16 Ocak 2024
Kıyamet Sûresi 20-40 / İnsan Sûresi 1-5 (577. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kıyamet Sûresi 20. Ayet

كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ  ...


20-21. Ayetler Meal  :   
Hayır! Siz dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. Bel idrab harfidir. İntikal ifade eder. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elâcilete, tuhibbû fiilinin mefuludur.

Tuhibbu fiili if’al babındadır. Sülasisi habebe’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Kellâ (Hayır!) kelimesi, Peygamber’e (s.a.) bir daha acele etmeyi yasaklamakta, bu yaptığının yanlış olduğunu bildirerek, sabırlı ve sakin olmaya teşvik etmektedir. Peşinden “Hayır!.. Aslında, siz aceleden hoşlanıyorsunuz” âyeti getirilerek, bu konuda mübalağa edilmiştir. Âdeta şöyle buyrulmaktadır: “Hayır!.. Aslında siz -ey Âdemoğulları- ‘acele’den yaratıldığınız; yani acelecilik tabiatınıza yerleştirildiği için her işte acele ediyorsunuz! Bu sebeple de âcil ve peşin olanı seviyor; “Âhireti ise bırakıyorsunuz!..” (Keşşaf)

Kıyamet Sûresi 21. Ayet

وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ  ...


Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai  kelamdır. Elâhirate, tezerûne fiilinin mefuludur.

Elâcilete - elâhirete kelimeleri arasında tıbak-ı icab sanatı vardır.

Tuhıbbûne ve tezerûne fiilleri yâ ile de okunmuştur ki daha etkilidir. Şayet (Onu okumak için dilini kıpırdatma.) [16] diye başlayan âyet grubunun Kıyâmet konusuyla nasıl bir bağlantısı var? dersen şöyle derim: Bağlantı şu yöndendir: Bu âyetler, dünyayı sevip âhireti terketmeleri sebebiyle insanları azarlamaya bir geçiştir. (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 22. Ayet

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ  ...


O gün birtakım yüzler aydındır.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Vucûhu mübtedadır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Nâdıratün’e müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Yevmeizin kıyamet gününden kinayedir.

Nâdıratün, vucûhu’nun sıfatıdır. Veya mübtedanın haberidir.

Vucûhun yevmeizin (Yüzler vardır ki o gün…) âyetinde mecâz-ı mürsel var­dır. Bu, zikr-i cüz, irâde-i küll kısmından olup yüz ile insanın tümü kasdedilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
Kıyamet Sûresi 23. Ayet

اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ  ...


Rablerine bakarlar.

Riyazus Salihin, 1902 Nolu Hadis
Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gece Resûlullah’ın yanında bulunuyorduk. On dördüncü gecesindeki aya baktıktan sonra şöyle buyurdu:
“Şu ayı hiç bir sıkıntı çekmeden gördüğünüz gibi Rabbinizi de ayan beyan göreceksiniz.”
(Buhârî, Mevâkîtü’s-salât 16,Tefsîru sûre (50), 2, Tevhîd 24; Müslim, Mesâcid 211. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbni Mâce, Mukaddime 13)

(Ashab, Resulullah'a): "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. Aleyhissalatu vesselam: "Bulutsuz bir günde, öğle vaktinde güneşi görme hususunda bir itişip kakışmanız olur mu?" diye sordu. Ashab: "Hayır!" deyince: "Bulutsuz (dolunaylı) gecede ayı görmekte itişip kakışmanız olur mu?" diye tekrar sordu. Ashab yine: "Hayır!" deyince: "Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal'e yemin olsun, Rabbinizi görme hususunda da hiçbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı güneş ve ayı görmede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Böylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Rabb Teala: "Ey filan! Ben sana ikram etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar (hizmetçi) kılmadım mı? Reislik yapmana, ganimet malından dörtte bir almana müsaade etmedim mi ?" diye soracak. Kul: "Evet ey Rabbim!" diyecek. Rab Teala: "Benimle karşılaşacağını hiç düşünmedin mi?" diyecek. Kul bu soruya: "Hayır!" karşılığını verecek. Rab Teala da: "Öyleyse şimdi de ben seni unutuyorum. Tıpkı (dünyada) sen beni unuttuğun gibi!" diyecek. Sonra ikinci kul Allah'ın karşısına çıkar. Rab Teala ona da aynı şeyleri söyler. Sonra üçüncüye de birinciye söylediklerinin aynısını söyler. Kul: "Evet! ey Rabbim!" der. Rab Teala da: "Benimle karşılaşacağını hiç aklından geçirdin mi?" diye sorar. Kul: "Ey Rabbim, sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka verdim!" der ve elinden geldiğince (Hak Teala hakkında) hayır senada bulunur. Rab Teala: "Bu hususta lehine şehadet edecek biri var mı?" diye soracak. Kul: "Hayır, yok!" diyecek. Rab Teala: "Şimdi senin aleyhine bir şahit gönderilecek!" der. Kul kendi kendine: "Benim aleyhime şahidlik yapacak da kim?" diye içinden düşünür. Kulun ağzı mühürlenir. Uyluğuna: "Haydi konuş!" denir. Uyluğu , eti, kemiği konuşup, onun amelini, haber verirler. Bu, onun kendisi için bir özür aramaması içindir. Bu kimse, Allah'ın gadabına uğrayan münafıktır." 
Ravi: Ebu Hureyre 
Kaynak: Müslim, Zühd 16, (2968)

Riyazus Salihin, 1900 Nolu Hadis
Suheyb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler cennete girince Allah Teâlâ onlara:
- Size vermemi istediğiniz bir şey var mı? diye soracak. Onlar:
- Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi cennete koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha ne isteyelim, diyecekler.
İşte o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak. Onlara verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine bakmak olacaktır.”
(Müslim, Îmân 297. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 11)

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Car mecrur ilâ rabbihâ, nâziratün’e müteallıqtır. Nâziratün, vucûhun’un haberidir.

Rabbihâ izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Rablerine bakmaktadır; yani başka bir şeye değil, sadece Rablerine bakarlar. Mef‘ûlün öne alınmasıyla böyle tahsis anlamı elde edilir.

Peki, burada mef‘ûlün öne alınması, nasıl ihtisasa delâlet etmiş? Malumdur ki onlar, mahşerde ihataya sığmayacak, sayıya gelmeyecek kadar çok eşyaya bakıyor olacaklar; çünkü orada bütün mahlûkat bir araya geliyor. Müminler o gün her tarafa bakabilirler; çünkü onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır; güvendedirler. Demek ki; müminlerin sadece Allah’a bakıyor olması -tabii, O bakılabilen bir şey ise- imkânsızdır. O zaman, bakma fiilini ihtisasla birlikte sahih düşecek bir mânaya hamletmek gerekir. İşte, bununla birlikte sahih düşecek mâna, insanların “Ben falana, bana ne yapacak diye bakıyorum.” sözüne benzemesidir; bu sözle beklemeyi ve ümidi kastedersin. (Keşşaf)

Nâdıratün - nâziratün kelimeleri arasında cinas-ı muharref vardır. Harflerin heyetinin farklı olması haline cinas-ı muharref denir.

Kıyamet Sûresi 24. Ayet

وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ  ...


O gün birtakım yüzler de asıktır.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Vucûhun mübtedadır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Bâsiratün’e müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Yevmeizin kıyamet gününden kinayedir.

Bâsiratün, vucûhu’nun sıfatıdır. Veya mübtedanın haberidir.

Bâsiratün suratı çok asık, çok kederli demektir. Bâsil ise bundan da şiddetlidir; ancak bu daha çok, ‘somurtması fazla olan kahraman’ için kullanılır.

Yüzü parlak olanlar, kendilerine her türlü hayrın yapılmasını bekledikleri gibi bunlar da kendilerine öyle bir şey yapılmasını beklerler ki o, şiddet ve kötülük bakımından tam bir belkırandır, yani insanın bel kemiğini kıran bir felâket!.. (Keşşaf) 

22. ayetteki vucûhu yevmeizin nâdıratün, ilâ rabbihâ nâziratün (Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parla­yacaktır. Onlar, Rablerine bakacaklar.) âyetindeki mü'minlerin yüzlerinin parlaklığı ile vucûhun yevmeizin bâsiratun (Yüzler de vardır ki o gün buruşacaktır.) âye­tindeki kâfirlerin yüzlerinin buruşukluğu arasında güzel bir mukabele var­dır. (Safvetü’t Tefâsir)

Kıyamet Sûresi 25. Ayet

تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ  ...


Bel kemiklerini kıran bir felakete uğratılacaklarını anlarlar.

İsti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Ayet vucûhun’un ikinci haberi olarak mahallen merfudur. Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

En ve masdarı müevvel, tezunnu fiilinin iki mefulu yerindedir. Car mecrur bihâ, yefale fiiline müteallıqtır. Fâqıratün, tezunnu fiilinin naibu failidir.

Müsnedin ileyh olan fâqıratün kelimesinin nekra gelmesi tahkir ifade etmiştir.
Kıyamet Sûresi 26. Ayet

كَلَّٓا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَۙ  ...


26-30. Ayetler Meal  :   
Hayır, can boğaza dayandığı, “Kimdir (bunu) iyi edecek?” dendiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman, işte o gün sevk ediliş, Rabbinedir.

Kellâ, red ve caydırma harfidir. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Beleğat cer mahalinde muzafun ileyhtir. Etterâqıye, beleğat fiilinin mefuludur. Beleğat fiilinin faili siyakın delaletiyle mahzuftur. Takdiri errûhu veya ennefsu şeklindedir. 

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlikle vuku bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Hayır!.. ifadesi, dünyanın âhirete tercih edilmesini engellemek içindir. Sanki “Vazgeçin bundan! Önünüzde bulunan ve gelip çattığında dünyadan kopup, ebediyyen kalacağınız âhirete intikal edeceğiniz ölüme karşı uyanık olun!” denilmektedir. (Keşşaf)

Dayandığında anlamındaki beleğat fiilinde zamir, zikri geçmese de nefse (cana) râcidir; çünkü sözün gelişi buna delâlet etmektedir. 

Etterâqı (köprücük kemikleri); boyun deliğini sağdan ve soldan saran kemiklerdir. Onlara âhiret merhalelerinin ilkinin -yani ruh köprücük kemiklerine dayanıp da çıkıp gitmesi yaklaştığında gerçekleşecek olan ölümün- zorluğunu hatırlatmaktadır. Ruhun sahibi, can vereceği zaman yanına gelenler birbirlerine, yok mu okuyup üfleyecek derler; yani onu içinde bulunduğu durumdan hanginiz kurtaracak? Bunun ölüm meleğine ait bir söz olduğu da söylenmiştir; yani Onun ruhunu hanginiz yükseltecek? Rahmet melekleri mi yoksa azap melekleri mi? (Keşşaf)
Kıyamet Sûresi 27. Ayet

وَق۪يلَ مَنْ۔ رَاقٍۙ  ...


Atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul qavl cümlesi istifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Men, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Râqın haberdir. 

26-27

Burada da konu ölümdür. Ölüm esnasında boğaza gelip dayananın rûh olduğu da herkes tarafından bilinen birşeydir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)

Kıyamet Sûresi 28. Ayet

وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُۙ  ...


Ayet atıf harfi vav ile beleğat cümlesine atfedilmiştir. Cer mahallindedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Enne ve masdarı müevvel, zanne fiilinin iki mefulu yerindedir. Enne’nin ismi hu zamiridir. Elfirâqu haberidir.
Kıyamet Sûresi 29. Ayet

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِۙ  ...


Ayet atıf harfi vav ile beleğat cümlesine atfedilmiştir. Cer mahaldedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Essâqu, ilteffet fiilinin failidir. Car mecrur bissâqı, ilteffet fiiline müteallıqtır.

İlteffet fiili iftiâl bâbındadır. Sülasisi lefefe’dir. İftiâl bâbı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir  şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

Buradaki gayri tam cinas الساق و المساق (bacak ve gidişat, yön) kelimeleri arasında vuku bulmuş. Ancak ikinci kelimedeki mim harfinin fazlalığından ötürü cinası nakıstır yani eksiktir. (Ömer Kara, Belâgat, İki İfade Biçimi, İtnâb-îcâz)

Bacağı bacağına dolandı. Ölüm tedirginliği - sekarât esnasında bacakları eğrildi-birbirine dolandı. Katâde’nin: “Daha önce kişi ayakları üzerinde dinç iken ayakları ölmüş ve onu taşıyamıyor.” dediği nakledilmektedir. “Dünyadan ayrılmanın sıkıntısı” ile “ahiretle karşı karşıya gelmenin sıkıntısı”nın birbirine dolanmakta olduğu; bunu ifâde etmek için şiddeti gösteren bir mesel olan sak kelimesinin kullanıldığı söylenmektedir. (Keşşâf)

Ölüm sıkıntısı ve sekarât sebebiyle ölmek üzere olan kimsenin bacakları birbirine dolaşır. Hasan Basrî “Bunlar, ölünün kefenin içerisinde birbirine dolanan bacaklarıdır.” demektedir. İbn Abbâs’tan rivâyet edildiğine göre bundan maksat “dünyadan ayrılık sıkıntı ve acısının ölümün şiddeti ve sıkıntılarıyla birleşmesi”dir. Dünyanın sıkıntılarının şiddeti ile âhiret sıkıntılarının şiddeti kişinin üzerinde birleşmesi, bu büyük ve korkunç olay “temsîlî” bir tarzda anlatılmıştır. Aynen bunun gibi “savaşın şiddetlendiğini” anlatmak için müste‘âr olarak şemmerat elharbu an sâqı “ denir.

(Ebu'l-Hasan, Lübâbü't-Te'vîl fî Me‘ânî't-Tenzîl)

Kıyamet Sûresi 30. Ayet

اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ‌۟  ...


Mukadder izâ’nın cevabı için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Takdiri izâ belağat etterâqı .. tesâqa ilâ hukmi rabbihâ (yalnız Rabbine ve O’nun hükmünedir gidiş) şeklindedir.

Car mecrur ilâ rabbike, mahzuf mukaddem habere müteallıqtır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Mahzuf habere müteallıqtır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Elmesâqu, muahhar mübtedadır.

Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Yevmeizin kıyamet gününden kinayedir.
Kıyamet Sûresi 31. Ayet

فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰىۙ  ...


O, (Peygamberi) doğrulamamış, namaz da kılmamıştı.

Fe isti’nafiyyedir. Menfi fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Lâ sallâ istinaf cümlesine atfedilmiştir. 

Saddaqa tefi’il babındadır. Sülasisi sadaqa’dır. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Fe lâ saddaqa ve lâ sallâ yani “ne tasdik ederdi ne de namaz kılardı. Bu cümlenin fâ‘ili, İnsan zannediyor mu ki; kemiklerini bir araya getirmeyeceğiz? [3] âyetinde zikredilen insandır. Dikkat edilirse Başıboş bırakılacağını mı zannediyor insanoğlu?! [36] buyurulmuştur ki bu da Ne zamanmış o kıyamet günü?!” diye soruyor... [6] âyetine ma‘tuftur. Yani yeniden dirilişe iman etmediği için Resûl’ü de Kur’ân’ı da tasdik etmezdi; namaz da kılmazdı.

Bu âyetin Ebû Cehl hakkında indiği söylenmiştir. (Keşşaf)

Kıyamet Sûresi 32. Ayet

وَلٰـكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۙ  ...


Fakat yalanlamış ve yüz çevirmişti.

Vav atıftır. Lâkin istidrak harfidir, lâkinne’den muhaffefedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Tevellâ makabline matuftur. 

Kezzebe tefi’il babındadır. Sülasisi kezebe’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

31.ayetteki saddaqa - kezzebe kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Kıyamet Sûresi 33. Ayet

ثُمَّ ذَهَبَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ يَتَمَطّٰىۜ  ...


Sonra da kasıla kasıla ailesine gitmişti.

Sümme tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Ayet öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur ilâ ehlihî, zehebe fiiline müteallıqtır.

Yetemettâ fiili, zehebe fiilinin failinden hal olarak mahallen mansubtur. Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Tevellâ - zehebe kelimeleri arasında muraatun nazir sanatı vardır.
Kıyamet Sûresi 34. Ayet

اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۙ  ...


34-35. Ayetler Meal  :   
“Bu azap sana lâyıktır, lâyık! Evet, lâyıktır sana, lâyık!” denecektir.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Evlâ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri el îqâbu ev elhelâkı evlâ leke (Ceza veya helak sana daha layıktır) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur leke, mahzuf habere müteallıqtır. Feevlâ makabline matuftur.

Cümle haberi formda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve beddua anlamına gelerek vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecazı mürsel mürekkeptir.  

Evlâ leke (Yazıklar olsun sana!) demektir; hoşlanmadığı şeylerin başına gelmesi için bir bedduadır. (Keşşaf)

Evlâ leke feevlâ (Sana yazıklar olsun yazıklar..!) âyetinde kâfiri kınamak ve yermek için önceki ayetteki III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönüş vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Kıyamet Sûresi 35. Ayet

ثُمَّ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۜ  ...


Sümme tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Ayet öncesine atfedilmiştir. Evlâ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri huve (o) şeklindedir. Yani o şer ve tehdite layıktır demektir. Car mecrur leke, mahzuf habere müteallıqtır. Feevlâ makabline matuftur.

Evlâ leke cümlesinin tekrarı tekit içindir. 

Kıyamet Sûresi 36. Ayet

اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ  ...


İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.

İsti'nafi olarak fasılla gelmiştir. Hemze istifham harfidir. İstifham üslubunda gelmiş talebi inşai isnadtır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da amaç soru sorup cevap beklemek değildir. Cümlede asıl mana azarlama ve kınama olduğu için terkib mecazı mürsel mürekkeptir.

En ve masdarı müevvel hasibe fiilinin iki mefulu yerindedir. Suden, yutrake fiilinin failinin hali olarak mansubtur. Hal itnab babındandır. 

Elinsânu’deki elif lam takısı cins içindir.
Kıyamet Sûresi 37. Ayet

اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ  ...


O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır.

İnşa üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibariyle inkâri ve takrir kastı taşıdığından terkib mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Hemze takriri manada istifham harfi, lem muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

Nutfeten, kâne’nin haberidir. Car mecrur min meniyyin, nutfeten’in mahzuf sıfatına müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Yumnâ fiili meniyyi’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır. 

Bu ayette كان fiilinin müzari halinde aslında elem yekun olması gerekirken elem yeku şeklinde gelerek sondaki nûn harfi tahfîf amacıyla hazfedilmiştir. (Kara, Ömer, Belâgat İki İfade Biçimi İtnâb-îcâz)

Meniyyin - yumnâ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Kıyamet Sûresi 38. Ayet

ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ  ...


Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.

Sümme atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Aşur)

Kâne’nin dahil olduğu cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Kâne’nin haberi alaqaten’dir. 

Atıf harfi fe, tertib ve ta’kib içindir. Fehalaqa fe sevvâ makabline matuftur. Fehalaqa ve sevvâ fiillerinin mefulu hazfedilmiştir. Takdiri fehalaqahu ve sevvâhu (Onu yarattı ve onu düzenledi) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. 

Kıyamet Sûresi 39. Ayet

فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ  ...


Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.

Fe atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur minhû, ceale fiiline müteallıqtır. Ez zevceyni, ceale fiilinin mefulüdür. Ez zekera, ez zevceyni’den bedeldir. El unsâ, ez zekera’ya matuftur.

El unsâ - ez zekera kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Kıyamet Sûresi 40. Ayet

اَلَيْسَ ذٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰى  ...


Şimdi, bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu âyet okunduktan sonra, “ Elbette diriltir” anlamında “ Belâ” denmesini tavsiye etmiştir. 
( Ebû Dâvud, Salât 149,150; Ahmed b Hanbel, Müsned II, 249).

İsti’nafiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.

Hemze takriri istifham harfidir. Zâlike, leyse’nin ismidir. Qâdîrin, leyse’nin haberidir. Bi, zaid olduğu için lafzen mecrur mahallen mansubtur.

İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir ve istihza anlamı kazandığı için mecazı mürsel mürekkeptir.

Burada harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de leyse ve 'nın haberinin başında gelen bâ harfi tekit bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'ân-ı Kerim'de harfi 22 yerde leyse’nin, 19 yerde de mâ’nın haberinin başında zâid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)

En ve masdarı müevvel, alâ harfi ceriyle birlikte qâdirîn’e müteallıqtır. Elmevtâ, yuhyiye fiilinin mefulüdür.

Yuhyiye - mevtâ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.

Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir.

İnsan Sûresi
Medine döneminde inmiştir. 31 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “insan” kelimesindenalmıştır. Aynı âyette geçen “ed-Dehr” kelimesinden dolayı Dehrsûresi diye de anılır. Dehr, zaman demektir. Sûrede başlıca, ahiret hayatıyla ilgilimeseleler ve özellikle takva sahiplerinin cennette kavuşacakları çeşitli nimetlerkonu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada yetmiş altıncı, iniş sırasına göre doksan sekizinci sûre olup müfessirlerin çoğunluğu sûrenin tamamının Medine’de indiğini söylemişlerdir. İbn Âşûr ise Medine’de Rahmân sûresinden sonra, Talâk sûresinden önce indiğine dair rivayeti vermekle birlikte üslûp ve içeriğini dikkate alarak sûrenin Mekke’de indiğini söyleyen rivayetleri tercih eder. Bir kısmının Mekke’de bir kısmının Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 397; İbn Âşûr, XXIX, 370).
Sûrede insanın yaratılış aşamaları, yükümlülükleri, âhirette insanlar için hazırlanmış olan nimetler ve cezalar, bunlarla karşılaşacak insanların cennet ve cehennem hayatları çok canlı ve çarpıcı bir üslûpla anlatılmakta; ayrıca Kur’an’ın Allah katından indirildiği, bir öğüt ve nasihat olduğu bildirilmekte, insanın hür ve sorumlu olması ile Allah’ın irade ve yaratma sıfatları arasındaki ince ve dengeli ilişkiye dikkat çekilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İnsan Sûresi 1. Ayet

هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً  ...


san (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.

Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)

Cenâb-ı Allah İnsân Suresinin başında şöyle buyuruyor: İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki. Tergîb ve teşvik makamında zikredilen ayetlerden bir örnektir. Bu beyân üslubu, bir nevi surenin mealinin elbisesini giymiştir. Kur’an’ın bu beyânı, Cennetteki Kevser havuzunun suyu gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar; Cennet meyveleri gibi tatlı, huri elbisesi gibi güzeldir.

(Prof. Dr. Ali Bakkal) 

Hel istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Hînun, etâ fiilinin failidir. Fiile muteallıq olan car mecrur ayette önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Car mecrur min dehri, hînun’un mahzuf sıfatına muteallıqtır.

Lem, muzariyi cezmederek manasını mazi ve istikbalde olumsuz yapan harftir.

Kâne’nin ismi müstetir zamir huve, haberi şey’en’dir. Mezkuren, şey’en için sıfattır. Sıfat, cümlenin anlamını zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.

El insan’daki tarif, cins içindir.

Âyetteki istifhamdan maksad muhâtaba onaylatmaktır. İstifhâm şeklinde gelmesinde muhâtaba tenbîh ve konu üzerinde düşünmeye teşvik kastı vardır. Dolayısıyla cümle mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca mütekellim Allah Teala’nın, sorunun cevabını bilmemesi gibi bir durumun muhal olması nedeniyle, istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.

Gerçekten insanın üzerinden geçti: Hel istifhamı, geçeni tespit ve onaylama içindir, bu sebepledir ki, kad (tahkik edâtı) ile tefsir edilmiştir (Beydavi)

Şayet lem yekun şey’en mezkûren (Henüz anılır bir şey değilken) cümlesinin mahalli nedir?” dersen şöyle derim: Onun mahalli el insâni’nin hâli olarak nasbdır. Sanki şöyle denilmiştir: İnsanın üzerinden; zamandan, (insan olarak) anılmadığı bir vakit geçmiştir. Veya ٌhînun kelimesinin sıfatı olarak ref’dir; tıpkı (Babanın, oğlu adına hiçbir şey ödeyemeyeceği bir gün[den sakının]! [Lokman 31/33]) âyetindeki gibi. (Keşşaf)

İnsan Sûresi 2. Ayet

اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً  ...


Şüphesiz biz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

Ayetin ilk cümlesi istinaf olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş, faidei haber talebi kelamdır. Muttasıl azamet zamiri, inne’nin ismi, haleqnâ cümlesi inne’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil formunda gelişi, zamana dikkat çekerek, hükmü takviye ve hudus ifade eder. 

Car mecrur min nutfetin, haleqnâ fiiline muteallıqtır. Emşâcin, nutfetin için sıfattır. Sıfat, cümlenin anlamını zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.

El insan’daki tarif, cins içindir. Nutfetin’deki tenvin ise nev ve tazim ifade eder.

 

 نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعًا بَص۪يرًا

Kemali ittisal nedeniyle fasılla gelen ikinci cümle, haleqnâ fiilinin failinden veya mefulünden haldir. Bu cümlenin istinafiyye olmasına da cevaz vardır. İstinaf cümlelerinin irabta yeri yoktur.

Fe cealnâ cümlesi haleqnâ cümlesine veya nebtelîhi’ye matuftur. Semî’an ve basîren, hal olarak mansubturlar.(Bu Muhammed Safi’nin irabı)  

Semîan - besîren kelimeleri arasında muvazene ve muraatün nazir sanatları vardır.

Şüphe yok ki, biz, şu insanı katışık bir nutfeden yarattık. Bu iki âyette de insandan murat, insan cinsidir. Şu halde ikinci âyet, birincisi için fazla bir îzâh mahiyetindedir. Yahut insandan murat, Hazret-i Âdem'dir. İbni Akbaş, Katâde, Sevrî, İkrime ve Şa'bî'den rivâyet olunan da budur.

Dahhâk'ın İbn Abbâs'tan rivâyetine güre ise, Hazret-i Âdem, bir çamurdan yaratıldı ve bu halde kırk sene kaldı. Sonra şekillenmiş kara balçıktan yaratıldı (bu aşamadan geçti) ve bu aşamada da kırk sene kaldı. Sonra kuru çamurdan yaratıldı ve bu aşamada da kırk sene kaldı. Böylece yaratılışı yüz yirmi senede, tamamlandı. Sonra kendisine ruh üfürüldü.

Mâverdî'nin, İbn-i Abbâs'a ulaşan bir senetle anlattığına göre, âyette zikredilen hîn kelimesi, miktarı bilinmeyen pek uzun zamandır. Şu halde birinci âyet, Hazret-i Âdem'in yaratılışına işaret etmektedir. Bu âyet de, onun evladının yaratılışını beyân etmektedir.

Âyette meni, katışık olarak vasıflandırılmış, çünkü ondan murat iki suyun toplamıdır ve iki sudan her birinin de, rengi, inceliği ve kalınlığı gibi muhtelif vasıfları ve zıt özellikleri vardır. Nitekim erkek suyu, beyaz, kalın ve yapışma kuvveti olan bir sıvıdır. Kadının suyu ise, sarı, ince ve yapışkan maddeleri tutan bir sıvıdır. İşte bunun ikisinden çocuk yaratılmaktadır. Bu iki suyun özelliklerinden dolayıdır ki, insan bedenindeki kaslar, kemikler ve kuvvet, erkeğin suyundan oluşmaktadır. Et, kan ve saç ise, kadının suyundan oluşmaktadır, Kurtubî diyor ki: "Bu husus, merfû olarak (Peygamberimize kadar çıkan bir rivâyet senediyle) rivâyet olunmaktadır."

Biz kendisini imtihan edeceğiz. Bunun için onu işiten ve gören kıldık. Yani vahiy âyetlerini dinleyebilmeyi ve kâinat âyetlerini de görmesi için biz, insanı işitir ve görür kıldık. (Ebussuud)

İnsan Sûresi 3. Ayet

اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَا‌كِراً وَاِمَّا كَفُوراً  ...


Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği) yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.

Peygamber Efendimiz insanların hergün imtihana tâbi tutulduğunu, kiminin Allah’ın koyduğu ölçülere uyup kiminin uymadığını  ifade etmek için şöyle buyurmuştur:” Herkes sabahtan pazara çıkıp nefsini satar; kimi onu azat eder, kimi de helâk eder. “
(Müslim, Tahâret 1; Tirmizi, Daavât 86).

İnne ile tekid edillmiş isti’naf cümlesidir. Faidei haber talebi kelamdır. Azamet zamiri nâ, inne’nin ismi, hedeynâhu cümlesi inne’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil formunda gelişi, zamana dikkat çekerek, hükmü takviye ve hudus ifade eder. 

İmma durumu açıklayan tafsil harfidir. Şâkiren haldir. İmmâ kefûren, immâ şâkiren’e matuftur.

İmmâ’nın tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Şâkiren - kefûren kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.

Ayetteki iki halden birincisi olan şâkiren, ismi fail kalıbında gelmiştir. İkincisi kefûren ise hem fasılaya riayet hem de insanın küfretme vasfının şükretme vasfından daha fazla olduğuna işaret etmek üzere, mübalağa kalıbında gelmiştir.  

İki ismin farklı sigalarda gelişi iltifat sanatıdır.

Gerçekten biz ona yolu gösterdik yani önüne delilleri dikmek ve âyetleri indirmekle. Ya şükredendir yahut nankördür. Bu ikisi, hedeynahu'daki hu zamirinden hâl’dir. İmma edâtı da ya tafsil (açıklama) ya da taksim (bölme) içindir. Yani onu iki hâlinde de ya da iki bölünmüş hâlinde hidâyet ettik; bazıları doğru yolu bulmak ve onu tutmak ile şükredendir, bazıları da ondan yüz çevirmekle inkâr edendir. Ya da sebil'den hâldirler, o zaman şükür yahut küfür ile nitelenmesi mecâzîdir. (yol şükretmez yahut nankörlük etmez; ancak sâhibi eder). Feth ile emmâ da okunmuştur ki, cevap hazf edilmiş olur. Belki de alternatifine (şakir'e) uyması için kâfiren demeyip de (kefûran) demesi, âyet sonlarının tutması içindir ve şunu da bildirmek içindir ki, insan genellikle nankörlükten hâli kalmaz; insanı sorumlu tutan ise onun içine dalıp kendini kaybetmektir. (Beydavi)

İnsan Sûresi 4. Ayet

اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالاً وَسَع۪يراً  ...


Şüphesiz biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.

İnne ile tekid edillmiş isti’naf cümlesidir. Faidei haber talebi kelamdır. Azamet zamiri nâ, inne’nin ismi, a’tednâ cümlesi inne’nin haberidir. Müsnedin mazi fiil formunda gelişi, zamana dikkat çekerek, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Car mecrur lil kâfirîne, a’tednâ fiiline muteallıqtır

Selâsilâ, mefulu bihtir. Muntehel cum’u olması sebebiyle tenvin almamıştır. Ağlâlen ve se’îren,  selâsilâ’ya matuftur. Meful olan kelimelerin nekra gelişi nev ve kesret ifade eder.

Gerçekten biz, kâfirler için zincirler hazırladık, onunla çekilirler bukağılar, onunla bağlanırlar ve çılgın bir ateş, onunla da yakılırlar. Zikirleri sona bırakıldığı hâlde tehditlerini öne alması, korkutmanın daha önemli ve daha yararlı olmasındandır. Bir de sözü mü'minlerin zikri ile başlatmak ve sonlandırmak daha güzeldir. Nâfi', Kisâî ve Ebû Bekir diğerlerine uyması için (tenvinle) selasilen okumuşlardır. (Beydavi)

İnnâ a’tednâ lil kâfirîne selâselâ (Doğrusu biz, kâfirler için zincirler hazırla­dık) âyetinde leffü neşri müşevveş vardır. Çünkü Yüce Allah önceki âyet­te önce şükreden"i daha sonra inkar eden nankör’ü zikretti. Sonra bu âyet­te, birincisini değil de ikincisini tekrar zikretti. Bunda tertipsiz bir "leffû neşir" sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
İnsan Sûresi 5. Ayet

اِنَّ الْاَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ  ...


İyiler ise, katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler.

Ayet isti’nafiyedir. Fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle, faidi haber talebi kelamdır. Ebrâra, inne’nin ismidir. Yeşrabûne, inne’nin haberidir. Mahallen merfudur.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder. Olayın yenilenerek tekrarlandığına dikka çekilmiştir. Muzari fiil olayı göz önünde canlarmayı sağlayarak muhatabı uyarır. 

Car mecrur min ke’sin, yeşrabûne’ye muteallıqtır.

Kâne mizâcuhâ kâfûren cümlesi ke’sen için sıfattır. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.

Mizâcuha, kâne’nin ismi, kâfûren haberidir.

Son üç ayet tertipsiz lef ve neşr sanatına örnektir. Leff bölümünde önce küfredenlerden sonra şükredenlerden söz edildiği halde neşr kısmında önce kafirler, sonra da şükredenlere Âhiret’te verilen karşılık zikredilmiştir.

Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük. Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. Şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir tastan içerler  âyetinde kimi insanların şükreden kimilerinin de nankör olacağı ifade edildikten sonra, inkârcılara akabinden de iyi insanların anlatımına geçilmiştir. Şükredenlerle iyiler arasında, nankörlerle de inkârcılar arasında çapraz bir bağ kurmaksa muhataba bırakılmıştır. (Hasan Ucar Dr. Tez.)

(Şüphesiz iyiler) ebrâr berr'in çoğuludur, erbab gibi yahut bârr’in çoğuludur, eşhâd gibi bir bardaktan içerler şaraptan içerler, ke's aslında içinde şarap olan kadehtir.

Katkısı içine katılan şey kâfur olan bardaktan içerler. Çünkü kâfur soğuk ve tatlıdır, kokusu da hoştur. Bunun cennette bir suyun ismi olduğu da söylenmiştir. Rayihası ve beyazlığı kâfura benzer. (Beydavi)

2-5 

Bu ayetlerde, insanın yaratılışı ve Allah’ın ona yol göstermesiyle başlamakta, ardından kâfirler için hazırlanmış olan şeyler açıklanmakta, sonra sözü aniden keserek (iktidâb) tahallus yoluyla iyiler için hazırlanmış şeylerin anlatılmasına geçilmektedir. Ve bu konuya uzunca daldı, hatta iyiler için hazırlananların anlatıldığı ayetlerin sayısı yirmi ayete ulaştı. (Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’ân, s. 362.)

Günün Mesajı
Allah Teala insanı Allah'a inanıp yolunu izleyecek fıtratta yaratmış ve bunun için gerekli melekelerle de donatmıştır.
O'nun bu fıtri hidayeti Rûm Sûresi 30'uncu ayette şöyle ifade edilmektedir: Sen, her türlü şirk ve nifaktaı uzak dupduru 'bir tevhid inancı içinde bütün varlığınla hak din olan İslâm üzerinde sabit ol. Bu Din, Allah'ın (bütün varlık ve) bütün insanlar için ortaya koyduğu asli bir model, ona yönelme de, Allah'ın insanları yaratmaktaki gayesidir. Allah'ın yaratmasında bir değişiklik olmaz ve yapılmaz. Gerçek ve kusursuz, din budur. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmemektedirler. Ayrıca Allah, hususi rahmeti sebebiyle rasüller göndermiş, kitaplar indirmiş ve insana takip etmesi gereken yolu, ne yaparsa hem dünyada hem Âhirette ne ile karşılaşacağını bütün ayrıntılarıyla tarif etmiştir. Ama insanlar, Allah'ın hem fitri olarak var ettiği, hem raşülleri vasıtasıyla öğrettiği hidayeti takip edip etmemede iki ana gruba ayrılmış, bazısı onu yol edinirken, bazısı farklı farklı yollara girmişlerdir. Elbette her bir insan, takip ettiği yol boyunca ve bu/yolun sonunda ne varsa onunla karşılaşacaktır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Hayatı, gözlerinin önünden bir şerit gibi geçti. Kelimelerle süslemeden yazdığında çok uzun sürmedi. 

Uğruna fedakarlıklar yaptığı geçici heveslerin hepsi tükenmiş gitmiş. Kıymetini hep bileceğim dediklerinden, zamanla sıkılmış. Doydu sandığı nefsi, yeniden acıkmış. Mutlu olmak için istediği dünyalıklara kavuşunca, başkasını istemiş. 

Ölüm bir gün çat kapı gelmiş. Her şey için zamanım var dediği günler, daha dün gibiymiş. 

Gözden çıkardığı kalıcı anlarla başbaşa kalmış. Felaketi sezen yüzü sararmış, korkuyla titremiş. Eli ayağına dolanmış, yanında dostu kalmamış. Allah’ın rahmetinden başka, hiçbir çarenin olmadığı yerde kesin hükmünü beklemiş.

Hüküm gününde sevinçle aydınlanan ve korkuyla sararan yüzlerin sahibi olan Allahım! Kalbimizi imansızlıktan ve halimizi namazsızlıktan muhafaza buyur. İmanımızı ve namazımızı; daim ve samimi eyle. 

Bizi, geçici dünyanın nimetlerinden, rızana uygun şekilde faydalananlardan ve ahiret hayatına öncelik vererek hazırlananlardan eyle. Hangi maddeden yaratıldığına, kısacık ömrüne ve çaresizliğine bakıp üzerinde düşünerek Sana sığınmak yerine kibirlenmekten muhafaza buyur. 

Senin huzuruna vardığımız gün; yüzümüzü nurunla aydınlananlardan, kalbimizi muhabbetinle doyanlardan ve rahmani müjdelerinle sevinenlerden eyle. 

İki cihanda da kazananlardan, kurtuluşa erenlerden, Allah’a ve O’nun sevdiklerine kavuşanlardan olmak duasıyla.

Amin.