بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَٓا اُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ اِنَّا لَقَادِرُونَۙ
“Doğular ve batılar” ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve battığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı noktaları da kapsar. Yüce Allah’ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O’nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hâkimiyetini ve sonsuz kudretini gösterir. “Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkârcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz. b) Bundan maksat yüce Allah’ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam ve ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır (İbn Âşûr, XXIX, 180).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460Fe isti’nafiyedir. Lâ nefiy harfi zaidtir. Cümle kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Car mecrur bi rabbi, kasem fiili uqsimu’ya muteallıqtır. El meşârıqi muzafun ileyhtir. Vel meğâribi, el meşâriqi’ye matuftur. İnnâ leqâdirûne cümlesi kasemin cevabıdır. Cevap cümlesi inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş faidei haber inkari kelamdır. Azamet zamiri nâ, inne’nin ismi, qâdirûne haberidir.
Rabbil meşâriqi vel meğâribi izafeti, Rab ismine muzafun ileyh olan kelimelerin şanı içindir.
Ayette mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Meşâriqi - meğâribi kelimeleri arasında muvazene, muraatün nazir ve tıbakı icab sanatları vardır.
Uqsimu’daki müfret mütekellim zamirinden innâ’da cemi mütekellim zamirine iltifat vardır.
Bu, "Senenin her gününün doğusuna batısına; yahut, her yıldızın doğusuna batısına..." demektir. Yahutta, Meşriq ile, her nebînin davetinin zuhur etmesi; mağrib ile de, nebinin ölümü; yahut ta, çeşitli hidayetler ve çaresizlikler kastedilmiştir. (Fahrettin Razi)
Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki sözünde doğulardan ve batılardan maksat, senenin her günü güneşin doğduğu ve battığı yerlerdir. Her yaz ve kış için yüz seksener tane doğuş ve batış yeri vardır. (Ruhul Beyan)
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ خَيْراً مِنْهُمْۙ
Ayet kasem cümlesinin devamıdır. En masdar harfi, nubeddile fiilini nasb ederek masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel, alâ harfi ceri ile birlikte, cer mahallinde qâdirûne’ye muteallıqtır. Meful olan hayren’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَ
Ayetin ikinci cümlesi vav’a kasemin cevabına atfedilmiştir. Mâ nefiy harfi, leyse gibi amel etmiştir. Nahnu, mâ’nın ismidir. Mâ’nın haberi bi mesbûqîne’dir. Bi harfi, zaidtir. Mesbûqîne, lafzen mecrur mahallen mansubtur. Cümle faidei haber talebi kelamdır.
Onların yerine kendilerinden daha hayırlısını getirmeye. Yani onları helâk edip yerlerine onlardan daha idealist bir yaratık getirmeye ya da Muhammed'e onların yerine kendilerinden daha hayırlısını vermeye ki, onlar da Ensâr'dır. Biz geçilenler de değiliz eğer bunu yapmak istersek mağlup edilmeyiz. (Beydavi)
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَۙ
Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır.
Fe fasihadır. Zerhum emir uslubunda talebi inşai isnadtır. Yehûdû fiili, talebin cevabı olarak meczumdur. Yel’abû, yehûdû’ya matuftur. Hatta, muzariyi gizli en’le nasb ederek, gaye bildiren masdar yapan cer harfidir. En ve masdarı müevvel cer mahallinde zerhum fiiline muteallıqtır.
Has ismi mevsul ellezî, yevme için sıfattır. Sıfatlar itnab sanatıdır. Yû’adûne mevsulün sılasıdır. Sıla cümlesinin irabda yeri yoktur. Mevsulde tevcih sanatı vardır.
Artık kendilerine vaadolunan günleri ile karşılaşıncaya kadar bırak onları! Dalsınlar, oyalansınlar. Yani bırak onları batıllarında dalıp dursunlar, dünyalarında oyalansınlar. Bu, tehdit mahiyetindedir. Sen ise ne ile emrolundunsa onunla uğraş, onların şirkleri gözünde büyümesin. Çünkü bunlar için tehdit olundukları şeyle karşılaşacakları belli bir gün vardır. (Kurtubi)
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
يَوْمَ يَخْرُجُونَ مِنَ الْاَجْدَاثِ سِرَاعاً
Ayetin başlangıcındaki yevme, önceki ayetteki yevme’den bedeldir. Yahrucûne fiili yevme’nin muzafun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Car mecrur minel ecdâsi, yahrucûne’ye muteallıqtır.
Sira’a fiilinin mufâale babında masdarı olan sirâ’an, yahrucûne’nin failinden haldir. Hal itnab sanatıdır.
كَاَنَّهُمْ اِلٰى نُصُبٍ يُوفِضُونَۙ
Keenne nevasıhtandır. İsmini haberine benzetir. İnne gibi ismini nasb haberini ref yapar. Muttasıl zamir hum, keenne’nin ismidir. Mahallen mansubtur. Yûfidûne cümlesi ref mahallinde keenne’nin haberidir. Car mecrur ilâ nusibin, yufîdûne’ye muteallıqtır. Konudaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir.
Müsnedin muzari fiil gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil sahnenin göz önünde canlanmasını sağlar.
Sülasisi vefeda olan yûfidûne, if’âl babındadır.
O gün onlar, sanki dikili bir şeye... Bundan maksat, dikilen ve Allah'tan ayrı olarak ibadet edilen her şeydir. Bir âyette de: Dikili şeyler adına kesilmiş olanlar.. (Mâide: 3) buyurulmaktadır. Arapların, taptıkları ve kendileri için kurban kestikleri bir taş vardı. Koşuyorlar gibi… Yani onu önce hangisi selâmlayacak diye koşar gibi... Bu ifade de onların, alıştıkları cahili hâlleri olan hiçbir fayda ve zarar veremeyecek şeylere koşmaları zikredilmek suretiyle cahili tavırları kınanıp, kendileri ile alay edilmektedir. (Ruhul Beyan)
Keennehum ilâ nusubin yûfidûne (Onlar sanki dikili bir şeye koşuyorlarmiş gibi…) âyetinde mürsel mücmel teşbîh vardır. Onların buna benzetilmelerinde alay etme, akıllarının az olduğuna tariz ve ibadete layık olandan başkasına ibadet için koşmalarından dolayı rezil edici bir cehaletle tescil edilmeleri vardır Safvetü’t Tefâsir)خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ
Hâşi’aten, yûfidûne fiilinin failinden haldir. Ebsâruhum ismi fail olan hâşi’aten’in failidir. Terhequhum zilletun cümlesi nasb mahallinde yine yûfidûne fiilinin failinden haldir. Hal itnab babındandır.
ذٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
Surenin son cümlesi isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Zalike mübteda, el yevmu haberdir. Has ismi mevsul ellezî, el yevmu’nun sıfatı olarak mahallen merfudur. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi olması müşarun ileyhi kamil bir şekilde ayırt ederek işaret etmek amacına matuftur.
Zalike’de istiare vardır. Bilindiği gibi işâret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiâre olur. Câmi; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
El yevmu’daki elif lam takısı ahdi sarihidir.
Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi mevsulün sılasıdır. İrabda yeri yoktur. Yû’adûne cümlesi kâne’nin haberidir. Mahallen mansubtur. Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Bu özelliğin tekrarlanarak yenileneceği anlaşılmaktadır. Ayrıca muzari fiil sahnenin göz önünde canlanmasını sağlar.
Gözleri horluktan aşağı düşmüş, karşılaşacakları azaba bakamaz, kendilerini şiddetli bir zillet ve büyük bir hakaret kaplamış bir halde kabirlerinden kendilerini çağırana ve onun sesine doğru -ki o İsrafil'dir, bir kaya üzerinden seslenecektir- fırlayarak çıkarlar, işte bu, içerisinde bu korkunç olayların meydana geleceği gün, onların tehdit edilegeldikleri gündür. Dünyada peygamberlerinin dilleri ile o günle tehdit ediliyorlar ama onu yalanlıyorlardı. Bu izahla, âyetle tekrar olduğu tarzındaki bir izlenim izale edilmiştir. Çünkü önceki tehdit, geleceğe aitti. Bu ise geçmişe hamledilir. (Ruhul Beyan)
Kuranı Kerim’in surelerinin son ayetleri hüsnü'l inteha sanatının en güzel örneklerini teşkil eder.
Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer.
(Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)
Surenin ayetlerinin çoğundaki fasıla harfleri vav-nun, ye-nun’la meydana gelen lafzi güzellik muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّٓا اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Nuh a.s.'in duası (Nouman Ali Khan)
Nûh aleyhisselâm, Kur’an’da adı çokça geçen ve dini tebliğ konusunda kavmiyle mücadelesine yer verilen peygamberlerin ilkidir. Kur’an’da Nûh’tan önceki bazı peygamberler de anılmakla birlikte onların inkârcılarla mücadelesi hakkında detaylı bilgi verilmemiştir. Nûh’un soyu, hayatı, peygamberliği, inkârcı toplumuna karşı sergilediği mücadele ve Nûh tûfanı hakkında Hûd sûresinin tefsirinde genişçe bilgi verilmiştir (bk. 11/25-49; ayrıca krş. A‘râf 7/59-64).
Müfessirler, birinci âyette sözü edilen “can yakıcı azab”ın Nûh tûfanı olduğu kanaatindedirler.
4. âyette Nûh’un, bir taraftan “... size belirli bir vadeye kadar süre tanısın” derken, diğer taraftan Allah’ın belirlediği vade geldiğinde artık ecelin ertelenmeyeceğini söylemesi müfessirlerce iki şekilde açıklanmıştır: a) Allah, topluluk olarak iman etmeleri şartıyla insanlar için bir ecel tayin etmiştir. Ancak inkârda ısrar ettikleri takdirde belirlenen ecel gelmeden yine topluluk olarak cezalandırılıp helâk edilmeleri de ilâhî takdirin gereğidir. İman etmeleri halinde ise belirlenen o vakte kadar toplumsal varlıklarını devam ettirirler. b) Maksat, ömrün zamansal anlamda uzayıp uzamaması değil, bereketli, hayırlı ve verimli geçip geçmemesidir. Şu halde burada Allah tarafından belirlenen ecelin değişebileceği bildirilmemiş; fakat insanların değişmeyecek ecelleri gelinceye kadar iman ederlerse bereketli, mutlu ve huzurlu bir ömür yaşayıp ölecekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatlarının da felâketlerle son bulacağı anlatılmak istenmiştir (Zemahşerî, IV, 161; Şevkânî, V, 342).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 464-465Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)
Ayet ibtidaiyyedir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Nâ, inne’nin ismi, erselnâ haberidir.
Cümlenin müsnedinin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Nûhan mefuldur. Car mecrur ilâ qavmihi, erselnâ fiiline müteallıqtır. En ve masdarı müevvel takdir edilmiş bi harfi ceriyle birlikte erselnâ fiiline müteallıqtır. Manası erselnâhu bien qulnâ lehu enzir (Biz Nûh’u, Kavmini uyar! diye göndermiştik.) şeklindedir.
Qavmeke, enzir fiilinin mefuludur. Car mecrur min qabli, enzir fiiline müteallıqtır.
En ve masdarı müevvel, cer mahallinde min qabli’nin muzafun ileyhidir. Azâbun, ye’tî fiilinin failidir. Elîmun ise sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Cümlede müsnedün ileyh olan azâbun kelimesinin nekra gelişi tazim, kesret ve tarifi imkansız bir nev olduğunu ifade eder.
Bilginlerden birisi âyetteki kavmine gönderdik ifadesinin, Hazret-i Nuh'un tüm insanlığa değil, sadece kendi milletine gönderildiğini ifade ettiğini söylemiştir. Eğer tüm insanlığa gönderilseydi Hazret-i Peygamber Efendimize, ”Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik." (Sebe': 28) denildiği gibi, ”insanlara" veya benzeri bir şey denilirdi. Hazret-i Peygamberin şu sözü de buna işaret etmektedir: ”Peygamberler sadece kendi halkına gönderilirdi. Ben ise tüm insanlara gönderildim." (Ruhul Beyan)
İnsanların uyarılacağı “elim azap” ile kastedilen mana sûrede açıkça ifade edilmemiştir. Bu nedenle âyet mübhemâtü’l-Kur’ân kapsamında değerlendirilmiştir. “Elim azap” ifadesi müphem (kapalı) bir lafız olduğu için tefsirlerde bu azap ile tufan hadisesinin veya ahiret azabının kastedildiği yönünde iki farklı görüş bulunmaktadır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s. 134)
قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي لَـكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mequlül qavl cümlesi, nida üslubunda talebi inşai isnadtır. Mahallen mansubtur.
Ya nida, qavmi nekrai gayrı maksude münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzafun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Car mecrur lekum, nezîrun’a müteallıqtır. Car mecrur önemine binaen takdim edilmiştir. Nezîrun, inne’nin haberidir. Mubînun, nezîrun’un sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Nezîrun ve mubînun kelimeleri sıfatı müşebbehe kalıbındadır.اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ وَاَط۪يعُونِۙ
Ayet tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. En tefsir harfi veya masdariyyedir. En ve masdarı müevvel takdir edilmiş bi harfiyle birlikte nezîrun’a müteallıqtır. Takdiri bien u’budû (İbadet edeyim diye) şeklindedir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Lafzı celal mefuldur.
Ayette mütekellim Allah Tealadır. Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
Vetteqûhu ve atîûni cümleleri u’budû fiiline atfedilmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır.
Atîûni fiilinin sonundaki nun vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.
İtteqû fiili iftiâl babındandır. Sülasisi vaqıye’dir. İftiâl bâbı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Ayet mukadder şartın cevabıdır. Takdiri in tefalû zâlike yağfir (Eğer bunu yaparsanız affeder) şeklindedir. Car mecrur lekum, yağfir fiiline müteallıqtır. Zunûbekum mefuldur.
Min zunûbikum’deki min tekit için zaidtir. (Aşur) Veya min harfi ceri ba’ziyyet (bir kısım) içindir.
Yağfir - zunûbekum kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Yuahhirukum cümlesi yağfir’e atfedilmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur ilâ ecelin, yuahhiru fiiline müteallıqtır. Müsemmâ, ecelin kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Gayri munsarif olduğu için takdiri olarak irablanmıştır. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Ecelin’deki tenkir nev içindir. (Aşur)
Bu âyetteki min edatından dolayı Yağfir leküm min zunûbekum / günahların bazısının affedilmesi anlamı ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki Müslüman olmakla günahların tamamının affedilmesi gerekirken âyette bazı ifadesinin bulunması ilk bakışta âyette müşkil bir durumun bulunduğunu düşündürmektedir. Bu durum gerek Arap dilcilerini gerekse müfessirleri bu âyet hakkında düşünmeye ve yorumlamaya sevk etmiştir. Ahfeş gibi dilciler bu âyetteki min edatının zait olduğunu, âyetin aslında yağfir leküm zünûbeküm şeklinde olduğunu belirtmiştir. Bir diğer görüşte ise âyetin takdirinin Yağfir leküm an zunûbekum şeklinde olup an manasında min edatı kullanılmıştır. Bu durumda âyet umûmilik ifade etmektedir. (İbn Furek, Tefsîru İbn Furek, s. 49)
Bu âyetin mecâzî bir ifade ile Müslüman olduktan sonraki günahları ifade etmesi mümkündür. Dolayısıyla “günahların bazısının affedilmesi” ifadesi, Müslümanlıktan önceki günahların tamamını, sonrasında ise tövbe edilen günahları kapsamaktadır. (İzzeddin Abdülazîz b. Abdüsselam, Fevâid fî Müşkîlil-Kur’ân, s. 247.)
اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Ecele, inne’nin haberidir. Allahi muzafun ileyhtir. Allah lafzında tecrit sanatı vardır.
Şart ve cevabı inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. İzâ istikbalde şart manalı, cümleye muzaf olan zaman zarfıdır. Gayrı cazimdir. Şart üslubunda gelmiş gayrı talebi inşadır.
Câe, cer mahallinde şart fiilidir. Şartın cevabı lâ yuahharu’dur.
Yuahharu - lâ yuahharu kelimeleri arasında tıbak-ı selb sanatı vardır.
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İsti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Lev cezmetmeyen şart harfidir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Kuntum, şart fiilidir. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri le âmentum (Muhakkak iman ederdiniz) şeklindedir. Ta’lemûne cümlesi kâne’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي دَعَوْتُ قَوْم۪ي لَيْلاً وَنَهَاراًۙ
Bir peygamberin görevi davetini eksiksiz yapmaktır; davetin etkisi, sonuç getirip getirmemesi ise insanların kabule yönelmesine ve Allah’ın hidayet etmesine bağlıdır. Burada da Hz. Nûh’un gece gündüz demeden bütün gücüyle halkının kurtuluşu için çalıştığı, böylece sorumluluğunu yerine getirdiği bildirilmektedir. Nûh’un insanları kurtuluşa çağırması karşısında günahkârların parmaklarını kulaklarına tıkamaları ve elbiselerini başlarına bürümeleri, peygamberin tebliğ ettiği dini reddettiklerini ifade eden mecazi bir anlatım olarak görülmektedir. Ancak peygamberin konuştuklarını işitmemek için gerçekten parmaklarını kulaklarına tıkamış, onu görmemek ve duymamak için elbiselerini başlarına bürümüş de olabilirler.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 465De'ave دعو :
Dua دُعاءٌ ile nidâ birbirine benzer. Ancak nidâ نِداءٌ sonuna herhangi bir isim eklenmeksizin sadece yâ يا gibi bir edatla telaffuz edilebilir. Dua دُعاءٌ ise bu edatlarla birlikte bir isim kullanılarak telaffuz edilir. Bu açıklamadan sonra ikisinin de birbiri yerine kullanıldığına rastlanır.
Dua دُعاءٌ sözcüğü isim verme manasında da (çocuğa isim verme gibi) kullanılır.
Sülasi دَعا fiili bir şey istemek/yardım talep etmek demektir.
İddia إدِّعاءٌ kelimesi birinin bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia etmesidir. Savaşta ise biriyle akraba olduğunu iddia ederek kendini tanıtmasıdır.
Yine dava دَعْوَى lafzı hem iddia hem de dua anlamları için kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda olmak üzere 212 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri dua, davet, davetiye, dava, iddia, müddeî ve istidadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul qavl cümlesi inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır.
Nida harfinin ve muzafun ileyh olan mütekellim zamirinin hazfedilmesi mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işaret eder. Nida cümlesi dua manasında itiraziyyedir. İtiraziyye, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnabtır.
Deavtü fiili inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Qavmî mefuldur. Mütekellim ya’sı muzafun ileyhtir. Zaman zarfı leylen, deavtu fiiline müteallıqtır. Nehâren, leylen’e matuftur.
Leylen - nehâran kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَٓاء۪ٓي اِلَّا فِرَاراً
Ayet atıf harfi fe ile mequlul qavl cümlesine atfedilmiştir. Lem, yezid fiilini cezm ederek manasını menfi maziye çevirmiştir. Duâî faildir. İllâ hasr edatıdır. Firâren, ikinci mefuldur. İstisna müferrağdır.
Nefiy harfi lem ve istisna harfi illa ile kasır oluşmuştur. Fiille mefulu arasındadır. Kasrı mevsuf ale sıfattır.
Deavtu - duâi kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ama benim çağrım, [sadece benden kaçışlarını] artırdı onların!..” ifadesinde, çağırma kaçışı artıran fâ‘il olarak gösterilmiştir; ancak bu, şu anlamdadır: Hz. Nûh onları çağırdığında, kaçışları daha fazla olmuştur; fazlalığın sebebi çağrıdır. Tıpkı Kalplerinde hastalık bulunanların ise murdarlığına murdarlık katar (inkârlarını iyice pekiştirir [inen o sûre]) [Tevbe 9/125], Ama bu, iman etmiş olanların imanını pekiştirmiştir. [Tevbe 9/124] âyetlerindeki gibi. (Keşşaf)
Âyette kâfirlerin kaçışlarının Nûh (as)’ın davetine isnad edilmesi mecâzî anlamdadır. Zira peygamberin onları Allah’a ibadet etmeye çağırması onların itirazlarının ve şirke bağlılıklarının artmasına sebep olmuştur. Hâlbuki yıllar süren davetin onların hidâyetlerini artırması beklenirdi. Tam tersinin olduğunun ifade edilmesi daveti ve davetten kaçışı tekit etmektedir. (Âşûr)
وَاِنّ۪ي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُٓوا اَصَابِعَهُمْ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَاَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَاراًۚ
Vav atıftır. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin haberi şart cümlesi olarak mahallen merfudur. Külle ma, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Cealû fiiline müteallıqtır. Deavtu şart fiilidir.
Li, tağfira fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, lam harfi cerriyle birlikte deavtüm fiiline müteallıqtır. Car mecrur lehum, tağfira fiiline müteallıqtır.
Şartın cevabı cealû cümlesidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Esâbiahum, cealû fiilinin mefuldur. Car mecrur fî âzânihim, ceale fiiline müteallıqtır.
İstağşev cümlesi ceale fiiline matuftur. Siyâbehum mefuldur.
Ve esarrû vestekberû cümlesi şartın cevabına matuftur. İstikbâren mefulu mutlaktır.
Esâbiahum fî âzânihim (Parmaklarını kulaklarına tıkadılar.) âyetinde mecâz-ı mürsel vardır. Parmaklardan maksat uçlarıdır. Bu, zikr-i kûll irade-i cûz türündendir. (Safvetü’t Tefâsir)
Elbiselerine bürünmeleri; Hz. Nûh’un sesini duymak istemedikleri gibi yüzünü de görmek istemediklerini yansıtmaktadır. Bu davranış ile kendisinden yüz çevirdiklerini göstermişlerdir. Aynı zamanda bu tutumun düşmanlıktan kinaye olduğu yönünde açıklamalar bulunmaktadır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s. 136)
Israr etmeleri; kendi yollarını bırakmamak, Nûh’un davetini duymamak ve şirk hususundaki inatlarını ifade etmektedir. (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm)
İstekberû istikbâren cümlesinde mastar mânâyı te'kîd etmek için zikredilmiştir. Edebiyatta buna ıtnâb denilir. (Safvetü’t Tefâsir)
İstekberû - istikbâren kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
“Kibirlendiler”, Hz. Nûh’a uymak ve ona itaat etmek hususunda kendilerini gurur bürüdü. İstikbâren (büyüklendikçe) masdarının zikredilmesi günaha yöneliş ve azgınlıklarının aşırılığına delâlet etmekte ve bu mânayı kuvvetlendirmektedir. (Keşşaf)
ثُمَّ اِنّ۪ي دَعَوْتُهُمْ جِهَاراًۙ
Hz. Nûh’un, şartlara ve kişilerin özelliklerine göre tebliğlerini açıktan veya gizli olarak sürdürdüğü bildirilmekte, böylece farklı davet ve tebliğ metotlarının kullanılabileceğine işaret edilmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 465Sümme tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin haberi deavtüm’dür. Cihâzen mefulu mutlaktan naibtir.
Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
ثُمَّ اِنّ۪ٓي اَعْلَنْتُ لَهُمْ وَاَسْرَرْتُ لَهُمْ اِسْرَاراًۙ
Sümme tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin haberi a’lentu’dur.
Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Ve esrartu cümlesi makabline matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. İsrâren mefulu mutlaktır.
Cihâren (açıktan) - isrâren (gizlice) ve a’lentu (açıktan) - esrartu (gizli) kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ
Fe atıftır. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Mequlul qavl cümlesi istağfirû’dur.
Rabbekum izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Rab isminde tecrit sanatı vardır.
İnnehû kâne ğaffaran cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Kâne’nin dahil olduğu cümle inne’nin haberidir.
Ğaffâran, kâne’nin haberidir.
İstağfirû - ğaffâran kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayette, ”bağışlayıcı" anlamında ğaffâr kelimesi kullanılmıştır. Çünkü bu, aynı anlamı ifade eden ”ğafûr" kelimesinden daha mübalâğalıdır. Bu kelime sözlükte, örtmek, kapatmak anlamındadır. Bu anlamda olmak üzere savaşta başa giyilen başlığa, miğfer (örtme âleti) denilmiştir. Çünkü o, başı örter. Allah'ın mağfireti, Onun kulların tevbe ve tâatlerinden dolayı değil, ama kendi rahmet ve fazlı ile günahları örtüp, affetmesidir. Tevbe ve tâat bir kulluk ifadesinden ve ihtiyaç arzından ibarettir. Yine bir kudsî hadiste Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur: ”Ey kulum! Bana yeryüzü dolusu günahla bile gelsen, Bana ortak koşmadıkça seni bağışlarım." (Ruhul Beyan)
Âyetin son kısmında yer alan innehû kâne ğaffâran ifadesi, tevbe etmeleri için onları teşvik içermektedir. (Kurtubî)
Burada mazi kipinin kullanılma hikmeti olarak; Allah’ın her zaman mağfiret sahibi olduğuna, bu durumun yeni ortaya çıkmış bir şey olmadığına işaret edilmiş, adeta bağışlama onun sanatıdır mesajı verilmiştir.(Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 30, s. 137.)