بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Yukarıda da işaret edildiği gibi Hudeybiye seferine katılmayanlara, Hayber Savaşı’na olmasa da “ileride çetin bir düşmana karşı yapılacak bir savaşa çağırılacakları”nın bildirilmesi, onların münafıklar olmadığını gösteren delillerden biridir. Müminlerin kendileriyle savaşmaya çağırılacakları bu çetin ve güçlü düşmanın hangisi olduğu konusunda farklı belirlemeler yapılmış; Huneyn’de savaşılan Sakîf ve Hevâzin, Hz. Ebû Bekir ve Ömer zamanında kendileriyle savaşılan mürtedler, İran, Bizans gibi isimler ileri sürülmüştür. Meâlde geçen “Ya kendileriyle savaşacaksınız yahut müslüman olacaklar” cümlesi bu çetin düşmanı belirlemede önemli bir ipucu vermektedir. Bilindiği gibi Ehl-i kitap ile müslümanlar üç farklı ilişki içinde bulunabilirler: İslâm’a davet, savaş, vergiye ve diğer şartlara bağlı barış ve antlaşma. Arap müşrikleri ile mürtedlere gelince seçenek ikiye inmektedir: Ya müslüman olacaklar ya da savaşı göze alacaklar. Şu halde âyette sözü edilen çetin ve güçlü düşman ya Arap müşrikleri ya da mürtedlerdir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1705).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 72-73
قُلْ لِلْمُخَلَّف۪ينَ مِنَ الْاَعْرَابِ سَتُدْعَوْنَ اِلٰى قَوْمٍ اُو۬ل۪ي بَأْسٍ شَد۪يدٍ تُقَاتِلُونَهُمْ اَوْ يُسْلِمُونَۚ
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur lil muhallefîne, qul fiiline müteallıqtır. Minel a’râbi, mahzuf hale müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır.
Mequlul qavl cümlesi setudavne fiilinin başındaki sin harfi ile faidei haber talebi kelamdır. Car mecrur ilâ qavmin, tudavne fiiline müteallıqtır. Ulî be’sin şedidin, qavmin kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir.
Tuqâtilûnehum cümlesi naibu failden hal olarak mahallen mansubtur. Veya qavmin kelimesinin cer mahallinde sıfatıdır. Yuslimûne cümlesi atıf harfi ev ile öncesine matuftur.
Be’sin, şedîdin kelimelerindeki tenvin tazim ve kesret ifade eder.
فَاِنْ تُط۪يعُوا يُؤْتِكُمُ اللّٰهُ اَجْراً حَسَناًۚ
Fe atıftır. Şart üslubunda talebi inşa isnadtır. İn iki muzariyi cezmeden şart harfidir. Şart fiil tutîû’dur. Şartın cevabı yu’tikum’dur. Ecran, yu’tikum filinin mefuludur. Hasenen, ecran’ın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
وَاِنْ تَتَوَلَّوْا كَمَا تَوَلَّيْتُمْ مِنْ قَبْلُ يُعَذِّبْكُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Vav atıftır. Şart üslubunda talebi inşa isnadtır. İn iki muzariyi cezmeden şart harfidir. Şart fiil tetevellev’dir. Ke, misli manasında, amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir.
Mâ ve masdarı müevvel, cer mahallinde mahzuf mefulu mutlaka müteallıqtır. Qablu cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfu oluşu muzafun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzafun ileyhten ivazdır.
Şartın cevabı yuazzibkum’dur. Müsbet fiil cümlesi talebi kelamdır. Azâben mefulu mutlaktır. Elîmen, azâben’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Tetevellev - tevelleytum kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Mazeretsiz olarak haklı savaşa katılmamak hem hukukî hem de dinî ve ahlâkî bakımdan önemli bir ihlâl ve itaatsizliktir; başka bir deyişle günahtır ve suçtur. Bunu ortaya koyan ifadelerden sonra ve önce, engellilik, hastalık gibi mazeretlerle savaşa katılmayanların müstesna olduğu, onların maddî ve mânevî müeyyidelere konu olmadığı açıklanarak ilgililer rahatlatılmış ve teselli edilmiştir.
لَيْسَ عَلَى الْاَعْمٰى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْاَعْرَجِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْمَر۪يضِ حَرَجٌۜ
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim tehir vardır. Leyse naqıs fiildir. Alel a’mâ, leyse’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıqtır. Haracun, muahhar mübtedadır.
Müteakip iki cümle bu cümleye matuftur.
Nefiy harfi lâ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
A’ma - a’raci kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Leyse alal a’mâ haracun ve lâ ale’l a’raci haracun ve lâ ala’l merîdi haracun (Âma'ya sakınca yoktur, topala sakınca yoktur, hastaya sakınca yoktur) cümlesinde, Haraca (sakınca) lafzı tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Bu, o özür sahiplerine bir vebal olmadığını vurgulamak içindir. (Safvetü’t Tefâsir)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۚ
Vav atıftır. Cümle şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Men iki fiili cezmeden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfudur. Yut’i şart fili ve haberdir.
Şartın cevabı ve yudhılhu’dur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Tecrî min tahtiha elenhâru cümlesi cennâtin kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.
Min tehtihâ, tecrî fiiline müteallıqtır. Enhâru faildir.
Rasûluhu izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah - rasul kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
وَمَنْ يَتَوَلَّ يُعَذِّبْهُ عَذَاباً اَل۪يماً۟
Atıf harfi vav ile yut’iıllahe cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Men iki fiili cezmeden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfudur. Şart fili ve haberi yetevelle’dir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Şartın cevabı yuazzibhu’dur. Müsbet fiil cümlesi talebi kelamdır. Azâben mefulu mutlaktır. Elîmen, azâben’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ
Hudeybiye’de hayatları pahasına da olsa Hz. Peygamber’i destekleyeceklerine, savaşıldığı takdirde kaçmayacaklarına yemin eden sahâbîler Allah’ın rızasına (rıdvân) nâil olmuşlar, ayrıca bu hoşnutluğunu yüce Mevlâ kitabında zikrettiği için Kur’an var olduğu ve okunduğu sürece hayırla ve gıpta ile anılma şerefine ermişlerdir. Âyette zikredilen hoşnutluğun Arapçası “rıdvân” olduğu için bu yeminli söz vermenin (biatın) adına “bey‘atü’r-rıdvân” da denilmiştir. Altında biatın yapıldığı ağaç da bu olaydan sonra “şeceretü’r-rıdvân” adını almıştır.
Müşriklerin kendilerini engelleme kararı aldıklarını öğrenince Hz. Ömer’in ikazı üzerine arkadan silâh da getirtilmişti. Müslümanlar, başlangıçta yanlarına silah bile almadan, hem hasret gidermek hem de umre ibadeti yapmak üzere yola çıkmışlar; üstelik Peygamberimizin 27. âyette zikredilen bir rüyasını umrenin hemen gerçekleşeceği şeklinde yorumlamışlardı. Bütün bunlardan sonra yolları kesilip umreleri engellenince nasıl bir moral bozukluğuna, kafa karışıklığına ve isyan duygusuna kapıldıklarını kestirmek zor değildir. Ama Allah “onların gönüllerinde olanı”, yani içine düştükleri huzursuzluk ve bunalımı bildiği için derhal rahmet kapılarını açmış, yüreklerine su serpmiş, heyecan ve öfkelerini huzur ve tatmin duygusuna çevirmiştir. Bu gelişmelerden en fazla etkilenen Hz. Ömer, Peygamber efendimizin ve Hz. Ebû Bekir’in açıklamaları üzerine sakinleşmiş, heyecanla söylenmiş sözlerinden dolayı da pişman olmuş, telâfi için ibadetler yapmış, sadakalar dağıtmıştır. “Gönüllerde olanı” iman, ihlâs ve bağlılık olarak yorumlayanlara göre de Allah, ashabın heyecan sebebiyle normal tepki sınırlarını zorlayan davranışlarını gönüllerindeki iman ve sevgi sayesinde bağışlamış, heyecanlarını teskin etmiştir.
Sûrenin başında geçen fetih Hudeybiye sulhu idi, 18. âyette zikredilen yakın fetih, ileride gerçekleşecek, Medine yakınlarında yahudilerin yerleşim merkezlerinden biri olan Hayber’in fethidir, 19. âyette sözü edilen ganimet de Hayber’de elde edilecek savaş ganimetidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 75-76
لَقَدْ رَضِيَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ
Ayet kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Lam, mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. Qad tahkik içindir. Tekid ifade eder. Kasem fiili mahzuftur. Kasem fiilinin hazfedilmesi icaz-ı hazif sanatıdır. Radiye kasemin cevap cümlesidir.
Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir. Car mecrur anil mucrimîne, radiye fiiline müteallıqtır.
İz zaman zarfı, takdiri uzkurû olan mahzuf fiile müteallıqtır. Yubâyıûneke fiili muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Cümlede icazı hazif vardır.
Mekan zarfı tahte, yubâyıûneke fiiline müteallıqtır.
Lekad radiyellahu anil mü’minîne iz yubâyiûneke (Allah mü'minlerden razı oldu. Hani onlar sana bîat ediyorlar.) âyetinde, bîatın şeklini zihinde canlandırmak için, geniş zaman kipi ile gelmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
فَعَلِمَ مَا ف۪ي قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحاً قَر۪يباًۙ
Atıf harfi fe ile cer mahallinde olan yubâyıûne cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Müşterek ismi mevsul mâ, alime fiilinin mefulu olarak mahallen mansubtur. Sılası mahzuftur. Fî qulûbihim, mahzuf sılaya müteallıqtır.
Fî qulûbihim ibaresindeki fî’de istiare vardır. Kalp içi olan bir şeye benzetilmiştir. Bu istiareden maksat, Allah’ın, kalpteki her türlü duygu ve düşünceye vakıf olduğu gerçeğini etkili bir şekilde vurgulamaktır.
Enzeles sekînete cümlesi alime’ye matuftur. Faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur aleyhim, enzele fiiline müteallıqtır.
Esâbehum cümlesi enzele’ye matuftur. Fethan, esâbe fiilinin mefuludur. Qarîban, fethan kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Fealime mâ fî qulûbihim feenzeles sekînete aleyhim (Kalplerinde olanı bilmiş ve onlara güven indirmişti.) âyetinden sonra 20. Ayeti kerimede vaade kumullahu mağânime (Allah size ganimetler vadetmiştir.) âyetinin getirilmesiyle, III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönülmüştür. Bu, ihsan etme makamında mü'minleri şereflendirmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)
وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
وَمَغَانِمَ كَث۪يرَةً يَأْخُذُونَهَاۜ
Vav atıftır. Mağânime, fethan’e atfedilmiştir. Kesîraten sıfattır. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Ye’huzûnehâ cümlesi mağânime kelimesinin sıfatıdır.
Sıfat cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnab sanatıdır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Vav isti’nafiyedir. Bu cümle faidei haber ibtidai kelamdır.
Müsnedin ileyhin alem ile marife olması telezzüz ve teberrük için olabilir.
Allah'ın azîzen ve hakîmen isimlerinin tenvinli gelişi bu isimlerin Allah Tealada varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu isimlerin bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin de mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu isimlerle ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır.
Azîzen - hakîmen isimleri mübalağalı ismi fail kalıbındadır. Aralarında muvazene, cinas, reddül aczi ales sadri ve muraatün nazir sanatları vardır.
Allah lafzında tecrit sanatı vardır.
وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ
Âyetteki “başarı” diye açıkladığımız “şu” anlamına gelen “hâzihî” kelimesi, Hudeybiye barışı veya Hayber zaferi ve orada elde edilecek ganimetler şeklinde açıklanmıştır.
Âyetteki “İnsanların ellerini üzerinizden çekmiştir” ifadesi tek taraflı, 24. âyette ise “sizinkini onlardan, onlarınkini sizden” şeklinde çift taraflı olarak zikredilmiştir. Tarihte gerçekleşen olaylara bakarak tefsirciler burada geçen korumayı, müslümanlar Mekke’ye hareket ettikten sonra kuzey komşuları olan Hayber yahudileri ile bazı müşrik Arap kabilelerinin fırsattan istifade ederek Medine’ye hücum etmelerinin Allah tarafından engellenmesi olarak yorumlamışlardır. 24. âyetteki engelleme ise Hudeybiye’de olmuş, hem müşriklerin birkaç kere teşebbüs ettikleri baskın hem de müslümanların savaşa karar vermeleri engellenmiş, iki tarafın da birbirine zarar vermelerine imkân tanınmamıştır. Bu fetih müjdeleri, gerçekleşen fetihler, elde edilen ganimetler, düşmanın zararlı olacak teşebbüslerinin engellenmesi, müminlerin
sabır ve gayretleri yanında ve bundan da ziyade Allah’ın lutfudur. Bu lutfun hikmet ve gerekçesi ise müminlerin imanlarını yaşanan kanıtlarla güçlendirmek ve doğru yolda sebat edip ilerlemelerini sağlamaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 76-77Ve'ade وعد :
Söz vermek, vaatte bulunmak ve tehdit etmek anlamlarına gelen va'd وَعْدٌ sözcüğü hem hem şerle hem hayırla ilgili kullanılır. Bu fiilin mastarı مَوْعِدٌ ve مِيعادٌ şekillerinde gelir.
وَعِيدٌ ise sadece tehdit ve şerle ilgili kullanılır. مَوْعِدٌ ve مِيعادٌ kelimeleri hem mastar hem de isim olarak kullanılırlar.
Yine vaatleşme ve tehditleşme anlamında da mufâale formundaki واعَدَ şekli kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı formda 151 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vaad etmek, vaid, mîad ve vadedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَعَدَكُمُ اللّٰهُ مَغَانِمَ كَث۪يرَةً تَأْخُذُونَهَا
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Meful olan kum zamiri önemine binaen faile takdim edilmiştir. Allahu muahhar faildir.
Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.
Meğânime, vaade fiilinin ikinci mefuludur. Kesîraten, meğânime kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Te’huzûnehâ cümlesi ikinci sıfat olarak gelmiştir. Sıfatlar anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnabtır.
فَعَجَّلَ لَكُمْ هٰذِه۪ وَكَفَّ اَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْۚ
Fe atıftır. Müsbet fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur lekum, accele fiiline müteallıqtır. Hazihî, meful olarak mahallen mansubtur.
Accele fiili tef’il babındandır. Sülasisi acele’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Keffe eydiyen nâsi makabline matuftur. Eydiyen nâsi, keffe fiilinin mefuludur. Car mecrur ankum, an harfi ceriyle birlikte keffe fiiline müteallıqtır.
وَلِتَكُونَ اٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ
Vav atıftır. Li harfi tekûne fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, lam harfiyle birlikte keffe fiiline müteallıqtır.
Tekûne’nin ismi gizli hiye zamiridir. Kâne’nin haberi âyeten’dir. Car mecrur lil mü’minîne, li harfi ceriyle birlikte âyeten’in mahzuf sıfatına müteallıqtır.
Yehdiyekum cümlesi tekûne’ye atıf harfiyle atfedilmiştir. Müsbet fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Sırâtan, yehdiye fiilinin ikinci mefuludur. Müstaqîman, sırâten’in sıfatı olarak gelmiştir.
Sıratı müstakim tamlaması İslam dinini ifade eden bir istiaredir.
وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً
وَاُخْرٰى لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ اَحَاطَ اللّٰهُ بِهَاۜ
Vav atıftır.
Uhrâ (daha başka) ifadesi hâzihî (bu) zamirine atfedilmiştir [mansūbdur]; yani bu ganimetleri size peşin vermiştir; Size ele geçiremediğiniz daha başka ganimetler de lütfedecektir ki bunlar da Huneyn gazvesinde alınan Hevâzin ganimetleridir.
Uhrâ (daha başka) ifadesi qad ehâtallahu bihâ (Allah [ilmiyle] onu tamamen kuşatmıştır.) ifadesince tefsir edilen gizli bir fiille mansūb da olabilir ki takdiri şöyledir: Ve kada’llāhu uhrâ kad ehâta bi-hâ (Allah, ilmiyle kuşatmış olduğu daha başka ganimetler[i de size vermey]e hükmetmiştir). O zaman lem yaqdirû (ele geçiremediğiniz) ifadesi uhrâ’nın sıfatı olur.
Uhrâ mübtedâ olmak üzere merfû’da olabilir; çünkü lem yaqdırû (ele geçiremediğiniz) ifadesinin mevsufudur; bu durumda, qad ahâtallahu bihâ (Allah [ilmiyle] onu tamamen kuşatmıştır) ifadesi mübtedânın haberi olur.
Uhrâ mecrur da olabilir; bu durumda başında bir rubbe (nice) edatının gizlendiği kabul edilir. (Keşşaf)
Qad ahâtallahu cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Qad harfinin tekid etmesi ile faidei haber talebi kelamdır. Car mecrur bihâ, ahâta fiiline müteallıqtır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يراً
Vav istinâfiyyedir. Bu cümlede Allah, kâne’nin ismi, qadîren haberidir. Alâ kulli şeyin, amiline takdim edilmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri itnab babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi te'kîd için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mânâ ifâde eder. Yâni müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Müsnedin ileyhin alem ile marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için, lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Allah müminlere yardım etmeyi murat ettiği için, meselâ onlar Hudeybiye seferinde iken yahudiler veya müşrikler Medine’ye hücum etselerdi bile Allah’ın izin ve yardımı ile yenilecek, geri dönüp kaçacaklardı. Çünkü Allah, peygamberlerini insan topluluklarına gönderirken onlara dini tebliğ etme ve bir çekirdek ümmet oluşturma fırsatı da vermektedir; O’nun sünneti, âdeti, kanunu budur ve değişmezdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 77
وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الْاَدْبَارَ
Vav istinafiyedir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Qâtelekum şart fiilidir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, qâtele fiilinin mefulu olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası keferû’dur. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Lam, vakıadır. Şartın cevabının başına gelir. Şartın cevabı vellevu’l edbâra‘dır. Müsbet fiil siygası faidei haber ibtidai kelamdır.
Qâtele fiili mufaale babındandır. Sülasisi qatele’dir. Mufaale babı fiile,müşareket(ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak,teksir(çokluk , bir işi çok yapmak) gibi manalar katar.
Vellevu’l edbâra (Arkalarını döndüler.) cümlesi, hezimetten kinayedir. Çünkü hezimete uğrayan kimse, kaçmak için düşmana sırtını çevirir. (Safvetü’t Tefâsir)
ثُمَّ لَا يَجِدُونَ وَلِياًّ وَلَا نَص۪يراً
Summe atıftır. Menfi fiil siygasıyla gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır.
Yecidûne fiilinin mefulü olan veliyyen, nasîren kelimelerindeki tenvin kıllet ve nev içindir. Olumsuz cümlede nakira umum ifade eder.
İkinci nefiy harfi lâ da onların hiçbir şekilde yardım görmeyeceklerini tekid etmektedir.
Veliyyen - nasîren kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. Her iki kelimede nekra gelerek tazim ifade etmiştir.
Vellev - veliyyen kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً
سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Sunnete mahzuf fiilin mefulu mutlakıdır. Müfret müennes has ismi mevsul elletî, sunnete’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur.
Mevsulün sıla cümlesi, tahkik harfi olan qad’la tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Lafzı celalin zikrinde tecrit sanatı ve korkutma kastı vardır. Sünnetin, lafzı celâl’e izâfe edilmesi kıymetini ve makâmını vurgular.
Qablu cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfu oluşu muzafun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzafun ileyhten ivazdır.
وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلاً
Ve len tecide cümlesi makabline matuftur. Len, muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Sünnete kelimesinin Allah ismine muzaf olması sünnete tazim ve teşrif ifade eder.
Sünnetellahi ibaresi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Tekrarlar itnab babındandır. Bu tekrarda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.