بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ
Haşera حشر :
Haşr حَشْرٌ bir topluluğu yerleşik oldukları yerlerinden çıkarıp ve koparır gibi ayırıp savaşa veya başka bir şeye götürmektir. حَشْرٌ kelimesi gerek insan gerek diğer varlıklar için ancak yalnızca bir toplulukla ilgili kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve üç farklı isim formunda olmak üzere 43 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri haşrolmak, mahşer, haşere ve haşerattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Vav atıftır. İzâ şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır. İza şart harfi vukû bulma ihtimâli kesin olan bir durum için gelmiştir. Ayet şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır.
Şart fiili olan huşira, cer mahallinde muzafun ileyhtir. Şartın cevabı kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Lehum, a’dâen’in haline müteallıqtır. Kâne’nin haberi a’dâen’dir.
İkinci kânû cümlesi birinciye matuftur. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Kâne’nin haberi kâfirîne’dir.
Ennâsi’deki tarif hakiki istiğrak, a’dâen’deki tenvin ise kesret ve tahkir ifade eder.
Kânû kelimesinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ
Kur’an’a muhatap olanlar onun olağanüstü bir metin olduğunu gördüler ve anladılar. Ancak içinde bulundukları ve yararlandıkları konum sebebiyle gerçeği inkâr ettiler, olağanüstülüğü ise sihir diyerek geçiştirmeye çalıştılar. Eğer sihir iddiası doğru olsaydı, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı kendisi uydurup Allah’a aitmiş gibi göstermesi gerekirdi. Bu durumda nelerin olacağı konusuyla ilgili âyetlerde yer alan açıklama (bk. Hâkka 69/44-47), yalancı peygamberleri bekleyen acı âkıbeti de haber vermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 29
Vav isti’nafiyedir. İzâ istikbalde şart manalı, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Gayrı cazimdir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş gayrı talebi şart cümlesidir, haber manalıdır.
Tutlâ, cer mahallinde şart fiilidir. Qâle, şartın cevap cümlesidir.
Ellezine, qâle fiilinin failidir mahallen merfudur. Sılası keferû’dur. Lemma şart manalı, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Câehum şart cümlesi, muzafun ileyhtir. Şart cümlesinin cevabının mahzuf olması icaz-ı hazif sanatıdır.
Cümlede müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere işaret içindir.
Hâzâ sihrun... mequlül qavl cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Hâzâ mübteda, sihrun haberdir. Mübînun ise sihrun’un sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi tahkir ifade eder.
Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdikleri ifade edilmiştir. Tütlâ fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.
Âyâtünâ izafetinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsirul Beyani, C.2, Lokman Suresi)
Beyyinâtin - mubînun kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Haktan maksat âyetlerdir, zamir yerine zâhir isim konulması ve inkâr edenlerin de dinleyenler yerine konulması âyetlerin hak, onların da kâfirler olup sapıklığa gömüldüklerini tescil etmek içindir. (Beydavi)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
Müste’nefe olan ayet istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.
Em munkatı’, yani bel ve hemze manasındadır. Buradaki hemzenin manası inkaridir. Bel, intikâlî idrab manasındadır. Yani kelam ilk manayı iptal etmeyip muhafaza etmekle beraber bir manadan başka bir manaya intikal etmiştir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Yeqûlûne fiilinin mequlul qavli olan ifterâhû fiili ifti’âl bâbındadır. Bu bab fiile, mutavaat, müşareket, ittihaz, izhar, taleb gibi anlamlar katar.
قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ
Bu cümle isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Mequlul qavl ise şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır.
İn iki muzari fiili cezmeden şart harfi, ifteraytuhu şart fiilidir.
Fe şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Lâ temlikûne cümlesi şartın cevabıdır. Minallahi, şey’en’in haline müteallıqtır. Şey’en, temlikûne fiilinin mefuludur.
İfteraytu - ifterâ, yeqûlûne - qul kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Şey’en’deki tenvin hiçbir manasında olumsuzluğu tekid eder. Nefiy sigada tenkir selbin umumuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Duhan/41)
هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ
Cümle isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkildir. Huve mübteda olarak mahallen merfudur. A’lemu haberdir. Mâ müşterek ismi mevsul, cer mahallinde bi harfiyle birlikte a’lemu’ya müteallıqtır. Tufîdûne ismi mevsulun sılasıdır. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı mevcuttur.
Bu cümlede istiâre-i tasrîhiyye-tebe’iyye vardır. Tufîdûne kelimesi ile istiâre yapılmıştır. Müşriklerin Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki iftiraları ve aralarında yaptıkları konuşmaları ifade etmektedir. Mekke müşriklerinin, ayetler hususunda ne demek gerektiğine dair toplantılar yapıp, uzun uzun konuşmalar neticesinde, Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinin, birer sihir, kehanet ve yalan olduğu kanaatine varmalarını, Allah teala “dalmak, hakkında dalıp gitme” olarak ُ tufîdûne kelimesi kullanarak istiâre yolu ile anlatmıştır. Ayetin tefsiri “Kur’ân-ı Kerîm hakkında konuşmakta olduğunuz şeyleri, atmakta olduğunuz iftiraları Allah bilmektedir.” şeklinde yapılabilir. 8Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 289)
Dolayısı ile ayette müşebbehün bih açıkça zikredildiği için İstiâre-i tasrîhiyye/açık istiâre; kullanılan kelime, türetilen yani müştak bir kelime olduğu içinde istiâre-i tebeiyye vardır.
كَفٰى بِه۪ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ
İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Bi harfi zaidtir. Tekid ifade eder. Hi zamiri lafzen mecrur, mahallen merfu olarak kefâ fiilinin failidir. Cümlede birbirine matuf iki zaman zarfı da şehîden’e müteallıqtır.
Beynî - beynekum kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ
Vav haliyyedir. Atıf olması da caizdir. Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedin elif lam takısıyla marife olması tahsis ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır.
Allah Teala’ya ait bu iki vasfın marife olarak gelmesi bu sıfatların onda kemal derecede olduğunu, aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
Errahîmu - elğafûru kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşabuhel etraf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu muraatün nazir sanatıdır.
Her iki kelime de mübalağa kalıbında gelmiştir.
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Burada peygamberliğin başlıca özellikleri şöyle sıralanıyor: a) Bütün peygamberler temel özellikler bakımından birbirine benzerler. Daha önce bir peygamberi tanımış ve ona inanmış olanların sonra gelen hak peygambere inanmasında güçlük olmamalıdır. b) Peygamberler de dahil olmak üzere Allah’tan başka hiçbir varlık –istisnaî durumlarda Allah bildirmedikçe– gaybı bilmez; gelecekte olacaklar da gayba dahildir, nitekim Hz. Peygamber bunu bilmediğini açıkça ifade etmektedir. c) Peygamberlerin özel bilgi kaynakları vahiydir. Vahiy diğer inananlar gibi peygamberler için de bağlayıcıdır; ona uymak, uygun davranmak mecburiyeti vardır. d) Allah’tan emir alarak insanları dinî hayatları bakımından uyarma, dünyada yaptıklarının âhirette nasıl karşılık bulacağını bildirme görevi peygamberlere aittir, onlardan başka –bu mânada– uyarıcı yoktur, âlimler ve eğitimciler bu görevi peygambere tabi olarak yerine getirirler.
“b” şıkkında ifade edilen husus tefsirciler arasında tartışılmıştır. Bazıları, “Onun bilmediği, dünyada olacaklardır, âhirette kimlerin başına nelerin geleceğini bilir” demişlerdir. Bize göre bu bilgi de şahıs şahıs değil, geneldir, iman ve amellerin sonuçlarıyla ilgilidir. Dünyada olsun âhirette olsun onun bildiği münferit, özel, belli olaylar ve olacaklar, istisnaî olarak ve belli hikmetler çerçevesinde Allah’ın bildirmesi, vahyetmesiyle bilinmiştir. Buhârî’nin aktardığı şu bilgi de bu anlayışı açıkça desteklemektedir: Medine’ye hicret eden müminler, oranın yerlilerine misafir edilmeleri için dağıtılmış, Osman b. Ma’zûn isimli sahâbî de misafir kaldığı evde hastalanmış ve âhirete göçmüştü. Cenaze kefenlenmiş halde iken Hz. Peygamber eve gelmiş, evin hanımı ona ölü hakkındaki kanaat ve duygularını şöyle ifade etmişti: “Allah’ın rahmeti üzerine olsun ey Osman! Sana tanıklık ederim ki, Allah’ın ikram ve ihsanına nâil oldun.” Peygamberimiz hanıma, “Ona Allah’ın ihsanda bulunduğunu nereden biliyorsun?” diye sorunca kadın kendine geldi, “Bilmiyorum ey Allah’ın Resulü” dedi. Peygamberimiz de şöyle buyurdu: “O, rabbinden gelen şüphe götürmez gerçekle karşı karşıyadır, ben onun için hayır umuyorum. Yemin ederim ki ben Allah’ın elçisi olduğum halde hakkımda ne yapılacağını bilmiyorum.” Kadın da ekledi: “Vallahi ben de bundan sonra hiçbir kimseyi (‘Onun günahı yoktur, makamı cennettir’ diyerek) tezkiye etmem” (Buhârî, “Cenâiz”, 3).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 29-30قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعاً مِنَ الرُّسُلِ
İstinaf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Mequlul qavl cümlesi mâ kuntu’...dur. Mâ nafiyedir. Kâne’nin haberi bid’an’dır. Car mecrur miner rasûli, bid’an’ın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Kur’ân-ı Kerîm'de pek çok kez geçen bu emir, Rasûlullah'ın (s.a) kendinden tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delâlet etmiştir. Rasûlullah'a (s.a) qul diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur’ân-ı Kerîm'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Rasûlullah'ın (s.a) bize tebliğ eden sesinden önce, kendisine bunu indiren Allah'ın o'na qul dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ
Bu cümle mequlul qavl cümlesine matuftur. Vav haliyye, mâ nafiyedir. Menfi fiil sigasıyla gelen hal cümlesi konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.
Mâ istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfudur. Yuf’alu fiili, haber olarak mahallen merfudur. Cümlede müsnedin muzari fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Bu isim cümlesi, edri fiilinin iki mefulu yerindedir. Mahallen mansubtur.
Yuf’alu fiiline dahil olan mâ’nın mevsul olmasına da cevaz vardır.
Vav atıftır. Nefiy harfi lâ olumsuzluğu tekid etmek içindir. Bikum, yuf’alu fiiline müteallıqtır.
اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ
Bu cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Faidei haber talebi kelamdır. Nefiy harfi in ve istisna harfi illa ile oluşan kasır, fiil ve mefulu arasındadır. Kasrı mevsuf ales sıfattır.
Kasr uslûbu ile anlaşılıyor ki peygamber ancak vahyedilene tabi olmaktadır. Dini hüküm ve konularda yapmış olduğu fiiller ancak ve ancak Allah’ın kendisine indirmiş olduğu vahiy ile olduğu ifadesi ve vurgusu söz konusudur. (Ebu’s-Su’ûd, Tefsîru Ebi’s-Su’ûd,)
وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Ta’liliyye cümlesine atıf harfi vav ile atfedilmiştir. Mâ nefiy harfi ve illâ istisna harfiyle oluşan kasır mübteda ve haber arasındadır. Mübteda olan ene maksur, haber olan nezîrun maksurun aleyhtir. Kasrı mevsuf ales sıfat olarak gelmiştir. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Mubînun, nezîrun sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Nezîrun ve mubînun kelimeleri sıfatı müşebbehe kalıbındadır.
Errusuli - yûhâ - nezîrun kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Sûrenin ana konusu Kur’an’ın Allah kelâmı, Muhammed aleyhisselâmın da gerçek peygamber olduğunu ispat etmektir. Bu maksatla sıralanan deliller ve ikna edici tartışma çerçevesinde bu âyetlerde şunlara yer verilmiş olmaktadır:
a) Kur’an’a ve peygambere iman edenler bulunduğuna göre inkârcıların bunda ısrar etmek yerine bir de “Ya gerçek ise, Allah’tan gelmiş ise biz ona inanmamakla neleri kaybetmiş olacağız” diye düşünmelerinin makul olacağı.
b) Kur’an’ın Allah’tan geldiği ve peygamberin doğru söylediği konusunda tanıklık eden, bununla da kalmayıp ona inanan bazı yahudilerin tanıklıklarının dikkate alınması gerektiği. Bu şahidin kim olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmış, rivayetlere yer verilmiştir. Bu cümleden olarak “Şahit Hz. Mûsâ’dır, Tevrat’da Hz. Peygamber’in geleceğini bildirmiştir”; “Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selâm’dır”; “Mekke müşriklerinin ticaret için gittikleri Medine’de ve başka yerlerde karşılaştıkları bazı yahudilerdir” diyenler olmuştur. Birinci ihtimal oldukça zayıftır; çünkü bu şahitlik Mekkeliler için ikna edici olmaz. İkinci ihtimal bazı sağlam rivayetlere dayanmakla beraber sûrenin Mekke’de inmiş olması bu yorumu zayıflatmaktadır. Bunu savunanlara göre sûrenin bütünü Mekke’de inmiş olmakla beraber bu âyet daha sonra Medine’de gelmiş ve sûredeki yerine konmuştur (Râzî, XXVIII, 7; Kurtubî, XVI,181; Şevkânî, V, 23). Bize göre ikinci ve üçüncü ihtimaller birbiri ile çelişmediği için kabul edilebilir niteliktedir.
c) İnkârda ısrar eden Arap müşriklerinin, servet ve saltanatlarına güvenerek Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiği konusundaki değerlendirmelerinin yanlış olduğu; insanların Allah katındaki değerlerinin servet ve saltanata değil, imana, ahlâka ve iyiliklere bağlı olduğu.
d) Araplar’ın yakınlarında olan ve temas halinde bulundukları yahudilerin ellerinde bulunan Tevrat’ı ölçü olarak almalarının uygun olacağı. Hz. Mûsâ ve Tevrat ile Hz. Muhammed ve Kur’an arasında önemli benzerlikler vardır, fark dilde ve şekildedir; içerik ve amaç benzerliği, kaynak birliğinin ve gerçekliğin önemli bir delilidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 30-31
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪
İsti’naf olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi emir üslubunda inşai isnadtır.
Cümle fiil ve mef’ulünden müteşekkildir. Fiilin mef’ulü olan mequlül qavl, istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru manası değil tevbih ve kınama, takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
İn şart harfi, kâne şart fiilidir. Cümlede icaz-ı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur; takdiri şöyledir: Ya Kur’ân Allah katından gelmişse ve siz onu inkâr ediyorsanız, o zaman zâlim olmaz mısınız!? AYetin devamındaki Zalim bir kavmi, Allah elbette doğru yola getirmez sözü de mahzûfun bu şekilde takdir edilmesi gerektiğine delâlet eder. (Keşşaf)
İndallâhi izafeti kısa yoldan ifade ve inde’ye tazim için gelmiştir.
Ve kefertum bihi hal cümlesidir. Vav haliyyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur bihi, kefertüm fiiline müteallıqtır.
Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.
Eraeytum (Bana haber verin) cümlesi Kur’ân'da pek çok kere geçmiştir. Birçok yerde, arkasından da şart cümlesi gelmiş ve okuyucunun uyanık, enerjik, şuurlu ve durumu değerlendirebilecek kudrette olması için şartın cevabı zikr edilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu luğavî açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun i‘câzına olan yakînimizi arttırır. Sanki bu âyetler Kur’ân'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ عَلٰى مِثْلِه۪
Cümle atıf harfi vav ile şart cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur min benî, şâhidun sıfatına müteallıqtır. Alâ mislihi, şehide fiiline müteallıqtır.
Alâ mislihi deki zamir Kur’ân’a râcidir; yani anlamca Kur’ân’ın benzeri olan Tevrat hakkında şahitlik ediyorsa demektir. Bu da Tevrat’ta bulunan ve Kur’ân’ın konularına uygun düşen tevhid, va‘d, va‘îd gibi mânalardır. (Keşşaf)
Şehide - şâhidun kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
فَاٰمَنَ وَاسْتَكْـبَرْتُمْۜ
Fe atıftır. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. İstekbertum cümlesi feâmene’ye matuftur.
Feâmene sözündeki iman, Kur’ân’ın benzerine şahitlik etmesinin bir neticesi kılınmıştır; çünkü o [şahit], Kur’ân’ın benzerinin Mûsâ’ya (a.s.) indiğini, onun vahiy cinsinden olup beşer sözü olmadığını bilip, sonra da insaflı davranarak buna şahitlik edince ve itirafta bulununca iman bunun bir neticesi olmuştur. (Keşşaf)
Kefertum - âmene kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Ta’liliye olarak fasılla gelen son cümle inne ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faidei haber inkari kelamdır. Mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri itnab babındandır.
Nefî harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması hâlinde bu terkîb; hükmü takviye ifâde eder. Ancak bâzı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifâde edebilir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani ilmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ezzâlimîne, qavm’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Bu cümle kelamı, henüz tamamlanmamış olan öncesinden kesin bir şekilde ayırır. Çünkü şartın cevabı zikredilmemiştir. Ayrıca istinafla gelmiş ve asıl te’kid edatıyla te’kid edilmiştir. Müsnedün ileyh, fiil olan habere takdim edilmiştir. Bütün esmaü'l-hüsna'yı ve kemal sıfatları kendinde toplayan lafza-i celal gelmiştir. Zulmün onların asıl yapısı olduğuna delâlet eden kavim kelimesi kullanılmıştır. Zalimler kelimesi elif-lâm ile tarif edilmiş; böylece de kavmin her ferdi kasdedilmiştir (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْراً مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ
Ayet isti’nafiyedir. Allah Teala bu ayette küfredenlerin sözlerini bildirmektedir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, qâle fiilinin faili olarak merfu mahaldedir. Sılası keferû fiilidir. Mevsulde tevcih anlamı vardır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle marife olması tahkir ifade eder. Onların isminin anılmasının kerih görüldüğü anlaşılmaktadır.
İkinci ismi mevsul ellezîne, cer mahallinde qâle fiiline müteallıqtır. Sılası âmenû fiilidir.
Mequlul qavl, gayrı talebi inşai isnadtır. Lev, cezmetmeyen şart edatıdır. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Şartın cevabı mâ sebeqûnâ’dır.
Ellezîne’nin tekrarında tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Keferû - âmenû kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪
Vav atıftır. Mazi manalı zaman zarfı iz, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Mahzuf fiile muteallıqtır. Takdiri zahera indehum iz lem yehtedû (Onların yanında hidayette olmadıkları ortaya çıktı) şeklindedir. Yehtedû fiili mecrur mahalde muzafun ileyhtir.
Ve iz lem yehtedû bihi (Onunla hidayete eremedikleri için) sözündeki zarfın bir âmili ve feseyeqûlûne (diyecekler) sözünün bir müteallakı olması gerekir. Oysa birinin geçmiş, diğerinin gelecek zamana delâlet etmesi sebebiyle birbirleriyle uyuşmadıkları için feseyeqûlûne sözünün zarfta amel etmesi doğru olmaz. O hâlde, bu sözün açıklaması nasıldır?” dersen şöyle derim: iz’deki âmil, söz kendisine delâlet ettiği için hazfedilmiştir. (Keşşaf)
فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ
Cümle mukadder isti’nafa matuftur. Fe atıftır. Seyeqûlûne’nin başındaki sin harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Faidei haber talebi kelamdır.
Yeqûlûne fiilinin mefulu olan mequlul qavl cümlesi, isim cümlesi formunda faidei haberi ibtidai kelamdır. Hâzâ mübtedadır. İfkun haberdir. Qadîmun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Kafirlerin sözlerinde müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması tahkir içindir.
Diyeceklerdir sözünde bulunan sin harfi, istikbale delâlet etmesinin yanısıra, maziye ve şimdiki zamana da delâlet eder. Manası, “O beni hidayete erdirir, hidayete erdirmeye devam ediyor ve gelecekte de hidayete erdirecek” şeklindedir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
Vav isti’nafiyyedir. Cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Min qablihi, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Kitâbu mûsâ muahhar mübtedadır. İmâmen ve rahmeten kelimeleri hal olarak mansubtur. Hal itnab babındandır.
وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَاناً عَرَبِياًّ لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ
Cümle atıf harfi vav ile isti’nafa matuftur. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Hâzâ mübteda, kitâbun haberdir. Musaddiqun, kitâbun’un sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olması işaret edileni, yani kitabı tazim ve medih ifade eder.
Lisânen hal olarak mansubtur. Arabiyyen ise sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Li, yünzira fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, cer mahallinde musaddiqun’a müteallıqtır.
Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, yunzira fiilinin mefulu olarak mahallen mansubtur. Sılası zalemû’dur.
وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ
Ve büşra lilmuhsinîne cümlesi makabline matuftur. Cümlede icazı hazif vardır. Büşrâ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri huve büşrâ (O müjdedir) şeklindedir. Car mecrur lil muhsinîne, büşra’ya müteallıqtır. Muhsinîne’nin cer alameti ye’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ye ile mecrur olurlar.
Li yunzirallezîne zalemû cümlesiyle ve buşra lilmuhsiniîne cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Muhsinîne - zalemû, yunzira - buşrâ kelimeleri arasında tıbakı hafiy vardır.
Ayetteki önemine binaen tekrarlanan kitâbu kelimesinde itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Liyunzira / uyarmak, korkutmak manasına gelirken; büşrâ kelimesi ise müjde vermek, sevindirmek manalarını taşımaktadır. Aralarında mana açısından tezat bulunmaktadır. Burada ki tıbâk sanatı yapılan kelimelerden biri fiil diğeri ise isimdir. (Vehbe Zuhaylî, et-Tefsîru’l-Münîr, XIII, 339)
El muhsinîne ve ellezîne zalemû kelimelerindeki kalıplar arasında fark vardır. İlki ism-i mevsul ile gelmiştir, ki onların sıla cümlesi ile bilindiklerine ve meşhur olduklarına işaret eder. Böylece daha önce geçen, Küfredenler, uyarıldıkları şeyden yüz çeviricilerdir (Ahkâf/3) âyetinde zikredilen kişilere işaret eder. Çünkü onlar, âyetlerin bu şekilde bahsetmesinden sonra zulmetme dalâletiyle tanınmış ve meşhur olmuşlardır. Küfredenler'den zulmedenler şeklinde bahsedilmesi, zulmün çirkinliğini ifade etmek, küfrün ve masiyetin her çeşidinden nefret ettirmek maksadıyladır. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
İman ve amel dinin iki direğidir, bunlara sahip olanların ebedî kalmak üzere cennete girecekleri çeşitli vesilelerle ifade buyurulmuştur. Burada ameli temsil eden istikamet kelimesi, Allah rızasını kazandıran davranışlar mânasındaki amel-i sâlihin itidal ve devam üzere olması demektir. İşte bu mânada istikamete sahip olanlar, davranışlarıyla imanlarına sadık kaldıklarını da ortaya koymuş olmaktadırlar (İstikamet için bk. Fussılet 41/30).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 32اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا
Ayet isti’nafiye olup fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiştir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
Qâlû fiili mevsulün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Rabbunallahu cümlesi nasb mahallinde mequlul qavl’dir. İsteqâmû cümlesi qâlû’ye matuftur.
Sonra istikamet üzere olanlar ibaresindeki sümme kelimesi, istikamet ile iman arasındaki kuvvetli irtibat dolayısıyla zaman ve rütbe açısından terâhî [gecikme] ifade etmez. Çünkü rabbunallâhi (Rabbimiz Allah'tır) cümlesinin rütbesinden daha üstün değildir. Zira bu söz; iman ehlinin, Peygamber Efendimizin ve o'ndan önceki peygamberlerin söylediği en faziletli sözdür. Ancak bu sümme kelimesinde başka bir delâlet vardır. O da, “insanın hayatı boyunca Allah'ın emir ve nehiylerine uyarak yaşaması” demek olan istikamet üzere olmasının en büyük gaye oluşu ve bu mertebeye ancak büyük zorluklarla ulaşılabileceğidir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
Fe zaidtir. Nefiy sigasıyla gelmiş isim cümlesi ellezîne’nin haberidir. La, nefiy harfi, havfün mübtedadır. Car mecrur aleyhim, mübtedanın mahzuf haberine müteallıqtır. Cümlede icazı hazıf vardır. Faidei haber talebi kelamdır.
Ve lâ hum yahzenun cümlesinde vav atıf, hum mübteda, yahzenûne haberdir. Lâ zaidtir, nefyi tekid eder. Cümle faidei haber inkari kelamdır. Haber muzari fiil gelerek teceddüt ve istimrarla birlikte hükmü takviye etmiş, müsnedün ileyhin nefiy harfinden sonra gelmesi de tahsis ifade etmiştir. Böylece Allah Teala onların mahzun olmayacaklarını çok kesin bir şekilde bildirmiştir.
Lâ havfun (Korku yoktur.) - Lâ yahzenûne (onlar üzüntüye de uğramazlar) ibareleri arasında murâatun nazir vardır.
Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır sözü, inne'nin haberi olarak gelmiş iki cümle; kendilerine müjde verilen muhsinlerin hallerini toplu olarak ifade eden bir kelamdır. Bu kelamı son derece kısa ve kolay olarak tanımlayabiliriz. Muhsinlerin hallerini beyân eden kapsamlı cümlenin yarısını inne'nin ismi oluşturmuştur. İbarenin başındaki fe harfi, şarta benzeyen ism-i mevsulün haberinin başına gelmiştir. Bunun faydası da haberin mübtedaya isnadını te’kid etmektir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Ayet isti’nafi beyaniyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübteda, ashâbul cenneti haberdir.
Müsnedün ileyhin uzağa mahsus ism-i işaret olması tazim içindir ve cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder.
Müsned manayı zenginleştirmek amacıyla izafetle gelmiştir.
Hâlidîne hal olarak mansubtur.
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cezâen, mahzuf bir fiilden mef’ûlün mutlaktır. Takdiri yuczevne cezâen (Bir cezayla cezalandırılırlar) şeklindedir. Müşterek ismi mevsul mâ, cer mahallinde cezâen’e müteallıqtır. Sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
Bu isim cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Ayet isti’nafi beyaniyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübteda, ashâbul cenneti haberdir.
Müsnedün ileyhin uzağa mahsus ism-i işaret olması tazim içindir ve cennet ehlinin derecesinin yüksekliğine işaret eder.
Müsned manayı zenginleştirmek amacıyla izafetle gelmiştir.
Hâlidîne hal olarak mansubtur.
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cezâen, mahzuf bir fiilden mef’ûlün mutlaktır. Takdiri yuczevne cezâen (Bir cezayla cezalandırılırlar) şeklindedir. Müşterek ismi mevsul mâ, cer mahallinde cezâen’e müteallıqtır. Sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
Bu isim cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye hudus ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)