بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا
Ayet atıf harfi vav ile 31. Ayetteki emmellezîne keferû cümlesine atfedilmiştir. Vav’ın isti’nafiyye olması da caizdir. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. Lehum, bedâ fiiline müteallıqtır. Seyyiâtu faildir. Müşterek ismi mevsul mâ, muzafun ileyh olduğu için mahallen mecrurdur. İsmi mevsulun sılası amilû’dur.
Car mecrur lehum, seyyiatın onların bizzat kendilerine ait olduğuna dikkat çekmek maksadıyla failin önüne alınmıştır. Bu takdim tehir sanatıdır.
وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ve hâqa bihim cümlesi makabline matuftur. Müşterek ismi mevsul mâ, hâqâ filinin faili olarak mahallen merfudur.
Sılası kânenin dahil olduğu isim cümlesidir. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Faidei haber ibtidai kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
Yestehziu fiili istif’âl babındandır. Sülasisi hezee fiilidir. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamları katar.
Farklı anlamlardaki ma’lar arasında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Neseye نسي :
Nisyan نِسْيانٌ unutmak anlamına gelir ve insanın kendine emanet edileni bırakması ve terk etmesidir. Bu ya onun kalbinin /hafızasının zayıflığından, ya gafletten ya da kasıtlı olarak görmezden gelerek onun akıldan çıkmasına yol açmak şeklinde gerçekleşir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda olmak üzere 34 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli nisyandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَق۪يلَ الْيَوْمَ نَنْسٰيكُمْ كَمَا نَس۪يتُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا
Ayet atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
Qîle fiilinin mequlul kavli nensâkum’dur. Zaman zarfı yevme, nensâkum fiiline müteallıqtır.
Ke, misli manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir.
Mâ ve masdarı müevvel cer mahallinde mahzuf mefulu mutlaka müteallıqtır. Takdiri nisyânen kenisyânikum liqâe (Sizin buluşmayı unutmanız gibi bir unutma) şeklindedir. Mâ’nın sılası nesiytum’dur.
Hâzâ, yevmikum’ın sıfatıdır. Sıfatlar itnab babındandır.
Ayette müşakale sanatı vardır. Cezânın nesiytum lâfzıyla ifâde edilmesinin sebebi öncesinde bu kelimenin geçmiş olmasıdır.
Muşakalenin lugat mânâsı benzemektir. Istılah mânâsı ise bir mânâyı, hakîkî veyâ takdîrî olarak refâkatinde bulunan bir lâfız sebebiyle o mânâyı ifâde eden lâfızla değil de başka bir lâfızla; lâfzın zıddıyla, ya da münâsib olan bir lâfızla ifâde etmek demektir. Müşâkalede lâfız lugatta vaz olunduğu mânâ dışında kullanıldığı için bâzı âlimler bunu mecâz sayarak Beyân İlmi’ne dâhil etmişlerdir. Bâzıları ise cinâs kabûl etmişlerdir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi )
Nensâkum- nesiytum kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Bu âyette istiâre-i temsîliye vardır. Yüce Allah, onların azapta bırakılmalarını, istiâre-i temsîliyye yoluyla, bir yerde hapsedilip sonra da gardiyan tarafından unutulup yiyecek ve içecek verilmeyen, neticede ölen kimseye benzetti. Âyetten maksat şudur: Sizi, azap içerisinde bırakacağız ve unutan kimsenin muamelesi gibi muamele edeceğiz. Çünkü Yüce Allah unutmaz ve O'na unutkanlık arız olmaz. (Safvetü’t Tefâsir)
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette muhatab zamire iltifat vardır. Bu tehditi arttırır.
وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ
Atıfla gelen cümlede me’vâkum mübteda, ennâru haberdir.
Müsnedin elif lam takısıyla marife olması haberin sâdece mübtedaya mahsûs olması; başkasına âid olmaması demektir. Ayrıca kemal derecede olduğuna işaret eder.
Bu “siz azapta karşılaştığınız dehşet, korku, ızdırab, acı karşısında sığınacak bir yer aradınız ve sığındığınız yerde de ateşten başka bir şey yoktu” demektir. En korkunç şey, kişinin bir şeyden korkup da sığındığı yerde daha korkuncu ile karşılaşmasıdır. İşte bu manayı ifade etmek için Allah Teâlâ, me’vâkumun nâru [Yeriniz ateştir] buyurmuş, ama [me’vânız cehennem] buyurmamıştır. Cehennemden, nâr [ateş] şeklinde bahsedilmesi, azabın ve cahîmdeki korkunun aslı olması sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Casiye Suresi Belaği Tefsiri)
وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ
Öncesine atfedilen son cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Lekum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Lafzen mecrur, mahallen merfu olan nasirîne, muahhar mübtedadır.
Cümledeki takdim, kasır ifade eder. Onlara kesinlikle yardım yoktur. Başkalarına olabilir fakat onlara yardım edilmeyeceği kesindir.
Birden fazla tekid unsuru taşıyan bu son cümle faidei haber inkari kelamdır.
Sizin için yardımcılardan eser yoktur cümlesinin binası dolayısıyla bazı hususiyetleri vardır. Mübtedaya takdim edilmiş câr-mecrur şeklindeki haberin başına nefy harfi gelmiştir. Belâğat âlimlerinin cumhuru bu ifadenin ihtisas manası taşıdığı görüşündedir. Bu ifadeler ışığında âyette bulunan nefy harfinin, yardımın iman ehlinin isyankarları için olup başkaları için olmadığını ifade ettiği söylenebilir. Çünkü iman ehlinin isyankarlarına yardım edilecek ve onlar ateşten çıkacaklardır. Cumhurun dışındakilere göre ise bu ibarede kesinlikle ihtisas manası yoktur. Sadece te’kid vardır. Yani bu kişilere yardım edilmeyeceği manası te’kid edilmiştir. Her iki mana da kulağa hoş gelir ve lafız her iki manayı da muhtemeldir. (Muhammed Ebu Musa, Casiye Suresi Belaği Tefsiri)
ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
ذٰلِكُمْ بِاَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُواً وَغَرَّتْكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ
Ayet ta’liliye cümlesi olarak fasılla gelmiştir.
Zalikum mübteda olup mahallen merfudur. Biennekum… ibaresindeki kum, enne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Enne’nin haberi ittehaztum’dur. Cümlenin müsnedinin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Enne ve masdarı müevvel harfi cerle birlikte zalike’nin mahzuf haberine müteallıqtır.
Huzuven meful olarak mansubtur. Kelimedeki tenkir tahkir ve kesret ifade eder.
Müsnedin ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edileni kamil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
Lafzı celale muzaf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder. Mütekellimin Allah Teala olduğu bu ayetteki Allah lafzında tecrit sanatı vardır.
Ve ğarratkum cümlesi ittehaztum’a matuftur. Meful olan kum zamiri önemine binaen faile takdim edilmiştir. Elhayâtu muahhar faildir. Dünyâ, hayâtu’nun sıfatıdır. Faidei haber ibtidai kelamdır.
فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Fe isti’nafiyyedir. Zaman zarfı yevme’nin müteallakı lâ yuhracûne fiilidir. Zaman zarfı önemine binaen takdim edilmiştir.
Bu âyette iltifat sanatı vardır. Kâfirleri muhatap mertebesinden düşürmek için, II. şahıstan III. şahsa dönülmüştür. (Safvetü’t Tefâsir)
Ve lâ hum yusta’tebûne cümlesi isti’nafa matuftur. Cümle faidei haber talebi kelamdır. Lâ nafiyedir. Hum mübteda, yusta’tebûne haberidir.
Müsnedi muzari fiil olarak gelmiştir. Cümlede olumsuzluğun müsnedin ileyhten önce gelmesi kasır oluşturmuştur.
Müsnedün ileyhin nefîden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdîm kesinlikle tahsis ifâde eder. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Biennekum ittehaztum - ve lâ hum yusta’tabûne muhataptan gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Sülasisi atebe olan yusta’tebûne fiili istif’âl babında, meçhul bina edilmiştir.
فَلِلّٰهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ الْاَرْضِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Sûreyi okuyan, içinde anlatılanları idrak eden bir mümin tabii olarak Allah’ın büyüklüğünü hatırlayacak, O’nun ululuk ve kemali yanında kendisinin de içinde bulunduğu hal ve mazhar olduğu nimetler sebebiyle O’na hamdedecektir. Sûre bu hamdin tâlim ve telkin edilmesiyle son bulmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 23Fe isti’nafiyyedir. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lillahi mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Elhamdu, mübteda muahhardır. Cümlede mütekellim Allah Tealadır. Bu nedenle lafzı celalde tecrit sanatı mevcuttur. Rabbi, lafzı celalden bedeldir veya lillâhi’nin sıfatı olarak gelmiştir. Essemâvâti muzafun ileyhtir.
Rabbil ardı, rabbis semâvâti’ye matuftur.
Lillâhi - rabbi kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Rabbi kelimesinin tekrarı, zamir yerine isim gelmesi muhatabı etkileyip, konuyu zihnine yerleştirmek için yapılan itnabtır. Bu tekrarda itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Semâvât - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icab ve muraatün nazir sanatları vardır.
Rabbil âlemîne, rabbis semâvat’dan bedeldir. Rabbil âlemîne izafeti, alemlerin şanı içindir.
Ayetteki üç izafet de muzafun ileyhin şanı içindir.
Âlemîne, muzafun ileyh olarak, mecrurdur. Cer alameti ye’dir.وَلَهُ الْكِبْرِيَٓاءُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۖ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Ayet atıf harfi vav ile isti’naf cümlesine atfedilmiştir. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lehû, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Elkibriyâu, mübteda muahhardır. Fis semâvâti, kibriyâu’nun mahzuf haline veya mahzuf habere müteallıqtır.
Semâvât - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icab ve muraatün nazir sanatları vardır.
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Son cümlede vav atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber talebi kelamdır. Huve mübtedadır. El azîzu birinci haber, el hakîmu ikinci haberdir.
Müsnedin elif lam takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teala’ya olduğu karinesiyle kasır ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin elif lam takısıyla marıfe gelişi, bu vasfın mübtedada kemal derecede olduğunu, ifade eder.
Allah Teala’ya ait bu iki vasfın aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
Elazîzu ve elhâkîmu kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu muraatün nazir sanatıdır.
Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfatı müşebbehe kalıbıdır.
Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)
Surenin ayet sonlarındaki fasıla harfleri vav-nun, ye-nun’la meydana gelen lafzi güzellik muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
Hâ-mîm ile başlayan diğer sûrelerdeki gibi bunun da başında Kur’an-ı Kerîm’e dikkat çekilmekte; bu kitabı, sonsuz güç ve hikmet sahibi Allah’ın vahyettiği kesin ve açık bir ifadeyle açıklanmaktadır. Araya diğer konular girmekle beraber sûre boyunca bu temanın işlenmesine devam edilmekte, daha önce de ilâhî kitapların geldiği, bunları tebliğ eden peygamberlere karşı, son peygambere yapılan şeylerin yapıldığı bildirilmekte, çeşitli kanıtlar ortaya konarak Kur’an’ın Allah kelâmı olduğu ispat edilmektedir. Sûrenin bu ana konusu dışında şu hususlara da temas edilmektedir:
1. Tek yaratanın Allah olduğu ve O’nun her şeyi bir hikmetle yarattığı.
2. İman etmeyi kolaylaştıran deliller, akıl yürütme şekilleri.
3. İman ve istikametin meyvesi.
4. İnsanın ameli yani yapıp ettikleri, eserleri ile derecesi arasındaki paralellik.
5. Aile fertlerinin karşılıklı hak ve ödevleri.
6. Âd kavmi ile peygamberleri arasında geçenlerin ibret için hatırlatılması.
7. Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleri ve imana davet edilmeleri.
8. Başta yaratan ve insana can veren Allah’ın, ölenleri diriltmeye de kadir olduğunun, diriltmeyi takip eden zamanda inkârcıların başlarına geleceklerin hatırlatılması.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حٰمٓ
Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sûreler buna örnektir. Çünkü muhâtabın dikkatini celb eder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ
Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasında veya dışında ne varsa onları boş yere değil, belli hikmetler, mâkul amaçlar çerçevesinde yaratmıştır, ayrıca yarattıklarına bu dünya hayatını ebedî kılmamış, belli bir süre sonra her şeyi yok edip başka bir âlemde yeniden var etmeyi, ölenleri diriltmeyi murat buyurmuştur. İnsan için yaratılış hikmetinin başında imtihan gelmektedir. İmtihanda başarılı olabilmek için âdeta bir cevap kitabı olarak Kur’an vahyedilmiş, onda insanların akıllarını doğru işletmeleri, iradelerini iyi kullanmaları, doğru yoldan sapmamaları için gerekli bilgiler verilmiş, etkili bir üslûpla uyarılar yapılmıştır. Özgürlük içinde aklını iyi kullanarak iman edenler kitaptan yararlanmışlarsa da inkârda ısrar edenler ona ve uyarılarına kulak asmamış, böyle bir tebliğ yapılmamış gibi davranmışlardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 25-26
İbtidaiyye olan ayette mübteda olan tenzîlu, el kitabi’ye muzaftır. Ayette icazı hazif vardır. Minallahi, tenzîlu’nin mahzuf haberine müteallıqtır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması sözü kısaltmak ve vecîz [az sözle çok şey ifâde etmek] hâle getirme amacına matuftur.
Tenzilu, nezele fiilinin tefîl babında masdarıdır.
Elazîzi - elhakîmi lafzı celalin iki sıfatıdır. Bu sıfatların ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatıdır. Bu kelimeler arasında muraatün nazir ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfatı müşebbehe kalıbıdır. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Yaratmak, yenilmeyen ve tek olan Azîz'in kudreti ile ilişkilidir. Yaratmanın, hakka ve belirli bir vakte kasredilmesi de, hakîm ismiyle alakalıdır. Çünkü maksad sadece yaratmak değil, hak ile ve belirli bir vakit takdiriyle yaratmaktır. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belaği Tefsiri)
مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ
مَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil siygasıyla faidei haber talebi kelamdır.
Semavat - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve muraatün nazir sanatları vardır.
Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra onların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında itnabtır.
Ayetteki birinci mâ nefiy harfi, ikincisi ise ismi mevsuldür. Aralarında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. İsmi mevsul tevcih ihtiva eder.
Vav atıftır. Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. Beynehuma, mevsulün mahzuf sılasına müteallıqtır. Bil haqqı ise, mahzuf olan sıfata müteallıqtır. Takdiri illâ halqan multebisen bihaqqı (Hak ile birlikte bir yaratılıştan başka) şeklindedir.
Nefî harfi mâ ve illâ istisna edatının oluşturduğu kasır, Allah Teala’nın yeryüzü ve gökyüzünü belli bir süre ve hak ile yarattığını kesin bir dille, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirtmiştir.
Muayyen bir vade için sözünün hakka atfedilmesi, hakkı, yani tekvînî ve teşrî‘î hikmeti ifade eder. Çünkü bundan maksat kıyâmet günüdür veya şeyhlerimizin söylediği gibi en büyük baskındır. Bugünün tehlikesi şeriat olmadıkça düşünülemez. Çünkü Allah kıyâmet günü mizana koymak için kitapla bizi hesaba çeker ve ameller arz edilir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belaği Tefsiri)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَمَّٓا اُنْذِرُوا مُعْرِضُونَ
Atıfla gelen cümle isim cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mübteda olarak mahallen merfudur. Keferû fiili ismi mevsulun sılasıdır. Mevsuller mübhem yapıları nedeniyle sılaya ihtiyaç duyarlar. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması kafirleri tahkir ifade eder.
Müşterek ismi mevsul mâ, cer mahallinde olup an harfiyle birlikte mu’ridûne’ye müteallıqtır. Unziru fiili müşterek ismi mevsul mâ’nın sılasıdır. Mu’rıdûne, mübteda olan ellezine’nin haberidir.
Önceki ayetteki minellâhi ile bu ayetteki halaqnâ kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır
Bu cümlede belâgat sanatlarından kinâye bulunmaktadır. Ayetin içinde geçen mu’ridûne kelimesinde kinâye vardır. Mu’ridûne kelimesi lugatta “yüz çevirme, arkasına dönüp gitme” manalarına gelmektedir. (Lisânu’l Arab)
Kinâye yapılan asıl mana ise Mekkeli müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm’deki uyarıları, kıyamet haberlerini, enfüsî ve âfâki delilleri anlamaya yanaşmadıklarını ve üzerinde tefekkür etmedikleridir. Bu nedenle bu cümleye “Uyarıldıkları şey üzerine tefekkür etmezler, iman etmezler, önemsemezler” şeklinde mana vermek daha uygun olacaktır. (Zemahşerî Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 287)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Müşrikler putların yeryüzünde, insan ve eşya üzerinde bazı etkilerinin bulunduğuna inanıyorlardı. Bu inancın temelsiz olduğunu ispat için Kur’an’ın kullandığı mantık şudur: Birinin bir şey üzerinde değiştirici etkisinin bulunabilmesi için onun yaratılış ve oluşuna katkıda bulunmuş olma ön şartı vardır; putlar neyi yarattılar ki, onun üzerinde etkileri bulunsun!
İnsanlar göklerde olup biteni göremedikleri için, putların göklerde de bir etkilerinin bulunmadığı ifade edilirken “varsa gösterin” denilmemiş, yalnızca “etkilerinin olmadığı” düşündürücü bir soru şeklinde ortaya konmuştur.
Bir iddia ya akıl ve ilim delili ile yahut da sağlam rivayetlerle (nakil delili ile) ispat edilir. Müşriklerden, önce akıl delili istenmiş, arkasından da sağlam bir yazılı veya yazısız rivayet talebi ile yetinilmiştir. Ancak her iki talep de iddia sahipleri tarafından karşılanamamıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 27
قُلْ اَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Ayet istinafiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Qul emrinin mefulü olan mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.
Hemze istifhamdır. Mâ ismi mevsulu meful olarak mahallen mansubtur. Tedûne fiili ismi mevsulun sılasıdır. Car mecrur olan min dûni mahzuf hale müteallıqtır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle soru kastı taşımamaktadır. Cümlenin asıl maksadı taaccüb ve istihzadır. Bu nedenle mecazı mürsel mürekkeptir.
Min dûnillâhi izafeti gayrının tahkiri ve kısa yoldan izah içindir.
Qul kelimesi her zaman Rasûlullah'a (s.a) tebliğ etmesi emredilen şeyi ve bunun Allah katında bir mekanı olduğunu ima eder.
Eraeytum sözündeki fiil ister “görmek”, ister “bilmek” manasında olsun, raâ fiilinin başına istifham hemzesi gelmiştir. Çünkü ilmen görmekte, kalple görülen şeyin neredeyse gözle görülür gibi zuhur ve inkişaf ettiği manası vardır. Burada soru rüyetin üzerinde gerçekleştiği şeyin hakikati hakkındadır. Basâir'in gördüğü şey, basar'ın gördüğü şeye ilave olur. Bunda da ibadet edilen Zât'ın ibadet edilmeye ehil olduğunun hem kalple, hem de gözle görülerek iki yönden de te’kid edilmesi gerektiğine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belaği Tefsiri)
اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۜ
İsti’nafi beyani olarak cümlenin mequlül qavlidir. Veya raeytum fiilini açıklamak için tekidtir.
Emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Mâzâ haleqû cümlesi, erûnî fiilinin ikinci mef’ulüdür. İstifham ismi mâzâ, mukaddem mef’uldür. Mahallen mansubtur.
Em atıf harfi, bel ve hemze manasında munkatı’dır. Ayetteki ilk istifhama aittir. İstifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen, inkar manasında geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Lehum mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Şirkun, muahhar mübtedadır.
Semavat - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve muraatün nazir sanatları vardır.
Raeytum - erûnî kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatı vardır.
Ayetteki bu kelimeler arasında “cinâs-ı mümasil” vardır. raeytum - erûnî arasında tam cinâsın kısımlarından cinâs-ı mümâsil bulunmaktadır.
Cinâs-ı mümâsil, birbirine benzeyen iki lafzın kelime türleri bakımından yani isim, fiil veya harf olma yönünden ortak olmasıdır. (Kazvînî, Îzâh, s. 375)
ا۪يتُون۪ي بِكِتَابٍ مِنْ قَبْلِ هٰذَٓا اَوْ اَثَارَةٍ مِنْ عِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Cümle isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği anlamdan çıkarak tehaddi anlamına gelmesi sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir.
Car mecrur bi kitâbin, îtûnî fiiline müteallıqtır. Min qabli hâzâ, kitâbin kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir.
Îtûnî bikitâbin min qabli hâzâ (Bundan önceki bir kitabı bana getirin.) cümlesindeki emirden maksat, muhatabı acze düşürmektir. (Safvetü’t Tefâsir)
Ev harfi atıftır. Esâratin, kitâbin kelimesine matuftur. Min ilmin, esâratin’in sıfatıdır.
İn kuntum cümlesi isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda inşai isnadtır. Cümlede icaz-ı hazif vardır.
İn şart harfi, kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Bu icazı hazif sanatı, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
İstifham siyakında işaret isminin varlığı, “arz sizin gözünüzün önündedir ve herhangi bir şeyi elinizle gösterebilirsiniz, o halde ‘elinizle göstererek bunu ilahlarımız yarattı’ deyin” demektir.
İn harfi burada, asla gerçekleşmeyecek bir fiilin başında gelmiştir. Halbuki bu harf aslında vuku bulma ihtimali şüpheli olan fiillerin başında gelir. Bu da şüphe ifade eden olayın ve onların doğru sözlü olma ihtimalinin olumsuzluğu konusunda kesinlik ifade eder.
Âyette geçen ْkuntum kelimesi, böyle durumlarda geldiği zaman doğruluğun onların şanı haline geldiğini ifade eder. Yani “siz bununla bilinir bir halde iseniz” demektir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belaği Tefsiri)
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ
Vav isti’nafiyedir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Men, istifham harfi ref mahallinde mübtedadır. Edallu haberdir. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Ayet istifham üslubunda gelmiş olsa da anlam itibariyle cevap beklenen bir soru olmaması ve tahkir anlamına gelmesi sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir. Mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle istifhamda tecahülü arif sanatı, lafzı celalde ise tecrit sanatı vardır.
Ayetteki men istifhâm edatlarından biridir. Buradaki istifhâm cümlesi asıl manasının yani soru manasının dışında kullanılmıştır. Ayetin öncesi ve sonrasına bakılarak nefiy ve inkâr ifade ettiği anlamı çıkmaktadır. Buna göre “Allah’tan başka birşeye ibadet edenden daha delalette olan kim vardır?” cümlesi Allah’tan başka birşeye ibadet eden kimseden daha delalette olan biri yoktur. manasını taşımaktadır. (Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 288)
Müşterek ismi mevsul mâ, cer mahallinde edalle fiiline müteallıqtır. Sılası yedû fiilidir. Mevsuller mübhem yapıları nedeniyle sılaya ihtiyaç duyarlar. Sıla cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Min dûnillâhi izafeti gayrıyı tahkir ve kısa yoldan izah içindir.
İkinci müşterek ismi mevsul men, yedû fiilinin mefulu olarak mahallen mansubtur. Sılası lâ yestecîbu’dur. İlâ yevmi, mahzuf hale müteallıqtır. Elkıyâmeti ise muzafun ileyhtir. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.
Daha sapkın kimdir? şeklindeki istifham; inkârîdir, yani mana “kendilerine cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapkın olan yoktur” şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belaği Tefsiri)
وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ
Vav haliyyedir. Faidei haber talebi kelamdır. Hum mübtedadır. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Gâfilûne mübtedanın haberidir. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.
Yedû - duâihim kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, men’in tekrarında ve min’le arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayette hum zamiri putlara aittir. Putlar akılsız varlıklar oldukları için hunne müennes zamiri kullanılması gerekirken akıllı varlıklar için kullanılan hum müzekker zamiri kullanılmıştır.
Buna belâgatta tağlib denmektedir.
Müşrikler cahillik ve ahmaklıklarından dolayı ibadet ettikleri putları gören, işiten, bilen varlıklar olarak saydıklarından, onların inançlarına göre akıllı varlıklarda kullanılan zamir yer almıştır. Diğer bir sebep ise tağlib ciheti ile hum zamirinin kullanılmasıdır. Bu da şu şekilde açıklanabilir. Min dûnillâhi (Allah’tan başka) tapılacak şeylerin içerisinde akıllı varlıklar olarak; insanlar, cinler ve akılsız varlıklardan da putlar ve diğer akılsız varlıklar yer alır. İnsan ve cin gibi akıllı varlıklar, hayvan, taş ve tahta gibi akılsız varlıklara üstün/galip gelmiş ve tağlib ciheti ile hum zamiri kullanılmıştır. (Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 288)
Edalle’deki müfret zamirden cemi hum zamirine iltifat edilmiştir.