurûnehum cümlesi evliyâen’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Min dûnillahi car mecruru mahzuf hale müteallıqtır.

Min dûnillâhi izafeti az sözle çok anlam ifade etmek ve gayrıyı tahkir için gelmiştir.

 

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ

Cümle istinâfiyedir. Şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir. Men iki muzariyi cezm eden şart ismidir. Yudlil fiilinin mukaddem mefulu olarak mahallen mansubtur. Şart fiili yudlil’dır. Fe, cevabın başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı mâ lehu .. cümlesidir.

 Cümlede icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. nefiy harfidir. Car mecrur olan lehu, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Min zaidtir. Tekid ifade eder. Sebîlin muahhar mübtedadır. Mahallen merfu lafzen mecrurdur. Bu cevap cümlesi kasır ifade eder. Faidei haber inkari kelamdır. Mütekellim Allah Teala’dır. Lafzı celalde tecrit vardır. 

Bu ayetin fasılasıyla 41. ayetin fasılası birbirine benzemektedir. Min sebîl ibarelerinde reddül aczi ales sadri vardır.

Müsnedün ileyhin tenkiri, tahkirin yanında yolun belirsizliğine ve nevine işaret eder.

Şûrâ Sûresi 47. Ayet

اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ  ...


Allah’tan, geri çevrilmesi imkânsız olan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrısına uyun. O gün sizin için ne sığınacak bir yer vardır, ne de (günahlarınızı) inkâr edebilirsiniz!

اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ 

Cümle emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur lirabbikum, istecîbû fiiline müteallıqtır.

Li-rabbikum sözündeki lâm harfi de fiilin mef‘ûlüne müteaddi olduğunu tekid etmek içindir. Çünkü bu fiil aslında kendisine müteaddidir. Yani mef‘ûlünü harf-i cersiz alan bir fiildir. (Muhammed Ebu Musa, Şura Suresi Belaği Tefsiri) 

En masdar harfi ye’tîye fiiline dahil olarak onu nasb etmiş ve anlamını masdara çevirmiştir.

En ve masdarı müevvel qabli’nin muzafun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Yevmun, ye’tiye fiilinin failidir.

Lâ, cinsini nefyeden harftir. İsmi meradde’dir. Lehu lâ’nın mahzuf haberine müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Lâ meradde lehû minallahi cümlesi yevmün kelimesinin sıfatı olarak mahallen merfudur. 

Yevmun’daki nekre cins veya nev ifâdesi için gelmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Lafzı celalde ve Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Li rabbukum izafeti muzafun ileyhi teşrif ifade eder.

Ye’tiye - meradde kelimeleri arasında tıbak hafiy vardır.

Önceki ayetteki gaib siygadan bu ayette muhatab sigasına geçilmiştir. Bu, dikkati çekmek ve önemi arttırmak için yapılan iltifattır.

 

مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ

Cümle isti’nafi beyaniye olarak fasılla gelmiştir. Faidei haber talebi kelamdır. 

nefiy harfidir. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Car mecrur olan lekum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Min zaidtir. Tekid ifade eder. Melcein muahhar mübtedadır. Mahallen merfu lafzen mecrurdur. Yevmeizin zaman zarfıdır. Kelimenin sonundaki tenvin takdir edilen muzafun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri yevme iz ye’tî zâlikel yevme (İşte bu gün geldiği zaman) şeklindedir. 

Bu cümlede câr-mecrûr şeklinde olan haberin başına olumsuzluk harfi gelmiştir, mübteda nekredir ve bu nekre mübteda ile birlikte zaid bir min harfi vardır. Burada ihtisas manası kastedilmemiştir. Çünkü ihtisas; sadece size mahsus bir melce/sığınak yoktur manasını taşır. Bu mana ise Allah Teâlâ’nın muradına uygun değildir. Çünkü ne onlar için ne de başkaları için bir sığınak yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Şura Suresi Belaği Tefsiri) 

Ayetin aynı üslubla gelen son cümlesi mâ lekum min nekîrin makabline matuftur.

Nekîrin, inkâr demektir; yani sizin için azaptan kurtuluş yoktur demektir. Yapıp durduğunuz; amel defterinizde kayıtlı şeyleri inkâr edemezsiniz! (Keşşaf)

Nekîrin’deki tenvin tahkir ifade eder. Ayrıca olumsuz siyakta nekra selbin umumuna işaret ederek olumsuzluğu tekid etmiştir. Ayette yevm önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Şûrâ Sûresi 48. Ayet

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ  ...


Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan pek nankördür.

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ 

Fe  isti’nafiye veya atıftır. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. 

İn, iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. A’radû şart fiilidir. Cümlede icazı hazif vardır. Şart cümlesinin cevabı mahzuftur. 

Burada vuku bulma ihtimali zayıf olan olaylarda kullanılan şart harfi gelmiştir. Halbuki onların yüz çevirdikleri kesindi. Bu harf dolayısıyla da eğer düşünseler yüz çevirmezlerdi manasına işaret vardır.

Biz seni (zaten) onların üzerine bir bekçi göndermedik sözü, cevap makamında gelmiş olsa da cevap değildir. Çünkü o’nun (s.a) gönderilmesi, onların tebliğden yüzçevirmelerine veya kabul etmelerine bağlı bir görevlendirme değildir. Burada cevap mahzuftur, bu cevabın mahzuf olması okuyucuya cevap takdir etmek konusunda bir serbestlik sağlar. Bunun için okuyucu siyaka geri döner, üzerinde tekrar düşünür, çalışır ve sonra cevabın “eğer yüz çevirirlerse onlar için üzülme veya esef duyma” ya da “eğer yüz çevirirlerse sana kınanma yoktur” şeklinde olabileceğini anlar. Fe ma erslnâke aleyhim sözündeki fe harfi, kendinden sonra gelenlerin mahzuf cevaba tertibini ifade eder. Çünkü mahzuf olan şey takdir edilir ve takdir edilen şey de mezkur gibidir. (Muhammed Ebu Musa, Şura Suresi Belaği Tefsiri) 

Fe ma erslnâke aleyhim cümlesi, mukadder cevap cümlesi için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. nafiyedir. Cümlede car mecrur önemine binaen takdim edilmiştir. Car mecrur aleyhim, hafîzan’a müteallıqtır. Hafîzan hal olarak mansubtur. Hal anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Önceki ayette gaib sigasından bu ayette erselnâke şeklinde azamet zamiriyle mütekellim siygasına iltifat vardır.

 

اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ

Cümle isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Aleyke mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. El belâğul mubîn, muahhar mübtedadır. İn ve illa ile oluşan kasır mübteda ve haber arasındadır. Cümle, kasır nedeniyle faidei haber talebi kelamdır.

Haber maksur, mübteda maksurun aleyhtir. Kasrı mevsuf ales sıfattır.

Kasr, nefy ve istisna şeklinde gelmiştir. Halbuki muhatap, Peygamber Efendimizdir (s.a) ve makam da inkâr makamı değildir. Buna rağmen âyet kasr şeklinde gelmiş ve öncesindeki cümle de buna hazırlık yapmıştır. Bu uslûb İslâm akaidinde son derece önemli olan bir manayı tekid etmek içindir. Bu mana da ulûhiyyet makamıyla risalet makamı arasındaki kesin farkı ifade etmektir. Hafîz ve vekîl olan sadece Allah Teâlâ’dır, başkası değildir, O’nun bu konuda hiçbir ortağı yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Şura Suresi Belaği Tefsiri)

 

وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ  

Cümle isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İzâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan gayrı cazim, mustakbel manalı zaman zarfıdır. Şart fiili muzafun ileyh olan ezaqnâ’dır.

Ennâse’deki el takısı istiğrak, rahmeten’deki tenvin ise teşrif ve kesret içindir.

Feriha bihâ cümlesi şartın cevabıdır. İnne’nin haberi, şart ve cevap cümlesidir.

Rahmeti tattırmak ibaresinde istiare vardır. Tatmak fiili rahmetin tesirlerini hissetmek yerine kullanılmıştır. 

Cümlede şart harfi olarak vukuu kesin olan iza gelmiştir. Sonraki cümle de göz önüne alındığında Allah Teala’nın kullarına olan rahmetinin enginliği anlaşılmaktadır.

 

وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ  

Önceki şart cümlesine matuf bu ikinci şart cümlesi, gayrı talebi inşai isnattır. Haber manalıdır. İn şart edatı iki muzariyi cezm eder. Şart fiili tusibhum fiilidir. 

Şart fiiline müteallıq olan mevsulün sılası qaddemet eydîhim’dir.

Seyyietün kelimesinin tenkiri taklil, tazim ve nev ifade eder. 

Tusibhum fiili seyyietün’e mecazi mecazi mürsel yoluyla isnad edilmiştir. Bu isnat mecazi aklidir.

Bima qaddemet ifadesine dahil olan bi harfi sebebiyedir.

İn şart harfi vukuu kesin olmayan durumlarda kullanılır. 

Bima qaddemet eydihim ifadesinde kül- cüz alakasıyla mecazı mürsel vardır.

 

فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ 

Ayetin son cümlesi mukadder cevap cümlesi için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. İnne ile birlikte isme isnadı bazı müfessirler tekit sayarlar. O durumda terkip inkari haber cümlesidir.

Elinsâne inne’nin ismidir. Kefûrun haberidir. Kefûrun mübalağa kalıbındandır.

El insâne’deki elif lam takısı cinsin hakikatini ifade eder. Kelime cümlede önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda cinas, itnab ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Ezaqnâ - tusıbhum kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Şûrâ Sûresi 49. Ayet

لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ  ...


Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.

Bir önceki âyette insanoğluna ilâhî bir rahmet tattırıldığında sevinip şımardığı, ama istemediği bir durumla karşılaşınca nankörlük ettiği belirtildikten sonra burada Kur’an’ın geldiği dönemde ve toplumda bu tavrın çok açık bir örneğine, çocuk sahibi olma ve çocukların cinsiyeti konusundaki anlayışa değinilmektedir. Câhiliye dönemi Arapları, çocuğun meydana gelmesi ve özellikle cinsiyetinin belirlenmesini yüce Allah’ın irade ve kudretine bağlamak yerine insanlara nisbet edercesine; bu konuyu övme, övülme, kınama ve kınanma sebebi sayıyorlardı. Esasen değişik toplumlarda görülegelen ve günümüzde de yer yer açık veya gizli biçimde insanlar üzerinde etkisini hissettiren bu telakki Kur’an tarafından mahkûm edilmiştir. Müfessirlerin, bu âyetlerin ifade özelliklerinden hareketle ve daha çok kendi zamanlarının bilgi ve anlayışından etkilenerek yaptıkları yorumların çoğu burada verilmek istenen mesaj açısından aydınlatıcı görünmemektedir.

Bu âyetlerde biri inanç diğeri ahlâk alanıyla ilgili iki ana tema dikkati çekmektedir. İnançla ilgili olarak şu mesajın verilmek istendiği söylenebilir: Evrendeki hiçbir varlık ve oluş yüce Allah’ın hükümranlığı dışında düşünülmemelidir; insanlar için büyük önem taşıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda –tıbbî müdahalelerin etkileri dahil olmak üzere– insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir. Buna bağlı olarak verilmek istenen ahlâkî mesaj da şu olmaktadır: 49. âyetin lafızlarından açıkça anlaşıldığı üzere, ister kız ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanı olduğuna, erkek ve kız çocuklarına birlikte sahip olmak da kısır kalmak da ilâhî iradeye bağlı bulunduğuna göre, çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalı, bir üstünlük ya da kusur gibi görülmemelidir. Kulun görevi, çocuk sahibi olmuşsa –bazı âyetlerde dünya hayatının süsü olarak nitelenen– bu armağanı veren Allah’a şükretmek, istediği veya gerekli meşrû sebeplere tevessül ettiği halde çocuk sahibi olamamışsa –sınav alanı olan dünya hayatında insanların sağlık, vücut tamlığı vb. bütün nimetlerde eşit tutulmadıklarını dikkate alarak– sabretmektir. İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz. Fakat ister bu ister başka konuda bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi sonuçta kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu daha çok kendisinin bildiği iddiasında bulunması gibi bir anlam taşır. Böyle bir tutumun yanlışlığı ve ilâhî takdire rıza göstermeme anlamı taşıdığı ise açıktır. Bu yanlışlığa düşülmemesi için Kur’an’ın yaptığı uyarılardan biri şöyledir: “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara 2/216). Kaldı ki böyle bir durumda kişinin kendisini şartlandırıp gücü ve iradesi dışındaki bir sonucun meydana gelmesini isteme uğruna hayatını karartması yerine, sahip olduğu nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaya çalışması, meselâ kimsesiz çocuklarla ilgilenmenin mutluluğunu yaşaması ve bunun ecrini Allah’tan beklemesi daha akılcı, hem dünya hem âhiret saadeti için daha elverişli bir yoldur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 760-762

  Zekera ذكر : 

  ذِكْرٌ sözcüğüyle bazen insanın kazanıp elde edeceği bilgileri hıfzetmesini ve korumasını sağlayan nefisteki bir heyet kastedilir. Bu bakımdan tıpkı hıfz حِفْظٌ kelimesine benzer, ancak hıfz bilginin elde edilmesi, zikr ise söz konusu bilginin akla getirilmesi hakkında kullanılır.

  Bazen de bir şeyin kalpte veya dilde hazır bulunması anlamında kullanılır. Bu da iki kısma ayrılmıştır: 1- Kalple olan zikir (hatırlamak) 2- Dil ile olan zikir (yâd etmek)  Bunlardan her biri de iki kısma ayrılır: a) Bir nisyandan/unutmadan kaynaklanan zikir. b) Bir nisyandan kaynaklanmayan bilakis hıfzı devam ettirme/sürdürme amacından kaynaklanan zikir.

  Her söylenen söze de zikir ذِكْرٌ denir.

  ذِكْرَى ise çokça anmak/zikretmektir ve ذِكْرٌ sözcüğünden daha mübalağalıdır.

  تَذْكِرَةٌ  sözcüğüne gelince bir şeyin tezekkür edilmesini, hatırlanmasını hatıra getirilmesini sağlayan buna vesile olan şeydir.

  ذَكَرٌ  kelimesi dişi/kadın anlamındaki اُنْثَى sözcüğünün zıddıdır. Çoğulu ذُكُورٌ  ve ذُكْرانٌ şekillerinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 292 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri zikir, zâkir, mezkûr, tezekkür, müzâkere ve tezkeredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ 

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Lillâhi, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Mülküs semâvâti vel ardi, muahhar mübtedadır.

Yahluqu mâ yeşâu cümlesi istinâfi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Bu cümle, öncesindeki cümleyi tekid eder.

Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası yeşâu fiilidir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Semâvât - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icab ve reddül aczi ales sadri değil muraatun nazir sanatları vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teala olması hasebiyle lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

 

يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ

Cümle yahluqu fiilinden bedeldir. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. Müşterek ismi mevsul men, li harfi ceri sebebiyle mecrur mahalde, yehebe fiiline müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası yeşâu’dur. İrabtan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

İnâsen mefulun bih’tir. İnâsen’deki tenvin nev içindir. 

Ve yehebu limen yeşâu ezzukûra cümlesi makabline matuftur.

İnâsen (dişiler) - zukura (erkekler) kelimeler arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

El zukûra kelimesinin marife gelişi, bunların kullar tarafından bilindiğine ve tanındığına delâlet eder.

Yehebu limen yeşâu inâsen cümlesi ile yehebu limen yeşâul zukûra cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Yehebu - li - men - yeşâu kelimelerinin tekrarında cinas, itnab ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 Şayet Erkekler dişilerden önce geliyor olmasına rağmen, âyette niçin önce dişiler’i sonra erkekler’i zikretti; ardından neden tekrar erkekler’i öne aldı? Ayrıca niçin erkekler’i ma‘rife olarak zikretti de dişiler’i nekire zikretti? dersen şöyle derim: Çünkü bir önceki âyetin sonunda (insanın başına gelen) fenalıktan ve Allah katından gelen rahmeti unutması sebebiyle insanın nankörlüğünden bahsetmişti. Ardından mülkünden, iradesinden ve evlâtların paylaştırılmasından söz ederek dişiler”i önce zikretti; çünkü bağlam Allah’ın insanların istediklerini değil, kendi dilediğini yapacağıyla ilgilidir. Bu durumda, [o günkü] insanların [pek] istemediği şeylerden olan dişiler’in önce zikredilmesi daha önemli olmaktadır. Daha önemli olanı öne almak ise vâciptir. Ayrıca Allah, Arapların mihnet olarak gördüğü cins (kadın), fenalığın peşinden zikredilmiş olsun diye de böyle yapmış ve erkekleri sona bırakmıştır. Erkekleri bu sebeple sona bırakınca, onların sona bırakılmalarını telafi etmek için -çünkü onların [o günün paradigmasında] önceliği vardır- ma‘rife olarak zikretti; çünkü bir kelimeyi ma‘rife olarak zikretmek, hem övme hem de öne çıkarma anlamına gelir. Bu durumda âdeta şöyle buyurmuş olmaktadır: Dilediğine de, herkesin göreceği anlı şanlı süvariler [yani savaşabilecek erkek çocukları] bahşeder. Bunun ardından, her iki cinse de takdim - te’hirle ilgili haklarını vermiş ve dişiler’in, öncelik hakkına sahip oldukları için değil başka bir gerekçeyle öne alınmış olduklarını öğreterek erkekli-kızlı demiştir.(Keşşaf)

Şûrâ Sûresi 50. Ayet

اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ  ...


Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü yetendir.

اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ 

Ayet atıf harfi ev ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasında faidei haber ibtidai kelamdır. Zükrânen ve inâsen kelimeleri mefulun bih’tir. 

Yecalu men yeşâu cümlesi vav ile yuzevvicuhum cümlesine matuftur. Müşterek ismi mevsul men, meful olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası yeşâu’dur. İrabtan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Aqîmen mefulun bih’tir. Zukrânen - inâsen - aqîmen kelimelerindeki tenvin nev ifade eder. 

İnâsen (dişiler) - zükrânâ (erkekler) kelimeler arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

Dilediğini yaratır ifadesinden sonra erkek, dişi, çifter olması veya kısırlık şeklinde bütün hallerin sayılması cem mea taksim sanatıdır.

 

اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ

Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya istinafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş, faidei haber talebi kelamdır. Alîmun ve qadîrun, inne’nin haberidir. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfatı müşebbehe kalıbıdır. Aralarındaki vezin uyumu muvazene, anlam uyumu muraatün nazir sanatıdır.

Allah'ın alîmun ve qadîrun sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Tealada varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır.

Ayette, inâsen (kızlar/dişiler) lafzının zukûra (erkekler) lafzından önce zikredilmesiyle ilgili Beydavi birkaç nükteden bahseder: “Belki de dişiler”in öne alınması nesli daha çoğaltıcı olmalarındandır ya da dişilerin de insanların dilemesine göre değil Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu göstermek içindir. Ya da sözün bela (kötülük) hakkında olmasındandır. Zira Araplar kızları bela sayarlardı. (zikirleri öne alınarak böyle olmadıkları vurgulandı). Ya da ayet sonlarının tutması (fasıla) içindir.

Şûrâ Sûresi 51. Ayet

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ  ...


Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Cenâb-ı Allah’ın bir insanla ancak burada sayılan yollardan biriyle konuştuğu belirtilmekte, çok yüce ve engin hikmet sahibi olan Allah’ın kelâmının bir insanın hemcinsleriyle konuşması gibi tasavvur edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir (vahyin mahiyeti, çeşitleri ve bu âyette sayılan yolların açıklaması için bk. Giriş; Allah’ın konuşması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/253; Nisâ 4/164; A‘râf 7/143).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 762
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً 

Vav atıf veya isti’nafiyedir. Kasırla tekid edilen cümle faidei haber talebi kelamdır. Ma ve illa ile oluşan kasır, fiille mefulü arasındadır. Kasrı mevsuf ales sıfattır. Allah’ın insanla konuşması bu bahsedilen yollara hasredilmiştir. 

Ma nafiyedir. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir vardır. Libeşerin car mecruru kâne’nin mahzuf muqaddem haberine müteallıqtır. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. 

Mâ kâne’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sabuni, Tefsir 3/79)

En ve masdarı müevvel ref mahallinde kâne’nin ismidir. Car mecrur min verâi, mahzuf yûha fiiline müteallıqtır.

Vahyen’deki tenvin tazim ve nev ifade eder. Beşer kelimesi önceki âyetteki dişi ve erkeğe aittir. Beşerin’deki tenvin herhangi bir anlamındadır.

Ayette Allah’ın beşerle konuşmasının hallerinin sayılması taksim sanatıdır.

Ev atıf harfidir. Muzariyi gizli enle nasb ederek masdara çevirir. Yursile rasûlen masdarı müevveli vahyen masdarına matuftur.

Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

 

فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ

 

Cümle atıf harfi fe ile yursilu cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur biiznihî, yûhâ fiiline müteallıqtır. Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası yeşâu fiilidir. İrabtan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.

Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması izni için tazim ve teşrif ifade eder.

 

اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş, faidei haber talebi kelamdır. Aliyyun ve hakîmun, inne’nin iki haberidir. 

Allah'ın aliyyun ve hakîmun sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teala’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin aynı anda mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.

Yursile - rasûlen, vahyen - nûhiye kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, reddül aczi ales sadri ve sanatları vardır.

Bu ayet 4. âyetle ilişkilidir. Oradaki azîm yerine burada hakîm sözü gelmiştir. Azîm vahyin ilk defa zikredilmeye başladığı yerde gelirken, hakîm ismi vahiyden bahsedilen bir bölümde gelmiştir. Vahyin başlangıcında O’nun azameti tecelli eder, vahyin bitiminde ise hikmeti tecelli eder. (Muhammed Ebu Musa, Şura Suresi Belaği Tefsiri)
Sayfadan Gönüle Düşenler
Yaşadığı sıkıntıların ardından, hep hatırlamak duasıyla kendisine bir not yazdı:

Kimi zaman, nefsinin oyununa gelir ve sahip olduğu nimetlerle büyüklenir. Belki bir an unutur; aslında hepsi Allah’tandır.

Öğrendiği ilimlerle ya da yetenekleriyle böbürlenir. Belki çok çalışmıştır ama öğreten Allah’tır. Yendiği hastalıklarla ya da atlattığı zorluklarla gururlanır. Belki çok savaşmıştır ama iyileştiren Allah’tır. Evlatlarını ya da mallarını övünerek anlatır. Dünyada yükselmenin sırlarını paylaşır. Belki gerçekten isteyerek çabalamıştır ama başarıya ulaştıran Allah’tır. Zira; imtihan sebebiyle istediğini elde edemeyen ya da kaybeden çoktur. Ancak; bazen sahip olamamak değil de, sahip olmanın kendisi imtihandır.

Allah muhafaza, birinden birini kaybedenlerin olası yanlışlarını söyler ya da dünyadaki güzel nimetlerden birine sahip olmayanların üzüntüsünü gözünde büyütür ve yorumlar.

Allah muhafaza, imtihan vesilesiyle birinden birini kendisi kaybettiğinde, duraklar. Tek başına çabasıyla kazandıkları elinden alınmış hissinin getirdiği hayal kırıklığıyla sarsılır.

Her nimeti veren Allah’tır. Birinden birine kalbiyle bağlananın imtihanı daha da ağırdır. Allah’tan başka yardımcısı yoktur.

Ey Allahım! 
Verdiğin ve yarattığın her nimet için hamd olsun.
Rahmetin ile; Kalbim, vermediklerinde ya da kaybettiklerimde bir hikmet olduğuna iman ederek ve Senden yardımın ile dostluğunu isteyerek razı olsun. Dilim, bilmediği konular hakkında susmayı seçsin. Zihnim, yaşamadığı anları yorumlamayı bıraksın. Nefsim, kaybettiği dünyalıkların peşinden sürüklenmeyi kessin. Dünyalık nimetlerden kalbim özgürleşsin. Hepsi ile rızanı kazanmak nasip olsun. 

Amin.