بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمِزَاجُهُ مِنْ تَسْن۪يمٍۙ
Ayet hıtâmuhu miskun cümlesine atıf harfi vav ile atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Mizâcuhû mübtedadır. Car mecrur min tesnîmi, mahzuf habere müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.
Mizâcuhu’deki izafet kısa yoldan izah ve muzafın şanı için gelmiş olabilir.
Tesnîm kelimesindeki nekralık tazim içindir. Bu kelimenin cennetteki bir kaynağın özel ismi olduğu söylenmiştir. Aslında kaldırdı, yükseltti manasındaki rubai senneme fiilinin masdarıdır. Veya aynen kelimesini açıklamak için gelmiş tefîl vezninde mastardır. (Mahmut Sâfî, İrab)
Min beyaniyye olur.عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَۜ
Aynen mahzuf fiilin mefuludur. Takdiri a’n’i veya emdehu (.... Kastediyorum veya methediyorum) fiilidir.
Yeşrabu cümlesi aynen’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur bihâ, yeşrabû fiiline müteallıqtır. Yeşrabu fiili bu harfle tazmin manası olarak beslenmek veya lezzetlenmek manası kazanmıştır.
Elmuqarrabûne, yeşrabu fiilinin failidir. Muqarrebûn kelimesindeki elif-lam 21. ayette de geçmiştir. Ahdi sarihidir. Reddül aczi ales sadri vardır. Böylece bu mana zihne yerleşir.
Muqarrebûne tefil babında olup, cemi müzekker salimdir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
Sıfat cümleleri anlamı kuvvetlendirmek için yapılan itnab sanatıdır.
Aynen kelimesindeki nekrelik tazim ve teksir içindir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَضْحَكُونَۘ
Bu kümedeki âyetler dünyada inançlarından dolayı müminlerle alay eden, onları küçümseyen ve yollarının yanlış olduğunu ileri süren inkârcılar hakkında inmiş olup onları kınamakta ve uyarmaktadır. Özellikle 33. âyette Allah tarafından kendilerine müminleri koruyup kollama görevi verilmediğinin belirtilmesi dikkat çekicidir. Buna göre din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine göre başkalarını yargılama yetkileri yoktur; bu konudaki ölçü ve dayanaklar Allah tarafından konulmuş olup dinî konulardaki eleştiri ve uyarılar da bu çerçevede kalmalıdır. 34-36. âyetlerde müminlerle inkârcılar arasında durumun âhirette tersine döneceği, bu sefer müminlerin inkârcıların içine düştükleri duruma gülecekleri ifade edilmekte, kendileri için hazırlanmış olan mutluluk verici âkıbetten dolayı sevinecekleri bildirilmekte ve inkârcılara hak ettikleri cezanın uygulanmasına başlanıp başlanmadığını merak ederek etrafa bakacakları bildirilmektedir. Burada asıl anlatılmak istenen husus, müminlerin, inkârcıların azap görmelerinden zevk alacakları, mutlu olacakları değil; dünyadayken inananlarla alay eden ve onların sıkıntı çekmelerinden zevk alan inkârcıların, âhirette bu tutumlarının bedelini ödeyecekleri, ettiklerini bulacaklarıdır. Dolayısıyla bu âyetler uyarı amacı taşımaktadır.
Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası ecramû’dur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Cümlede müsnedin ileyhin ismi mevsul gelmesi kelamın geliş amacının muhatabın zihninde iyice yerleşmesi ve arkadan gelecek habere işaret içindir.
İnne’nin haberi kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, min harfi ceriyle birlikte yedhakûne fiiline müteallıqtır. İsmi mevsulun sılası âmenû’dur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Yedhakûne fiili kâne’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Kâne’nin haberinin muzari fiil gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
Ecramu ifal babındadır. Sülasisi cerame’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü, ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Ellezine’lerde cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayetteki ismi mevsuller farklı grupları ifade ettiği için aralarında tam cinas vardır.
Âmenû - ecramû kelimeleri arasında tıbakı hafiy vardır.وَاِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَۘ
Önceki ayetteki yadhekûn veya inne’nin haberi olan kânû cümlesine matuftur. (Mahmut Sâfî, İrab)
Şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. İzâ, cümleye muzaf olan şart manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. Merrû, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Car mecrur bihim, merrû fiiline müteallıqtır.
Burada in değil, izâ buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü izâ harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. İn harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Samerraî, Ala Tariqi Tefsiril Beyani, C.2, Lokman Suresi)
Şartın cevabı yeteğâmezûne’dir. Cevap fiili muzari olarak gelmiş, hudus ve teceddüt ifade etmiştir.
Yeteğamezûne fiili tefâul babındadır. Sülasisi ğameze’dir. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.
وَاِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمُ انْقَلَبُوا فَكِه۪ينَۘ
Önceki ayet gibi 29. ayetteki hal olarak nasb mahallinde bulunan yadhekune cümlesine veya ref mahallinde olup kânû cümlesine, ya da önceki şart-ceza cümlesine matuftur. (Mahmut Sâfî, İrab)
Şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. İzâ, cümleye muzaf olan şart manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. İnqalebû, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir. Car mecrur ilâ ehlihim, inqalebû fiiline müteallıqtır.
Şartın cevabı inqalebu fekihîn cümlesidir. Fekihîne, inqalebû’nun failinden haldir. Hal, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.
İnqalebu fiilleri arasında cinas vardır. Şart ve ceza manalarında geldiği için de terdid ve reddül aczi ales sadri vardır.
İnqalebu fiili infiâl babındadır. Sülasisi qalebe’dir. Bu bab mutavaat ifade eder. Lazımdır. Bir yere varmayı ifade etmek için de kullanılır.وَاِذَا رَاَوْهُمْ قَالُٓوا اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَضَٓالُّونَۙ
Önceki ayet gibi 29. ayetteki hal olarak nasb mahallinde bulunan yadhekûne cümlesine veya ref mahallinde olup kânû cümlesine, ya da önceki şart-ceza cümlesine matuftur. (Mahmut Sâfî, İrab)
Şart üslubunda gayri talebi inşa isnadtır. İzâ, cümleye muzaf olan şart manalı, istikbal ifade eden zaman zarfıdır. Raev, muzafun ileyh olarak cer mahallindedir.
Şartın cevabı qâlu’dur. Mequlul qavl cümlesi inne ve lamul muzhalaqa ile tekid edilmiş cümle faidei haber inkâri kelamdır. İnne’nin ismi hâulâi’dir. Haberi dâllûne’dir. Haberin ismi fail kalıbında oluşu dalaletin onlarda sabit bir halde bulunduğunu ifade eder.
Müsnedün ileyhin ismi işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tahkir ifade etmektedir.
وَمَٓا اُرْسِلُوا عَلَيْهِمْ حَافِظ۪ينَۜ
Ayet qâlû’nun failinin hali olarak mahallen mansubtur. Vav haliyyedir. Menfi fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur aleyhim, hâfizîne kelimesine müteallıktır. Hâfizine ismi fail kalıbında gelmiştir. Adeta o fiil onunla bütünleşmiş gibidir.
Hâfizine, ursile filin failinden haldir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Ursilû filindeki zamir müşriklere racidir. Ursilû fiili if’al babındandır. Sülasis rasele’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Hal cümleleri, anlamı açıklamak için yapılan itnabtır
فَالْيَوْمَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَۙ
Fe mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. El yevme zaman zarfı yedhakûne fiiline müteallıqtır. Zaman zarfı önemine binaen takdim edilmiştir. Cemi müzekker has ismi mevsul ellezîne, mübteda olarak mahallen merfudur. İsmi mevsulun sılası âmenû’dur. İrabtan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır.
Müsnedin ileyhin ismi mevsul olarak marife gelişi tazim içindir. Arkadan gelen habere işaret veya ima ifade eder.
Kuffâr mübalağa kalıplarındandır. Vurgulu ifade etmek için mübalağa kalıbıyla gelmiştir. Min kuffârin’in müteallıkı yadhakû filidir. Kuffâr’daki elif-lam cins için olup örfi istiğraktır.
Âmenû - küffâr kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.
Müsnedin muzari gelişi teceddüd içindir. Muzâri fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzâri fiilin geldiği hâllerde çoğunlukla bu gâye mevcuttur. Muzâri fiilin kullanımıyla sahne muhâtabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)
عَلَى الْاَرَٓائِكِۙ يَنْظُرُونَۜ
Kemali ittisal nedeniyle fasılla başlamıştır. Car mecrur alelerâike, yenzurûne’nin failinin mahzuf haline müteallıqtır. Yenzurûne, önceki ayetteki inne’nin ikinci haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Erâike’nin marife gelişi ahdi ilmi içindir.
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Müşterek ismi mevsul mâ, meful olarak mahallen mansubtur. İsmi mevsulun sılası kâne’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Mefulun ismi mevsulle gelmesi yapılan fiilin kerih görülmesi dolayısıyla olabilir.
Hel; tasdik sorusudur. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, cevap bekleme kastı taşımaksızın tevbih ve tahkir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir. Tecahülü arif vardır.
Yefalûne fiili kâne’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
Müsnedin muzari fiil oluşu, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhayyileyi canlandırarak, muhatabın konuyu kavramasında etkili olur.
Kâne’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halidi, Vakafat s. 112)
Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِذَا السَّمَٓاءُ انْشَقَّتْۙ
Kur’an, muhtelif âyetlerde kıyametin kopma zamanıyla ilgili bilginin Allah’a mahsus gayb bilgilerinden olduğunu, O’nun dışında, melekler dahil hiç kimsenin bu konuda bilgi sahibi olmadığını ifade ederken (meselâ bk. A‘râf 7/187; Lokmân 31/34; Fussılet 41/47); burada olduğu gibi birçok sûrede kıyametin nasıl kopacağına dair tasvirlerde bulunmakta, bir taraftan evrenin yok oluşuyla diğer taraftan da insanların bilinen bir hayattan başka bir hayata intikalleri esnasında karşılaşacakları dehşet dolu manzaralarla ilgili etkileyici anlatımlara yer vermektedir. Bu âyetlerde de kıyametin kopması esnasında göklerde ve yerde meydana gelecek değişiklikler tasvir edilerek kıyamet günü hakkında Tekvîr ve İnfitâr sûrelerinde anlatılanlar pekiştirilmektedir. Asıl maksat ise insanları uyarma ve onları şimdiden o gün için hazırlık yapmaya teşvik etmektir.
1-2. âyetlerden kıyametin kopma zamanı geldiğinde gökteki yıldızların Allah’ın emrine boyun eğerek yörüngelerinden çıkıp birbirine çarpmak suretiyle parçalanacakları anlaşılmaktadır. 3. âyette zikredilen “yerin dümdüz edilmesi” olayını İbn Âşûr (XXX, 219-220) üç şekilde açıklamıştır: 1. Derinin gerilip düzeltildiği gibi yeryüzündeki dağ ve tepelerin yok edilmesi sonucu dümdüz hale getirilmesi (krş. Tâhâ 20/105-107); 2. Şiddetli deprem sebebiyle yeryüzünde meydana gelecek olan yarılma ve lav püskürmesi gibi jeolojik değişimler neticesinde yeryüzü alanının genişlemesi; 3. Yerin küresel şeklinin bozularak uzun bir şekil alması. Bu ve benzeri değişikliklerin evrendeki genel düzenin bozulmasının doğal bir sonucu olarak meydana geleceği düşünülebilir. 4-5. âyetlerde yeryüzünde meydana gelecek bu değişiklikler sonunda yerin, içindeki ölüleri, maden ve diğer şeylerden ne varsa hepsini dışarı fırlatacağı bildirilmektedir (krş. Tekvîr 81/1-6; İnfitâr 82/1-5). 1-5. âyetlerde kıyamet tasvir edilirken “izâ” edatıyla “şöyle olduğunda” şeklinde şart cümleleri sıralanmışsa da bunların cevabı muhatabın anlayışına bırakılmıştır; tefsirlerde bu noktanın izahı için “herkes yaptığının karşılığını görecektir” veya “artık olan olmuş, işi işten geçmiştir, ondan sonra neler olacağını düşünün!” gibi mânaların takdir edildiği görülmektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 583-585Surenin ilk ayeti şart ve cevap cümleleri olarak, ibtidaiyyedir. İzâ istikbale yönelik zaman zarfıdır. Şart manası taşır ve cümleye muzaf olur. Gayrı cazimdir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif vardır. İzâ’nın muzafun ileyhi olan şart fiil mahzuftur. Essemâu bu mahzuf fiilin failidir. Takdiri inşaqqat (yarıldı) şeklindedir. İzâ’nın muteallaqı olan cevap fiili mahzuftur. Takdiri, alimet ennefsu a’mâlehâ (Kişi amellerini bildi) olabilir. Cevap cümlesinin 6. ayetteki nidanın cevabı olduğu da söylenmiştir.
Ayette zikredilen inşaqqat cümlesi tefsiriyyedir. Tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla getirilen ögelerdir. (Kuranı Kerimde İtnab Üslubu Ali Bulut) Kur’ânı Kerim’de uygulanan itnab üslublarından biridir. Tefsir cümlesinin irabda yeri yoktur.
Kur’ânı Kerim’de yedi sûre, şart edatı ile başlamıştır. Bunlar; Vâkıa, Munâfikûn, Tekvir, İnfitar, İnşikâk, Zilzal ve Nasr sûreleridir. (İtqan)
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۙ
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki şart fiiline atfedilmiştir. Car mecrur li rabbihâ, ezinet fiiline muteallıqtır. Meçhul bina edilmiş huqqat fiili, ezinet’e matuftur.
Rabbihâ izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Rabbini dinlediği zaman, yani ona kulak verdiği, yani kudret eserine itaat ettiği zaman demektir. Bu da onun yarılmasını irâde ettiği zaman olacaktır ki, ona amirine kulak veren ve sözünü dinleyen biri gibi itâat eder. (Beydavi)
Ayetteki Ve ezinet lirabbihâ ifadesi “Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman” manasındadır. Çünkü Ezine lehu fiili “ona itaat etti, onu dinledi” manasınadır.
وَاِذَا الْاَرْضُ مُدَّتْۙ
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki şart fiiline atfedilmiştir. İza istikbale yönelik zaman zarfıdır. Şart manası taşır ve cümleye muzaf olur. Gayrı cazimdir. Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Cümlede icazı hazif vardır. İzâ’nın muzafun ileyhi olan şart fiili mahzuftur. El ardu bu mahzuf fiilin failidir. Takdiri inbesetat (yayıldı) şeklindedir. İza’nın muteallaqı olan cevap fiili mahzuftur. Takdiri, alimet ennefsu a’mâlehâ (Kişi amellerini bildi) olabilir. Cevap cümlesinin 6. ayetteki nidanın cevabı olduğu da söylenmiştir.
Meçhul bina edilmiş müddet fiili tefsiriyyedir. Tefsir cümleleri, önce geçen sözdeki kapalılık veya karışıklığı gidermek manasıyla getirilen ögelerdir. (Kur’ânı Kerim’de İtnab Üslubu Ali Bulut)
Essemâu- el ardu kelimeleri arasında tıbakı icab sanatı vardır.
Emeddehu, onu uzattı manasına gelen meddehu kelimesindendir. Yani “O yeryüzünün alanı, mahlukatın hesap vermek üzere üzerinde durabilmesi için alabildiğine uzatılır...” demektir. Bil ki, bu kelime ister “tef'il” den olsun, isterse “if'al” sığasından olsun, yeryüzünün her halükarda, mutlaka artırılması gereklidir. Çünkü canlıların en başından en sonuna kadar tümü, kıyamet gününde o yeryüzünün üzerinde duracakları için, onun, enine ve boyuna arttırılması gerilmesi gerekir. (Fahrettin Razi)وَاَلْقَتْ مَا ف۪يهَا وَتَخَلَّتْۙ
Ayet atıfla gelmiştir. Atıf nedeni hükümde ortaklıktır. Müşterek ismi mevsul mâ, nasb mahallinde elqat fiilinin mefulüdür. Cümlede icazı hazif vardır. Car mecrur fîhâ, mevsulün mahzuf sılasına muteallıqtır. Mevsulde tevcih sanatı vardır. Tehallet, elqat fiiline matuftur.
İçinde ne varsa dışarıya bırakıp bütünüyle boşaldığı; ölülerini çıkartıp artık içinde onları barındırmadığı… (Kurtubi)
وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْۜ
Ayet hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki şart fiiline atfedilmiştir. Car mecrur li rabbihâ, ezinet fiiline muteallıqtır. Meçhul bina edilmiş huqqat fiili, ezinet’e matuftur.
Rabbihâ izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Bu ayet 2. ayetle birebir aynıdır. Bu tekrarda reddül aczi ales sadri sanatı vardır.
Terim olarak tekrâr, “söz söyleyenin, bir vasıf, övgü, yergi, korkutma, tehdit vb.lerini te’kîd etmek için bir kelimeyi lafız ve mana olarak yeniden söylemesi, tekrar etmesi, yani birden fazla kere söylemesidir.
İlk beş ayette, yer ve göğün Cenâb-ı Allah’ın emrine karşı mutlak itaat içinde oldukları yüksek ve âlî bir üslupla anlatılmaktadır
Kur’ân’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu âyetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni âyetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen âyetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler.
Bu âyet iki kere zikredildi. Zira birincisi gökle ilgili, ikincisi yerle ilgilidir. Her bir şey bir başka şeyle bağlantılı olunca tekrar sayılmaz. "İzâ’nın cevabı hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Bütün bu sayılanlar gerçekleşince sözle ifade edilemeyecek derecede korkunç şeyler olacaktır. (Ruhul Beyan)
Rabbini dinlediği zaman ona kulak verdiği yani kudret eserine itâat ettiği zaman demektir. Bu da onun yarılmasını irâde ettiği zaman olacaktır ki, ona amirine kulak veren ve sözünü dinleyen biri gibi itâat eder. (Beydavi)
Ayetteki Ve ezinet lirabbihâ ifadesi “Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman” manasındadır. Çünkü Ezine lehu fiili “ona itaat etti, onu dinledi” manasınadır. Ayetteki Ve hukkat kelimesi, senin, “Falanca şuna müstehaktır, o buna layıktır ve bu onun hakkıdır.” manasında söylediğin, “Huve hakikka bihi” ve “Huve mahma hukka bikezâ” deyimlerindendir, yani “O ard boyun eğmeye, karşı koymaya layıktır, bu onun hakkıdır, ona yakışan budur.”demektir. (Fahrettin Razi)يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ اِنَّكَ كَادِحٌ اِلٰى رَبِّكَ كَدْحاً فَمُلَاق۪يهِۚ
Ayet, isti’nafiyedir. Nida üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Yâ nida harfi, eyyuha münada, el insânu bedeldir. İnsan kelimesindeki elif lam takısı hakiki istiğrak ifade eder.
Nidanın cevabı inne ve mefulu mutlakla tekid edilmiş faidei haber inkari kelamdır. Muttasıl zamir ke, inne’nin ismidir ve mahallen mansubtur. İnne’nin haberi kâdihun’dur. Car mecrur ila rabbike, kâdihun’a muteallıqtır. Kedhan, mefulu mutlaktır.
Mulâqîhi, kâdihun’a fe ile atfedilmiştir.
Kâdihun - kedhan kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Rabbike izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.
Ya eyyuha...formu tekit türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra ey harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Mübhem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan ha gelir. (Muhammed Ebu Musa, Ahzab Suresi Belagi Tefsiri 70)
Bu hitap ile bütün insanlar kastedilmiş olup, bu, bütün erkekler kastedilerek “Eyyuhe'r-raculu” (Ey adam…) denilmesi gibidir. Burada da böyledir. Böylece Cenâb-ı Hak adeta, bu hitabı, insanlığın her bir ferdine tahsis etmiş gibidir. Kaffâl böylesi ifadenin, lafzın, "umûm" oluşundan daha beliğ olacağını, zira, bu ifadenin, her bir ferde bizatihi hitap edilmişcesine bir tahsisin yerine geçeceğini, ama umûm ifade eden lafzın ise böyle olamayacağını söylemiştir. (Fahrettin Razi)
Şüphesiz sen Rabbine doğru (giden yolda) çaba üstüne çaba sarfetmektesin. Kedh, nefsi işte yormak, hırpalamak, kazanç için çok çalışmak demektir. Buna göre mânâ şöyledir: Sen Rabbine kavuşuncaya yani ölünceye kadar güç ve gayret sarfederek çok ciddî koşturma içindesin. Ölüm sonrası hâller ise ölüm öncesinden daha zordur, daha çok çalışma gerektirir. (Ruhul Beyan)
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ
Ayetteki “kitap”tan maksat, kişinin dünya hayatında yapmış olduğu iyi veya kötü amellerle ilgili bilgileri içeren “amel defteri”dir. “Kitabı sağından verilenler” ise müminlerdir. Kur’an-ı Kerîm, insanların dünyada yapmış oldukları doğru-yanlış, hayır-şer, iyi-kötü her türlü inanç, söz ve davranışların görevli melekler tarafından anında kaydedildiğini bildirmektedir (yine bk. Kāf 50/17; İnfitâr 82/10-13). İşte amellerin kaydedildiği bu defterler âhirette ortaya konulacak (bk. Kehf 18/49), cennetliklere sağından, cehennemliklere de solundan veya arkasından verilerek, kişiye kitabını kendisinin okuması emredilecektir (bk. İsrâ 17/14; Vâkıa 56/1-10). Birçok kültürde olduğu gibi Kur’an’ın ilk muhatapları olan Araplar’ın kültüründe de “sağ” kavramı iyi, hayırlı, uğurlu şeyleri ifade ettiği için burada da iyilerin ödülleri olarak sembolik bir anlam taşımaktadır. Sonuçta kitabın sağdan verilmesi, kişinin mutlu olacağını ifade eder. Bunlar dünyada Allah’ın rızâsına uygun hareket ettikleri için hesapları kolay olur. Hz. Peygamber kolay hesabın, ince elenip sık dokunmadan yapılan bir yoklama olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 84). Bu sebeple kitabı sağından verilen kimse sevinçli ve mutlu olarak yakınlarına döner. Yakınlarından maksadın ne olduğu hususunda, cennette olan komşuları, aynı nimet ve ikramlara nâil olan cennet arkadaşları, kendisinden önce cennete gitmiş olan dünyadaki eş ve çocukları vb. değişik açıklamalar yapılmıştır. Bütün bunların ortak noktası, Yüce Allah tarafından ödüle lâyık görülmüş saygın bir kişi olmanın mutluluğunu yaşayacak olmasıdır (meselâ bk. Şevkânî, V, 472).
Kitabın arkadan veya sol tarafından verilmesi de kişinin inkârcı ve bedbaht olduğunu ifade eder. 11. âyette belirtildiği üzere bu sonunculara amel defterleri verildiğinde “Eyvah! Keşke bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!” diyerek acı içinde kıvranacaklar (bk. Hâkka 69/25-26), ölüp yok olmayı temenni edeceklerdir. Ancak 12. âyette âhiretteki pişmanlığın fayda vermeyeceği ve cezalarını çekmek üzere cehenneme girecekleri ifade edilmiştir. Çünkü bunlar dünyada Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, O’nun rızâsına uygun hareket etmeyen ve rablerine hiç dönmeyeceklermiş gibi sorumsuzluk içinde yaşayan, kısacık hayatlarını sadece zevk ve eğlence içerisinde geçirerek israf eden kimselerdir. Oysa 15. âyette belirtildiği üzere yüce Allah insanı görüp gözetlemekte ve bütün yapıp ettiklerini izlemektedir, âhiretteki karşılığını da buna göre verecektir.
Ayet, fe ile nidanın cevap cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Emmâ şart ifade eden tafsil harfidir. Şart ismi men, mübteda olarak mahallen merfudur.
Fail yerine fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiş ûtiye fiili haber olarak mahallen merfudur. Veya mübteda olan men, ismi mevsul, ûtiye sıla cümlesidir. Mübtedanın haberi cevap cümlesi olur.
Kitâbehu fiilin mefulü, car mecrur bi yeminihi, fiile muteallıqtır.
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَاباً يَس۪يراًۙ
وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُوراًۜ
Ayet atıfla gelmiştir. Cer mahallinde, yuhâsibu cümlesine matuftur. Car mecrur ilâ ehlihi, yenqalibu’ya muteallıqtır. Mesrûran ise fiilin failinin halidir.
Sülasisi neqale olan inqalibu fiili infiâl babındadır. Bu bab mutavaat için kullanılır. Bu nedenle geçişsizdir. Bazan da sülasi fiilin anlamını taşır. Bu baba nakledilecek fiillerin mutlaka etkileri gözle görülen somut fiiller olması gerekir. Üzülmek sevinmek anlamak gibi soyut anlamlı fiiller bu baba göre mezid olmazlar.وَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ وَرَٓاءَ ظَهْرِه۪ۙ
Atıfla gelen ayetin atıf sebebi ciheti camiadır. Şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Emmâ şart ifade eden tafsil harfidir.
Müşterek ismi mevsul men, mübteda olarak mahallen merfudur. Fail yerine fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiş ûtiye fiili sılasıdır.. Mevsulden sonra bulunması gereken sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
Kitâbehu fiilin mefulü, mekan zarfı verâe, fiile muteallıqtır. Zahrihi, verâe’nin muzafun ileyhidir. Izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
Fe emmâ men ûtiye kitabehu bi yemînihi cümlesiyle ve emmâ men ûtiye kitabehu verâe zahrihi cümlesi arasında mukabele vardır.
فَسَوْفَ يَدْعُوا ثُبُوراًۙ
Fe, şartın cevabına gelen vaqıa’dır. Sevfe istikbal harfidir. Vaad ve vâid anlamı olan cümleleri tekid eder. Subûren fiilin mefulüdür. Kelimenin tenvinli gelişi nev ve kesret ifade eder. Durumun vehametini vurgular.
Müsbet fiil cümlesi formundaki bu cevap cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Aynı zamanda men’in haberidir.
İleride helâki ölümü çağıracak, ölümü temenni edecek ve Ya subûrâhu diyecek ki, o da helâktır. (Beydavi)وَيَصْلٰى سَع۪يراًۜ
Ayet öncesine matuftur. Fiil ve mefulünden müteşekkil cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Se’îren’in nekira gelişi, tarifi mümkün olmayan nev ifade eder.
Altıncı ayetten itibaren ayetlerde cem mea taksim sanatı vardır. İnsan lafzındaki cem defterinin sağdan ve soldan verilmesi bakımından taksim edilmiştir.
Terim olarak cem‘ mea-taksîm, “birden fazla hususu önce bir hükümde cem‘ edip sonra taksîme tabi tutmaktır veya önce taksîm yapıp sonra onları bir hüküm altında birleştirmektir.
Ve alevli ateşe girecektir. Yani onun hararetini doğrudan duyacaktır. Bu da gösteriyor ki, onların ölümü çağırmaları ateşe girmeden evvel olacaktır. İmam Fahreddin Razî de böyle belirtmiştir. (Ruhul Beyan)
اِنَّهُ كَانَ ف۪ٓي اَهْلِه۪ مَسْرُوراً
Fasılla gelen ayet müste’nefedir. İnne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin ismi muttasıl zamir hu, mahallen merfudur. Haberi ise kane’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Car mecrur fî ehlihi, mesrûran’a muteallıqtır. Car mecrur amiline takdim edilmiştir. Mesrûran, kâne’nin ismidir.
Çünkü o, ailesi içinde neşeliydi. Yani dünyada iken aile ve dostları arasında, işin sonunu düşünmeyen, ahiret işlerini akıllarının köşesinden geçirmeyen azgınların yaptığı gibi şımarıklık ve zevk-safa gösterisi yapıyordu. (Ruhul Beyan)