بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti Berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)
Ayet ibtidaiyyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır. Car mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir. Lillâhi, yusebbihu fiiline müeallıqtır. Harfi cerin zaid, lafzı celâlin meful olmasına da cevaz vardır. Müşterek ismi mevsul mâ, ref mahallinde faildir. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. İsmi mevsulden sonra her zaman sıla cümlesi gelir. Fis semâvâti vel ardi mahzuf sılaya müteallıqtır. Sıla cümlesinin hazfi, icazı hazif sanatıdır.
El ardi - es semâvâti kelimeleri arasında tıbakı icab ve muraatün nazir sanatları vardır.
لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ
İsti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Hal cümlesi olarak mahallen mansubtur. Cümlede takdim - tehir sanatı vardır. Car mecrur lehû, mahzuf muqaddem habere müteallıqtır. Elmülkü, muahhar mübtedadır. Faidei haber talebi kelamdır. Ve lehul hamdu cümlesi öncesine matuftur.
Hal cümleleri konuya açıklık getirmek amacıyla yapılan itnabtır.
İki zarf tümleci lehû, mülk ve övgünün sadece Allah’a ait olduğunu göstermek için mübtedâlarından öne alınmıştır; zira mülk (hükümranlık) gerçek mânada sadece O’na aittir; çünkü her şeyi ilk yapan, yoktan var eden, ayakta tutan ve koruyan O’dur. Övgü de yalnızca O’na aittir; Aslî ve fer‘î nimetler O’ndandır. O’ndan başkasının mülkü ise O’nun tarafından bir yetkilendirme ve gözetim hakkı tanıma anlamında olup böyle birinin övülmesi de Allah’ın nimetinin o kişinin eliyle cari olduğunun hesaba katılması anlamındadır. (Keşşaf)
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bu cümle atıf harfi ile lehul mülkü cümlesine atfedilmiştir. Huve mübtedadır. Car mecrur alâ külli şeyin amiline takdim edilmiştir.
Bu cümle, mâmûlun âmile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifâdenin yanında bir de olumsuz mânâ ifâde ederler. O herşeye kadirdir. Muktedir olmadığı hiç bir şey yoktur.
Qadîrun haberdir. Müsnedin isim olarak gelmesi subut ifade eder.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
İlk âyet genel olarak felsefenin, özel olarak da kelâm ilminin temel problemlerinden olan Allah’ın egemen iradesi karşısında insan iradesinin değeri ve insanın sorumluluğunun felsefî temeli konusuna ışık tutan bir anlatım inceliği taşımaktadır. Çünkü “Allah kiminizi kâfir kiminizi mümin olarak yarattı” tarzında bir ifade kullanılmayıp “Sizi yaratan O’dur. Ama kiminiz inkâr, kiminiz iman ediyor” buyurularak, bir taraftan inkâr ve iman realitesinin ilâhî güç ve iradeden bağımsız olmadığı, diğer yandan da her bir ferdin cebir altında değil, kendine verilen irade gücüyle yaptığı tercih sonucunda kâfir veya mümin olduğu belirtilmektedir. Her hâlükârda sonucun Allah Teâlâ’nın ilmi dışında kalamayacağını hatırlatan âyetin son cümlesinde, “Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir” şeklinde bir ifade kullanılarak özellikle insanın hür iradesiyle yaptıklarına dikkat çekilmesi de bu mânayı destekler niteliktedir (“kesb” kavramı ve bu konudaki kelâm tartışmaları için bk. Bakara 2/7, 286).
Kendi varlık sebebini ve dünya hayatının anlamını sağlıklı biçimde değerlendirebilmesi için 3. âyette insan, göklerin ve yerin hikmetli yaratılışı yani kâinattaki muhteşem düzen üzerinde ve hemen bunun yanında kendi yaratılışındaki seçkin özellikler hakkında düşünmeye, her şeyden önce bu âlemi var eden irade ve kudretin ihtişamını kavramaya yönlendirilmektedir (Allah’ın “musavvir” isminin anlamı için bk. Haşr 59/24; insanın yaratılışındaki seçkinlik hakkında bk. İsrâ 17/70; Tîn 95/4). Bu sûretle Allah Teâlâ’nın kudret sıfatını, yarattıklarındaki eserleriyle gözlemleyip kabul etmenin yanında 4. âyette O’nun ilminin kuşatıcılığına, kalbin derinliklerinde saklandığı sanılan şeylerin dahi bu bilmenin dışında kalamayacağına dikkat çekilerek bu defa insan, hem Allah’ın ilim sıfatının kuşatıcılığını kavramaya hem kendi yapıp ettiklerinin de O’nun ilminin dışında kalmadığını bilerek sorumluluk fikri üzerinde yoğunlaşmaya çağırılmaktadır. 5. âyette ise tarihe yapılan bir gönderme ile sorumluluk bilinci içinde hareket etmemenin sonuçları üzerinde düşünme fırsatı verilmektedir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, haber olarak mahallen merfudur. Halaqa fiili mevsulün sılasıdır. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsulde tevcih vardır.
Feminkum cümlesi isti’nafa matuftur.
Kâfirun - mü’minun kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. Yarattıklarının hali sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Ayetin son cümlesi atıfla gelmiştir. Lafzı celal mübteda, basîrun haberdir. Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.
Cümle faidei haber talebi kelamdır. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Müşterek ismi mevsul mâ, mecrur mahalde basîrun’a müteallıqtır. Sılası ta’melûne’dir. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Cümlede, car mecrur amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim tahsis ifâde eder. Yâni O, yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur. Bu cümle, mâmûlun âmiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifâdenin yanında bir de olumsuz mânâ ifâde eder.
Basîrun mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Hakka حقّ :
Hakkun حَقٌّ sözcüğü temelde mutabakat, muvâfakat ve uygunluktur. Örneğin doğru bir şekilde açılıp kapanması için kapı ayağının yuvasına mutabık/uygun olması gibi.. Hak حَقٌّ sözcüğü çeşitli anlamlarda kullanılır:
Birincisi: Bir şeyi hikmetin gereği olarak var edene/yaradana hak حَقٌّ denir. Bu sebeple Yüce Allah'a 'O haktır' denir.
İkincisi: Hikmetin gereği olarak yaratılan şeye de hak حَقٌّ adı verilir. Bu açıdan 'Yüce Allah'ın her fiili haktır' denir. Ölüm haktır, diriliş haktır denmesi gibi..
Üçüncüsü: Bir şeyle ilgili onun kendi özünde bulunduğu durumla mutâbık/uygun olan inanca hak حَقٌّ denir. Örneğin Falan kişinin diriliş, sevap, ceza cennet ve cehennem ile ilgili inancı haktır dememiz gibi..
Dördüncüsü: Gerektiği şekilde ve gerektiği zamanda gerektiği kadar yapılan işe ve söylenen söze hak denir. Örneğin bu fiilin/bu hareketin veya bu sözün haktır gibi..
Hak sözcüğü vacip, lazım, gerekli ve caiz sözcükleri gibi de kullanılır.
Son olarak hakikat حَقَيقَةٌ kelimesi; bazen sebatı, kararlılığı ya da devamı ve varlığı olan şeyle ilgili kullanılır. Bazen inançla ilgili kullanılır. Bazen de amel ve sözle ilgili kullanılır. Örneğin falan kişinin fiilinin hakikati vardır yani yaptığında riyakar değildir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda olmak üzere 287 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hak, müstehak, muhakkak, hakiki, hakikat, hakkaniyet, haklamak, hukuk, tahkik, tahakkuk, hokka, elhak (doğrusu/açıkçası), istihkak, ihkak ve (nâ) haktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Bilhakkı’daki ba harfi mülabeset içindir.(Aşur)
El ardi - es semâvâti kelimeleri arasında tıbakı icab ve muraatün nazir sanatları vardır. Semavattan sonra arzın zikredilmesi, semavat arzı da kapsadığı için hususun umuma atfı babındandır.
Bilhaqqı, yani sahih bir amaçla ve yetkin bir hikmetle (yaratmıştır) ki o da amel etsinler de Allah da kendilerine karşılık versin diye gökleri ve yeri mükelleflere bir eğleşme alanı kılmasıdır. (Keşşaf)
وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْۚ
Atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Ahsene cümlesi, savverakum’e atfedilmiştir.
Savvera - suvera kelimeleri arasında hareke değişikliği sebebiyle cinâs-ı nakıs ve reddül aczi ales sadri vardır.
Kum’lerin tekrarında reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُ
Atıf harfi vav ile gelen ayetin son cümlesinde icazı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. İleyhi mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. El masîr muahhar mübtedadır. Bu takdim kasır ifade eder. Dönüş sadece onadır. Dönüş başkasına değildir.
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَۜ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. Mevsullerde mübhem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır. İsmi mevsulden sonra her zaman sıla cümlesi gelir. Fis semâvâti vel ardi mahzuf sılaya müteallıqtır. Sıla cümlesinin hazfi, icazı hazif sanatıdır.
Tusirrûne - tu’linûne ve semâvat - ard kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ayetin son cümlesi vav’la öncesine matuftur. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Allahu mübteda, alîmun haberdir. Bi zâti, alîmun’a müteallıqtır.
Ya’lemû - alîmun kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا مِنْ قَبْلُۘ فَذَاقُوا وَبَالَ اَمْرِهِمْ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır.
İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle tevbih ve takrir kastı taşıdığından terkib mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Hemze takriri manada istifham harfi, lem muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
Nebeu, ye’ti fiilinin failidir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, muzafun ileyh olarak mecrurdur. İsmi mevsulun sılası keferû’dur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Min qablu, keferû fiiline müteallıqtır. Qablu cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfu oluşu muzafun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzafun ileyhten ivazdır.
Zâqû cümlesi sılaya matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Vebâle emrihim mefuldur.
Bu, Mekke kâfirlerine yönelik bir hitaptır. “Bu” yani dünyada tattıkları vebal ve kendileri için âhirette hazırlanmış olan azap da peygamberleri onlara apaçık deliller getirdiği hâlde, ‘Bizi bir beşer mi doğru yola götürecekmiş?!’ demeleri” yüzünden idi! Allah’ın (tapılan) bir taş olmasını yadırgamıyorlardı da, peygamberlerin beşer olmasını yadırgıyorlardı! Biennehû ‘’durum ve konuşulacak söz şudur ki” anlamındadır. (Keşşaf)
وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif vardır. Lehum mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Azâbun muahhar mübtedadır. Haberin takdimi kasır ifade eder. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Müsnedin ileyh olan azâbun kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
Elîmun sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Azâbun - şedîdun kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالُٓوا اَبَشَرٌ يَهْدُونَنَاۘ فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Böylece ilk beş âyette veciz bir anlatımla Allah-evren-insan arasındaki ontolojik ve ahlâkî bağı doğru bir şekilde kurabilmeyi sağlayacak ufuklar açılarak önce İslâm inançları teorisinin üç temel konusundan birincisini oluşturan ulûhiyyet (Allah’ın varlığı ve sıfatları) konusunun altı çizilmiştir. 6-10. âyetlerde ise diğer ikisi yani nübüvvet (peygamberlik, vahiy) ve âhiret konuları üzerinde durulmaktadır. 6 ve 7. âyetlerde peygamberleri, onların bildirdiklerini ve özellikle öldükten sonra diriltilme gerçeğini inkâr etmenin inkârcılara bir şey kazandırmadığı, Cenâb-ı Allah’a da bir şey kaybettirmediği, ama bir süre sonra onların bütün bu yaptıklarını bir bir önlerinde görecekleri ifade edilmekte; buna bağlı olarak 8. âyette Kur’an’ın muhatapları Allah’a, peygamberine ve O’nun indirdiği ışığa (Kur’an’a) iman etmeye çağrılmaktadır. 9. âyette haşir gününde gerçek anlamda kâr ve zararın ortaya çıkacağına değinilmekte ve iman edip erdemli davranışlarla ömrünü iyi değerlendirenlerin âhirette kavuşacakları mükâfat hatırlatılmaktadır. 10. âyette ise inkâr eden ve Allah’ın âyetlerini yalan sayanların acı âkıbetini gösteren bir uyarı yapılmaktadır.
İnkârcıların peygamberlerin çağrısını kabul etmemekte haklı olduklarını ispat için sık sık kullandıkları argüman 6. âyette, “Bir beşer mi bizi doğru yola çıkaracak!” şeklinde özetlenmiş olup birçok âyette bu delilin çürüklüğü ortaya konmuştur (meselâ bk. İbrâhim 14/10-11; Kehf 18/110; Mü’minûn 23/24, 33; Furkan 25/7). Bu âyetin “Allah da muhtaç olmadığını gösterdi” şeklinde çevrilen kısmı, “Onların imanına ve kulluğuna muhtaç olmadı, muhtaç olmadığını gösterdi”, “Gücü yettiği halde onları imana zorlamadı” ve “Ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlarla yetinmek ve onları zorlamamak suretiyle kemalini gösterdi” gibi mânalarla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 105; Şevkânî, V, 271). Müfessirlerin genel kanaatine göre 8. âyetin “İndirdiğimiz vahiy ışığına iman edin” diye çevrilen cümlesinde geçen “nûr” kelimesinden maksat Kur’an-ı Kerîm ve onun içeriğidir (Taberî, XXVIII, 121; İbn Atıyye, V, 319).
9. âyette geçen yevmü’t-tegābün tamlaması “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde tercüme edilmiş olup buradaki tegābün kelimesi hakkında geniş açıklamalar yapılmıştır. Bu kelimenin kökü olan gabn (gabn, gaben) masdarı sözlükte “gizlemek, unutmak, hata etmek, zayıf olmak ve aldatmak” gibi mânalara gelir. Fıkıh terimi olarak gabin de, iki tarafa borç yükleyen akidlerde edimler arasındaki dengesizliği, özellikle satım sözleşmesinde satım parasıyla satılan malın piyasa değeri arasında belirgin bir fark bulunmasını ifade eder. Tegābün kelimesi Arapça’da genellikle iki veya daha fazla kişinin karşılıklı fiillerini anlatmak için kullanılan “tefâül” kalıbındadır. Bu sebeple daha çok “birbirini aldatmak” yahut “hem aldanmak hem aldatmak” mânalarıyla açıklanmıştır. İbn Atıyye ise burada bu kalıbın karşılıklı bir durumu değil, –“tevazu” kelimesinde olduğu üzere– fiilin konusundaki çokluğu ve yoğunluğu belirtmek için kullanıldığı kanaatindedir. Birçok müfessir –“doğruya karşılık sapkınlığı satın alanlar” şeklindeki (Bakara 2/16) tasvirden de yararlanarak– burada inkârcı ve münafıkların imanı küfür ile, âhireti de dünya ile değişmelerindeki yanlışlık ve aldanmaya bir telmih bulunduğu yorumunu yapmıştır. Bazılarına göre bu kelimeyle, hesap gününde eşyanın dünyadaki miktar ve değerinden farklı görüneceği anlatılmaktadır. Başka bir yoruma göre burada kastedilen şudur: Bazılarının “Allah’a verdikleri sözü düşük bir bedelle satmaları”, “Allah’ın müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın alması” (Tevbe 9/111) gibi Kur’an’da mânevî anlamda alışveriş lafzının kullanıldığı durumların gerçek kârlılık yönü yani kimin kazanıp kimin kaybettiği o gün ortaya çıkacaktır (başka yorumlarla birlikte bk. İbn Atıyye, V, 319; Râzî, XXX, 24-25; Elmalılı, VII, 5028-5030). Bu izahları ve bağlamı dikkate alarak, anılan tamlamayı “kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün” şeklinde çevirdik.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
Ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Ayette icazı hazif vardır. Zâlike mübtedadır.
Enne isim cümlesine dahil olmuş ve manasını masdara çevirmiştir. Enne ve masdarı müevvel cer mahallinde olup bi harfiyle birlikte mahzuf habere müteallıqtır. Te’tîhim fiili, enne’nin haberidir. İsim cümlesi formunda gelen cümle faidei haber ibtidai kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tazim ifade etmektedir.
Rusuluhum, te’tîhim fiilinin failidir. Car mecrur bilbeyyînâti, te’tîhim fiiline müteallıqtır.
فَقَالُٓوا اَبَشَرٌ يَهْدُونَنَاۘ
Fe atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Hemze inkâridir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da amaç soru sorup cevap beklemek değildir. Cümlede asıl mana istihza ve kınama olduğu için terkib mecazı mürsel mürekkeptir.
Beşeran mahzuf fiilin failidir. Takdiri yehdînâ şeklindedir. Veya beşerun mübteda yehdûnenâ haberdir.
Yehdûnenâ cümlesi tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
فَكَفَرُوا وَتَوَلَّوْا وَاسْتَغْنَى اللّٰهُۜ
Atıf harfi vav ile qâlû cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Tevellev cümlesi öncesine matuftur. İstağnâllahu cümlesi vav ile tevellev’e atfedilmiştir.
Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.
İstağnâ fiili istif’âl bâbındadır. Sülasisi ğaniye’dir. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamları katar.
وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Vav isti’nafiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Allahu mübtedadır. Ğaniyyun haberdir. Hamîdun ikinci haberdir.
Müsnedin ileyh tazim, telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.
Allah'ın ğaniyyun ve hamîdun lafızlarının tenvinli gelişi Allah Teala’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında vav olmaması, Allah Teala’da ikisinin de mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabuhel etraf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında muraatün nazir sanatı vardır.
زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
زَعَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ لَنْ يُبْعَثُواۜ
Ayet isti’nafiyyedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, fail olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası keferû fiilidir. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Cümlede müsnedin ileyhin ismi mevsulle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek ve karşı gelenleri tahkir içindir.
En edatı, konumundaki [len yubasû] ile birlikte iki mef‘ûl yerini tutmaktadır. Nankörce inkâr edenler Mekkelilerdir. Belâ (Bilâkis!) ifadesi ise len’den sonraki kısmın -yani dirilişin- mutlaka gerçekleşeceğini bildirmektedir. “Bu da Allah’a göre kolaydır.” Yani O’nu bundan caydırıp vazgeçirecek hiçbir güç yoktur. (Keşşaf)
قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتُبْعَثُنَّ
İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Belâ, nefyi iptal eden cevap harftir. Mequlul qavl cümlesi mukadder cevaptır. Takdiri setebasûne (Muhakkak baas olunacaksınız) şeklindedir.
Vav kasem ve cer harfidir. Cümle kasem üslubunda inşa cümlesidir.
Car ve mecrur mahzuf kasem fiiline müteallıqtır. Letubasunne cümlesi kasemin cevabıdır. Bu cümleye dahil olan lam, kasemin cevabına gelen vaqıa lam’ıdır.
Tubasunne fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, te’kid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Rabbi izafeti muzafun ileyhin şanı içindir.
ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلْتُمْۜ
Sümme atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe(bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Aşur)
Letunebbeunne cümlesi öncesine atfedilmiştir. Müşterek ismi mevsul mâ, bi harfi ceriyle birlikte tunebbeunne fiiline müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası amiltum’dur. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
وَذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ
Vav isti’nafiyyedir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber talebi kelamdır. Zâlike mübtedadır. Yesîrun haberdir.
Müsnedün ileyhin ismi işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilen ayetlere yoğunlaştırmak ve onları tazim ve teşrif etmek içindir. Car mecrurun amili olan yesîren’e takdimi söz konusudur. Bu takdim kasır ifade eder.
Allah lafzında tecrit sanatı vardır.
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلْنَاۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالنُّورِ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلْنَاۜ
Fe mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri in kânel emru kezâlike fe âminû (Eğer durum böyleyse iman edin) şeklindedir. Car mecrur billahi, âminû fiiline müteallıqtır. Rasûlihi, lafzı celale matuftur.
Rasûlihi izafetinde Allah’a ait zamire muzaf olması Rasul için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah - Rasûl kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, ennûri’nin sıfatı olarak gelmiştir. İsmi mevsulun sılası enzelnâ’dır. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Resulüne derken Muhammed’i; (s.a.) o nura derken de Kur’ân’ı kastetmektedir. (Keşşaf)
Ven nûrillezî enzelnâ (İndirdiğimiz nura…) ifadesinde istiare-i latife vardır. İstiare yoluyla, Kur'ân'a nûr denilmiştir. Çünkü nurun karanlıkları giderdiği gibi, Kur'ân da şüpheleri giderir. (Safvetü’t Tefâsir)
Billahi - enzelnâ kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ
Vav isti’nafiyyedir. Lafzı celal mübteda, habîrun haberdir. Faidei haber talebi kelamdır. Müsnedin ileyh telezzüz ve teberrük için alem isimle marife olabilir.
Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Müşterek ismi mevsul mâ, mecrur mahalde, başındaki bi harfiyle beraber habîrun’a müteallıqtır. Sılası ta’melune’dir. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Cümlede, car mecrur amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim tahsis ifâde eder. Yâni O, yaptıklarınızı görür. Görmediği hiçbir şey yoktur. Bu cümle, mâmûlun âmiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifâdenin yanında bir de olumsuz mânâ ifâde eder.
Habîrun mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Alah teala’nın haberdar olmasından maksat karşılığın vereceidir. Dolayısıyla cümlede lüzumiyet alakasıyla mecazı mürsel mürekkep vardır.
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذٰلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِۜ
Zaman zarfı yevme, habîrun ya da takdir edilen uzkur fiiline müteallıqtır. Yecmeukum fiili yevme’nin muzafun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Car mecrur liyevmil cemi, yecmeukum fiiline müteallıqtır.
Zalike yevmüt tegâbuni cümlesi isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Zâlike mübtedadır. Yevmüt tegâbuni haberdir.
Mübtedanın işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyîz etmek içindir. Böylece muhâtabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhâtab târif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.
Yecmeukum - cemı kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Üç farklı konumdaki yevm’lerde tam cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
وَمَنْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَيَعْمَلْ صَالِحاً يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّـَٔاتِه۪
Vav isti’nafiyyedir. Şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Men, iki fiili cezm eden şart edatıdır. Mübteda olarak mahallen merfudur. Yu’min şart fiili ve haberidir. Ve ya’mel cümlesi yu’min’e matuftur. Salihen mahzuf mefulu mutlakın sıfatıdır. Takdiri, amile amelen sâlihen (Salih amel yaparsa) şeklindedir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Car mecrur billahi, yu’min fiiline müteallıqtır. Ve ya’mel sâlihan cümlesi makabline matuftur.
Yükeffir cümlesi şartın cevabıdır.
Ve men yu’minu billahi... - yükeffir anhu seyyiatihi cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ
Atıf harfi vav ile şartın cevabına matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.
Cennâtin ikinci mefuldür. Nasb alameti kesradır. Tecri min tahti… cümlesi cennâti’nin sıfatı olarak mahallen mansubtur. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.
Cennâtin’deki tenvin tazim, teşrif ve nev ifade eder.
Sülasisi dehale olan yudhiluhum fiili if’âl babındadır. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Hâlidîne, yudhilu fiilinin mefulunun zamirinden hal olarak mahallen mansubtur. Hal, anlamı kuvvetlendirmek için gelen itnabtır.
Zaman zarfı ebeden, hâlidîne’ye müteallıqtır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Ayetin fasılla gelen son cümlesi itiraziyyedir. İsim cümlesi formunda faidei haberi talebi kelamdır. Zâlike mübteda, el fevzu haberdir. Elazîmu, elfevzu’nun sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edilene tazim ve teşrif ifade eder. Müsnedin elif lam takısıyla marife olması, herkes tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, tahsis ifade eder.
Zâlike‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Cami her ikisindeki vucudun tahakkukudur.