15 Ocak 2024
Müddessir Sûresi 48-56 / Kıyamet Sûresi 1-19 (576. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Müddessir Sûresi 48. Ayet

فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ  ...


Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

Fe atıf veya isti’nafiyedir. Ma nefiy harfidir. Menfi fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Şefâ’atu tenfe’uhum fiilinin failidir. Eşşâfi’îne muzafun ileyh, cemi müzekker salim olduğu için ye ile mecrurdur. Müsnedün ileyhin izafetle merfu olması, sözü kısaltmak ve vecîz [az sözle çok şey ifâde etmek] hâle getirmek  ve tahkir içindir.

Eşşâfi’îne- şefâ’atu kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Yani melekler, nebiler ve diğer bütün ‘şefaatçi’lerin hepsi şefaat etse bile şefaatleri bunlara fayda vermiyor; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimseye edilir. Bunlara ise gazap edilmiştir. Bu sözde o gün şefaatin fayda vereceğine delil vardır; çünkü şefaat Allah’ın razı olduğu kimselerin derecesini artırır. (Keşşaf)

Müddessir Sûresi 49. Ayet

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ  ...


Böyle iken onlara ne oluyor da, öğütten yüz çeviriyorlar?

Burada yapılan benzetme, inkârcıların peygamber ve onun mesajı karşısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koymaktadır.

Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Peygamber’e hitaben, “Allah’tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamızı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz” demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir (Zemahşerî, IV, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331). 53. âyete göre onların bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalarıdır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci içinde geçirmeyi gerektirir; inkârcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onların İslâm ve peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 501

Fe isti’naf, istifham harfidir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif vardır. mübteda, haber mahzuftur. Car mecrur lehum, mahzuf habere muteallıqtır. Anit tezkirati ise hal olan mu’ridîne’ye muteallıqtır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasında rağmen taaccüb ve azarlama manasında olduğu için mecazı mürsel mürekkep vardır.

Mukâtil'in Tefsir'inde şu ifadeler yer almaktadır: Kur'ân'dan yüz çevirmek iki türlüdür: Birisi bile bile red ve inkâr etmektir. Diğeri ise gereğince amel etmeyi terketmektir. Yüz çeviricidirler, onlara lâfzındaki hum zamirinden hal olarak nasbedilmiştir. Lam’da fiil manası vardır. Dolayısıyla halin nasbedilmesi fiil manasına binâendir. (Kurtubi)

Ayetteki, tezkire ile zikir murad edilmiştir. Zikir de, öğüt-nasihat demektir. Dolayısıyla da, bununla hem Kur'ân, hem de diğer va'z-u nasihatlar kastedilmiştir. Buradaki, mu'ridîn kelimesi, "hal" olarak mansubtur ve tıpkı arapların "Ne diye ayakta duruyorsun?" ifadesi gibidir. (Fahrettin Razi)
Müddessir Sûresi 50. Ayet

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ  ...


50-51. Ayetler Meal  :   
Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler.

Ayet hal cümlesi olup fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni kemali ittisaldir. Keenne, inne gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar. Ayrıca ismini haberine benzetir. Hum, keenne’nin ismi olup mahallen mansubtur. Humurun, keenne’nin haberidir. Müstenfiratun haberin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren itnab sanatıdır.

Müstenfiratun, sülasisi nefera olan fiilin istif’âl babında ismi failidir.

Sanki onlar ürken eşeklerdir onların zikri dinlemekten yüz çevirme ve kaçmaları ürken eşeklere benzetmiştir. (Beydavi)
Müddessir Sûresi 51. Ayet

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ  ...


Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemali ittisaldir. Humurun için hal cümlesidir. Car mecrur min qasveratin, ferrat fiiline muteallıqtır. Qasveratin’deki tenvin cins ve tahkir ifade eder.

Ayetteki teşbih vech-u şebeh mürekkeb ve gayrı hakîkî aklî olduğundan temsîlî teşbihtir. (Safvetü’t Tefâsir)
Müddessir Sûresi 52. Ayet

بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ  ...


Hatta onlardan her bir kişi, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.

Bel idrab harfi, intikal içindir. Ayet isti’nafiyedir. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Küllü emrin, yurîdu fiilinin failidir. Car mecrur minhum, failin mahzuf sıfatına muteallıqtır.

En masdar harfi mechul bina edilmiş yu’tâ fiilini nasb ederek manasını masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel yurîdu fiilinin birinci mefulü, suhufen ise ikinci mefulüdür. Muneşşeraten, suhufen’in sıfatıdır. Cümlede sıfatlardan dolayı itnab sanatı vardır. 

Hatta onlardan her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister. Bu, makamın gerektirdiği, mukadder cümle üzerine atfedilen bir cümledir. Takdiri şu şekildedir: ”Onlar inatlarından ve kibirlerinden dolayı bu öğütle yetinmezler, ona razı olmazlar, halta onlardan her biri kendilerine açılmış kitaplar verilmesini ve onu okumayı dilerler. (Ruhul Beyan)
Müddessir Sûresi 53. Ayet

كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ  ...


Hayır, hayır! Onlar ahiretten korkmuyorlar.

Kellâ caydırma ve azarlama harfidir. Tekid ifade eder. Bel idrab harfi, intikal içindir. Cümle isti’nafiyedir. Menfi fiil cümlesi, faidei haber talebi kelamdır. nafiye, el ahirate mefulu bihtir.

Kellâ (Asla!) sözüyle Allah onları bu istekten ve mucize teklifinden menetmiş; sonra da şöyle buyurmuştur: “Aksine! Sırf, âhiretten yana endişelenmedikleri için...” Yani kendilerine sahifeler verilmediği için değil, tamamen bu sebeple yüz çevirmekteler öğüt almaktan!..(Keşşaf)
Müddessir Sûresi 54. Ayet

كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ  ...


Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.

Öğüt ve uyarı olduğu belirtilen şey Kur’an âyetleridir. 55. âyette samimiyet ve iyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur’an’da bulacakları bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah’ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Ama Allah iyilik dileyen için iyiliği, kötülük dileyen için de kötülüğü murat edip yaratmaktadır, uyguladığı kural budur. 

Âyetler uyarıcı olarak Kur’an’ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur’an’ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 501

Kellâ manevi tekid harflerindendir. Caydırma ve azarlama ifade eder. İki tekid unsuruyla cümle faidei haber inkari kelamdır. Muttasıl zamir hu, mahallen mansub, inne’nin ismidir. İnne’nin haberi tezkiratun’dur.

İnnehu ve zekerahu kelimelerindeki zamir, femâ lehum anil tezkirati mu’ridîne (O hâlde, ne’leri var ki bu öğütten yüz çeviriyorlar?) [49] âyetindeki ِettezkiratiا‘ye ait olmakla birlikte müzekkker kılınmıştır; çünkü zikr veya Kur’ân anlamında [müzekker]dir. (Keşşaf)

Hayır bu da yüz çevirmelerini reddir şüphesiz o, bir öğüttür hem de nasıl bir öğüt! (Beydavi)

Müddessir Sûresi 55. Ayet

فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ  ...


Artık kim dilerse ondan öğüt alır.

Ayet fe atıf harfiyle önceki ayete atfedilmiştir. Men şart harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Cümle şart üslubunda, gayrı talebi inşai isnadtır. Haber manalıdır. Şâe fiili şart, zekerahu fiili cevap cümlesidir. Cevap cümlesi aynı zamanda men’in haberidir.

Tezkîratün - zekera kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Müddessir Sûresi 56. Ayet

وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ  ...


Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. O takvaya (kendisine karşı gelmekten sakınılmaya) ehil olandır, bağışlamaya ehil olandır.

Bu âyeti açıklayan bir hadîs-i kudsî şöyledir:” Yüce Allah buyuruyor ki: Korkulmaya lâyık olan Benim. Benden korkan, Benimle beraber başka bir ilâh edinmesin. Onu affetmeye ehil olan da Benim” 
(Tirmizi, Tefsir 75/4; İbni Mâce, Zühd 35; Dârimi, Rikâk 16).

وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ

Ayet vav’la önceki ayete atfedilmiştir. nafiyedir. Menfi fiil cümlesinde illa istisna edatıdır. En masdar harfi, yeşâe fiilini nasb ederek masdara çevirmiştir. En ve masdarı müevvel müstesnadır.

Ayette mütekellimin  Allah Teala olması nedeniyle lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

 

هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ

Surenin son ayetinin son cümlesi fasılla gelmiş ta’liliyedir. Fasıl nedeni kemali ittisaldir. Huve mübteda, ehlul taqvâ haberdir. Ve ehlul mağfireti habere matuftur.

Ehlu kelimesinin tekrarında itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Ancak Allah dilerse öğüt alırlar ayeti öğüt almalarını yahut irâde etmelerini dilerse demektir. Bu da  Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz (Tekvir: 29) âyeti gibidir. Kulun fiilinin Allahü teâlâ'nın dilemesiyle olduğunu açıklamaktadır. Nâfi’ te ile tezkurun okumuştur. Bu iki şekilde şedde ile de okunmuştur (yezzekkerun, tezzekkerun). O, takvanın da ehlidir, yani azabından korkulmaya layıktır, mağfiretin de ehlidir, yani kullarını bağışlamaya da layıktır, özellikle takva sahipleri için. (Beydavi)

Asıl sakınılması gereken de O’dur, bağışlama yetkisinin gerçek sahibi de.. Kullarının kendisinden sakınmasına, azabından korkmasına ve kendisine inanıp itaat etmesine lâyıktır. İman edip itaatte bulunduklarında onları bağışlamaya da lâyıktır. (Keşşaf)

Sonuç bölümü de giriş bölümü gibi mütekellimin titiz olması gereken yerlerden biridir. Çünkü muhâtab yorulmuştur ve son aklında kalacak sözler önemlidir. Etkili ve güzel olursa öncekilerle birlikte zihne yerleşir, aksi hâlde kaybolur gider. Kuran surelerinin son ayetleri hüsnül inteha sanatının güzel örnekleridir. Hüsnül inteha, mütekellimin sözünü makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)

Kıyamet Sûresi
Mushaftaki sıralamada yetmiş beşinci, iniş sırasına göre otuz birinci sûredir. Karia sûresinden sonra, Hümeze sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğunu bildiren âyetlerle başlayan sûrede ağırlıklı olarak kıyamet koparken evrende meydana gelecek olaylar, ölmek üzere olan insanın halleri, öldükten sonra dirilme ve hesap konuları ile inkârcıların âhirette karşılaşacağı zorluklar, mutlu ve mutsuz insanların halleri ele alınmaktadır. Sûrede ayrıca vahiy esnasında Hz. Peygamber’in Cebrâil’den aldığı vahyi hâfızasına yerleştirmek için gösterdiği gayret, Allah Teâlâ’nın bu konudaki uyarıları ve âhiretin varlığını ispatlayan deliller üzerinde durulmuştur.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kıyamet Sûresi 1. Ayet

لَٓا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ  ...


Kıyamet gününe yemin ederim.

Yüce Allah’ın Kur’an’da herhangi bir konuyu yemin ederek zikretmesi o konunun ve üstüne yemin edilen şeyin önemine işaret eder. Burada da korkunç manzaralarla dolu kıyamet gününe ve kendini kınayan, sorgulayan nefse dikkat çekilmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyametle ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır. Müslüman için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağını, dolayısıyla âhiret hayatının ne zaman başlayacağını bilmek değil, kıyametin kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata inanmak ve ona gerektiği şekilde hazırlanmaktır. İslâm inancına göre sûra ilk üflendiğinde bütün canlılar ölecek; kabir hayatı veya berzah denilen ve ölümle kıyametin kopması arasındaki dönemi kapsayan sürecin dolması ve kıyametin kopmasından bir süre sonra sûra ikinci defa üflenince, insanlar yeniden diriltilerek yattıkları yerlerden kalkıp mahşerde toplanacaklardır. Arkasından hesaba çekilip yargılanma, amel defterlerinin ortaya konması, mîzan yani iyilik ve kötülüklerin tartılması, değerlendirilmesi gibi âhiret halleri denilen aşamalar gerçekleştikten sonra cennetlikler ve cehennemlikler belli olacak, sırat köprüsünden geçebilenler cennete kavuşurken geçemeyenler cehennemi boylayacaklardır.

Sözlükte nefs (nefis), “bir şeyin kendisi ve hakikati, benlik, can, ruh, kalp, insandaki mânevî güç, kan” gibi anlamlara gelmektedir, Kur’an-ı Kerîm’de nefis, insanı, insanın şahsını, varlık bütünlüğünü, kişiliğini ifade eder (meselâ bk. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25, 30; En‘âm 6/70, 151). Ancak zamanla İslâm düşüncesinde “nefis” kelimesi daha özel olarak iki anlamda kullanılmıştır: 1. Nefis, insandaki istekler, arzular, güdüler, dürtüler ve duygular bütünüdür. Uygun eğitim almamış insanda ortaya çıkan kötü huy ve özellikler buradan kaynaklanır. 2. İnsanın hakikati ve kendisi. Gazzâlî, bu anlamda nefsin kalp, ruh ve akılla eş anlamlı olduğunu belirtir (İhyâ, III, 3-5).

İnsan nefsi iki temel özelliğe sahiptir: a) Nefis dinamiktir, kendi kendisini dengeleyici bir sistemdir ve onda zıt eğilimlerin meydana getirdiği psikolojik bir gerginlik ortamı vardır. Bu gerginlikler davranışlarda güdüleyici bir sistem olarak rol oynarlar. Kur’an’da muhtelif âyetlerde nefsin bu özelliğine işaret edilmektedir (meselâ bk. Şems 91/7-10; Tîn 95/4). b) Nefiste gelişme ve olgunlaşma gücü vardır. İlkel haliyle nefis, içgüdüsel isteklerin baskın olduğu, dolayısıyla ahlâkî ölçülere uyum sağlamakta zorlandığı için kötülüğe yatkındır. Bu özellikteki nefis derecesine nefs-i emmâre denilir (nefis hakkında bk. Nisâ 4/1). Mutasavvıflar, nefsin mertebelerini ve hallerini şu şekilde açıklamışlardır: 1. Nefs-i emmâre: Şeytana uyarak şehevî (bedensel, biyolojik) isteklerin, makam ve mevki sahibi olma gibi tutkuların karşılanmasını emreden ve kalbi süflî yönlere çeken kuvvet demektir. 2. Nefs-i levvâme: Bayağı eğilim ve arzulara karşı mücadele eden, işlediği günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve düzeltmeye çalışan nefis basamağıdır. 3. Nefs-i mülhime: Hayır ve şerri idrak edebilme melekesine sahip olan nefistir. 4. Nefs-i mutmainne: İman nuruyla tam aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup yüce ahlâk ile bezenmiş olan nefistir. Bu dereceye ulaşan nefsin sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur. Bu nefis hem Allah ile hem kullarla hem de kendisiyle barışık olduğu için huzur ve tatmin içerisindedir. 5. Nefs-i zekiyye: Nefsi kirletecek inkâr, cehalet, kötü hisler, yanlış inançlar ve kötü huylardan temizlenmiş; iman, ilim, irfan, iyi hisler, güzel huy ve ilâhî ahlâk gibi takva özellikleriyle terbiye edilmiş nefis demektir. 6. Nefs-i râziye: Kendisi ve başkaları hakkında Allah’ın hayır veya şer olarak takdir ettiği hükümlere tereddütsüz rıza gösterip teslim olan nefsin makamıdır. 7. Nefs-i marziyye: Allah ile kul arasında karşılıklı rıza ilişkisinin kurulduğu, kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olduğu makamdır. 8. Nefs-i kâmile: Kişinin ahlâk ve marifette kemale ererek irşad mevkiine yükseldiği makamdır (Konu hakkında bk. Süleyman Uludağ, “Nefis” DİA, XXXII, 526-529; Hayati Hökelekli İFAV Ans., III, 464-466). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 504-505

Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)

Ayet ibtidaiyyedir. Lâ zaidtir. Kasem üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Car mecrur biyevmi, uqsimu’ya müteallıqtır.

Elqıyameti’deki elif lam takısı ahdi ilmidir. 

Kasem fiilinin başına cinsini nefyeden ’nın gelmesi (Arapların) sözlerinde ve şiirlerinde çokça görülen bir durumdur. (Keşşaf, Beydavi)

Kıyamet Sûresi 2. Ayet

وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ  ...


(Kusurlarından dolayı kendini) kınayan nefse de yemin ederim (ki diriltilip hesaba çekileceksiniz).

Vav atıftır. nafiye veya kasemi tekit için zaidtir. Kasem üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. Car mecrur binnefsi, uqsimu fiiline müteallıqtır. Ellevvâmeti, ennefsi’nin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.

Kasemin cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri letebasenne şeklindedir.  

Ennefsi’deki elif lam takısı cins içindir.

O gün yani kıyamet günü diğer nefisleri takvâ hususundaki eksiklikleri sebebiyle kınayan takvâ sahibi nefse yemin ederim ki. Veya iyilik yapmak için gayret etmesine rağmen hâlâ kendisini kınayan nefse yemin ederim ki. Hasan-ı Basrî’nin: “Mümini daima nefsini kınarken görürsün; kâfir ise sağa sola bakmadan devamlı ileri gider; kendisini hiç azarlamaz.” dediği nakledilir. Şöyle de denilmiştir: Nefs-i Levvâme; iyi biriyse iyiliğini daha fazla artırmadığı, kötü biriyse de kusurlu davrandığı için o gün kendini ayıplayan nefistir. Onun Hz. Âdem’in nefsi olduğu da söylenmiştir. Hâla, cennetten çıkmasına sebep olan fiili sebebiyle kendisini kınamaktadır. (Keşşaf)

1 ve 2. ayetinde kasem fiiline nefiy ‘sı getirilmiştir. Bu, yemin edilen şeyin değerini artırmak için mubâlağa amacıyla getirilir. Muhatab mütekellimin önemli bir şeye yemin etmek istediğini ama yemin edeceği şeyin faniliğinden dolayı yeminin kıymetsiz olmasından uzak durup ifadesine diyerek başladığını düşünür. Bu da yergiye benzer bir şekilde tekidin gücünü artırır. (İbn Âşûr)

Kıyamet Sûresi 3. Ayet

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَلَّنْ نَجْمَعَ عِظَامَهُۜ  ...


İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?

Kur’an’da çeşitli vesilelerle bildirildiğine göre putperest Araplar, insanların öldükten ve bedenleri çürüyüp toprak haline geldikten sonra yeniden diriltilmesini imkânsız görüyor, Hz. Peygamber’e bunun nasıl olacağını soruyorlardı; fakat aslında gayeleri gerçeği öğrenmek değil, alay ve inkâr etmek olduğu için aldıkları cevaplar üzerinde düşünmüyor, söylenene inanmıyorlardı. Âyetler hem onların bu tutumunu kınamakta hem de ölümden sonra dirilmenin gerçekleşeceğini kesin ve ince bir üslûpla ifade etmektedir.

4. âyetin metnindeki tesviye kavramı, “yaratılış sürecinde insana bedensel özelliklerinin tam olarak verilmesi” anlamında başka âyetlerde de geçmektedir (bk. İnfitâr 82/7; A‘lâ 87/2). Bu kullanım dikkate alındığında konumuz olan âyette tesviye kavramının, parmak kemiklerinin bir araya getirilmesi yanında parmaklara bütün özelliklerinin yeniden eksiksiz verileceğini de ifade ettiği düşünülebilir. Bilindiği gibi her bir insanın avuç içinde ve parmak uçlarında bulunan çizgiler, onun bir tür kişilik şifresi olup başka hiçbir insanda bulunmayan, yalnız ona ait olan bir kompozisyonda yaratılmıştır. Muhtemelen âyette yeniden yaratılmanın bu inceliğine de işaret etmek için özellikle parmakların yaratılışı zikredilmiştir. Ayrıca âyette, edebî bir sanat olarak parmaklar zikredilmiş, fakat bedenin tamamı kastedilmiştir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 505-506

İsti'nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş talebi inşai isnadtır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da amaç soru sorup cevap beklemek değildir. Cümlede asıl mana azarlama ve kınama olduğu için terkib mecazı mürsel mürekkeptir.

En ve masdarı müevvel hasibe fiilinin iki mefulu yerindedir. En muhaffefe enne’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Len necmea cümlesi enne’nin haberi olarak mahallen merfudur. Len, muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. Izâmehû mefuldur.  

Elinsânu’deki elif lam takısı cins içindir.
Kıyamet Sûresi 4. Ayet

بَلٰى قَادِر۪ينَ عَلٰٓى اَنْ نُسَوِّيَ بَنَانَهُ  ...


Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Belâ, menfi soruya cevap harfidir. Takdiri belâ necmeuhâ (Elbette ki toplarız) şeklindedir. Qadîrîne, mukadder fiilin failinin halidir. Hal itnab babındandır.

En ve masdarı müevvel alâ harfi ceriyle birlikte qâdirîne’ye müteallıqtır. Benânehû, nusevviye fiilinin mefuludur.  

Belâ (Evet) bu bir tasdik (onaylama) edatıdır. Şu kadar var ki bu, neam, (evet), (hayır) gibi değil, olumsuzluğu isbat suretiyle tasdik ve onay ifade eder. Mesela, "daha gelmedi mi?" şeklinde sorulan olumsuz bir soruya "evet" yahut "hayır" ile cevap verilse, "evet gelmedi, hayır gelmedi" denilmiş gibi olduğu halde, aynı soruya "belâ" ile cevap verildiği zaman "evet geldi" denilmiş olur. Onun için biz belâ kelimesini fiili söylemeden yalnız olarak tercüme edemiyoruz. Burada "toplayamayacağımızı mı sanıyor?" sözüne karşılık "belâ" denilmesi, belâ necmeu "evet toplarız" demektir. Gücü yeten kişiler olarak.anlamını ifade eden qadirîne kelimesi, ayetin metninde bulunmayan ve necmeu (toplarız) şeklinde takdir edilen fiilin (Failinin) hâl ve durumunu bildirir. Qadirîne kelimesi,  necmeu fiilindeki zamirden haldir. Mânâsı: "Evet, biz onun kemiklerini öyle bir araya getirir, derler toplarız ki, parmaklarını bile eski düzgün hallerine getirmeye gücümüz yeterek yani sade o iri kemiklerini değil, vücudun en ince oluşumuna varıncaya kadar hepsini, hatta gövdesinin, kol ve bacaklarının en ince uçları olan parmaklarını, uçlarındaki inceliklere varıncaya kadar tamamiyle düzeltmek şartıyla derleyip toplamaya gücümüz yeter'' şeklindedir. (Elmalılı Hamdi Yazır  

Belâ kelimesi, menfi cümlenin başına gelen istifhâm edatının cevabında gelir ve cümledeki menfiliği ortadan kaldırıp ifadeyi müspet hale getirir. (Hattabî, Beyanu İ'cazi'l-Kur'an, s. 31) 

Cenâb-ı Hak burada, Benânuhu (Parmak uçlarını) kelimesiyle diğer azaların da bir araya getirileceğine dikkat çekmiş olup, buna göre kelamın takdiri, "Biz, o insan toprak olduktan sonra, onun parmaklarını, başlangıçtaki gibi yapmaya kadiriz.." demektir ki, bu da, bir şeye en başında (ibtidâen) kadir olan kimsenin, sonunda ve yeniden yaratmada da buna kadir olmasını gerektirir. Cenâb-ı Hak burada, özellikle "parmak uçları" kelimesini getirmiştir. Çünkü parmak uçları, insanın yaratılışının en son, en çok detaylı olan kısmıdır. (Fahreddin Razi)

Kıyamet Sûresi 5. Ayet

بَلْ يُر۪يدُ الْاِنْسَانُ لِيَفْجُرَ اَمَامَهُۚ  ...


Fakat insan önünü (geleceğini, kıyameti) yalanlamak ister.

“Günah” diye çevirdiğimiz fücûr kelimesinin “haktan sapma” anlamına geldiğini, bu sapmanın sözle de eylemle de olabileceğini belirten Şevkânî, âyetle ilgili açıklamaları şöyle özetler: İnsanoğlu bugünüyle yarınıyla her zaman günah işlemeyi öne alır; günahı peşin işler, tövbeyi tehir eder. İbnü’l-Enbârî’nin yorumuna göre insan, yaşadığı sürece hep günah işlemek ister, işlediği günahtan dönmek, günahkârlığı terketmek gibi bir niyet taşımaz. Mücâhid, Hasan-ı Basrî, İkrime, Süddî ve Saîd b. Cübeyr de âyeti şöyle açıklamışlardır: “İnsan ölünceye kadar hep tövbe edeceğini söyler durur; sonuçta en kötü hallerini yaşarken ölüm onu yakalar.” Dahhâk’e göre insanın bu haline “emel” denir; yani o, “Daha yaşayacağım, dünyadan nasibimi alacağım” der, ölümü hiç hatırına getirmez (bk. V, 388).

Âyetteki fücûr kelimesine “inkâr” anlamı verenler de olmuştur. Buna göre âyetin mânası şöyledir: “Fakat insan önündekini (kıyameti) inkâr etmek istiyor.” Devamındaki âyette kıyamet gününün ne zaman geleceğine dair sorulan sorunun bu mânayı desteklediği düşünülebilir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 506

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Bel idrab harfidir. İntikal ifade eder. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. 

Li, yefcura fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, yurîdu fiilinin mefulu olarak mahallen mansubtur. Mekan zarfı emâme, mansubtur.

Bel yurîdu ifadesi, e yahsebu (zannediyor mu ki) ifadesine atfedilmiştir; dolayısıyla 

(i) onun gibi istifhâm olması da [câizdir]; 

(ii) hakkında soru sorulan bir husustan bir başka hususa geçilen (ıdrâb) olumlu bir cümle olması da [caizdir]; 

(iii) hakkında soru sorulan bir husustan mûceb (Yani işin öyle olduğunu belirten, olumlu, sabit; soru şeklinde veya olumsuz değil) bir cümleye geçiliyor (ıdrâb) olması da caizdir. (Keşşaf)

Elinsânu’deki elif lam takısı cins içindir.
Kıyamet Sûresi 6. Ayet

يَسْـَٔلُ اَيَّانَ يَوْمُ الْقِيٰمَةِۜ  ...


“O kıyamet günü ne zaman?” diye sorar.

Ayet yefcura fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Eyyâne istifham harfi, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Yevmül qıyameti muahhar mübtedadır.

Bu cümle, mütekellimin cevap bekleme kastı olmaması, alay ve tahakküm anlamı içermesi sebebiyle vaz edildiği istifham üslubundan ayrılmıştır. Bu nedenle mecazı mürsel mürekkeptir.

Eyyâne azamet ve vehâmeti gerektiren yerler dışında kullanılmaz. Bu âyette olduğu gibi kıyamet ve yeniden diriltilme gibi hep azamet ve vehâmet içeren konular için kullanılmıştır. (Sekkâkî, Miftahul-Ulûm, s. 313.)

Ne zamanmış o kıyamet günü?! diye sorarken, kıyametin kopmasını uzak gören inatçı bir kimse edâsıyla “soruyor.” “Diyorlar ki; ne zaman gerçekleşecekmiş bu tehdit?!” [Yûnus 10/48] âyeti de bunun gibidir. (Keşşaf)

Yeselu eyyâne yevmül kıyâmeti (İnsan, kıyamet gününün ne zaman olacağını so­ruyor.) âyetinde olayın gerçekleşmesi uzak görülmemektedir. Zira sorudan maksat, olayı uzak görmek ve inkâr etmektir. (Safvetü’t Tefâsir)
Kıyamet Sûresi 7. Ayet

فَاِذَا بَرِقَ الْبَصَرُۙ  ...


7-10. Ayetler Meal  :   
Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan “kaçış nereye?” diyecektir.

6. ayette inkârcılar “Kıyamet günü ne zamanmış?” şeklindeki sorularında ciddi olmadıkları için verilen cevapta kıyamet gününün zamanına ilişkin açıklama yapmak yerine oldukça kısa fakat son derece edebî ve etkileyici ifadelerle o gün meydana gelecek olaylar anlatılarak muhatapların uyarılması amaçlanmıştır. Çünkü insan için asıl önem taşıyan şey, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başına nelerin gelebileceğini iyice anlayıp ebedî hayata gerektiği şekilde hazırlanmaktır. 7. âyette geçen “göz dehşetle açıldığı” şeklindeki ifade mecazî bir anlatım olup ansızın meydana gelecek olan kıyamet gününün şiddetinden dolayı insanın içine düşeceği şaşkınlık, korku, dehşet gibi psikolojik hallere işaret eder. 

Müfessirler kıyamet sırasında ayın tutulması olayını, normal zamandaki ay tutulmasının da ötesinde, “ayın ışığının veya kendisinin tamamen yok olması” (Râzî, XXX, 220; Zemahşerî, IV, 191) yahut “ayın parlaklığını kaybedip sönükleşmesi, ışığın cılızlaşması” şeklinde tefsir etmişlerdir (Elmalılı, VIII, 5477). Güneşle ayın birleştirilmesini, “her ikisinin de ışığının giderilmesi” veya “güneş ile ayın birleşerek tek kütle haline gelmesi, bir araya getirilmesi” şeklinde yorumlamışlar, “güneş dürüldüğü zaman” (Tekvîr, 81/1) meâlindeki âyeti de buna delil getirmişlerdir. Bu dehşet verici manzaralar karşısında insanın kaçacak yer aramasının sebebi, onun yaşadığı korku ve dehşet hali olabileceği gibi, Allah’ın huzurunda mahcubiyet duyması veya cehennemde yanmaktan korkması da olabilir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 507

Fe isti’nafiyyedir. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Beriqa cer mahalinde, muzafun ileyhtir. Elbasaru faildir.  

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Beriqalbasaru yani göz dehşetten şaşkına döndüğünde... Aslen, kişi yıldırıma bakıp gözleri dehşete düştüğünde söylenen beriqa’r-raculu ifadesinden alınmıştır. el-Berîktan beraka şeklinde de okunmuştur; yani çok fazla dikmesi sebebiyle gözleri parladığında… (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 8. Ayet

وَخَسَفَ الْقَمَرُۙ  ...


Atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elqameru faildir.

Ay tutulduğunda, ışığı gittiğinde veya kendisi yok olduğunda demektir. Meçhul sîga ile husife şeklinde de okunmuştur. Allah onları batıdan doğdurduğu için; Güneş ve Ay bir araya getirildiğinde…Veya ışıklarının giderilmesi hususunda bir araya getirildiklerinde. Veya cehennemde sanki boğazlanmış iki öküz gibi iki yuvarlak siyah cisim hâlinde bir araya getirildiklerinde. Veya bir araya getirilip denize atıldıkları ve deniz Allah’ın en büyük ateşi hâline geldiğinde… (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 9. Ayet

وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُۙ  ...


Ayet atıf harfi vav ile beriqal basaru cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Eşşemsu naibu faildir. Elqameru, eşşemsu’ye matuftur. 

Cumia fiili meçhul getirilerek muhâtabın fâili değil de fiili düşünmesi istenmiştir.

Eşşemsu - elqameru kelimeleri arasında muraatun nazir sanatı vardır. 

7. ayet elbasaru, 9.ayet elqameru ve 10.ayet elmeferu gibi âyet sonlarında birbirine uygunluk vardır. Edebiyatta buna seci' murassa' denir. Bu, Muhammed (s.a.v)'in mucizesi Kur'ân'ın özelliklerindendir. (Safvetü’t Tefâsir)
Kıyamet Sûresi 10. Ayet

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّۚ  ...


Ayet şartın cevabıdır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elinsânu faildir. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Yeqûlu fiiline müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Eyne, soru manası olan mekan zarfı, mukaddem mahzuf habere müteallıqtır. Elmeferu muahhar mübtedadır. Mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Ayette mütekellim Allah teala’dır. Cümledeki soru azarlama, kınama ve cahillikle suçlama manası taşır. Dolayısıyla mecazı mürsel mürekkeptir.  

Bu ayette kâfir, Allah'ın azabından kaçabileceği bir yerin var olmasını temenni etmektedir. (Suyûtî)

Kıyamet Sûresi 11. Ayet

كَلَّا لَا وَزَرَۚ  ...


Hayır, hiçbir sığınacak yer yoktur.

Yüce Allah Hz. Peygamber’in şahsında insanlığa hitap ederek kıyamet koptuğu gün artık Allah’ın huzurundan başka kaçıp sığınılacak, varıp durulacak bir yerin bulunmadığını haber vermektedir. O gün herkes Allah’ın huzurunda toplanacak ve dünyada yapıp ettikleri ve yapması gerektiği halde yapmadıkları iyi ve kötü ne varsa hepsi ona haber verilecektir. Bununla birlikte insan görünüşte cezadan kurtulmak için çeşitli mazeretler ileri sürse de 15. âyetin bildirdiğine göre, gerçekte kendisi hakkında yine kendisi tanıklık edecek, gerçeği gizlemesi mümkün olmayacaktır. İsrâ sûresinin 14. âyetinde de bazı müfessirler, insanın kendisi hakkında tanıklık etmesini, organlarının şahitlik yapması (bk. Nûr 24/24; Yâsîn 36/65) olarak açıklamışlardır.

 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 507

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. , cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. İsmi vezera’dır. ’nın haberi mahzuftur. Takdiri mevcûdun metâhun lehum (Onlar için ulaşılabilir) şeklindedir. Cümlede icazı hazif vardır.

Kellâ (Hayır!) kelimesi, kaçmanın söz konusu olmayacağını bildirmektedir. Lâ vezera (sığınak yok) anlamındadır. Kendisine sığınıp tehlikelerden kurtulduğun dağ vb. her şey senin için vezerdir. (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 12. Ayet

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمُسْتَقَرُّۜ  ...


O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur.

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Car mecrur ilâ rabbike, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Mahzuf habere müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Elmüsteqarru, muahhar mübtedadır.

Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Yevmeizin kıyamet gününden kinayedir.

O gün kulların karargâhı, tamamen senin Rabbindir; yani O’ndan başkasında karar kılamaz, yönelemezler. Veya kulların işleri O’nun hükmüne bakar; başkası o hususta hüküm veremez; tıpkı “Kimin, bugün hükümdarlık?” [Gāfir 40/16] âyetindeki gibi. Veya karar kılacakları cennet veya cehennemi belirlemek senin Rabbine âittir; yani bu konu tamamen O’nun iradesine bağlıdır; dilediğini cennete, dilediğini cehenneme koyar. (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 13. Ayet

يُنَبَّؤُا الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَاَخَّرَۜ  ...


O gün insana, yapıp önden gönderdiği ve yapmayıp geri bıraktığı şeyler haber verilir.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elinsânu, naibu faildir. Yunebbeu fiili meçhul getirilerek muhâtabın fâili değil de fiili düşünmesi istenmiştir.

Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Yunebbeu fiiline müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Müşterek ismi mevsul mâ, bi harfi ceriyle birlikte yunebbeu fiiline müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası qaddeme’dir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. Ahhara sılaya matuftur.

Qaddeme - ahhara kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır. 

Kıyamet Sûresi 14. Ayet

بَلِ الْاِنْسَانُ عَلٰى نَفْسِه۪ بَص۪يرَةٌۙ  ...


14-15. Ayetler Meal  :   
Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Bel idrab harfidir. İntikal ifade eder. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Elinsânu mübtedadır. Car mecrur alâ nefsihî, basîratün’e müteallıqtır. Basîratün haberdir.

Basîratün kelimesinin sonundaki te mübalağa içindir.
Kıyamet Sûresi 15. Ayet

وَلَوْ اَلْقٰى مَعَاذ۪يرَهُۜ  ...


Basîratün’ün failinden hal olarak haldir. Vav haliyyedir. Şart üslubunda talebi inşai isnadtır. Lev, gayrı cazim şart edatıdır. Elqâ şart fiilidir. Meâzîrahu mefuldur. 

Şartın cevap cümlesi hazfedilmiştir. Takdiri mâ qubilet minhu (Ondan kabul edilmez) şeklindedir. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

Kıyamet Sûresi 16. Ayet

لَا تُحَرِّكْ بِه۪ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِه۪ۜ  ...


(Ey Muhammed!) Onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma.

Hz. Peygamber, gelen vahyi hemen hâfızasına yerleştirmek için tamamlanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Allah Teâlâ bu âyetleri indirerek ona vahiy geldiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir (bk. Taberî, XXIX, 116-119; Buhârî, “Tefsîr”, Sûre, 75, 2). Bu âyetlerde yüce Allah üç şeyi kendi üzerine aldığını bildirmiştir: 1. Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak toplayıp Resûlullah’ın unutmamasını sağlamak (bu hususta ayrıca bk. A‘lâ 87/6); 2. Vahyi Hz. Peygamber’in okumasını sağlamak; 3. Vahyi açıklamak. Ayrıca 19. âyette vahiy kendisine okunduğunda Hz. Peygamber’in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 75; Müslim, “Salât”, 148). Allah Teâlâ “biz onu okuduğumuz zaman” buyurarak okuma fiilini kendisine isnat etmiştir; başka âyetlerde onu vahiy meleğinin (Cebrâil) Hz. Peygamber’in kalbine indirdiği bildirilmektedir (meselâ bk. Bakara 2/97; Nahl 16/102; Şuarâ 26/193). Bu âyetler arasında çelişki yoktur. İlâhî vahyin Cebrâil aracılığı ile Hz. Peygamber’in zihnine yerleştirilmesi de bir okumadır. Sonuçta kelâmın sahibi O’dur. Söz/Kur’an O’nun sözüdür; okutan O’dur; şu halde gerçekte okuyan da O’dur. (vahyin geliş şekilleri hakkında bilgi için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri, 2. Vahiy” başlığı).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 509
Peygamberimiz vahyi alırken, ondan bir şey kaçırmamak için, büyük bir dikkatle Cebrail aleyhisselâmı takip ediyor ve bir yandan da onun söylediklerini tekrarlıyordu. Bu ve devamındaki âyetler ise, bu konuda bir endişeye gerek olmadığını, zira vahyi indirmek kadar, onu kurmayı da Allah’ın üstlendiğini bildirmektedir. 
(Buhari, Tefsir 75/1-2; Müslim, Salât 147,148; Tirmizi, Tefsir 75/1).

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. nahiyedir. Nehiy üslubunda talebi inşa  isnadtır. Car mecrur bihî, tüharrik fiiline müteallıqtır. Lisâneke, tüharrik fiilinin mefuludur. 

Li, ta’cele fiilini gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. En ve masdarı müevvel, lâm harfiyye birlikte tüharrik fiiline müteallıqtır. Car mecrur bihî, ta’cele fiiline müteallıqtır.

Bihî (onu)’daki zamir Kur’ân’a aittir.
Kıyamet Sûresi 17. Ayet

اِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْاٰنَهُۚ  ...


Şüphesiz onu toplamak ve okumak bize aittir.

Nehiy için ta’lil olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Car mecrur aleynâ, mahzuf inne’nin haberine müteallıqtır. Cemahû, inne’nin muahhar ismidir. Qurânehu, cemahû’ya matuftur.
Kıyamet Sûresi 18. Ayet

فَاِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْاٰنَهُۚ  ...


O hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.

Fe atıftır. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Qara’nâ cer mahalinde muzafun ileyhtir.

Fe şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Qurânehu, mefuldur.

Qara’n’a - qurânehu kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Kıyamet Sûresi 19. Ayet

ثُمَّ اِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۜ  ...


Sonra onu açıklamak da bize aittir.

Ta’liliyye cümlesine matuftur. Sümme tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Car mecrur aleynâ, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Beyânehû inne’nin muahhar ismidir.

Bazı harflerin farklılığından dolayı 4. ayetteki benânehu ile buradaki beyânehu kelimeleri arasında tam olmayan cinas vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Bu, aceleci dünyayı sevmeyi kınama manasını te'kit eden ara cümledir. Çünkü acele, en önemli ve dinin aslı olan işlerde kınanınca, diğerlerinde nasıl olur!

Ya da bu âyet inerken yaşanan şeyleri zikreden ara cümledir (latüharrik bihi âyeti, yukarıdaki 5. ayetle aşağıdaki 20.,âyet arasında itiraziye cümlesidir. Orada geçen olayı ve acelenin kötü olduğunu dile getirmektedir). (Beydavi)

Günün Mesajı
Parmak uçları vücudun en uç noktalarıdır ve bir insanın kimliği parmak uçları izlerinden anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla ayet, insanın öldükten sonra Kıyamet'te bütün hususiyetleriyle diriltileceğini ifade etmektedir. Ayette Kur'ân'ın bir mucizesini daha görmekteyiz. Çünkü bir insanın parmak izlerinden tanınıp teşhis edilebileceği gerçeği son zamanlarda keşfedilmiştir. Kur'ân ise buna asırlarca önceden parmak basmıştır. Bu da, Kur'ân'ın her şeyi bilen bir zatın Allah'ın kelamı olduğunun açık bir delilidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Dedi ki: Aklının her şeye yettiğine ya da en azından ne kadar akıllı olduğuna ikna eden kişileri tanıması gerektiğine inanan kişinin gayba imanı zorlaşır. Zira; ona göre aklın alamadıkları veya günün bilimiyle ispat edilemeyenler veya üstün gördüğü akılların ikna olmadığı bilgiler yoktur.

Yüzyıllar önce yaşayan birine, günün gelişmiş teknolojik cihazlarından biri verilse: ne olduğunu anlamayacağı gibi amacı doğrultusunda da kullanamazdı. İnsanın kapasitesi bulunduğu ortamda, Allah’ın nasip ettiği imkanlara göre şekillenir ve gelişir. Ancak karşısına çıkan fırsatları değerlendirebilir.

Her türlü icadın kademe kademe gerçekleşmiş olması, insan kapasitesinin bir çeşit örneğidir. Belli bir yere ulaşmak için belli yollardan geçmelidir. Belli bilgileri idrak etmek için belli bilgi kırıntılarına sahip olmalıdır. Gayba iman da böyledir ve imtihandır. Ancak, bunu kabul eden kişi, bilinen ve bilinmeyen her konuda Allah’a sığınır.

Ey Allahım! Biz, gayba iman edenlerdeniz. Dünya nimetleriyle keyfince yaşamak isteyen nefislerin ve nefsimizin, her türlü şek ve şüphe vesveselerine kanmaktan Sana sığınırız. Diriliş günü, hakikati gördüğünde, aklı başına gelip dünyaya geri dönmek isteyen ve kaçacak yeri olmayan inkarcıların pişmanlığından muhafaza buyur. Nurun ile imanımızı tamamla ve kuvvetlendir. Muhabbetin ile kalplerimizi ısıt ve genişlet. Merhametin ile kusurlarımızı ört ve affet. Rahmetin ile bizi kuşat ve sevindir.

Amin.