بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
Ayetin ilk cümlesi isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. Huve mübteda, müzekker müfret has ismi mevsul ellezî, haberdir. Mahallen merfudur. Haleqas semâvati cümlesi, mevsulü her zaman takib eden sılasıdır. Fî sitteti eyyamin, haleqa fiiline muteallıqtır. Eyyamin’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Es semâvâti - el ardi kelimeleri arasında tıbakı icab ve muraatün nazir sanatları vardır.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ
Cümle atıfla gelmiştir. Atıf harfi sümme, tertip ve terahi ifade eder. Cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Müsbet fiil cümlesidir. Alel arşi, istevâ fiiline muteallıqtır.
İstiva kelimesinde, iki manası olan bir kelimede, mânalardan birine âid bir lâzımın zikredilmediği ya da her ikisinin bir lâzımının zikredildiği tevriyei mücerrede vardır. İstivâ kelimesinin iki mânâsı vardır: Yakın mânâsı “bir yerde karar bulmak” tır. Uzak mânâsı ise “saltanat ve istilâ” dır. Allahu teâlâ cisim olmaktan münezzeh olduğu için yakın mânânın murâd edilmesi münâsib değildir. Dolayısıyla uzak mânâ kasdedilmiştir. (Bâzı âlimler “arşda” lâfzının yerleşmek mânâsının lâzımı olduğunu söyleyerek bunu muraşşaha addetmişlerdir.) (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ
Hal olarak fasılla gelmiş, müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Mâ müşterek ismi mevsul, meful olarak mahallen mansubtur. Yelicu, mevsulün sılasıdır. Fil ardi, yelicu fiiline muteallıqtır. Cümlede sonraki üç mevsul de birinciye matuftur.
Hal cümleleri itnab babındandır. İsmi mevsullerde tecrit sanatı vardır. Tekrarlanmasında cinas, itnab ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Yelicu - yahrucu, yenzilu - ya’rucu kelimeleri arasında tıbakı icab vardır.
Yelicu fil ardi - yahrucu minha ve yenzilu mines saemâi - ya’rucu fîhâ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْۜ
Ayetin bu cümlesi, ya’lemu cümlesine matuftur. Cümlede icazı hazif sanatı vardır. Huve mübteda, mekan zarfı meakum, mahzuf habere muteallıqtır. İkinci mekan zarfı eynemâ şart manalıdır. Şartın mahzuf cevabına muteallıqtır. Burada tam fiil olan kuntum şart fiilidir. Cevabın hazfının delili cümlenin öncesidir. Şart cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri itnabtır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ayetin son cümlesi atıfla gelmiştir. Lafzı celal mübteda, basîrun haberdir. Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
Cümle faidei haber talebi kelamdır. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Müşterek ismi mevsul mâ, mecrur mahalde basîrun’a muteallıktır. Sılası ta’lemune’dir. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Cümlede, car mecrur amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim tahsis ifâde eder. Yâni O, yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur. Bu cümle, mâmûlun âmiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifâdenin yanında bir de olumsuz mânâ ifâde eder.
Basîrun mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu ayetlerde ilginç bir tertip bulunmaktadır. Zira, Cenâb-ı Hakk O, hem evveldir, hem âhirdir, hem zahirdir, hem bâtındır buyurarak önce Kendisinin, bütün mümkinât ve kainatın ilâhı olduğunu; daha sonra da Kendisinin arşın, göklerin ve yerin ilâhı olduğunu beyan etmiş, en sonunda da, Nerede olursanız O, sizinle beraberdir cümlesi ile de kudreti, îcadı, tekvîni ve ilmi ile bizimle beraber olduğunu beyân etmiştir ki, O'nun "ilmi", bizim içimizi dışımızı bilmesi demektir. (Fahrettin Razi)
Gördüğünün ifade edilmesinden maksat hesabını sorması ve cezasını vermesi olduğu için lazım-melzum alakasıyla mecazı mürsel vardır.
Ya’lemu - ta’lemûne, essemâi - essemâvâti kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Her birinin farklı anlama gelmesi sebebiyle ma’larda tam cinas ve reddül aczi ales sadri vardır.لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsti’naf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesinde takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Lehu, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Mülküs semâvati, muahhar mübtedadır. El ardi, es semâvâti’ye matuftur. Faidei haber talebi kelamdır.
Cümledeki takdim, isnadın Allah teala’ya olması karinesiyle tahsis ifade eder. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Üçüncü ayetin ilk cümlesi tekid maksadıyla bu ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarda tekrir ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
El ardi - es semâvâti kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.
وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ
Cümle atıfla gelmiş, faidei haber talebi kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur ilallâhi, amili olan turceu fiiline takdim edilmiştir. İsnadın Allah Teala’ya olması karinesiyle tahsis ifade eder. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Turceu fiili meçhul gelerek bu konuda kulların bir dahli olmadığını ve failin Allah'tan başkasının olamayacağını ifade etmiştir.
El umûru kelimesindeki tarif, hakiki istiğrak ifade eder.
Bu cümlede ayetin ilk cümlesindeki gizli zamirden zahir isme iltifat vardır.
Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. Bu tekrarlama tekid içindir. Yani gerçek manada mabud sadece O'dur. Bütün işler âhirette bütün mahlukatın işler Allah'a döndürülür. (Kurtubi)
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
يُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۜ
Ayet hal veya isti’naf cümlesidir. İlk cümle müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. El leyle mefuldur, car mecrur fin nehâri yûlicu fiiline muteallıktır. İkinci yûlicu fiili birinciye matuftur.
El leyl - ennehâra kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.
El leyl - en nehâra - yûlicu kelimelerin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatı vardır.
Burada tıbâk sanatı akis sanatıyla bir aradadır. Fiillerin müteallıkları arasında akis gerçekleşmiştir. Bunlar; muhâtabın zihninde konunun yer etmesine yardımcı olur.
وَهُوَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ayetin son cümlesi vav’la öncesine matuftur. Huve mübteda, alîmun haberdir. Bi zâti, alîmun’a muteallıqtır. Faidei haber ibtidai kelam olan isim cümlesidir.
Bu ayetler, Allah'ın kudretine dair delillerle, nimetini ortaya koymayı kapsayan ve birleştiren ifâdelerdir. Bunların tekrar tekrar sunulması, kişiyi önce düşünüp tefekkür etmeye, sonra da Allahü teâlâ’ya şükürle meşgul olmaya teşvik etmektir. (Fahrettin Razi)
اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَاَنْفَقُوا لَهُمْ اَجْرٌ كَب۪يرٌ
Buradaki hitapla ilgili farklı açıklamalar yapılmış olmakla beraber, hitabın genel olduğu dikkate alındığında, henüz iman etmemiş muhatapların inanmaya çağırıldığı, müminlerin ise imanlarını pekiştirmelerinin istendiği söylenebilir (İbn Atıyye, V, 258; Şevkânî, V, 193; başka yorumlar için bk. Râzî, XXIX, 215; Ateş, IX, 259). “Allah’a iman” buyruğunun hemen ardından gelen iki unsur âyetin asıl mesajının şu iki noktada odaklandığını göstermektedir: a) Yukarıda sıfatlarından söz edilen Allah’a imanla birlikte O’nun resulüne de inanmak şarttır, b) İnfak yani kişinin sahip olduğu imkânları paylaşmaya, başkaları için ve özellikle Allah ve resulünün hoşnut olacağı biçimde harcamalar yapmaya razı olması bu imanın gereklerindendir.
Harcamaya (infak) ilişkin buyrukta kullanılan ifade, dünyada elde ettiğimiz imkânların asıl sahibini hatırlatan ve bulunduğumuz konumun bilincinde olmamız gerektiğine dikkat çeken bir incelik taşımaktadır. Hak tasniflerinde “mülkiyet”, eşya üzerindeki en güçlü hak olarak nitelenir; zira mâlik, mülkiyetinde bulunan eşyayı kullanma, semerelerinden yararlanma ve gerektiğinde onu tüketme yahut başkalarına temlik etme hususunda –istisnaî bazı sınırlamalar bir yana– mutlak bir yetkiye sahiptir. Fakat bu, insanların birbiriyle ilişkileri açısından böyledir. Mülkün asıl sahibinin insanı ve bütün evreni yaratan olduğu dikkate alındığında ise başka insanlara nisbetle mâlik konumunda olan kişi, Yüce Allah’a nisbetle emanetçi konumundadır. Şu var ki bu, –“vedia”da olduğu gibi– kendisine bırakılan şeyi korumakla yükümlü olmaktan ibaret bir emanetçilik değildir; kişi kendisine verilen imkânları belli ölçüler içinde kullanmakla da görevlidir. Âyette bu durumu anlatmak üzere kullanılan müstahlefîn kelimesi, hem Allah tarafından bu imkânları kullanmaya yetkilendirilmiş olma hem de mal, mülk ve başkalarına aktarılabilir birikimlerin önceki nesillerden devralınmış olması mânasıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 64). İnfakın konusu olarak ilk hatıra gelen şey servet olmakla beraber bunu, başkalarıyla paylaşılabilecek her türlü imkân olarak düşünmek gerekir. Meselâ insanın sahip olduğu bilgi birikimi de bu kapsamdadır.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 238اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪
İsti’naf cümlesi olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Billahi, âmenu fiiline muteallıktır. Rasûlihi, billâhi’ye matuftur. Bu atıf hususun, umuma atfı babında itnab sanatıdır. Allah Teala’ya aid zamire muzaf olması rasûli için şan ve şeref ifade eder. Ayette mütekellimin Allah Teala olması hasebiyle, lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Allâhi - rasûli kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
وَاَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَف۪ينَ ف۪يهِۜ
Ayetin ikinci cümlesi öncesine matuftur. Yine emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Müşterek ismi mevsul mâ, cer mahallinde min harfiyle birlikte enfiqû fiiline muteallıqtır. Cealekum, mevsulün sılasıdır. Fîhi, ceale fiilinin ikinci mefulü olan mustahlefîne’ye muteallıqtır.
Mustahlefîne, sülasisi halefe olan fiilin istif’âl babında ismi mefulüdür.
Allah'a ve Peygamberine îman edin ve size vekâlet verilen şeylerden harcayın Allah'ın size tasarruf etme (kullanma yetkisi) verdiği şeylerden Allah yolunda harcayın. Onlar aslında kendisinindir, sizin değildir. Ya da sizden öncekilerden size devrettiği, mülkiyet ve tasarrufunuza geçirdiği şeylerden demektir. Bunda Allah yolunda harcamaya teşvik ve bunun nefse kolay geldiğine işâret vardır. (Beydavi)
فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَاَنْفَقُوا لَهُمْ اَجْرٌ كَب۪يرٌ
Fe, ta’liliyedir. İsim cümlesi formunda gelmiş faidei haber ibtidai kelamdır. Has ismi mevsul ellezîne, mübteda olup mahallen merfudur. Sılası olan âmenu fiili, minkum’un muteallaqıdır. Ve enfiqû cümlesi sılaya matuftur. Sıla cümlesinin irabtan mahalli yoktur. Mevsulde tecrit sanatı vardır. Müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi bu kişilere tazim amacına matuftur.
Ayetin bu son cümlesinin haberi isim cümlesi olarak mahallen merfudur. Cümlede icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Lehum, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Ecrun, muahhar mübtedadır. Kebîrun, mübteda için sıfattır. Ta’lil cümlesi ve sıfatlar itnab sanatıdır.
Enfeqû - enfiqû, âminû - âmenû kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Alimler, ayette bahsedilen infâk’ın ne tür bir harcama olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu sebeple kimileri, "Bu, farz olan zekâttır" derken, kimileri, "Hayır, bunun içine nafile olanlar da girer" demişlerdir. Ve, bunun, bütün iyilik türlerini içine alan genel bir ifâde olması imkânsız değildir. Daha sonra Cenâb-ı Hakk, böyle yapan kimselere büyük bir ücret vereceğini tekeffül ederek, İçinizden iman edip de harcayanlar (yok mu?) onlar için büyük mükâfaatlar vardır buyurmuştur. Bu vaatte birkaç mübalağa vardır: İsim cümlesinin tercih edilmesi, îman ve infakın zikredilmesi, hükmün zamire isnat edilmesi, ücretin nekire kılınması ve onun büyük sıfatı ile nitelenmesi gibi. (Fahrettin Razi)
وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۚ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ وَقَدْ اَخَذَ م۪يثَاقَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bu âyetler önceki âyetin iman unsuruyla, 10. âyet de infak unsuruyla ilgili açılımı gibidir. Burada, bütün şartlar hazır olduğu halde hâlâ iman etmeyenler kınanmakta, iman etmenin gerekçeleri özetlenmektedir.
Ağırlıklı yoruma göre 8. âyette geçen ve “kesin söz” diye tercüme edilen mîsâk, bu bağlamda “Allah’a verilmiş olan söz” demektir. Ancak bunun mahiyeti hakkında farklı iki yorum bulunmaktadır. Birinci yoruma göre maksat, “bezm-i elest” diye terimleşmiş olan farklı bir âlemde Allah Teâlâ’nın insanlara kendileri hakkında şuur verip kendi zâtını da rab olarak tanıttıktan sonra onlardan kulluk sözü almış olmasıdır (A‘râf 7/172). İkinci yorum ise şöyledir: Cenâb-ı Allah insanlara akıl nimeti ve düşünme yeteneği bahşetmiş, önlerine imana götüren açık deliller koymuştur. Şu halde peygamberin çağrısı ve bildirdikleriyle (nakil) akıl arasındaki uyumun açıkça görülmesi imanın gerekliliği yargısına ulaştıracak kesin bir kanıt yani mîsak oluşturmaktadır. Râzî, şu gerekçeyle birinci yorumu zayıf bulur: Yüce Allah mîsak almış olmayı, insanların iman etmemeleri için hiçbir mazeret kalmadığını belirtmek üzere zikretmiştir. Halbuki o âlemdeki sözleşme ancak peygamberin bildirmesiyle bilinebilir. Şu halde önce onun sözünün doğruluğunun yani peygamberliğinin kabul edilmiş olması gerekir, dolayısıyla bu gerekçe peygamberi tasdik etmeyi gerektiren bir delil olarak kullanılamaz; ikinci yorumda sözü edilen kanıtlar ise herkes için açıktır (Zemahşerî, IV, 64-65; Râzî, XXIX, 216-217; “bezm-i elest” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/172). Ancak ezelde verilen sözün dünya hayatında insanlarda din duygusu ve mâneviyat ihtiyacı olarak var olduğu ve kendini hissettirdiği de dikkate alınmalıdır. Öte yandan 8. âyette geçen “söz almıştı” fiilinin öznesinin Hz. Peygamber olduğu ve burada Hudeybiye Antlaşması öncesinde Resûlullah’ın 1500 kadar sahâbîden aldığı bağlılık sözüne atıfta bulunulduğu kanaatini taşıyanlar da vardır (Elmalılı, VII, 4734-4735; Ateş, IX, 259; anılan bağlılık sözü hakkında bk. Fetih 48/8-10, 18-19).
8. âyetin sonundaki “inanmaya açıksanız” şeklinde çevirdiğimiz ifade değişik şekillerde açıklanmıştır: a) Şayet iman edecekseniz şu an buna en uygun zamandır; çünkü peygamber size peşpeşe deliller getirmekte ve sizi, doğruluğu sizce de anlaşılmış bulunan bildirim, delil ve mîsaka uymaya çağırmaktadır (Taberî, XXVII, 218). b) Delile dayalı bir çağrıyı kabul etmeye açıksanız, “Kanıt gösterilsin inanalım” diyorsanız, aklî ve naklî deliller öylesine açık ve örtüşmüş durumda ki artık bunlardan daha güçlü kanıt olmaz (Zemahşerî, IV, 64; Râzî, XXIX, 217). c) Burada cümlenin bir ögesi gizlenmiştir ve imanın sonucuna dikkat çekilmek istenmektedir. Asıl mâna şudur: “Şayet iman ederseniz, yani başladığınız gibi devam eder, bu imanınızı sürdürürseniz değerinizi korursunuz ve en yüce mertebeleri hak edersiniz” (İbn Atıyye, V, 258. 9. âyette geçen zulumât ve nûr kelimeleri ve “karanlıklardan aydınlığa çıkarma” ifadesiyle ilgili yorumlar için bk. Bakara 2/257; Mâide 5/15-16; En‘âm 6/1).
< Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 239-240وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۚ
Vav isti’nafiyedir. Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif vardır. Mâ istifham harfi ref mahallinde mübtedadır. Lekum mahzuf habere muteallıqtır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen anlam itibariyle inkari olması sebebiyle mecazı mürsel mürekkeptir.
Lâ tu’minûne billahi cümlesi lekum’daki zamirin hali olarak mahallen mansubtur.
وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ
Vav haliyyedir. Er rasûlu mübteda, yed’ûkum haber olup mahallen merfudur. Cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Li, muzarinin önüne gelerek muzariyi gizli en’le nasb ederek, manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Cer mahallindeki en ve masdarı müevvel, harfi cerle birlikte yed’ûkum fiiline muteallıqtır. Bi rabbikum, tu’minû fiiline muteallıqtır. Rabbikum izafeti muzafun ileyhe tazim ifade eder.
Mütekellim Allah Teala olduğu için rab isminde tecrit sanatı, tu’minûne fiilinin tekrarında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَقَدْ اَخَذَ م۪يثَاقَكُمْ
Vav haliye, qad tahkik harfidir. Yed’ûkum fiilininden hal olan cümle mahallen mansubtur. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber talebi kelamdır.
اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Ayetin son cümlesi isti’nafiyyedir. Şart üslubunda talebi inşai isnadtır.
Cümlede icazı hazif vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; Febâdirû ilel îmâni bihi (Böylece ona inanmaya başladılar) şeklindedir.
Cevap cümlesi, kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faidei haber ibtidai kelamdır.
هُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ عَلٰى عَبْدِه۪ٓ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَاِنَّ اللّٰهَ بِكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
هُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ عَلٰى عَبْدِه۪ٓ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ
İsti’naf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Huve mübteda, ellezî haberdir. Müfret müzekker has ismi mevsulün sılası, yunezzilu fiilidir. Mevsulde tecrit sanatı vardır. Car mecrur alâ abdihi, yunezzilu fiiline muteallıqtır.
Li, yuhricekum fiilini gizli en’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel li nedeniyle cer mahalde yunezzilu fiiline muteallıqtır.
Allah teala’ya ait zamire muzaf olması abd için tazim ve teşrif ifade eder.
Ez zulumâti - en nûri kelimeleri arasında tıbakı icab vardır. Bu kelimelerdeki tarif ahdi ilmidir.
Li yuhricekum minez zulumâti ilen nûri (Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye) âyetinde latif bir istiare vardır. "Sizi şirk karanlıklarından iman nuruna çıkarmak için" demektir. Yüce Allah ezzulumâti lafzını, inkâr ve sapıklık için; ennûri (nur) lafzını da "iman ve hidayet" için müsteâr olarak kullandı. (Safvetü’t Tefâsir)
وَاِنَّ اللّٰهَ بِكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ
Atıfla gelen cümle inne ve lam ile tekid edilmiştir. Faidei haber inkari kelamdır. Lafzı celal inne’nin ismi, raûfun haberidir. Rahîmun ikinci haberdir.
Allah Teala’ya ait bu iki vasfın nekira olarak gelmesi bu sıfatların onda tahayyül edilemeyecek derecede olduğunu, aralarında vav olmadan gelmesi, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum teşabuhel etraf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında muraatün nazir sanatı vardır.
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تُنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا يَسْتَو۪ي مِنْكُمْ مَنْ اَنْفَقَ مِنْ قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْظَمُ دَرَجَةً مِنَ الَّذ۪ينَ اَنْفَقُوا مِنْ بَعْدُ وَقَاتَلُواۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تُنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
Vav isti’naf, mâ istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve takrir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca cümlede tecahülü arif sanatı vardır.
Mâ mübtedadır. Lekum, mahzuf habere muteallıqtır. Ellâ, masdar harfi en ve nefî harfi lâ’dan oluşmuştur. Cümlede icazı hazif sanatı vardır. En ve masdarı müevvel, mukadder cer harfi fi ile birlikte mahzuf hale muteallıqtır. Fî sebilillâhi, tunfiqû fiiline muteallıqtır.
Fî sebîlillâhi ibaresinde istiare vardır. Sebîl kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından din, yola benzetilmiştir.
Lafzı celale muzaf olması sebîl kelimesine tazim ve teşrif ifade eder.
Allah isminde tecrit sanatı vardır. Ayette lafzı celalin tekrarı telezzüz ve teberrük içindir. bu tekrarda cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَلِلّٰهِ م۪يرَاثُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَ
Cümleye dahil olan vav haliyedir. Mahallen mansub olan bu hal cümlesinde icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. Lillâhi, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Mîrâsüs semâvâti, muahhar mübtedadır. El ardi, es semâvâti’ye matuftur. Cümledeki takdim tahsis ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır. İtnab sanatı olan hal cümleleri anlamı zenginleştirir.
El ardi - es semâvâti kelimeleri arasında tıbakı icab ve muraatün nazir sanatları vardır.
ا يَسْتَو۪ي مِنْكُمْ مَنْ اَنْفَقَ مِنْ قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَۜ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümle menfi fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Minkum mahzuf hale muteallıqtır. Müşterek ismi mevsul men, yestevî fiilinin faili olarak mahallen merfudur. Enfeqa fiili mevsulün sılasıdır. Mevsulde tevcih sanatı vardır. Müsnedün ileyh o kimselere dikkat çekmek ve tazim için ismi mevsulle gelmiştir.
Min qabli, enfeqa’ya muteallıqtır. Ve qâtele sıla cümlesine matuftur.
Qâtele fiili mufâale babındadır. Bu babın fiile kazandırdığı en yaygın anlam müşarekettir. (ortaklık, işteşlik). Ayrıca teksir, bir işi peşpeşe yapmak anlamlarının yanında, if’al, tef’il, tefâul bablarının anlamlarını ve fiilin mücerret yapıdaki manasını da verebilir.
Bu cümlede hazif yoluyla îcâz vardır. Burada ve men enfeqa min ba’dil fethi ve qâtele (Fetihten sonra Allah yolunda harcayan ve savaşan) cümlesi hazfedilmiştir. Çünkü bu, sözden anlaşılmaktadır. Buna "îcâz yoluyla hazif" denilir. (Safvetü’t Tefâsir)
اُو۬لٰٓئِكَ اَعْظَمُ دَرَجَةً مِنَ الَّذ۪ينَ اَنْفَقُوا مِنْ بَعْدُ وَقَاتَلُواۜ
Beyani isti’naf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Ulâike mübteda, a’zamu haberdir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedün ileyhin ismü işaretle marife olması işaret edilenleri tazim içindir. Dereceten temyiz olarak mansubtur. Müzekker cemi has ismi mevsul ellezîne, mecrur mahalde, min harfiyle birlikte a’zamu’ya muteallıqtır. Enfeqû mevsulün sılasıdır. Min ba’du, enfeqû’ya muteallıqtır. Qâtelû cümlesi, sılaya matuftur. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
Ba’du kelimesinin sonundaki ötre, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.
Enfeqa bin kabli ve qâtele cümlesiyle, enfeqû min ba’du ve qâtelû cümleleri arasında mukabele sanatı, qable - ba’de kelimeleri arasında ise tıbakı icab sanatı vardır.
وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ
Vav atıf veya isti’nafiyedir. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Küllen, amiline takdim edilmiş mefulü bihtir. Lafzı celal fail, el husnâ ikinci mefuldür. El husnâ’daki tarif ahdi ilmidir. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Allah iki gruptan her birine de en güzeli vaat etmiştir; yani dereceleri farklı farklı olmakla beraber en güzel mükâfat olan cenneti [ikisine de vaat etmiştir]. İfade ve kullun va‘adahu’llāhu takdirinde kullun şeklinde de okunmuştur. (Keşşaf)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ۟
Vav isti’nafiyedir. Lafzı celal mübteda, habîrun haberdir. Cer mahallindeki müşterek ismi mevsul, bi harfiyle birlikte habîrun’a muteallıqtır. Ta’melûne mevsulün sılasıdır. Sıla cümlesinde aid zamir mahzuftur. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Tunfiqû - enfeqa - enfeqû, qâtelû - qâtele kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Cenâb-ı Hakk, Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır buyurmuştur. Allahü teâlâ, sâbıkûna ve muhsinlere mükâfaat va'dedince, hakedenlere hak ettiklerini vermek için, mutlaka, O'nun hem cüz'iyyatı (en ince teferruatları) hem de bütün her şeyi bilmesi gerekir. Çünkü eğer Allahü teâlâ bunları ve kulların bütün fiillerini, tafsilatlı bir şekilde bilmemiş olsaydı, va'dettiği o va'din uhdesinden tam olarak çıkması, onu yerine getirmesi mümkün olmazdı. İşte bundan dolayı va'dinin peşinden Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır buyurmuştur. (Fahrettin Razi)
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُ وَلَهُٓ اَجْرٌ كَر۪يمٌۚ
“Allah’a güzel bir borç verme” ifadesi mecazi olup İslâmî literatürde âyetteki terkip esas alınarak “karz-ı hasen “şeklinde terimleştirilmiştir (bilgi için bk. Bakara 2/245).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 241Qarada قرض :
قَرْضٌ bir tür kesmedir. Bir mekanın kat' edilmesi ve geçilmesi kat' etmek (قَطْعٌ) olarak adlandırıldığı gibi bu sözcükle de ifade edilebilir.
Bedelinin geri verilmesi şartıyla bir insana verilen mala da قَرْضٌ denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri karz (karzı hasen), ikraz, takriz, inkıraz, istikraz ve kredidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُ
İsti’nafiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Soru harfi men mübteda, ismi işare zâ haberdir. Has ismi mevsul ellezî muşarun ileyh, bedeldir. Yuqridu cümlesi, mevsulü her zaman takib eden sıladır. İrabdan mahalli yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Fe yudâ’ifehu cümlesine dahil olan cer harfi fe, fâus sebebiyyedir. Muzariyi gizli en’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel, önceki cümleden oluşan masdara matuftur. Yani sizden Allah’a verilmiş bir borç mu var ki Allah teala onu sizin için kat kat yapsın demektir. (مجتبى مشكل إعراب القرآن )
Lehu, yudâ’ifehu fiiline muteallıqtır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir ve teşvik manası taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca ayette mütekellim Allah teala olduğu için lafzı celalde tecrit, istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.
Qardan’deki tenvin tazim ifade eder.
Yuqridu - qardan kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Men zellezî yuqridullahe qardan hasenen (Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa) ifadesinde istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah, amelinde samimi olarak, kendi rızâsını kazanmak için malını harcayan kimseyi istiâre-i temsîliyye yoluyla, Rabbine, ödenmesi gereken bir borç veren kimseye benzetti. (Safvetü’t Tefâsir)
وَلَهُٓ اَجْرٌ كَر۪يمٌۚ
Müste’nefe olarak fasılla gelen son cümlede icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. İsim cümlesi formunda ibtidai haber, talebi kelamdır. Lehu, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Ecrun, muahhar mübtedadır. Kerîmun sıfattır ve itnabtır.
Müsnedün ileyhin tenkiri, tazim ve kesret ifade eder.
Bunu kendisine kat kat fazlasıyla geri ödeyeceği; yani yaptığı harcama karşılığında lutfundan mükâfatını kat kat vereceği “[kimse] için değerli bir mükâfat vardır.” Yani kat kat vermenin kendisine eklendiği bu mükâfat özünde de değerlidir. (Keşşaf)