بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | يُبَايِعُونَكَ | sana bi’at eden(ler) |
|
4 | إِنَّمَا | gerçekte |
|
5 | يُبَايِعُونَ | bi’at etmektedirler |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a |
|
7 | يَدُ | eli |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | فَوْقَ | üzerindedir |
|
10 | أَيْدِيهِمْ | onların ellerinin |
|
11 | فَمَنْ | o halde kim |
|
12 | نَكَثَ | ahdini bozarsa |
|
13 | فَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
14 | يَنْكُثُ | bozmuş olur |
|
15 | عَلَىٰ | aleyhine |
|
16 | نَفْسِهِ | kendi |
|
17 | وَمَنْ | ve kim |
|
18 | أَوْفَىٰ | tutarsa |
|
19 | بِمَا |
|
|
20 | عَاهَدَ | verdiği sözü |
|
21 | عَلَيْهُ | O’na |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | فَسَيُؤْتِيهِ | ona verecektir |
|
24 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
25 | عَظِيمًا | büyük |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُبَايِعُونَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُبَايِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّمَا يُبَايِعُونَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
يُبَايِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُبَايِعُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır.
Sülâsîsi بيع ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ
İsim cümlesidir. يُبَايِعُونَ ‘deki failinden haldir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَوْقَ mekân zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. اَيْد۪ي muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. نَكَثَ şart fiil olup mahallen meczumdur. نَكَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَنْكُثُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلٰى نَفْسِه car mecruru يَنْكُثُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟
وَ itiraziyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
اَوْفٰى şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ‘dir. مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَوْفٰى fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عَاهَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهُ car mecruru عَاهَدَ fiiline mütealliktir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يُؤْت۪ي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَجْراً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. عَظ۪يماً kelimesi اَجْراً ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْفٰى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi وفى ’dir.
يُؤْت۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ
Ayet, istînâfiyye olup fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.
Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُبَايِعُونَكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَ cümlesi kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâî kelamdır. اِنَّ ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, isim cümlesinin anlamına hükmü takviye teceddüt ve istimrar ifadeleri katmıştır.
Kasr, fiil ve mef’ûl arasındadır. يُبَايِعُونَ maksûr/sıfat, اللّٰهَۜ maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Zuhaylî’nin açıklamalarına göre ayet-i kerîmedeki اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَ ifadesi istiâre-i tasrîhiyye-i tebeiyyedir. Canlarıyla cihat etmek üzere söz vermek, ahitleşmek mal karşılığında ücret vermeye teşbih edilmiştir. Müşebbehün bih, müşebbeh için müsteâr olarak kullanılmıştır. يُبَايِعُونَ /biat ediyorlar fiili اَلْبَيْعَ masdarından türemiştir. “Allah yolunda canlarını vermek üzere ahitleşiyorlar, söz veriyorlar” anlamındadır. İki mana arasındaki benzeme yönü ise her ikisinin de mübâdele/değişim manasını kapsamasıdır. Zira اَلْمُبَايَعَةُ veya اَلْبَيْعَ aslında “malı mal karşılığında değiştirmek” demektir. Sonra burada kendilerine cennet sözü verilmesi karşılığında kafirlerle muharebede sebat etmek üzere sözleşmek anlamında kullanılmıştır. Yani Ey Peygamber! Kureyşle savaşmak üzere Hudeybiye’de Rıdvan biatında seninle ahitleşenler ancak Allah’a bîat etmişler, O’na itaat etmişler ve emirlerine riayet etmek üzerine O’nunla ahitleşmişlerdir. Çünkü onlar canlarını cennet karşılığında Allah’a satmışlardır ve Rasule itaat gerçekte Allah’a itaattir.
(Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Burada iddiaî kasr vardır. (Âşûr)
يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ cümlesi, يُبَايِعُونَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâzı hazif sanatı vardır. يَدُ اللّٰهِ mübtedadır. Zarf olan فَوْقَ اَيْد۪يهِمْ mahzuf habere mütealliktir.
Müsned ve müsnedün ileyh izafetle gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَدُ اللّٰهِ izafeti, muzâf için tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve teşviki artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَدُ - اَيْد۪يهِمْۚ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْ cümlesinde de istiâre-i mekniyye vardır. Yüce Allah, müminlerin biatlarından haberdar olması ve itaatlarından dolayı onları mükafatlandırmasını, elini, komutanın ve halkının elinin üzerine koymuş olan krala benzetti. Müşebbehün bihi hazf edip ona, levazımından biri olan el ile istiâre-i mekniyye yoluyla işaret etti. (Safvetü’t Tefâsir)
Ayette insanların elleriyle birlikte Allah’ın elinin zikredilmesinde müşakele vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Burada Allah’ın elinden murad, kuvveti ve zaferidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. Yani sanki biat anında Allah'ın eli onların elleri üzerindedir. Tekidde mübalağa için, benzetme edatı hazf edilmiştir. Burada يَدُ /elin anılması, biat esnasında Müslümanların Hz Peygamber'in elini tutmuş olmalarından dolayıdır. Çünkü Araplar sözleşme ve ahidleşmelerde böyle yaparlardı. (Ruhu’l Beyan, Âşûr)
Akabe gecesinde yetmiş iki erkek ve iki kadın Resulullah'a biat ettiler. Kadınlarla biatta tokalaşılmadı. Onlar elini tutmak isteyince buna mani oldu ve: ”Gidiniz, sizinle biat ettim" dedi.
Bir hadiste: ”Hacer-i esved yer yüzünde Allah'ın sağ elidir, ” buyurulmaktadır.
Diğer bir rivayet şu şekildedir: ”Kâbe'nin rüknü, Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla, sizden birinizin kardeşiyle tokalaştığı gibi, kullarıyla tokalaşır. ”
es-Sehâvî şöyle der: ”Hacca ve umreye giden kişi için Hacer-i esvedi öpmek gerekince, o sanki kralın eli gibi olur. En yüce örnek Allah içindir. Aynı şekilde, kral kendisiyle tokalaşana hediye ve ahid verdiği gibi Hacerü'l-esved'e dokunana da Allah katında ahid vardır." (Ruhu’l Beyân, Âşûr)
فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi مَنْ نَكَثَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنِ mübteda konumundadır. نَكَثَ , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesiyle gelen şartın فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ cevap cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş, , müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki kasr, يَنْكُثُ maksûr/sıfat, عَلٰى نَفْسِه۪ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Burda kasr-ı kalp vardır. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
نَكَثَ - يَنْكُثُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzavece sanatı vardır.
نَكَثَ , ‘Ahdi bozmak’ diye tercüme ettiğimiz bu kelime, aslında ip ve benzeri bir şeyi çözmek anlamındadır. Ahdi bozmak anlamında istiare yoluyla kullanılmıştır. Yani: Kim ahdini ve biatını bozar, onun kesinliğini ve sağlamlığını yok ederse zararı kendisine döner. Çünkü ahdi bozan başkası değil, kendisidir. (Ruhu’l Beyân, Âşûr)
وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi olan مَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنِ mübteda konumundadır. اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ cümlesi, haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , başındaki harf-i cerle birlikte اَوْفٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin başındaki سَ harfi tekid içindir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mef’ûl olan اَجْراً ’in nekre gelişi, tazim, nev ve kesret ifade eder.
فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟ ifadesinde istiare vardır. Ahdine vefa edenlerin mükafatı, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir.
عَظ۪يماً۟ kelimesi اَجْراً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
نَكَثَ (ahdini bozdu) - اَوْفٰى ( sözünde durdu) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ cümlesiyle, وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Cenab-ı Hak فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً۟ (Allah da ona) büyük bir ecir verir" buyurmuştur. Daha önce, "büyük" sıfatının cisimler için kullanıldığını, cisimde ancak boy, en ve yükseklik gibi hallerin bulunması halinde, onun için bu kelimenin kullanılabileceğini, binâenaleyh yüksek ama dar bir dağ hakkında, "yüksek, yüce dağ" tabirinin kullanılamayacağını, bu yüksekliğinin yanında, dört bir taraftan geniş ve engin olursa ancak o zaman "büyük" denilebileceğini söylemiştik. Mükâfat (ecir) de bunun gibidir. Çünkü cennetin yiyecekleri, en yüce cins ve kalitede olup, son derece boldur, kesintisiz olarak, ebediyen devam eder. Böylece de, cennetin yiyeceklerinde "büyük" sıfatının kullanılabileceği bir özellik vardır. "Büyük (azîm)" kelimesi, Allah hakkında ise, tıpkı cisim hakkında kullanıldığında, onun cihetleri hususundaki mükemmelliğine işaret etmesi gibi, sıfatları hususunda Allah'ın kemâline bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
عَلَيْهُ ‘daki zamiri Cumhur esreli okurken Hafs ötreli okumuştur. Ötreli okunması lafza-i celâlin heybetini hissettirmek içindir. Ahd gibi önemli bir konuda bu önemlidir. (Alûsî)
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُ | diyecekler ki |
|
2 | لَكَ | sana |
|
3 | الْمُخَلَّفُونَ | geri bırakılanlar |
|
4 | مِنَ | -dan |
|
5 | الْأَعْرَابِ | Araplar- |
|
6 | شَغَلَتْنَا | bizi alıkoydu |
|
7 | أَمْوَالُنَا | mallarımız |
|
8 | وَأَهْلُونَا | ve çocuklarımız |
|
9 | فَاسْتَغْفِرْ | mağfiret dile |
|
10 | لَنَا | bizim için |
|
11 | يَقُولُونَ | onlar söylüyorlar |
|
12 | بِأَلْسِنَتِهِمْ | dilleriyle |
|
13 | مَا | bir şeyi |
|
14 | لَيْسَ | olmayan |
|
15 | فِي |
|
|
16 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
17 | قُلْ | de ki |
|
18 | فَمَنْ | kim? |
|
19 | يَمْلِكُ | engel olabilir |
|
20 | لَكُمْ | sizin için |
|
21 | مِنَ | karşı |
|
22 | اللَّهِ | Allah’a |
|
23 | شَيْئًا | herhangi bir şeyle |
|
24 | إِنْ | eğer |
|
25 | أَرَادَ | istese |
|
26 | بِكُمْ | size |
|
27 | ضَرًّا | bir zarar vermek |
|
28 | أَوْ | yahut |
|
29 | أَرَادَ | istese |
|
30 | بِكُمْ | size |
|
31 | نَفْعًا | bir yarar vermek |
|
32 | بَلْ | hayır |
|
33 | كَانَ |
|
|
34 | اللَّهُ | Allah |
|
35 | بِمَا | olduklarınızı |
|
36 | تَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
37 | خَبِيرًا | haber almaktadır |
|
“Savaşa katılmayan Arap kabileleri”, Medine civarında yaşayan Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşca‘, Eslem ve Dîl isimli bedevî gruplarıdır. Bunlar daha önce Hz. Peygamber’le beraber sefere çıkma sözü verdikleri halde, imanları kişiliklerine yansımadığı, henüz şuur ve kararlarına yeterince hâkim olmadığı, müminlerin de bu seferden sağ kalarak dönemeyeceklerini sandıkları için sözlerinde durmadılar. Sonradan kendilerine hesap sorulunca da hayvanları ile çoluk çocuklarının bakımını bahane ettiler.
Tevbe sûresinde (9/81-85), Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmiş; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi emredilmiş, ölenlerin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlara karşı bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi istenmiştir. Burada geçen “savaşa katılmayanlar” ile orada geçenlerin aynı olduğunu; bunlardan münafıkların kastedildiğini düşünenler olmuşsa da, ileride açıklaması gelecek olan 16. âyet bu anlayışa mânidir. Ayrıca Tebük Harbi Hudeybiye’den üç yıl sonra olmuştur. Hudeybiye seferine katılmadıkları için kınanan, uyarılan, kendilerine öğüt verilen ve ceza olarak da “Hayber Savaşı’na katılmaktan mahrum bırakılan” gruplar, münafıklar değil, yeni iman etmiş fakat yeterince eğitim görmemiş bedevîlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 71-72
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ
Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. لَكَ car mecruru يَقُولُ fiiline mütealliktir. الْمُخَلَّفُونَ fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الْاَعْرَابِ car mecruru الْمُخَلَّفُونَ ‘ye mütealliktir.
Mekulü’l-kavli شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا ‘dır. سَيَقُولُ fiilinin mef'ulün bihi olarak mahallen mansubdur. شَغَلَتْنَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَمْوَالُنَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَهْلُونَا atıf harfi و 'la makabline matuftur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَغْفِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَنَا car mecruru اسْتَغْفِرْ fiiline mütealliktir.
اسْتَغْفِرْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.
الْمُخَلَّفُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’îl babının ism-i mef’ûludur.
يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاَلْسِنَتِهِمْ car mecruru يَقُولُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru لَیۡسَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ‘dir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri, إن أراد الله إهلاككم فمن يملك (Allah sizi helak etmek isterse … kimin gücü yeter) şeklindedir.
Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesinden oluşmuştur. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَمْلِكُ fiili مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. يَمْلِكُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَمْلِكُ ’in fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَمْلِكُ fiiline mütealliktir.
شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اَرَادَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. بِكُمْ car mecruru اَرَادَ fiiline mütealliktir. ضَراًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاً atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nun ismi, اللّٰهُ lafza-i celâl olup lafzen merfûdur. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harfiyle cerriyle birlikte كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ خَب۪يراً ‘ dir. İrabtan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. خَب۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
خَب۪يراً kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder. Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَقُولُ fiiline müteallik olan لَكَ car-mecruru ihtimam için fail olan الْمُخَلَّفُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
مِنَ الْاَعْرَابِ car mecruru الْمُخَلَّفُونَ ‘nin haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetin başındaki ”sin" harfi gelecek zamana delâlet eder. ‘Geride kalmış olanlar’ diye tercüme ettiğimiz الْمُخَلَّفُونَ aslında, geride bırakılanlar anlamına gelir. Bu kelimenin fiili olan خَلَّف geride bıraktı, demektir. (Rûhu’l Beyân)
العرب , Hz İsmail'in evladına verilen addır, الْاَعْرَابِ ise, çölde yaşayan insanlar için özel isim olmuştur. Kamus'da şöyle denilmektedir: العرب kasaba ve şehirlerde oturanlar, الاعراب ise çöllerde yaşayanlardır. Bunun çoğulu اعاريب gelir.
Muhtaru's-Sıhah'ta da şöyle denilir: العرب , insanlardan bir nesildir. Bu nesle mensup olanlara عربى Arabî denir. Bunlar, kasaba ve şehirlerde yaşayanlardır. الاعراب da bu nesilden, sırf çölde yaşayanlardır. Bunlara mensup olanlara da اعرابى denilir. الاعراب kelimesi العرب 'ın çoğulu değildir. (Ruhu’l Beyân)
Arapların, Arap olarak isimlendirilmesi şundandır: Çünkü, Hz. İsmail'in çocukları Arebe’de doğup büyümüşlerdir. Arebe ise Tihâme (çöl) bölgesindendir. Böylece o çocuklar, beldelerine nispet edilmişlerdir. Arap yarımadasında meskûn olan ve onların dillerini konuşanlar da onlardandır. Çünkü bunlar da Hz. İsmail'in çocuklarındandır.
Yine, Arapların Arap adını almalarının sebebinin, onların lisanlarının kalplerindeki şeyleri îrab yani ifade etmesi olduğu da ileri sürülmüştür. Arapçanın, diğer dillerde bulunmayan pek çok fesahat ve akıcılık üslubu ihtiva ettiğinden de şüphe yoktur.
Hikmet erbabından birinin, yazmış olduğu bir kitapta şöyle dediğini gördüm: “Rumların hikmeti beyinlerindedir. Zira onlar, çok acayip terkipler meydana getirebilirler. Hindlilerin hikmeti vehimlerinde, Yunanlıların hikmeti ise kalplerindedir. Bu böyledir, zira çok mal elde etmek akılla alakalı bir şeydir. Arapların hikmeti de lisanlarındadır. Bu, onların lafızlarının çok tatlı ve ibarelerinin de çok çekici olmasındandır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Bu kelime Kur’ânda 6 ‘sı Tevbe suresinde olmak üzere 10 kere geçmiştir.
فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ
فَ , sebebi müsebbe bağlayan rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَاسْتَغْفِرْ لَنَا cümlesi, takdiri, تنبه (Dikkatli ol) olan istînâf cümlesine atfedilmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Fiilin mef’ûlü olan lafz-ı celaâl mahzuftur. Mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbtır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ , nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru, لَيْسَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin sözlerinin doğru olmadığını mübalağalı şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
يَقُولُونَ - بِاَلْسِنَتِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَقُولُونَ - سَيَقُولُ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً , mukadder şartın cevabıdır. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Takdiri إن أراد الله إهلاككم (Allah sizi helak etmek isterse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda olan istifham ismi مَنْ , inkârî manadadır. Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkârî anlamda gelen cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Mef’ûl olan شَيْـٔاً ‘in nekreliği kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَكُمْ ve مِنَ اللّٰهِ car mecrurları ihtimam için mef’ûl olan شَيْـٔاً ‘e takdim edilmiştir.
اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ
Tefsiriye olan bu cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın takdiri فمن يملك (Kimin gücü yeter) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Aynı üslupta gelen اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ cümlesi, tezat nedeniyle şart cümlesine اَوْ atıf harfiyle atfedilmiştir.
Cümlelerde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar, konu onlarla ilgili olduğu için, mef’ûllere takdim edilmiştir.
ضَراًّ ve نَفْعاً kelimelerindeki tenvin tazim, nev ve kesret ifade eder. Bu kelimeler arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَراًّ - اِنْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعاًۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
بِكُمْ ve اَرَادَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِمَا , konudaki önemine binaen amili olan خَب۪يراً ’e takdim edilmiştir.
خَب۪يراً ’e müteallik olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sıla cümlesi olan تَعْمَلُونَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s. 124)
كَان ’nin haberi olan خَب۪يراً , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. Faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu sureklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْماً بُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلْ | herhalde |
|
2 | ظَنَنْتُمْ | siz sandınız |
|
3 | أَنْ | ki |
|
4 | لَنْ |
|
|
5 | يَنْقَلِبَ | dönmeyecekler |
|
6 | الرَّسُولُ | elçi |
|
7 | وَالْمُؤْمِنُونَ | ve mü’minler |
|
8 | إِلَىٰ |
|
|
9 | أَهْلِيهِمْ | ailelerine |
|
10 | أَبَدًا | bir daha asla |
|
11 | وَزُيِّنَ | ve süslendirildi |
|
12 | ذَٰلِكَ | bu |
|
13 | فِي |
|
|
14 | قُلُوبِكُمْ | gönüllerinizde |
|
15 | وَظَنَنْتُمْ | ve zanda bulundunuz |
|
16 | ظَنَّ | bir zan ile |
|
17 | السَّوْءِ | kötü |
|
18 | وَكُنْتُمْ | ve oldunuz |
|
19 | قَوْمًا | bir topluluk |
|
20 | بُورًا | helaki hak etmiş |
|
Zanne ظنّ :
ظَنٌّ bir emareden hareketle ulaşılan bilginin/düşüncenin/ tahminin adıdır. Bu emâre güçlü olduğunda bilgiye götürür. Çok zayıf olduğunda ise vehim وَهْمٌ sınırını aşamaz. Zan çoğu işte ya da meselede yerilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de de buna delil teşkil eden örnek ayetler mevcuttur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil, iki isim formunda 69 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zan, (su-i )zan, (hüsnü)zan ve maznundur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ehele أهل :
أهْلٌ bir adamla kendilerini bir nesebin veya bir dinin ya da benzer bir şekilde bir zanaatın, bir evin ve bir şehrin ya da ülkenin bir araya getirdiği kimselerdir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 127 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ehil, ehlî, ehliyet ve ahâlidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً
Fiil cümlesidir. بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَنَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ cümlesi اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
يَنْقَلِبَ mansub muzari fiildir. الرَّسُولُ fail olup lafzen merfûdur. الْمُؤْمِنُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ car mecruru يَنْقَلِبَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَبَداً zaman zarfı يَنْقَلِبَ fiiline mütealliktir.
يَنْقَلِبَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قلب ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُيِّنَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. İşaret ism-i ذٰلِكَ naib-i faili olup mahallen merfûdur. ف۪ي قُلُوبِكُمْ car mecruru زُيِّنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ
وَ atıf harfidir. ظَنَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. ظَنَّ mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. السَّوْءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُنْتُمْ قَوْماً بُوراً
وَ atıf harfidir. كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamir كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur.
قَوْماً kelimesi كُنْتُمْ ‘ün haberi olup lafzen mansubdur. بُوراً kelimesi قَوْماً ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ idrâb harfi, intikal içindir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki اَنْ harfi, أنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri هُ olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. (Âşûr)
Tekid ve masdar harfi اَنْ ve akabindeki لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً cümlesi, masdar tevilinde, ظَنَنْتُمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. اَنْ ’in haberi olan لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَداً cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
İsim cümlesinde haberin menfi muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi, cümlenin hükmünü takviye ederek hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ cümlesi atıf harfi, وَ ‘la …ظَنَنْتُمْ اَنْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
زُيِّنَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
زُيِّنَ ‘de kinaye vardır. (Âşûr)
ذٰلِكَ naib-i faildir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini yanında tahkir ifade eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile münafıkların düşüncelerine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي قُلُوبِكُمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Kalp, içi olan bir şeye benzetilmiştir. Bu istiareden maksat, Allah’ın, kalpteki her türlü duygu ve düşünceye vakıf olduğu gerçeğini etkili bir şekilde vurgulamaktır.
وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ cümle hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Veciz ifade kastına matuf ظَنَّ السَّوْءِۚ izafetinde muzaf olan ظَنَّ , mef’ûlu mutlaktır. Cümleyi tekid etmiştir.
ظَنَنْتُمْ - ظَنَّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ey geride kalmış olanlar! Aslında siz, Resulullah'ın ve onunla birlikte olan ve sayıları bin dört yüz olan müminlerin, müşrikler tümüyle köklerini kazıyıp da ailelerine bir daha asla dönmeyeceklerini sanmıştınız. Onlarla birlikte olduğunuz takdirde, onların başına gelenin sizin de başınıza geleceğinden korkmuştunuz. İşte sizin geri kalmanız, ileri sürdüğünüz asılsız mazeretlerden dolayı değil, bundan dolayı idi. Bu sizin gönüllerinize hoş göründü de yani onu kabullendiniz, onları umursamadan kendi durumunuzla ilgilendiniz. Kötü zanda bulundunuz. Bu zandan maksat, ya önceki zandır, onları kötülemek ve kötülüklerini tescil etmek için tekrarlanmıştır. Çünkü aksi halde, bir şeyin yine kendisine atfedilmesi olur. Ya da önceki ve başkası tüm kötü zanlara şamildir. Resulullah'ın peygamberliğinin sahih olmadığı yolundaki zan da bu cümledendir. Çünkü onun sıhhatine kesin inanan kişi, onun öldürülmesi vs. gibi düşüncelerin yanına yaklaşmaz. Zannı bu şekilde genellendirdiğimiz zaman tekrar endişesi kalmaz. (Ruhu’l Beyân)
وَكُنْتُمْ قَوْماً بُوراً
Cümle atıf harfi وَ ‘la …ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بُوراً , nakıs fiil كَان ’nin haberi olan قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
Ayetteki بُور helak olan anlamında بائر kelimesinin çoğuludur. Ya da ayetin manası; ‘’siz içiniz ve kalbiniz bozulmuş bir topluluk oldunuz’’ şeklinde olur.
Müfredat'da denir ki: ”Bevâr, aşırı kesâd manasınadır. Aşırı kesâd, fesada yani bozulmaya götürünce, 'bevâr', helak anlamında kullanılmıştır. (Ruhu’l Beyân)
Ayetin bu bölümü işaret ediyor ki, savaşta öleceğini veya yaralanacağını ya da istemediği bir musibetle karşı karşıya geleceğini zanneden ve bu yüzden savaştan geri duran kişi helak olmuştur. Şeytan onun gönlünü istila etmiş, ona şehitler için hazırlanan ahiret hayatını tercih etmesin diye dünya hayatını süslü göstermiştir. (Ruhu’l Beyân, Âşûr)
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُؤْمِنْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنْ fiiline mütealliktir.
رَسُولِه۪ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَعْتَدْنَا fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline mütealliktir. لِلْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. سَع۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُؤْمِنْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
اَعْتَدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عتد ‘dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لِلْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً
Cümle atıf harfi وَ ile önceki ayetteki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. مَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ şart cümlesinde, مَنْ mübtedadır.
Müsned olan لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesinde haberin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi, cümlenin hükmünü takviye ederek, hudus, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهِ - رَسُولِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması رَسُولِ için tazim ve teşrif ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّٓ ‘nin haberi olan اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يراً cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَعْتَدْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Şart cümlesindeki lafz-ı celâlden, cevap cümlesinde azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلْكَافِر۪ينَ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Ayette yer alan سَع۪يراً /ateş lafzının nekre kılınmasının bir hikmete binaen olduğunu düşünen Beyzâvî şöyle der: “Ateş lafzının nekre (saîr) kılınması, korkunçluğunu gözler önüne sermek (tehvil), yahut özel bir ateş olduğunu belirtmek içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
لِلْكَافِر۪ينَ - يُؤْمِنْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سَع۪يراً , tutuşturulmuş ateştir ve cehennemin isimlerindendir. (Âşûr)
Bu kelam, telkin edilen kelama dahil olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından varid olup onların helakını ve keyfiyetini açıklamaktadır. (Ebüssuûd)
Allah'ın ayetin sonunda, "onun için" yerine, "kâfirler için..." demesinde şöyle bir incelik vardır: Bu ayetin hükmünün bütün kâfirleri kapsadığını belirtmekte ve Cenab-ı Hak sanki, "Kim Allah'a inanmazsa, o kâfirlerdendir ve biz, kâfirler için o çılgın ateşi hazırladık" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِلَّهِ | ve Allah’ındır |
|
2 | مُلْكُ | mülkü |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | يَغْفِرُ | bağışlar |
|
6 | لِمَنْ | kimseyi |
|
7 | يَشَاءُ | dilediği |
|
8 | وَيُعَذِّبُ | ve azab eder |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَكَانَ | ve |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | غَفُورًا | bağışlayandır |
|
14 | رَحِيمًا | esirgeyendir |
|
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyyedir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. يَغْفِرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte يَغْفِرُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
وَ atıf harfidir. يُعَذِّبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası شَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُعَذِّبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâl كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَفُوراً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. رَح۪يماً ikinci haberi olup lafzen mansubdur.
غَفُوراً - رَح۪يماً kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَالْاَرْضِ kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , cer harfi لِ ile birlikte يَغْفِرُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlun bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesi, mevsûlün sılası olan يَشَٓاءُ ’ya matuftur. Atıf sebebi tezattır.
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ cümlesi ile يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَنْ يَشَٓاءُ ‘nun tekrarı, Allah’ın dilemesinin ilk şart olduğunu vurgulamaktadır. (Âşûr)
Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَغْفِرُ - يُعَذِّبُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تَعْذِيبٌ mağfiretin zıddı değildir. Fakat mağfiretin zıddı olan مُاحَذَةٌ ‘hesaba çekilme’den sonra gelir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ cümlesi, يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesinden önce zikredilmiştir. Çünkü nefislerdeki tamahın anlamı iyice yerleşsin ve böylece kaçırdıklarını telafi edebilsinler. (Âşûr)
Bütün göklerin, yerin ve onlarda bulunan bütün varlıkların hükümranlığı yegâne Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder; hiç kimse kâinattaki tasarruflarına, ne var olmak, ne de yok olmak cihetlerinden en ufak bir müdahalesi olamaz. Bu kelam, Peygamberimizin, onlar için bağışlanma dilemesi hakkındaki boş umutlarını tamamen kesmektedir. (Ebüssuûd)
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Atıf harfi وَ ile لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَانَ ’nin dahil olduğu zamandan bağımsız sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُوراً - رَح۪يماً sıfatları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedîdir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah ezelde غَفُوراً ve رَح۪يماً olduğu gibi gelecekte de Gafûr ve Rahîm’dir. O’nun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Ragıb el-İsfehani كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَيَقُولُ | diyecekler |
|
2 | الْمُخَلَّفُونَ | geri bırakılanlar |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | انْطَلَقْتُمْ | gittiğiniz |
|
5 | إِلَىٰ |
|
|
6 | مَغَانِمَ | ganimetlere |
|
7 | لِتَأْخُذُوهَا | onları almak için |
|
8 | ذَرُونَا | bizi bırakın |
|
9 | نَتَّبِعْكُمْ | sizinle beraber gelelim |
|
10 | يُرِيدُونَ | onlar istiyorlar |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يُبَدِّلُوا | değiştirmek |
|
13 | كَلَامَ | sözünü |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | قُلْ | de ki |
|
16 | لَنْ | asla |
|
17 | تَتَّبِعُونَا | siz bizimle gelemezsiniz |
|
18 | كَذَٰلِكُمْ | böyle |
|
19 | قَالَ | buyurdu |
|
20 | اللَّهُ | Allah |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلُ | önceden |
|
23 | فَسَيَقُولُونَ | onlar diyecekler |
|
24 | بَلْ | hayır |
|
25 | تَحْسُدُونَنَا | bizi çekemiyorsunuz |
|
26 | بَلْ | hayır |
|
27 | كَانُوا | onlar |
|
28 | لَا |
|
|
29 | يَفْقَهُونَ | anlamazlar |
|
30 | إِلَّا | dışında |
|
31 | قَلِيلًا | pek azı |
|
Hz. Peygamber Hudeybiye’den dönünce bir iki ay kadar Medine’de kalmış, hicrî 7. yılın başında, kuzey bölgesinin güvenliğini bozan Hayber yahudilerini egemenliği altına almak üzere buraya bir sefer düzenlemiştir. Üslûptan anlaşıldığı üzere bu âyetler indiğinde henüz Hayber seferine çıkılmamıştı. Allah Teâlâ hem yakında düzenlenecek bir seferi ve bu seferin zaferle sonuçlanacağını, müslümanların ganimet elde edeceklerini bildirmekte hem de Hudeybiye seferine, meşrû mazeretleri bulunmadığı halde katılmamış olan gruplara bu sefere de katılamayacaklarını tebliğ etmektedir. Bu emir ve tâlimat âyette “Allah’ın sözü” olarak ifade edilmiş ve onlar istese de değişmeyeceği bildirilmiş; Hayber Savaşı’na, Habeşistan’dan dönen muhacirler dışında, yalnızca Hudeybiye seferine katılanlar iştirak etmişlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ
Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمُخَلَّفُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْطَلَقْتُمْ fiil ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
انْطَلَقْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى مَغَانِمَ car mecruru انْطَلَقْتُمْ fiiline mütealliktir.
لِ harfi تَأْخُذُو fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte انْطَلَقْتُمْ fiiline mütealliktir.
تَأْخُذُو fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Mekulü’l-kavl ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ذَرُونَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَتَّبِعْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir كُمْۚ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
انْطَلَقْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi طلق ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
نَتَّبِعْكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ
Cümle ذَرُونَا ‘daki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَدِّلُوا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَلَامَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُبَدِّلُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَنْ تَتَّبِعُونَا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. تَتَّبِعُونَا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَ harf-i cerdir. مثل; “gibi” demektir. Bu ibare amili قَالَ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka mütealliktir. Takdiri, قولًا مثل هذا القول الصادر عني (Bizden sadır olan bu söz gibi bir söz) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harftir. ك hitap zamiridir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مِنْ قَبْلُ car mecruru mahzuf mekulü’l kavl cümlesine mütealliktir. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
تَتَّبِعُونَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır
فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن سمعوا ذلك فسيقولون (Duyarlarsa muhakkak söylerler) şeklindedir.
Mekulü’l-kavl cümlesi mahzuftur. Takdiri, ليس ذلك النهي حكما من الله (Bu yasak Allah'ın bir hükmü değildir.) şeklindedir.
سَيَقُولُونَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb” denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحْسُدُونَنَا fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. كَانُوا damme üzere mebni, nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَفْقَهُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا istisna harfidir.
قَل۪يلاً mahzuf mef’ûlun mutlakın sıfat olup fetha ile mansubdur. Takdiri, فهما قليلا (Anlayışı azdır) şeklindedir.
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümleye dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
Şarttan mücerret اِذَا zaman zarfı, سَيَقُولُ fiiline mütealliktir. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا , cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَأْخُذُوهَا cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle انْطَلَقْتُمْ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
الْمُخَلَّفُونَ ‘deki tarif ahd içindir. (Âşûr)
مَغَانِمَ ‘de mecaz-ı mürsel vardır. Huneyn gazvesindeki ganimetler evvel alakası ile zikredilmiştir. Burada gazvenin olacağına ve kazanacaklarına ima vardır. (Âşûr)
مَغَانِمَ burada غَنِمَ den türetilmiş, المَفْعَلِ vezninde bir isimdir. Koyunların, bulunduğu yere benzetilerek faydalanma hasıl olduğu için bu lafız kullanılmıştır. (Âşûr)
سَيَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ذَرُونَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Rabıta فَ ’si olmadan gelen نَتَّبِعْكُمْ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır. Şart cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, إن تذرونا (Bizi bırakırsanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan نَتَّبِعْكُمْۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ cümlesi, ذَرُونَا ‘deki mef’ûlun halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَلَامَ اللّٰهِ izafetinde Allah lafzına muzâf olan كَلَامَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Hamza ve el-Kisaî كَلَامَ anlamındaki kelimeyi, elif harfini düşürerek lâmı da kesreli كَلِمَ şeklinde kelimenin çoğulu diye okumuşlardır. Diğerleri ise masdar olarak كَلَامَ okumuşlardır. كَلَامَ (söz) tek başına bağımsız cümle (anlamlı söz, ifade) demektir, el-Cevherî dedi ki: كَلَامَ cins bir isim olup az hakkında da çok hakkında da kullanılır. كَلِمَ ise üç kelimeden aşağı olmaz. Çünkü bu "kelime"nin çoğuludur. Bundan dolayı Sîbeveyhi: "Bu Arapçada "kelim nedir? ilmine dair bir bahistir" demiş "kelam nedir?" dememiştir. Çünkü o, isim, fiil ve harften ibaret olan muayyen üç şeyi kastetmiştir. Dolayısıyla ancak çoğul olan bir ifade kullanmış, tekil ve çoğul hakkında kullanılması mümkün olan lafzı kullanmamıştır. (Kurtubî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَنْ تَتَّبِعُونَا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır. لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Takdiri قولًا مثل هذا القول الصادر عني (Bizden sadır olan bu söz gibi bir söz) şeklindedir.
تَتَّبِعُونَا - نَتَّبِعْكُمْۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ
Cümle, itiraziyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكُمْ , amili قَالَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. كَذٰلِكُمْ kelimesi Kur’an’da sadece bu ayette geçmiştir.
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
قَالَ fiiline müteallik olan مِنْ قَبْلُ car mecrurundaki قَبْلُ ‘nun merfû oluşu, muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ
فَ , takdiri إن سمعوا ذلك (Bunu duyarlarsa) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıta harfidir.
Müstenefe olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Cevap cümlesine dahil olan istikbal harfi سَ tekid ifade eder.
Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
سَيَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ليس ذلك النهي حكما من الله (Bu yasak Allah'ın bir hükmü değildir.) şeklindedir.
بَلْ تَحْسُدُونَنَا cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الحَسَدُ , kişinin belirli veya mutlak olsun hayrın kendinden başkasında olmasını istememesidir. İster o hayr kendisine ulaşsın veya ulaşmasın farketmez. Burada ise sadece kendisine isteyip başkasının ortak olmasını istememek anlamı vardır. (Âşûr)
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
سَيَقُولُونَ - قَالَ - قُلْ - سَيَقُولُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Birinci بَلْ edatı onların müminlere tabi olmamalarının Allah'ın hükmü olduğunu red ve hasedi ispat etmeleridir. İkinci بَلْ de bunu Allah'ın red ve din işlerini bilmediklerini ispat etmesidir. (Beyzâvî)
بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İntikal için gelen بَلْ , idrâb harfidir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi كان ’nin haberidir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Mef’ûl olan قَل۪يلاً ‘deki nekrelik kıllet ve umum ifade eder. Nefy harfi لَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille mef’ûl ya da mahzuf mef’ûlun sıfatı arasındadır.
يَفْقَهُونَ maksûr/sıfat, قَل۪يلاً maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat da olabilir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu kelam, onların boş sözlerini reddetmekte ve onları, hasetten ve aşırı cehaletten de daha beter bir vasıf ile vasıflandırmaktadır ki, bu da, onların din işlerinden hiçbir şey anlamayıp sadece dünya işlerinden anlamalarıdır. (Ebüssuûd)
Ayette ‘anlama’ manası, فْقَهُ kelimesi ile ifade edilmiştir.
Rağıb bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: ”Fıkıh: şahit olan ilimle gaib olanı bilmeye ulaşmaktır. Fıkıh, ilimden daha özeldir. Terim olarak fıkıh da, şeriatın hükümlerini bilmektir." Onların az anlamalarından maksat, dünya işlerindeki bilgileri ve anlayışlarıdır. Bu, aynı zamanda dini konulardaki anlayışsızlıklarının ve koyu cehaletlerinin nitelenmesidir.
Hazret-i Ali şöyle der: ”İnsanların en değersizi, bilgisi en az olanıdır."
Bil ki ilim, ehliyle birlikte olmakla artar. Münafıklar Resulullah ile beraber olmaktan ve sohbetten geri kalınca, Allah, onları bilgisizlik ve anlayışsızlıkla niteledi. O halde bildikleri ile amel eden alimlerle oturup kalkmak gerekir. Böylece dünya geri planda kalır, ahirete rağbet artar. (Ruhu’l Beyân)
Derler ki: “Kendi nefsini iyi tanı ve kendine karşı dürüst ol.” Zira, o yapman gerekenleri yapmaman ve yapmaman gerekenleri de yapman için önüne türlü bahaneler çıkartır. Hangisi geçerli, hangisi geçersiz anlamak için de nefsini ve zayıflıklarını tanımak gerekir.
Nefsin nazarında; Allah’a itaat ederken yol yokuşa çıktığında ve işler zorlaşmaya başladığında ya da heveslerine aykırı bir hal gelince ve sevdiği dünyalıklardan alıkonduğunu hissedince; hemen dünyanın gösterdiği çıkış kapısını arar ve davetine icabet eder.
Özünde geçersiz olan dünyalık bahaneler, kendine karşı dürüst olmayan için tehlikelidir çünkü nefis için oldukça lezzetli ve rahatlatıcıdır. Mücadele etmek yerine, bahanelere sarılmayı seçenlerin kapıldığı bir yanılgı vardır: hakikat ortaya çıkmayacak çünkü bahanem geçerli kabul edilecektir.
Kendi bahanelerinin geçerliliğine güvenen ve etrafındakileri de ikna etmeye çalışanların çoğunun gözünde başkalarının bahaneleri geçersizdir ve hatta belki saçmadır. Aslında başkalarının bahanelerine burun kıvıran nefis bilir ki: herkesin bir sebebi vardır. Ancak kulun görevi, sebeplerin Rabbine sığınarak yardım istemektir.
Ey Allahım! Kalbimi imanın ile kuvvetlendir, nefsimi Sana itaat ettir. Şeksiz ve şüphesiz, her emrinde bir hikmet olduğuna güvenenlerden ve iman edenlerden eyle. Nefsani bahanelere sarılmak yerine, Sana sımsıkı sarılanlardan eyle.
Ey Allahım! Senin rızanı kazanma umudu karşısında dünyalık zorluklar küçülsün ve nefsani zayıflıklar yerini kalbi güzellikler alsın. Duygu ve düşüncelerim hakikati hatırlatan hayırlara dönüşsün. Senin yolunda, Senin rızan için yaşayanlardan; Senin yolunda, Senin rızanı kazanmış bir halde Senin adınla canını teslim edenlerden eyle.
Amin.
***
Kendisine huzur versin ya da vermesin hevesleri için yaşayan biri zamanla cahilleşir ve ahlakı yozlaşır; kalbi katılaşır ve algısı kapanır. Her şeyi kendi lehine yorumlamaya çalışır ve bunu da başarır. Hakikat hatırlatıldığında aynı cümleleri tekrarlar durur. Parmağını kıpırdatmak yerine kolaydan kazanma hayaline kapıldığında bir aracıya yalvarır. İstediği yapılmadığında hakarete başlayıp aracı olmayı reddedeni ya da isteneni veremeyeni kendince aşağılar.
Kendisine masallar anlatır. Bazen süslü kelimelerle içi boş öyle cümleler kurar ki güzelliğine kapılır ve üstün bir iş başarmış gibi heyecanlanır. Kendisine yalanlar söyler. Defalarca tekrarlamanın ve destekleyenleri bulmanın sonucunda hepsine inanır. Elinden geleni yapmaktadır. Herkese sevgi ve saygı ışığında yaklaşmaktadır. Halbuki hakikatten uzaklaşmak için etrafına kalın duvarlar örmüştür. Yani hoşgörü hissettiğini iddia ettikleriyle gözgöze gelmemeye ya da en azından onları kendisiyle eş değer görmemeye ayarlı bir hayat sürdürmektedir. Yalnız kendisi ve kendisine hoş gelenler için yaşamanın en iyisi olduğuna ikna olmuştur. Buna mani olacağını hissettiği her durumdan uzaklaşır. Heveslerinden vazgeçme fikri onun için çok korkutucudur.
Nefsinin çekiştirdiği tasma ile dolaşana bak dedi. Sanki kendi boynundakinden habersizdi. Başka bir yerde heveslerin kölesi olmaktan sıkılan kişi ise güneş ışınlarının dansıyla nefsinin boynunda parıldayan tasmayı farketti. Allah’a kul olmanın getirdiği halifelik görevini hatırladı ve ipleri eline aldı. Hem kalbin, hem de nefsin bir tasması vardı. Allah’a dönen ve Allah’ın rızasını arayan bir kalp; doğru mücadeleyi öğrenir ve nefsinin kölesi değil, efendisi olurdu.
Ey Allahım! Nefsimizin kölesi olup heveslerimizin peşinden sürüklenme ve kendimizi kandırma gafleti ile katı bir kalbe, yozlaşmış bir ahlaka ve sınırlı bir algıya sahip olmaktan Sana sığınırız. Gözlerimizi, kulaklarımızı ve kalplerimizi hakikate aç. Bizi Senin yoluna, sırat-ı mustakîm’e ilet. Öyle ki hayatımızın her döneminde, kendi yaşadıklarımız ve başkalarının yaşadıkları karşısında hakikat ile yalanı ayırt edenlerden ve daima doğru seçenek ile doğru yolda yürüyenlerden eyle. Bizi nefsine efendi, Sana kul olan takva sahibi ihlaslı ve ahlaklı salihler zümresinden kıl.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji