بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللّٰهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْج۪يراً
Kemali ittisal nedeniyle fasılla gelmiş olan ayette aynen, kâfûren’den bedeldir.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelâmı açmak, açık olanı ise te’kîd etmektir.
O bir pınardır. Bu da kâfurdan bedeldir, eğer bir suyun ismi kılınırsa. Ya da muzâf takdiri ile ke'sin'in mahallinden bedeldir. Yani mae aynin ev hamriha (o pınarın suyundan yahut şarabından içerler) demektir. Ya da aynen lâfzı ihtisas olarak (ehussu) yahut maba'dinin tefsir ettiği bir fiille mensûbtur. (Onu Allah'ın kulları içer) ondan zevk duyarak yahut katılmış olarak. Be edatının zâit yahut min manasına olduğu da söylenmiştir, çünkü içme ondan (kadehten) olduğu gibi ondan başlar. Onu akıtmakla akıtırlar istedikleri yerde kolayca akıtırlar. (Beydavi)
Yeşrabu cümlesi aynen için sıfattır. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.
Yufeccirûnehâ tefcîren cümlesi yeşrabu fiilinin failinden haldir. Tefcîren, fiili tekid eden mefulu mutlaktır. Mefulu mutlak, manevi tekid şeklinde gelen itnab sanatıdır.
Mastarın bu şekilde tekrarı, fiilin iki kere söylenmesi manasına gelmektedir. Bundan maksat fiilin mecazî manada yorumlanması ihtimalini ortadan kaldırmaktır. (Suyûtî)
İbâdallâhi izafeti muzaf için şan ve şeref ifade eder. Lafzı celalde, mutekellim Allah Teala olduğu için tecrit sanatı vardır.
Yufeccirûnehâ - tefcîren kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَط۪يراً
“Verdikleri söz” diye çevirdiğimiz 7. âyetteki nezr (nezir) kelimesi, “insanın yerine getirmeyi kendisine borç kıldığı, vaad ettiği her türlü iş” demektir (Taberî, XXIX, 129); terim olarak nezir, “dinen mükellef tutulmadığı halde kişinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibadet ve iyilik” anlamına gelir. Kelimenin âyetteki mânası konusunda iki farklı yorum yapılmıştır. Bir yoruma göre buradaki nezir, genel olarak Allah’ın insanlara yüklediği bütün vecîbeleri ifade eder. Bu durumda âyetin ilgili kısmının anlamı şöyle olur. “Onlar Allah’ın kendilerine yüklediği bütün vecîbeleri yerine getirirler; buyruklarına uyar, yasakladıklarından kaçınırlar.” İkinci bir yoruma göre bu âyetteki nezir de yukarıda belirtilen terim anlamında kullanılmıştır. Bu yoruma göre ise âyeti şöyle anlamak gerekir: “Onlar, bir iyilik yapmayı adadıkları, gönüllü olarak ibadet etmeye niyetlenip karar verdikleri takdirde bunu mutlaka yerine getirirler.”
Yüce Allah 5. âyette geçen iyilerin bazı özelliklerini 7-10. âyetlerde şöyle sıralamıştır: a) Allah rızası için bir şey yapmayı adadıklarında, yapmaya söz verdiklerinde onu yerine getirirler. Bu açıklama, Allah’ın, verilen bir sözün, adanan bir iyiliğin yerine getirilmesine ne kadar önem verdiğini anlatır; b) Dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar; kıyamet gününde Allah’ın huzurunda verecekleri hesabın korku ve kaygısını taşır, hayatlarını bunun verdiği sorumluluk bilinciyle düzenlerler. Böylece âyette kıyamet ve âhiret inancının, amelî hayatımız üzerindeki tesiri ve bu inancın kurtarıcı değeri ortaya konmaktadır; c) Gözden çıkardıklarını değil, sevdikleri ve yararlanabilecekleri nimetleri muhtaçlara verirler; yedirip içirmeyi, doyurmayı görev bilirler. Böylece âyet ferâgat ahlâkının, “öteki”ne karşı sorumluluk duygusunun en veciz tanımını ve bunun İslâm’daki önemini dile getirmiştir. 9. âyette, anılan müminlerin bu özverili davranışları, gösteriş veya herhangi bir menfaat hesabıyla, hatta bir teşekkür karşılığında değil, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaptıkları bildirilmektedir. İfadenin akışına bakarak âyetteki “ceza” (karşılık) kelimesinin özellikle maddî karşılıkları, “şükür” kelimesinin de teşekkür gibi mânevî karşılıkları ifade ettiği düşünülebilir. Kısaca âyete göre en değerli iyilik, herhangi bir maddî veya mânevî karşılık, bir çıkar elde etme düşüncesi taşımadan, hatta buyurulmamış olsa bile adamak, niyet edip karar vermek suretiyle kendi kendine ödev yükleme şeklinde belirlenip yapılan iyiliktir. Meşhur kutsî hadiste bildirildiğine göre (Müsned, VI, 256; Buhârî, “Rikāk”, 38) bu şekilde gönüllü iyilik ve ibadet yapanların kalpleri, basiretleri ve yolları aydınlanır; inançları doğru, kararları isabetli, işleri hayırlı ve faydalı olur.
8. âyete “Onlar, Allah’ı sevdikleri ve O’nun rızası için yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler” şeklinde de mâna verilmiştir. Müfessirler bu âyette geçen esîr kelimesini mecazi anlamda yorumlayarak “şartların esiri” olan herkesin bu terimin kapsamına girdiğini söylemişlerdir. Buna göre hakiki anlamda savaş tutsakları galiplerin esiri olduğu gibi, meselâ köle efendisinin, borçlu alacaklının, mahkûm da onu hapseden gücün esiridir. Dolayısıyla şu veya bu şekilde esir olan müslüman yahut gayri müslim herkese yardım etmek gerekir (Taberî, XXIX, 130; Râzî, XXX, 245).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 518-519Ayet isti’nafiyedir. Fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesidir. Car mecrur bin nezri, fiile muteallıqtır.
Yehâfûne cümlesi, yûfûne cümlesine vav’la atfedilmiştir. Yevmen mefulüdür. Yevmen’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi yevmen’in sıfatıdır. Şerruhu, kâne’nin ismi, müstetiren haberidir. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.
Müstetiren, sülasisi târa olan fiilin istif’âl babında ismi failidir.
Onlar adağı yerine getirirler cümlesi o rızkın niçin verildiğini açıklayan yeni söz başıdır, sanki onlara bu sorulmuş, böyle de cevap verilmiştir. Bu da, vacipleri eksiksiz yerine getirirler ifadesinden daha mübalağalıdır; çünkü Allahü teâlâ'nın hatırı için kendine vâcip kıldığı şeyi yerine getiren kimse Allahü teâlâ'nın vâcip kıldığını daha çok yerine getirir. Ve bir günün şerrinden korkarlar, yani şiddetlerinden korkarlar, şerri yaygın, her tarafa sıçramış şerrinden korkarlar. Bu da yangının ve şafağın yayılmasından alınmıştır ki, istetâra târa'dan daha mübalağalıdır. Bunda onların itikatlarının güzel olduğuna ve isyanlardan kaçtıklarına işâret vardır. (Beydavi)
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪يناً وَيَت۪يماً وَاَس۪يراً
Ayet atıfla gelmiş müsbet fiil cümlesidir. Etta’âme, yut’imûne fiilinin mefulüdür. Car mecrur alâ hubbihi de bu fiile muteallıqtır. Miskînen ikinci mefuldür. Yetîmen ve esîren miskînen’e matuftur.
Yetîmen - esîren - miskînen kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı, yetîmen - esîren arasında ayrıca muvazene sanatı, etta’âme - yut’imûne kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Alâ hubbihi ibaresi tetmim itnabıdır.
Tetmîm, “cümlede zikredilmemeleri yanlış bir mânâ vehmedilmesine sebep olmayan mef'ûl, hâl, câr-mecrûr vs. gibi müstakil bir cümle olmayan veyâ rükûn olmayan unsurların zikredilmesi”dir. Bu zikir belâğî bir nükte içindir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Âyetteki hubbihi kelimesindeki zamir ettaâme kelimesine aittir. Yani, “sevmelerine ve ihtiyaçları olmasına rağmen onu yedirirler” demektir. Çünkü böyle bir durumda yemek yedirmek daha önemli ve daha sevaplıdır. Bu, mübâlağa ifade eden bir tetmîmdir. Eğer bu ifade atılacak olsa, mana zayıflar ve terkibin güzelliği bozulur. (İbn Ma‘sûm, Envâru’r-Rebî‘, III, 52)
Allah’a olan muhabbetleri sebebiyle (yedirirler). dediği nakledilmiştir. Bu ibare Sevdiği hâlde malından veren… (Bakara 2/177), Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, asla ‘iyiliğe erişemezsiniz! (Âl-i İmrân 3/92) âyetlerine benzer. (Keşşaf)
اِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللّٰهِ لَا نُر۪يدُ مِنْكُمْ جَزَٓاءً وَلَا شُكُوراً
Ayet mahzuf fiilin mequlul qavli olarak mahallen mansubtur. Takdiri; yut’imûnet ta’âmu qâilîne innemâ nut’imukum…(Biz sizi sadece …. Için doyuruyoruz diyerek yemek yedirirler) şeklindedir.
İnnemâ, kaffe ve mekfufedir. Ma, inne’yi amelden düşürmüştür. Bu edat kasır ifade eder. Yedirme, Allah'ın rızasına kasredilmiştir. İnnemâ edatı; siyâkında açıkça veyâ zımnen bir sorunun olduğu âyetlerde cevap olarak gelir. Muhâtab konunun câhili değildir ve doğruluğuna îtirâz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Kur’an’ın Işığında Belağat Dersleri Meani İlmi)
Sonraki cümle lâ nurîdu…, nut’imukum fiilinin failinden haldir.
İlk cümle faidei haber talebi kelamdır.
Cezâen ve şukûren, nurîdu fiilinin iki mefulüdür.
Cezâen- şukûren kelimelerindeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Vechillâhi izafeti muzafun şanı içindir.
Derler ki: Biz size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Bunu lisanı halleriyle veya dilleriyle, sadakayı boşa çıkaran başa kakma şeklinde anlaşılmaması için söylerler. Sizden ne mal ve canla bir karşılık -ecir, dünyevî veya uhrevî olarak amelin kişiye dönen sevabıdır. Karşılık ise, nimete, nimetle mukabeledir. Nimetin dengidir- ne de dille bir teşekkür övgü ve duâ bekliyoruz. Yani bunların hiçbirini sizden beklemiyoruz. Bu cümle, önceki cümle için tekid ve takrirdir. İhlâs, yakınlığın ve kabulün sırrıdır. (Ruhul Beyan)
اِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَر۪يراً
Ayet fasılla gelmiştir. Ta’lil cümlesidir. Fasıl nedeni kemali ittisaldir.
Cümle inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Muttasıl zamir nâ, inne’nin ismi, nehâfu fiili haberidir.
Müsnedin mazi fiil cümlesi formunda gelmesi zamana dikkat çekmenin yanında hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Car mecrur min rabbinâ, fiile muteallıqtır. Rabbinâ izafeti muzafun ileyhin şanı içindir.
Yevmen, fiilin mefulü, abusen mefulün birinci sıfatı, qamtarîren ikinci sıfatıdır. Sıfat, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.
Yevmen’deki tenvin tazim ifade eder.
Yevmen abûsen qamterîren ibaresinde mecazi isnad vardır. Asıl asık suratlı, kaşları çatık olan gün değil o gündeki mücrimlerdir. Ya da gün bir insana benzetilmiştir. İnsana ait sıfatlar zikredilmiştir. Mekni istiare vardır.
Abûsen - qamterîren kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Korkuyoruz ifadesinin anlamı şöyle olabilir: Size olan bu iyiliğimiz, o günün şiddetinden korktuğumuz içindir, yoksa siz karşılık veresiniz diye değil. Sadakaya mukabil bir karşılık istemeyi Allah’ın cezalandıracağından korktuğumuz için sizden bir karşılık istemiyoruz. Gün”ün asık suratlı diye nitelenmesi iki yolla mecazdır: Gün, cehennemlik olan ehlinin sıfatıyla nitelenmiştir. Tıpkı Arapların “(Adamın) gündüzü oruçlu.” demeleri gibi. Rivayete göre kâfir, o gün suratını öyle bir asarmış ki iki gözü arasından katran gibi ter akarmış. Ayrıca şiddeti ve zararı sebebiyle bu “gün”, ciddî duran aslana veya cesur kahramana benzetilmiştir. Qamterîren iki gözünün arası bir araya gelecek şekilde suratını iyice asan demektir. Zeccâc (v. 323/921) bu kelimenin qatara’dan türediğini ve mîm’in ziyade olduğunu söylemiştir. (Keşşaf)
Yevmen abûsen (Çok asık çehreli bir gün) terkibinde mecâz-ı aklî vardır. Asık çehreli olma’nın gün’e isnat edilmesi, bir şeyin, zamanına isnat edilmesi kabilindendir. Bu, nehâruhû sâimun (O'nun günü oruçludur.) sözüne benzer. Birinci terkip, Çehrelerin asık olacağı gün, manasınadır. İkinci terkip işe, O, gündüzlerini oruçlu geçirir demektir. (Safvetü’t Tefâsir)
O gün, mecâzî olarak عبوس [asık suratlı] kelimesiyle vasflanmıştır. Sanki gerçekten asık suratlıdır ve bu sıfat hayâta ve şuûra yayılmıştır. “Gündüzü sâim, gecesi kâim” sözümüze benzer. Ya da ‘abûs [asık suratlı] kelimesinin, o günün ehline isnâdı kasdedilmiştir. Yani, “onun ehli asık suratlı” demektir. Muzâf hazfedilmiş, muzâfun ileyh onun yerine geçmiştir.فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراًۚ
Allah Teâlâ yukarıdaki özellikleri taşıyan müminleri kıyamet gününün sıkıntılarından koruyacağını, onlara sevinç ve mutluluk dolu bir hayat nasip edeceğini ifade buyurduktan sonra, vereceği nimetleri açıklamıştır. Başka âyetlerde de kıyamet gününde bir kısım yüzlerin mutluluktan parıldayacağını bir kısım yüzlerin de sıkıntıdan sararıp solacaklarını haber vermiştir (Kıyâmet 75/22-24). Bu âyetlerin genelinden çıkan sonuca göre yüce Allah’ın müminlere ikram edeceği cennet, her türlü ihtiyacın karşılandığı, rahat ve huzur kaynağı imkânların bol bol bulunduğu bir yerdir. Orada canların çektiği, gözleri okşayan her türlü nimetin bulunduğu haber verilmiştir (bk. Zuhruf 43/71).
13. âyet müminlerin âhirette güneş ışınlarından kaynaklanan yakıcı sıcakla karşı karşıya kalmayacaklarını ifade eder. Âyetten cennetin kendine has bir nurla aydınlatılacağı, orada her şey mutedil olup sıkıntı verecek herhangi bir şeyin bulunmayacağı anlaşılmaktadır. 14. âyette belirtilen gölgelerin de cennetteki ağaçların gölgeleri olduğu belirtilir. 15-21. âyetlerde cennetliklerin içecekleri içkiler, sunucular ve hizmetçiler anlatılmakta; elbiseleri ve takıları tasvir edilmektedir. Müfessirler buradaki kâselerin gümüş ve billûrla tanıtılmasının ve diğer maddi tasvirlerin sadece bilinmeyeni bilinenle anlatmak, böylece muhatabın zihninde cennet nimetleriyle ilgili bir imaj, bir fikir oluşturmak ve sonuçta bir arzu uyandırmak maksadıyla yapılmış bir benzetmeden ibaret olduğunu belirtirler. Bunların mahiyetleri hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Abbas, “Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasında isim benzerliğinden başka benzerlik yoktur” demiştir (Râzî, XXX, 249; ayrıca bk. Bakara 2/25).
فَوَقٰيهُمُ اللّٰهُ شَرَّ ذٰلِكَ الْيَوْمِ
Fe isti’nafiyedir. Hum, veqâ fiilinin birinci mefulüdür. Fail olan lafzı celale takdim edilmiştir. Zâlike’ye muzaf olan şerre ikinci mefuldür. Yevmi, zâlike’den bedeldir. Cümle, müsbet fiil cümlesi,
faidei haber ibtidai kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Tealadır. Dolayısıyla lafzı celalde tecrit sanatı vardır.
وَلَقّٰيهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراًۚ
Ayetin ikinci cümlesi vav’la ilkine atfedilmiştir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Müsbet fiil cümlesidir. Nedraten birinci, surûren ikinci mefuldür.
Nedraten - surûren kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade ederek, sevincin ne kadar mükemmel ve yüce olduğunu belirtir. Bu kelimeler arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Şerra - surûren kelimeleri arasında tıbakı hafiy sanatı vardır.
Allah da onları o günün şerrinden korudu, korkmaları ve ondan çekinmeleri sebebiyle ve onlara parlaklık ve sevinç verdi günahkârların asık suratına ve üzüntülerine karşılık. (Beydavi)
“Sabretmelerine karşılık,” yani îsâr’a (muhtacı kendisine tercihe) sabretmeleri sebebiyle Allah da yüzlerini ağartıp neşelendirecek şeylerle karşılaştırdı onları demektir. Yani günahkârların surat asıklığına ve hüznüne karşılık, onların yüzüne parlaklık ve kalbine sürur verdi. Bu da o “gün”ün, ehlinin surat asıklığı ile nitelendiğini gösterir. (Keşşaf)
وَجَزٰيهُمْ بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَر۪يراًۙ
Vav atıftır. Ayet önceki ayete matuftur. Müsbet fiil cümlesidir. Faidei haber ibtidai kelamdır. Hum fiilin ilk mefulüdür. Mâ masdariyyedir. Sılası saberû fiilidir. Masdarı müevvel bi harfiyle birlikte cezâhum fiiline muteallıqtır. Cenneten ikinci mefuldür. Harîren, cenneten’e matuftur.
Mefullerin nekra gelmesi, tazim ve nev ifade eder.
Bu ayetin manası, "Allah onları, başkasını kendisine tercih etme ve bunun neticesi olan açlık ve perişanlığa katlanma gibi zor şeylere dayanmalarına mukabil, içinde çok hoş yiyeceklerin ve harikulade giyeceklerin bulunduğu bir cennetle, bahçe ile ödüllendirmiştir" şeklindedir. Bu ifadenin bir benzeri de, Oradaki (cennetteki) elbiseleri, ipektir..(Hac, 23) ifadesidir.مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِۚ
Müttekiîne, cezâhum fiilinin mefulünden halidir. Car mecrur fîhâ, mahzuf hale, alel erâiki ise muttekiîne’ye muteallıktır.
لَا يَرَوْنَ ف۪يهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَر۪يراًۚ
Fasılla gelen cümle menfi fiil sigasında, faidei haber talebi kelamdır. Lâ nafiye, fîha, yeravne’ye muteallıqtır. Şemsen mefulu bihtir. Nefiy harfinin tekrarı tekid ifade eder. Zemherîra, şemsen’e matuftur.
Zemherîra (Soğuk) - şemsen kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında tıbakı hafiy vardır.
Fîha ve lâ’nın tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Yani cennetin havası ılımandır, ne yakıcı güneş sıcağı, ne de rahatsız edici soğuk vardır. Bir hadiste, “Cennetin havası ılımandır, orada ne sıcak ne de soğuk vardır” diye geçer. Zemherî’nin ay olduğu söylenmiştir ki Sa‘leb bunun Tayy kabilesinin dilinde olduğunu söylemiş ve şu şiiri inşad etmiştir: Karanlığı koyulaşmış nice gecede yol aldım ben! Ay bile hâla doğmamış, ışık vermemişti. Mâna şöyledir: Cennet ışıktır; orada güneşe, aya ihtiyaç duyulmaz. (Keşşaf)
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً
وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا
Ayet hal cümlesi olarak önceki hal cümlesine atfedilmiştir. Dâiyeten, muttekiîne’ye matuftur. Car mecrur aleyhim, dâiyeten’e muteallıqtır. Zılâluhâ, dâiyeten’in failidir. Dâiyeten, ismi fail olduğu için fiil gibi amel edebilmiştir.
Hâl, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmektedir. İki çeşittir: hâl-ı müessese ve hâl-i müekkede. Müesses hâl, onsuz cümlenin tam olarak anlaşılmadığı hâl türüdür. Müekked hâl ise cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını te’kîd etmek amacını güder. (Suyuti İtqan, Ar. Gör. Ömer Kara Yüzüncü Yıl Üniversitesi S.B.E. Dergisi sayı:1 Yıl:)
وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْل۪يلاً
Maqabline matuf cümle müsbet fiil sigasında faidei haber talebi kelamdır. Tezlîlen, zulilet fiilinin mefulu mutlakıdır. Fiili tekid etmiştir.
Tezlîlen, zulilet kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sari sanatları vardır.
Bu cümle hâl yahut başka bir sıfattır, mâkabline ma’tûftur ya da cennetin lâfzına ma’tûftur. Yani başka bir cennet daha vardır ki, onun da gölgeleri yakındır demektir, bu da onlara iki cennet vaadine göredir, Meselâ Rabbinin huzurunda durmaktan korkan için iki cennet vardır (Rahmân: 46) âyeti gibi. Merfû' olarak vedaniyetün de okunmuştur ki, o zaman zılaluha'nın haberi olur, cümle de hâl veyahut sıfattır. Ve meyveleri boyun eğdirilmekle eğdirilmiştir cümlesi de mâkabline ma’tûftur ya da daniyetün'den hâl’dir. Meyvelerin boyun eğdirilmesi istedikleri gibi alması kolay olup bir mani teşkil etmemesindendir. (Beydavi)وَيُطَافُ عَلَيْهِمْ بِاٰنِيَةٍ مِنْ فِضَّةٍ وَاَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَار۪يرَاۙ
Ayet vav’la önceki ayete atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur bi âniyetin, meçhul bina edilmiş yutâfu fiilinin, mahzuf naibu failine muteallıqtır. Aleyhim fiile muteallıqtır. Min fiddetin ise bi âniyetin’in mahzuf sıfatına muteallıqtır. Ekvâbin, âniyetin’e matuftur. Kânet qavâriren cümlesi ekvâbin’in sıfatıdır. Sıfat cümleleri, anlamı zenginleştirip kuvvetlendiren itnab sanatıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunu daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. İtnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Suyuti İtqan) Ar. Gör. Ömer Kara Yüzüncü Yıl Üniversitesi S.B.E. Dergisi sayı:1 Yıl:)
Qavârîra - ekvâbin - âniyetin kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Onlara iyilere, içmek istedikleri zaman gümüşten kaplar ve billurdan kupalar dolaştırılır. Kupa, üst kısmı yuvarlak, kulpu ve emziği olmayan bir içme kabıdır. Çevirmeye ihtiyaç duyulmadan her tarafından kolayca içilebilir. Şu anda bu kap, Arap memleketlerinde kullanılmaktadır. Allahü teâlâ önceki, âyetlerde onların yiyeceklerini, giyeceklerini ve eğleşecekleri meskenleri nitelemişti. Burada da içeceklerini belirtti. İçmekte kullandıkları kapları da içeceklerinden önce zikretti. (Ruhul Beyan)
قَوَار۪يرَ مِنْ فِضَّةٍ قَدَّرُوهَا تَقْد۪يراً
Qavârîren, önceki ayettekinden bedeldir. Car mecrur min fiddetin, qavârîren’e muteallıqtır. Qadderûhâ cümlesi fiddetin’in sıfatıdır. Mahallen mecrurdur. Taqdîren mefulu mutlaktır. Tekid ifade eder. Qadderûhâ - taqdîren kelimeleri arasında iştiqaq cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsîr maksatlı kullanılması “bedel” ile anlatılmaktadır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelâmı açmak, açık olanı ise te’kîd etmektir. Ar. Gör. Ömer Kara Yüzüncü Yıl Üniversitesi S.B.E. Dergisi sayı:1 Yıl:)
Üzerlerinde (etraflarında) gümüşten bir kapla ve billur kupalarla dolaşılır. Gümüşten billur yani öyle oluşmuştur ki, cam kadar şeffaf ve gümüş kadar beyaz ve yumuşaktır. Selâsilen'i tenvinle okuyan kavârira'yı da öyle okumuştur; İbn Kesîr de birinciyi öyle okumuştur, çünkü o, âyet başıdır. Kavârirü min fıddatin şeklinde de okunmuştur ki, hiye kavarirü demektir. Onu bir takdirle takdir etmişler yani kendileri takdir etmişlerdir, miktar ve şekilleri tam istedikleri gibi olmuştur. Yahut iyi amelleriyle takdir etmişler, o da tam ona göre gelmiştir. Yahut onu dolaştıranlar takdir etmişlerdir, şarabı onların iştahlarına göre takdir etmişlerdir demektir. Bu da yutâfu lâfzından anlaşılmaktadır. Kuddiruha şeklinde de okunmuştur ki, ona istedikleri gibi muktedir kılınmışlardır demek olur. Bu da kuddirtüş şey'e'den nakledilmiştir ki, bir şeye gücü yeter kılınmaktır. (Beydavi)
وَيُسْقَوْنَ ف۪يهَا كَأْساً كَانَ مِزَاجُهَا زَنْجَب۪يلاًۚ
Ayet atıfla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haberdir.Yusqavne fiili yutâfu fiiline matuftur. Car mecrur fîhâ, yusqavne fiiline muteallıqtır. Ke’sen, fiilin mefulüdür. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi ke’sen için sıfattır. Mahallen mansubtur.
Mizâcuhâ, kâne’nin ismi, zencebîlen haberidir. Ke’sen’in nekra gelişi nev ve tazim ifade eder.
Orada katkısı zencefil olan bir kadehten içirilirler tadı zencefile benzer demektir. Araplar zencefil aromalı şarabı zevkle içerlerdi. (Beydavi)
عَيْناً ف۪يهَا تُسَمّٰى سَلْسَب۪يلاً
Ayet kemali ittisal nedeniyle fasledilmiştir. Aynen, zencebîlen’den bedeldir. Car mecrur fîhâ, aynen’in mahzuf sıfatına muteallıqtır. Yusemmâ selsebilen cümlesi, aynen için ikinci sıfattır.
Sıfat itnab sanatıdır.
Orada selsebil adında bir pınardır. Boğazdan aşağıya kolayca aktığı için bu isim verilmiştir. Tatlılığından ve temizliğinden dolayı boğazda kolayca kayan içeceğe; ”Şerâbün silsel, silsâl ve sekebil" denilir. İbnü'ş-Şeyh şöyle der: ”Allahü teâlâ iyilerin içkisinin karışımının önce kâfur sonra da zencefil olduğunu söyledi. Çünkü insanların en önemli gayeleri Arasat sıcağından dolayı maruz kaldıkları hararete karşılık soğuk bir şeyi almaları ve sıratı geçme istekleridir. Cennetin çeşit çeşit nimetlerindeki ve yiyeceklerindeki nasiplerini aldıktan sonra canları, iştah artırıcı ve yedikleri şeyleri hazmettirici içkileri almaya meyleder. İnsan fıtratı, onları içmekle lezzet duyar. Herhalde zencefil karışımı olan içkinin, kâfur karışımı olandan sonraya bırakılmasındaki hikmet budur." (Ruhul Beyan)
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۚ
Ayet yusqavne cümlesine matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Faile önemine binâen takdim edilmiş car mecrur aleyhim, yetûfu fiiline muteallıqtır. Muhalledûne, vildânun için sıfattır.
اِذَا رَاَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤ۬اً مَنْثُوراً
Kemali ittisal nedeniyle fasılla gelmiştir. Şart ve cevaptan oluşan gayrı talebi inşa cümlesi, vildânun için ikinci sıfattır. Mahallen merfudur.
İzâ şart manası taşıyan mustakbele yönelik zaman zarfıdır. Gayrı cazimdir. Raeytehum fiiline muzaf olmuştur. Hasibtehum cümlesi şartın cevabıdır.
Lu’luen, hasibtehum fiilinin ikinci mefulüdür. Mensûren, onun sıfatıdır.
Gaib zamirinden muhatap zamirine iltifat vardır.
13-19 ayetlerde müşebbehi süslemek ve güzel göstermek amacıyla yapılmış teşbihlerle onu medhetmek ve ona rağbet ettirmek kastı vardır.
Genç çocuklar, gençlik, parlaklık, hepsi aynı boyda ve renkte olmak bakımından dizilmiş incilere benzetilmiştir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Ayette, tevriye sanatı vardır: Muhâlled kelimesinin iki mânâsı vardır. Kasdedilen uzak mânâ “kulağında küpe olmak” tır. Ancak muhâtab yakın olan “ebedî yaşamak” mânâsını vehmeder. Hâlbûki bu kastedilen mânâ değildir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)
Etraflarında ölümsüz gençler dolaşırlar denilerek cennetin tasvirinin yapıldığı âyetlerde vildânun kelimesinin sıfatı konumunda olan genel olarak meallerde “ölümsüz” şeklinde tercüme edilen muhalledun ُkelimesi, Kur’ânın i’cazıyla ilgili eserler vermiş bazı müellifler tarafından, “küpenin kulağa takıldığı yere” Arapçada haldetun denildiği için, “küpeliler” anlamında sıfat olarak yorumlanmış “etraflarında küpeli gençler dolaşırlar” şeklinde tercüme edilmiştir. Âyeti okuyan ve dinleyen kişinin aklına ilk gelen onların ebedî oldukları anlamıdır ki bu da âyette tevriye sanatının olduğunu gösterir. (Hasan Uçar Dr.Tez.)
وَاِذَا رَاَيْتَ ثَمَّ رَاَيْتَ نَع۪يماً وَمُلْـكاً كَب۪يراً
İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Muteallakı, şartın cevabı olan raeyte na’îmen cümlesidir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Semme zarfı mekan kendisinden önceki raeyte fiiline muteallıqtır.
Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır.
Muzafun ileyh olan birinci raeyte şart fiili, ikincisi cevap fiilidir. Na’îmen cevap fiilinin mefulü, mülken de ona matuf ve kebîren mülken kelimesinin sıfatıdır.
Na’îmen’in nekra gelişi nev ve tazim ifade ederek nimetlerin tarifi imkansız evsafta olduğuna işaret eder. Na’îmen’den sonra mülken’in zikri hususun umuma atfı babında itnabtır.
Raeyte fiilinin tekrarında, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Muhâtab zamirinin gelişi esasen muhâtabın karşıda olmasını gerektirse de, bâzen kalpte ve zihinde hazır olan muhâtab için de gelebilir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Orada, yani cennette nereye baksan, gözün neye isabet etse, nitelenemeyecek derecede bol bir nimet ve büyük geniş ve görkemli bir saltanat görürsün. Âyet-i kerime, nimetlerde azdan çoğa terakki ve genelleme kabilindendir. Yani orada anılan miktardan daha büyük ve daha üstün başka şeyler de vardır. (Ruhul Beyan)
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً طَهُوراً
عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُنْدُسٍ خُضْرٌ وَاِسْتَبْرَقٌۘ
Ayet beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesinde takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Mekan zarfı âliyehum, mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Muzaf olan siyâbu, muahhar mübtedadır. Hudrun, siyâbu için sıfattır. İstebraqun, siyâbu’ya matuftur.
Siyâbu, nekra bir kelimeye muzaf olduğu için marifelik kazanmamıştır. Müsnedün ileyhin nekra gelişi tazim, kesret ifade eder. izafet şeklinde gelişi ise az sözle çok anlam ifade etmeye yönelik veciz anlatım içindir.
İstebraqun - sundusin kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Üzerlerinde ince ve kalın yeşil ipek elbiseler üzerlerinde sündüs ve istebrak giysileri vardır ki, onlar da yeşil ince ve kalın atlas kumaşlardır. Âliyehüm, aleyhim'deki yahut hasibtehüm'deki hum zamirinden hâl olarak mansûbtur ya da mülken lâfzından hâl’dir, bu durumda muzâf mukadderdir ki, aynı manada ehlü mülkin kebirin âliyehüm demektir. (Beydavi)
Üzerlerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Âyette ince ipek, sündüs; kalın ipek de, istebraq kelimeleri ile ifade edilmiştir. Sündüs kelimesinde güzel ve kıymetli; istebraq kelimesinde de parlaklık anlamı vardır. Elbiselerin rengi yeşildir. (Ruhul Beyan)
وَحُلُّٓوا اَسَاوِرَ مِنْ فِضَّةٍۚ
Vav atıftır. Meçhul bina edilmiş hullû fiili, 19.ayetteki yetûfu fiiline matuftur. Esâvira, fiilin mefulüdür. Bu kelime müntehel cum’û olduğu için gayri munsariftir ve tenvin almamıştır.
Car mecrur min fiddatin, esâvira’nın sıfatıdır.
Bilindiği gibi bilezik, kadınların süslenmek için bileklerine taktıkları zînettir. Eski dönemlerde krallar da hem kendileri takarlar, hem de ikram edecekleri kişilerin bileklerine bilezik takarlardı. (Ruhul Beyan)
وَسَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَاباً طَهُوراً
Ayetin son cümlesi atıfla gelmiştir. Önceki cümleye matuftur. Rabbu, seqâhum fiilinin faili, şerâben fiilin ikinci mefulüdür. Birinci meful hum, faile, önemine binaen takdim edilmiştir. Tahûren, şerâben’in sıfatıdır. Sıfatlar itnab sanatıdır.
Cennet ashabına ait olan zamirin Rab ismine izafesi, onlara şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekallim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Seqâ fiili ile “esqâ” fiili arasında fark vardır. Seqâ fiili, sulamada zorluk olmayan işlerde kullanılır. Bu yüzden Allahu teâlâ cennetteki içeceklerden söz ederken Seqâ fiilini, dünyâdaki içeceklerden bahsederken de zorluk mânâsı taşıyan “esqâ” fiilini kullanmıştır. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedii İlmi)
Bu ayette, geçen iki tür şaraptan üstün başka bir şarabı kast ediyor. Bunun içindir ki, onu içirmek azîz ve celil olan Allah'a isnat edilmiştir. Şarabın temiz olarak nitelenmesi içenin maddî zevklere meyilden ve Hak'tan başkasına (masivaya) eğilmekten temizlemesi sebebiyledir.
اِنَّ هٰذَا كَانَ لَـكُمْ جَزَٓاءً وَكَانَ سَعْيُكُمْ مَشْكُوراً۟
Ayet beyani isti’naf cümlesidir. Mahzuf fiilin mequlül qavli olan cümle, inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. Mahallen mansubtur. İşaret ismi hâzâ, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. Kâne lekum cezâen cümlesi, inne’nin haberidir. Mahallen merfudur.
Car mecrur lekum, cezâen’e veya onun mahzuf haline muteallıqtır. Cezâen, kâne’nin haberidir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelişi, müşarun ileyhi en iyi şekilde temyiz etmek amacına matuftur ve tazim ifade eder. Bu üslup sadece haberin çok önemli olduğu yerlerde kullanılır.
Zalike ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)
İnne’nin haberinin, kane’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Kâne, haberin, ismin mahiyetinden bir cüz olduğuna işaret eder.
İkinci kâne’li cümle birincisine matuftur. Sa’yukum kâne’nin ismi, meşkûren haberidir.
Ayette, önceki ayetteki gaib zamirinden, muhatab zamirine iltifat vardır.
Bu ayetin başında kavl (söyleme) maddesi gizlidir, işâret de onlara hazırlanan sevabadır ve gayretiniz şükranla karşılanmış oldu ivazı verilecek, zâyi edilmeyecektir. (Beydavi)
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ تَنْز۪يلاًۚ
Allah Teâlâ önceki âyetlerde insanların dünyadaki inanç ve eylemlerinin değerine göre âhirette ulaşacakları sonuçları tasvir etmişti. Bu âyetler ise Hz. Peygamber’e vahyin değerini hatırlatıyor; Allah’ın hükümlerini yerine getirmede kararlı olup ibadet etmesini öğütlüyor. Sonuçta Resûl-i Ekrem, Allah’tan geldiğinden emin olduğu vahye mazhar olmasının kendisi için ne kadar büyük ve onur verici nimet olduğunu daha derinden kavrayacak; buna ek olarak Allah için yaptığı ibadetlerin de verdiği şevk ve dinamizmle inkârcıların haksız söz ve eylemleri karşısında kendisinin direnci ve kararlılığı da artacaktır. Nitekim tefsirlerde anlatıldığına göre Mekke’nin önde gelen müşrikleri Hz. Peygamber’den kendi dinlerine ve haksız düzenlerine karşı açtığı mücadeleyi durdurmasını istemişler; ona mal-mülk, mevki ve itibar gibi pek çok maddî ve manevî karşılıklar vaad etmişlerdi. Ama Resûlullah (s.a.) bunları elinin tersiyle itmiş, davasından asla vazgeçmeyeceğini bildirmiş ve onlara Fussılet sûresinin 1-3. âyetlerini okumakla yetinmiştir (bilgi için bk. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 82-83).
Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir.
İnne, fasıl zamiri ve mefulu mutlak ile tekid edilen cümle faidei haber inkari kelamdır Nahnu tekid ifade eden fasıl zamiridir. Fasıl zamiri kasır ifade eder. Müsned, müsnedin ileyhe tahsis edilmiş olur.
Nezzelna, inne’nin haberidir. İnne’nin haberinin mazi fiil oluşu, hükmü takviye ve hudus ifade eder. Bu fiilin nahnu ile başlayan isim cümlesinin haberi olduğu görüşü de vardır. Bu durumda innenin haberi isim cümlesi şeklinde gelmiştir.
Car mecrur aleyke, nezzelnâ fiiline muteallıqtır. El qur’âne mefulu bih, tenzilen mefulu mutlaktır.
El qur’âne’deki tarif ahdi ilmidir.
Tenzilen - nezzelnâ kelimeleri arasında itnab, iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Muhatab Hz. Peygamber olduğu halde ayetin üç tekid unsuruyla gelmesi, Hz. Peygamberin inkar veya tereddüt içinde olması sebebiyle değildir.
Bu ayette, cemi muhatap zamirinden, müfret muhatab zamirine iltifat vardır.
Mütekellim; sözünü muhâtabın nefsinde yerleştirmek için de sözünü te'kîdli getirebilir. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
Gerçekten biz Kur'ânı sana indirmekle indirdik, yani bunu gerektiren hikmete göre parça parça indirdik. Zamirin inne tahkik edâtı ile birlikte tekrar edilmesi (inna, nahnü, nezzelna) indirmenin ona hâs olmasındandır. (Beydavi)
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ
Fe rabıtadır. Mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Şart cümlesi mahzuftur. Dolayısıyla ayette icazı hazif vardır. Car mecrur li hukmi, cevap fiili olan isbir’e muteallıqtır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.
وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ اٰثِماً اَوْ كَفُوراًۚ
Atıfla gelen cümle nehiy üslubunda talebi inşai isnadtır.
İlk cümledeki müsbet sigadan bu cümlede nehiy sigasına iltifat vardır.
La nahiyedir, car mecrur minhum, meful olan âsimenin mahzuf haline muteallıqtır. Kefûren âsimen’e matuftur.
Kefûren - âsimen kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Artık, Rabbinin kâfirlere karşı sana yardım etmeyi geciktirme konusundaki hükmü için sabret. Çünkü övülen, hamdedilen sonuç ona aittir. İntikam işinde acele etme. Çünkü işler vakitlerine bağlıdırlar ve gelecek olan her şey yakındır. Onlardan, kâfirlerden hiçbir günahkâra veya nanköre yani onlardan hiçbirine itaat etme. Ayetin anlamı sonuç olarak şudur: ”Seni kendine katılmaya çağıran hiçbir günahkâra ve küfürde aşırı giden, seni ona davet eden kâfire itaat etme. (Ruhul Beyan)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَاَص۪يلاًۚ
Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinde olduğu gibi burada da Hz. Peygamber’in yüce Allah’ı sabah akşam zikir ve tesbih etmekle, gece gündüz O’na ibadetle yükümlü olduğu bildirilmektedir. Bu ibadetlerle Hz. Peygamber’in Allah’a derin saygı ve bağlılığının, irade ve azminin daha da güçlendirilmesinin ve müşriklerin çirkin saldırılarına karşı direncinin arttırılmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Râzî müfessirlerin bu âyetlerle ilgili görüşlerini üç maddede özetlemiştir:
a) Bu âyetlerde beş vakit namaz emredilmiştir. Zira onlara göre “rabbinin adını anmak”tan maksat namaz kılmaktır. “Sabah” diye çevrilen bükra kelimesi sabah namazının vaktini, “akşam” diye çevrilen asîl kelimesi ise öğle ve ikindi namazlarının vakitlerini ifade eder. “Gecenin bir kısmında O’na secde et” diye tercüme edilen cümleden maksat akşam ve yatsı namazları, gecenin uzun bir bölümünde kılınması emredilen namaz ise Resûlullah’a farz, ümmetine mendup olan teheccüd namazıdır.
b) “Sabah akşam rabbin adını anmak”tan maksat namaz değil, sözle Allah’ı tesbih etmek ve O’nun noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmaktır. Bu da insanın gece gündüz bütün zamanlarda Allah’ı diliyle ve kalbiyle zikretmesi demektir (XXX, 259; ayrıca krş. Ahzâb, 33/41-42).
c) Allah’ı zikirden maksat bu söylenenlerin tamamıdır; farz olan beş vakit namaz, nâfile namazlarla dua ve istiğfarın hepsi bu zikre dahildir (İbn Âşûr, XXIX, 405 vd.).
Bize göre bu âyetlerde –beş vakit namaz da dahil olmak üzere– genel olarak ibadetin, özellikle gecenin belli vakitlerinde namaz kılmak, tesbih, dua, tövbe ve istiğfar gibi ibadet sayılan faaliyetlerde bulunmak suretiyle Allah’a kulluk, itaat ve bağlılık arzetmenin önemi üzerinde durulmuştur.
Ayet, önceki ayetteki cevap cümlesine matuftur. Emir üslubunda talebi inşai isnadtır. İsme, mefulu bihtir. Bukraten zaman zarfı, uzkur fiiline muteallıqtır. Esîlen, bukraten’e matuftur.
Esîlen- bukraten, bütün zamanlardan kinayedir. Ayrıca bu kelimeler arasında tıbakı hafiy sanatı vardır. İsme rabbeke izafetinde isme, Rab ismine muzaf olduğu, ke zamiri de Rab ismine muzafun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.
”Sabah aksam" sözüyle devamlılık kastedilmiştir. Yani her an onu anmaya devam et demektir. (Ruhul Beyan)