بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Âyet “tanrısını arzusundan ibaret kılan” diye başlamakta, bundan sonra Allah’ın yaptıkları kişinin bu tercihine bina edilmektedir. Yani Allah iyi olmak isteyeni zorla inkâra ve kötülüğe itmemekte, kul bunu tercih ettiği için O da kural ve imtihan gereği belirtilen olumsuz durumları yapmakta, yaratmakta, olmasına izin ve imkân vermektedir.
“Bilgisine rağmen” kaydı, hayatını dinî kayıt ve sınırların dışında yaşayan, Allah’ın rızasına değil, nefsinin arzusuna uyan birçok kimsenin yaptıklarını, Allah rızasına aykırı olduğunu bile bile yaptıklarını ifade etmektedir. Doğruyu ve iyiyi bilmek ona uygun davranmak için yeterli olmamakta, sağlam imana ve uygun eğitime ihtiyaç bulunmaktadır. Bu imandan ve eğitimden yoksun bulunan, zevklerine saplanıp gününü gün eden kimseleri yola getirmek zordur. Âyet bu zorluğa işaret etmekte, ancak kapıyı da açık tutmaktadır. Kul ister ve yönelirse, geçmişte ne yapmış olursa olsun Allah onu bağışlar ve doğru yola iletir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 19-20
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Hemze istifham harfidir. Fe zaidtir veya istinafiyyedir.
Gerçek soru anlamında olmayan, kınama ve taaccüp manasına gelen bu istifham cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Müşterek ismi mevsul men, meful olarak mahallen mansubtur. Sılası ittehaze’dir. Mevsulleri her zaman sıla cümlesi takib eder. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.
İlâhehu, ittehaze fiilinin birinci mefulu, hevâhu ise ikinci mefuludur.
Raâ fiilinin ikinci mefulu ayetin son bölümündeki men yehdîhi cümlesidir.
وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلْمٍ
Edallehû cümlesi sıla cümlesine matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur alâ ilmin, mahzuf mefulun haline müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.
İlmin’deki tenkir tazim ve kesret içindir.
Mütekellim Allah teala olduğu için lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
وَخَتَمَ عَلٰى سَمْعِه۪ وَقَلْبِه۪ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِه۪ غِشَاوَةًۜ
Cümle atıf harfi vav ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur alâ sem’ıhî, hateme fiiline müteallıqtır. Qalbihî, sem’ihi’ye matuftur.
Ceale fiili atıf harfi vav ile sılaya matuftur. Car mecrur alâ basarihî, hateme fiiline müteallıqtır. Ğışaveten mefulun bihtir.
Sem’ihi - qalbihi - basarihi kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin nev ifade eder. Ğışâveten’deki tenvin ise kesret ve nev içindir.
فَمَنْ يَهْد۪يهِ مِنْ بَعْدِ اللّٰهِۜ
Fe isti’nafiyye veya atıftır. Men istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfudur. Yehdî fiili haber olarak mahallen merfudur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, asıl manasının takrir ve inkar olması nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Men yehdîhi cümlesi raâ fiilinin ikinci mefulu olarak mahallen mansubtur.
Yehdi - edalle kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.
اَفَلَا تَذَكَّرُونَ
Hemze inkari istifham, fe atıf harfidir. Lâ ise nefi harfidir. İstifham üslubunda gelen cümle soru kastı taşımayıp vaz edildiği manadan çıkmıştır. Kınama ve taaccüb manalarına gelen cümle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Tezekkerûne fiili, tefa’ûl babındadır. Sülasisi zekara’dır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.
وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
“Ölürüz, yaşarız” cümlesinde önce ölüm sonra dirilme, hayata gelme zikredildiği için bazı tefsirciler bununla, Câhiliye Arapları’nın tenâsüh (ruh göçü, reenkarnasyon) inancına işaret edildiğini ileri sürmüşlerdir. İlk bakışta bu mâna ihtimal dışı görülmemekle beraber Araplar’ın böyle bir inanca sahip oldukları yönünde tarihî bir bilgi bulunmamaktadır. Şu halde bu âyette maksat, putperestlerin âhirete, öldükten sonra başka bir âlemde dirilmeye inanmadıklarını, onların bir kısım olumsuz davranışlarına bu inançsızlığın kaynaklık ettiğini açıklamaktır. Başka âyetlerde “ölür diriliriz” sözlerinden sonra, “öldükten sonra diriltilecek değiliz” demeleri, maksatlarının tenâsühe inandıklarını göstermek değil, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (En‘âm 6/29; Mü’minûn 23/37; reenkarnasyon için bk. Bakara 2/28).
Peygamber Efendimiz bir kûdsi hadisde Allah Teâlâ’nın şöyle buyurdugunu haber vermiştir:
” İnsan zamana (dehre) söverek Beni üzer. Halbuki zamanı yaratan Benim. Her şey Benim elimdedir. Geceyi, gündüzü Ben idare ederim “
(Buhari ,Tefsir 45/1;Tevhit 35;Müslim Elfâz 1).
وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا
Vav isti’nafiyedir. Fiil ve mefulünden oluşmuş cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Mâ nafiyedir.
Mequlul qavl cümlesi kasırla tekid edilmiştir. Kasır mübteda haber arasındadır. Cümle faidei haber talebi kelamdır. Kasrı mevsuf ales sıfattır.
Hiye mübtedadır. Hayâtunâ haberdir. Dünyâ, hayât’ın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Nemûtu cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Nehya cümlesi nemûtu’ya matuftur.
Nemûtu - nahyâ kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.
Nahyâ - hayatunâ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ
Cümle atıf harfi vav ile nemûtu’ya atfedilmiştir. Mâ nafiye, illa ise istisna harfidir. Kasırla tekid edilen cümle faidei haber talebi kelamdır. Ma ve illa ile oluşan kasır, fiille fail arasındadır. Meful olan azamet zamiri nâ, önemine binaen faile takdim edilmiştir. Eddehru, yuhlıku fiilinin failidir.
Eddehru’daki tarif ahdi harici ilmidir.
وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ
Vav haliyye, ma nafiyedir. Cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Qâlû fiilinin failinden hal olarak mansubtur.
Lehum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Bizâlike, ilmin kelimesinin mahzuf haline müteallıqtır. Min zaidtir. Tekid ifade eder. İlmin lafzen mecrur mahallen merfu, muahhar mübtedadır. Faidei haber talebi kelamdır.
Cümlede müsnedin ileyh olan ilmin kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.
Bazı âlimlerimize göre haberin takdimi ihtisas ifade eder. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın dilediği şeylerin tafsilatını, kâinatta gerçekleşen arzusunu bilmezler. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belaği Tefsiri)
اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İn harfi burada nehiy manasındadır. Hum mübtedadır. Yezunnûne fiili haber olarak mahallen merfudur. Cümle in ve illa ile oluşmuş kasırla tekid edilmiştir. Faidei haber talebi kelamdır.
Kasır, mübteda ve haber arasında kasrı mevsuf ales sıfattır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
İnsanlara verilmiş bulunan bilgi vasıtaları ile fizik ötesi âlemi bilmek mümkün değildir; öldükten sonra dirilme ve âhiret de bu âleme dahildir. İnkârcıların bu konudaki iddiaları, bilmedikleri ve bilemeyecekleri bir konuda tahmin yürütmekten ibarettir. Bu sebeple mantık dışı önermelere başvurmakta, olmayacak taleplerde bulunmaktadırlar. “Atalarımızı geri getirin” teklifi de bu kabildendir; çünkü dinin iddiası onları geri getirmek değil, diğer âlemde diriltmek ve bir araya getirmektir, bu da olacaktır. Bu dünyadan gidenlerin geri getirilmesi ilâhî programa uygun bulunmamaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 20Dehera دهر :
Dehrin asıl anlamı, ilk vücuda geldiğinden, son bulacağı ana kadar olan alemin suresine denir. Daha sonra bu kelime uzun olan her müddet için kullanılır olmuştur.
Dehr, zamandan farklıdır. Çünkü zaman, hem kısa hem uzun müddet anlamına gelir.
Dehr ile Müddet arasındaki fark: Dehr birbirinden farklı olsun yada olmasın ardı ardına gelen vakitlerin toplamıdır. Bu nedenle kış bir müddettir denilir, çünkü havanın soğukluğu vs. nitelikleri konusunda bütün vakitleri birbirine denktir ancak bu anlamda dehr kelimesi kullanılmazken sıcaklık, soğukluk ve bunun gibi durumlarda birbirinden farklı durumları kapsadığından dolayı yıllar için dehr kelimesi kullanılır.
Yine müddet, dehrden daha uzun olabilir. Müddet ve ecel ise birbirlerine yakındır.
Dehir aslında âlemin kalma (devam etme) müddeti demektir. Sonra çok bir müddete de denilir. Zaman kavramı ise az bir müddete denilmesi itibarıyla bundan farklıdır. Falancanın dehri, onun hayat müddeti demek olur.
(Müfredat-Furuq-Elmalılı) Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli Dehriye (mezhebi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ
Vav isti’nafiyedir. Atıf olması da caizdir. İzâ istikbalde şart manalı, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Gayrı cazimdir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş gayrı talebi şart cümlesidir, haber manalıdır.
Tutlâ, cer mahallinde şart fiilidir.
Beyyinâtin’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
Burada in değil, izâ buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır. in harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder. Tütlâ fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.
Âyâtünâ ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)
مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا
Cümle şartın cevabıdır. Mâ nafiyedir. Fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Huccetuhum, kane’nin mukaddem haberidir. Mâ ve illa ile oluşan kasır, kâne’nin ismiyle haberi arasındadır.
En ve masdarı müevvel, ref mahallinde kâne’nin ismidir.
Qâlû fiilinin mefulü olan mequlul qavl cümlesi emir üslubunda talebi inşa isnadtır.
Şayet “Onların sözleri bir delil olmadığı hâlde bunları niçin delil diye isimlendirdi?” dersen şöyle derim: Çünkü bu iddialarını, bir delil ortaya koyan kişi gibi dile getiriyor, iddialarını hüccete benzetiyorlardı. Âyette de onlarla alay etmek için iddiaları delil diye isimlendirildi. Yahut iddiaları onların hesap ve değerlendirmelerine göre bir hüccet olduğu için böyle isimlendirildi. (Keşşaf)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
İn kuntum cümlesi isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda inşai isnadtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır. İn şart harfi, kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
Sadiqîne, kâne’nin haberidir. Nasb alameti ya’dır. Cemi müzekker salim kelimeler, ye ile nasb olurlar. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu hazıf, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
قُلِ اللّٰهُ يُحْي۪يكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ
Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Qul fiilinin mequlul qavl cümlesi mahallen mansubtur.
Allahu mübtedadır. Yuhyîkum haber olarak mahallen merfudur. Faidei haber talebi kelamdır.
Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Sümme atıf harfidir. Yecmeûne cümlesi yûmîtûne’ye matuftur. Car mecrur ilâ yevmi, yecmeûnekum’e müteallıqtır. Qıyâmeti muzafun ileyhtir.
Müsnedün ileyhi takdîm edilmiş terkîbin müsbet ve müsnedin fiil olması hâlinde bu terkîb; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre tahsis ifâde eder. Bu cümlelerin hepsinde tahsis açıktır. Çünkü bu zikredilen fiillerin tamâmı Allah Teâlâ’ya âiddir. O’ndan başkası bu fiilleri yapamaz. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Lam harfi cinsini nefyeden olumsuzluktur. İsmini nasb, haberini ref eder. İsmi raybe’dir. Fîhî, lam’ın mahzuf haberine müteallıqtır. Lâ raybe fîhi cümlesi nasb mahallinde yevmel kıyâmeti’den haldir.
Yuhyîkum - yumîtukum kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
Ayetin atıfla gelen son cümlesi mequlul qavle atfedilmiştir. Lakinne ile tekid edilmiş faidei haber, talebi kelamdır. Lakinne istidrak harfidir.
Lakinne’nin ismi eksera’dır. Lâkinne, inne gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre lâkinne de inne gibi cümleyi tekid eder. Lâkinne’nin haberinin muzari fiil oluşu, hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder.
Ennâsi’deki elif lam takısı cins içindir.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Öldükten sonra dirilmeyi, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyi inkâr eden, bu konuları anlatan âyetleri alaya alan müşriklere, yanlış yollarında devam ettikleri takdirde nelerle karşılaşacakları daha detaylı olarak açıklanmak suretiyle imana gelmeleri teşvik edilmektedir.
Dünyada topluluklar (kavimler, kabileler, ümmetler, milletler...) sosyal gruplar olarak ayrılmış, her grup da kendi içinde alt bölünmelere tâbi tutulmuş, insanlık tarihinde birçok yer ve zamanda bu gruplar ayrı defterlere kaydedilmiş, burada grubun her ferdi için de bir hâne açılmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre âhiret hesabı bakımından da hem gruplara birer defter tahsis edilmiş, hem de her bir ferdin yapıp ettikleri kayda geçirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 22-23
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Vav atıftır. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Lillâhi, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Mulkus semâvâti vel ardi, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu veciz ifade içindir.
Semâvât - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve mutaatün nazir sanatları vardır.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Vav isti’nafiyyedir. Teqûmu’ya muzaf olan, zaman zarfı yevme, yahsaru fiiline müteallıqtır. Zaman zarfının amilinin önüne geçmesi takdim sanatıdır. Ayetteki ikinci yevme kelimesi birincisinden bedeldir. Yevme’nin muzaf olduğu izin’deki tenvin, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.
Essâatu, teqûmu fiilinin failidir. Kıyamet gününden kinayedir. Kelimedeki elif lam takısı ahdi ilmidir.
Günün tekrar edilmesi kıyamet gününün korkunçluğunu zihinlere yerleştirmek için yapılan itnabtır. Bu tekrarda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Yevme - sâatu kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠ كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
وَتَرٰى كُلَّ اُمَّةٍ جَاثِيَةً۠
Vav atıftır. Müsbet fiil sigasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Külle, terâ fiilinin birinci mefulu, câsiye ikinci mefulu veya kulle ümmetin’den haldir.
كُلُّ اُمَّةٍ تُدْعٰٓى اِلٰى كِتَابِهَاۜ Küllü ümmetin cümlesi isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Küllü mübtedadır. Ümmetin muzafun ileyhtir. Tud’â fiili haber olarak mahallen merfudur.
Müsnedin ileyhin izafetle marife olması muzafun ileyhin şanı ve tazimi içindir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ummetin’deki tenvin nev içindir.
Küllü ve ummetin kelimelerinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Kitabın meleklerin onların aleyhine yazdıkları kitap, amel defteri olduğu söylendiği gibi, gereğince amel edip etmediklerinin görülmesi için kendilerine indirilen kitab olduğu da söylenmiştir. Bir başka görüşe göre burada kitap, Levh-i Mahfuz'dur. (Kurtubi)
اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Mukadder bir sözün mequlul qavli olan cümle fasılla gelmiştir. Takdiri yeqûlu lehum (Onlara der ki) şeklindedir. El yevme zaman zarfı tuczevne fiiline muteallıktır. Zaman zarfı önemine binaen takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. Sılası kâne’nin dahil olduğu cümledir. Ta’melûne cümlesi kâne’nin haberidir. Mahallen mansubtur.
Kane’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesiyle olayın tekrarlanarak süreklilik arzettiğine işaret edilmiştir.
هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Neseha نسخ :
نَسْخٌ Nesh kavramı bir şeyi kendisinden sonra gelen bir şeyle bertaraf edip ortadan kaldırmaktır. Örneğin güneşin gölgeyi ve gölgenin güneşi, yine saçtaki ağarmanın gençliği izale edip ortadan kaldırması gibi.
Buna göre nesih kimi zaman izâle etmek ve ortadan kaldırmak kimi zaman da sâbit ve pâyidar kılmak anlamlarına gelmektedir.
Neshu-l kitab نَسْخُ الْكِتابِ yani kitabın neshi, bir hükmün kendisinden sonra gelen bir hükümle ortadan kaldırılmasıdır. Bakara, 2/106 ayetindeki manası hakkında iki görüş vardır. Birincisi bunun anlamı kendisiyle amel edilmesini kaldırdığımız veya insanların kalplerinden/hafızalarından sildiğimiz; diğer görüş ise var edip indirdiğimiz demektir.
إسْتِنْساخٌ kavramı ise bir şeyi kopya etmek ya da kopya etmeye ehil olmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nâsih, mensuh, tenâsüh, neshetmek, nüsha ve muskadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
هٰذَا كِتَابُنَا يَنْطِقُ عَلَيْكُمْ بِالْحَقِّۜ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Hâzâ mübtedadır. Kitâbuna haberdir. Yentıqu fiili ikinci haber olarak mahallen merfudur.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olması işaret edileni, yani kitabı, tazim ve medih ifade eder.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Car mecrur aleykum, yentıqu fiiline müteallıqtır. Bilhaqqı, mahzuf hale müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.
Bu âyette istiâre-i tasrîhiyye vardır. Aleyhinizde şahitlik ediyor demektir. Burada istiare, hakikatten daha beliğdir. Çünkü kitabın, beyanda bulunarak yaptığı şahitliği; insanın, diliyle yaptığı şahitlikten daha kuvvetlidir. (Safvetü’t Tefâsir)
اِنَّا كُنَّا نَسْتَنْسِخُ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiştir. Haberi kâne’nin dahil olduğu bir cümle olup faide-i haber talebi kelamdır. Azamet zamiri nâ, kâne’nin ismidir. Nestensihu, kâne’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
Sülasisi neseha olan nestensihu fiili istif’âl babındadır. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamları katar.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. Sılası kâne’nin dahil olduğu cümledir. Mahallen mansubtur.
Kane’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesiyle olayın tekrarlanarak süreklilik arzettiğine işaret edilmiştir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kunnâ - kuntum kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Kitâbuna - yentiqu kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ
Atıfla gelen ayetteki emma tafsil ve şart ifade eder. Has ismi mevsul ellezîne mübtedadır. Sılası âmenû’dur.
Mübtedanın haberi olan feyudhıluhum cümlesi aynı zamanda şartın cevabıdır. Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması tazim ve teşvik için olabilir.
Haber, fiil cümlesi olursa teceddüd [yenilenmek] ifâde eder. Muzâri fiil hem hudûs hem de gelecek zaman ifâdesi sebebiyle teceddüd (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifâde eder. Fiil cümlesi aynı zamanda istimrârî teceddüd ifâde edebilir. Teceddüd, olayın ortaya çıkışının yenilenmesi/tekrarlanması yâni; azar azar gerçekleşmesidir. Ancak fiil cümlesinin teceddüdî istimrâr [devâmlı olarak yenilenme] ifâde etmesi için bâzı karîneler olması gerekir. Aksi hâlde istimrârî teceddüd ifâde etmez. Bu da medh ve övünme gibi özel bâzı makamlara mahsustur. İsim cümlesinde haber, fiil olarak geldiği zaman hükmü takviye eder. Hükmü takviye demek; hükmü te'kîd etmek ve hükmün gerçeğe mutâbık olduğunu ifâde etmek demektir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Allah’ın rahmetinin tenezzül yeri cennet olduğu için rahmetten kasıt cennettir. Alâkası hâliyyettir. Hâliyyet alâkasının, bir yerde bulunan bir şeyi zikredip mahallini kasdetmek; bir şeyin kendisi dışında bir varlık içerisinde bulunması gibi tarifleri vardır. Buna zikr-i hâl irâde-i mahâll de denilir.
(Teftazânî, Muhtasaru’s-Sa‘d, s. 331)
Rabbuhum izafeti muzafun ileyhin tazimi içindir. Ayette Allah teala mütekellimdir. Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Rahmetihi izafetinde Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması rahmet için tazim ve teşrif ifade eder.
ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş faidei haber inkari kelamdır. Zâlike mübteda, huve tekid ifade eden fasıl zamiridir. El fevzul mubînu haberdir. Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder. Haberin elif lam takısıyla marife gelişi, vasfının kemal derecede olduğunu gösterir ve tahsis ifade eder.
Zalike ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhâtabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhâtab târif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Fe yudhuluhum fî rahmetihî (Onları rahmetine sokar.) cümlesinde, mecâz-ı mürsel vardır.
29-30. ayetlerde nestensihu - rabbuhum kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَاسْتَكْـبَرْتُمْ وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا۠ اَفَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ
Atıfla gelen ayetteki emma tafsil ve şart ifade eder. Has ismi mevsul ellezîne mübtedadır. Sılası keferu’dur. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri fe yeqûlu lehum (Onlara der ki) şeklindedir. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.
Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere işaret içindir.
Kâfirlere gelince: Size âyetlerim okunmuyor mu idi? yani onlara: Size elçilerim gelmedi mi, size âyetlerim okunmuyor mu idi, denilir. Böylece kavl maddesi ve onun üzerine atfedilen şey hazf edilmiş, maksatla yetinilmiş, karine diğerlerine ihtiyaç bırakmamıştır. (Beydavi)
Efelem tekun cümlesi mahzuf cevaba atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Hemze inkari istifham harfidir. Lem, muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çevirmiştir. İstifham üslubunda talebi inşa cümlesi formunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle inkar ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Kâne’nin haberi muzari fiil olarak gelmiştir. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
فَاسْتَكْـبَرْتُمْ
Fe atıf harfi ile lem tekun cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
وَكُنْتُمْ قَوْماً مُجْرِم۪ينَ
Cümle atıf harfi ile öncesine atfedilmiştir. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. İsim cümlesinde isme isnad, subut ifade eder.
Qavmen, kâne’nin haberidir. Mucrimîne, qavmen’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Kane, fiillerinin devamlılığına ve isminin mahiyetinden bir cüz olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa)
Qavmen’deki tenvin tahkir ifade eder.
30. ve 31. âyetler arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ
Öldükten sonra dirilmeyi, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyi inkâr eden, bu konuları anlatan âyetleri alaya alan müşriklere, yanlış yollarında devam ettikleri takdirde nelerle karşılaşacakları daha detaylı olarak açıklanmak suretiyle imana gelmeleri teşvik edilmektedir.
Dünyada topluluklar (kavimler, kabileler, ümmetler, milletler...) sosyal gruplar olarak ayrılmış, her grup da kendi içinde alt bölünmelere tâbi tutulmuş, insanlık tarihinde birçok yer ve zamanda bu gruplar ayrı defterlere kaydedilmiş, burada grubun her ferdi için de bir hâne açılmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre âhiret hesabı bakımından da hem gruplara birer defter tahsis edilmiş, hem de her bir ferdin yapıp ettikleri kayda geçirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 22-23
وَاِذَا ق۪يلَ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ ف۪يهَا قُلْتُمْ مَا نَدْر۪ي مَا السَّاعَةُۙ
Vav isti’nafiye, izâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. İza şart harfi vukû bulma ihtimâli kesin olan bir durum için gelmiştir. Şart üslubundaki gayrı talebi inşai isnadtır.
Şart fiili olan qîle, cer mahallinde muzafun ileyhtir. Mequlul qavl cümlesi ref mahallinde qîle fiilinin naibu failidir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Vaad kelimesinin lafz-ı celale muzaf olması tazim ifade eder.
Mütekellim Allah teala olduğu için lafz-ı celalde tecrit sanatı vardır.
Vav atıftır. Mübteda ve haberden oluşan cümle mahallen merfu olup, naibu faile matuftur. Faidei haber ibtidai kelamdır. Essâatu mübtedadır. Lâ harfi cinsini nefyeden olumsuzluktur. İsmini nasb, haberini ref eder. Fîha, lam’ın mahzuf haberine müteallıqtır. La raybe fiha cümlesi essâatu için haberdir.
Şartın cevabı qultum cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır.
Mequlul qavl cümlesi mâ nedrî’dir. Menfi fiil sigasıyla gelen faidei haber ibtidai kelamdır.
İkinci mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Essâatu haberdir. Mübteda ve haberden oluşan cümle nasb mahallinde nedrî fiilinin iki mefulu yerindedir.
Ayetteki iki farklı görevdeki mâ’larda tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Sâat kelimesi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Reddül aczi ales sadri vardır.
اِنْ نَظُنُّ اِلَّا ظَناًّ وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِن۪ينَ
Cümle isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İn ve illâ ile oluşan kasırla tekid edilen cümle faidei haber talebi kelamdır. Kasır fail ile nev veya aded bildiren mefulu mutlak arasındadır. Kasrı mevsuf ales sıfattır.
Mâ nahnu bimusteyqınîne cümlesi maqabline matuftur. Ma, leyse gibi amel etmiştir. Nahnu ma’nın ismi, bi musteyqınîne ma’nın haberidir.
Bi harfi zaiddir. Musteyqınîne lafzen mecrur mahallen mansubtur.
Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Şayet in nezunnu illâ zannan (Ancak zan besleyebiliriz!) ne demektir?” dersen şöyle derim: Bu ifadenin aslı nezunnu zannen (Tamamen zan besleyebiliriz!) şeklindedir. İfadenin kastı yalnızca zannın varlığını ortaya koymaktır. Cümlede olumsuzluk ve istisna harflerinin yer alması, zannın varlığını, onun dışındaki her şeyi nefyederek ortaya koymayı ifade etmek içindir. Zan dışındaki şeylerin olumsuzlanması, yakînen söyleyemeyiz sözüyle daha da pekiştirilmiştir. (Keşşaf)
Nezunnu - zannâ, qultum - qîle kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Musteyqınîne, yeqane fiilinin istif’âl babında ismi failidir.