11 Mayıs 2026
Müddessir Sûresi 48-56 / Kıyamet Sûresi 1-19 (576. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Müddessir Sûresi 48. Ayet

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ  ...


Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا artık
2 تَنْفَعُهُمْ onlara fayda vermez ن ف ع
3 شَفَاعَةُ şefa’ati ش ف ع
4 الشَّافِعِينَ şefa’atçilerin ش ف ع

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ


فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كان هذا أمرهم فما تنفعهم شفاعة… (Eğer onların işi buysa, onlara şefaatçilerin şefaati fayda vermez.) şeklindedir. 

تَنْفَعُهُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  شَفَاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  الشَّافِع۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

الشَّافِع۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  شفع  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ


Istînâfiyye olarak fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  مَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek içindir.

الشَّافِع۪ينَۜ - شَفَاعَةُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Takdiri, … إذا كان هذا أمرهم (Onların durumu bu olduğunda..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

Yani melekler, nebiler ve diğer bütün şefaatçilerin hepsi şefaat etse bile şefaatleri bunlara fayda vermiyor; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimseye edilir. Bunlara ise gazap edilmiştir. Bu sözde o gün şefaatin fayda vereceğine delil vardır; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimselerin derecesini artırır. (Keşşâf)

Alimlerimiz bu ayetin, mefhum-u muhalifini nazar-ı dikkate alarak, günahkârlar için şefaatin olacağını söylemiş ve şöyle demişlerdir: "Şefaatin fayda vermeyişinin bu kâfirler için söz konusu olduğu söylenmesi, şefaatçilerin şefaatinin bunlardan başkasına fayda verebileceğine delalet eder." (Fahreddin er-Râzî)

 
Müddessir Sûresi 49. Ayet

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ  ...


Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا ne oluyor ki?
2 لَهُمْ onlara
3 عَنِ -ten
4 التَّذْكِرَةِ öğüt- ذ ك ر
5 مُعْرِضِينَ yüz çeviriyorlar ع ر ض

Burada yapılan benzetme, inkârcıların peygamber ve onun mesajı karşısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koymaktadır.

Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Peygamber’e hitaben, “Allah’tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamızı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz” demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir (Zemahşerî, IV, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331). 53. âyete göre onların bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalarıdır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci içinde geçirmeyi gerektirir; inkârcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onların İslâm ve peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 501

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ


فَ  istînâfiyyedir.  مَا  istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  عَنِ التَّذْكِرَةِ  car mecruru  مُعْرِض۪ينَ ‘ye mütealliktir.  

مُعْرِض۪ينَ  kelimesi  لَهُمْ  zamirinden hal olup nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُعْرِض۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ


فَ , istînâfiyyedir. İstifham harfi  مَا , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  مَا ’nın haberi mahzuftur. لَهُمْ  car mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.

عَنِ التَّذْكِرَةِ  car mecruru  مُعْرِض۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret eden  مُعْرِض۪ينَ  kelimesi  لَهُمْ ‘daki  zamirden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve azarlama amacı taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayetteki  التَّذْكِرَةِ  ile zikir murad edilmiştir. Zikir de, öğüt-nasihat demektir. Dolayısıyla da, bununla hem Kur'an, hem de diğer va'z-u nasihatlar kastedilmiştir. Buradaki,  مُعْرِض۪ينَۙ kelimesi, hal olarak mansubdur. (Fahreddin er-Râzî)

Mukâtil'in tefsirinde şu ifadeler yer almaktadır: Kur'ân'dan yüz çevirmek iki türlüdür: Birisi bile bile red ve inkâr etmektir. Diğeri ise gereğince amel etmeyi terk etmektir. Yüz çeviricidirler, onlara lafzındaki  هُمْ  zamirinden hal olarak nasb edilmiştir.  لَ ‘da fiil manası vardır. Dolayısıyla halin nasb edilmesi fiil manasına binaendir. (Kurtubî)

 
Müddessir Sûresi 50. Ayet

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ  ...


50-51. Ayetler Meal  :   
Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَأَنَّهُمْ sanki onlar gibidir
2 حُمُرٌ yaban eşekleri ح م ر
3 مُسْتَنْفِرَةٌ kaçan ن ف ر

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ

 

Cümle önceki ayetteki  مُعْرِض۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir.  كَاَنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.  هُمْ  muttasıl zamir  كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

حُمُرٌ  kelimesi  كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  مُسْتَنْفِرَةٌ  kelimesi  حُمُرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَنْفِرَةٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ


Cümle önceki ayetteki  مُعْرِض۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Teşbih ve tekid harfi  كَاَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

هُمْ  zamiri  كَاَنَّ ’nin ismi,  حُمُرٌ  haberidir.

حُمُرٌ ‘un sıfatı olan  مُسْتَنْفِرَةٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ  [Ürkek eşeklere benzerler] ifadesinde, mücmel mürsel teşbih sanatı vardır. Kâfirlerin hali ürkek eşeklere benzetilerek teşbih yoluyla bulundukları durum etkili bir tarzda ifade edilmiştir.

حُمُرٌ , burada  حِمارٍ ’ın cemi şeklidir. (Âşûr)          

İbn Abbas (ra), "Cenab-ı Hak buradaki  حُمُرٌ  ile vahşi eşekleri,  مُسْتَنْفِرَةٌۙ 

sözü ile de "nâfire" (ürküp-kaçan) manasını kastetmiştir" der. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müddessir Sûresi 51. Ayet

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَرَّتْ ürkmüş ف ر ر
2 مِنْ -dan
3 قَسْوَرَةٍ aslan- ق س ر

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ


Cümle  حُمُرٌ  ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَرَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هِىَ’ dir.  مِنْ قَسْوَرَةٍ  car mecruru  فَرَّتْ  fiiline mütealliktir.

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ


Ayet önceki ayetteki  حُمُرٌ  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

مِنْ قَسْوَرَةٍ  car mecruru  فَرَّتْ  fiiline mütealliktir. 

قَسْوَرَةٍ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan cins ifade eder.

Ayetteki teşbih vech-i şebeh mürekkeb ve gayrı hakiki aklî olduğundan temsilî teşbihtir. (Safvetü’t Tefâsir)

Alimler,  قَسْوَرَةٍۜ  ile ilgili olarak şu izahları yapmışlardır-.

1) Bu, arslan manasınadır. Nitekim Arapça'da,  ليوث قساور  "ezip geçen aslanlar" tabiri kullanılır.  قَسْوَرَةٍۜ , fa'vele vezninde olup, القسر  yani kahretme, ezme, galip gelme masdarındandır. Arslan, diğer yırtıcı hayvanları da hakimiyeti altına aldığı için, böyle isimlendirilmiştir. İbn Abbas (ra) şöyle der: Yabani eşekler, arslanı gördüklerinde alabildiğine kaçarlar. İşte aynen onlar gibi bu müşrikler de, tıpkı o eşeklerin aslanlardan kaçışı gibi Hz Muhammed (sav)'i gördüklerinde ondan kaçıyorlardı." (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Müddessir Sûresi 52. Ayet

بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ  ...


Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ hayır
2 يُرِيدُ istiyor ر و د
3 كُلُّ her ك ل ل
4 امْرِئٍ kişi م ر ا
5 مِنْهُمْ onlardan
6 أَنْ
7 يُؤْتَىٰ kendisine verilmesini ا ت ي
8 صُحُفًا sahifeler ص ح ف
9 مُنَشَّرَةً açılan ن ش ر

بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ


بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır.  امْرِئٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  امْرِئٍ ‘ nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يُؤْتٰى  fiili elif üzere mukadder fetha ile mansub, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  صُحُفاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مُنَشَّرَةً  kelimesi  صُحُفاً  sıfat olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْتٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. 

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كُلُّ امْرِئٍ  izafeti,  يُر۪يدُ  fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek içindir.

مِنْهُمْ  car mecruru failin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةً  cümlesi, masdar teviliyle  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlu konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صُحُفاً  kelimesi  يُر۪يدُ  fiilinin ikinci mef'ûlüdür.  مُنَشَّرَةً  kelimesi  صُحُفاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُؤْتٰى  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

امْرِئٍ  ve  صُحُفاً ‘deki nekrelik, kesret ve cins içindir.

مُنَشَّرَةًۙ , burada  مَنشُورَةٍ  den gelerek mübalağa ifade etmiştir. (Âşûr)

بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ  ifadesi makamın gerektirdiği, mukadder cümle üzerine atfedilen iştir. Takdiri şu şekildedir: ”Onlar inatlarından ve kibirlerinden dolayı bu öğütle yetinmezler, ona razı olmazlar, hatta onlardan her biri kendilerine açılmış kitaplar verilmesini ve onu okumayı dilerler.

Rivayet edildi ki: Ebû Cehil b. Hişam, Abdullah b. Ümeyye ve arkadaşları Rasûlüllah'a: ”Bizden her birimize gökten bir kitap getirinceye veya her birimizin başı yanında açılmış, başlığı: Alemlerin Rabbinden falan oğlu falana diye yazan, içerisinde sana uymamız emredilen yani Muhammed (sav)'e uy, çünkü o benim tarafımdan sana bir elçidir, denilen kâğıtlar oluncaya kadar sana uymayacağız" dediler. Nitekim onlar: [”Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin müddetçe senin (göğe) çıktığına asla inanmayacağız"] (İsrâ/93) dediler. (Rûhu’l Beyân)

 
Müddessir Sûresi 53. Ayet

كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ  ...


Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 بَلْ bilakis
3 لَا
4 يَخَافُونَ onlar korkmuyorlar خ و ف
5 الْاخِرَةَ ahiretten ا خ ر

كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ


Fiil cümlesidir.  كَلَّا  ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur'an’da كَلَّا  Edatı)  

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخَافُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul وَ ‘ı  fail olarak mahallen merfûdur.  الْاٰخِرَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ


Fasılla gelen ayette  كَلَّا  red ve caydırma,  بَلْ  idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir.

Bir cevap edatı olan  كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Men etmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebi’nin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayet, menfî muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَلَّا (Asla!) sözüyle Allah onları bu istekten ve mucize teklifinden menetmiş; sonra da şöyle buyurmuştur: “Aksine! Sırf, âhiretten yana endişelenmedikleri için...” Yani kendilerine sahifeler verilmediği için değil, tamamen bu sebeple yüz çevirmekteler öğüt almaktan!..(Keşşâf)

كَلَّا , onların ayetlerle ilgili iddialarını ve istediklerini istemelerini rettir. Çünkü onlar bu sözleri hidayet ve irşad kabilinden değil, inatlarından söylediler.

بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ  [Aksine onlar ahiretten korkmazlar.] Yani, ahiretten korkmadıkları için öğütten yüz çevirdiler, sahifeler verilmediği için değil. (Rûhu’l Beyân)

 
Müddessir Sûresi 54. Ayet

كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ  ...


Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 إِنَّهُ muhakkak o
3 تَذْكِرَةٌ bir ikazdır ذ ك ر

Öğüt ve uyarı olduğu belirtilen şey Kur’an âyetleridir. 55. âyette samimiyet ve iyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur’an’da bulacakları bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah’ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Ama Allah iyilik dileyen için iyiliği, kötülük dileyen için de kötülüğü murat edip yaratmaktadır, uyguladığı kural budur. 

Âyetler uyarıcı olarak Kur’an’ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur’an’ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 501

كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ


كَلَّا , ret ve caydırma harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَذْكِرَةٌ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ


İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette  كَلَّٓا , manevi tekid harfi, caydırma ve azarlama ifade eder.

Bir cevap edatı olan  كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebi’nin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve  كَلَّٓا  ile olmak üzere üç tekit içeren bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّهُ  ve  تَذْكِرَةٌ  kelimelerindeki zamir,  فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَ  [O halde, ne’leri var ki bu öğütten yüz çeviriyorlar?] (49) ayetindeki  التَّذْكِرَةِ ‘ ye ait olmakla birlikte müzekkker kılınmıştır; çünkü zikr veya Kur’ân anlamında (müzekker)dir. (Keşşâf)

Hak Teâlâ, yine  كَلَّٓا "Hayır hayır" buyurmuştur ki, bu da onları, o öğütten yüz çevirişlerinden caydırmayı amaçlayan bir ifadedir. Sonra da,  اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ  yani, "O, yeterli ve beliğ (anlaşılır) bir öğüttür”. buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Müddessir Sûresi 55. Ayet

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ  ...


Artık kim dilerse ondan öğüt alır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kimse
2 شَاءَ dileyen ش ي ا
3 ذَكَرَهُ onu düşünür, öğüt alır ذ ك ر

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ


İsim cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَٓاءَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  شَٓاءَ  şart fiili, fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.  

فَ  karinesi olmadan gelen  ذَكَرَهُ  cümlesi şartın cevabıdır.  ذَكَرَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. Muttasıl zamir  هٌ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ


Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi  مَنْ شَٓاءَ , şarttır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, mazi fiil sıygasıyla gelen  شَٓاءَ  cümlesi haberdir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  ذَكَرَهُ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

ذَكَرَهُ  -  تَذْكِرَةٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ ; Artık dileyen kabre girmeden önce onunla öğüt alır. Onu gözünün önüne diker, onun sebebiyle iki cihan saadetini elde eder. Çünkü o, bununla mümkündür. (Rûhu’l Beyân)

 
Müddessir Sûresi 56. Ayet

وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ  ...


Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 يَذْكُرُونَ onlar öğüt almazlar ذ ك ر
3 إِلَّا dışında
4 أَنْ
5 يَشَاءَ dilemesi ش ي ا
6 اللَّهُ Allah
7 هُوَ O’dur
8 أَهْلُ ehli ا ه ل
9 التَّقْوَىٰ takva و ق ي
10 وَأَهْلُ ve ehli ا ه ل
11 الْمَغْفِرَةِ mağfiret غ ف ر
Bu âyeti açıklayan bir hadîs-i kudsî şöyledir:” Yüce Allah buyuruyor ki: Korkulmaya lâyık olan Benim. Benden korkan, Benimle beraber başka bir ilâh edinmesin. Onu affetmeye ehil olan da Benim” 
(Tirmizi, Tefsir 75/4; İbni Mâce, Zühd 35; Dârimi, Rikâk 16).

وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَذْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

إِلَّاۤ  hasr edatıdır.  اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf harfi ceriyle birlikte  يَذْكُرُونَ  fiiline mütealliktir.  يَشَٓاءَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. 


هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ


İsim cümlesidir. Munfasıl zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَهْلُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  التَّقْوٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. التَّقْوٰى  maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهْلُ الْمَغْفِرَةِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ 


Ayet atıf harfi  وَ ’la, 54. ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِلَّٓا  istisna edatı, masdar-ı müevvel müstesnadır.

اَنْ  ve akabindeki  يَشَٓاءَ رَبّ۪ي  شَيْـٔاً  cümlesi, masdar teviliyle, mahzuf harf-i ceriyle  يَذْكُرُونَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ancak Allah dilerse öğüt alırlar ayeti öğüt almalarını yahut irade etmelerini dilerse demektir. Bu da [Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz] (Tekvir: 29) ayeti gibidir. Kulun fiilinin Allah Teâlâ'nın dilemesiyle olduğunu açıklamaktadır. Nâfi’, تَ  ile  تَذْكُرُونَ  okumuştur. Bu iki şekilde şedde ile de okunmuştur (تَذْكُرُونَ , يَذْكُرُونَ). O, takvanın da ehlidir, yani azabından korkulmaya layıktır, mağfiretin de ehlidir, yani kullarını bağışlamaya da layıktır, özellikle takva sahipleri için. (Beyzâvî)

يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ   Mezkûr kelâmın zahirinden muhtemel anlaşılmanın aksine, Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar; çünkü kulun fiillerinin gerçekleşmesinde, kulun kendisinin dilemesi ve iradesi, gerçek etken değildir. Bu ayet de sarahatle bildiriyor ki, kulların fiilleri, Allah'ın dilemesi ile gerçekleşmektedir. (Ebüssuûd)


هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ


Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Munfasıl zamir  هُوَ mübteda,  اَهْلُ التَّقْوٰى  izafeti haberdir. Müsnedin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz ifade (az sözle çok şey ifade etmek) kastı yanında, muzâfun ileyh sayesinde müsnedün ileyhin tazimi içindir. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ  izafeti habere matuftur. Cihet-i camiâ, tezâyüftür.

التَّقْوٰى , meçhul bina edilmiş masdar-ı müevvelden ivazdır. Yani; أهل لأن يتّقى (Mahmud Sâfî)

اَهْلُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Asıl sakınılması gereken de O’dur, bağışlama yetkisinin gerçek sahibi de.. Kullarının kendisinden sakınmasına, azabından korkmasına ve kendisine inanıp itaat etmesine lâyıktır. İman edip itaatte bulunduklarında onları bağışlamaya da layıktır. (Keşşâf)

Sonuç bölümü de giriş bölümü gibi mütekellimin titiz olması gereken yerlerden biridir. Çünkü muhatap yorulmuştur ve son aklında kalacak sözler önemlidir. Etkili ve güzel olursa öncekilerle birlikte zihne yerleşir, aksi halde kaybolur gider. 

Kuran surelerinin son ayetleri hüsn-i intihâ sanatının güzel örnekleridir. Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ  Azabından korkulmaya, iman edilmeye ve itaat edilmeye yegâne layık olan ancak O’dur. Allah; kendisine iman ve itaat edenleri mağfiret edecek olan da yegâne O'dur. (Ebüssuûd)

 
Kıyamet Sûresi
Mushaftaki sıralamada yetmiş beşinci, iniş sırasına göre otuz birinci sûredir. Karia sûresinden sonra, Hümeze sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğunu bildiren âyetlerle başlayan sûrede ağırlıklı olarak kıyamet koparken evrende meydana gelecek olaylar, ölmek üzere olan insanın halleri, öldükten sonra dirilme ve hesap konuları ile inkârcıların âhirette karşılaşacağı zorluklar, mutlu ve mutsuz insanların halleri ele alınmaktadır. Sûrede ayrıca vahiy esnasında Hz. Peygamber’in Cebrâil’den aldığı vahyi hâfızasına yerleştirmek için gösterdiği gayret, Allah Teâlâ’nın bu konudaki uyarıları ve âhiretin varlığını ispatlayan deliller üzerinde durulmuştur.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kıyamet Sûresi 1. Ayet

لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ  ...


Kıyamet gününe yemin ederim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا hayır
2 أُقْسِمُ and içerim ق س م
3 بِيَوْمِ gününe ي و م
4 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م

Yüce Allah’ın Kur’an’da herhangi bir konuyu yemin ederek zikretmesi o konunun ve üstüne yemin edilen şeyin önemine işaret eder. Burada da korkunç manzaralarla dolu kıyamet gününe ve kendini kınayan, sorgulayan nefse dikkat çekilmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyametle ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır. Müslüman için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağını, dolayısıyla âhiret hayatının ne zaman başlayacağını bilmek değil, kıyametin kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata inanmak ve ona gerektiği şekilde hazırlanmaktır. İslâm inancına göre sûra ilk üflendiğinde bütün canlılar ölecek; kabir hayatı veya berzah denilen ve ölümle kıyametin kopması arasındaki dönemi kapsayan sürecin dolması ve kıyametin kopmasından bir süre sonra sûra ikinci defa üflenince, insanlar yeniden diriltilerek yattıkları yerlerden kalkıp mahşerde toplanacaklardır. Arkasından hesaba çekilip yargılanma, amel defterlerinin ortaya konması, mîzan yani iyilik ve kötülüklerin tartılması, değerlendirilmesi gibi âhiret halleri denilen aşamalar gerçekleştikten sonra cennetlikler ve cehennemlikler belli olacak, sırat köprüsünden geçebilenler cennete kavuşurken geçemeyenler cehennemi boylayacaklardır.

Sözlükte nefs (nefis), “bir şeyin kendisi ve hakikati, benlik, can, ruh, kalp, insandaki mânevî güç, kan” gibi anlamlara gelmektedir, Kur’an-ı Kerîm’de nefis, insanı, insanın şahsını, varlık bütünlüğünü, kişiliğini ifade eder (meselâ bk. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25, 30; En‘âm 6/70, 151). Ancak zamanla İslâm düşüncesinde “nefis” kelimesi daha özel olarak iki anlamda kullanılmıştır: 1. Nefis, insandaki istekler, arzular, güdüler, dürtüler ve duygular bütünüdür. Uygun eğitim almamış insanda ortaya çıkan kötü huy ve özellikler buradan kaynaklanır. 2. İnsanın hakikati ve kendisi. Gazzâlî, bu anlamda nefsin kalp, ruh ve akılla eş anlamlı olduğunu belirtir (İhyâ, III, 3-5).

İnsan nefsi iki temel özelliğe sahiptir: a) Nefis dinamiktir, kendi kendisini dengeleyici bir sistemdir ve onda zıt eğilimlerin meydana getirdiği psikolojik bir gerginlik ortamı vardır. Bu gerginlikler davranışlarda güdüleyici bir sistem olarak rol oynarlar. Kur’an’da muhtelif âyetlerde nefsin bu özelliğine işaret edilmektedir (meselâ bk. Şems 91/7-10; Tîn 95/4). b) Nefiste gelişme ve olgunlaşma gücü vardır. İlkel haliyle nefis, içgüdüsel isteklerin baskın olduğu, dolayısıyla ahlâkî ölçülere uyum sağlamakta zorlandığı için kötülüğe yatkındır. Bu özellikteki nefis derecesine nefs-i emmâre denilir (nefis hakkında bk. Nisâ 4/1). Mutasavvıflar, nefsin mertebelerini ve hallerini şu şekilde açıklamışlardır: 1. Nefs-i emmâre: Şeytana uyarak şehevî (bedensel, biyolojik) isteklerin, makam ve mevki sahibi olma gibi tutkuların karşılanmasını emreden ve kalbi süflî yönlere çeken kuvvet demektir. 2. Nefs-i levvâme: Bayağı eğilim ve arzulara karşı mücadele eden, işlediği günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve düzeltmeye çalışan nefis basamağıdır. 3. Nefs-i mülhime: Hayır ve şerri idrak edebilme melekesine sahip olan nefistir. 4. Nefs-i mutmainne: İman nuruyla tam aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup yüce ahlâk ile bezenmiş olan nefistir. Bu dereceye ulaşan nefsin sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur. Bu nefis hem Allah ile hem kullarla hem de kendisiyle barışık olduğu için huzur ve tatmin içerisindedir. 5. Nefs-i zekiyye: Nefsi kirletecek inkâr, cehalet, kötü hisler, yanlış inançlar ve kötü huylardan temizlenmiş; iman, ilim, irfan, iyi hisler, güzel huy ve ilâhî ahlâk gibi takva özellikleriyle terbiye edilmiş nefis demektir. 6. Nefs-i râziye: Kendisi ve başkaları hakkında Allah’ın hayır veya şer olarak takdir ettiği hükümlere tereddütsüz rıza gösterip teslim olan nefsin makamıdır. 7. Nefs-i marziyye: Allah ile kul arasında karşılıklı rıza ilişkisinin kurulduğu, kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olduğu makamdır. 8. Nefs-i kâmile: Kişinin ahlâk ve marifette kemale ererek irşad mevkiine yükseldiği makamdır (Konu hakkında bk. Süleyman Uludağ, “Nefis” DİA, XXXII, 526-529; Hayati Hökelekli İFAV Ans., III, 464-466). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 504-505

لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ


لَٓا zaiddir.  اُقْسِمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir.  بِيَوْمِ  car mecruru  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُقْسِمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ


Surenin ilk ayeti beraat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak gelmiştir. Cümlede nefy harfi  لَٓا , zaiddir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin Allah Teâlâ’ya ait zamire isnadı, tazim ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf izafetle gelen  بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ  car mecruru,  اُقْسِمُ ‘ya mütealliktir.

Kasem fiilinin başına cinsini nefyeden  لَٓا ’nın gelmesi (Arapların) sözlerinde ve şiirlerinde sıkça görülen bir durumdur. (Keşşâf, Beyzâvî)

لَٓا اُقْسِمُ  ifadesi, ‘Yemin ederim!’ anlamında olup لَٓا , tıpkı  لِّئَلَّا یَعۡلَمَ أَهۡلُ ٱلۡكِتَـٰبِ  [Ehl-i Kitap böylece şunu öğrensin ki…] (Hadîd 57/29) ayetindeki  لَٓا  gibi pekiştirici zaid bir harftir. Hasan-ı Basrî de Lâm, mübteda - haberden oluşan isim cümlesinin başına gelen başlama lâm’ı olmak üzere ve  فلأنا أقسمُ (Kesinlikle yemin ederim!) anlamında  فلأقسم okumuştur. Buna göre, cümlenin aslı  أنا أقسم ‘dur.  لزيدٌ منطلقٌ (Zeyd gitmekte.) cümlesi gibidir; daha sonra mübteda hazf edilmiştir. Lâm’ın yemin için olması iki sebepten dolayı doğru değildir: 1) Çünkü onun hakkı pekiştirici Nûn ile gelmesidir; bunsuz kullanımı zayıf ve çirkindir. 2) Yeminin cevabında “Mutlaka yapacağım!” denmesi, gelecek anlamı verir; yemin fiilinin ise şimdiki zaman için olması gerekir. (Keşşâf, Beyzâvî)

 
Kıyamet Sûresi 2. Ayet

وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ  ...


(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا yine hayır
2 أُقْسِمُ and içerim ق س م
3 بِالنَّفْسِ nefse ن ف س
4 اللَّوَّامَةِ daima kendini kınayan ل و م

وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَٓا  zaiddir.  اُقْسِمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir.  بِالنَّفْسِ  car mecruru  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir.   اللَّوَّامَةِ  kelimesi  النَّفْسِ’ nin sıfatı  olup kesra ile mecrurdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لتبعثنّ (Muhakkak diriltileceksiniz) şeklindedir.

وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ


Ayet, atıf harfi  وَ ‘la ibtidaiyye cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Cümlede  لَٓا  zaid harftir. Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf izafetle gelen  بِالنَّفْسِ  car mecruru, اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. 

فعّال  vezninde gelerek mübalağa ifade eden  اللَّوَّامَةِ  kelimesi  النَّفْسِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

النَّفْسِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

Önceki iki ayetteki kasemlerin cevabı, sonrasının delaletiyle mahzuftur. Takdiri  لتبعثنّ  (...muhakkak diriltileceksiniz.) şeklindedir. 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

O gün yani kıyamet günü diğer nefisleri takva hususundaki eksiklikleri sebebiyle kınayan takva sahibi nefse yemin ederim ki. Veya iyilik yapmak için gayret etmesine rağmen hala kendisini kınayan nefse yemin ederim ki. Hasan-ı Basrî’nin: “Mümini daima nefsini kınarken görürsün; kâfir ise sağa sola bakmadan devamlı ileri gider; kendisini hiç azarlamaz.” dediği nakledilir. Şöyle de denilmiştir: Nefs-i Levvâme; iyi biriyse iyiliğini daha fazla artırmadığı, kötü biriyse de kusurlu davrandığı için o gün kendini ayıplayan nefistir. Onun Hz. Adem’in nefsi olduğu da söylenmiştir. Hala, cennetten çıkmasına sebep olan fiili sebebiyle kendisini kınamaktadır. (Keşşâf)

1 ve 2. ayetinde kasem fiiline nefy  لَٓا ‘sı getirilmiştir. Bu, yemin edilen şeyin değerini artırmak için mübalağa amacıyla getirilir. Muhatap mütekellimin önemli bir şeye yemin etmek istediğini ama yemin edeceği şeyin faniliğinden dolayı yeminin kıymetsiz olmasından uzak durup ifadesine  لَٓا  diyerek başladığını düşünür. Bu da yergiye benzer bir şekilde tekidin gücünü artırır. (Âşûr)

النَّفْسِ اللَّوَّامَةِ ; Nefs-i levvâme, ‘kınayan nefis’ demektir. Bu da ya başkasını çok çok kınayan nefis veya yaptığı günahların fenalığını anlayıp da kendini kınayan, pişman olan nefis demek olabilir. Daha çok bu ikinci mana yaygın ve bilinmektedir. Onun için nefisler nefs-i emmâre (insana kötülük yapmasını emreden nefis), nefs-i levvâme, nefs-i mutmainne (iyilikle kötülüğü ayırt eden, temizlenerek kişiyi Allah'a yaklaştıran nefis), nefs-i mülheme (ilham edilmiş nefis), nefs-i zekiyye (temizlenmiş nefis), nefs-i raziye (razı olmuş nefis) ve nefs-i merziyye (kendisinden razı olunmuş nefis) diye yedi mertebeye kadar sayılır ki, her biri terbiye ve nefsi kırma ile tarikat yolunda bir mertebedir. Yani kıyamet günü muhakkak olacak ve ona inanmak istemeyen kötü nefisler o gün kendisini çok kınayacak, dünyada yaptıkları gafletlere, günahlara çok pişman olacaklar, hatta her nefis kendini kınayacak, dünyada işlediği kusura pişman olacak, "daha iyi niye çalışmadım, daha güzel işler niçin yapmadım" diye pişmanlık duyacaktır. Bu surette "kendini kınayan nefse” yemin, o gün gerçekleşecek olan kınamasındaki acılığın önemine ve büyüklüğüne dikkat çekmek için demek olur. (Elmalılı)

"Çok kınayan nefis" ifadesinin manasında üç görüş vardır:

Birincisi: O kınanmış nefistir, bunu da İbn Abbâs, demiştir. Buna göre o; kınamanın fayda vermeyeceği günde kendini kınayan nefistir.

İkincisi: O inanan nefistir, bunu da Hasen demiş ve şöyle söylemiştir: Mümin her halükârda nefsini kınar görülür.

Üçüncüsü: O bütün nefislerdir. (Zâdu’l Mesîr)

 

Kıyamet Sûresi 3. Ayet

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ  ...


İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَيَحْسَبُ -mı sanıyor? ح س ب
2 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
3 أَلَّنْ
4 نَجْمَعَ bir araya toplamayacağımızı- ج م ع
5 عِظَامَهُ kendisinin kemiklerini ع ظ م

Kur’an’da çeşitli vesilelerle bildirildiğine göre putperest Araplar, insanların öldükten ve bedenleri çürüyüp toprak haline geldikten sonra yeniden diriltilmesini imkânsız görüyor, Hz. Peygamber’e bunun nasıl olacağını soruyorlardı; fakat aslında gayeleri gerçeği öğrenmek değil, alay ve inkâr etmek olduğu için aldıkları cevaplar üzerinde düşünmüyor, söylenene inanmıyorlardı. Âyetler hem onların bu tutumunu kınamakta hem de ölümden sonra dirilmenin gerçekleşeceğini kesin ve ince bir üslûpla ifade etmektedir.

4. âyetin metnindeki tesviye kavramı, “yaratılış sürecinde insana bedensel özelliklerinin tam olarak verilmesi” anlamında başka âyetlerde de geçmektedir (bk. İnfitâr 82/7; A‘lâ 87/2). Bu kullanım dikkate alındığında konumuz olan âyette tesviye kavramının, parmak kemiklerinin bir araya getirilmesi yanında parmaklara bütün özelliklerinin yeniden eksiksiz verileceğini de ifade ettiği düşünülebilir. Bilindiği gibi her bir insanın avuç içinde ve parmak uçlarında bulunan çizgiler, onun bir tür kişilik şifresi olup başka hiçbir insanda bulunmayan, yalnız ona ait olan bir kompozisyonda yaratılmıştır. Muhtemelen âyette yeniden yaratılmanın bu inceliğine de işaret etmek için özellikle parmakların yaratılışı zikredilmiştir. Ayrıca âyette, edebî bir sanat olarak parmaklar zikredilmiş, fakat bedenin tamamı kastedilmiştir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 505-506

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ


Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  يَحْسَبُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur.  اَنْ  ve masdarı müevvel  يَحْسَبُ  fiilinin iki mef’ulün bihi olarak mahallen mansubdur.  يَحْسَبُ  sanma anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. 

لَنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.  نَجْمَعَ   fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نَحْنُ ‘dur.  عِظَامَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkâri anlamda, istifham harfidir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَلَّنْ ‘deki  اَنْ , muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri, mahzuftur. Şan zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’in dahil olduğu  اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ  cümlesi , masdar tevilinde,  يَحْسَبُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لَنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُ  cümlesi, muhaffefe  اَنَّ ‘in haberidir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümledeki  لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren tekid harfidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Veciz ifade kastına matuf  عِظَامَهُ  izafeti  نَجْمَعَ  fiilinin mef’ûlüdür.  

الْاِنْسَانُ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

عِظَامَهُۜ  ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

عِظَامَهُۜ "Kemikler"den söz edilmesinden maksat kişinin bütün varlığıdır. Çünkü kemikler, insan hilkatinin kalıbını teşkil eder. (Kurtubî, Âşûr)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اَنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Burada insandan murad, insan cinsidir. Yani insanın bu zannı batıldır. Zira insanın bedeni dağıldıktan ve un ufak olup toprağa karıştıktan ve rüzgârlar onları havaya savurup karaların ve denizlerin çeşitli bölgelerine attıktan sonra da şüphesiz biz, kemiklerini ve diğer parçalarını bir araya toplamaya kadiriz. (Ebüssuûd)

 
Kıyamet Sûresi 4. Ayet

بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ  ...


Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلَىٰ evet
2 قَادِرِينَ gücümüz yeter ق د ر
3 عَلَىٰ
4 أَنْ
5 نُسَوِّيَ düzenlemeğe س و ي
6 بَنَانَهُ onun parmak uçlarnı ب ن ن

بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ


Fiil cümlesidir. بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir. بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))   

قَادِر۪ينَ  mukadder fiilin failinden hal olup nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Takdiri  بَلٰى نجمعها (Elbette ki toplarız)  şeklindedir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  قَادِر۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  نُسَوِّيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نَحْنُ ‘dur.  بَنَانَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir   هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نُسَوِّيَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَادِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan قدر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisaldir. بَلٰى , menfi soruya cevap harfidir.  قَادِر۪ينَ , takdiri  بَلٰى نجمعها (Elbette ki toplarız) olan mukadder fiilin failinden halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نُسَوِّيَ بَنَانَهُ  cümlesi, masdar teviliyle  عَلٰٓى  harfiyle birlikte  قَادِر۪ينَ ’ye  mütealliktir. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُسَوِّيَ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

قَادِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.

نُسَوِّيَ بَنَانَهُ  ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

بَلٰى (Evet), bir tasdik (onaylama) edatıdır. Şu kadar var ki bu,  نعم (evet),  لا (hayır) gibi değil, olumsuzluğu ispat suretiyle tasdik ve onay ifade eder. Mesela, "daha gelmedi mi?" şeklinde sorulan olumsuz bir soruya evet yahut hayır ile cevap verilse, "evet gelmedi, hayır gelmedi" denilmiş gibi olduğu halde, aynı soruya  بَلٰى  ile cevap verildiği zaman "evet geldi" denilmiş olur. Onun için biz  بَلٰى kelimesini fiili söylemeden yalnız olarak tercüme edemiyoruz. Burada "toplayamayacağımızı mı sanıyor?" sözüne karşılık  بَلٰى denilmesi,  بَلٰى نجمعها "evet toplarız" demektir. Gücü yeten kişiler olarak.anlamını ifade eden قَادِر۪ينَ kelimesi, ayetin metninde bulunmayan ve  نجمعها  (toplarız) şeklinde takdir edilen fiilin (Failinin) hal ve durumunu bildirir.  قَادِر۪ينَ  kelimesi,  نجمعها  fiilindeki zamirden haldir. Manası: "Evet, biz onun kemiklerini öyle bir araya getirir, derler toplarız ki, parmaklarını bile eski düzgün hallerine getirmeye gücümüz yeter yani sade o iri kemiklerini değil, vücudun en ince oluşumuna varıncaya kadar hepsini, hatta gövdesinin, kol ve bacaklarının en ince uçları olan parmaklarını, uçlarındaki inceliklere varıncaya kadar tamamiyle düzeltmek şartıyla derleyip toplamaya gücümüz yeter'' şeklindedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)  

بَلٰى  kelimesi, menfi cümlenin başına gelen istifhâm edatının cevabında gelir ve cümledeki menfiliği ortadan kaldırıp ifadeyi müspet hale getirir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu) 

Cenab-ı Hak burada,  بَنَانَهُ (Parmak uçlarını) kelimesiyle diğer azaların da bir araya getirileceğine dikkat çekmiş olup, buna göre kelamın takdiri, "Biz, o insan toprak olduktan sonra, onun parmaklarını, başlangıçtaki gibi yapmaya kadiriz.." demektir ki, bu da, bir şeye en başında kadir olan kimsenin, sonunda ve yeniden yaratmada da buna kadir olmasını gerektirir. Cenab-ı Hak burada, özellikle "parmak uçları" kelimesini getirmiştir. Çünkü parmak uçları, insanın yaratılışının en son, en çok detaylı olan kısmıdır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Parmak uçlarının yaratılışındaki inceliğe işaret edilmiş olması zahirî (yüzeysel) ve basit bir şey değil, onların yaratılışında göründüğünden çok derin ve önemli incelikler bulunduğunu gösterir. Evvela insan en önemli işlerini elleriyle yapar, onun için el güç ve kudretin sembolü sayılır. Bu iş onun elindedir, elinden gelir, eli dardır, eli geniştir, eli uzundur, eli kısadır, eli açıktır ve eli sıkıdır gibi güç manası ile ilgili olan ifadeler, ele nispet edildiği kadar hiçbir uzva nispet edilmemiştir denilebilir. Sonra elin bütün kıymeti ise parmaklardadır. El ile yapılan bütün işlerin parmakla ilgisi vardır. Onun için on parmağın diyeti, iki elin diyetine eşittir. "Filan işte onun parmağı var." sözü de parmağın etki ve güç alameti olduğunu anlatır. Parmakların bütün incelikleri de uçlarındadır. Parmaklarda ve parmak uçlarında öyle enteresan bir sanat ve öyle ince bir duyarlılık vardır ki anatominin ve doku biliminin incelikleri bile onu kavramaya yeterli olmaz. Dokunma duyusunun hemen hemen bütün incelikleri onlarda toplanmıştır. Kaba bir misal ile karanlık bir gecede mesela bir kiler veya bir dükkanda gezinirken elinizdeki bir baston ile şuraya buraya dürttükçe şu taş, şu toprak, şu tahta, şu un çuvalı, şu pirinç veya bulgur çuvalı, şu kahve veya fasulye çuvalı, şu şeker, şu kömür çuvalı diye birçok şeyleri ayırabilirsiniz ki bütün bunlar, bastondan gelebilen türlü titreşimlerin nevilerini parmaklarınızın sinir uçları ile aldığı duyum ağının incelikleridir. Bir taraftan silah gibi birçok şeylere direnip dayanan tırnakların sertliğiyle uygun kaslarının dayanıklı teşkilatı içinde böyle farklı zariflik ve incelikleri kapsayan ve büyük büyük çekiç ve külünk darbeleri ile yazı, nakış, resim, süsleme ve yazı taramaları gibi en ince çizgileri çizen ince ve zarif kalemleri, fırçaları, iğneleri yapma ve yönetmeye alet olan parmaklar ve uçları hemen hemen insanlardan meydana gelen işlerin en önemli bölümünün ortaya çıktığı yaratılış boğumlarıdır. Bunların tam olarak okunması bilinse, bir insanın her şeyini olmasa da pek çok özelliğini ifade ettikleri anlaşılır. Şu halde "parmaklarını bile düzeltmeye gücü yeterek" denilmesinde, "o insanın ellerinden çıkan iyi kötü bütün iş ve eserlerle beraber düzeltebiliriz" denilmek gibi derin bir mana vardır. Bunları yaratan elbette yine derleyip toplayabilir. Evet yüce Allah insanın bütün özelliklerini bir küçük hücrede toplayıp misal olarak gösterebilir. Nitekim kuyruk sokumundan bir zerre içinde bir insanın bütün özelliklerini toplar. (Elmalılı)

 
Kıyamet Sûresi 5. Ayet

بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ  ...


Fakat insan önünü (geleceğini, kıyameti) yalanlamak ister.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ fakat
2 يُرِيدُ ister ر و د
3 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
4 لِيَفْجُرَ yalanlamak ف ج ر
5 أَمَامَهُ ilerisini (kıyameti) ا م م

“Günah” diye çevirdiğimiz fücûr kelimesinin “haktan sapma” anlamına geldiğini, bu sapmanın sözle de eylemle de olabileceğini belirten Şevkânî, âyetle ilgili açıklamaları şöyle özetler: İnsanoğlu bugünüyle yarınıyla her zaman günah işlemeyi öne alır; günahı peşin işler, tövbeyi tehir eder. İbnü’l-Enbârî’nin yorumuna göre insan, yaşadığı sürece hep günah işlemek ister, işlediği günahtan dönmek, günahkârlığı terketmek gibi bir niyet taşımaz. Mücâhid, Hasan-ı Basrî, İkrime, Süddî ve Saîd b. Cübeyr de âyeti şöyle açıklamışlardır: “İnsan ölünceye kadar hep tövbe edeceğini söyler durur; sonuçta en kötü hallerini yaşarken ölüm onu yakalar.” Dahhâk’e göre insanın bu haline “emel” denir; yani o, “Daha yaşayacağım, dünyadan nasibimi alacağım” der, ölümü hiç hatırına getirmez (bk. V, 388).

Âyetteki fücûr kelimesine “inkâr” anlamı verenler de olmuştur. Buna göre âyetin mânası şöyledir: “Fakat insan önündekini (kıyameti) inkâr etmek istiyor.” Devamındaki âyette kıyamet gününün ne zaman geleceğine dair sorulan sorunun bu mânayı desteklediği düşünülebilir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 506

بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ


بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir. يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

لِ  harfi, يَفْجُرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُر۪يدُ  fiiline mütealliktir.  

يَفْجُرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.  اَمَامَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal ifade eder.

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَفْجُرَ اَمَامَهُ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle başındaki harfle birlikte önceki ayetteki  يُر۪يدُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

بَلْ يُر۪يدُ  ifadesi,  اَيَحْسَبُ (zannediyor mu ki) ifadesine atfedilmiştir; dolayısıyla  onun gibi istifhâm olması veya hakkında soru sorulan bir husustan bir başka hususa geçilen (ıdrâb) olumlu bir cümle olması caizdir. Hakkında soru sorulan bir husustan mûceb (Yani işin öyle olduğunu belirten, olumlu, sabit; soru şeklinde veya olumsuz olmayan) bir cümleye geçiliyor (idrâb) olması da caizdir. (Keşşâf)

Kötülük etmek anlamını veren  يَفْجُرَ  kelimesinin aslı olan  الفجر , bir şeyi geniş bir şekilde yarmak, aynı kelimenin bir başka türevi olan الفجور  el-fücûr de, dindarlık perdesini yarmak anlamındadır. Ayette murad edilen mana şudur: ”İnsan önündeki vakitlerde ve ileriki zamanlarda kötülüklerine devam etmek ister, onlardan vazgeçmez." (Rûhu-l Beyân, Âşûr)

Ayetteki ‘ileriye doğru’ anlamına gelen  اَمَامَهُۚ  kelimesi, zaman veya yer için istiare yoluyla kullanılmıştır. Râğıb ayetle ilgili olarak: ”Kötülükleri yapabilmek için hayatı, yaşamayı ister" izahını getirmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 6. Ayet

يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ  ...


“O kıyamet günü ne zaman?” diye sorar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْأَلُ sorup durur س ا ل
2 أَيَّانَ nerede?
3 يَوْمُ günü ي و م
4 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م

يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ


Cümle  يَفْجُرَ  fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal, müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْـَٔلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ’ dir.  اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِ  cümlesi fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَيَّانَ  istifham harfi, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  يَوْمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ


Ayet önceki ayetteki  يَفْجُرَ  fiilindeki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

Fiilin mef’ûlü konumundaki  اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِ  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. İstifham ismi  اَيَّانَ , zaman zarfı olarak mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  يَوْمُ الْقِيٰمَةِ  muahhar mübtedadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen alay ve tehekküm amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَيَّانَ  azamet ve vehameti gerektiren yerler dışında kullanılmaz. Bu ayette olduğu gibi kıyamet ve yeniden diriltilme gibi hep azamet ve vehamet içeren konular için kullanılmıştır. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِ  [İnsan, kıyamet gününün ne zaman olacağını so­ruyor.] ayetinde olayın gerçekleşmesi uzak görülmektedir. Zira sorudan maksat, olayı uzak görmek ve inkâr etmektir. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

Bu, uzak görme ve alay yollu bir sormadır. Kıyametin sıhhatine delâlet eden bir delilin bulunmamasından ve durumu karışık olduğundan dolayı onu inkâr için değildir. Aksine o, kıyamet ne zaman? diye sorarken kötülüklerine devam etmek ister. Bu inkâr, insan tabiatının şehvetlere meylettiğine işaret eder. Kıyameti düşünmek ise şehvetleri örseler. Şüphesiz onu inkâr eder, ikrardan kaçınır. (Rûhu^’l Beyân)

 
Kıyamet Sûresi 7. Ayet

فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ  ...


7-10. Ayetler Meal  :   
Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan “kaçış nereye?” diyecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 بَرِقَ kamaştığı ب ر ق
3 الْبَصَرُ göz ب ص ر

6. ayette inkârcılar “Kıyamet günü ne zamanmış?” şeklindeki sorularında ciddi olmadıkları için verilen cevapta kıyamet gününün zamanına ilişkin açıklama yapmak yerine oldukça kısa fakat son derece edebî ve etkileyici ifadelerle o gün meydana gelecek olaylar anlatılarak muhatapların uyarılması amaçlanmıştır. Çünkü insan için asıl önem taşıyan şey, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başına nelerin gelebileceğini iyice anlayıp ebedî hayata gerektiği şekilde hazırlanmaktır. 7. âyette geçen “göz dehşetle açıldığı” şeklindeki ifade mecazî bir anlatım olup ansızın meydana gelecek olan kıyamet gününün şiddetinden dolayı insanın içine düşeceği şaşkınlık, korku, dehşet gibi psikolojik hallere işaret eder. 

Müfessirler kıyamet sırasında ayın tutulması olayını, normal zamandaki ay tutulmasının da ötesinde, “ayın ışığının veya kendisinin tamamen yok olması” (Râzî, XXX, 220; Zemahşerî, IV, 191) yahut “ayın parlaklığını kaybedip sönükleşmesi, ışığın cılızlaşması” şeklinde tefsir etmişlerdir (Elmalılı, VIII, 5477). Güneşle ayın birleştirilmesini, “her ikisinin de ışığının giderilmesi” veya “güneş ile ayın birleşerek tek kütle haline gelmesi, bir araya getirilmesi” şeklinde yorumlamışlar, “güneş dürüldüğü zaman” (Tekvîr, 81/1) meâlindeki âyeti de buna delil getirmişlerdir. Bu dehşet verici manzaralar karşısında insanın kaçacak yer aramasının sebebi, onun yaşadığı korku ve dehşet hali olabileceği gibi, Allah’ın huzurunda mahcubiyet duyması veya cehennemde yanmaktan korkması da olabilir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 507

فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ


Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  بَرِقَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَرِقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْبَصَرُ  fail olup lafzen merfûdur.

فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ


فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen ayette zaman zarfı  اِذَٓا , cevap cümlesine mütealliktir.  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  بَرِقَ الْبَصَرُ  cümlesi şarttır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi 10.ayette gelmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Burada  إنْ  değil  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

بَرِقَ الْبَصَرُ  yani göz dehşetten şaşkına döndüğünde... Aslen, kişi yıldırıma bakıp gözleri dehşete düştüğünde söylenen  بَرِقَ الرَّجُلُ  ifadesinden alınmıştır. (Keşşâf)

الْبَصَرُ daki tarif cins ve istiğrak içindir. Yani insanların gözlerinin hepsi demektir. (Âşûr)

بَرِقَ الْبَصَرُ , gözün şimşek çakması, ansızın tepesinde çakan şimşekten dolayı karşı karşıya kaldığı dehşet ve şiddet halinden mecaz olarak ansızın başına gelen yok edici olayın şiddetli elem ve ızdırabıyla dehşet ve şaşkınlık içinde duyulan keskin uyanıklığı ifade eder ki, bu sırada hakikat yıldırımın parıldayışı içinde insanın gözünde bütün dünya yerinden oynayıp silinmeye başlar ve ay tutulur. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 8. Ayet

وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَخَسَفَ ve tutulduğu خ س ف
2 الْقَمَرُ ay ق م ر

وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَسَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْقَمَرُ  fail olup lafzen merfûdur.

وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Ay tutulduğunda, ışığı gittiğinde veya kendisi yok olduğunda demektir. Meçhul sîga ile خُسِف  şeklinde de okunmuştur. Allah onları batıdan doğdurduğu için; Güneş ve Ay bir araya getirildiğinde…Veya ışıklarının giderilmesi hususunda bir araya getirildiklerinde. Veya cehennemde sanki boğazlanmış iki öküz gibi iki yuvarlak siyah cisim halinde bir araya getirildiklerinde. Veya bir araya getirilip denize atıldıkları ve deniz Allah’ın en büyük ateşi haline geldiğinde… (Keşşâf)

Burada  خَسَفَ الْقَمَرُۙ , "Ayın güneşe yönelmesi halinde dünya gölgesinin araya girmesi demek olan bildiğimiz ay tutulması’’ manasına da olabilirse de hafif kalır. Bu daha çok o güne ait bir görüntü olmak üzere ayın nurunun yok olup o şimşek çakan göze görünmez olması veya puslu, mahzun bir manzara içinde kalması halini anlatır. Yani ışığında zevk ve sefa sürdüğü o parlak ay söner, puslanır, kararır, görünmez olur. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 9. Ayet

وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجُمِعَ ve bir araya toplandığı ج م ع
2 الشَّمْسُ güneş ش م س
3 وَالْقَمَرُ ve ay ق م ر

وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جُمِعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الشَّمْسُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. الْقَمَرُ  atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.

وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ


Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

الشَّمْسُ , naib-i faildir. الْقَمَرُۙ  kelimesi,  الشَّمْسُ ’ye matuftur. Cihet-i camiâ, temâsüldür.

جُمِعَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

الشَّمْسُ - الْقَمَرُۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

7. ayet  الْبَصَرُ  ve  9. Ayet  الْقَمَرُ  ve 10. Ayet  الْمَفَرُّ  gibi ayet sonlarında birbirine uygunluk vardır. Edebiyatta buna seci murassa' denir. Bu, Muhammed (savv)'in mucizesi Kur'an'ın özelliklerindendir. (Safvetü’t Tefâsir)

جُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ  güneş ve ay bir araya getirilir, toplanır. Şimşek manzarasında olduğu gibi güneş ve ayın görünen yüzleri yerlerinden oynatılarak çalkanır çalkanır bir araya gelir. "Güneş ile ayın bir araya gelmesi" şeklinde ifade edilen mihâk gecesi her Arabî ayın son üç gecesi gibi ay ve güneş bir araya gelmiş ve fakat sadece ay değil, güneş de yokluk deryasına dalmış, görünmez olmuş bulunur. (Elmalılı)

 
Kıyamet Sûresi 10. Ayet

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَقُولُ der ق و ل
2 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
3 يَوْمَئِذٍ o gün
4 أَيْنَ neresidir?
5 الْمَفَرُّ kaçacak yer ف ر ر

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ


Fiil cümlesidir.  يَقُولُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  يَقُولُ  fiiline mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdir: يقول الإنسان يوم إذ برق البصر وخسف القمر وجمع الشمس والقمر  (İnsan gözler şimşek gibi çaktığında güneş ve ay tutulduğunda ….. der) şeklindedir.

Mekulü’l-kavli  اَيْنَ الْمَفَرُّ ‘dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَيْنَ  istifham ismi zaman zarfı olup mübtedanın mukaddem haberi olarak mahallen merfûdur. الْمَفَرُّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ


Ayet, 7. Ayetteki şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  يَقُولُ  fiiline mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdir: يقول الإنسان يوم إذ برق البصر وخسف القمر وجمع الشمس والقمر (İnsan gözler şimşek gibi çaktığında güneş ve ay tutulduğunda … der) şeklindedir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَيْنَ الْمَفَرُّ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil isimsinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Soru manası olan mekân zarfı  اَيْنَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَفَرُّ muahhar mübtedadır.  

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp çaresizlik manası taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü mütekellim, kaçmanın mümkün olmadığının farkındadır. 

Bu ayette kâfir, Allah'ın azabından kaçabileceği bir yerin var olmasını temenni etmektedir. (Suyûtî)

الْمَفَرُّۚ , kaçmak manasına mimli masdardır. O günahkâr insan o vakit dehşetten kaçacak yer arar. Ümitsizliğinden ve şaşkınlığından böyle der. Bu, ümitsizlik ifade eden bir istifham-ı inkâridir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 11. Ayet

كَلَّا لَا وَزَرَۚ  ...


Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَلَّا hayır
2 لَا yoktur
3 وَزَرَ sığınacak yer و ز ر

Yüce Allah Hz. Peygamber’in şahsında insanlığa hitap ederek kıyamet koptuğu gün artık Allah’ın huzurundan başka kaçıp sığınılacak, varıp durulacak bir yerin bulunmadığını haber vermektedir. O gün herkes Allah’ın huzurunda toplanacak ve dünyada yapıp ettikleri ve yapması gerektiği halde yapmadıkları iyi ve kötü ne varsa hepsi ona haber verilecektir. Bununla birlikte insan görünüşte cezadan kurtulmak için çeşitli mazeretler ileri sürse de 15. âyetin bildirdiğine göre, gerçekte kendisi hakkında yine kendisi tanıklık edecek, gerçeği gizlemesi mümkün olmayacaktır. İsrâ sûresinin 14. âyetinde de bazı müfessirler, insanın kendisi hakkında tanıklık etmesini, organlarının şahitlik yapması (bk. Nûr 24/24; Yâsîn 36/65) olarak açıklamışlardır.

 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 507

كَلَّا لَا وَزَرَۚ


كَلَّا , red ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler  ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا  Edatı ) 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. وَزَرَ  kelimesi  لَا ‘nin ismi olup fetha üzere mebnidir.  لَا ‘nın haberi mahzuftur. Takdiri  موجود  şeklindedir.

كَلَّا لَا وَزَرَۚ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Bir cevap edatı olan  كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın  ك  ile olumsuzluk  لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da  كَلَّا  Edatı) 

‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan  كَلَّا  sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)

Cinsini nefyeden nefy harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَزَرَ  kelimesi  لَا ’nın ismidir. Takdiri  موجود  olan  لَا ’nın haberi mahzuftur. 

كَلَّا (Hayır!) kelimesi, kaçmanın söz konusu olmayacağını bildirmektedir. لَا وَزَرَۚ (sığınak yok) anlamındadır. Kendisine sığınıp tehlikelerden kurtulduğun dağ vb. her şey senin için vezerdir. (Keşşâf)

وَزَرَۚ , aslında ağırlık manasından ‘sarp ve sağlam dağ’ demektir. Böyle dağlar kaçakların sığındıkları yerler olduğu için gerek dağ, gerek kale, gerek silah, gerek insan ve diğerleri mutlak manada sığınak, sığınacak yer veya siper manasında yaygın şekilde kullanılır olmuştur. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 12. Ayet

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ  ...


O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَىٰ Rabbinin
2 رَبِّكَ ر ب ب
3 يَوْمَئِذٍ o gün
4 الْمُسْتَقَرُّ varıp durulacak yer ق ر ر

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ


İsim cümlesidir.  اِلٰى رَبِّكَ  car mecruru mübtedanın mukaddem haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı mahzuf habere mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdiri, يوم إذ برق البصر ... (Gözlerin şimşek gibi çaktığı gün) şeklindedir.

الْمُسْتَقَرُّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُسْتَقَرُّ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلٰى رَبِّكَ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمُسْتَقَرُّ  muahhar mübtedadır.

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلٰى رَبِّكَ  maksurun aleyh/sıfat,  الْمُسْتَقَرُّۜ  maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.O gün kulların karargahı, tamamen senin Rabbindir; yani O’ndan başkasında karar kılamaz, yönelemezler. Veya kulların işleri O’nun hükmüne bakar; başkası o hususta hüküm veremez; tıpkı [Kimin, bugün hükümdarlık?] (Gāfir 40/16) ayetindeki gibi. Veya karar kılacakları cennet veya cehennemi belirlemek senin Rabbine aittir; yani bu konu tamamen O’nun iradesine bağlıdır; dilediğini cennete, dilediğini cehenneme koyar. (Keşşâf)

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ , muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍۨ , ihtimam için amili olan الْمُسْتَقَرُّۜ ‘ya takdim edilmiştir.

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

Muahhar mübteda  الْمُسْتَقَرُّۜ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden isim cümlesi ve takdim kasrı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

الْمُسْتَقَرُّۜ , bir yerde durma manasına mimli masdardır. ‘Durma yeri’ manasında yer bildiren bir isim de olabilir. Yani o gün her kim olursa olsun kulların sığınma kararı ancak Rabbin olan yüce Allah'adır. Ondan kaçmak isteyenler de o gün ondan başka sığınacak hiçbir sığınak bulamazlar. Son karar ona veya onun emrine varılmaktır. Başka bir mânâ ile, o gün insanların varacakları karargâh cennet mi yoksa cehennem mi? Bunu tayin etmek rabbine aittir. Bu hitap, o gün kaçacak yer arayan insana değil, muhatapların efendisi olan Hazret-i Peygamber (sav)'edir, dolayısıyla da bütün insanlara bir hakikatı açıklamaktadır. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 13. Ayet

يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ  ...


O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُنَبَّأُ haber verilir ن ب ا
2 الْإِنْسَانُ insanın ا ن س
3 يَوْمَئِذٍ o gün
4 بِمَا şeyler
5 قَدَّمَ yapıp öne sürdüğü ق د م
6 وَأَخَّرَ ve geri bıraktığı ا خ ر

يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ


Fiil cümlesidir.  يُنَبَّؤُا  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاِنْسَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  يُنَبَّؤُا  fiiline mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: يوم إذ برق البصر... (Gözlerin şimşek gibi çaktığı gün…) şeklindedir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُنَبَّؤُا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَدَّمَ وَاَخَّرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَدَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir. اَخَّرَ  atıf harfi وَ ’la  makabline matuftur. 

يُنَبَّؤُا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

يُنَبَّؤُا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Ayette ‘’haber’’ kelimesi yerine  نَبَاَ  tercih edilmiştir. Çünkü,  نَبَاَ  büyük fayda sağlayan, kendisiyle ilim veya zannı galib oluşan haberdir. Bu özellikleri taşımayan habere  نَبَاَ  denmez. (Müfredat)

يُنَبَّؤُا  fiiline müteallik olan  يَوْمَ  zaman zarfı,  ئِذٍ  için muzâftır. Kelimedeki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır.

مَا  müşterek ism-imevsûlü,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُنَبَّؤُا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası olan  قَدَّمَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

اَخَّرَۜ  cümlesi tezat nedeniyle sılaya atfedilmiştir.

قَدَّمَ - اَخَّرَۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.

يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ  Ayette zikredilen ve "Yaptığı ve yapmadığı" diye tercüme edilen  بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ  ifadesi çeşitli şekillerde izah edilmiştir.

Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud'a göre bu ifadeden maksat, şudur: İnsanoğluna, dünyada iken yaptığı hayır ve şer amelleri bildirileceği gibi, ölümünden sonra işlenmesine sebep olduğu hayır ve şer ameller de kendisine bildirilecektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre, "Kıyamet gününde insana, hem yaptığı günahlar ve hem de erteleyip yapmadığı vazifeler haber verilecektir." demektir.

Mücahid'e göre ise bu ifadeden maksat, kıyamet gününde, insana, en önce yaptığı ameli de en son yaptığı ameli de" haber verilecektir." demektir.

Katade'ye göre, "Kıyamet gününde insana, yaptığı itaatler ve yapmadığı dini vecibeler haber verilecektir." demektir.

İbn-i Zeyd'e göre ise ayetin inanası "Kıyamet gününde insana, hem yaptığı hayır ve şer amelleri haber verilecek hem de yapmadığı vazifeleri haber verilecektir." şeklindedir.

Taberi, doğru olan görüşün, kıyamet gününde insana, hayatındayken yaptığı hayır ve şerlerin haber verileceği ve ölümünden sonra da işlenmesine vesile olduğu halde, bunlardan işlenen veya işlenmeyen hayır ve şerlerden sorulacağı görüşüdür. Zira ayetin umum ifadesi bunu bu şekilde izah etmeyi gerektirmektedir. (Taberî, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 14. Ayet

بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ  ...


14-15. Ayetler Meal  :   
Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلِ doğrusu
2 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
3 عَلَىٰ
4 نَفْسِهِ kendi nefsini ن ف س
5 بَصِيرَةٌ görür ب ص ر

بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ


İsim cümlesidir. بَلْ , idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak ‘oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine’ manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاِنْسَانُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  عَلٰى نَفْسِه۪ car mecruru  بَص۪يرَةٌ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَص۪يرَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلِ , intikal ifade eden idrab harfidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْاِنْسَانُ  mübteda,  بَص۪يرَةٌ  haberdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur  عَلٰى نَفْسِه۪ , ihtimam için amili olan  بَص۪يرَةٌۙ ‘a takdim edilmiştir.

بَص۪يرَةٌ  kelimesinin sonundaki  ةٌۙ  mübalağa içindir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet çok dikkate değer bir ayettir. Burada insanın tam hakikati tanıtılmıştır. İnsan, ne yaptığını bilmeyecek bir bedenden ibaret değil, kendini bilen, kendi kendini vicdanında duyan bir basiret, diye anlatılmıştır ki nefs-i nâtıkayı yani insanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevheri bildirir. İnsanın hakikatı, böyle kendine karşı bir basiret, bir kalp gözü olduğu için insan olan, kendinde olup biten, yani ruhuna, bilincine ilişmiş bulunan her şeyi duyar. Yaptığı bütün fiil ve hareketlerine kendi vicdanında kendisi tanık bulunur. (Elmalılı)

 
Kıyamet Sûresi 15. Ayet

وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve şayet
2 أَلْقَىٰ ortaya atsa (da) ل ق ي
3 مَعَاذِيرَهُ özürler ع ذ ر

وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ


Cümle  بَص۪يرَةٌ  kelimesinin zamirinden hal olup mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  وَقَدْ  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقٰى  fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir. مَعَاذ۪يرَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَلْقٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  لقى ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ


Hal وَ ‘ıyla gelen ayet, önceki ayetteki  بَص۪يرَةٌۙ ‘deki müstetir zamirden haldir. Hal, cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren ıtnâb sanatıdır.

لَوْ , gayrı cazim şart edatıdır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ  cümlesi şarttır. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)  

Takdiri  ما قُبِلَتْ منه (Ondan kabul edilmez) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

Bu takdire göre mezkur şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Kıyamet günüyle ilgili gelen mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek üzere muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Her ne kadar ortaya özürlerini sayar dökerse de yaptığı işler hakkında hesap ve sual zamanında başkalarına karşı kendisini özürlü göstermek için türlü mazeretler açıklamaya kalkarsa da ne yaptığını, mazeretlerinin doğru olup olmadığını kendi nefsinde, kendi ruh ve vicdanında bilir. Şu halde insanın hakikatı başkasına karşı görünen, söylenen değil; onun kendi nefsinde, kendi vicdanında duyduğu ne ise odur. Ahirette Allah katında göreceği de ondan ibarettir. İnsan söylediği bir sözün yalan olduğunu kendisi bilip dururken halka karşı kendisini doğru göstermek için ne kadar özürler sayıp dökse o kendi bilir ki kendi gözünde yalancıdır. Dolayısıyla halk onu doğru da bilse Hakkın katında yalancıdır. Halka iyi görünmekle, şu bu özürleri saymakla kendi vicdanında bilip durduğu hakikatı değiştiremeyeceği gibi Hak nazarında hiç değiştiremez. O halde halk ne söylerse söylesin, kendisi ne kadar özür ortaya koyarsa koysun insan Hakkın huzurunda gerçek kimliği ile karşılaşacak, kendisi kendi aleyhine tanık olacaktır. Onun için insan kendini gözetmeli, asıl itibariyle iyi olmaya çalışmalı, kötü işler yapıp da şöyle böyle özürler saymaya kalkışmamalı, kendisini keyfinin, istek ve temennilerinin güdümüne göre değil, hak gözüyle ve vicdanının bütün samimiyetiyle dinleyip gözeterek hareket etmelidir ki, hak ile hak olmayanı, iyi ile kötüyü güzelce ayırabilsin. Kendi aleyhine şahit olmasın. (Elmalılı, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 16. Ayet

لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ  ...


(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تُحَرِّكْ depretme ح ر ك
3 بِهِ onu
4 لِسَانَكَ diline ل س ن
5 لِتَعْجَلَ okumak için ع ج ل
6 بِهِ onu

Hz. Peygamber, gelen vahyi hemen hâfızasına yerleştirmek için tamamlanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Allah Teâlâ bu âyetleri indirerek ona vahiy geldiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir (bk. Taberî, XXIX, 116-119; Buhârî, “Tefsîr”, Sûre, 75, 2). Bu âyetlerde yüce Allah üç şeyi kendi üzerine aldığını bildirmiştir: 1. Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak toplayıp Resûlullah’ın unutmamasını sağlamak (bu hususta ayrıca bk. A‘lâ 87/6); 2. Vahyi Hz. Peygamber’in okumasını sağlamak; 3. Vahyi açıklamak. Ayrıca 19. âyette vahiy kendisine okunduğunda Hz. Peygamber’in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 75; Müslim, “Salât”, 148). Allah Teâlâ “biz onu okuduğumuz zaman” buyurarak okuma fiilini kendisine isnat etmiştir; başka âyetlerde onu vahiy meleğinin (Cebrâil) Hz. Peygamber’in kalbine indirdiği bildirilmektedir (meselâ bk. Bakara 2/97; Nahl 16/102; Şuarâ 26/193). Bu âyetler arasında çelişki yoktur. İlâhî vahyin Cebrâil aracılığı ile Hz. Peygamber’in zihnine yerleştirilmesi de bir okumadır. Sonuçta kelâmın sahibi O’dur. Söz/Kur’an O’nun sözüdür; okutan O’dur; şu halde gerçekte okuyan da O’dur. (vahyin geliş şekilleri hakkında bilgi için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri, 2. Vahiy” başlığı).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 509
Peygamberimiz vahyi alırken, ondan bir şey kaçırmamak için, büyük bir dikkatle Cebrail aleyhisselâmı takip ediyor ve bir yandan da onun söylediklerini tekrarlıyordu. Bu ve devamındaki âyetler ise, bu konuda bir endişeye gerek olmadığını, zira vahyi indirmek kadar, onu kurmayı da Allah’ın üstlendiğini bildirmektedir. 
(Buhari, Tefsir 75/1-2; Müslim, Salât 147,148; Tirmizi, Tefsir 75/1).

لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ


Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُحَرِّكْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ‘dir.  بِه۪  car mecruru  تُحَرِّكْ  fiiline mütealliktir.  لِسَانَكَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِ  harfi,  تَعْجَلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تُحَرِّكْ  fiiline mütealliktir.  بِه۪  car mecruru  تَعْجَلَ  fiiline mütealliktir. 

تُحَرِّكْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  حرك ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ


Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.

Âşûr ise bu ve devamındaki toplam 4 ayetin itiraz olarak geldiği görüşündedir. 

لَا , nahiyedir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  تُحَرِّكْ  fiiline müteallik olan car-mecrur  بِه۪ , ihtimam için, mef’ûl olan  لِسَانَكَ  ‘ye takdim edilmiştir

Veciz ifade kastına matuf  لِسَانَكَ  izafetinde, Hz.Peygambere ait zamire muzâf olan  لِسَانَ , tazim ve şeref kazanmıştır. 

Sebep bildiren masdar harfi  لِ ‘nin dahil olduğu cümlesi masdar tevilinde, تُحَرِّكْ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  لِتَعْجَلَ  fiiline müteallik olan ikinci  بِه۪ۜ  car mecrurundaki zamir Kur’an’a aittir.

 بِه۪ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu ayetteki zamirlerinin hangi ismin yerini tuttuğu açık değildir. Hitap mutlak insana olsaydı, bu zamir, özürlerini sayıp dökmeye kalkışan insanın içindeki yani vicdanındaki şeyin yerini tutabilir ve şöyle demek olurdu: "Ey insan! O gün hesap verirken Hakkın huzurunda vicdanındakini acele söyleyip de işin içinden çıkacağım diye telaş etme, sakın, dilini bile oynatma, zira onu, o bildiklerini derleyip toplayan sen değilsin, biziz. Biz onu derler toplar sana okuruz. Sen yalnız bizim okuduğumuzun ardınca gel ki o vakit tam hakkı söylemiş, yanlışlığa düşmemiş olursun." Gerçi bu ayetin üslup ve akışından bu mana da anlaşılmaz değildir. Fakat hitabın özellikle Peygamber'e olması ve sonra da "Kur'ân" denilmiş bulunması itibarıyla bu zamirinin önce, bu sırada Peygamberin kalbine inmekte bulunan Kur'an'ın yerini tutması gerekir. Zira zamirin yerini tutmuş olduğu ismin manen veya hükmen geçmesinin yeterli olduğu ve ["Şüphesiz biz onu Kadir gecesinde indirdik."] (Kadr, 97/1) âyetindeki gibi birçok yerde Kur'an'ın ismi geçmeden, bulunduğu makam delili ile ona zamir gönderilegeldiği bilinmekle beraber burada sözün akışının buna özel bir işareti de vardır. Onun için tefsirler bu zamirinin Kur'an'ın yerini tuttuğunu açıklamaktadırlar.

Tirmizi de bu ayetin iniş sebebini Saîd b. Cübeyr İbni Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Kur'an inerken Resulullah (sav) iyi bellemek için dilini, dudaklarını depretirdi. Bunun üzerine yüce Allah, ayetini indirdi."

Anlaşılıyor ki Hazret-i Peygamber (sav) bu sure inerken özellikle bu noktada dilini depretmiş, acele okumak istemişti. Bu ayet de bunun üzerine inmiş ve iyi zaptetmesi için her şeyden önce hareketsiz dinlemesi emredilmiştir. Yani Kur'an kalbine, basiretine inerken, sadece dinle, acele okumak için dilini oynatma. (Elmalılı)

 
Kıyamet Sûresi 17. Ayet

اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ  ...


Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 عَلَيْنَا bize düşer
3 جَمْعَهُ onu toplamak ج م ع
4 وَقُرْانَهُ ve okumak ق ر ا

اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  عَلَيْنَا  car mecruru  اِنّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جَمْعَهُ  kelimesi  اِنّ ‘nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قُرْاٰنَهُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ


Ayet, önceki ayetteki nehiy için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْنَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  جَمْعَهُ , muahhar mübtedadır.

اِنَّ ‘nin haberi  جَمْعَهُ  ve ona matuf olan  قُرْاٰنَهُۚ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Bu ayetin manası, "Onu, senin kalbinde ve zihninde toplayıp muhafaza etmek Bize aittir" şeklindedir.

 قُرْاٰنَهُۚ (Onu okutmak) ifadesiyle ilgili olarak da şu iki izah yapılabilir:

a) Buradaki Kur'an ile, ‘okumak’ manası kastedilmiştir. Buna göre şu iki ihtimal söz konusudur:

1) Bununla, Cebrail (as)'in Kur'an'ı Hz Peygamber (sav)'e, ezberleyinceye kadar tekrar tekrar okuması manası kastedilmiştir.

2) Bununla, "Ey Muhammed, sen, unutmaz hale gelinceye değin, Biz sana okutacağız" manası kastedilmiştir ki bu da, ["Sana okutacağız, böylece sen unutmayacaksın"] (A'la / 6) ayetiyle anlatılan husustur. Binaenaleyh birinci izaha göre, okuyan Cebrail (as), ikincisine göre ise Hz Muhammed (sav)'dir.

b) Burada "Kur'an" kelimesi ile, cem’ ve te'lif (toplama ve biraraya getirme) manası kastedilmiştir. Buradaki cem’ (toplama) ile, o vahyin hem Hz  Peygamber (sav)'in zihninde (göğsünde), hem de hariçte toplanması; "Kur'an" kelimesi ile de, onun, Hz Peygamber (sav)'in zihninde ve hıfzında toplanması kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Kıyamet Sûresi 18. Ayet

فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ  ...


O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 قَرَأْنَاهُ O’nu okuduğumuz ق ر ا
3 فَاتَّبِعْ izle ت ب ع
4 قُرْانَهُ onun okunuşunu ق ر ا

فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ


فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  قَرَأْنَاهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَرَأْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اتَّبِعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ‘dir.  قُرْاٰنَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اتَّبِعْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ


فَ , itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.) 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Şart üslubundaki cümlede, şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  قَرَأْنَاهُ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

قَرَأْنَاهُ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

فَ  karînesiyle gelen  فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ  cümlesi şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قَرَأْنَا - قُرْاٰنَهُۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada إِنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إِنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Burada  إنْ  değil,  اِذَا  buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü  اِذَا  harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.  إنْ  harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

Allah Teâlâ, Cebrail (as)'in okumasını kendi okuması gibi saymıştır ki bu, Cebrail (as)'in şeref ve kıymetinin çok büyük olduğuna delalet eder. Bunun bir benzeri, Hz. Muhammed (sav) hakkındaki, ["Kim o peygambere itaat ederse, şüphesiz Allah'a itaat etmiş olur"] (Nisa, 80) ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)

فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ : İbni Abbas (ra), "Bunun manası, "Cebrail (as) onu okuduğunda, sen, onun okumasını takip et" şeklindedir" demiştir, Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

a) Katâde, "Kur'an'ın helal ve haramına uy" manasını verirken,

b) Buna, "Onun kıraatine uy" manası da verilmiştir ki bu, "Senin, Cebrail ile birlikte - aynı anda okuman uygun düşmez. Cebrail okumayı bitirene kadar susmalı ve o sustuğunda okumaya başlamalısın" demektir. Bu izah, birincisinden daha uygundur. Çünkü Hz Peygamber (sav)'e, okumaması, Cebrail (as)'i dinlemesi, Cebrail (as) bitirince okuması emredilmiştir. Burası, Kur'an'ın helaline haramına uyulmasının emredildiği bir yer (siyak) değildir. İbn Abbas (ra) "Bundan sonra, Cebrail (as), Hz Peygamber (sav)'e vahiy getirince, Hz Peygamber (sav) başını önüne eğer ve vahyi dinlerdi. O gidince de, (gelen) ayetleri okumaya başlardı" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kıyamet Sûresi 19. Ayet

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ  ...


Sonra onu açıklamak da bize aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّ şüphesiz
3 عَلَيْنَا bize düşer
4 بَيَانَهُ onu açıklamak ب ي ن

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ


ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  عَلَيْنَا  car mecruru  اِنّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  بَيَانَهُ  kelimesi  اِنّ ‘nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ


17. ayetteki  اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ  cümlesine tertip ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْنَا car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  جَمْعَهُ , muahhar ismidir.

Kapalı ve zor anlaşılan sözleri açıklayan şeye  بَيَانَهُۜ  denilmiştir. Çünkü açığa çıkması kastedilmiş olan manayı beyan etmektedir.

Tefsirciler şöyle demişlerdir: ”Hz  Peygamber (sav)'e vahiy telkin edildiğinde Cebrail (as)’a okuma konusunda acele ederdi. O bitirene kadar sabretmezdi. Kendisinden kaçıvereceği endişesiyle acele ezberlemek isterdi. Bunun üzerine, gönlünü ve kulağını ona vererek susması emredildi. Ta ki kendisine vahiy tamamlanmış olsun. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır: [”...Sana O'nun vahyi tamamlanmadan önce Kur'an (ı okumak)ta acele etme..."] (Tâhâ: 114) Sonra da onda iyice derinleşene kadar onu inceleme işine devam et."

"Dilini kımıldatma" sözü, Resulullahı eğitmek ve öğretmek içindir. Öğretme yönü, işaret edilen şu husustur: Allah'ı bilme kapısı insanların çoğuna kapalıdır. Allah'ı ancak kendi halleri ile ilgili açıdan anlarlar. O da vasıtalar açısıdır. Allah kendisi ile yaratıkları arasında melekleri vasıta kılmıştır. Eğitim yönü ise şudur: Allah'tan vahyi getiren Cebrail (as) olunca, onun getirdiğini, hemen söylemeye başlanıldığında sanki onda acele edilmiş, Cebrail'e ihtiyaç duymama gibi olmuş olur. Bu da şüphesiz edebi ihlaldir. Özellikle mürşid ve muallime karşı olursa. Bu izah ile anlaşıldı ki, ”dilini kımıldatma" sözü, konu değişikliği (istitrâd) yoluyla vâki olmuştur.

Hz. Peygamberin bir vahiy geldiği zamanki durumu acelecilik olunca ve bu sûrenin başından ”mazeretlerini öne sürse bile" (Kıyâme: 15) ayeti vahyedilinceye kadar bundan yasaklanmadığı için, ”dilini kımıldatma" sözüyle bundan nehyedildi. Sonra da söz, insanlara hitap şeklinde başlanılan konuyu tamamlamaya döndü. Bu üslûp, bir öğretmenin şu uygulamasına benzer: öğretmen öğrenciye bir konu anlatır, öğrenci derse yakışmayacak bir şeyle meşgul olursa, öğretmen: ”Aklını bana ver ve söylediğimi anla" der. Sonra da konuyu tamamlar. Allah'tan, her an bizi Kur'an'a uyanlardan kılmasını dileriz. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Günün Mesajı
Müddessir/49. ayetle alakalı olarak Mukâtil'in tefsirinde şu ifadeler yer almaktadır:                                          Kur'ân'dan yüz çevirmek iki türlüdür:                                                                                                                  Birisi bile bile red ve inkâr etmektir.                                                                                                                 Diğeri ise gereğince amel etmeyi terk etmektir. (Kurtubî) Özellikle gereğince amel etme konusu günümüzde önem kazanmıştır. 
 
Parmak uçları vücudun en uç noktalarıdır ve bir insanın kimliği parmak uçları izlerinden anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla ayet, insanın öldükten sonra Kıyamet'te bütün hususiyetleriyle diriltileceğini ifade etmektedir. Ayette Kur'ân'ın bir mucizesini daha görmekteyiz. Çünkü bir insanın parmak izlerinden tanınıp teşhis edilebileceği gerçeği son zamanlarda keşfedilmiştir. Kur'ân ise buna asırlarca önceden parmak basmıştır. Bu da, Kur'ân'ın her şeyi bilen bir zatın Allah'ın kelamı olduğunun açık bir delilidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dedi ki: Aklının her şeye yettiğine ya da en azından ne kadar akıllı olduğuna ikna eden kişileri tanıması gerektiğine inanan kişinin gayba imanı zorlaşır. Zira; ona göre aklın alamadıkları veya günün bilimiyle ispat edilemeyenler veya üstün gördüğü akılların ikna olmadığı bilgiler yoktur.

Yüzyıllar önce yaşayan birine, günün gelişmiş teknolojik cihazlarından biri verilse: ne olduğunu anlamayacağı gibi amacı doğrultusunda da kullanamazdı. İnsanın kapasitesi bulunduğu ortamda, Allah’ın nasip ettiği imkanlara göre şekillenir ve gelişir. Ancak karşısına çıkan fırsatları değerlendirebilir.

Her türlü icadın kademe kademe gerçekleşmiş olması, insan kapasitesinin bir çeşit örneğidir. Belli bir yere ulaşmak için belli yollardan geçmelidir. Belli bilgileri idrak etmek için belli bilgi kırıntılarına sahip olmalıdır. Gayba iman da böyledir ve imtihandır. Ancak, bunu kabul eden kişi, bilinen ve bilinmeyen her konuda Allah’a sığınır.

Ey Allahım! Biz, gayba iman edenlerdeniz. Dünya nimetleriyle keyfince yaşamak isteyen nefislerin ve nefsimizin, her türlü şek ve şüphe vesveselerine kanmaktan Sana sığınırız. Diriliş günü, hakikati gördüğünde, aklı başına gelip dünyaya geri dönmek isteyen ve kaçacak yeri olmayan inkarcıların pişmanlığından muhafaza buyur. Nurun ile imanımızı tamamla ve kuvvetlendir. Muhabbetin ile kalplerimizi ısıt ve genişlet. Merhametin ile kusurlarımızı ört ve affet. Rahmetin ile bizi kuşat ve sevindir.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji