29 Kasım 2023
Mücâdele Sûresi 12-21 (543. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mücâdele Sûresi 12. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَةًۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لَـكُمْ وَاَطْهَرُۜ فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Ey iman edenler! Peygamber ile baş başa konuşacağınız zaman, baş başa konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsanız, bilin ki Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Hz. Peygamber’le özel görüşmek isteyenlerin sayısı çoğalınca bazı kimselerin bu görüşmenin süresini, başkalarının hukukuna zarar verecek derecede uzatmaları peygamberi zor durumda bırakıyor, onun daha çok ilgi ve himayeye muhtaç olanlara gerektiği kadar zaman ayırmasını engelliyor, bu da kendisini üzüyordu. Bu âyetle, Resûl-i Ekrem’le özel görüşme âdâbına ilişkin bir düzenleme getirildi; hali vakti yerinde olanların fakirlere verilmek üzere bir bağışta bulunmaları istendi (Râzî, XXIX, 271). Derveze, bu düzenlemedeki hikmetin, insanların özel meseleleri için Resûlullah’la görüşmelerinin maddî durumu iyi olanların muhtaçlar lehine bir ödemede bulunmalarına vesile kılınması olduğunu, bir başka anlatımla bu yolla İslâm öncesi Arap yargı geleneğinde alışıldığı tarzda bir fetva ve yargılama harcı alınmış olduğunu belirtir (X, 110). Kanaatimize göre bu düzenlemenin, belirli ve kalıcı bir yükümlülük getirmekten çok, peygamberlik makamına gösterilmesi gereken saygı hususunda daha bir dikkatli olunması için hatırlatmada bulunma amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. “Bulamazsanız ...” buyurulması da buna işarettir. Daha sonraki âyet ise maksadı iyice açığa çıkarmıştır. Nitekim bu uyarıyı takiben peygamberi gereksiz meşgul edecek görüşmeler azalmıştır. Esasen peygamberin gittikçe ağırlaşan görevi dolayısıyla onun fazla meşgul edilmemesi gerekiyordu. Diğer yandan, onun vahiy alıyor olması dolayısıyla yoğun bir soru yağmuruna tutulması da uygun değildi; zaten bu husus bir âyette açık biçimde ifade edilmiştir (Mâide 5/101). Burada dikkat çeken bir nokta, bu konudaki uygulamanın disipline edilmesine çalışılırken sırf biçimsel bir düzenleme yapma cihetine gidilmeyip getirilen şeklin aynı zamanda kamuya yarar sağlamasının hedeflenmiş olmasıdır. Gerçekten, Kur’an’ın hemen her zaman iman konusuyla paralel olarak işlediği infakın önemine özel bir vurgu anlamı taşıyan bu düzenlemeyle –en azından teorik düzeyde– yoksulların hakkıyla ilgili hassas bir denge de sağlanmıştır. Zira bu usulün işlemesi halinde daha önce olduğu gibi fakirlerin sıra beklemeleri, onların mağduriyete uğramalarından ziyade kendilerine ayrılan bir fonun kaynağını güçlendirmiş olacaktı. Fakat asıl hedef gerçekleşince bu usulün bir kural halinde işletilmesine gerek kalmadı. Müslümanların böyle bir tecrübe yaşamaları, geride, bir yandan Resûl-i Ekrem’in hâtırasına ve gösterdiği davranış modeline özel bir saygı ve dikkat gösterilmesi gereği, diğer yandan da imkânı olanların ihtiyaç sahiplerini sürekli gözetme vecîbesinin bulunduğu konularında özel bir mesaj ve vurgu bırakmış oldu. Öte yandan, bu düzenlemeyle münafıkların Resûlullah’ın huzurunu işgal etmelerinin engellenmesinin veya bunların müminlerden ayırt edilmelerinin de hedeflendiği düşünülebilir (bk. Râzî, XXIX, 272). Çünkü onların peygamberi samimi olarak dinlemek gibi bir amaçları olmadığı için bu uğurda maddî bir fedakârlıkta bulunmayı göze almaları beklenemezdi.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 274-275

  Hayera خير :

  Hayr خَيْرٌ kavramı iyilik, herkesin elde etmek istediği sözgelimi akıl, adalet, fazilet ve faydalı şey gibi arzu edilen şeylerdir. Zıddı ise şer شَرٌّ sözcüğüdür.

  Hayır iki çeşittir: Birincisi mutlak anlamda hayır. Bir nesnenin her hal-u kârda ve herkese göre rağbet edilen, istenen, arzulanan ya da beğenilen bir şey olması. Diğeri de mukayyed olan hayır ve şer. Bir şeyin bir kimse için hayır iken bir başkası için şer olması. Kimi zaman Zeyd için hayırlı olan malın Amr için şer olması gibi. 

  Hayır ve şer kavramları iki şekilde kullanılmaktadır: Birincisi: İsim olarak kullanılırlar. İkincisi: Bu iki kavramın birer sıfat olmalarıdır.

  Hayır bazen şer, bazen de zararlı şeyin mukabili olarak kullanılır.

  İfti'âl veznindeki ihtiyar إخْتِيارٌ formu daha iyi olanı istemek ve yapmaktır. Bazen gerçekte bir hayır olmasa da insanın hayır olarak gördüğü şey hakkında da kullanılır.

  Son olarak خِيَرَةٌ ise Allah'dan hayır talep eden ve hayır talep edilen kişide ortaya çıkan hal/durumdur. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 196 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hayır, ihtiyar, muhtar, hayrat, istihare, muhayyer, moher (seçilmiş anlamındaki kelime Arapçadan İngilizceye geçmiştir)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا

İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşai isnadtır. 

Kur’ân’da bu tip Ya eyyuhâ formundaki nida çoktur. İçinde tekit türlerini barındırmaktadır. Yakına seslenmede uzak için kullanılan nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından eyyu lafzının ve tenbih edatı ha’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, münadâ olan eyyuhâ’dan bedel olarak mahallen mansubtur. Sılası, âmenû cümlesidir. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

 

اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَةًۜ  

İzâ, cümleye muzaf olan şart  manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. Nâceytum, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Errasûle, nâceytu fiilinin mefuludur.

Fe mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Ayette icaz-ı hazif vardır. Zarfı mekan beyne, qaddimû fiiline müteallıqtır. Yedey muzafun ileyhtir. Sadaqaten, qaddimû’nin mefuludur.

Nâceytum - necvâ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Feqaddimû beyne yedey necvâkum sadaqaten (Onunla gizli konuşmadan önce sadaka ve­rin.) âyetinde istiare vardır. Yedey kelimesi, qable mânâsında müsteâr olarak kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Burada in değil, İzâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Zira izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz.

(Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Rasul’deki elif-lam takısı ahd içindir.

Sadaka kelimesindeki nekirelik azlık, nev içindir.

Temsili istiare vardır. Rasulle fısıldaşmadan önce sadaka vermek; ordunun yüceltmek, şereflendirmek için melikin veya komutanın önüne geçmesine benzetilmiştir. Büyük sultanların adeti budur. Ayet, birçok insanın işleri konusunda konuşmak için rasulu meşgul ettikleri ve sıkboğaz ettikleri bir zamanda Rasulun şanını bildirmek için nazil olmuştur. Sonra bu hüküm kaldırılmıştır. (Ebdeul-beyan) 

‘’Fısıltının iki eli arasına girin’’ manasında temsili istiaredir veya fısıltı insana benzetilmiştir, bu durumda da mekni istiare vardır. Fısıltının iki eli olması hayali bir şeydir. Beyne kelimesi de terşih içindir. Beyne, kable manasındadır. Bu emrin sebebi rasulu tazim etmek ve fakirleri metalandırmaktır. Münafıkları ihlaslılardan ayırd etmektir. Dünyayı sevenlerle ahireti sevenleri ayırd etmektir. Gereksiz yere rasulun meşgul edilmesini önlemektir. (Alusi)

 

ذٰلِكَ خَيْرٌ لَـكُمْ وَاَطْهَرُۜ

Cümle isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Zâlike mübtedadır. Hayrun haberdir. Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhâtabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhâtab târif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Car mecrur lekum, hayrun’a müteallıqtır. Atheru kelimesi makabline matuftur.

Zalike hayrun, nefsi temizlemek için manasında olabilir.

Hayrun ve athar arasında muraatun nazir sanatı vardır. Aynı zamanda umumdan sonra husus vardır.

Bu takdim, dininiz hususunda “sizin için daha hayırlıdır; daha nezihtir.” Çünkü sadaka bir temizliktir manasındadır. (Keşşaf)

 

فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا


Fe atıf içindir. Ayet şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İn iki muzariyi cezmeden şart harfidir. Lem, tecidû fiilini cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. Şart fiili tecidû’dur. 

 

فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 

Fe, mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. İnne ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi subut ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır. Allâhe, inne’nin ismi, ğafûrun haberidir. Şekûrun inne’nin ikinci haberidir. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

Müsnedin ileyh tazim, telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir. 

Allah'ın ğafûrun ve rahîmun sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teala’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu  sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında muraatün nazir ve muvazene sanatı vardır.
Mücâdele Sûresi 13. Ayet

ءَاَشْفَقْتُمْ اَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَاتٍۜ فَاِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟  ...


Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da, sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

Önceki âyetle getirilen düzenlemenin asıl amacının bir sınama ve yukarıda izah edilen sonucu gerçekleştirme olduğu bu âyetin ifadesinden daha açık biçimde anlaşılmaktadır. Müminlerin bu konudaki kusurlarının Allah tarafından bağışlandığı, bu düzenlemeyi yeni bir malî yükümlülük şeklinde algılamamaları, ama mevcut yükümlülüklerini hakkıyla yerine getirmeye çalışmaları yani namazlarını özenle kılıp zekâtlarını vermeleri, Allah ve resulüne itaat etmeleri istenmektedir. Kanaatimize göre, bu âyetin önceki âyetle getirilen hükmü neshettiği veya mâlî ödemeyi yükümlülük olmaktan çıkarıp gönüllü hale getirdiği gibi yorum ve değerlendirmeler ile bu hükmün uygulanma süresi ve miktarıyla ilgili rivayetleri (meselâ bk. Taberî, XXVIII, 19-22; Zemahşerî, IV, 76) yukarıdaki izah çerçevesinde değerlendirmek uygun olur. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 275

ءَاَشْفَقْتُمْ اَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَاتٍۜ 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Hemze takrir içindir. İstifham üslubunda talebi inşai isnad olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak takrir ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebtir. Ayrıca tecahülü arif sanatı söz konusudur.

En ve masdarı müevvel takdir edilen min harfi cerriyle birlikte eşfaqtum fiiline müteallıqtır. Zarfı mekan beyne, tuqaddimû fiiline müteallıqtır. Yedey muzafun ileyhtir. Sadaqâtin, tuqaddimû’nin mefuludur.

 

فَاِذْ لَمْ تَفْعَلُوا  

Fe isti’nafiyyedir. İz zaman zarfı, İz zaman zarfı, takdiri uzkurû olan mahzuf fiile veya eqîmû fiiline müteallıqtır. Şartiyye de olabilir. Cümlede icazı hazif vardır. Tefalû fiili muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Lem, tefalû fiilini cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. 

 

وَتَابَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ

Cümle şart ile cevabı arasında itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir. Car mecrur aleykum, tâbe fiiline müteallıqtır.

 

فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ  

Fe, mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Ve âtuzzekâti ve etîûllahe cümleleri  atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir.

Ezzekâte - essâlete kelimeleri arasında muraatun nazir sanatı vardır. Eqimu ve etiu fiillerinde vezin uyumu vardır. Namazdan sonra itaatin gelmesi husustan sonra umumun zikridir.

Namazı kılmaları, zekatı vermeleri ve Allah rasulune itaat etmeleri  sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

Rasûluhu izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder.

 

وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyildir. Önceki emirlerde namaz, zekat vs gevşek davranmaktan sakındırmak içindir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Allahu mübtedadır. Habîrun haberdir.

Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.

Müşterek ismi mevsul mâ, bi harfi ceriyle birlikte habîrun’a müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası ta’lemûne’dir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.  

Mücâdele Sûresi 14. Ayet

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ مَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَا مِنْهُمْۙ وَيَحْلِفُونَ عَلَى الْـكَذِبِ وَهُمْ يَعْلَمُونَ  ...


Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.

Allah’a ve peygamberine düşmanlık edenlerin dayanışma görünümü altında gerçekte kendilerini ve birbirlerini aldattıkları ve sonlarının hüsran olduğu belirtildikten sonra samimi müminlerin bu gibi kimselerle ilişkilerinde daha dikkatli olmaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.

14. ve müteakip âyetlerde başlıca özelliklerine değinilen kimselerin müslüman gibi görünen ama gerçekte İslâm düşmanlığı yapan münafıklar olduğu açıktır. Bunların kendileriyle iş birliği yaptıkları kimselerden “Allah’ın gazabına uğramış bir topluluk” diye söz edilmektedir. Âyette kimlikleriyle ilgili açık bir bilgi verilmemekle beraber, bağlamı dikkate alan hemen bütün müfessirler burada, o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerin kastedildiği kanaatindedirler. Dolayısıyla, 8. âyetin tefsiri sırasında belirtilen ihtimallerin bu âyetlerin iniş zamanı konusunda da göz önünde bulundurulması uygun olur (münafıkların müslümanlara tuzak kurmak üzere yahudilerle işbirliği yapmaları ve söz konusu yahudilerin Allah’ın gazabına müstahak olmaları hakkında bk. Enfâl 8/27, 55-57; Ahzâb 33/9-27; Haşr 59/2-6; ilâhî gazaba uğrayanlar hakkında ayrıca bk. Fâtiha 1/7).

Tefsirlerde bu gruptaki âyetlerin veya bir kısmının nüzûl sebebi olarak –bazı rivayetlere göre Abdullah b. Nebtel isimli– bir münafığın, Resûlullah’ın huzurunda onun aleyhine sözler söylemediğine dair yalan yere yemin etmesi ve bulup getirdiği tanıkların da bile bile yalan yere yemin etmeleri olayına yer verilir (Zemahşerî, IV, 76-77). Bununla birlikte âyetin hedefinin bu olaya değinmekle sınırlı olmayıp, bile bile yalan yere yemin etmenin, yeminlerini kalkan olarak kullanmanın, yani yeminlerinin arkasına sığınıp onlarla insanları aldatmanın münafıklara özgü en belirgin özelliklerden olduğuna dikkat çekmek olduğu anlaşılmaktadır. 

17. âyette yer alan “Malları da evlâtları da Allah katında kendilerine hiçbir yarar sağlamayacaktır” anlamındaki cümle değişik vesilelerle başka âyetlerde de bir uyarı ifadesi olarak yer almış, dünya hayatında kişiye güvence sağlayabilen hiçbir yolun kıyamet gününde bir yarar sağlayamayacağına ve herkesin tek başına yaptıklarının hesabını vermek durumunda kalacağına dikkat çekilmiştir (bk. Âl-i İmrân 3/10).

18. âyetin “... sanacaklar ki işe yarar bir şey yapmaktalar!” diye çevrilen kısmı şöyle açıklanmıştır: Dünyada yalan yere yemin etmek ve muhatabı kandırmaya çalışmak onlarda öylesine bir alışkanlık ve âdeta meleke haline gelmiştir ki âhirette dahi bu tutumlarını sürdürecekler, bunun kendilerine bir fayda getireceğini sanıp Allah’ı bile kandırmaya kalkacaklar, böylece iyiden iyiye rezil rüsvâ olacaklardır. Gerek duyular âlemindeki gerekse bunun ötesindeki her şeyi bilen Allah’a karşı bile böyle bir tutum sergilemeye kalkışan bu insanların dünyada müminleri kandırma çabası içinde olmalarını yadırgamamak gerekir (Zemahşerî, IV, 77; Râzî, XXIX, 274-275). 

22. âyetin nüzûl sebebiyle ilgili birçok rivayet bulunmakla beraber bunları buradaki mânaların uygulanmasına ilişkin örnekler olarak düşünmek uygun olur, yoksa âyetin anlamını bunlardan birine bağlamak gerekmez. Âyet, içeriği bakımından öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır; Allah ve resulüne husumet besleyenlerin, akrabalık bağı gibi motifleri kullanarak müminleri kendileriyle –münafıkların yahudilerle yaptığı iş birliğine benzer– bir dayanışma ilişkisi içine çekmeye çalışabilecekleri tehlikesine karşı uyarı anlamı taşımaktadır (İbn Âşûr, XXVIII, 58). Kur’an-ı Kerîm’in nüzûl sürecinde, müslümanlar başka dinlerin mensuplarıyla, özellikle putperestlerle farklı konumlarda ve çeşitli ilişkiler içinde bulunduklarından, bu konuya ilişkin âyetlerde üslûp ve içerik farklılığının bulunması tabiidir. Dolayısıyla, bu konuda sağlıklı sonuca ulaşabilmek için, her âyeti kendi bağlamında ele almak ve ayrıca müslümanların müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetleri ve Resûlullah’ın uygulamalarını topluca değerlendirmek gerekir (bu konuda genel bir değerlendirme için bk. Âl-i İmran 3/28; sevginin anlamı ve dereceleri ile ilgili tasnif ışığında bu âyette ve daha sonraki yıllarda nâzil olan iki âyette söz konusu edilen sevgi bağının yorumu için bk. Tevbe 9/23-24; ayrıca bk. Mümtehine 60/7-9). 22. âyetin “Onları katından bir ruh ile desteklemiştir” diye çevrilen kısmı “Onları katından bir lutuf ile, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in sözlerinden kaynaklanan ilâhî bir lutuf, ışık ve başarı ile, Kur’an ile, Cebrâil (a.s.) ile desteklemiştir” vb. mânalarla açıklandığı gibi, “Onları iman ruhuyla desteklemiştir” tarzında da yorumlanmıştır; çünkü bizatihî iman, kalplere hayat veren bir ruh mesabesindedir (Zemahşerî, IV, 78; İbn Atıyye, V, 282).

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır.

İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle taaccüb ve takrir kastı taşıdığından terkib mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Hemze takriri manada istifham harfi, lem muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

Car mecrur ilellezîne, tera fiiline müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası tevellev’dir. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. Qavmen mefuldur. Ğadıbabellahu cümlesi qavmen’in sıfatı olarak gelmiştir. Sıfat cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnab sanatıdır. Qavmen kelimesindeki nekirelik tahkir ifade eder.

 

مَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَا مِنْهُمْۙ  

Müstenefe cümlesi, veya qavmen’in ikinci sıfatı, ya da tevellev fiilinin failinden haldir. Mâ, leyse gibi amel eden harftir. Hum mâ’nın ismidir. Minkum, mahzuf ’nın haberidir.

Nefiy harfi olumsuzluğu tekid etmek içindir.

Minkum - minhum kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.

 

وَيَحْلِفُونَ عَلَى الْـكَذِبِ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Cümle atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur alâl kezibi, yahlifûne fiiline müteallıqtır.

El kezib’in başındaki elif lam takısı ahd için olabilir.

Vav haliyyedir. Hum mübtedadır. Ya’lemûne fiili haber olarak mahallen merfudur. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

13. ayetteki ta’lemûne - ya’lemûne kelimeleri arasında nakıs cinası vardır. Çünkü kelimenin şekli ve görüntüsü değişmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

Mücâdele Sûresi 15. Ayet

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür!

اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ 

Ayet istinafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir.  Müsbet fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için alemle marife olarak gelebilir. Car-mecrurun takdimi ihtisas ve önem ifade edebilir. 

Azâben’deki tenvin azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, şedîden’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir. Sıfatlar anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnabtır.

Lehum’un takdimi hükmü takviye ettiği gibi ihtisas da ifade edebilir. Hum’lerde tekrir sanatı vardır.

Nekire sıfat tamlaması tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük, çirkin, kötü bir azab olduğunu ifade eder.

Eadde aslında güzel şeyler için kullanılır. Tehakkümi inadiye istiare vardır.

Azab kelimesinde olumsuz mana olmadığı için sıfat olarak şedid gelerek bu manayı ifade etmiş. İkinci cümle sebep bildirmiş. Bu cümledeki muzari fiil yaptıkları şeyin onlarda devamlı bir hal olduğuna işaret etmiştir. (Aşur)

اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber ibtidai kelamdır. İnne’nin ismi hum zamiridir. İnne’nin haberi sâe mâ kânû cümlesidir. Müşterek ismi mevsul , zem fiili sâe’nin faili olarak mahallen merfudur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. İsmi mevsulun sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Küfürleri yerine yaptıkları şey buyurulmuştur. Bunda küfrü kerih görmek, tehdidi arttırmak manası olabilir.

Mücâdele Sûresi 16. Ayet

اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ  ...


Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır.

اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً 

Ayet istinafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Ya da qavmen’in üçüncü sıfatıdır. Umumdan sonra husus şeklinde yaptıkları şeylerden bazıları anlatılmıştır.

Eymanehum izafeti kısa yoldan izah içindir. Cünneten’deki nekra teksir, neviyet içindir.

İttehaze fiili; isteyerek ve kabul ederek yapmaktır.

14. Ayetteki yahlifune alel kezibi ve hum yalemun (Bile bile yalan yere yemin ederler) sözünden beyani istinaf cümlesidir. Çünkü bu ayeti işiten niçin yalan yere yemin ettiklerini düşünür. Bunun cevabı;hedeflerini gerçekleştirmek ve hilelerini arttırmak için şeklindedir. 15. Ayetteki innehum sae cümlesinin ikinci haberi olması da caizdir. Böylece talil cümlesine dahil olmuş olur. İslama girdiklerine dair yalan yere yemin ediyorlar ki Müslümanlar onların başkalarının islama girmesini önleme niyetlerini anlamasın. Dolayısıyla fesaddu’daki fe harfi tefri’ manasındadır. (Aşur)

Eymanehum, îmanehum şeklinde de okunmuştur. Böylece de Müslümanlara gösterdikleri iman kalkanı manasında olmuştur. İlk azabın kabir azabı, bunun da ahiret azabı olduğu söylenmiştir. (Alusi)

Cunnet el-yemin sözünün manası şöyledir; münafıklar, içine girene yer veren, ona sığınanları koruması altına alan İslam’ı zâhiren kabul etmişler gibi görünmek suretiyle, içlerinde zıddını [inkârı] taşıdıkları [sözde] imanlarını, korumasına sığındıkları ve sayesinde nüfuz zırhına büründükleri bir kalkan yapmışlardır. (Kur’an Mecazları Şerif er-Radi)

 

فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ

Atıf harfi fe ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Saddu müteaddi bir fiildir ama açık olduğu için mefulü hazfolmuştur. Fesaddun nas an sebilillahi (İnsanları Allah yolundan çevirdirler) demektir. Sebilullah izafeti gayrını tazim, kısa yoldan izah içindir.

 

فَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ

Fe atıftır. Cümlede takdim tehir ve icaz-ı hazif vardır. Lehum, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Azabun,e muahhar mübteda, muhînun ise azâbun kelimesin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.

Cümlede müsnedün ileyh olan azâbun kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder. 

Felehum azâbun muhînun teferruat olarak gelmiştir ki yeminlerini kalkan edinmenin azabın kat kat olmasının sebebi olduğu bilinsin. Önceki azab kelimesi şedid ile vasıflanmıştı. Çünkü o azab; Allahın gadab ettiği kavmi dost edinmek ve yalan yere yemin etmenin cezasıdır. Burada ise azab muhin olarak vasıflandı, sebebi Allah yolundan insanları engellemektir. Bunun manası da büyük günahlara şedid azabın verildiğidir. 

Azab; onların küfürdeki iki maksadına münasib olarak iki vasıfla gelmiştir. Tekrar edilmesi inzar ve vaidde mübalağa içindir. Makam iki vasıfla güzel bir tekrarı gerektirir.

 An - lehum kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.

Mücâdele Sûresi 17. Ayet

لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Onların malları da, evlatları da Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlamayacaktır. Onlar, cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Car-mecrurun takdimi hükmü takviye ifade eder.

Emvâluhum ve evlâduhum, tuğniye fiilinin failidir. Car mecrur minellahi, tuğniye fiiline müteallıqtır. Muzaf hazfedilmiştir. Takdiri min azâbillahi şeklindedir.

Min Allah demek, min besillah veya azabillah demektir. Bu kullanım çok yaygındır. Buna fıkıh usulunde alimler ‘’hükmün kendisine izafeti‘’ (Dal bi-l iktiza) derler. Hurrimet aleykum meyte Maide/3 sözünde olduğu gibidir. (İbni Aşur)

Emvalu - evladu kelimeleri  arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Şeyin kelimesinin nekra gelişi azlık içindir. Yani onlara, mal ve evlatları az da olsa bir fayda sağlamaz. Hum’lerde tekrir, cinas, reddul aczi ales sadri sanatları vardır. Mütekellim Allah olduğu için tecrid vardır.

Önce mal zikredilmiştir. İnsan önce malından, sonra evladından feragat eder. Mecazi mürsel mürekkep olup tehdit manasında olabilir. 

 

اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ 

Cümle istinafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübtedadır. Ashâbun nâri haberdir.

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması tahkir ve kınama ifade eder. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey anlatmak ve muzafı tahkir içindir. 

Hum fiha halidun cümlesi ashâbi’nin hali olarak mahallen mansubtur. Faidei haber talabi kelamdır. Hum mübtedadır. Hâlidûne haberdir. Car-mecrur amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Yani ateş azabı içinde ebedi kalıcı olanlar sadece kafirlerdir. Diğer günahkarlar orada ebedi kalmayacaklardır.

 Nar; alem olarak gelmiştir. Sanki iki ayrı ceza var gibi ifade edilmiştir.

Mücâdele Sûresi 18. Ayet

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ  ...


Allah’ın onları hep birden dirilteceği, onların da (kendilerini kurtaracak) bir iş üzerinde olduklarını sanarak size yemin ettikleri gibi Allah’a da yemin edecekleri günü düşün! İyi bilin ki, onlar yalancıların ta kendileridir.

يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ 

Zaman zarfı yevme, tuğniye fiiline ya da takdir edilen uzkur fiiline müteallıqtır. Yebasuhum fiili yevme’nin muzafun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Cemian, yebasuhum’deki zamirden  hal olarak mansubtur.

Fe atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur lehu, yahlifûne fiiline müteallıqtır. Ke, misli manasında, mahzuf masdarın sıfatı olarak nasb mahaldedir. Müşterek ismi mevsul mâ, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsmi mevsulun sılası yahlifûne’dir. Mevsulleri her zaman sıla cümlesi takib eder. Sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. Mevsullerde tevcih sanatı vardır. 

Yahlifune’lerde cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. Tekrir vardır. Yahlifune lehu ve yahlifûne lekum cümlelerinde mukabele vardır.

 

وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ

Vav haliyyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Enne ve masdarı müevvel yahsebu fiilinin iki mefulu yerindedir. Car mecrur alâ şeyin, enne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Ayette icaz-ı hazif sanatı vardır. 

 

اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ 

Ayet istinâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Elâ tenbih harfi, inne ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi hum zamiridir. İkinci hum fasıl zamiridir. Elkâzibûne inne’nin haberidir.

İsim cümlesinin müsnedinin el takısıyla marife olması, kasrı hakîkî ifâde eder. Bu da haberin sâdece mübtedaya mahsûs olması; başkasına âid olmaması demektir. 

Son cümle tezyildir. Haldir. Murad; size söyledikleri yalanın benzeri yoktur. Öyle ki fasıl zamiriyle kasır yapılmış, yalan sıfatı onlara hasredilmiştir. Mübalağa için iddiai kasırdır. Başkalarının yalanlarına güvenmemeleri için gelmiştir. İddiai kasır manasını tekid için tekid harfi gelmiştir. Başkalarının yalanları onların yalanları yanında yalan mesabesinde değildir. Bu yalanları öyle yerleşmiş ki ba’s gününde bile devam eder.

Münâfıklar ve yahûdiler îmân edenlerle, ıslah ve sıdk konusunda yardımlaşanlarla alay etmekteydi. O nedenle Kur’ân’da onların bu huyunu te'kîd ederek kınayan âyetler görüyoruz. Çünkü makam bunu gerektirmektedir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)

Mücâdele Sûresi 19. Ayet

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...


Şeytan onları hâkimiyeti altına alıp kendilerine Allah’ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ 

Ta’liliye veya isti’nafi beyaniyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Car-mecrurun takdimi ihtisas ve önem ifade edebilir. Eşşeytânu, istahveze fiilinin failidir. Eşşeytânu’deki  elif takısı cins içindir.

İstahveze istif’âl bâbındadır. Sülasisi haveze’dir. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamları katar.

Fe atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Zikrallahi izafeti muzafın şanı içindir. Allah lafzı olayı tazim içindir.

 

اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ

Cümle isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübtedadır. Hizbuşşeytâni haberdir. Cümlede müsnedin ileyhin ismi işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tahkir içindir. 

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında muzafı tahkir ifade eder.

 

اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ

Cümle isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İnne, elâ tenbih harfi ve fasıl zamiriyle tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi hizbeşşeytâni’dir. Elhâsirûne haberidir.

Müsnedin ileyhin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.

İsim cümlesinin müsnedinin el takısıyla marife olması, kasrı hakîkî ifâde eder. Bu da haberin sâdece mübtedaya mahsûs olması; başkasına âid olmaması demektir. 

Zamir yerine açık isim gelerek hizbuşşeytani tekrar edilmiştir. Zihinlerde yerleşmesi içindir. Bu âyette Hizbeşşeytâni izafesi ikinci seferde tahkir için zamir yerine gelmiştir. (Suyûtî, İtkân, V, 1674)

 Son cümle öncekinin sebebi konumunda gelmiştir. Normalde feinne hizbeşşeytan şeklinde gelmesi beklenirdi. Ehemmiyetine binaen elâ ile başlamış, inne ve fasıl zamiri ile tekid edilmiştir. Fasıl zamiri kasır ifade eder. Hüsrandaki mübalağa için iddiai kasırdır. Sanki bunun dışında hüsran yok hükmündedir.

Mücâdele Sûresi 20. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْاَذَلّ۪ينَ  ...


Allah’a ve peygamberine düşman olanlar var ya, işte onlar en aşağı kimselerin arasındadırlar.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul elllezîne, inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası yuhâddûne’dir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Cümlede müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek ve karşı gelenleri tahkir içindir.

Rasûluhu izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder. 

Ulâiıke fil ezellîne cümlesi inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. Faidei haber ibtidai kelamdır. Ulâike mübtedadır. Fil ezellîne, mübtedanın mahzuf haberine müteallıqtır.

Cümlede müsnedin ileyhin ismi işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir.
Mücâdele Sûresi 21. Ayet

كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪يۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ  ...


Allah, “Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.

كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪يۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Müsnedin ileyh tazim ve korkutmak için alemle marife olarak gelebilir.

Lam mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Leağlebenne fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Ene zamiri tekit içindir. Rasulî ene’ye matuftur. Rasûlî izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder.   

Keteballahu ifadesinde istiâre vardır. Burada yazma [el-kitabet] ile kastedilen, hüküm vermek, yargıda bulunmaktır. Allah Teâla, o hükmü, yazılı şeylerin kalıcılığı gibi sabit ve kalıcı olmasıyla nitelemekte mübalağa [pekiştirme] yapmak için yazmayı hüküm vermekten kinaye olarak zikretmiştir. (Kur’an Mecazları Şerif er-Radi)

Ayetin fasılla gelen son cümlesi ta’liliyedir.

İnne ile tekid edilmiş, isme isnad edilmiş olan haber cümlesi subut ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır, lafzı celalde tecrit sanatı vardır. Cümle mesel tarikinde tezyildir. Tezyil cümleleri itnab babındandır.

Müsnedin ileyh tazim, telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir. 

Allah'ın qaviyyun ve azîzün sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teala’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin de mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında muraatün nazir sanatı vardır.

Bu âyette müsned olan qaviyyun kelimesi sübût ifâdesi için isim olarak gelmiştir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)