بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ
Hz. Peygamber’in vahyi alışıyla ilgili özel olarak kendisine hitap eden ara cümlelerden sonra bu âyetlerde insanlığa yönelik genel bir hitapla tekrar başa dönülerek müşriklerin öldükten sonra dirilme olmayacağına dair iddiaları reddedilmekte, bu konuda geçerli mazeretlerinin bulunmadığı, fakat dünya zevk ve lezzetlerine düşkünlüklerinden dolayı âhiret hayatını reddettikleri ve bu sebeple kınandıkları anlaşılmaktadır. İnsanların kınanmasının sebebi dünya nimetlerini sevmeleri değil, bu yüzden âhireti terketmeleridir. Çünkü dünya nimetleri insanlar için yaratılmıştır (krş. A‘râf 7/31-33).
22. âyette geçen “o gün”den maksat kıyamet günüdür. İnsanların kaçacak yer aradığı o günde dünyada iman edip iyi işler yapanların gönülleri sevinçli, mutlu, yüzleri ise güzel ve aydınlık olacaktır. 23. âyette “Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacaktır” diye çevirdiğimiz cümleyi Ehl-i sünnet kelâmcıları “Müminler âhirette Allah’a bakarlar, O’nu görürler” şeklinde anlamışlardır. Hz. Peygamber’in de ashabına, dolunayı gördükleri gibi Allah’ı göreceklerini haber verdiği rivayet edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 24). Tenzih ilkesinden hareket eden Mu‘tezile âlimleri ise Allah’ın dünyada da âhirette de görülemeyeceğini savunmuşlardır. Onlar “Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacaktır” meâlindeki cümleyi, –âyette geçen “nâzıra” kelimesinin kökünde “bekleme” anlamının da bulunmasından dolayı– “Rablerinin sevabını beklerler, ümit ederler” şeklinde tevil etmişlerdir (bk. Zemahşerî, IV, 192; Râzî, XXX, 226-229).
Ancak konumuz olan âyette müminlerin cennette Allah’ı görecekleri açıkça ifade edilmektedir; bu görmenin mahiyeti ise bizim bilgi ve kavrama imkânlarımızı aşmaktadır. Müminlerin cennetteki görme yetileri de, “görme”nin nasıllığı ve niteliği de bu dünyadakinden farklı olacaktır. Kısacası müminler, cennette Allah’ı “nicelik ve nitelik ölçülerinin dışında” (bilâ kemmin velâ keyfin) görecekler ve bu görme bütün cennet nimetlerini gölgede bırakacak derecede yüce bir mutluluk verecektir (Ayrıca bk. A‘râf 7/143).
Dünyada gerçekleri inkâr eden ve kötü işler yapan kâfirlerin ise yüzleri sararıp solacak, gönülleri mutsuz olacaktır. Çünkü büyük bir korku içinde “belleri kıracak” sözüyle tanımlanan bir musibetin gelmesini beklemektedirler (Şevkânî, V, 391). 25. âyette “bel kemiklerini kıran” diye çevirdiğimiz fâkıra kelimesi mecazi anlamda büyük musibet ve felâketler için kullanılmıştır (Elmalılı, VIII, 5483).
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil Mektebi’nin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. تُحِبُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعَاجِلَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تُحِبُّونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
عَاجِلَةَۙ kelimesi, sülâsi mücerredi عجل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette كَلَّا ret ve caydırma, بَلْ intikal için gelmiş idrâb harfidir.
Bir cevap edatı olan كَلَّا , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebi’nin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَلَّا (Hayır!) kelimesi, Peygamber’e (sav) bir daha acele etmeyi yasaklamakta, bu yaptığının yanlış olduğunu bildirerek, sabırlı ve sakin olmaya teşvik etmektedir. Peşinden “Hayır!.. Aslında, siz aceleden hoşlanıyorsunuz” ayeti getirilerek, bu konuda mübalağa edilmiştir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: “Hayır!.. Aslında siz -ey Âdemoğulları- ‘acele’den yaratıldığınız; yani acelecilik tabiatınıza yerleştirildiği için her işte acele ediyorsunuz! Bu sebeple de acil ve peşin olanı seviyor; “Ahireti ise bırakıyorsunuz!..” (Keşşâf)
Ayet, müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
الْعَاجِلَةَۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ
وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ
وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَاجِلَةَۙ - الْاٰخِرَةَۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, تَذَرُونَ - تُحِبُّونَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَۙ cümlesiyle وَتَذَرُونَ الْاٰخِرَةَۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تُحِبُّونَ ve تَذَرُونَ fiilleri يَ ile de okunmuştur ki daha etkilidir. Şayet [Onu okumak için dilini kıpırdatma.] (16) diye başlayan ayet grubunun Kıyamet konusuyla nasıl bir bağlantısı var? dersen şöyle derim: Bağlantı şu yöndendir: Bu ayetler, dünyayı sevip ahireti terk etmeleri sebebiyle insanları azarlamaya bir geçiştir. (Keşşâf)وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ
İsim cümlesidir. وُجُوهٌ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı نَاضِرَةٌ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: يوم إذ تقوم القيامة (Kıyamet koptuğu gün) şeklindedir.
نَاضِرَةٌ kelimesi haber veya وُجُوهٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.
نَاضِرَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi نضر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وُجُوهٌ mübtedadır. Mübtedanın haberi sonraki ayette gelmiştir. Müsnedün ileyhin nekreliği tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. نَاضِرَةٌۙ ‘e müteallik olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden avzdır. Takdir: يَوْمَ إذْ بَرَقَ البَصَرُ (Gözlerin şimşek gibi çaktığı gün) şeklindedir. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
وَوُجُوهٌ sıfatı olan نَاضِرَةٌۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
وُجُوهٌ ‘ün nekre oluşu Şura/7 ‘deki فَرِيقٌ في الجَنَّةِ وفَرِيقٌ في السَّعِيرِ [onların bir bölümü cennette bir bölümü ise se’îrde(cehennem) dir.] ayetinde olduğu gibi tenvi’ (çeşitlendirme) ve taksim içindir. (Âşûr)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ [Yüzler vardır ki o gün…] ayetinde mecâz-ı mürsel vardır. Bu, zikr-i cüz irâde-i küll kısmından olup yüz ile insanın tümü kastedilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)
Parlayıcı diye ifadelendirdiğimiz نَاضِرَ kelimesinin masdarı olan ألنضرة derinin tazeliği ve güzelliği anlamındadır. Bu, nimetlenmenin sonucundandır. Kıyamet günü müminlerin yüzleri güzel ve parlak olacaktır. Onlarda nimetlerin parlaklığı ve güzelliği görülür. (Rûhu’l Beyân)اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ
İsim cümlesidir. اِلٰى رَبِّهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نَاظِرَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
نَاظِرَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi نظر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌۚ
Önceki ayetin devamı olan ayette نَاظِرَةٌ kelimesi وُجُوهٌ ’un haberidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. نَاظِرَةٌۚ ‘e müteallik olan car mecrur اِلٰى رَبِّهَا , ihtimam için amiline takdim edilmiştir. İhtisas için değildir.(Âşûr)
نَاظِرَةٌۚ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّهَا izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla هَا zamirinin ait olduğu yüzler şeref kazanmıştır.
نَاضِرَةٌۙ - نَاظِرَةٌ kelimeleri arasında cinas-ı muharref, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.(Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ [Rablerine bakmaktadır]; yani başka bir şeye değil, sadece Rablerine bakarlar. Mef‘ûlün öne alınmasıyla böyle tahsis anlamı elde edilir.
Peki, burada mef‘ûlün öne alınması, nasıl ihtisasa delalet etmiş? Malumdur ki onlar, mahşerde ihataya sığmayacak, sayıya gelmeyecek kadar çok eşyaya bakıyor olacaklar; çünkü orada bütün mahlûkat bir araya geliyor. Müminler o gün her tarafa bakabilirler; çünkü onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır; güvendedirler. Demek ki; müminlerin sadece Allah’a bakıyor olması -tabii, O bakılabilen bir şey ise- imkansızdır. O zaman, bakma fiilini ihtisasla birlikte sahih düşecek bir manaya hamletmek gerekir. İşte, bununla birlikte sahih düşecek mana, insanların “Ben falana, bana ne yapacak diye bakıyorum.” sözüne benzemesidir; bu sözle beklemeyi ve ümidi kastedersin. (Keşşâf)
اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ [Rablerine bakmaktadır]; Bakmak, bir şeyi görmek ve anlamak için gözü çevirmektir. Yüzlerin bakmasından maksat, yüzlerdeki gözlerin bakmasıdır. Mahallin anılıp o mahaldeki şeyin kastedilmesi yoluyla söylenmiştir. Ayetin anlamı şudur: Yüzler, onun dışındaki hiçbir şeyi fark edemeyecek derecede onun güzelliğini incelemeye dalarak apaçık bir şekilde Allah'ı görürler, onu müşahede ederler. Yaratanına bakan bu yüzlerin sevinmeleri ve parlamaları haklarıdır. Ehl-i sünnet alimlerinin tümü bu ayetin, müminlerin Allah Teâlâ'yı keyfiyetsiz ve sınırsız şekilde görecekleri manasını içerdiğine hamletmişlerdir. (Rûhu’l Beyân - Elmalılı)وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. وُجُوهٌ mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı بَاسِرَةٌ fiiline mütealliktir.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden avzdır. Takdiri; يوم إذ تقوم القيامة (Gözlerin şimşek gibi çaktığı gün) şeklindedir.
بَاسِرَةٌ haber veya وُجُوهٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur. بَاسِرَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi بسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ
Ayet, tezat nedeniyle 22. ayete atfedilmiştir.
وَوُجُوهٌ mübtedadır. Mübtedanın haberi sonraki ayette gelmiştir. Müsnedün ileyhin nekreliği tahkir ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. بَاسِرَةٌۙ ‘e müteallik olan zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden avzdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
وَوُجُوهٌ kelimesinin sıfatı olan بَاسِرَةٌۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
بَاسِرَةٌ suratı çok asık, çok kederli demektir. بسيل ise bundan da şiddetlidir; ancak bu daha çok, ‘somurtması fazla olan kahraman’ için kullanılır.
Yüzü parlak olanlar, kendilerine her türlü hayrın yapılmasını bekledikleri gibi bunlar da kendilerine öyle bir şey yapılmasını beklerler ki o, şiddet ve kötülük bakımından tam bir belkırandır, yani insanın bel kemiğini kıran bir felaket!.. (Keşşâf)
22. Ayetteki وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌۙ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ [Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Onlar, Rablerine bakacaklar.] ayetindeki mü'minlerin yüzlerinin parlaklığı ile وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌۙ [Yüzler de vardır ki o gün buruşacaktır.] ayetindeki kâfirlerin yüzlerinin buruşukluğu arasında güzel bir mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
بَاسِرَةٌۙ , yüzü çok ekşi olan, yüzünü döken, asan anlamındadır. باسل kelimesi ise, bundan daha ileri dereceyi ifade eder. Ne var ki bu kelime tağlîb yoluyla yüzünü çok ekşittiğinde, yiğit ve cesur kimse hakkında kullanılır. Buna göre mana, "O yüzler, asıktır, buruktur, döküktür, çatıktır.." demek olur. (Fahreddin er-Râzî)
تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ
تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ
تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ cümlesi وُجُوهٌ ‘nün ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. تَظُنُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel تَظُنُّ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. تَظُنُّ sanmak anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. يُفْعَلَ fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. بِهَا car mecruru يُفْعَلَ fiiline mütealliktir. فَاقِرَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
فَاقِرَةٌ kelimesi, sülâsi mücerredi فقر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَظُنُّ اَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌۜ
Ayet önceki ayetteki وُجُوهٌ ’un haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zannetmek ve kesin olarak bilmek üzere iki zıt manaya sahip ظُنُّ fiili burada, kesin olarak bilmek manasındadır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ cümlesi, masdar teviliyle تَظُنُّ fiilinin mef’ûlu konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يُفْعَلَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهَا , ihtimam için naib-i fail olan فَاقِرَةٌۜ ‘e takdim edilmiştir
فَاقِرَةٌۜ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir.
Müsnedün ileyh olan فَاقِرَةٌ ‘un nekre gelmesi tarifi mümkün olmayan bir durumu ifade etmiştir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وُجُوهࣱ یَوۡمَىِٕذࣲ نَّاضِرَةٌ إِلَىٰ رَبِّهَا نَاظِرَةࣱ cümlesiyle وَوُجُوهࣱ یَوۡمَىِٕذِۭ بَاسِرَةࣱ تَظُنُّ أَن یُفۡعَلَ بِهَا فَاقِرَةࣱ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetteki فَاقِرَةٌ insanın bel kemiklerini kıran büyük musibet ve felaket demektir. ”Fakir" kelimesi de bu kökten türemiştir. Çünkü fakirlik de insanın bel kemiğini kırar, onu başkalarına muhtaç bırakır. Bu, mesudların yüzleri ile bedbahtların yüzleri arasında çok latif bir karşılaştırmadır. Parlayan güleç yüzler, kendilerine her türlü hayrın yapılacağını bekledikleri gibi, bedbahtların yüzleri de musibeti beklerler. Zira ikisi arasındaki karşılaştırma bunu gerektirir. (Rûhu’l Beyân)كَلَّٓا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَۙ
Can boğaza gelip de hasta ölmek üzere olduğunda çevresindekiler, “Bunu ölümden kurtaracak bir şifacı yok mu?” diye sorarak son bir çarenin bulunup bulunmadığını araştırırlar. Bir yoruma göre de ölüm meleği, “Bunun ruhunu rahmet melekleri mi yoksa azap melekleri mi götürecektir?” diye sorarlar. Bu telâş arasında ölmek üzere olan kişi artık yakınlarından ve dünya hayatından ayrılma zamanının geldiğini anlar; ecel geldiğinde can çıkıp gider. “Bacaklar birbirine dolaşır” ifadesi, “Artık ölen kişinin dünya ile ilgisi kesilmiş, âhiret hayatına, ilâhî huzura yönelmiştir” şeklinde açıklanmıştır. Bundan sonra kendi iradesiyle hareket etme imkânı yoktur. Allah katında durumu dünyada yaptıklarına göre değerlendirilir; müminlerden ise cennete, inkârcılardan ise cehenneme gönderilir.
كَلَّٓا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَۙ
كَلَّا , ret ve caydırma harfidir. Cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabı tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve bir çok nahivciler ile Basra Dil mektebinin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı )
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. إلى ربّك يومئذ المساق (O gün sevk Rabbinedir.) sözüne delalet eden cevaba mütealliktir. بَلَغَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلَغَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Siyakın delaletiyle fail mahzuftur. Takdiri, الروح أو النفس (Ruh veya nefis) şeklindedir. التَّرَاقِيَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.كَلَّٓا اِذَا بَلَغَتِ التَّرَاقِيَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Bir cevap edatı olan كَلَّاۜ , kendinden önce geçen cümlenin ifade ettiği düşüncenin doğru olmadığını sert bir şekilde ifade etmeye yarar. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri, Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
كَلَّاۚ , cevabın olumsuzluğunu bildiren bir harf olup kendinden sonrakinin îrabına tesir etmez. Menetmeyi, nehyetmeyi açma, başlangıç yapma ve gerçeklik ifade eder. Sîbeveyhi ve Halil b. Ahmed ve birçok nahivciler ile Basra Dil Mektebi’nin çoğunluğu bu edatın ك ile olumsuzluk لَا ’sının birleşmesiyle meydana geldiğini ve şeddenin nefy manasını kuvvetlendirmek için kullanıldığını söylerler. Birçok nahivci ise edatın birleşmeden tek bir kelime olduğunu kabul ederler. (Halil İbrahim Tanç, Kur’an’da كَلَّا Edatı)
‘Hayır, kesinlikle hayır, asla, mümkün değil’ manalarini taşıyan كَلَّا sözcüğü, söyleyen kişiyi azarlamak, sözlerini ret ve iptal etmektir. Bu, olumlu cevap vermek anlamına gelen evet sözcüğünün zıttıdır. (Müfredat)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Şart üslubundaki cümlede, şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan بَلَغَتِ التَّرَاقِيَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir. اِذَا şart manalı zaman zarfı, cevaba mütealliktir. إلى ربّك يومئذ المساق sözüne delalet eden cevaba mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
بَلَغَتِ fiilinin faili, siyakın delaletiyle mahzuftur. Takdiri, الروح veya النفس şeklindedir. Naib-i failin hazfî îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri إلى ربّك يومئذ المساق (O gün sevk Rabbinedir.) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
بَلَغَتِ fiilinin mef’ûlü olan التَّرَاقِيَۙ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Burada إِنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إِنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Burada إنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Hayır! ifadesi, dünyanın ahirete tercih edilmesini engellemek içindir. Sanki “Vazgeçin bundan! Önünüzde bulunan ve gelip çattığında dünyadan kopup, ebediyyen kalacağınız ahirete intikal edeceğiniz ölüme karşı uyanık olun!” denilmektedir. (Keşşâf)
‘Dayandığında’ anlamındaki بَلَغَتِ fiilinde zamir, zikri geçmese de nefse (cana) racidir; çünkü sözün gelişi buna delalet etmektedir.
التَّرَاقِيَ (köprücük kemikleri); boyun deliğini sağdan ve soldan saran kemiklerdir. Onlara ahiret merhalelerinin ilkinin -yani ruh köprücük kemiklerine dayanıp da çıkıp gitmesi yaklaştığında gerçekleşecek olan ölümün- zorluğunu hatırlatmaktadır. Ruhun sahibi, can vereceği zaman yanına gelenler birbirlerine, yok mu okuyup üfleyecek derler; yani onu içinde bulunduğu durumdan hanginiz kurtaracak? Bunun ölüm meleğine ait bir söz olduğu da söylenmiştir; yani Onun ruhunu hanginiz yükseltecek? Rahmet melekleri mi yoksa azap melekleri mi? (Keşşâf)
التَّرَاقِيَ kelimesi ترقوة ‘nin cemisi olup, bu da, iki omuz başı ile göğsün üst kısmı arasındaki kemiktir. Bil ki nefsin veya ruhun (canın) buraya varıp dayandığı söylenerek, ölümün yaklaştığı kinâî olarak anlatılmak istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَق۪يلَ مَنْ۔ رَاقٍۙ
وَق۪يلَ مَنْ۔ رَاقٍۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayeteki بَلَغَتِ cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli مَنْ۔ رَاقٍ ‘dir. ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
مَنْ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. رَاقٍ haber olup ref alameti ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاقٍ kelimesi, sülâsi mücerredi رقي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَق۪يلَ مَنْ۔ رَاقٍۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَنْ رَاقٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İstifham ismi مَنْ , mübteda konumundadır. رَاقٍ haberdir.
Müsned olan رَاقٍ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Tedavi eden anlamındaki رَاقٍ kelimesi, kendisi ile şifa verecek bir şeye sığındırmak anlamına gelen ألرُّقْىَ kelimesinden türemedir. Ayetteki soru, talep (istek) manasınadır. Sanki onlar, kendilerini tedavi edecek bir tabip veya rukye yapacak bir okuyucu isterler. Soru kelimesinin inkâr anlamında soru olması da muhtemeldir. (Rûhu’l Beyân)
26-27
Burada da konu ölümdür. Ölüm esnasında boğaza gelip dayananın ruh olduğu da herkes tarafından bilinen bir şeydir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَاقٍ kelimesi sekte ile okunur ki, bunda lafız ve mana itibarıyla iki nükte vardır.
Birincisi, sekte yapılmadığı takdirde "nun" harfinin "ra"da gunnesiz olarak idgam yapılması gerekip ayeti مَرَّاق gibi okunmuş, yani "çorbacı" denilmiş gibi olacağından sekte ile bu karışıklığın önüne geçilmiş olur.
İkincisi de bu anın, nefesin kesildiği bir durma ve nefes almama anı olduğuna bir uyarı olur. O okuyucu çağrılır veya çağrılmaz, bulunur veya bulunmaz, işin bu yönü başka, fakat o anda bu söylenir. (Elmalılı)
وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُۙ
وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki بَلَغَتِ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel amili ظَنَّ ‘nin iki mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. ظَنَّ sanmak anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı. Anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
الْفِرَاقُ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.وَظَنَّ اَنَّهُ الْفِرَاقُۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile 26. ayetteki بَلَغَتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Zannetmek ve kesin olarak bilmek üzere iki zıt manaya sahip ظُنُّ fiili burada, kesin olarak bilmek, anlamak manasındadır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُ الْفِرَاقُ , masdar teviliyle ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْفِرَاقُ masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin haberidir.
الْفِرَاقُۙ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca اَنَّ ‘nin haberinin marife gelişi bu özelliğin kemaline işaret etmiştir.
Önceki ayetin fasılası رَاقٍۙ ‘la الْفِرَاقُۙ arasında cinâs-ı muzari ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Bu ayet, ruhun, kendi kendine kaim (yeterli) bir cevher olup, ölümden sonra da kaldığına delalet etmektedir. Çünkü Allahü teâlâ, ölüme burada "ayrılış" adını verdi. Ayrılış ise, ruhun baki kalması durumunda söz konusu olur. Çünkü ayrılma ve birleşme, birer sıfattır. Sıfat ise bir mevsufun mevcudiyetini gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِۙ
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki بَلَغَتِ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. الْتَفَّتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. السَّاقُ fail olup lafzen merfûdur. بِالسَّاقِ car mecruru الْتَفَّتِ fiiline mütealliktir.
الْتَفَّتِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi لفف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِۙ
Ayet, atıf harfi وَ ile 26. ayetteki بَلَغَتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
السَّاقُ kelimesi الْتَفَّتِ fiilinin failidir. بِالسَّاقِ car mecruru الْتَفَّتِ fiiline mütealliktir.
السَّاقُ kelimesinin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Elif lamla marife olması; aralarında reddedilecek kafir insanların da olduğunu ifade eder. Öyleki bütün insanları kapsar.
Bacağın bacağa dolanması ifadesi, ölüm anının şiddetini mübalağa için yapılmış temsilî istiare sanatıdır.
‘’Bacağı bacağına dolandı.’’ Ölüm tedirginliği - sekarât esnasında bacakları eğrildi-birbirine dolandı. Katâde’nin: “Daha önce kişi ayakları üzerinde dinç iken ayakları ölmüş ve onu taşıyamıyor.” dediği nakledilmektedir. “Dünyadan ayrılmanın sıkıntısı” ile “ahiretle karşı karşıya gelmenin sıkıntısı”nın birbirine dolanmakta olduğu; bunu ifade etmek için şiddeti gösteren bir mesel olan الساق kelimesinin kullanıldığı söylenmektedir. (Keşşâf - Rûhu’l Beyân)
Ölüm sıkıntısı ve sekerat sebebiyle ölmek üzere olan kimsenin bacakları birbirine dolaşır. Hasan Basrî “Bunlar, ölünün kefenin içerisinde birbirine dolanan bacaklarıdır.” demektedir. İbn Abbâs’tan rivayet edildiğine göre bundan maksat “dünyadan ayrılık sıkıntı ve acısının ölümün şiddeti ve sıkıntılarıyla birleşmesi”dir. Dünyanın sıkıntılarının şiddeti ile ahiret sıkıntılarının şiddeti kişinin üzerinde birleşmesi, bu büyük ve korkunç olay temsîlî bir tarzda anlatılmıştır. Aynen bunun gibi “savaşın şiddetlendiğini” anlatmak için müstear olarak شَمَّرات الحرب عن ساق “ denir. (Süleyman Recep Çıbıklı , Söz Sanatları Açısından Meâl Problemleri)
اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ۟
اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ۟
Ayet, mukadder إذا ‘nın cevabı için tefsiriyedir. Takdiri, إذا بلغت التراقي.. تساق إلى حكم ربّها (Can boğaza geldiğinde yalnızca rabbinin hükmüne sevk edilir.) şeklindedir.
İsim cümlesidir. اِلٰى رَبِّكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı مَسَاقُ ‘ye mütealliktir. يَوْمَ zaman zarfı إذ ’e muzâftır. يَوْمَ ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdir: يوم إذ بلغت التراقي وقيل من راق وظن أنه الفراق والتفّت الساق بالساق (Can boğaza geldiği, kurtarıcı nerede denildiği ve ayrılığın anlaşıldığı, ayakların birbirine dolandığı gün) şeklindedir.
الْمَسَاقُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اِلٰى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍۨ الْمَسَاقُۜ۟
26. Ayetteki إذا ’nın mukadder cevabı için tefsiriyye olarak gelmiştir. Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Yani; إذا بلغت التراقي.. تساق إلى حكم ربّها. (Can boğaza geldiğinde yalnızca rabbinin hükmüne sevk edilir.)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur اِلٰى رَبِّكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَسَاقُ muahhar mübtedadır.
الْمَسَاقُۜ۟ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Haberin takdimi ihtimam içindir. (Âşûr)
Mübteda olan الْمَسَاقُ ‘ın elif lâmla marifeliği cins içindir. İçinde merdud olan kâfir insanların da olduğu bütün insanları kapsar. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَوْمَ zaman zarfı, إذ ’e muzaftır. 26. ayetteki إذا ’dan bedel olan يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır.
Takdir: يوم إذ بلغت التراقي وقيل من راق وظن أنه الفراق والتفّت الساق بالساق (Can boğaza geldiği, Kurtarıcı nerede denildiği ve ayrılığın anlaşıldığı, ayakların birbirine dolandığı gün) şeklindedir. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَوْمَئِذٍ kıyamet gününden kinayedir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki gayri tam cinas الساق - المساق (bacak ve gidişat, yön) kelimeleri arasında vuku bulmuş. Ancak ikinci kelimedeki م harfinin fazlalığından ötürü cinas-ı nakıstır. Yani eksiktir. (Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi, Itnâb-îcâz)
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰىۙ
Özellikle Allah’ın, kendi varlık ve birliği ile kıyamet ve âhiretin kesinliği hakkında bunca açıklamalar yapmasına, kanıtlar ortaya koymasına, ayrıca inkâr edenleri ne büyük azabın ve acıların beklediğini haber vermesine rağmen hâlâ gerçeği kabul etmemekte, Kur’an’ı ve peygamberi tasdik etmemekte direnen, Allah’a kulluğunu arzetmekten kaçınan inkârcı tutum eleştirilmekte, kurtarıcı ilâhî hakikatleri ısrarla reddeden bu nasipsizlerin daha da kabalaşan, küstahlaşan davranışlarından ibretlik örnekler verilmektedir. O inkârcı tip, vahyi onaylamaya, Allah’a kulluk etmeye yanaşmaz; hakkı, hak davetçisini inatla yalanlamaya kalkışır; ilgi gösterip kulağını ve zihnini söylenenlere açacağı, insafla değerlendireceği yerde, kör bir taassupla gerçeğe sırtını döner, kulağını tıkar, kalbini kilitler. Sûre bu inkârcılara, kendi türünün yaratılış sürecini ve bu muhteşem olayı gerçekleştiren yüce gücü hatırlattıktan sonra bir soru ifadesiyle, bu gücün ölüleri de dirilteceğini bildiren uyarı âyetiyle sona ermektedir.
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰىۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. صَدَّقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَا صَلّٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. صَلّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
صَدَّقَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صدق ’dir.
صَلّٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صلو ‘dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰىۙ
فَ , istînâfiyyedir. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَلَا صَلّٰى cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلّٰى yani [ne tasdik ederdi ne de namaz kılardı.] Bu cümlenin faili, [İnsan zannediyor mu ki; kemiklerini bir araya getirmeyeceğiz?] ayetinde zikredilen insandır. Dikkat edilirse başıboş bırakılacağını mı zannediyor insanoğlu?! buyurulmuştur ki bu da Ne zamanmış o kıyamet günü?!” diye soruyor... ayetine matuftur. Yani yeniden dirilişe iman etmediği için Resul’ü de Kur’an’ı da tasdik etmezdi; namaz da kılmazdı.
Bu ayetin Ebû Cehil hakkında indiği söylenmiştir. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî)
وَلٰـكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۙ
وَلٰـكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfiyyeye matuftur. لٰكِنْ istidrak harfidir, لٰكِنّ ’den muhaffefedir. İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. تَوَلّٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
تَوَلّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
كَذَّبَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَوَلّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلٰـكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰىۙ
وَ , atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki فَلَا صَدَّقَ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Menfî sıygadan, müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
İstidrak harfinin dahil olduğu لٰـكِنْ كَذَّبَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
كَذَّبَ fiilinin mef’ûlünün hazfi, müşriklerin yalanlarının tümünü kapsadığı içindir. Takdiri, ‘’peygamberi, Kur’an’ı ve dirilişi yalanladı. İslamın kurallarını yerine getirmekten kaçındı’’ şeklindedir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen وَتَوَلّٰى cümlesi, atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
İki cümlenin de siyaktan anlaşılabilecek mef’ûllerinin hazfi îcaz-ı hazif sanatıdır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
31. ayetteki كَذَّبَ - صَدَّقَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, كَذَّبَ ve تَوَلّٰىۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.ثُمَّ ذَهَبَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ يَتَمَطّٰىۜ
ثُمَّ ذَهَبَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ يَتَمَطّٰىۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
Fiil cümlesidir. ذَهَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلٰٓى اَهْلِه۪ car mecruru ذَهَبَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَمَطّٰى fiili ذَهَبَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَمَطّٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَتَمَطّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi مطو ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
ثُمَّ ذَهَبَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ يَتَمَطّٰىۜ
Tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اِلٰٓى اَهْلِه۪ car mecruru ذَهَبَ fiiline mütealliktir.
يَتَمَطّٰى cümlesi, ذَهَبَ ‘deki failin halidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۙ
اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۙ
İsim cümlesidir. اَوْلٰى mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, العقاب أو الهلاك (Ceza veya helak) şeklindedir. لَكَ car mecruru اَوْلٰى ‘ya mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْلٰى mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, التهديد أو الشرّ (Tehdid veya şer) şeklindedir.
اَوْلٰى ism-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَوْلٰى , takdiri العقاب أو الهلاك (Ceza veya helak sana daha layıktır) olan mahzuf mübtedanın haberidir. لَكَ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
فَاَوْلٰى cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle hem lafzî hem manevî olarak önceki cümlenin tekididir. Aralarında kemâl-i ittisâl olan bu cümlelerin فَ ile atfedilmesi, tekidi ve tehditin şiddetini artırmak içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَوْلٰى , takdiri التهديد أو الشرّ (Tehdid veya şer) olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Cümleler haberî formda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve beddua anlamına gelerek mukteza-i zahirin hilafına, vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Her iki cümledeki اَوْلٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَوْلٰى - لَكَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَوْلٰى لَكَ [Yazıklar olsun sana!]demektir; hoşlanmadığı şeylerin başına gelmesi için bir bedduadır. (Keşşâf)
اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰى [Sana yazıklar olsun yazıklar..!] ayetinde kâfiri kınamak ve yermek için önceki ayetteki III. şahıs zamirinden II. şahıs zamirine dönüş vardır. (Safvetü’t Tefâsir)ثُمَّ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۜ
ثُمَّ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
İsim cümlesidir. اَوْلٰى mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, العقاب أو الهلاك (Ceza veya helak) şeklindedir. لَكَ car mecruru اَوْلٰى ‘ya mütealliktir.
فَ atıf harfidir. اَوْلٰى mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, التهديد أو الشرّ (Tehdit veya şer) şeklindedir.ثُمَّ اَوْلٰى لَكَ فَاَوْلٰىۜ
Tertip ve terahî ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle, önceki ayete atfedilmiştir. Ayet, hem lafzî hem manevî olarak önceki cümlenin tekididir. Aralarında kemâl-i ittisâl olan bu cümlelerin ثُمَّ ile atfedilmesi, tekidi ve tehditin şiddetini artırmak içindir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَوْلٰى , takdiri العقاب أو الهلاك (Ceza veya helak) olan mahzuf mübtedanın haberidir. لَكَ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
فَاَوْلٰى cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle hem lafzî hem manevî olarak önceki cümlenin tekididir. Aralarında kemâl-i ittisâl olan bu cümlelerin فَ ile atfedilmesi, tekidi ve tehditin şiddetini artırmak içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَوْلٰى , takdiri التهديد أو الشرّ (Tehdit veya şer) olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Cümleler haberî formda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve beddua anlamına gelerek mukteza-i zahirin hilafına, vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Her iki cümledeki اَوْلٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَوْلٰى - لَكَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَوْلٰى لَكَ [Yazıklar olsun sana!]demektir; hoşlanmadığı şeylerin başına gelmesi için bir bedduadır. (Keşşâf - Rûhu’l Beyân)اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ
اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ
Hemze istifham harfidir. Fiil cümesidir. يَحْسَبُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. يَحْسَبُ sanmak anlamında kalp fiillerindendir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. يُتْرَكَ fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
سُدًى kelimesi يُتْرَكَ ‘deki zamirden hal olup mukadder elif üzere fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُدًى maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak ( ا ) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًىۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze, inkâri anlamda, istifham harfidir.
İnkâr, (reddetme, yadsıma) manasına delalet etmek üzere en çok kullanılan istifham harfi hemzedir. Hemzeyi her zaman sorulan şey takip eder. İnkâr manasında olan istifham iki kısımdır: Azarlama ve yalanlama. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُتْرَكَ سُدًى cümlesi, masdar teviliyle يَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُتْرَكَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Ayetteki muzari fiiller, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سُدًى kelimesi, يُتْرَكَ ‘deki failinin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Buradaki سُدًى ifadesi, idmâc yoluyla daha önce bahsedilenlere uygun bir şekilde zikredilmiş olup insanın yaratılışındaki hikmete işaret eder. Bu hikmet yaratanın onu öldükten sonra terk etmemesini, dolayısıyla dünya hayatında yaptıklarını ödüllendirmek için diriltmesi gerektiğidir. (Âşûr)اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ
اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُ nakıs, meczum muzari fiildir.
Beyzâvî bu ayetteki لَمْ يَكُ kelimesi için şu açıklamayı yapar: يَكُ kelimesinin aslı يَكُونُ ’dür. Cezm edatı لَمْ ’den dolayı nûnun harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için نْ da hazf edilmiştir. Böylece geriye يَكُ lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116)
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. نُطْفَةً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مِنْ مَنِيٍّ car mecruru نُطْفَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يُمْنٰى fiili مَنِيٍّ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُمْنٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُمْنٰىۙ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مني ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنٰىۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze takrirî istifham harfi, لَمْ muzariye dahil olup, onu cezm eden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
Takrîr: mütekellimin, muhatabın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr: (itirafa zorlama) Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Menfi muzari sıygada nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve takrir anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.
نُطْفَةً kelimesi كَانَ ’nin haberidir. مِنْ مَنِيٍّ car mecruru نُطْفَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. مَنِيٍّ ‘deki nekrelik tahkir içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُمْنٰى cümlesi مَنِيٍّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette كان fiilinin muzari halinde aslında اَلَمْ يَكُنْ olması gerekirken اَلَمْ يَكُ şeklinde gelerek sondaki ن harfi tahfîf amacıyla hazf edilmiştir. (Kara, Ömer, Belâgat İki İfade Biçimi Itnâb-îcâz)
يُمْنٰىۙ - مَنِيٍّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلَقَةً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. خَلَقَ atıf harfi فَ ile كَانَ ‘ye matuftur. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. سَوّٰى atıf harfi فَ ile خَلَقَ ‘ya matuftur.
سَوّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
سَوّٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سوي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوّٰىۙ
ثُمَّ , atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (Bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
فَخَلَقَ cümlesi, tertib ve takib ifade eden atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen فَسَوّٰىۙ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
خَلَقَ ve سَوّٰى fiillerinin mef’ûlleri hazf edilmiştir. Takdiri, فَخَلَقَهُ فَسَوّٰىۙهُ (Onu yarattı ve onu düzenledi) şeklindedir. (Âşûr) Mef’ûllerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَلَقَةً ve فَخَلَقَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ
فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki cümledeki كَانَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْهُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الزَّوْجَيْنِ mef’ûlun bih olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir. الذَّكَرَ kelimesi الزَّوْجَيْنِ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاُنْثٰى atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۜ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ fiiline müteallik olan car mecrur مِنْهُ , ihtimam için, mef’ûl الزَّوْجَيْنِ ‘ye takdim edilmiştir
Tezat nedeniyle birbirine atfedilen الذَّكَرَ ve الْاُنْثٰىۜ kelimeleri الزَّوْجَيْنِ ’den bedeldir.
Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْاُنْثٰىۜ - الذَّكَرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Önceki ayetteki ‘yaratmak, inşa etmek’ manasındaki خَلَقَ fiilinden sonra bu ayette جَعَلَ fiili gelmiştir. جَعَلَ fiili, mevcut olan bir varlıkta geçerli olan bir fiildir, onu bir halden başka bir hale değiştirmeyi ifade eder.اَلَيْسَ ذٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰى
اَلَيْسَ ذٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰى
Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ işaret ismi لَيْس ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
بِ harf-i ceri zaiddir. قَادِرٍ lafzen mecrur لَيْس ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel عَلٰٓى harf-i ceriyle قَادِرٍ ‘e mütealliktir.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يُحْيِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْمَوْتٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْمَوْتٰى maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحْيِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَيْسَ ذٰلِكَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰى
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebi inşai isnadtır.
Hemze takrirî istifham harfidir. Takrîr; soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.
Takrîr: (itirafa zorlama) Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle vaz edildiği soru anlamından çıkarak ikrar ve tevbih anlamı kazandığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca cümlede, kelamcıların usûlünce kesin aklî delillerle konuşmak şeklinde tarif edilen mezheb-i kelamî sanatı vardır.
Nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde ism-i işaret ذٰلِكَ , nakıs fiil لَيْسَ ‘nin ismidir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın kudretine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
İsm-i fail vezninde gelerek istimrar ve istikrar ifade eden بِقَادِرٍ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. Kelimedeki بِ harfi tekid ifade eden zait harftir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Mecrur mahaldeki masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُحْيِيَ الْمَوْتٰى cümlesi, masdar tevilinde عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte قَادِرٍ ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْمَوْتٰى - يُحْيِيَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde lâm harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve ما 'nın haberinin başında gelen بِ harfi tekid bildirir.
Kur'an-ı Kerim'de بِ harfi 22 yerde لَيْسَ ’nin, 19 yerde de ما ’nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamıştır. Hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Surenin bütün ayetleri on kelimeyi geçmeyen kısa secilerden oluşmuştur.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً
İnsan kelimesi, “beşer, insan topluluğu” anlamına gelen ins kökünden türetilmiş olup akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan sosyal bir varlık türünü ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtü’l-Kur’ân, “ins” md.). Kur’an’da altmış beş yerde insan, on sekiz yerde ins, bir yerde de insî (insanın her bir ferdi) geçmekte, bir âyette “enâsî”, 230 yerde nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. İlgili âyetlerin çokluğundan da anlaşıldığı üzere Kur’an’da insan çeşitli yönleriyle ele alınmış; onun nasıl yaratıldığı, mahiyeti ve yaratılış amacı anlatılmıştır (meselâ bk. Nisâ 4/1; Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37; ayrıca bk. İlhan Kutluer, “İnsan”, DİA, XXII, 320-323).
Kıyâmet sûresinin son âyetlerinin devamı mahiyetindeki bu âyetlerde öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insana, onun varlık alanına çıkmazdan önceki hiçliği, aslı ve yaratılış aşamaları hatırlatılarak bundan ibret alması ve ders çıkarması istenmiştir. İlk âyetteki hîn kelimesi “sınırlı bir zaman, bir süre” anlamına gelir; dehr ise “bir vakitle sınırlanmamış mutlak zaman” demektir (Râgıb el-İsfahânî, a.g.e., “hyn” ve “dhr” md.). Elmalılı âyetin bu kısmını şöyle açıklar: “Hîn”, mutlak ve bütün zamanı değil, zamandan, az veya çok bir müddeti, vakit gibi az veya çok bir cüzü ifade eder. Burada “dehr”in başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı noktalarıyla sınırlıdır. Hîn kelimesinin nekre (belirsiz) olması ise haddi zatında sınırlı olmakla beraber, insana nazaran miktarının meçhul olduğuna işarettir. Yani, şu muhakkak ki, insan cinsi âlemin yaratılışından hayli müddet sonra yaratılmıştır. Âlemin yaratılışı ile başlayan “dehr”den, insan cinsinin yaratılmasına kadar sizin için meçhul, ama yine de bu iki nokta ile sınırlı bir müddet cereyan etmiş, insana doğru gelmiştir. Öyle ki, o müddet zarfında insan, anılır, bu nam ile tanınır bir şey olmamıştır (IX, 5492-5493).
Diğer yönden her bir insan, var olmazdan önce bir hiçtir; sonra babasında bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra bu ikisinin birleşmesiyle ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim 2. âyette insanın “katışık bir nutfe”den yani ana rahminde döllenmiş yumurtadan yaratıldığı ifade buyurulmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lutfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tâbi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15; Kıyâmet 75/37).
هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً
هَلْ istifham harfidir. هَلْ , muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
Fiil cümlesidir. اَتٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. عَلَى الْاِنْسَانِ car mecruru اَتٰى fiiline mütealliktir. ح۪ينٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنَ الدَّهْرِ car mecruru ح۪ينٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً cümlesi الْاِنْسَانِ ‘ın hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُنْ nakıs, meczum muzari fiildir. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. شَيْـٔاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. مَذْكُوراً kelimesi شَيْـٔاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَذْكُوراً kelimesi, sülâsi mücerredi ذكر olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
هَلْ اَتٰى عَلَى الْاِنْسَانِ ح۪ينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Cenab-ı Allah İnsan Suresinin başında şöyle buyuruyor: [İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki.] Tergîb ve teşvik makamında zikredilen ayetlerden bir örnektir. Bu beyan üslubu, bir nevi surenin mealinin elbisesini giymiştir. Kur’an’ın bu beyanı, Cennetteki Kevser havuzunun suyu gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar; Cennet meyveleri gibi tatlı, huri elbisesi gibi güzeldir. (Prof. Dr. Ali Bakkal, Kur’an’ın En Güçlü İ’câz Yönü Olan Belâğat Üzerine -Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi Örneği)
هَلْ , takrir ifade eden istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetteki istifhamdan maksat muhataba onaylatmaktır. İstifham şeklinde gelmesinde muhataba tenbih ve konu üzerinde düşünmeye teşvik kastı vardır. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ’nın, sorunun cevabını bilmemesi gibi bir durumun muhal olması nedeniyle, istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَتٰى fiiline müteallik olan car mecrur عَلَى الْاِنْسَانِ, ihtimam için, fail olan ح۪ينٌ ‘a takdim edilmiştir
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الْاِنْسَانِ ‘nın elif lam’la marifeliği; إنَّ الإنْسانَ لَفي خُسْرٍ [Muhakkak ki insan hüsrandadır] (Asr/2) ayetinde olduğu gibi istiğrak içindir. (Âşûr)
الدَّهْرِ , Câsiye sûresinde de geçtiği gibi Ragıb'ın açıklamasına göre asıl manası, alemin var oluşunun başlangıcından son bulmasına kadar bütün süre, yani zamanın tamamı demektir. Burada da bu manayadır. Bilinmeyen uzun zamanlara da dehr denilir.
ح۪ينٌ , zamanın az veya çok, sınırlı bir süresine denir. Zamanın tamamı için kullanılmaz. Vakit gibi zamanın bir parçasına denilir. Buradaki ح۪ينٌ kelimesi, dehrin başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı arasında kalan, bunlarla sınırlanan süreyi ifade eder. Nekre, yani belirsiz olarak kullanılması ise, aslında sınırlı olmakla beraber insan açısından miktarının bilinmediğine işarettir. Yani şu bir gerçek ki insan cinsi, alemin yaratılışından bir hayli zaman sonra yaratılmıştır. (Elmalılı)
مِنَ الدَّهْرِ car mecruru ح۪ينٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyh olan ح۪ينٌ ‘deki nekrelik muayyen olmayan süreye işaret eder.
لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً cümlesi الْاِنْسَانِ ‘nin hali olarak ıtnâbdır.
Hal; cümlede failin, mef'ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)
Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)
لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını mazi ve istikbalde olumsuz yapan harftir.
Menfi muzari sıygada nakıs fiil كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)
مَذْكُوراً , nakıs fiil كَان ‘nin haberi olan شَيْـٔاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Gerçekten insanın üzerinden geçti: هَلْ istifhamı, geçeni tespit ve onaylama içindir, bu sebepledir ki, قد (tahkik edatı) ile tefsir edilmiştir. (Beyzâvî)
Geldi, anlamındaki اَتٰى fiilinin başındaki هَلْ aslında ”mi, mı?" anlamında soru edatıdır. Ama bu kelime ”şüphesiz, muhakkak" anlamında da kullanılmaktadır ve burada bu anlamdadır. Kelime ile soru kastedilmediğinin delili, Allah'ın bir şeyi öğrenmek maksadıyla sora sormasının imkânsızlığıdır. O zaman cümleyi haber anlamında almaktan başka çare yoktur. Bu kullanışın misalleri mevcuttur. Meselâ birisine: ”Sana öğüt verdim mi?" dediğin zaman ona öğüt verdiğini ikrar etmesini kastetmiş olursun. (Rûhu’l Beyân)
Şayet لَمْ يَكُنْ شَيْـٔاً مَذْكُوراً [Henüz anılır bir şey değilken] cümlesinin mahalli nedir?” dersen şöyle derim: Onun mahalli الْاِنْسَانِ ‘nin hali olarak nasbdır. Sanki şöyle denilmiştir: İnsanın üzerinden; zamandan, (insan olarak) anılmadığı bir vakit geçmiştir. Veya ٌح۪ينٌ kelimesinin sıfatı olarak refdir; tıpkı [Babanın, oğlu adına hiçbir şey ödeyemeyeceği bir gün[den sakının]! (Lokman 31/33) ayetindeki gibi. (Keşşâf)
Ayetteki takriri soru, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edene yöneltilir. Takdir şöyledir: Evet o, kayda değer bir şey değilken zamandan bir süre onun üzerine geldi. Ona: ”O yokken kim var etti? Öyleyse öldükten sonra onu tekrar diriltmek nasıl imkânsız olur?" denilir. (Rûhu’l Beyân)اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. خَلَقْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ نُطْفَةٍ car mecruru خَلَقْنَا fiiline mütealliktir. اَمْشَاجٍ kelimesi نُطْفَةٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَبْتَل۪يهِ cümlesi خَلَقْنَا ‘daki failin veya mef’ûlünden hal olup mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَبْتَل۪يهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَم۪يعاً mef’ûlün hali olup fetha ile mansubdur. بَص۪يراً ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
سَم۪يعاً - بَص۪يراً mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ نَبْتَل۪يهِ
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kelimenin اِنَّ harfi ile tekid edilmesi, müşriklerin kendilerini yaratmamış olan putlara taparak insanı yaratan Allah’ı inkâr etme menziline koymak içindir. Çünkü insanı yoktan yaratmak ilim gerektiri ki bu da putlarda yoktur. (Âşûr)
اَمْشَاجٍۗ kelimesi نُطْفَةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْاِنْسَانَ ’daki tarif, cins içindir. نُطْفَةٍ ’deki nekrelik ise nev ve tazim ifade eder.
Kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelen نَبْتَل۪يهِ cümlesi, خَلَقْنَا fiilinin failinden veya mef’ûlünden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
مِنْ نُطْفَةٍ اَمْشَاجٍۗ ; ayette meni, katışık olarak vasıflandırılmış, çünkü ondan murad iki suyun toplamıdır ve iki sudan her birinin de rengi, inceliği ve kalınlığı gibi muhtelif vasıfları ve zıt özellikleri vardır. Nitekim erkek suyu beyaz, kalın ve yapışma kuvveti olan bir sıvıdır. Kadının suyu ise sarı, ince ve yapışkan maddeleri tutan bir sıvıdır. İşte bunun ikisinden çocuk yaratılmaktadır. Bu iki suyun özelliklerinden dolayıdır ki insan bedenindeki kaslar, kemikler ve kuvvet, erkeğin suyundan oluşmaktadır. Et, kan ve saç ise kadının suyundan oluşmaktadır, Kurtubî diyor ki: "Bu husus, merfû olarak (Peygamberimize kadar çıkan bir rivayet senediyle) rivayet olunmaktadır." (Ebüssuûd)
Ebû Osman el-Mağribî (ks) şöyle der: ”Allah Teâlâ yaratıkları dokuz çeşit şeyle imtihan etmiştir.
Bunlardan üçü fitneye düşürücüdür. Onlar gözü, kulağı ve dilidir.
Üçü inkârcı (hakikati gizleyici) dir. Onlar nefsi, hevâsı ve düşmanı olan şeytandır.
Üçü de mümindir. Onlar da aklı, ruhu ve kalbidir.
Allah kulunu yardımı ile güçlendirirse aklı kalbine galip gelip ona hakim olur. Nefis ve hevayı esir alır. Böylece nefis ve heva hareket imkânı bulamazlar. Nefis ruhla, heva da akılla bütünleşir, onların içinde erirler. O zaman da Allah'ın kelimesi (tevhid) en üstün olur." (Rûhu’l Beyân)
فَجَعَلْنَاهُ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Cümle takip ifade eden atıf harfi فَ ile … خَلَقْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
جَعَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlünden hal olan بَص۪يرًا - سَم۪يعًا kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetteki fiillerin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
İlk cümlede, insanın nutfeden yaratılması inşa etmek manasındaki خَلَقَ fiiliyle, bu cümlede, onun işitir ve görür kılınması جَعَلَ fiiliyle gelmiştir. جَعَلَ fiili, mevcut olan bir varlığı bir halden başka bir hale değiştirmeyi ifade eder.
[Şüphe yok ki, biz, şu insanı katışık bir nutfeden yarattık.] Bu iki ayette de insandan murat, insan cinsidir. Şu halde ikinci ayet, birincisi için fazla bir izah mahiyetindedir. Yahut insandan murat, Hazret-i Âdem'dir. İbni Akbaş, Katâde, Sevrî, İkrime ve Şa'bî'den rivayet olunan da budur. Mâverdî'nin, İbn-i Abbâs'a ulaşan bir senetle anlattığına göre, ayette zikredilen ٌح۪ينٌ kelimesi, miktarı bilinmeyen pek uzun zamandır. Şu halde birinci ayet, Hazret-i Âdem'in yaratılışına işaret etmektedir. Bu ayet de, onun evladının yaratılışını beyan etmektedir.
‘’Biz kendisini imtihan edeceğiz. Bunun için onu işiten ve gören kıldık.’’ Yani vahiy ayetlerini dinleyebilmeyi ve kainat ayetlerini de görmesi için biz, insanı işitir ve görür kıldık. (Ebüssuûd)
اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَفُوراً
اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَفُوراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هَدَيْنَاهُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
هَدَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. السَّب۪يلَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِمَّا tafsil harfidir. شَاكِراً kelimesi هَدَيْنَاهُ ‘deki mef’ûlun hali olarak fetha ile mansubdur. اِمَّا كَفُوراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَاكِراً kelimesi, sülâsi mücerredi شكر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفُوراً mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَفُوراً
Ayet, istînâfiye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan هَدَيْنَاهُ السَّب۪يلَ اِمَّا شَاكِراً وَاِمَّا كَفُوراً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Haberin اِنَّ harfi ile tekid edilmesi, Kur'an'ın çağırdığı şeyin batıl olduğunu iddia eden müşriklere ret olduğu içindir. (Âşûr)
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اِمَّا durumu açıklayan tafsil harfidir. شَاكِراً haldir. اِمَّا كَفُوراً atıf harfi ile اِمَّا شَاكِراً ’e matuftur.
اِمَّا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفُوراً - شَاكِراً kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.
Ayetteki iki halden birincisi olan شَاكِراً , ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. İkincisi كَفُوراً ise hem fasılaya riayet hem de insanın küfretme vasfının şükretme vasfından daha fazla olduğuna işaret etmek üzere, mübalağa vezninde gelmiştir.
İki ismin farklı sıygalarda gelişi iltifat sanatıdır.
[Gerçekten biz ona yolu gösterdik] yani önüne delilleri dikmek ve ayetleri indirmekle. Ya şükredendir yahut nankördür. Bu ikisi , هَدَيْنَاهُ 'daki هُ zamirinden haldir. اِمَّا edatı da ya tafsil (açıklama) ya da taksim (bölme) içindir. Yani onu iki halinde de ya da iki bölünmüş halinde hidayet ettik; bazıları doğru yolu bulmak ve onu tutmak ile şükredendir, bazıları da ondan yüz çevirmekle inkâr edendir. Ya da السَّب۪يلَ 'den haldirler, o zaman şükür yahut küfür ile nitelenmesi mecâzîdir. (yol şükretmez yahut nankörlük etmez; ancak sahibi eder). Feth ile اَمَّا da okunmuştur ki, cevap hazf edilmiş olur. Belki de alternatifine (شَاكِراً 'e) uyması için kâfiren demeyip de (كَفُوراً) demesi, ayet sonlarının tutması içindir ve şunu da bildirmek içindir ki, insan genellikle nankörlükten hali kalmaz; insanı sorumlu tutan ise onun içine dalıp kendini kaybetmektir. (Beyzâvî)
Bu hidayet ve irşattan sonra insanı "şükredici" ve "nankör" diye ikiye ayırmada, bir taraftan şükretmeye teşvik, bir taraftan da küfürden sakındırmak için ["Dilediğinizi yapın"] (Fussilet, 41/40) tarzında insanın ihtiyarına hitap eden ve kısaca ifade edilmiş bir vaat ve tehdit vardır. Bu nedenle leff ü neşr-i gayr-i müretteb üslubu ile küfür ve nankörlükten sakındırmanın illeti, اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالاً وَسَع۪يراً [Çünkü biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışızdır.] ayetidir. (Elmalılı)اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالاً وَسَع۪يراً
اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالاً وَسَع۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَعْتَدْنَا cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. لِلْـكَافِر۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline mütealliktir.
سَلَاسِلَا۬ mef’ûlun bih olup müntehel cumû’ siygası olduğundan tenvin almamıştır. Gayri munsariftir. اَغْلَالاً ve سَع۪يراً atıf harfi وَ ‘la سَلَاسِلَا۬ ‘e matuftur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْتَدْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عتد ’dir. Aslı أعْدَدْنا şeklindedir. Her iki şekli de yaygın olarak kullanılır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ وَاَغْلَالاً وَسَع۪يراً
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اَعْتَدْنَا fiiline müteallik olan car mecrur لِلْـكَافِر۪ينَ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan سَلَاسِلَا۬ ‘ya takdim edilmiştir.
Mef’ûlun bih olan سَلَاسِلَا۬ , müntehel cumû’olması sebebiyle tenvin almamıştır. اَغْلَالاً ve سَع۪يراً kelimeleri سَلَاسِلَا۬ ’ya atfedilmiştir. Cihet-i camiâ, temâsüldür. Bu kelimelerdeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
Cümlede istiare sanatı vardır. اَعَدَّ fiili, aslında güzel şeyler için kullanılır. İstiare yoluyla, kâfirleri bekleyen akıbetin korkunçluğu için mübalağa yapılmıştır.
[Gerçekten biz, kâfirler için zincirler hazırladık, onunla çekilirler bukağılar, onunla bağlanırlar ve çılgın bir ateş, onunla da yakılırlar.] Zikirleri sona bırakıldığı halde tehditlerini öne alması, korkutmanın daha önemli ve daha yararlı olmasındandır. Bir de sözü mü'minlerin zikri ile başlatmak ve sonlandırmak daha güzeldir. (Beyzâvî)
اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْـكَافِر۪ينَ سَلَاسِلَا۬ [Doğrusu biz, kâfirler için zincirler hazırladık] ayetinde leff ü neşri müşevveş vardır. Çünkü Yüce Allah önceki ayette önce şükredeni daha sonra inkar eden nankörü zikretti. Sonra bu ayette, birincisini değil de ikincisini tekrar zikretti. Bunda tertipsiz bir leff ü neşr sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)اِنَّ الْاَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ
اِنَّ الْاَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاَبْرَارَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يَشْرَبُونَ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَشْرَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ كَأْسٍ car mecruru يَشْرَبُونَ fiiline mütealliktir. كَانَ ile başlayan cümle كَأْسٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. مِزَاجُهَا izafeti كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَافُوراً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.اِنَّ الْاَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَشْرَبُونَ مِنْ كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ cümlesi, اَنَّ ’nin haberidir.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَشْرَبُونَ ’ye müteallik olan car mecrur مِنْ كَأْسٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراًۚ cümlesi كَأْسٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
مِزَاجُهَا izafeti كَانَ ’nin ismi, كَافُوراًۚ haberidir.
كَافُوراًۚ : Cennetteki bir pınarın adıdır. Diğer pınarlar gibi onun da suyu, kâfur gibi beyaz ve kokuludur. Kamus'ta kâfur ise; bilinen bir kokudur. Çin ve Hindistan dağlarında yetişen bir ağaçtan elde edilir. Bu ağaç bir çok insanı gölgeleyecek derecede büyüktür. Kaplanlar bu ağacı çok severler."Ayette geçen كَأْسٍ (kase) ise, içerisinde şarap bulunan bardaktır ki bu bardağa kadeh denir. Sırf şarap için kullanıldığı da olur. Çoğunluğun görüşüne göre burada da şarap anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)
Son üç ayet tertipsiz leff ve neşr sanatına örnektir. Leff bölümünde önce küfredenlerden sonra şükredenlerden söz edildiği halde neşr kısmında önce kafirler, sonra da şükredenlere Ahirette verilen karşılık zikredilmiştir.
Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük. Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. Şüphesiz iyiler kâfur katılmış bir tastan içerler ayetinde kimi insanların şükreden kimilerinin de nankör olacağı ifade edildikten sonra, inkârcılara akabinden de iyi insanların anlatımına geçilmiştir. Şükredenlerle iyiler arasında, nankörlerle de inkârcılar arasında çapraz bir bağ kurmaksa muhataba bırakılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Şüphesiz iyiler/ الْاَبْرَارَ kelimesi بر 'in çoğuludur, أرباب gibi yahut بار ’in çoğuludur. أشهاد gibi bir bardaktan içerler şaraptan içerler, كَأْسٍ aslında içinde şarap olan kadehtir.
Katkısı içine katılan şey كَافُوراًۚ olan bardaktan içerler. Çünkü كَافُوراًۚ soğuk ve tatlıdır, kokusu da hoştur. Bunun cennette bir suyun ismi olduğu da söylenmiştir. Rayihası ve beyazlığı كَافُوراًۚ ‘a benzer. (Beyzâvî - Âşûr)
2-5. ayetlerde, insanın yaratılışı ve Allah’ın ona yol göstermesiyle başlamakta, ardından kâfirler için hazırlanmış olan şeyler açıklanmakta, sonra sözü aniden keserek (iktidâb) tahallus yoluyla iyiler için hazırlanmış şeylerin anlatılmasına geçilmektedir. Ve bu konuya uzunca daldı, hatta iyiler için hazırlananların anlatıldığı ayetlerin sayısı yirmi ayete ulaştı. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Hayatı, gözlerinin önünden bir şerit gibi geçti. Kelimelerle süslemeden yazdığında çok uzun sürmedi.
Uğruna fedakarlıklar yaptığı geçici heveslerin hepsi tükenmiş gitmiş. Kıymetini hep bileceğim dediklerinden, zamanla sıkılmış. Doydu sandığı nefsi, yeniden acıkmış. Mutlu olmak için istediği dünyalıklara kavuşunca, başkasını istemiş.
Ölüm bir gün çat kapı gelmiş. Her şey için zamanım var dediği günler, daha dün gibiymiş.
Gözden çıkardığı kalıcı anlarla başbaşa kalmış. Felaketi sezen yüzü sararmış, korkuyla titremiş. Eli ayağına dolanmış, yanında dostu kalmamış. Allah’ın rahmetinden başka, hiçbir çarenin olmadığı yerde kesin hükmünü beklemiş.
Hüküm gününde sevinçle aydınlanan ve korkuyla sararan yüzlerin sahibi olan Allahım! Kalbimizi imansızlıktan ve halimizi namazsızlıktan muhafaza buyur. İmanımızı ve namazımızı; daim ve samimi eyle.
Bizi, geçici dünyanın nimetlerinden, rızana uygun şekilde faydalananlardan ve ahiret hayatına öncelik vererek hazırlananlardan eyle. Hangi maddeden yaratıldığına, kısacık ömrüne ve çaresizliğine bakıp üzerinde düşünerek Sana sığınmak yerine kibirlenmekten muhafaza buyur.
Senin huzuruna vardığımız gün; yüzümüzü nurunla aydınlananlardan, kalbimizi muhabbetinle doyanlardan ve rahmani müjdelerinle sevinenlerden eyle.
İki cihanda da kazananlardan, kurtuluşa erenlerden, Allah’a ve O’nun sevdiklerine kavuşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Yeryüzünün köşelerinden birinden, dünyalık hırslardan kaçan küçücük bir bedenin, minik yüreğinden bir dua yükselmiş. Her işiten de amin diyerek ortak olmuş:
Ey ihtiyaçları gideren Allahım! Bizi dualarını ve şikayetlerini yalnız Sana arzedenlerden eyle. Nefsimizin aceleciliğine kapılıp, faydasız kapıları çalmaktan; boş yere sevinmekten ya da üzülmekten muhafaza buyur. Şükründe, hüznünde ve her anında Sana koşanlardan eyle.
Ey yüzleri aydınlatan Allahım! Yürüdüğümüz yolları ve yaptığımız işleri rahmetin ile kolaylaştır. Kalplerimizi, Seni hakiki manada sevenlerden ve Sana kavuşmayı arzulayanlardan kıl. Bizi her anımızda beraberimizde olduğun bilinci ile yaşayanlardan eyle.
Ey affetmeyi seven Allahım! Bizi Senin yolunda sağlam adımlarla yürüyenlerden eyle. Mahşer günü bacakları dolananlara benzemekten muhafaza buyur. Sana kavuşmanın ve Senin huzuruna çıkmanın sevinci ile doldur. Rızan ile, mağfiretin ile, şefaatin ile sevindir.
Ey rahmetiyle sarmalayan Allahım! Gazabından ve gadabından Sana sığınırız. İki cihanda da azabına layık kullarını bizden uzaklaştır. Gittiğimiz her yerde ve paylaştığımız her zamanda; bizi iyi kulların ile karşılaştır. Bizi de iyilerden eyle.
Ey seven, sevilen ve sevindiren Allahım! Bizi sevdiğin kulların arasına kat. Sevdiklerini bize, bizi de sevdiklerine sevdir. Kalplerimizi zikrin ile mutmain kıl. Bedenlerimizi güçlendir. Nefislerimizi doyur. Uzuvlarımızı nurlandır. Dertlerimizi dindir. Hastalıklarımızı şifalandır.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Dünya hayatında kalplerimiz Sana dönük olsun ve bedenlerimiz Sana itaat ile çalışsın. Ahiret hayatında yüzlerimiz Sana baksın, gözlerimiz nûrun ile buluşsun ve benliklerimiz muhabbetin ile coşsun.
Amin.
Zeynep Poyraz: @zeynokoloji