4 Ekim 2023
Ahkaf Sûresi 15-20 (503. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ahkaf Sûresi 15. Ayet

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَاناًۜ حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُرْهاً وَوَضَعَتْهُ كُرْهاًۜ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْراًۜ حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَبَلَغَ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۙ قَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  ...


Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”

Peygamberlere inananlar ve onların yolundan gidenler ile inkâr, isyan ve onlara eziyet edenlerin durumu, ana babalar ile çocukları arasındaki ilişkiyi hatırlatıyor. Bu sebeple 15-20. âyetlerde o konuya geçilmiş; ana babaların nice eziyetler çekerek dünyaya getirip büyüttükleri, kendilerine ümit bağladıkları çocuklarının da birbirine benzemediği, kimileri itaat edip iyi davranırken bazılarının da hayırsız çıktığı hatırlatılmış, hem Peygamber efendimiz hem de müminler teselli edilmiştir.

Bakara sûresinin 233. âyetinde, tam emzirme süresinin iki yıl olduğu ifade edilmişti. Burada ise rahimde taşıma müddeti ile emzirme süresi toplamının otuz ay olduğu zikredilmektedir. Otuz aydan iki yıl çıkarılınca geriye altı ay kalır; bundan da asgarî hamilelik süresinin altı ay olacağı sonucuna ulaşılır. Hz. Osman halife iken, evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadına zina cezası istenmiş, halife de bunu uygulamaya meyletmişti. Ancak Hz. Ali yukarıdaki hesap ve yoruma dayanarak, altı ay içinde çocuk doğurmanın mümkün olduğunu, kadına zina isnadının delilinin bulunmadığını savundu ve kadın berat etti (Kurtubî, XVI, 188).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 34

 Veda'a وضع  :

  وَضْعٌ sözcüğü kaldırmanın zıddı olan koymak demektir. İçte ve dışta taşınan yüklerle ilgili kullanılır. Kadın yükünü indirdi/doğum yaptı anlamında da bu fiil kullanılır.  Yine ev bina etmek için de tercih edilir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de iki isim ve iki fiil formunda 26 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri mevzu, mevzi, tevazu, mütevazi, vaziyet ve mevzuattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَاناًۜ 

Vav isti’nafiyyedir. Müsbet fiil siygasıyla faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur bi vâlideyhi, vassaynâ fiiline müteallıqtır. İhsânen, mahzuf fiilin mefulu mutlaktır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. 

El insane’deki elif lam takısı hakiki istiğrak içindir.

Ve vassaynâl insâne bivâlideyhi ihsânen (Biz insana, anne ve babasına iyi davranmasını emrettik) âyetinden sonra, hamelethu ummuhu kurhen (Annesi onu zahmetle taşıdı.) cümlesinin gelmesi, umumdan sonra hususun zikridir. Bu anne hakkının büyüklüğünden dolayı ona daha çok ilgi göstermek ve önem vermek içindir. (Safvetü’t Tefâsir, Vehbe Zuhaylî, el-Münîr, XIII)

 

حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُرْهاً وَوَضَعَتْهُ كُرْهاًۜ

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil siygasıyla gelen faidei haber ibtidai kelamdır. Meful olan hu zamiri önemine binaen takdim edilmiştir. Ummuhu muahhar faildir. Kurhen, mahzuf bir masdarın sıfatıdır. Takdiri hamlen kurhan (Zorlu bir taşıma) şrklindedir.

Vedaathu cümlesi hamelethû’ya matuftur.  

Burada tıbâk vardır. Hamelethu hamile olmak, taşımak manasına gelirken, vedaathu doğurmak, koymak manasına gelmektedir. İki kelime arasında tezat vardır. İki kelimenin de fiil olduğu tıbâk çeşidine girmektedir. (Vehbe Zuhaylî, el-Münîr, XIII, 342)

Kurhen kelimesinin tekrarında itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Nekre gelişi tazim içindir.

 

وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلٰثُونَ شَهْراًۜ

Vav haliyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Hamluhu mübtedadır. Fisâluhu, hamluhu’ya matuftur. Selâsûne haberdir. Şehran, temyizdir. 

Bu cümle hal cümlesi olarak mahallen mansubtur. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Fisâluhû kelimesinde mecâz-i mürsel vardır. Fisâluhû kelimesi fitâme manasında ayırma, sütten kesme demektir. Asıl kastedilen mana emzirme süresidir. Çünkü emzirme süresinden sonra ayırma, sütten kesme meydana gelir. Alakamız ise mücâveret yani, yakınlık, peşi sıra olmaktır. Süt emzirme süresinin dolması ile çocuk sütten kesilir. Bundan dolayı burada mücâveret manası olan fisâluhû kelimesi zikredildi, ancak süt emzirme müddetinin dolması kastedildi. (Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 289)

 

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَبَلَغَ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۙ

İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Hatta gaye bildiren harftir. İbtidaiyye olarak gelmiştir. İzâ cümleye muzaf olan şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşa cümlesidir. Haber manalıdır. Belağa şart cümlesidir. Muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İkinci beleğa fiili ilkine matuftur. Bu fiilin tekrarında itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Erbeîne, belağa fiilinin mefulun bihidir, ye ile mansubdur. Cemi müzekker salim harfle irablanır. Seneten temyizdir.

İzâ kelimesi, gelecek zaman için şart manası taşır. Arkasından muzari manasında bir mazi fiil gelmiştir. Bu mazi fiil, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir. Yani muhakkak ki o olgunluk çağına geldiği vakit, “Rabbim bana imkân ver” diyecektir. Her ne kadar bu fiil bir vasıf ve haber olarak gelmiş olsa da, aslında bu fiile bir yönlendirme sözkonusudur. Yani Allah Teâlâ onu olgunluk çağına ve 40 yaşına ulaştığı vakit kendisine verdiği nimetlere karşılık, “Rabbim bana şükretmek için imkân ver” demeye davet etmektedir. Bu durum, Rabbine yönelmek için davetini kabul etmekte acele etmeye benzer. Vuku bulacak olan şey vuku bulmuş gibi gösterilmiştir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)

 

قَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ

Müste’nefe cümlesi olan ayette Allah Teala elçisinin sözlerini bildiriyor. Fiil ve mefulünden müteşekkil cümle izâ’nın cevabıdır.

Mequlul qavl cümlesi nida üslubunda gelmiş talebi inşai isnadtır.

Ayette icaz-ı hazif vardır. Nida harfi ve münadanın muzafun ileyhi olan mütekellim ya’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı olan evzi’nî cümlesi, emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamı değil dua manası içermektedir. Bu sebeple mecazı mürsel mürekkeptir.

En, muzari fiile dahil olarak onu nasb etmiş ve manasını masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel evzi’nî fiilinin mefuludur. Ni’meteke, eşkura fiilinin mefuludur.

Müfret müennes has ismi mevsul elletî, ni’meteke’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. Elletî’de  tevcih vardır. Enamte sılasıdır. Sıla cümlesinin irabtan mahalli yoktur. 

Vav atıf harfiyle gelen ikinci en ve masdarı müevvel, birincisine matuftur. Sâlihan, a’mele fiilinin mefulun bihi veya masdarın sıfatıdır. Takdiri amele amelen sâlihan’dır. Terdâhu fiili sâlihan’ın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Sıfatlar itnab babındandır.

Ni’meteke - enamte, hamelethu,- hamluhu, sâlihen,- aslih kelimeleri arasında cinas-ı iştikak  ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 

وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ

Vav’la gelen cümle evzi’nî cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur lî, aslıh fiiline müteallıqtır. Fî zürriyyetî, mahzuf hale müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Ayette geçen sâlihan ve aslih kelimeleri arasında cinâs-ı müstevfâ vardır.

Cinâsın meydana geldiği kelimelerden biri isim diğeri fiil ise buna cinâs-ı müstevfa denir. (Kazvînî, el-Îzâh, s. 375) Burada cinâs olan kelimelerden sâlihan isim, aslıh ise fiildir.

Fî zürriyetî ifadesindeki ’nin anlamı, Allah’ın, kişinin zürriyetini salâh olan yere ve onun bulunacağı yerlere koymasıdır. Âdeta şöyle demiş olmaktadır: “Zürriyetime salâh ver, salih olmayı onların içine koy!” (Keşşaf)

 

اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Tubtu fiili inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

 İnnî minel müslimîne cümlesi innî tubtu’ya matuftur. Car mecrur minel muslimîne, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır.


Ahkaf Sûresi 16. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ  ...


İşte, yaptıklarının iyisini kabul edeceğimiz ve günahlarını bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasındadırlar. Bu, onlara öteden beri yapılagelen doğru bir va’ddir.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübtedadır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. Sılası neteqabbelu’dur. 

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması tazim ve teşrif ifade eder.

Mâ, ellezî manasında ism-i mevsûl olabilir. Takdiri; ellezî amilû (O yapanlar) şeklindedir. Diğer bir görüşe göre ise nekire-i mevsûfe olabilir. Takdiri; ahsene şeyin amilû (Yaptıklarının en güzeli) şeklindedir. Ya da masdariyyedir. Bu durumda takdiri; ahsene amelihim (Yaptıklarının en güzeli) olur. (Derviş, İ’râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm) 

 

وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ

Cümle atıf harfi vav ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur an seyyiâtihim, netecâvezu fiiline müteallıqtır. Fî ashabî, seyyiâtihim’deki hum zamirinden hal olan mahzuf bir kâinîne’dir. Ayette icaz- hazif sanatı vardır. 

Va’des sıdqı, mahzuf bir fiilin mefulü mutlakı olarak nasb olmuştur. Takdiri vaadehumullahu va’des sıdqı (Allah onlara doğru bir vaad verdi) şeklindedir.

Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, va’dessıdqı’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsûlün sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. İrabtan mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)

Va’den - yûadûne kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 Ahsene - seyyiâti kelimeleri arasında tıbak-ı hafiy sanatı vardır.

Ahkaf Sûresi 17. Ayet

وَالَّذ۪ي قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَٓا اَتَعِدَانِن۪ٓي اَنْ اُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِنْ قَبْل۪ي وَهُمَا يَسْتَغ۪يثَانِ اللّٰهَ وَيْلَكَ اٰمِنْۗ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ فَيَقُولُ مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ  ...


Anne ve babasına, “Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?” diyen kimseye, onlar Allah’a sığınarak, “Yazıklar olsun sana! İman et, Allah’ın va’di gerçektir” diyorlar, o da, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyordu.

Ana babaların çocuk eğitimi, çocuğun kimlik ve kişilik kazanması konusunda önemli rolleri ve etkileri vardır. İstisnaları bulunmakla beraber ebeveynler, çocuklarının da kendileri gibi inanmalarını ister, bunun için çaba gösterirler. 17. âyet bu genel çerçeve içinde inanan ebeveyn ile inkâr eden bir evlât arasındaki tartışmayı tasvir ediyor. Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdurrahman, önce inanmaz iken sonra inanmış ve iyi bir insan olmuştur, Zeccâc gibi bazı tefsirciler âyetin bu olay üzerine geldiğini ileri sürmüşlerse de –burada örnek verilen evlat ve benzerlerinin cehennemlik oldukları âyette ifade edildiği için– bu yorum haklı olarak genellikle kabul görmemiştir. Muâviye’nin Medine valiliğine getirdiği Mervân b. Hakem, onun emri gereğince halkı Yezîd’in veliahtlığı için biat etmeye zorluyordu. Abdurrahman, “Bu Herakliyüs usulüdür, siz bunu mu getiriyorsunuz?” diyerek biata itiraz etti. Mervân, açıklamakta olduğumuz âyeti kastederek, “İşte bu âyet senin için gönderildi”dedi ve Abdurrahman’ın tutuklanmasını emretti. Abdurrahman kardeşi Hz. Âişe’nin evine sığınarak kurtuldu. Hz. Âişe, Mervân’ın hakaret ve iddiasını reddederek, “Bizim hakkımızda gelen âyet bu değil, benim beratımla ilgili olan âyettir” dedi (İbn Kesîr, VII, 266-267; Buhârî, “Tefsîr”, 46/1).

İleride, 29-33. âyetlerde cinlerin de Kur’an’ı dinledikleri, bir kısmının ona inandığı açıklanacaktır. 18. âyette hem bir gerçeği bildirmek hem de cinlerle ilgili bilgi edinmeye teşvik için “inkâr eden insanlarla beraber cinlerin de cezalarını çekecekleri” zikredilmektedir. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 34-35

  Effe أفّ :

  اُفٌّ kelimesinin aslı kir, pislik ve tırnak kesiği gibi gibi değersiz ve pis şeyler anlamına gelir. Bu sebeple pis ya da murdar olduğu düşünülerek küçümsenen ve gizlenen her şey için kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli üffdür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَالَّذ۪ي قَالَ لِوَالِدَيْهِ اُفٍّ لَكُمَٓا 

Vav isti’nafiyyedir. Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, mübteda olarak mahallen merfudur.

Müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması işin ne kadar kötü olduğunu veya tahkir ifade eder.

İsmi mevsûlün sılası qâle’dir. İrabda mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Car mecrur li vâlideyhi, qâle fiiline müteallıqtır. 

Uffin isim fiildir, muzari manası taşır, kesra üzere mebnîdir. Manası etedacceru yani “Çok konuşmanızdan bunaldım/sıkıldım” şeklindedir. Fâili gizlenmesi vacip olan أنا‘dir. (Derviş, İ’râbu’l-Kur’âni’l-Kerîm)

Uffin lekûmâ cümlesi, qâle fiilinin mequlul qavli olarak mahallen mansubtur.

Vellezîne qâle (diyen kişi) ifadesi mübtedâ, haberi de sonraki ayetteki ulâikellezîne haqqa aleyhım (Bunlar da ilâhî hükmün haklarında kesinleştiği kimselerdir.) ifadesidir. “Diyen kişi” ile bu sözü söyleyen insan tipi kastedilmiştir. Bu sebeple de haber çoğul gelmiştir. (Keşşaf) 

 

اَتَعِدَانِن۪ٓي اَنْ اُخْرَجَ وَقَدْ خَلَتِ الْقُرُونُ مِنْ قَبْل۪ي

 

Cümle isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş talebi inşai isnadtır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da amaç soru sorup cevap beklemek değildir. Cümlede asıl mana istihza ve kınama olduğu için terkib mecazı mürsel mürekkeptir.

En ve masdarı müevvel, eteıdâninî fiilinin nasb mahallinde ikinci mefuldür. Uhrace fiili meçhul bina edilerek faile değil mefule dikkat çekilmiştir.

Vav haliyyedir. Qad tahqiq harfidir. Tekid ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır. Car mecrur min qalbî, halet fiiline müteallıqtır.

 

وَهُمَا يَسْتَغ۪يثَانِ اللّٰهَ وَيْلَكَ اٰمِنْۗ

Vav haliyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Humâ mübtedadır. Yesteğîsâni haber olarak mahallen merfudur.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Veyleke mahzuf bir fiilin mefulüdür. Takdiri elzemekellahu veyleke (Allah onu veyle mecbur etti) şeklindedir. Beddua manasında olan bu itiraz cümlesi, talebi inşai isnadtır.

Yazıklar olsun sana! ifadesi onun helâk olması için bir bedduadır; maksat, gerçekten helâk olması değil, onu imana teşvik edip yönlendirmektir. (Keşşaf) 

Âmin cümlesi mukadder bir sözün mequlul qavlidir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır.

Âmin fiili if’âl babındandır. Sülasisi emine’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

O ikisi Allaha yalvararak.. Cümlesinde mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

"O ikisi de Allah'a yalvararak senden Allah'a sığınırız’’ derler ya da Allah'tan ona îmana muvaffakiyet vermesini isterler. (Beydavi)

 

اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّۚ

İsti’nafi beyaniyye veya ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Va’dallahı, inne’nin ismidir. Haqqun haberidir.

 

فَيَقُولُ مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ

  

Fe atıf harfi ile mukadder bir sözün mequlul qavline atfedilmiştir. Mâ hâzâ cümlesi yeqûlû fiilinin mequlul qavli olarak mahallen mansubtur.

ve illâ ile oluşan kasırla tekid edilen cümle faidei haber talebi kelamdır. Kasır mübteda, haber arasındadır. Mübteda habere hasredilmiştir. Kasrı mevsuf ales sıfattır.

Mübtedanın işaret ismi olması, işaret ettikleri şeyi tahkir ettikleri anlamına gelir.

Ahkaf Sûresi 18. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۜ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ  ...


İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında o sözün (azabın) gerçekleştiği kimselerdir. Şüphesiz onlar ziyana uğrayanlardır.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۜ 

İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübteda, ellezîne haberdir. Bu isim cümlesi, önceki ayetteki ellezine’nin haberi olarak mahallen merfudur.

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, haber olarak mahallen merfudur. Sılası haqqa aleyhımul qavlu’dur. İrabda mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır. Fî umemin, aleyhim’deki hum zamirinden mahzuf hale müteallıqtır.

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edileni tahkir ifade eder.

Qad halet cümlesi ümemin’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Qad tekid ifade eden tahkik harfidir. Mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.

Umemin’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.

İnsi - cinni kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

 

اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ

Ayetin son cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiştir. Haberi kâne’nin dahil olduğu bir cümle olup faide-i haber talebi kelamdır.

 Müsnedin kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi onların zararlarının sabit olduğunu, tamamen kesinleştiğini ifade eder.

Ahkaf Sûresi 19. Ayet

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۚ وَلِيُوَفِّيَهُمْ اَعْمَالَهُمْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ  ...


Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. (Bu da) Allah’ın onlara yaptıklarının karşılığını tastamam vermesi içindir. Asla kendilerine haksızlık yapılmaz.

İyiler de kötüler de tek dereceli değildir; iyiliğin ve kötülüğün hem nicelik hem de niteliğine göre sahipleri derecelendirilmiş, ceza ve ödülleri de bu derecelere göre verilmiştir ve verilecektir. Böylece hiçbir kimsenin zerre kadar hakkı zayi edilmemiş, her şey karşılığını bulmuştur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 35

وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۚ 

Vav isti’nafiyyedir. Cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif sanatları vardır.

Likullin, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Kullin’deki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır. Derecâtun muahhar mübtedadır. 

Cümlede müsnedün ileyh olan derecâtun kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.

Müşterek ismi mevsul, derecâtun sıfatına müteallıqtır. Sılası amilû’dur. İrabda mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır. 

Bu ayette tağlib uslübu yerine istiâre sanatı bulunduğu da söylenebilir. Derecâtun (dereceler) kelimesi merâtibun (makamlar, mertebeler) manasında kullanılarak istiâre-i mekniyye-i asliyye yapılmıştır. Dolayısı ile “dereceler” kelimesi “mertebeler/makamlar” manasına geleceğinden ayetin fehvasına hem cennetlikler hem de cehennemlikler dahil olurlar. (Vehbe Zuhaylî, Tefsîru’l-Münîr, XIII, 358)

Herkesin dereceleri vardır cümlesinde, haber mübtedaya takdim edilmiştir. Çünkü bu cümlenin gelişinden maksat, verilen haberdir ve önemli olan da budur. Konu dereceler değil, derecelerin sahipleridir.

 

وَلِيُوَفِّيَهُمْ اَعْمَالَهُمْ

Vav atıftır. Li, yuveffiyehum fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. A’mâlehum, yuveffiye fiilinin ikinci mefuludur. 

En ve masdarı müevvel, mahzuf  bir fiile müteallıqtır. Takdiri câzehum bi zâlike liyuveffiyehum (Onların hakkını tam olarak yerine getirmek için bu şekilde cezalandırdı) şeklindedir.

Yuveffâ fiili tefi’il babındadır. Sülasisi vefâ’dır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Amilû - a’malehum kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Li yuveffiyehum (Onlara işlediklerinin karşılığını tastamam ödesin diye) ifadesi nûn ile ve li-nuveffiyehum (Onlara işlediklerinin karşılığını tastamam ödeyelim diye) şeklinde de okunmuştur. Bu ifade sebep bildirmektedir; söz kendisine delâlet ettiği için de bu sebep hazfedilmiştir. Âdeta şöyle buyrulmaktadır: Onlara amellerinin karşılığını tastamam ödemek ve haklarına zulmetmemek için karşılıklarını amellerine göre takdir etti ve mükâfatı “(yukarı doğru) dereceler”, cezayı da “(aşağı doğru) derekeler” şeklinde yaptı. (Keşşaf) 

 

وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ

Ayetin sonundaki hal cümlesi vav’la gelmiştir. Faidei haber talebi kelamdır..

Hal cümlesi, haberi olumsuz muzari fiil olan isim cümlesidir.  

Nefî harfi müsnedün ileyhden sonra gelir ve müsned fiil olursa böyle terkipler hükmü takviye, teceddüt ve bazı karinelerle  tahsis ifade eder. Muzari fiil olayı göz önünde canlandırmayı sağlar.

Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.

Cümlede olumsuz haberden önce nefiy harfinin gelmesi tahsis ifade eder. Karine failin Allah teala olmasıdır.

Bu âyetlerde fail Allah Teâlâ'dır. Çünkü eksiksiz, tam olarak vermek, sadece O'nun yapabileceği bir şeydir. Zaten bu makamda O'nun dışında kimse akla gelmez. 

Bu cümlede zamir, mü’minlerden ve kâfirlerden oluşan iki farklı grubu ifade eder. Bazı kitaplarda yazılı olduğu gibi cezayı hak eden tek bir grup kasdedilmemiştir. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)

Ahkaf Sûresi 20. Ayet

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟  ...


İnkâr edenler ateşe sunuldukları gün, (onlara şöyle denir:) “Dünyadaki hayatınızda güzelliklerinizi bitirdiniz, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.”

Dünyada kendilerine servet, yetki ve iktidar verilenler bunların hakkını verir, kendilerinin olduğu kadar başkalarının da iyilik ve mutluluğu için gayret gösterirlerse şüphesiz büyük mükâfatlara nâil olacaklardır. Aksini yapar, bu nimetleri, insanların peşinde koştuğu güzellikleri bencilce kullanır, hakka ve hukuka riayet etmez, ebedî hayata da gerekli payı ayırmazlarsa âhirete elleri boş olarak giderler. Bütün güzellikler ve imkânlar dünyada ve dünya için harcanmış, kullanılmış ve tüketilmiştir. Burada dünya yoksulları zengin olurken, onlar yoksul hale gelmişlerdir; dünyada ezilenler, zulme uğrayanlar güçlü hale gelirken, zalimler güçsüz ve zelil bir duruma düşmüşlerdir. Meleklerin onlara ifade ettikleri işte bu gerçektir.

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 35-36

وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ 

Vav isti’nafiyedir. Ayetin ilk cümlesinde icaz-ı hazif vardır. Yevme, mahzuf fiilin mefulu olarak mansubtur. 

Zarfı nasbeden, arkadan gelen ezhebtumْ’ün öncesinde gizli olan “söylenir” ifadesidir. (Keşşaf)

Yu’radu cümlesi muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, yu’radu fiilinin naibu faili olarak mahallen merfudur. Sılası keferû’dur. Her zaman mevsulü takib eden sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih anlamı vardır.

Car mecrur alan nâri, yu’radu fiiline müteallıqtır.

Ateşe arz edildi ifadesinde kalb sanatı vardır. Kalb, mânâ bakımından yapılmıştır. Yâni cümledeki kelimenin yerinin değiştirilmesi, mânâyı da değiştirir. Bu durum, cümlenin mânâsını anlamak için düşünmeyi gerektirir. Lafız, mânâya tabîi olur. [kafirler ateşe sunuldu] sözünün aslı şöyledir: [ateş kafirlere sunuldu]

Çünkü görenin şuûr sâhibi olması gerekir. Böylece gördüğü şeye meyletsin, yönelsin ya da ondan uzaklaşacak bir ihtiyâra [seçime] sâhib olsun. Bu özellik ise ateşte değil, kafirlerde vardır. Burada kafirlerin idraksizliği mübâlağa ile ifâde edilmek istenmiştir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi, Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 297)

 

اَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ ف۪ي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا وَاسْتَمْتَعْتُمْ بِهَاۚ

Ezhebtum cümlesi mukadder fiilin naibu fail olarak mahallen merfudur. Takdiri yuqâlu lehum ezhebtum… (Onlara … bitirdiniz denir) şeklindedir. Kınama ve azarlamayla birlikte icazı hazif vardır. (Safvetü’t Tefâsir) 

Tayyibâtikum, ezhebe fiilinin mefuludur. Fî hayâtikum, ezhebtum fiiline müteallıqtır. Mahzuf fiilin naibu faili olan bu müsbet fiil cümlesi, lazımı  faidei haber ibtidai kelamdır.

Eddünyâ, hayât’ın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla itnab sanatı vardır.

İstemte’tum cümlesi ezhebtum’e matuftur.

Sülasisi metea olan istemta’tum fiili istif’âl babındadır. 

Ayetin ilk cümlesindeki gaib üslubdan bu cümlede muhatab zamirine iltifat vardır.

 

فَالْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ

Fe isti’nafiyyedir. El yevme zaman zarfı tuczevne fiiline müteallıqtır. Zaman zarfı önemine binaen takdim edilmiştir. Bu cümle amili mahzuf olan mequlul qavle dahildir.

Tuczevne fiili, faile değil fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Azâbel hûni, tuczevne fiilinin ikinci mefuludur. Mâ, masdariyye veya mevsuliyyedir. ve masdarı müevvel bi harfi ceriyle tuczevne fiiline müteallıqtır.

Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi mevsulün sılasıdır. Cümlede kânenin haberi muzari fiil olarak gelmesi, onların bu özelliğinin yenilenerek devam ettiğini gösterir.

Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ğayril haqqı izafeti kısa yoldan çok anlam ifadesi için gelmiştir. El haqqı’daki ve el yevme’deki elif lam takısı ahdi sarihidir. 

Bu cümlede  geçen el-yevm kelimesi de öncesinde geçen nekre olarak gelen yevm'dir.

El azâbel hûne ile azâbel hûni ibaresi arasında fark vardır. Çünkü izafette azabın, horluğun kaynağından olduğu manası vardır. Bu fark erraculel muhsine ve raculel muhsini şeklindeki sözümüzdeki fark gibidir. İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa Ahkaf Suresi Belagi Tefsiri)

 

وَبِمَا كُنْتُمْ تَفْسُقُونَ۟

Atıf harfi vav ile makabline matuftur. Mâ, masdariyye veya mevsuliyyedir. ve masdarı müevvel bi harfi ceriyle tuczevne fiiline müteallıqtır.

 Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi mevsulün sılasıdır. Cümlede kâne’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi geçmişte itiyat haline gelen alışkanlıklara ve yenilenerek tekrarlandığına işaret eder. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Sayfadan Gönüle Düşenler
Aklında uçuşan kelimelerin arasından karşı tarafa saplanmasını umduklarını seçip konuşmak. Paylaştığın anıların içindeki mutlu saniyeleri ayıklayıp çöpe attıktan sonra hatırlamayı seçtiklerinle hırslanmak. Karşı tarafın iyi yanlarını ateşe atıp bazen kendince, bazen de gerçekte olan kusurlarına odaklanmak ve ona göre davranmak. Nefsani duygu ve düşüncelere yenilerek, Allah’ın emri olduğunu bile bile hafife alırcasına: neden öyle yapmalı ya da davranmalıymışım deme ya da keyfine göre emirleri yeniden yorumlama gafletine düşmek. 

Günlüğüne yazarken, kelimeleri seçtiği gibi seçebilir hareketlerini ve ağzından çıkanları. Kırıp döktükten sonra kontrol edemiyorum demek zayıf bir bahane. İnsan yaptıklarını ve söylediklerini seçme özelliğiyle meşhurdur. Zira; aklını ya da kelimelerini kaybedeceği sinyalini veren ipuçlarını farkettiği anda kendisini durdurabilir. Hatırlamalı ki, Allah katında bilinçli yaptıklarının hepsinden tek tek sorumludur. Nefsine yenik düşüp zihnindeki kontrol tuşunu aktif dışı bırakan da o, zihninin içinde ona uzanan kurtarıcı eli tutmayı seçip nefsine yenilmekten kaçan da o.

Rabbim! Bizi; Senin emirlerine itaat edenlerden ve ana babasına iyi davrananlardan eyle. Bizi salih kullarının arasına kat. Sonra anne babasına hayırlı evlat olmak için çabalayanlardan, sonra da evlatlarına hayırlı ebeveyn olmaya çalışanlardan eyle. Lutfettiğin nimetlerin şükrünü etmeye ve razı olacağın işleri yapmaya bizi muvaffak kıl. Hakikat hatırlatıldığında nefsini susturanlardan ve dinleyip sindirerek itaat edenlerden eyle. "Seni Allah rızası için seviyorum" cümlesindeki sırra ulaşanlardan eyle. Bilerek kalp kırmaktan ve kalp kıranları haklı bulmaktan koru. 

Amin.