30 Ocak 2024
Mutaffifin Sûresi 1-26 (587. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mutaffifin Sûresi 1. Ayet

وَيْلٌ لِلْمُطَفِّف۪ينَۙ  ...


Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline!

“Vay haline!” diye çevirdiğimiz veyl kelimesi, “ağır zarar, kötülük, hüzün, azap, helâk” gibi anlamlara gelen ve kınama amaçlı kullanılan bir deyimdir (Elmalılı, VIII, 5648). Ayrıca hadislerde cehennemdeki bir vadinin ismi olduğu da bildirilmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 22; Müsned, III, 75). Râgıb el-İsfahânî’ye göre bu kelimenin cehennemdeki bir vadiye isim verilmesi, mecazi anlamda olup, esasında “veyl”e muhatap olanların cehennem azabına uğrayacaklarını ifade eder (bk. el-Müfredât, “vyl” md.).

“Ölçü ve tartıyı eksik yapanlar” anlamındaki mutaffifîn, mutaffif kelimesinin çoğuludur. 2-3. âyetlerdeki açıklamaya göre “alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler” mânasına gelir. Bu sebeple 1-3. âyetlerde bir taraftan eksik ölçüp tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken diğer taraftan böylesine çirkin bir işe kalkışanların âhirette cezalandırılacağına dikkat çekilmektedir. Burada ölçü ve tartı örnek bir işlem olup daha genel olarak insanların, kendi haklarını gözettikleri kadar sorumluluklarını da özenle yerine getirmeleri gerektiği vurgulanmakta, hakka hukuka konu olan her işlemde doğruluk ve adaleti titizlikle korumaları istenmektedir (Ebü’l-Kāsım el-Kuşeyrî’nin bu yöndeki bir yorumu için bk. Râzî, XXXII, 91).

Sûrenin Medine’de indiğini söyleyen müfessirler İbn Abbas’tan şöyle bir rivayet naklederler: Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman Medineliler ölçü ve tartıda hile yapıyorlardı. O sıralarda bu âyetler indirildi; onlar da bundan sonra kendilerini düzelttiler (Taberî, XXX, 58; Zemahşerî, IV, 229; Râzî, XXXI, 88). Kanaatimizce bu rivayeti, Resûlullah’ın, Medine’ye geldiği zaman ticaretle uğraşan birtakım insanların ölçü ve tartıyı eksik yaptıklarını görünce, daha önce Mekke döneminde inmiş olan bu âyetleri onlara tebliğ ettiği şeklinde anlamak daha isabetli olur. Âyetlerin iniş sebebi özel bir olay olsa da genel anlamda iş ve ticaret hayatında doğruluk ve dürüstlükten sapmanın çirkinliğine dikkat çekilmiş, bencillik ve başkalarını aldatma gibi ahlâka aykırı duygu ve davranış içinde olanlar kınanıp uyarılmıştır. Ölçü ve tartının adaletle yapılmasını emreden başka âyetler de vardır (meselâ bk. En‘âm 6/152; İsrâ 17/35; Rahmân 55/8-9). Âyetler bu emirlere uyulmadığı takdirde dünyada ilahî kınamaya mâruz kalma, âhirette de şiddetli bir azaba uğramanın kaçınılmaz olduğunu anlatır.

4. âyette, ölçü ve tartıda hile yapan kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak inanmaları bir yana, bunu muhtemel görmeleri halinde bile bu sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir (Elmalılı, VIII, 5652). 5. âyette ifade edilen “büyük gün”den maksat kıyamet günüdür. Öldükten sonra dirilme, hesap, ceza, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri gibi büyük olayların yaşanacağı gün olduğu için ona “büyük gün” denilmiştir (Şevkânî, V, 463). Nitekim 6. âyette o gün bütün insanların hesaba çekilmek üzere diriltilip âlemlerin rabbinin huzuruna çıkarılacakları ifade buyurularak uhrevî yargı ve hesap sırasında hiçbir kimsenin hiçbir kötülüğünün gizli kalmayacağı, hepsinin tek tek hesabının sorulacağı vurgulanmıştır. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 573-574

Sûre ilk olarak tehdit manası da taşıyan veyl lafzının zikriyle beraatul istihlal sanatıyla başlamıştır. Bu açıdan Tebbet suresi gibidir.

Ayet ibtidaiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş faidei haber ibtidai kelamdır. Veylun mübtedadır. Cümlede icaz-ı hazif vardır. Car mecrur olan lilmutaffifin, veylun kelimesinin mahzuf haberine müteallıqtır.

Cümle haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. Lüzûmiyet alakasıyla mecazı mürsel mürekkeptir. 

Veyl kelimesinin nekra getirilmesi, onun büyüklüğünü ve korkunçluğunu ifade etmek içindir. (Safvetü’t Tefâsir)

Veylün cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azab manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda nekira gelmesine cevaz vardır.

Mutaffifin, tef’il babının ismi failidir. Sülasisi tafefe’dir.  Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Mutaffifin Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اِذَا ا‌كْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ  ...


Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.

Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mutaffifin kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsmi mevsulun sılası şart cümlesidir. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.

İzâ, cümleye muzaf olan şart manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. İktâlû, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Car mecrur alen nâsi, iktâlû fiiline müteallıqtır.

Yestevfune cümlesi şartın cevabıdır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Şart fiili mazi, cevabı ise muzari gelmiştir. Muzari fiil isteklerinin devam ettiğini göz önünde canlandırır.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Yestevfune-mutaffifin arasında tıbakı hafiy vardır. İktâlû-yestevfûne arasında muraatun nazir vardır.

En nâsi’deki elif lam takısi örfi istiğrak ifade eder.

Yestevfûne fiili istif’âl babındadır. Sülasisi vefa’dır. Bu bab fiile, taleb, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve i’tikad gibi anlamları katar. 

 [Ticarî hilecilerin] insanlardan ölçüp almaları onlara zarar verip zahmet yükleyen bir ölçme türü olduğu için, bu anlama delâlet etsin diye, [alen nâsi  ifadesinde] min yerine (yük ve sıkıntı ifade eden) alâ harf-i ceri getirilmiştir. Alâ’nın yestevfûne fiiline taalluk etmesi de caiz olup hususiyet ifade etmesi için mef‘ûl, fiilin önüne alınmıştır; (Buna göre cümlenin aslı ‘’ellezîne izâ iktâlû yestevfûne alen nâsi’’ şeklinde olup “İnsanlara sırf kendileri için bir şey ölçtürüp tarttırırken tam olmasını isterler” şeklinde hususiyet mânası ifade etmesi amacıyla mef‘ûl öne alınmıştır.) yani sadece insanların aleyhine olarak ölçü ve tartının tam olmasını isterler; kendilerine gelince, bunun kendi lehlerine olmasını isterler. Ferrâ (v. 822) bu konumda aleyhte bir hak söz konusu olması sebebiyle min ve ‘alâ’nın birbirlerinin yerini alabileceğini söylemiştir. Binaenaleyh, bir kimse ikteltu ‘aleyke dediğinde, sanki “Senin aleyhine olanı aldım.” demiş gibidir. İkteltu minke dediğinde ise, “Senden tamı tamına aldım.” demiş olmaktadır. (Keşşaf)
Mutaffifin Sûresi 3. Ayet

وَاِذَا كَالُوهُمْ اَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَۜ  ...


Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.

Ayet şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. İzâ, cümleye muzaf olan şart  manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. Kâlûhum, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir.

Vezenûhum cümlesi atıf harfi ev ile öncesine atfedilmiştir. Şartın cevabı yuhserûne’dir. 

Yestevfune-yuhsirun arasında tıbakı icab var.

İktâle-kalu kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Mutaffifin-yuhsirun arasında muraatun nazir sanatı vardır. 

İza ektâlû alen nâsi yestavfûne- izâ kâlûhum ev vezenûhum yustahsirûne cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

Yuhsirûne fiili if’âl babındadır. Sülasisi hasara’dır. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Mutaffifin Sûresi 4. Ayet

اَلَا يَظُنُّ اُو۬لٰٓئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَۙ  ...


4-6. Ayetler Meal  :   
Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı?

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze inkaridir. nefiy harfidir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. İstifham üslubuyla gelmiş olan cümle tevbih ve takrir manalarını taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Ulâike, fail olarak mahallen merfudur. Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması tahkir ve kınama ifade eder.

Zanne fiilinde tevcih düşünülebilir. (Elmalılı ve Kurtubî.)

Enne ve masdarı müevvel, zanne fiilinin iki mefulu yerindedir. Enne’nin ismi hum zamiridir. Haberi mebûsûne’dir.

Zamir yerine işaret ismi gelmesi zem makamında bu kişileri teşhir etmek kastıyladır. Onlara ait mutaffifin vasfından sonra gelen işaret ismi; onların bu vasfının sebebinin inkarları olduğunu gösterir.

Bu yadırgama ve hayrete düşürme, zann tabirinin kullanılması, kıyamet gününün “büyük bir vahamet’le nitelenmesi, insanların o gün boyun eğmiş vaziyette Allah’ın huzuruna çıkacak olması, Allah’ın, Âlemlerin Rabbi diye nitelenmesi, bütün bunlar; ticarette hile yapmanın, bu hileciler gibi haksızlık etmenin, her tür alma - vermede, hatta bütün söz ve amellerde doğruluğu, eşitliği, adaleti terk etmenin, ne kadar ağır, vahim bir günah olduğunu ifade etmektedir. (Keşşaf)
Mutaffifin Sûresi 5. Ayet

لِيَوْمٍ عَظ۪يمٍۙ  ...


Zaman zarfı yevme, mahzuf fiile  müteallıqtır. Takdiri yebasûne şeklindedir. Azîmin, yevmin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.

Liyevmin azim ibaresindeki lâm vakit bildirmek içindir. İsra/78 deki gibidir. Bu ibarede idmac vardır. Hem onların baas hakkındaki şüphesini, hem de bu günün belirli bir vakti olduğunu ifade eder.

Bu günün azim olmak şeklindeki vasfı da o gün duyacakları korkuya aittir. Akli mecaz yoluyla gelmiştir.

Mutaffifin Sûresi 6. Ayet

يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ  ...


Riyazus Salihin, 404 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar o kadar terlerler ki, onların teri yerin yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına âdetâ gem vurur da tâ kulaklarına kadar çıkar.”
(Buhârî, Rikak 47; Müslim, Cennet 61)

Yine aynı konudaki hadîs-i şeriflerden birine göre Peygamber Efendimiz:” İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar. Onlardan bir kısmı ayak bileklerine, bir kısmı dizlerine, bazıları kuşak yerlerine, bazıları da ağız hizasına kadar ter içinde kalırlar” buyurarak eliyle ağzına işaret etti. 
(Müslim, Cennet 62; Tirmizi, Kıyâmet 2).

Yevme zaman zarfı, mahzuf yebasûne fiiline müteallıqtır. Yeqûmu fiili yevme’nin muzafun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

Yeqûmun nâsi ibaresi o gün insanların ayakta olduğunu ifade eder. Muzari fiil onların halini gözümüzde canlandırmak içindir. 

Lirabbil alemin’deki lam lieclihi manasındadır. Yani Allah Teala'nın rububiyeti ve hükmünü almak için demektir.

Allah Teala’dan rabbil alemin şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder.

Ennasu’deki elif lam cins, hakiki istiğrak içindir.

El alemin’deki elif-lâm takısı istiğrak içindir. Kıyam kelimesi hesap manasında olduğu için istiaredir. Li rabbil âlemîne izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Mutaffifin Sûresi 7. Ayet

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ  ...


Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir.

“Günahkârlar” diye çevirdiğimiz füccâr kelimesi fâcirin çoğulu olup bunların nitelikleri ve âhiretteki durumları 11-17. âyetlerde açıklanmıştır. Bunların “yazısı”dan maksat da yapıp ettiklerine ait bilgileri içeren ve âhirette önlerine konacak olan kayıtlar, sicillerdir. Yüce Allah 7. âyette bu yazının siccînde korunduğunu, 9. âyette de siccînin “amellerin kaydedilmiş bulunduğu bir defter” olduğunu ifade buyurmuştur. Zamanın kozmogonisinden etkilendikleri anlaşılan bazı müfessirlere göre siccîn, “yedi kat yerin dibi” veya “yerin altında bulunan büyük bir kaya”dır; bir kısmına göre de cehennemde bir kuyudur. Dilciler ise siccîn kelimesinin, “hapishane” anlamına gelen sicn kökünden türetildiğini ve onunla eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir (Taberî, XXX, 60-61; Kurtubî, XIX, 257-258). Zemahşerî’ye göre siccîn, “şeytanların, inkârcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildiği kötülük defteri, sicili” demektir (IV, 231). Gerek âyetlerin bağlamı gerekse müfessirlerin açıklamaları dikkate alındığında siccînin, amellerin düzenli ve eksiksiz kaydedildiği, inkârcıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir kitap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte siccîn âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerdendir. Siccînin nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi Cenâb-ı Hakk’a ait olup müminlerin görevi onun varlığına ve insanların dünyada yapıp ettiklerinin hesabının âhirette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır (Allah, kullarının bütün yapıp ettiklerini bildiği halde bu tür kayıtların tutulmasının sebebi için bk. İnfitâr 82/9-12).

10-11. âyetlerde hesap ve ceza gününü inkâr eden, dolayısıyla bu tutumları siccînde kayda geçirilmiş bulunan günahkârların âhiretteki âkıbetlerinin çok kötü olacağına dikkat çekilmektedir. 12-13. âyetlerde ise bunların kötü davranışlarından üç kapsayıcı örnek gösterilmektedir: a) İnanç konularında haddi aşmaları, hak yoldan sapmaları; b) Durmadan günah işlemeleri; c) Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bunlara “eskilerin masalları” demeleri, dolayısıyla Kur’an’ı ve peygamberi red ve inkâr etmeleri. 14. âyette inkârcıların bu tür davranışlarının kalplerini kaplayıp kararttığı bildirilmiştir. “...kaplayıp karartmıştır” diye çevirdiğimiz rânefiili, sözlükte “galip geldi, kuşattı, istilâ etti” anlamlarına gelir. Bu âyette ise işlenen günahların, bir pas tabakası gibi kalbi kaplayıp karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikatleri kavramasına engel olmasını ifade eder (Taberî, XXX, 62; İbn Âşûr, XXX, 199). Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir kul günah işlediği zaman kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu leke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu siyah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Teâlâ’nın, ‘Gerçek şu ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır’ (meâlindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur” (Müslim, “Îmân”, 231; Tirmizî, “Tefsîr”, 75). Gazzâlî bu âyeti yorumlarken şöyle der: Tam tövbe önceki kusurları da telâfi edecek işler yapmaktır. Nitekim Yüce Allah “Hayır! Gerçek şu ki, onların yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır” buyurmuştur. Kir birikince zamanla tabiat halini alır ve kalbi kaplar. Bedensel isteklere uyarak işlenmiş olan önceki kötülükleri telâfi etmek için sadece ileride o istekleri bırakmak yetmez. Ek olarak iyilikler yapmak suretiyle, kalbi kaplamış olan bu kiri pası silip temizlemek gerekir (İhyâ, IV, 10)

Kur’an’da, gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan mânevî anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitirmesiyle ilgili olarak “kararıp paslanma” anlamındaki reyn kavramının dışında “mühürlenme” (Bakara 2/7; En‘âm 6/46; Câsiye 45/23), “kilitlenme” (Muhammed 47/24) ve “kılıfla örtülüp kapanma” (En‘âm 6/25; İsrâ 17/46; Kehf 18/57) gibi anlamlara gelen başka deyimler de kullanılmıştır. Râzî’nin kaydettiği bir yoruma göre bu tür ifadeler, günah ve inkârda ısrar eden insanların kalplerinin geçirdiği farklı aşamalara işaret eder. Çünkü –az önce zikredilen hadiste de belirtildiği gibi– insan inkâra ve günah işlemeye devam ettikçe kalpteki mânevî lekelerin de aşama aşama artıp çoğalacağı açıktır (XXXII, 94-95). Nefsi anlatan âyetlere göre de bu kalp, ibadetle olgunlaşıp ilâhî rızâya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alçalan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefistir.

Ehl-i sünnet müfessirleri, “...onlar (inkârcılar) o gün elbette rablerinden mahrum kalacaklardır” meâlindeki 15. âyetten, “Şu halde müminler rablerinden mahrum kalmayacaklar” şeklinde bir sonuç çıkarmışlar ve âyeti, âhirette Allah Teâlâ’nın müminlere görüneceği (rü’yetullah) konusunda delil olarak değerlendirmişlerdir. Bu yoruma göre âyette inkârcıların âhirette bütün hazları unutturacak kadar yüksek seviyede bir mutluluk verecek olan “rablerini görme” nimetinden mahrum bırakılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ’nın, kullarına âhirette yüce zâtını göstereceğini hadisler bildirmekle birlikte bunun nasıl olacağını Allah’tan başkası bilemez (rü’yetullah konusunda bilgi için bk. Kur’an Yolu, A‘râf 7/143).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 575-577

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. Tekid ifade eder. İnne, kellâ ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır.

İnne’nin ismi kitâbel fuccâr’dır. Car mecrur fî siccînin, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.

El-füccâr kelimesindeki elif-lam cins içindir. İstiğrak manası kastedilmiştir. Mutaffif olsun olmasın bütün müşrikler kastedilmiştir. Ancak öncelikle mutaffifin kastedilmiştir, çünkü red harfi bu fiilden sonra gelmiştir. Kitap kelimesiyle amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir.

Siccîn secene kökünden olup Cehennemde bir vadinin adıdır. Arapçadır ama Kur’ân’dan önce kullanılmamıştır. Mübalağa sığasındadır. Tahkir için zikredilmiştir. Füccarın bulunduğu yer olduğu gibi, füccarın amellerinin sayıldığı kitabın siccinde olması da kastedilmiş olabilir, bu durumda mecaz ifade eder. Füccarın siccinde bulunmasını kinayeten ifade eder. (Âşûr, s.194-195)

Kellâ; teşbih edatıyla nefy edatından meydana gelmiştir her iki edatın manasını gidermek ve manayı takviye için lam şeddelenmiştir. Salebe’nin görüşü budur. Sibeveyh ve bir çok ulemaya göre o kelime mürekkep değil, tek bir harftir. Azarlama ve tehdit bildirmekten başka manası yoktur. İlla üzerinde daima vakfedilmesini kendisinden sonraki kelimeyle iptidayı caiz görmüşlerdir. Bir kısım ulema  kella olan surelerin mekki olduğuna hükmederler. (İtqan 1/466) 

Hayır!.. Doğrusu… ifadesiyle ölçü ve tartıda hile yapıp durmaktan ve dirilme ve hesap gününü hatırlamaktan gafil olmaktan menetmiş; bunların mutlaka tövbe edilip pişman olunması gereken şeyler olduğuna dikkat çektikten sonra, rahatça günah işleyen herkesi genel anlamda tehdit etmiştir. (Keşşaf)

Peki, Siccîn nedir; sıfat mı, isim mi? dersen şöyle derim: Bilakis, hâteme gibi, sıfattan nakledilmiş özel bir isimdir;gayr-ı munsariflik sebeplerinden sadece ma‘rifeliği barındırdığı için de munsariftir. (Keşşaf)

Mutaffifin Sûresi 8. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سِجّ۪ينٌۜ  ...


“Siccîn”in ne olduğunu sen ne bileceksin.

Ayet itiraz cümlesidir. Durumun korkunçluğunu ifade eder. (Âşûr, s. 195.)

İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur.

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Mâ siccînun, edrâke fiilinin ikinci mefulu olarak mahallen mansubtur. istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfudur. Siccînun haberdir. 

Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnad formunda geldiği halde, soru sormak kastı dışında korkutma anlamı taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.

İki harfi arasında cinas vardır.

Kuranda ma edrake sözünün zikredildiği her yerde arkasından açıklaması gelmiştir. Ve ma yudrike şeklinde geldiğinde ise arkasından herhangi bir açıklama gelmemiştir. (Âşûr, 195-196.)

Edrâke fiili if’al babındandır. Sülasisi derâ’dır. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Mutaffifin Sûresi 9. Ayet

كِتَابٌ مَرْقُومٌۜ  ...


O, yazılmış bir kitaptır.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Kitâbun mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri huve (o) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.

Merqûmun, kitâbun kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Kitabın nekre gelişi tazim içindir. Merqûm kelimesi; hakiki de olsa, mecazi de olsa kitap kelimesinin manasını tekid eden bir vasıftır. (Âşûr, 195-196.)
Mutaffifin Sûresi 10. Ayet

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ  ...


10-11. Ayetler Meal  :   
O gün yalanlayanların; hesap ve ceza gününü yalanlayanların vay hâline!

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Veylun mübtedadır. Zaman zarfı yevme, yevme yeqûmu’den bedeldir. Yevme’nin muzaf olduğu izin’deki tenvin, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır. Faidei haber ibtidai kelamdır.

Car mecrur lil mükezzibîne, mahzuf habere müteallıqtır. Mükezzibîne, sülasisi kezebe olan fiilin tef’il babının ismi failidir.

Cümle haber formunda geldiği halde beddua manası taşıdığı için muktezayı zahirin hilafına durum oluşmuştur. Lüzûmiyet alakasıyla mecazı mürsel mürekkeptir. 

Müsnedin ileyh olan veylün kelimesinin nekra gelmesi tahkir ifade etmiştir. 

Veylün cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azab manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekira gelmesine cevaz vardır.

Veyl, kafirlere aittir. Çünkü veyl, şiddet ifâde eden bir kelimedir. Zira, vav, yâ ve lâm harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifâde eder. (Fahrettin Razi)

Mükezzibinin marife gelişi istiğrak ifadesi içindir.

4-5. ayetlerine mebni olarak gelmesi caizdir. Çünkü yevmeizin kelimesinin tenvini bir mahzufa delalet eder. Şöyle takdir edilebilir: يوم إذْ يقوم الناس لرب العالمين ويل فيه للمكذبين (Hani insanların alemlerin Rabbi için kıyama durdukları gün var ya o gün yalanlayanlara veyl vardır)

İbtidaiyye olup umumi ve hususi olarak din gününü yalanlayan ve tatfif yapanların hepsini açıklamak üzere gelmiş olabilir. Hatta hem müslümanlardan, hem de ehli kitaptan mutaffifin yapan, hem din gününü yalanlayan hem de yalanlamayanlar içindir. Bu cümlede idmac vardır. Mutaffifin olmasa bile din gününü yalanlayan müşrikler için de tehdittir.

Önce mücmel olarak mükezzibin kelimesi gelmiş, arkadan müteallıkı zikredilerek mufassal olarak gelmiştir. Böylece müslüman olsun, olmasın bütün dinleyenlerin zihninde yalanlama fiilinin yerleşmesi sağlanmıştır. Bu sıfat mutaffif olan müslümanlar için de tehdit ve uyarıdır. 

Burada yalanlamaktan maksat bu günün vuku bulacağını yalanlamaktır. (Âşûr, 196-197.)

Mutaffifin Sûresi 11. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۜ  ...


Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mükezzibîne’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

İsmi mevsulun sılası yükezzibûne’dir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Sıla cümlesindeki fiilin muzari oluşu olayı gözümüzün önünde canlandırır.

Car mecrur biyevmi, yükezzibûne’ye müteallıqtır. Eddîni muzafun ileyhtir. 

Eddin kelimesindeki elif-lâm ahdi ilmidir. İzafet muzafın tazimi içindir.

Mükezzibîne - yükezzibîne kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Yalanlamaktan maksat vuku bulacağını yalanlamaktır. Bunun sebebi de işledikleri günahlardır. Bunun için arkadan günahkâr, yani hep haddini aşkın, günaha düşkün kimselerin yalanladığı zikredilmiştir. Bu yalanlamanın sebebi Allahın mahlukatı yaratmasındaki ve mükellef kılmasındaki hikmeti bilmemeleridir. İnsanı yaratmaktaki hikmet amellerini güzelleştirmek ve nizamı korumaktır. Bunun için şeriat güzel iş yapmayı ve fesaddan kaçınmayı emreder. Bunun için de sevap ve ceza vardır. 

Din gününü yalanlayanların üç vasfı zikredilmiştir: Mu’ted, esîm ve ayetlerin esatirül evvelin olduğunu söylemeleri. (Aşur, 197)

Mutaffifin Sûresi 12. Ayet

وَمَا يُكَذِّبُ بِه۪ٓ اِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ  ...


Onu, ancak her azgın, günahkâr kimse inkâr eder.

Vav, haliyyedir. Atıf olması da caizdir. Menfi fiil cümlesi faidei haber inkâri kelamdır. ve illa ile kasır oluşmuştur. Kasrı sıfat alel mevsuf şeklinde gelmiştir. Kasrı hakikidir.

Bu tip kasırlarda nefiy edatından sonra maksur olan kelime, ardından istisna harfi, sonra da maksurun aleyh zikredilir.

Maksur yükezzibu, maksurun aleyh küllü kelimeleridir. Kasır, fiil ile fail arasında gerçekleşmiştir. Küllü tekit ihtiva eder. Fail olarak gelmiştir. Kendinden sonra gelen isme mudaf olmuştur. 

İzafet hem kısa yoldan izah, hem de muzafun ileyhi tahkir içindir.

Esîmin, mu’ted’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. 

Kezzebe fiili tefîl babındandır. Bu fiil her zaman bi harfiyle kullanılır. Bu bab fiile; anlamına çokluk (fiilin, failin veya mefulün çokluğu şeklinde) katar, bir tarafa yönelme, mefulü herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayrure, bir şeyle ilgilenmek, isimden fiil türetmek, hazır olmak, kabul etmek, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Mu’ted; عدو kelimesinin iftiâl babındandır. İsmi fail sığasındadır. Bu bab fiile; dönüşlülük, ittihaz (edinmek), ortaklık, ortaya koymak, çaba göstermek ve talep etmek manaları katar. Demek ki mu’ted, inatçılığı isteyen, çaba gösteren, açıkça bu özelliğini gösteren demektir.

Esîm, âsim kelimesinin mübalağa kalıbıdır. Çok günahkar demektir. Nekre gelişi belirsiz bir ferdi ifade etmek, tahkir, teksir, taklil, özel bir nev olduğuna işaret için olabilir. 

Son iki ismin nekre gelişi belirsiz bir ferdi ifade etmek, tahkir, teksir, taklil, özel bir nev olduğuna işaret için olabilir. 

Mutaffifin Sûresi 13. Ayet

اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۜ  ...


Ona âyetlerimiz okununca, “Eskilerin masalları” der.

Ayet  şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. İzâ, cümleye muzaf olan şart manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. Tutlâ aleyhi ayâtunâ cümlesi muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Car mecrur aleyhi, tütlâ fiiline müteallıqtır. Âyâtunâ, naibu faile takdim edilmiştir.

Aleyhi car-mecruru önemi dolayısıyla takdim edilmiştir. Alâ istila harfidir.

Tütlâ; meçhul muzari fiildir. Bu cümle muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Meçhul fiiller mefulü vurgular.

Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir, ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder. Tütlâ fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.

Âyâtinâ ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. Sadece yüz çevirdikleri zikredilmemiş, müstekbir oldukları da zikredilmiştir. Bu kelime gelmeseydi büyüklenmeden yüz çevirdikleri ihtimali taşırdı. Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek çirkin bir davranıştır, büyüklenmek de buna eklenince bu çirkinlik artmıştır. (Samerraî/Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)

Qâle, şartın cevabıdır. Mequlül qavl cümlesinde mübtedanın hazfi, icazı hazif sanatıdır. Hazfin sebebi açıkça bilindiği için fazla sözden sakınmaktır.

Esâtiru, mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri hâzâ’dır. El evvelîne muzafun ileyhtir.
Mutaffifin Sûresi 14. Ayet

كَلَّا بَلْ۔ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:” Kul bir günah işlediği zaman, kalbinde siyah bir iz belirir. Eğer kul günahtan elini çeker, tövbe edip af dilerse, kalbi cilâlanır ve iz silinir. Günahı işlemeye devam ettiği takdirde ise leke büyür, nihayet kalbi tamamen kaplayacak hale gelir. Allah’ın ‘Kazandıkları günahlar onların kalplerini paslandırmıştır’ sözüyle kastettiği pas budur”
(Tirmizi, Tefsir 83/1; İbni Mâce, Zühd 29; Ahmed b Hanbel, Müsned, II ,297).

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. Bel; idrab harfidir. Hem kellâ, hem de bel tekid ifade eder. Faidei haber inkâri kelamdır. Car mecrur alâ qulûbihim, râne fiiline müteallıqtır.

Müşterek ismi mevsul , fail olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Kâne’nin haberi yeksibûne’dir. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.

Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112) 

Alâ istila harfidir. Pasın kalplerini tamamen kapsadığını ifade eder. Qulubihim de istiare vardır. 

Qulûb kelimesi bunların çok olduğuna delalet eden cemi kesret kalıbıdır. Qulûbuhum şeklindeki izafet kısa yoldan izah ve hem muzafı hem de muzafun ileyhi tahkir maksadıyladır. Takdimi ihtimam sebebiyledir.

Hayır!.. ifadesi onların kalplerini paslandıran günah kazanımından yana bir terslemedir. (Keşşaf) ’Mâ yeksibûn’ değil de mâ kânû yeksibûn buyurularak İslamın gelmesinden önceki mükellef olmadıkları yaşamlarında da şirk koştuklarına işaret edilmiştir. (Aşur)
Mutaffifin Sûresi 15. Ayet

كَلَّٓا اِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَۜ  ...


Hayır, şüphesiz onlar, kıyamet günü Rablerini görmekten mahrum bırakılacaklardır.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. Kellâ, inne ve lamul muzhalaka ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi hum zamiridir. Müsnedün ileyhin zaid olarak gelmesi önceden bilinmesi dolayısıyladır.

Car mecrur an rabbihim, mahcûbûne’ye müteallıqtır. Rabbihim izafeti hem kısa yoldan izah hem de muzafun ileyhin tahkirini ifade eder.

Zaman zarfı yevme, mahcûbûne’ye müteallıqtır. Yevmeizin kelimesinin sonundaki tenvin ivaz tenvinidir. Bu kelimeden sonra muzafun ileyh cümlesinin hazfedildiğine delalet eder. 

Mahcûbûne, inne’nin haberidir. Mahcûbûne kelimesinin ismi meful olarak gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin üzerinde gerçekleşmiş olduğunun haberini verir. İsmi meful haber konumunda geldiği için amel edebilir.
Mutaffifin Sûresi 16. Ayet

ثُمَّ اِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَح۪يمِۜ  ...


Sonra onlar muhakkak cehenneme gireceklerdir.

Sümme atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. 15.ayetteki istinafiyye cümlesine matuftur.

Cümle inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi hum zamiridir. Sâlû haberidir. Elcahîmi muzafun ileyhtir. 

İnne’nin haberi izafetle marife olmuştur. İzafet kısa yoldan cok şey söylemek, anlamı veciz bir şekilde ifade etmek için gelmesinin yanında gayrıyı tahkir de ifade etmiştir. 

Sâlûl cahîmu izafetinde, muzaf olan sâlu kelimesi ismi faildir. Cemi müzekker salim olduğu için sonundaki nun düşmüştür.

İsmi failler zamandan bağımsızdır. Bu işin devamlı olduğuna ve kesinliğine delalet eder.

Cahîm kelimesi; Cehennemi ifade eden birçok kelimeden biridir. Müennes bir kelimedir. Ahirette ceza görenlerin yaşadığı yeri ifade eden kelimelerden biri olup, çok kızışmış ateş demektir. Başındaki tarif; ahdi ilmi içindir.
Mutaffifin Sûresi 17. Ayet

ثُمَّ يُقَالُ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَۜ  ...


Sonra da onlara, “Yalanlamakta olduğunuz işte budur” denecektir.

Sümme atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. 15.ayetteki istinafiyye cümlesine matuftur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Yuqâlu fiili meçhul gelmiştir. Meçhul fiillerde meful öne çıkar. Konuşan kişi belli olduğu için zikredilmesine gerek duyulmaz. Naibi fail müstetirdir, hüve olarak takdir edilir.

Hazâ mübteda olarak mahallen merfudur. Müsnedin ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilene dikkat çekerek önemini vurgulamak ve tazim ifade eder.

Müfret müzekker has ismi mevsul ellezî, haber olarak mahallen merfudur. Kâne’nin dahil olduğu isim cümlesi ismi mevsulun sılasıdır. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. 

Car mecrur bihî, tükezzibûne’ye müteallıqtır. Takdim edilmiştir. Önemi sebebiyle ve fasılaya riayet içindir.

Tükezzibûne fiili kâne’nin haberi olarak mahallen mansubtur.

Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.

Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)

Mutaffifin Sûresi 18. Ayet

كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ  ...


Hayır (sandıkları gibi değil!) iyilerin yazısı “İlliyyûn”dadır.

Allah’a yakın olan kulların görüp duracakları bildirilen (21. âyet) illiyyîn hakkında tefsirlerde “dördüncü veya yedinci kat sema, sonsuz bir yükseklik, en yüksek mekân, iyilerin amellerinin kayda geçirildiği defter, sidretü’l-müntehâ (bk. Necm 53/14), cennet, mele-i a‘lâdaki melekler” gibi farklı açıklamalar yapılmıştır (Taberî, XXX, 64-65; Râzî, XXXI, 96-97; Şevkânî, V, 466). Tariflerden illiyyîn ile siccînin aynı şeyler olduğu, ancak izâfe edildikleri kimseler ve içerikleri açısından aralarında bir nitelik farkı bulunduğu anlaşılmaktadır. Râzî bu farkı özetle şöyle izah etmiştir: Yüce Allah, kullarına bazı şeyleri gelenek ve kültürlerinde alışageldikleri üslûpla anlatmıştır. Bilindiği gibi cennet yükseklik, rahatlık, genişlik gibi niteliklerle tanıtılır; orada seçkin meleklerin bulunduğu belirtilir. Siccîn ise şeytanların dolaştığı, aşağı, karanlık ve dar bir mekân olarak nitelendirilir. Bir yerin yüksekliği, genişliği, aydınlığı ve içinde seçkin meleklerin bulunuşu o yerin mükemmelliğini ve üstün değerini, bunların tersi ise oranın kusurlu ve bayağı bir yer olduğunu gösterir. İnkârcıların bilinen nitelikleri ve eylemlerinin kayda geçirildiği belgeler aşağılanmak ve kötülenmek istendiği için, onların kitaplarının yani amel defterlerinin aşağıda, şeytanların bulunduğu karanlık ve dar yerde olduğu; iyilerin kitapları yüceltilip şereflendirilmek istendiği için onların da seçkin meleklerin bulunduğu yücelerde olduğu belirtilmiştir (XXXI, 92-93; illiyyîn hakkında bilgi için bk. İlyas Üzüm, “İlliyyîn”, DİA, XXII,123). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 578-579

Sümme atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. 15.ayetteki istinafiyye cümlesine matuftur.

Kellâ; engellemek, azarlamak ve alıkoymak manasında gelmiştir. (Sâbuni) Kella; red harfidir. Sadece Mekki surelerde geçer. Önceki ayetle reddül aczi ales sadri vardır. Bu surede 4 kere geçmiştir. Bu; sonuncusudur.

Cümle inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi kitâbel ebrâri’dir. Car mecrur fî illiyyîne, inne’nin mahzuf haberine müteallıqtır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.

El-ebrâr kelimesindeki elif-lam cins içindir. İstiğrak manası kastedilmiştir. Kitap kelimesiyle amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir. 

Fi harfinde istiare vardır Hakiki manada kullanılmamıştır.. 

İlliyyîn kelimesinin nekra olarak gelmesi tazim ifade eder. 

Kötülerin halini anlatan  كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْفُجَّارِ لَف۪ي سِجّ۪ينٍۜ [Hayır,kötülerin kitabı..] ayeti ile iyi kulların halini anlatan كَلَّٓا اِنَّ كِتَابَ الْاَبْرَارِ لَف۪ي عِلِّيّ۪ينَۜ [Hayır, iyilerin kitabı İlliyyin’dedir.] âyeti arasında mukabele vardır. (Safvetü’t Tefâsir)

Mutaffifin Sûresi 19. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا عِلِّيُّونَۜ  ...


“İlliyyûn”un ne olduğunu sen ne bileceksin.

Ayet itiraz cümlesidir. Durumun korkunçluğunu ifade eder. (Âşûr, s. 195.)

İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur.

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Mâ illiyyun, edrâke fiilinin ikinci mefulu olarak mahallen mansubtur. istifham harfi, mübteda olarak mahallen merfudur. İlliyyun haberdir. 

Ayet istifham üslubunda talebi inşai isnad formunda geldiği halde, soru sormak kastı dışında korkutma anlamı taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir. Ayrıca ayette mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.

İki harfi arasında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

İlliyyun da reddül aczi ales sadri vardır. Nekre gelişi tazim içindir.

Ve mâ edrâke mâ illiyyûne (İlliyyîn'in ne olduğunu biliyor musun?) âyeti, iyi kulların mertebelerinin büyüklük ve yüceliğini ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)
Mutaffifin Sûresi 20. Ayet

كِتَابٌ مَرْقُومٌۙ  ...


O, yazılmış bir kitaptır.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Kitâbun mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri huve (o) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.

Merqûmun, kitâbun kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan itnabtır.

Kitabın nekre gelişi tazim içindir. Merqûm kelimesi; hakiki de olsa, mecazi de olsa kitap kelimesinin manasını tekid eden bir vasıftır. (Âşûr, 195-196.)

İsim cümlesi olduğu için sübut ifade eder. İsmi meful gelişi fiilin başkası tarafından onun üzerinde gerçekleşmiş olduğu haberini verir.

Mutaffifin Sûresi 21. Ayet

يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَۜ  ...


Ona, Allah’a yakın olanlar şâhit olur.

Ayet mukadder bir mübtedanın ikinci haberidir. Takdiri huve (o) şeklindedir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elmuqarrebûne, yeşhedu fiilinin failidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muqarrebun kelimesindeki elif-lam ahdi ilmidir.
Mutaffifin Sûresi 22. Ayet

اِنَّ الْاَبْرَارَ لَف۪ي نَع۪يمٍۙ  ...


Şüphesiz iyi kimseler, Naîm cennetindedirler.

Gerçek erdem sahibi kimselerin cennette karşılaşacakları nimetler tasvir edilmektedir. Amel defterleri “illiyyîn”de korunanların, cennette sevinç ve mutluluk içinde yaşayacakları, koltuklar üzerinde oturup seyredecekleri ifade edilmekle birlikte neyi veya kimi seyredecekleri belirtilmemiştir. Müfessirler, Allah’ın onlar için hazırlamış olduğu ikramları veya cehennemde bulunanların hallerini yahut yüce Allah’ın zâtını seyredeceklerini söylemişlerdir. “Onlar, o gün elbette rablerinden mahrum bırakılacaklardır” meâlindeki 15. âyeti, âhirette inkârcıların Allah’ın zâtını görmekten mahrum kalacakları yönünde yorumlayan müfessirlerden bazıları, “...koltuklar üzerinde oturup seyrederler” meâlindeki 23. âyeti de müminlerin âhirette –bilemeyeceğimiz bir tarzda– Allah’ı görecekleri şeklinde yorumlamışlardır (bk. Râzî, XXXII, 98; Şevkânî, V, 466; İbn Âşûr, XXX, 205).

Kur’an’da, genellikle insanlarda eksik de olsa bir çağrışım yapması ve sonuçta bir arzu uyandırması için cennet nimetleri dünya hayatında haz, tat ve zevk veren bazı maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde somut örnekler üzerinden tasvirler yapılmıştır. Burada da müminlere “mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içki”nin, bir başka yoruma göre de “içince ağızda misk kokusu bırakan bir içki”nin sunulacağı bildirilmektedir. “İçki” diye çevirdiğimiz rahîk kelimesi Arapça’da “saf ve iyi cins şarap” için kullanılır (Taberî, XXX, 105; İbn Âşûr, XXX, 205). Ancak Sâffat sûresinde (37/47) cennet içkisi tanıtılırken “İçenleri sarhoş etmez” buyurulmuştur. Secde sûresinde de (32/17) daha genel bir ifadeyle “Yaptıklarına karşılık olarak onlar için saklanan mutlulukları hiç kimse bilemez” buyurularak cennet nimetlerinin dünyadakilere göre mahiyet farkına, onların bu dünyada bilinen ve tadılandan büsbütün farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu fark, cennet nimetlerinin sırf iyi ve mutluluk verici oluşundadır. Esasen cennetin esenlik, mutluluk ve erdem yurdu olacağına dair pek çok âyet, oradaki nimetlerin –dünya dilindeki kelimelerle ifade edilse de– insanlar arasında kıskançlık, huzursuzluk, çekişme, mutsuzluk, haksızlık, hastalık, keder vb. olumsuzluklar doğuracak türden olmayacağını açıkça göstermektedir.

Burada cennet içkisi tanıtılırken 25. âyette onun karışımının tesnîmden olduğu ifade edilmiştir. Tefsirlerde tesnîmin sözlük anlamı genellikle “suyu, yukarıdan aşağıya akıp duran kaynak” şeklinde verilir ve bu bağlamda cennetteki yüksek bir su kaynağını ifade ettiği belirtilir (meselâ bk. Taberî, XXX, 110). İbn Abbas’a isnat edilen bir açıklamada, Secde sûresinin 17. âyeti hatırlatılarak tesnîmin, iyiler için hazırlanmış bir cennet nimeti olup onun mahiyetini Allah’tan başkasının bilemeyeceği ifade edilmiştir. Hasan-ı Basrî’nin de “Tesnîm, Allah’ın cennet ehli için hazırlayıp gizli tuttuğu nimettir” dediği nakledilir (Râzî, XXX, 100). Tefsirlerde, “Allah’a yakın olanların içecekleri bir kaynak” meâlindeki 28. âyetin “tesnîm”i açıkladığı belirtilmektedir.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi ebrâre’dir. Car mecrur fî naîmin, mahzuf habere müteallıqtır.

El-ebrar kelimesindeki elif-lam cins içindir. İstiğrak manası kastedilmiştir. Kitap kelimesiyle

amellerin yazıldığı bir kitap kastedildiği gibi amellerinin sayılmasından kinaye de olabilir. 

Naîm neame kökünden olup mübalağa sığasındadır. Nekra olması tanınamayacak, bilinemeyecek derecedeki yüceliğine işaret eder.

harfinde istiare vardır. Ebrar’ın, nimetin içine girdiği mübalağalı olarak ifade edilmiştir. 

Ebû Hayyân (ö. 745 h.), es-Sabbân (ö. 1206 h.) ve el-Eşmûnî‟ye (ö. 900/918/926 h.?) göre ise cemi sahîh ve diğer cemi kıllet kalıpları istiğrak (umumiyet/genellik) anlamını taşıyan elif lam takısını aldığında ve umumiyet ifade eden bir isme izâfe edildiğinde cemi kesrettir. Fakat bu iki durumun dışında cemi kıllet’dir. Ör: İnnel ebrâre lefî neîm (Muhakkak ki, iyiler nimet içindedirler.) Mutaffifin/22. ayetinde geçen Elebrâr istiğrak anlamını taşıyan elif-lam takısı aldığı için cemi kesrettir. (Ebû Ali Hasan b. Kasım b. Abdullah el-Murâdî, (ö. 749 h.) Tavdîhu’l-Mekâsid ve’l Mesâlik bi Şerhi Elfiyyeti İbn-i Mâlik)
Mutaffifin Sûresi 23. Ayet

عَلَى الْاَرَٓائِكِ يَنْظُرُونَۙ  ...


Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler.

Kemali ittisal nedeniyle fasılla başlamıştır. Car mecrur alel erâike, yenzurûne’nin failinin mahzuf haline müteallıqtır. Yenzurûne, önceki ayette geçen inne’nin ikinci haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Erâike’nin marife gelişi ahdi ilmi içindir.
Mutaffifin Sûresi 24. Ayet

تَعْرِفُ ف۪ي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّع۪يمِۚ  ...


Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.

22. ayette geçen inne’nin üçüncü haberidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur fî vücûhihim, ta’rifu fiiline müteallqtır. Nadraten mefuldur. Enneîmi muzafun ileyhtir.

Fi vücûhihim ibaresinde istiare vardır. Fi harfi ala yerine kullanılmıştır. Mübalağalı ve etkili bir anlatım içindir. 

Vücûhuhim izafeti kısa yoldan izah ve muzafın şanı içindir.

Nadraten neîm izafeti muzafın tazimi içindir.

Neîm’deki elif-lam ahdi sarihi içindir.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Mutaffifin Sûresi 25. Ayet

يُسْقَوْنَ مِنْ رَح۪يقٍ مَخْتُومٍۙ  ...


Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:” Hangi mü’min (Müslüman) susayan bir mü’mine (Müslümana) su verirse, Allah da ona mühürlenmiş halis bir şaraptan içirir. “
(Ebû Dâvud, Zekât 41; Tirmizi, Kıyâmet 18; Ahmed b Hanbel, Müsned, II ,13-14).

22. ayette geçen inne’nin dördüncü haberi olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur min rahîqın, yusqavne fiiline müteallıqtır.

Mahtûmin, rahîqın kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.

Rahîq kelimesi nekre gelerek tazim ifade etmiştir. Mübalağa ifade eden bir kalıpta gelmiştir.

Mahtum kelimesinin ismi meful olarak gelmesi bu fiilin başkası tarafından o kişinin veya nesnenin üzerinde gerçekleşmiş olduğunun haberini verir. 

Ayetteki min ba’diyet ifade eder.

Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

Mutaffifin Sûresi 26. Ayet

خِتَامُهُ مِسْكٌۜ وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ  ...


Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.

Ayet rahîqın kelimesinin ikinci sıfatı olarak gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Hıtâmuhu mübteda, miskun haberidir.

Hitâmuhu şeklindeki izafet kısa yoldan izah ve muzafın şanı içindir. Misk nekre gelmiştir. Tazim içindir. 

Vav itiraziyyedir. Car mecrur zâlike, yetenâfesu fiiline müteallıqtır. 

Fî zalike’de istiare vardır. İşaret isimleriyle hissi şeyler işaret edilir. Burada olduğu gibi akli şeyler işaret edildiğinde istiare oluşur. Cami her ikisindeki tahakkuktur. 

Zalike ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)

Fe mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Lam gaibe emir lamıdır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Fel yetenâfesi- elmutenâfisûne kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Tenâfese fiili tefaul babındandır. İsmi fail dolayısıyla yarışı kendi iradeleriyle yaptığını ifade eder. 

El mütenâfisun’daki tarif ahdi ilmidir veya cins olup efraddan birini ifade ediyor olabilir. 

Hıtâmuhu miskun (Onun sonu misktir.) âyetinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani güzel koku ve hoşlukta misk gibidir. Burada benzetme edatı (teşbih edatı) ile benzetme yönü (vech-i şebeh) zikredilmeyerek teşbîh-i belîğ olmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)
Sayfadan Gönüle Düşenler
Satacağı pirinç çuvalının içine taş atan elini tuttu ve ona hz. Ömer’in hayatından bir kesit anlattı. 

Halife hz. Ömer, halkın arasına karıştığı günlerden birinde, bir anneyle kızının arasında geçen konuşmaya şahit oldu. 

Anne satacakları süte su karıştırmak isterken, kızı bunun doğru olmadığını söylüyordu. Hz. Ömer’in yasağını hatırlattığı zaman, annesi halifenin onları görmediği cevabını verdi. Kızı ise hz. Ömer görmese de, Allah’ın onların gördüğünü ve yaptıkları ile kul hakkına gireceklerini söyledi. 

Kızın konuşmasından memnun kalan hz. Ömer, ertesi gün onu yanına çağırttı ve kızın rızasını alarak oğlu Asım ile evlendirdi. Bu iki gencin torunu, ikinci Ömer diye bilinen Ömer bin Abdulaziz oldu.

Kötü ahlakın ile sadece kendine değil, çocuklarına ve torunlarına da yazık edersin. Zira, haramın ve adaletsizliğin normal olduğu ortamda yaşayan kalpler katılaşır ve kararır. Böyle bir kalple, bu tür düşüncelerle ve ortamlarda yetişen evlatlarının güzel ahlaklı olmasını ummak ise ahmaklık olur. Dünyalık herhangi bir rolde ve mertebede, adaletsiz davrandıktan sonra kendine adil olunmasını beklemek ise dengesizliktir.

Rabbimiz! Bizi, razı olduğun müslümanlar zümresine yaz ve canımızı müslüman olarak al. Senin emir ve yasaklarına şeksiz ve şüphesiz iman edenlerden; saygıyla ve ihlasla itaat ederek uygulayanlardan eyle. Evlatlarımıza ve etrafımızdakilere, İslam’ı en güzel şekilde temsil ve tebliğ edenlerden eyle. Bizi, adil kullarından eyle. Hayatımızın her döneminde, adaletsiz davranmaktan ve davranılmaktan muhafaza buyur. 

Amin.