1 Haziran 2026
A'lâ Sûresi 1-19 / Gâşiye Sûresi 1-11 (591. Sayfa)
A'lâ Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 19 âyettir. Sûre, adını birinci âyette yer alan ve AllahTeâlâ’yı niteleyen “el-A’lâ” kelimesinden almıştır. A’lâ, en yüce demektir.
Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyl sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Medine’de indiğine dair rivayet de vardır (Şevkânî, V, 492).
Sûrede Allah, vahiy ve Kur’an, peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısında insanların takındıkları farklı tavırlar ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alınmıştır.
Kaynaklarda, Hz. Peygamber’in A‘lâ sûresini okumaktan büyük tat aldığı; özellikle vitir, bayram ve cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir (bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 310-311).

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

A'lâ Sûresi 1. Ayet

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ  ...


Yüce Rabbinin adını tespih et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَبِّحِ tesbih et س ب ح
2 اسْمَ adını س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 الْأَعْلَى yüce ع ل و

Tesbîh, Allah’ı kendisine lâyık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O’nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifade etmektir. “Uygun şekil verme” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki tesviye kavramı, Kur’an’da genellikle Allah’ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması” anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise “sevvâ” fiilini –nesnesi belirtilmediğinden– “her şeye uygun şeklini verme” olarak anlamak gerekir (ayrıca bk. Hicr 15/29).

Allah’ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını belirleyip onu yaratılış gayesine, hikmet ve hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: “Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini ve nihayet ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışlara yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde gelişmesini kolaylaştırmış, din ve dünya işlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir” (bk. V, 493).

4 ve 5. âyetler, Allah’ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kapkara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen “canlı varlıklara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren” anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkiyi, ağacı yetiştirip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmektedir. Zira kömür yataklarının önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah’ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır (bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, “A‘lâ Sûresi”, DİA, II, 311).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:602-603
Bu âyet nâzil olunca, Peygamber Efendimiz onun namaz kılarken secdede “ Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ” şeklinde söylenmesini tavsiye etmiştir. “ Fesebbih bismi Rabbike’l-azîm”( Vâkia 56,74,96; Hakka 69/52) âyeti nâzil olunca , onun da rükûda söylenmesini tavsiye etmiştir. 
( Ebû Dâvud, Salât 146,147; İbni Mâce, İkâmet 20; Ahmed b Hanbel, Müsned , I,232).

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ


Fiil cümlesidir.  سَبِّـحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اسْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْاَعْلٰى kelimesi  رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّـحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْاَعْلٰى  maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin Îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdirî olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ الْاَعْلٰىۙ


Ayette hüsn-i ibtida ve berâât-i istihlâl sanatları vardır. Lafzen, üsluben ve manen konuya güzel bir giriş yapılmıştır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâât-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rab isminde tecrîd sanatı vardır. 

Mef’ûl olan, veciz ifade kastına matuf  اسْمِ رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. Ayrıca Rabb ismine muzâf olan  اسْمِ , şan ve şeref kazanmıştır.

الْاَعْلٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212)  

رَبِّكَ  için sıfat olan  الْاَعْلٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

التسبيح , tenzih yani kusurdan uzak kılma demektir.  الْاَعْلٰى , Rabbin sıfatıdır. Allah'ın الْاَعْلٰى olmasının manası, ariflerin ilminden ve tanımlayanların tanımından daha yüksek olmasıdır. Kim Allah Teâlâ 'nın yüceliğini bilirse huzurunda eğilip tevazu gösterir. Ayetin anlamı şudur: Putlara rab ve ilâh denmesi gibi bâtıl tevillerle Allah'ın ismini küfürden uzak tut. Araplar, yalancı Peygamber Müseyleme’ye: ”Yemame'nin Rahmanı" ismini vermişlerdi. Allah'ın ismini böyle şeylerden tenzih ettiğin gibi saygı ve ululuk ifade etmeyecek tarzda anmayarak da tenzih et. Esneme ve tuvalet esnasında Allah adını anmak, şuursuzca ve gerçeğine vakıf olmadan gafilce zikretmek Allah adına saygısızlıktır. Allah adını kullanarak gelişigüzel yemin etmek de tenzihe aykırıdır.

İbn Cerîr bu ayetin tefsiri konusunda şöyle dedi: ”Allah'ın adını zikrederken sesini yükselt. Çünkü müsemmayı zikretmek ancak ismini zikretmekle mümkündür. Buradan anlaşıldığına göre ayette geçen isim zaid değildir."

Bazıları ise şöyle demişlerdir. ”İsimle müsemma aynı şeydir. Buna göre mana şöyledir: Allah'ın zatını vehim ve hayale giren şeylerden uzak tut."

Hadis-i şerifte şöyle bildiriliyor.   فسبح باسم ربك العظيم [”Ulu Rabbinin adını tesbih et."] (Vakıa: 74) ayeti nazil olunca Hz Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ”Rükûnuzda bu ayeti okuyun.  سبح اسم ربك الأعلى [”Yüce Rabbinin adını tesbih et"] (A'lâ: 1) ayeti nazil olunca: ”Bunu da secdenizde okuyun." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

"Tesbih et" ifadesinin manasında beş görüş vardır;

Birincisi: Sübhane rabbiyel a'lâ, de. Bunu cumhûr, demiştir.

İkincisi: Tazim et, O’nu ulula.

Üçüncüsü: Rabbinin emriyle namaz kıl. Bu iki görüş İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.

Dördüncüsü: Rabbini kötü şeylerden tenzih et, bunu da Zeccâc, demiştir.

Beşincisi: Rabbinin ismini tenzih et, O’nu zikretmen de O’nu ululayarak ve O’na karşı tevazu göstererek zikretmendir. Bunu da Sa’lebî, demiştir. (Ez-Zâdu’l- Mesîr)

اسْمَ رَبِّكَ "Rabbinin ismini" derken iki görüş vardır:

Birincisi: Burada ismin anılması zaittir, 

İkincisi: Asıldır, zait değildir. Ferrâ’ da şöyle demiştir: Sebbih rabbeke ile sebbihisme rabbike Arap dilinde birdir. (Ez-Zâdu’l- Mesîr)

Hz Peygamber (sav) ve ashabı tepelere çıktıklarında tekbir getirirler, aşağılara indiklerinde ise tesbih ederlerdi. Namaz da bu tarzda tanzim edilmiştir. Yücelik sadece Allah'a mahsus olunca, onun huzuruna çıkmak da bir bakıma yükseklere çıkmaya benzer. Bundan dolayı doğrulurken tekbir getirilir. Böylece Allah, büyüklüğüne ortak olunmayacak kadar büyük ve yücedir, denmekte ve sanki belimiz de dik haliyle sözümüze katılmaktadır. Eğilirken tesbihle emredilmesinin sebebi Allah Teâla’nın şu ayetle de belirttiği gibi Hak Teâlâ ile beraber olma sırrım yaşamak içindir: [”...Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir"] (Hadîd: 4) Bundan dolayı doğrulurken tekbir, eğilirken tesbih emredilmiştir. Kul namazında veya namazı dışında ”sübhâne Rabbiye'l-a'lâ" dediğinde Allah Teâlâ  şöyle mukabele eder: ”Kulum doğru söyledi. Ben gerçekten en yüceyim, her şeyden üstünüm, Benden üstün hiçbir şey yoktur. Ey meleklerim! Şahit olun. Ben kulumu bağışladım." Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu: ”Sübhânellah ve'l-hamdü lillâh", yerle gök arasını doldurur." Çünkü bu iki kelime, en güzel övgüyü yer, gök ve arasında eserleri aşikâr olan fiilî ve zatî sıfatları bildirmektedir. Allah'ın zatı, kâmil manada ism-i a'lâdır. Her şeyin kendine has bir tesbihi vardır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 2. Ayet

اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ  ...


O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي O ki
2 خَلَقَ yarattı خ ل ق
3 فَسَوَّىٰ düzenledi س و ي

اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ


اَلَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  رَبِّكَ’nın ikinci sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ فَسَوّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  سَوّٰى  fiili atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَوّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

سَوّٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سوى ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَلَّذ۪ي خَلَقَ فَسَوّٰىۙۖ


اَلَّذ۪ي  önceki ayetteki lafza-i celal için sıfat konumundadır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müfred müzekker has ismi mevsul  اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan  خَلَقَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

خَلَقَ  fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. Takdiri  كل شيء (her şeyi) şeklindedir. Mef’ûlun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Aynı üsluptaki  فَسَوّٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yaratıp düzenleyen yani her şeyi yaratıp, yaratılışını tamı tamına düzenleyen ve derli toplu olmaksızın uyumsuz biçimde ortaya koymayan… Aksine, sağlamlık ve insicam üzere; bir bilen tarafından sadır olduğuna ve bir hikmet sahibinin yapıtı olduğuna delâlet edecek şekilde ortaya koyan demektir. (Keşşâf)

Şinkîtî, ayetteki yaratma fiilinin mutlak bırakılması, yani yaratılan şeyin zikredilmemesinin sebebi olarak, bu fiilin bütün mahlukatı kapsayabilmesi maksadıyla yapıldığını belirtmektedir. Bunun yanında tesviyenin de bir şeyi düzgün ve orantılı yapmak olduğunu söylemekte ve Allah'ın, yarattığı her mahluku yaratılışına ve yaratılma maksadına uyumlu olarak en güzel şekilde düzenleyip yarattığını ifade etmektedir. (Yusuf Sütşurup, A’lâ Sûresi Işığında Kurtuluşa Erenler)

خَلَقَ (Yarattı); O, her şeyin yaratıcısıdır. O; her şeyden önce yaratma fiili, yaratıcı olma sıfatı, yaratıcı isim ve sıfatıyla bilinir. Şüphe yok ki yaratan Hâlık, yaratılan mahluktan yüksek ve üstündür. Allah, yaratılanlarda bulunan imkan, sonradan olma ve bir illete ihtiyaç duyma gibi noksan sıfatlardan uzaktır. Dolayısıyla yaratıcı ile yaratılmışı isim ve sıfatlarda karıştırmamalı, yaratıcının ismini her şeyden üstün tanıyarak onu tesbih etmeli, eksikliklerden uzak tutmalıdır.

الْاَعْلٰى  “En yüce" kelimesi Rabbin sıfatı olduğuna göre, bu  اَلَّذ۪ي  ism-i mevsul (bağ cümle)leri de Rabbin sıfatıdır. Fakat الْاَعْلٰى , ismin sıfatı veya açıklaması olduğuna göre, daha açık olan budur, bunun da isme sıfat olması gerekir. Yoksa Rab ile sıfatının arası ayrılmış olur. Bu ise nahiv bakımından caiz değildir. Oysa "yaratma", ismin fiili değil, ismi taşıyanın fiili olduğu için isme sıfat olması akla uygun olmaz. Bu durumda mukadder bir soruya cevap olan bir başlangıç cümlesi olması daha uygun olur. Bununla beraber yaratma doğrudan doğruya zatın gereği olmayıp "Tekvin" sıfatının gereği olması nedeniyle yaratıcı isminin hükmü olmasına dayanarak yaratmanın isim üzerine icra edilmiş olması da güzel bir nüktedir.

Evet, o yaratıcı  خَلَقَ (yarattı) da  سَوّٰىۙۖ  düzeltti, yarattığını çeşitli şekiller içinde düzene koyup düzgünleştirdi. Sadece basit bir yaratma ile bırakmadı, birçok yaratışlar yaptı. Onları bir düzen ile doğrultup düzeltti. Bu da Rabb isminin gereği olan Rabliğin hükmüdür. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 3. Ayet

وَالَّذ۪ي قَدَّرَ فَهَدٰىۙۖ  ...


O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِي ve O ki
2 قَدَّرَ takdie etti ق د ر
3 فَهَدَىٰ hedefini gösterdi ه د ي

وَالَّذ۪ي قَدَّرَ فَهَدٰىۙۖ


الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  atıf harfi  وَ ile makabline matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsulun sılası قَدَّرَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَدَّرَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  هَدٰى  fiili atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur. 

هَدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

قَدَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدر ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَالَّذ۪ي قَدَّرَ فَهَدٰىۙۖ

 

Müfred müzekker has ismi mevsul  اَلَّذ۪ي  önceki ayete matuftur.  رَبِّكَ  için ikinci sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan قَدَّرَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَدَّرَ  fiilinin mef’ûlu hazf edilmiştir. Takdiri  كُلَّ شيْئٍ (Her şey) şeklindedir. Mef’ûlun hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Aynı üsluptaki  فَهَدٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الَّذ۪ي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 Bazıları burada  هَدٰىۙۖ (hidayet) i, akıl ve din hidayeti gibi insana mahsus olan hidayet ve irşat ile, bazıları da bütün canlılara ait olmak üzere yaşadıkları süre içinde kendilerine göre ihtiyaç duyacakları yiyecekler ve yaşamanın gereği olan diğer şeylerin takdiriyle onlardan faydalanma yollarını tanıtmak ve kaçılacaklardan kaçıp koşulacaklara koşmak ve ona göre organsal vazifelerini yerine getirmek manasıyla canlılarla ilgili ilhamlar ve içgüdü ile tefsir etmiştir. Öyle ki, bir kürenin diğerine doğru eksen veya yörüngesinde dönmesi, bir parçanın diğer bir parçaya doğru çekilmesi, bir gazın genleşmesi ve büzülmesi, bir taşın yere düşmesi, bir madenin billurlaşması, bir tuzun suda erimesi, bir kömürün oksijen ile yanması, bir zerrenin organ olmaya sevki, bir hücrenin bir hücreyi döllemesi gibi olayların meydana gelmesi de hep bu "hidayet" sözünün ifade ettiği manaya dahildir. 

قَدَّرَ (Takdir etti) sözü, bütün yaratılmışları zatlarında ve sıfatlarında her birinin özelliklerine göre takdir etti manasını kapsar. Gökler ve yer, yıldızlar ve unsurlar, madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanlardan her birine cüsse ve irilikte birer özel miktar, yine her birine kalma hususunda özel bir müddet ve sıfat ve renklerden, tat ve kokulardan, vaziyet ve durumlardan, güzellik ve çirkinlikten, mutluluk ve bedbahtlıktan, hidayet ve sapıklıktan belli bir miktar takdir edip ["Hazineleri bizim yanımızda olmayan hiçbir şey yoktur. Fakat biz onu sadece bilinen bir miktar ile indiririz."] (Hicr, 15/21) buyurduğu gibi belli ve özel bir kader ile sınırlayıp özelleştirmiştir ki, bu manada yücelerin yücesinden aşağıların aşağısına kadar bütün eşya ve âlemler dahildir. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 4. Ayet

وَالَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙۖ  ...


4-5. Ayetler Meal  :   
O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çör çöpe çevirendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِي ve O ki
2 أَخْرَجَ çıkardı خ ر ج
3 الْمَرْعَىٰ otlağı ر ع ي

وَالَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙۖ


الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  atıf harfi و ‘la önceki ayette geçen  الَّذ۪ي ‘ye matuftur.  

اَخْرَجَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الْمَرْعٰى  mef‘ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.  اَخْرَجَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  خرج’ dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَالَّـذ۪ٓي اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙۖ


Müfred müzekker has ismi mevsul  اَلَّذ۪ي  önceki ayeteki mevsûle atfedilmiştir.  رَبِّكَ  için üçüncü sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  اَخْرَجَ الْمَرْعٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْمَرْعٰى  kelimesi  اَخْرَجَ  fiilinin mef’ûlüdür.

O yaratma ve düzene koyma, takdir ve hidayet etme şahitleri ile beraber şu nitelik de buna özellikle şahittir:   اَخْرَجَ الْمَرْعٰىۙۖ [Otlağı çıkaran odur]. Nâziât Suresi'nde, "Ondan (yerden) yerin suyunu ve otlağını çıkardı. Dağlarını oturttu. Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için" (Nâziat, 79/31-33) buyurulduğu üzere insanların ve hayvanlarının faydalanıp yararlanması için güdek ve yaylım yeri olan o merayı; o otlakla, o yaylalar, çiftlikler, bahçeler, ormanlardaki türlü bitkiler, ağaçlar ve meyveleri ilâhî kudreti ile taptaze yetiştirip çıkardı. (Elmalılı, Âşûr)

 

A'lâ Sûresi 5. Ayet

فَجَعَلَهُ غُثَٓاءً اَحْوٰىۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجَعَلَهُ sonra da onu çevirdi ج ع ل
2 غُثَاءً bir çöpe غ ث و
3 أَحْوَىٰ kupkuru siyah ح و ي

فَجَعَلَهُ غُثَٓاءً اَحْوٰىۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  جَعَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

غُثَٓاءً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَحْوٰى  kelimesi  غُثَٓاءً ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

اَحْوٰى  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. 

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَجَعَلَهُ غُثَٓاءً اَحْوٰىۜ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  اَخْرَجَ الْمَرْعٰى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiilin ikinci mef’ûlü olan  غُثَٓاءً ‘deki nekrelik, nev ifade eder.

غُثَٓاءً  için sıfat olan  اَحْوٰىۜ  mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Allah’ın sıfatlarının sayıldığı ilk 5 ayette taksim sanatı vardır. 

Ayrıca bu ayetlerde ayet sonlarındaki kelimelerin vezinlerinin farklı fakat son harflerinin aynı olması sebebiyle mutarraf seci vardır.

Burada  فَ  atıf harfi ile  جَعَلَهُ  fiili önceki ayetteki fiile atfedilmiş  هُ  zamiri birinci mef’ûl olmuştur.  غُثَٓاءً  ikinci mef’ûl olup  اَحْوٰى  ise bu kelimeye sıfat olmuştur ve takdîren mansubdur. Bir diğer görüşe göre ise  اَحْوٰى  kelimesi sıfat değil, bir önceki ayette geçen الْمَرْعٰىۙۖ  kelimesine ait haldir. Birinci îraba göre son iki ayetin manası; (otlağı çıkardı ve onu kapkara bir kuru çöp haline getirdi) şeklinde olur. İkinci iraba göre ise mana; (O, yemyeşil olan otlağı çıkardı ve onu kupkuru bir hale getirdi.) şeklindedir. (Yusuf Sütşurup, A’lâ Sûresi Işığında Kurtuluşa Erenler)

Kusma ve çıkarma manalarıyla ilgili olan  غُثَٓاءً , lügat ve tefsirlerde açıklandığına göre, sel suyunun otlaklardaki otları, çöpleri birbirine katarak sürükleyip getirdiği ve derelerin etrafına fırlattığı ot, çöp, yaprak ve köpük gibi karışımlara denir ki, bunu "sel kusuğu" ifadesiyle tercüme etmeyi uygun buldum. Alûsî'nin "Mecma"dan nakline göre aslı, perakende cinslerden karışık şeylerdir. Araplar, perakende kabilelerden toplanmış olan kavme "ahlât" ve "ğusâ" derler.

اَحْوٰىۜ ; karamsı, esmer, koyu yeşil, isli, duru renklere denir. Burada siyah veya esmer veya yeşil manalarıyla tefsir edilmiştir. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 6. Ayet

سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ  ...


Sana Kur’an’ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَنُقْرِئُكَ sana okutacağız ق ر ا
2 فَلَا
3 تَنْسَىٰ unutmayacaksın ن س ي

Hz. Peygamber ilk dönemlerde kendisine gelen Kur’an vahyini ezberleme konusunda oldukça aceleci davranıyor, bir kelime veya harfi kaçırma korkusuyla Cebrâil vahyi henüz tamamlamadan tekrar etmeye çalışıyordu. Bu sebeple Resûlullah’a Kur’an okurken acele etmemesini emreden ve onu unutmayacağı konusunda güvence veren Kıyâmet 75/16-19. âyetleriyle, “Sana Kur’an’ı okutacağız ve Allah öyle dilemedikçe unutmayacaksın” meâlindeki bu sûrenin 6. âyeti inmiştir. Böylece bir taraftan Hz. Peygamber bu davranışından vazgeçirilmiş oluyor, diğer taraftan da vahyin korunmasının güvenceye alındığı bildiriliyordu (Şevkânî, V, 494). Hz. Peygamber’in unutmaktan korunmuş olması da Allah’ın kudretini gösteren delillerdendir. Peygamberin şahsında gerçekleşen bu ilâhî mûcizenin sırrı, Kur’an’ı okuma ve ezberleme tarzında ümmetin hafızalarında sürekli olarak tecelli etmektedir. 7. âyette unutturmama garantisine, “Allah dilemedikçe...” şeklinde yapılmış bulunan istisnâ hususunda müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu istisnanın neshe delâlet ettiğini yani “Allah herhangi bir hükmü yürürlükten kaldırmak istediği zaman onu peygambere unutturur” mânasına geldiğini ifade ederler. Bazı âlimlere göre ise bu âyet –tıpkı “Gerçek şu ki, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız” (bk. İsrâ 17/86) meâlindeki âyette ve benzerlerinde (meselâ bk. Hûd 11/107-108) olduğu gibi– peygamberin unutmasını Allah’ın hiç dilemediği, dolayısıyla onun da hiçbir zaman unutmadığı” anlamına gelir (bk. Şevkânî, V, 494; Elmalılı, VIII, 5760). Bize göre “Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz” (İnsan 76/30) âyetinde olduğu gibi burada da bir ilâhî kanuna, bir ilkeye atıf yapılmaktadır. Kulunu yaratılış amacına uygun olarak şekillendiren ve donatan Allah’tır. O böyle yapmasaydı insan böyle olmazdı; düşünemez, konuşamaz, aklında tutamaz, unutamazdı. 6. âyete göre Resûlullah, kendisine okutulanı (Kur’an’ı) asla unutmayacaktır; ancak bu, Allah istediği için böyledir; unutmasını isteseydi elbette unutacaktı.

Müfessirler, “Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız” meâlindeki 8. âyeti de Hz. Peygamber’in şahsına özgü olarak değerlendirip kolaylaştırmayı “Allah’ın onu, beşerî bir çaba göstermeden Kur’an’ı ezberlemeye, dinin kurallarını uygulamaya, kendisini cennete götürecek amelleri yapmaya muvaffak kılması” şeklinde yorumlamışlardır (Zemahşerî, IV, 243-244; Râzî, XXXI, 142-143). Şevkânî ise “din ve dünya işlerinden hangisine yönelirse o yolda muvaffak kılması” anlamında yorumlamıştır (bk. V, 494). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:603-604

سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ


Fiil cümlesidir.  سَنُقْرِئُكَ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.  نُقْرِئ  damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili  müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَا تَنْسٰى  atıf harfi  ف  ile makabline matuftur. لَا  nefy harfi olup olumsuz manasındadır.  تَنْسٰى   elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

نُقْرِئ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قرأ ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ


Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümleye dahil olan  سَ , istikbal harfidir. Cümleyi tekid eder. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

افعال  babındaki  سَنُقْرِئُكَ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

Önceki ayetlerdeki gaib zamirden cemi mütekellim zamire iltifat edilmiştir.

فَلَا تَنْسٰىۙ  şeklindeki ikinci cümle, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet sıygadan menfi sıygaya geçişte iltifat sanatı vardır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki  لَا  َharfi cezm edici olan nahiye edatı olarak alınsa bile  تَنْسٰىۙ  fiilinin sonundaki elif, ayetler arasındaki dengeden dolayı sabit kalacaktır. (Yusuf Sütşurup, A’lâ Sûresi Işığında Kurtuluşa Erenler)

Burada Allah Teâlâ  bütün yaratıklarla ilgili genel hidayetini açıkladıktan sonra özel olarak Resulullah (sav) ile ilgili hidayetini açıklamaktadır. Bu da Hz Peygamber'i vahyi algılamaya, herkes için hidayet olan Kur'an'ı ezberlemeye yöneltmesi, ayrıca da onu bütün insanların hidayetine muvaffak kılmasıdır.

Bu ayet, Hz Peygamber'in duyduğu hiçbir şeyi unutmayacağına dair Cenab-ı Allah'tan bir garanti verildiğine işarettir. Bu vaat içinde vahyin devam edeceğine dair de yüce bir vaad vardır. Bu, okutmak ifadesinden anlaşılmaktadır.  قرأ , okudu;  اقرأ , okuttu;  قارئ , okuyucu;  مقرئ , öğretici demektir. Yani şimdi ve ileride sana vahyettiklerimizi Cebrail'in diliyle okutacağız, sağlamlık ve hafıza gücünden dolayı sen asla unutmayacaksın. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Hak Teâlâ'nın,  فَلَا تَنْسٰى (unutmayacaksın) ifadesinin manasının, kimler için nehiy olduğunu, sonundaki elifi maksurenin, tıpkı  السَّب۪يلَا (Ahzab, 33/67) kelimesinde olduğu gibi, fasıla için getirilmiş bir elif olduğunu, dolayısıyla mananın, "Onu okumaktan ve tekrarlamaktan gaflet etme ve geri durma. Aksi halde, Allah'ın diledikleri hariç, sen onu unutursun" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Ama meşhur olan görüş, ayetin inşâî değil, ihbarı bir cümle olup, [Biz sana, unutmayacağın ve unutmaktan emin olacağın bir hale gelene kadar sana okuyacağız] manasında olmasıdır. Ayetin bu ifadesini, ihbari saydığımızda, manası, "Allah'ın, Hz Peygamber'e, "Seni artık unutmayacak bir hale getireceğim" müjdesini vermek olur. Ama bunu, inşâî (yani emir nehiy) sayarsak, mana, "Allah, Hz Peygamber'e, unutmasına mani olan sebeplere devam etmesini emretmiştir, bu sebepler de, öğrenimde bulunması ve devamlı okumasıdır. Halbuki, bu mana müjde ve onun durumunun yüceliğini anlatma bakımından, birinci mana gibi değildir. Bir de bu, Hak Teâlâ’nın, [Ona acele ederek, dilini hareket ettirme] (Kıyame, 15/16) ayetinin ifade ettiğinin aksine bir mana olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

 

 
A'lâ Sûresi 7. Ayet

اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ  ...


Ancak Allah’ın dilediği başka. Şüphesiz O, açık olanı da bilir, gizliyi de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا yalnız başka
2 مَا
3 شَاءَ dilediği ش ي ا
4 اللَّهُ Allah’ın
5 إِنَّهُ muhakkak O
6 يَعْلَمُ bilir ع ل م
7 الْجَهْرَ açığı ج ه ر
8 وَمَا ve olanı
9 يَخْفَىٰ gizli خ ف ي

اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ


اِلَّا  istisna harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûlü, muttasıl istisna veya munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  شَٓاءَ اللّٰهُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın üç unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh ya birden fazla olmalı, ya umumi manalı bir kelime olmalı (bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir) ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna,

2. Munkatı’ istisna,

3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

يَعْلَمُ  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْجَهْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.   

وَ  atıf harfidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl الْجَهْرَ ‘ye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  يَخْفٰى ‘ dır. İrabdan mahalli yoktur.

يَخْفٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ 


Önceki ayetin devamıdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl,  لَا تَنْسٰىۙ  fiilinden istisna edilendir. İstisna-i müferrağdır. 

Müstesna olan  مَا  ism-i mevsûlünün sılası olan  شَٓاءَ اللّٰهُۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim için lafza-ı celâlle marife olmuştur.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden zahir isme dönüş şeklinde iltifat sanatı vardır.

Fiilin mefulü, yani dilediği şey belirtilmemiştir.  يَشَٓاءُ  fiili, müteaddi olduğu halde mef’ûlünün hazfedilmesi umum ifade edip zihni devreye sokar, geniş düşünmeye imkan sağlar. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Hiçbir vakit unutmayacaksın, ancak Allah unutmanı dilediği vakit hariç demektir. Fakat Allah da onu dilemeyecek. Dolayısıyla hiç unutmayacaksın demek olur. Bu mana cennet ehli hakkında "Rabb'in başka bir müddet dilemezse, gökler ve yer durdukça ebedi olarak orada kalacaklardır."(Hud, 11/108) ayetindeki istisnanın manası gibidir. Ferrâ bu kanaate varmış ve demiştir ki: Bu istisna ile yüce Allah peygamberine hiçbir şeyi unutturmayı dilememiş, yalnız şunu anlatmıştır ki, ["Yemin olsun ki, eğer dilersek sana vahyettiğimizi tamamen gideriveririz."] (İsrâ, 17/86) buyurduğu gibi, dilese unutturur, buna gücü yeter. Fakat dilememiştir. Nitekim peygamber (sav)'e, ["Yemin olsun, eğer şirk koşarsan bütün amelin boşa gider."] (Zümer, 39/65) buyrulmakla ondan elbette bir şirk vuku bulacağını değil, vuku bulması var sayıldığı takdirde bile fasit ve mahzurlu olacağına işaretle vuku bulmayacağı vurgulanmış olduğu gibi, burada da bundan sonra unutmanın, az da olsa, vukuuna değil, asla vaki olmayacağına ve şu da var ki onun unutmaması kendi kuvvetinden değil, sırf Allah'ın lütuf ve ihsanından olduğuna dikkat çekmek içindir. (Elmalılı, Âşûr)


اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isnadın tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

اِنَّ ’nin haberi olan  يَعْلَمُ الْجَهْرَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ  atıf haridir.  مَا  müşterek ismi mevsulü, الْجَهْرَ ’ye وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. İsmi mevsûlün sılası  يَخْفٰىۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.    

الْجَهْرَ - يَخْفٰىۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Bu vaat ve dilemenin, diğer bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manaları kendisinde toplayan Allah ismine isnat edilerek anlatılması da ululuk terbiyesi ve bu vaat ve dilemenin diğer isim ve sıfatlarda değil hepsini kendinde toplayan "ilâhlık" ünvanı üzerinde dolaştığına dikkat çekmek ve "yüce Rab"tan maksadın ne olduğunu da açıklamaktır. Sonra bu vaad ve hikmet şununla da vurgulanarak açıklanmıştır.

Şüphesiz ki o (Allah), açığı da bilir gizliyi de, her şeyden ve hallerinizden açık ve aleni olanı da bilir, gizleneni de. Dolayısıyla bu "okutma" ve "unutturmama" vaadini de ona göre her şeyi kuşatmış olan ilmiyle yapıyor. Buna tamamiyle güvenmek ve itimat etmek ve onu noksan sıfatlardan uzak tutmak gerekir. Başka bir mana ile, o açıkça yüksek sesle okunanı da bilir, gizli okunanı da. Sırasına göre açıktan veya gizliden vahiy ile açık veya gizli oku ve unutmayıp gereğine göre amel et. Bu cümle, ara cümlesidir. Şu da başındaki "ve" âtıfası (bağlacı)yla "seni okutacağız" cümlesine bağlıdır. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 8. Ayet

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰىۚ  ...


Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنُيَسِّرُكَ ve sana kolaylaştıracağız ي س ر
2 لِلْيُسْرَىٰ en kolay olana ي س ر

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰىۚ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  نُيَسِّرُكَ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلْيُسْرٰى  car mecruru  نُيَسِّرُ  fiiline mütealliktir. 

نُيَسِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  يسر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰىۚ


Ayet atıf harfi  وَ  ile 6.ayetteki … سَنُقْرِئُكَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نُيَسِّرُكَ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

لِلْيُسْرٰىۚ  car mecruru, تفعيل  babındaki  نُيَسِّرُكَ  fiiline mütealliktir.

نُيَسِّرُكَ - لِلْيُسْرٰىۚ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet … سَنُقْرِئُكَ [Sana okutacağız] a atfedilmiş olup  اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفٰىۜ [Çünkü O, açığı da bilir, gizli kalanı da] kısmı ara cümledir. Buna göre mana; “Biz seni en kolay, en suhuletli yola -yani vahyi ezberlemeye- muvaffak kılacağız” şeklindedir. Bunun; “Seni kaynak itibariyle şeriatların en kolay ve en sühuletlisi olan müsamahakâr bir şeriata muvaffak kılacağız.” veya “Seni cennetlik amellere muvaffak kılacağız.” anlamlarında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

Hak Teâlâ, verenin azamet ve şanının, verilen şeyin azamet ve şanına delalet etmesi için, tazim nunu ile (Biz zamiri ile)  وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرٰى  [Seni, en kolay olana kolaylaştıracağız, muvaffak kılacağız] buyurmuştur ki, [Onu Biz indirdik] (Kadr, 97/1), [O zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz] (Hicr, 15/6), [Sana kevseri Biz verdik] (Kevser, 108/1) ayetleri de bunun bir benzeridir. Bu ayet, Cenab-ı Hakk'ın, Hz  Peygamber'e, ondan başka hiç kimseye nasip etmediği, kolaylık kapılarını açtığını gösterir. Nasıl böyle olmasın? Çünkü Hz Peygamber, cahil bir toplum arasında, babasız ve anasız doğup büyümüş bir çocuk olduğu halde, Cenab-ı Hak, onu fiil ve sözlerinde, bütün aleme önder, bütün insanlığa bir hidayet rehberi kılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

يَعْلَمُ - نُيَسِّرُكَ  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

يسرى  kelimesi  فعلى  vezninde olup  اليسر ‘den türemiştir. Kolaylık demektir. Mana şöyledir: Seni daimi bir başarı ile kolay yolda yürüteceğiz. Bu yol, öğrenme ve öğretme yönünden dini konuların en kolayları üzerinde olacaktır. Vahyi kolay algılama ve müsamahaya dayalı şer'î hükümleri kavrama da bu kolay yola dahildir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 9. Ayet

فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ  ...


O hâlde, eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَكِّرْ o halde hatırlat öğüt ver ذ ك ر
2 إِنْ eğer
3 نَفَعَتِ yarar verirse ن ف ع
4 الذِّكْرَىٰ hatırlatmak ذ ك ر

“Öğüt mutlaka fayda verir” şeklinde çevirdiğimiz ifadeye göre burada belli bir grup değil, öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu husus açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu âyet “...Öğüt fayda verirse öğüt ver” şeklinde de anlaşılmıştır. Buna göre âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt vermekle yükümlü olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vâcip) olduğunu, tekrarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleşmesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir (XXXI, 144). Buna göre Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı tâlimatı muhataplara duyurması onun misyonunun gereğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vâciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, “O halde bizi anmaktan yüz çevirenden … sen de yüz çevir” buyurmuştur (bk. Necm 53/29).

10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah’tan korkanların faydalanacağı, Allah’tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplanmış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet verilen öğütten kaçmanın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber vermektedir. 

Sonra orada ne ölür ne de yaşar” meâlindeki 13. âyet azabın ebedîliğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayacağı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.

14. âyette “arınan” diye tercüme ettiğimiz tezekkâ fiili, “insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk, kötülük ve günahtan uzaklaşması, Allah’ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklarını yerine getirmesi” anlamına geldiği gibi “zekât vererek arınmak” mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan “zekât” tabirleriyle (Zâriyât 51/19; Meâric 70/24), sonraları hükümleri etraflı olarak belirlenmiş şekliyle zekât değil, mutlak anlamıyla malî içerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü kurumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır (bk. Tevbe 9/103). Şu halde âyetteki tezekkâ kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder. 

15. âyette Allah’ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, “namaz kılma” olarak çevirdiğimiz sallâ fiiliyle ilgili de farklı yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de “salât” kelimesinin sözlük anlamı olan duadır (Taberî, XXX, 100). Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde indiğine göre, buradaki salât kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanların Hz. Peygamber’in örnekliğinde yerine getirdikleri günlük ibadet olarak anlamak uygun olur (bu konuda bk. Kâmil Yaşaroğlu, “Namaz”, DİA, XXXII, 351). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 604-605

فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ


Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن نفعت الذكرى من يتذكّر فذكّر (Eğer zikir, hatırlayana fayda sağlıyorsa, zikret) şeklindedir. 

ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  نَفَعَتِ  şart fiili fetha üzere mebnidir. Mahallen meczumdur.  تِ  te'nis alametidir.  الذِّكْرٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

ذَكِّرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَذَكِّرْ


Müstenefe olan ayette  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. 

Cevap cümlesi olan  فَذَكِّرْ اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri … إن نفعت الذكرى من يتذكّر  (Eğer zikir, hatırlayana fayda sağlıyorsa..) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.) 


 اِنْ نَفَعَتِ الذِّكْرٰىۜ


Ayetin şart üslubunda gelen bu cümlesi tefsiriyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek istikbal ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

Şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri فَذَكِّرْ (öğüt ver.) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcaz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

Şart edatı  اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذَكِّرْ - الذِّكْرٰىۜ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.] Sana vahyedilen kolaylıklara uygun olarak insanlara hatırlat. Eğer öğüt, hatırlatma ve nasihat fayda verecekse kendi yaptığın gibi insanları kademe kademe şer'î hükümlere yönlendir. Hatırlatmanın fayda şartına bağlanması şundandır: Hazret-i Peygamber, iman etmelerini şiddetle arzuladığı için onlara hatırlattıkça ve bu konuda bütün gücünü sarfettikçe içlerinden bir kısmının inadı ve küfrü artıyordu. Hz Peygamber'e emredildi ki, hatırlatma, genel olarak fayda verecek yerde olsun, her şeyi ve bazı şeyleri hatırlatacağı kimseler, ders alacağı umulan kimseler olsun, kalbi mühürlü olup da hatırlatma ile sadece azgınlığı ve nefreti artacak kimselerle uğraşıp kendini yormasın. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurdu: [Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver.] (Kaf, 45) Şüphe ifade eden  اِنْ , Hz Peygamber’e nispetledir. Yoksa Allah'a nispetle değildir. Çünkü Allah, hatırlatmanın fayda verip vermeyeceğini bilir. Keşfu'l-Esrâr da şöyle dendi: اِنْ  kelimesi, Arapçada sadece şart için değil, kesinlik ifade etmek üzere de gelir. O vakit  قد  kelimesinden bedel olur. Zira o da tekid ifade eder. Nitekim Allah Teâlâ  şöyle buyurdu: [Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.] (Zâriyât: 55) (Rûhu’l Beyân)

Bir görüşe göre, ayetin metnindeki  اِنْ  harfi burada şart ifade etmeyip اِذْ (çünkü) manasında kullanılmıştır. Yani ‘’sen öğüt ver; çünkü, öğüt fayda vermiştir.’’ demektir.

Bir görüşe göre de, anılan  اِنْ  harfi,  ما (sürece) anlamındadır. Yani fayda verdiği sürece öğüt ver; zira öğüt, her halükârda faydasız olmaz.

Başka bir görüşe göre ise, bu kelamda hazf edilmiş bir bölüm vardır: Yani ‘’öğüt fayda verse de vermese de sen öğüt ver’’ demektir. (Ebüssuûd)

Tefsirciler demişlerdir ki: Resulullah (sav) mutlak olarak öğüt vermekle memur olduğundan bu şart, esas itibarıyla bir kayıt için değil, vurgu ve bir dereceye kadar hafifletmek içindir. Vurgu ifade etmesi şundandır: Aslında fasih ve düzgün olan bir öğüt, muhataplar hakkında mutlaka bir fayda ifade eder. Muhatapların ondan faydalanmak isteyip istememeleri ise başka bir şeydir. O halde, "öğüt bir fayda verirse" demek, olması kesin olan bir şarta bağlamak manasında olur. Bu ise, "öğüt ver, çünkü öğüdün bir faydası olduğu muhakkaktır" demek gibi bir vurgu ifade eder. Aynı zamanda bunu bu şekilde ifadede bir hafifletme vardır ki, o da şudur: Resulullah (sav) bir Allah inancına, hak dine davet hususunda ["Rabbinin hükmüne sabret."] (Tûr, 52/48) emrine uygun olarak her türlü tehlikeye göğüs gerip kâfirlerden gördüğü eziyet ve sıkıntılara sabır ve tahammül göstererek. ["Gayet izzetli bir elçi. zorlanmanız ona ağır geliyor. Üstünüze titriyor. O, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir."] (Tevbe, 9/128) diye anlatılıp nitelendiği üzere insanlara acıyor, kavminin imana gelerek mutluluğa ermelerini şiddetle arzuluyor ve bu suretle ["İman etmezler diye belki arkalarından esef edip kendini üzeceksin."] (Şuarâ, 26/3) kriterince kendisini üzecek derecede tebliğ ve irşadın her türlüsünü yaptığı halde kâfirler inkâr ve taşkınlıkta ileri gitmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Bir düzelme elde etme ümidiyle yapılan öğüt ve hatırlatmanın böyle düzelme yerine taşkınlığın artmasına neden olması ise bir yarar değil, bir zarar manasında oluyordu. Bundan dolayı muhataplar hakkında fayda olmayıp da zarar olacağı düşünülen hususlarda vaaz ve öğüt vacip kılınmayıp, yapılmamasına izin bulunduğuna ve belki ["Bizim zikrimizden yüz çevirenden sen de yüz çevir."](Necm, 53/29) manasınca bundan yüz çevirmenin daha iyi olacağına işaret ile bir hafifletme ve kolaylaştırma olmak üzere, burada "öğüt ver" emri "eğer öğüt fayda verirse" diye kayda ve şarta bağlanarak ifade buyurulmuştur. Şu halde bunun özeti şu olmuş olur: Muhataplara fayda yerine zarar getireceği tecrübe ile ortaya çıkmış olduğu takdirde vaaz ve öğüt vermek vâcip değil ise de, asıl olduğu üzere az çok bir faydası olacağı düşünülürse, dinleyip yararlanacak olanları nazar-ı itibara alarak vaaz etmek, bu işi yapabilecek olanlara vacip olur. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 10. Ayet

سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ  ...


Allah’a karşı derin saygı duyarak O’ndan korkan öğüt alacaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَيَذَّكَّرُ hatırlar ذ ك ر
2 مَنْ olan
3 يَخْشَىٰ saygılı خ ش ي

سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ


Fiil cümlesidir. سَيَذَّكَّرُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يَذَّكَّرُ damme ile merfû muzâri fiildir. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَخْشٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يَذَّكَّرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ


Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümleye dahil olan  سَ , istikbal harfidir. Cümleyi tekid eder.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يَخْشٰىۙ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki haberin önemine dikkat çekmek içindir.

سَيَذَّكَّرُ  fiili  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülasisi  ذكر ’dır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

سَيَذَّكَّرُ  kelimesinin başındaki  سَ , muhtemelen  سوف  manasındadır. Halbuki, Allah'ın bizzat kendi kelamında geçen  سوف  ise, başına geldiği lafzın ifade ettiği mananın mutlaka olacağını bildirir. Ve bu tıpkı, mesela,  سَنُقْرِئُكَ فَلَا تَنْسٰىۙ [Seni okutacağız, sen de asla unutmayacaksın…] (A'la, 6) ayetinde olduğu gibidir. Mananın, Allah'tan haşyet eden, muhakkak öğüt alır, eğer bu iş, tedebbür ve tefekkür gibi yolları kullanmak suretiyle, bir zaman sonra olacak olsa bile, bu kimse de uzun bir müddet sonra öğüt almış demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Herhangi bir konuda ilk önce bilgi bulunur da, sonra kişi onu unutursa, sonra hasıl olan bilgi "tezekkür" (hatırlama) adını alır. Halbuki, böyle bir durum, kâfirler için söz konusu değildir. Yine de Allah Teâlâ, buna "tezekkür" adını vermiştir. Delillerin kuvvetli ve çok net bir biçimde açık olmasından dolayı, adeta sanki böyle bir bilgi önce mevcutmuş da, daha sonra taklit ve inatları yüzünden yok olup gitmiş gibidir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, buna "tezekkür" adını verdi. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

İnsanlar ahiret konusunda üç gruba ayrılırlar. Bir kısmı doğruluğuna kesin inanır, bir kısmı ne inkâr ne de ispat eder, kesin tavır koymayarak, olabileceğini mümkün görür, bir kısmı da inkârda direnir. İlk iki grup, hatırlatmadan istifade eder. Üçüncü grup ise etmez. (Rûhu’l Beyân)

 
A'lâ Sûresi 11. Ayet

وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ  ...


11-12. Ayetler Meal  :   
En büyük ateşe girecek olan en bedbaht kimse (kâfir) ise, öğüt almaktan kaçınır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَتَجَنَّبُهَا ve ondan kaçınır ج ن ب
2 الْأَشْقَى bahtsız olan ش ق و

وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَتَجَنَّبُهَا  damme ile merfû muzâri fiildir. Muttasıl  zamir  هَا  mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْاَشْقٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

يَتَجَنَّبُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  جنب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki … سَيَذَّكَّرُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin faili olan  الْاَشْقٰىۙ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

يَتَجَنَّبُهَا  fiili  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülasisi  جنب’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve taleb anlamları katar.

سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشٰىۙ [korkan öğüt alacak] -  وَيَتَجَنَّبُهَا الْاَشْقٰىۙ [bedbaht ondan uzak duracak] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)

الْاَشْقٰى ’daki elif lâm takısı cins içindir. (Âşûr)

Ayet; Ebû Cehil ve Velîd b. Muğîre gibi Hz Peygamber (sav)'e düşmanlıkta aşırı giden nasipsizler, hatırlatmadan kaçınırlar ve alıcı kulağıyla dinlemezler demektir. Yahut da  الْاَشْقٰى (pek bedbaht) ifadesinden maksat, mutlak kâfirdir. (Rûhu’l Beyân)

Filozoflardan birisi şöyle dedi:  الْاَشْقٰى (Bedbahtlık) nın pek çok alâmeti vardır. Günahta ısrar, katı kalplilik, günahların çokluğu, Rabbi unutmak, O'nun huzurunda duracağından gafil olmak... vs. İşte bu, büyük ateşe girecek en bedbaht kişidir." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 12. Ayet

اَلَّذ۪ي يَصْلَى النَّارَ الْـكُبْرٰىۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِي o ki
2 يَصْلَى girer ص ل ي
3 النَّارَ ateşe ن و ر
4 الْكُبْرَىٰ en büyük ك ب ر

اَلَّذ۪ي يَصْلَى النَّارَ الْـكُبْرٰىۚ


اَلَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki  الْاَشْقٰى ‘nın sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَصْلَى النَّارَ الْـكُبْرٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَصْلَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  النَّارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْـكُبْرٰى  kelimesi  النَّارَ ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ي يَصْلَى النَّارَ الْـكُبْرٰىۚ


اَلَّذ۪ي  müfred müzekker has ismi mevsuludur. Önceki ayetteki  الْاَشْقٰىۙ ’nın sıfatı olarak gelmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsm-i mevsûlün sılası olan  يَصْلَى النَّارَ الْـكُبْرٰىۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

النَّارَ ‘ın sıfatı olan  الْاَشْقٰىۙ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

النَّارَ ’nın  الْـكُبْرٰىۚ  ile vasıflandırılması, korkutmak ve uyarmak içindir. Bununla cehennem kastedilmiştir. (Âşûr)

Büyük ateş cehennem ateşi, küçük ateş de dünya ateşidir denilmiştir. (Keşşâf)

الْـكُبْرٰىۚ  kelimesi الأكبر 'in müennesidir. Orası, kâfirlerin nasibi olan cehennemin en aşağı tabakasıdır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: [”Şüphesiz münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar..."] (Nisa: 145) Cehennemin farklı tabaka ve ateşleri vardır. Dünyada da farklı günah ve isyanlar olduğu gibi. Kâfirler, âsilerin en berbatı oldukları için cehennem ateşinin en büyüğüne gireceklerdir. Bir izaha göre de en büyük ateşten maksat, cehennem ateşi, en küçük ateşin de dünya ateşi olduğu da söylenmiştir. Çünkü Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ”Şu sizin dünya ateşiniz cehennem ateşinin yetmişte biridir."

Ben fakir diyorum ki, en büyük ateşten maksat, âhiretteki en büyük azaptır ki, bunu şu ayet-i kerime ifade etmektedir: [”...İşte öylesini Allah en büyük azapla cezalandırır"] (Ğâşiye: 24) Küçük azap ise dünya ve berzah azabıdır. Çünkü bu, ahiretteki azaba nispetle küçük kalmaktadır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 13. Ayet

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ  ...


Sonra orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَا yoktur
3 يَمُوتُ ölüm م و ت
4 فِيهَا orada
5 وَلَا ve ne de
6 يَحْيَىٰ yaşam ح ي ي
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Tam anlamıyla cehennemlik olanlar, Cehennem’de ne ölür ne yaşarlar. Bir de günahları, hataları yüzünden cehennemlik olanlar, vardır ki, onlar ateşte yanmış ve tamamen ölmüşlerdir. Onlar iyice yanıp kömür haline geldiklerinde, kendileri için şefaat izni verilecek ve bölük bölük getirilip Cennet nehirlerine götürülecekler. Sonra cennetliklere “ Ey cennetlikler! Şunların üzerine su serpin!” denilecek. Üzerlerine Cennet nehirlerinden sular döküldükçe, sel yatağında biten otlar gibi yeniden hayat bulacaklar. “
(Müslim, İman 307; İbni Mâce, Zühd 37; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II ,11,20,78).

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ


Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk harfi.  يَمُوتُ  damme ile merfû muzâri fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  يَحْيٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

ثُمَّ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰىۜ


Ayet atıf harfi  ثُمَّ  ile önceki ayette atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfi sıygaya geçiş iltifat sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber  ibtidaî  kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ثُمَّ  atıf harfi, hem zaman açısından hem de rütbe (Bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  وَلَا يَحْيٰىۜ  cümlesi, لَا يَمُوتُ ف۪يهَا  cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. 

يَمُوتُ - يَحْيٰىۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Âşûr)

ثُمَّ (Sonra…) diye başlanması, hayat ile ölüm arasında tereddüt sergilemenin ateşe girmekten daha feci olmasındandır. Dolayısıyla, bu (sonra ve devamındaki ifade) şiddet mertebeleri hususunda ateşe girmekten sonraya bırakılmıştır. Ayetin anlamı; [O (o ateşte) ne ölür -ki rahata kavuşsun- ne de kendisine fayda sağlayacak bir hayat yaşar] şeklindedir. (Keşşâf, Âşûr)

Orada ne ölecek ne de hayat bulacaktır. Ölmez ki, dünya azabından kurtulduğu gibi kurtulsun, hayat yani zevk veren ve faydası olan bir hayat da bulmaz ki, çektiği azabı ona vesile sayarak sabır edip dayansın. Bundan büyük bedbahtlık düşünülemez. Şüphe yok ki bu, otlakların kara bir bitki artığı yığını olan kömüre çevrilmesinden çok büyük bir bedbahtlıktır. İşte vaaz ve nasihat dinlemekten kaçınanların sonu da budur. Bunun için onlara bakmamalı da, az da olsa, dinleyip faydalanacak olan saygılıları gözeterek vaaz ve nasihat etmelidir. Demişlerdir ki: Cehennemde ölmemek kâfirlere mahsustur.

Ama isyan eden müminlerden cehenneme girenler orada öleceklerdir. Müslim'in Ebû Said'den rivayet ettiği şu hadisi delil göstererek bu sonuca varmışlardır: "Cehenneme giren ateş ehli orada ölmezler de dirilmezler de. Ama günahları sebebiyle ateş isabet etmiş olan bir kısım insanlara gelince, yüce Allah onları öldürecek, nihayet kömür olduklarında şefaate izin verilecek, sonra takım takım getirilecek, cennet ırmaklarına serilecekler. "Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün." denilecek de sel milinde tane biter gibi bitecekler."

Bununla beraber şunu da bilmek gerekir ki, kâfirlerin cehennemde ölmemesi de ["Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin."] (Mümin, 40/11) ayetinden anlaşılan iki ölümü de tadıp iki hayat ile azap için yeniden diriltildikten sonra demektir ki, bundan sonra ne ölecek ne de dirileceklerdir. Bazıları da demişlerdir ki: "Ne ölecekler ne de dirilecekler." demek azabın şiddeti ile ebedî sürünmekten kinayedir. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 14. Ayet

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ  ...


14-15. Ayetler Meal  :   
Arınan ve Rabbinin adını anıp, namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ doğrusu
2 أَفْلَحَ kurtuluşa ermiştir ف ل ح
3 مَنْ kimse
4 تَزَكَّىٰ nefsini arındıran ز ك و

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَفْلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَزَكّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَزَكّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اَفْلَحَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  فلح ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder

تَزَكّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  تَزَكّٰىۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber  ibtidaî  kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sülasisi  فلح  olan  اَفْلَحَ  fiili  إفْعَألَ  babındadır. Bu bab fiile kesret, haynunet, sayruret, izale, zamana ve mekana duhul manaları katar. 

تَزَكّٰىۙ  fiili  تفعّل  babındadır. Sülasisi  ذكو ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve taleb anlamları katar.

Kendisini arındıran şirk ve günahlardan temizlenen veya namaz için [abdest alıp] temizlenen… Yahut -artma anlamındaki  الزَّكَاء  kökünden- takvâyı çoğaltan ya da - صدق   kökünden - تصدّق (sadaka verdi) ifadesine benzer şekilde zekat verme faaliyetinde bulunan (felaha erer). (Keşşâf)

Allah Teâlâ, Kendisinin delilleri hususunda tefekkür ve teemmülden yüz çevirenlerle ilgili olarak vaid ve tehdidine yer verince, bunun peşinden de şirk pisliklerinden temizlenenler ve arınanlar için söz konusu olan vaadini getirmiştir.

Zeccâc'ın görüşüne göre   تَزَكّٰىۙ  kelimesinin manası, ‘takvasını artıranlar’ şeklindedir. Çünkü  ألزَّاكي  kelimesi ‘artıran, çoğaltan’ demektir. Bu mana, ["Namazlarında huşu sahibi olan müminler... felaha..."] (Mü'minûn, 23/1-2) ayetleri ile de desteklenir. Çünkü Cenab-ı Hak, felahın işte bu hasletleri birlikte bulunduran kimseler için olacağını söylemiştir. Bakara Suresinin başındaki  أولئك هم المفلحون  (Bakara, 2/5) ifadesi de bunu göstermektedir. 

Allah Teâlâ ayette, neden arınılması gerektiğini bildirmeyince, biz, kastedilenin, ayetten önce bahsi geçen şeyden temizlenme olduğunu anlamış oluyoruz. Ki, bahsi geçen şey de küfürdür. Böylece biz, burada kastedilen mananın, "Bu ayetten önce bahsi geçen o küfürden arınanlar, muhakkak ki felah buldular" şeklinde olduğunu anlamış bulunuyoruz.

Mutlak isim, kemaline sarf edilir. Tezkiye çeşitlerinin en mükemmeli ise, kalbi, küfür zulmetlerinden tezkiyedir. Binâenaleyh, bu mutlak ifadeyi, işte bu manaya hamletmek gerekir. Bu tevil ve tefsir, İbn Abbas'tan rivayet edilen,  تَزَكّٰىۙ  nın manası, لا إله إلا الله kelime-i tevhididir..." şeklindeki rivayet ile de kuvvet kazanır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 15. Ayet

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَذَكَرَ ve anan ذ ك ر
2 اسْمَ adını س م و
3 رَبِّهِ Rabbinin ر ب ب
4 فَصَلَّىٰ ve namaz kılan ص ل و

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ


Fiil cümlesidir.  ذَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اسْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  صَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

صَلّٰى  fili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صلى ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ

 

Ayet atıf harfi  ثُمَّ  ile önceki ayette atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

ذَكَرَ  fiilinin mef’ûlü olan  اسْمَ رَبِّه۪  izafetinde  ه۪  zamirinin Rabb ismine muzâfun ileyh olmasıyla o kişi, yine Rabb ismine muzâf olmasıyla  اسْمَ , şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Aynı üslupta felen  فَصَلّٰىۜ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan her iki cümle de mazi sıygada gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Rabbinin adını anan, kalbi ve dili ile namaz kılan demektir. Bu da [‘’Beni anmak için namaz kıl’’] (Tâhâ: 14) ayeti gibidir. Anmaktan iftitah tekbirini murat etmek de câizdir. Şöyle de denilmiştir: تَزَكّٰىۙ , fıtır sadakasını (fitresini) verdi, Rabbinin adını andı da bayram günü onu tekbir edip bayram namazını kıldı demektir. (Beyzâvî)

Buradaki namaz, iniş sebebi bile olsa sadece bayram namazıdır demek lazım gelmeyeceği gibi,  تَزَكّٰىۙ ‘yi de yalnız mali zekata ve bu arada özellikle fıtır sadakasına tahsis etmek gerekmez.  تَزَكّٰىۙ , iç ve dış temizliği ve feyizlenme manasıyla amellerin temizlenmesi ve malın temizlenmesinden daha genel olduğu gibi, namaz da beş vakit namazdan daha genel olarak Bayram namazı ve vitir gibi vacip olan namazları da kapsamış olmak gerekir. Onun için hükmü, Mekke'de mümkün olduğu kadar uygulanmış bulunduğu gibi, Medine'de de mali zekat, fitre ve bayram namazı dahi bu hükme dahil olarak uygulanmış, dolayısıyla hükmünün mutlak olarak değil, bazı içine aldığı şeyler itibarıyla kısmen sonraya bırakılmış olduğu anlaşılır. Şu halde fıtır sadakası ve bayram namazını söyleyenlerin maksadı da, sadece bunlar olduğu değil, bunların dahi bu ayetin hükmüne dahil bulunduğunu ve o suretle uygulandığını söylemek demektir. Hatta söylendiği gibi, mümkün olduğu kadar nafilelerin bu medih ve övgüye dahil olması ayetin mutlak manasının zahirine uygun olduğu gibi,  تَزَكّٰىۙ , zikir ve salatın zikredilmesi de kalbî ve lisanî, malî ve bedenî bütün ibadetlerin aslı olmak itibarıyla hepsine işaret olması dahi sahihtir ve böyle rivayet edilmiştir. (Elmalılı)

 
A'lâ Sûresi 16. Ayet

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ  ...


Fakat sizler dünya hayatını tercih ediyorsunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ ama
2 تُؤْثِرُونَ siz yeğliyorsunuz ا ث ر
3 الْحَيَاةَ hayatını ح ي ي
4 الدُّنْيَا dünya د ن و

Önceki âyetlerde kurtuluşun, nefsi ve malı arındırıp âhirete hazırlıklı gitmekte olduğu bildirilmişti. 16. âyette ise insanların genellikle geçici dünya hayatı ve zevklerini âhirete tercih ettikleri hatırlatılmaktadır. Oysa âhiret hayatı daha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, –yüce Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olarak– inkârcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere 17. âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir (ayrıca bk. A‘râf 7/169; Yûsuf 12/109; Duhâ 93/4). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 605

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ


Fiil cümlesidir.  بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تُؤْثِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzâri fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْحَيٰوةَ  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ ) dır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

تُؤْثِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  اثر ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ

 

Müstenefe olan ayette  بَلْ , takdiri  أنتم لا تفعلون ذلك  (Siz bunu yapmıyorsunuz) olan mukadder cümleye intikal için gelmiş idrâb harfidir.

بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُؤْثِرُونَ  kelimesi, iki türlü okunmuştur. Kıraat imamlarının tamamına yakını  تُ  ile  تُؤْثِرُونَ şeklinde okumuşlardır ki, Übeyy ibn Ka'b'ın: "Evet, daha doğrusu siz, dünya işini, ahiret işine tercih ediyorsunuz..." şeklindeki kıraati de bunu teyit eder. İbn Mes'ûd da şöyle demiştir: "Dünya önünüze konuldu; yiyecekleri, içecekleri, kadınları, lezzeti ve güzelliği acilen bize sunuldu... Ahiret ise, bizim için şu anda gayb olup, görünmez haldedir, bizden uzaktır.. İşte bu sebeple biz, hemen şimdi (acil) planı aldık, sonra olacak olanı  terk ettik..." Ebû Amr ise, şakileri kastederek,  يُ  ile  يُؤْثِرُونَ  şeklinde okumuştur. (Fahreddin er-Râzî)

الْحَيٰوةَ  için sıfat olan  الدُّنْيَاۘ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Siz yukarıda belirtilenleri yapmıyorsunuz. Aksine çekici dünya zevklerini tercih edip onları elde etmek için çalışıyorsunuz. Hitap ya kâfirleredir, o takdirde dünya hayatını tercihten maksat, sadece dünya ile yetinip ahiretten yüz çevirmektir. Nitekim ayette şöyle belirtiliyor: [Bizimle karşılaşmayı ummayanlar ve dünya hayatından hoşnut olup onunla yetinenler…] (Yûnus: 7) Veya hitap herkesedir. O takdirde dünya hayatını tercihten maksat, dünya tarafını ahiret tarafından üstün tutmaktır. Kâfir, küfrü sebebiyle dünyayı tercih eder. Ahiretin olmadığına inanır. Mümin ise, günah ve nefis baskısı sebebiyle dünyayı tercih eder. Allah'ın korudukları müstesna. Aynü'l-Meâni’de şöyle dendi: ”Hitap ümmetedir. Çünkü herkes ya dünya sevgisinden veya ahirete daha fazla sevap biriktirmek kastıyla dünyayı tercih eder." (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 17. Ayet

وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْـقٰىۜ  ...


Oysa âhiret, daha hayırlı ve süreklidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْاخِرَةُ oysa ahiret ا خ ر
2 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
3 وَأَبْقَىٰ ve daha kalıcıdır ب ق ي

وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْـقٰىۜ


İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Hal olmasi da caizdir.  الْاٰخِرَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur. خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup  lafzen merfûdur.  اَبْـقٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)  

اَبْـقٰى  ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْـقٰىۜ


وَ , istînâfiyyedir. Hal olduğu da söylenmiştir. İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاَبْـقٰى  haber olan  خَيْرٌ ‘a atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

خَيْرٌ  ve  اَبْـقٰىۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Oysa ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. Dolayısıyla geçici olan dünya hayatı ne kadar zevkli olursa olsun, akıllı ve zeki olan insanların ahireti tercih ederek temizlenmeye ve kurtulmaya çalışmaları ve böyle olanlar için daima sonu önden hayırlı olacağını bilmeleri gerekir. Yoksa dünya hayatını tercih edenler için gün günden fena olmak ve sonu kötümserlikle beklenilenin elde edilememesinden duyulan acı içerisinde karar kılmak zorunlu bir kural olur. Ahireti tercih ederek daima ilerisi için temizliğe ve iyiliğe bakışlarını diken ve o iman ile başının vergisini verip Rabbinin ismini anarak ona gitmek üzere namazını kılan, ibadetini yapan kimseler dünyada ne kadar sıkıntı ve ızdırap çekseler, sonuçta kötümser olmaz, ümitsizliğe düşmez, günden güne kurtuluş ve esenliğe doğru gitmeye ve mutlu sona ulaşmaya muvaffak olurlar. Onlar için gaye dünya hayatında kalmak değil, onun elemlerinden kurtulup Allah'ın rızasına kavuşmaktır. (Elmalılı, Âşûr)

 
A'lâ Sûresi 18. Ayet

اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ  ...


18-19. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 هَٰذَا bu
3 لَفِي elbette vardı
4 الصُّحُفِ sahifelerde de ص ح ف
5 الْأُولَىٰ ilk ا و ل

“Kitaplar” diye çevirdiğimiz suhuf kelimesi dönemin örfî kullanımında kitapla eş anlamlı olan sahîfenin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah tarafından peygamberlere gönderilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan suhuftan maksat, “Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nisbet edilen sahîfeler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sınırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Sahîfelerden 10’unun Hz. Âdem’e, 50’sinin Şît’e, 30’unun İdrîs’e, 10’unun da İbrâhim’e verildiği rivayet edilir (bk. Zemahşerî, IV, 245).

Şuarâ sûresinin 196. âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de bütün peygamberlere vahyin tek kaynaktan, Allah’tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında aynı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir. 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 606

اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هٰذَا  ismi işaret  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  فِي الصُّحُفِ  car mecruru  اِنّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  الْاُو۫لٰى  kelimesi  الصُّحُفِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir. Bu üslup sadece haberin çok önemli olduğu yerlerde kullanılır.

İşaret isminde istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَفِي الصُّحُفِ  car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.

الصُّحُفِ  için sıfat olan  الْاُو۫لٰىۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

لَفِي الصُّحُفِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen  الصُّحُفِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Sayfalardaki bilgi adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu istiarede câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

Alimler, bu ayetteki  هٰذَا  lafzıyla neye işaret edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak, kimileri, bunun bir surede geçenlerin tümüne bir işaret ettiğini söyleyerek şunu demişlerdir: “Zira bu sure, Allah'ın birliğini (tevhid), peygamberlik müessesesini, Allah'ı inkâr edenlere karşı tehdidi (vaîd) ve Allah'a itaatta bulunanlar için de vaadi, mükafatı ihtiva etmektedir.”

Kimileri de, "Hayır, bu ifade ile işaret edilen şey Cenab-ı Hakk'ın, قَدۡ أَفۡلَحَ مَن تَزَكَّىٰ ifadesinden başlayıp, وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْـقٰىۜ  ifadesine kadar geçen kısımdır. Zira, Cenab-ı Hakk'ın, [İyi temizlenen kimse umduğuna erişmiştir] ifadesi, nefsi (ruhu), uygun olmayan her şeyden arındırmaya bir işarettir. (Nazarî kuvveti, tüm bozuk inançlardan; amelî kuvveti de, bütün kötü huylardan  temizlemek) demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

الصُّحُفِ  kelimesi  الصّاحِفَة ‘nin çoğuludur. Burada  الصّاحِفَة , kitap demektir. Yani bunlar sahifelerde sabittir. Nefsi gereksiz şeylerden arındırma, ruhu marifetle, organları ibadetle kemale erdirme, ahiret ve Allah'ın ecrine özendirme işleri, şeriatlerin değişmesiyle değişmez. Bunlar her şeriatte vardır. (Rûhu’l Beyân)

هٰذَ  ile işaret edilen şeyin ne olduğu konusunda dört görüş vardır:

Birincisi: O, Allah teâlâ’nın ["... ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir”] kavlidir, bunu   Katâde, demiştir.

İkincisi: “Bu sure” demektir ki bunu da İkrime ile Süddi, demişlerdir.

Üçüncüsü: O, “Kurtuluş arınan, Rabbinin ismini anıp namaz kılan içindir. Bunlar Kur’an’da olduğu gibi ilk suhuflarda da vardır”. Bunu da İbn Kuteybe, demiştir.

Dördüncüsü: O, "arınan kurtuldu” kavlinden "daha süreklidir” kavline kadar olanlardır, bunu da İbn Cerir, demiştir. (Ez-Zâdu’l-Mesîr)

 
A'lâ Sûresi 19. Ayet

صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 صُحُفِ sayfalarında ص ح ف
2 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
3 وَمُوسَىٰ ve Musa’nın

صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى


صُحُفِ  kelimesi önceki ayetteki  الصُّحُفِ ‘den  bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُوسٰى  kelimesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى


صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ  izafeti, önceki ayetteki  الصُّحُفِ ’den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Birbirine temasül nedeniyle atfedilen  مُوسٰى  ve  اِبْرٰه۪يمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu hususta şu iki görüş ileri sürülebilir:

1) Bu ifade, Cenab-ı Hakk'ın bir önceki ayette geçen ifadesinin beyanıdır.

2) Bu ifade ile, "Bu sûrede bahsedilenler, bütün peygamberlerin sahifelerinde yer alan hususlardır. Hazret-i İbrahim ile Hazret-i Musa'nın sahifeleri de bunlardandır" manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatab artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Surenin ayetlerinin hepsi, kısa seci örnekleridir.

الصُّحُفِ  kelimesi  الصّاحِفَة ‘nin çoğuludur. Burada  الصّاحِفَة , kitap demektir. Tevrat, Zebur, İncil, Kur'an ismi verilen dört büyük kitabın dışında, peygamberlere indirilmiş olan kitapçıklar hakkında kullanılması şöhret bulmuştur. Bu manaya göre Mûsa (as)'nın suhufu, Tevrat'tan önce indirilmiş olan on suhuf; İbrahim (as)'in ki de on suhuf idi diye nakledilmiştir. Yani, İslam dininin burada açıklanmış olan bu hakikati, yüce Rabbi birlemek ve noksanlıklardan uzak tutmak, okumak, öğüt verip hatırlatmak, saygı, temizlenme ve zikir ve namaz ile kurtulma, ahiretin dünyadan hayırlı ve devamlı olması esasları, her dinin esası olan ve önceki peygamberlere indirilmiş ilk sahifelerde ve özellikle İbrahim (as) ve Mûsa (as)'nın sahifelerinde zikredilen Hakk'ın emridir. Din adı altında buna zıt olan Allah'a ortak koşma, Allah'ın üç unsurdan oluştuğuna inanma, Allah'ı başka bir varlığa benzetme ve dünyayı ahirete tercih etme gibi kötümser fikirler, inançlar doğru değildir. Dolayısıyla bütün güçlüklere rağmen Hz Muhammed (sav)'in peygamberliğinin ve bu hak dinin en kolaya muvaffak olması, bütün bunların bir neticesi olmak üzere kesinlikle gerçekleşecek bir iştir. "Seni en kolaya muvaffak kılacağız." ile de işaret buyrulduğu üzere ["O, Resulünü hidayet ve Hak din ile bütün dinlere üstün kılmak için gönderendir."] (Tevbe, 9/33) hükmünün ortaya çıkacağında şüphe edilmemelidir. İbrahim (as) ve Mûsa (as)'a inananların buna da inanmaları gerekir.

 
Gâşiye Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 26 âyettir. Sûre, adını birinci âyetteki “el-Gâşiye”kelimesinden almıştır. Ğâşiye, kaplayıp bürüyen demektir.
Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına göre altmış sekizinci sûredir. Zâriyât sûresinden sonra, Kehf sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede cehennemliklerle cennetliklerin âhiretteki durumları tasvir edilmekte, Allah’ın varlığına dair deliller sıralanmakta, tebliğ yöntemi öğretilmektedir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Gâşiye Sûresi 1. Ayet

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ  ...


Dehşeti her şeyi kaplayan felaketin haberi sana geldi mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَلْ -mi?
2 أَتَاكَ sana geldi- ا ت ي
3 حَدِيثُ haberi ح د ث
4 الْغَاشِيَةِ sarıp kaplayacak olanın غ ش و

Kıyamet, dehşetiyle her şeyi kuşatıp sardığı için istiare yoluyla ona “kaplayan, bürüyen” anlamında gāşiye denmiştir (Zemahşerî, IV, 246). İbrâhim sûresinin 50. âyeti dikkate alınarak gāşiye kelimesinin “ateş” anlamına geldiği de söylenmiştir (Şevkânî, V, 499).

Müfessirler 2 ve 3. âyetlerde, zillet kaplayacağı ve yorgun bitkin düşeceği bildirilen “yüzler”le inkârcıların kastedildiğini söylemişlerdir. Onlar dünya hayatında büyüklük taslayıp inkâr bataklığına saplandıkları, müminleri küçümsedikleri, peygamberin davetini kabul etmeyi ve müminlerle eşit konumda bulunmayı kendilerine yediremedikleri için kıyamet gününde yüzlerini korku bürüyeceği; çektikleri sıkıntı ve cezadan dolayı bitkin bir halde bulunacakları ifade edilmektedir. 4. âyet inkârcıların gireceği cehennemin son derece sıcak ve kızgın olduğunu, 5. âyet ise orada kendilerine serinletici içecek yerine aşırı derecede sıcak sıvılar verileceğini bildirmektedir. 6-7. âyetlerde inkârcılara verilecek yiyeceğin kuru dikenden ibaret olacağı, ihtiyacı karşılamayıp çektikleri elem ve ıstırabın artmasından başka bir şeye yaramayacağı haber verilmektedir. Cehennemliklerin yiyecek ve içecekleri burada anlatılanlardan ibaret değildir. Meselâ Sâffât sûresinin 62, 67. âyetlerinde yiyecek olarak “zakkum ağacı”ndan, içecek olarak kaynar su karışımı bir sıvıdan; Muhammed sûresinin 15. âyetinde bağırsakları parçalayıcı bir içecekten, Hâkka sûresinin 36. âyetinde cehennemde yananların bedenlerinden akan sıvıdan söz edilmiştir. Bu örneklerde de görüldüğü üzere Kur’an’da, genellikle insanlarda belirli bir çağrışım yapması ve sonuçta bir korku ve kaygı uyandırıp günahlardan uzaklaşmaya teşvik etmesi için cehennem ve oradaki şartlar dünya hayatında korku, acı, nefret, tiksinti vb. duygular veren bazı olaylar, durumlar, maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde tasvirler yapılmıştır. Ancak yeri geldikçe ifade edildiği gibi (meselâ bk. Mutaffifîn 83/22-28) âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için orayla ilgili tasvirlerden mutlaka kelime ve sözlerin ifade ettiği dış mânayı anlamak ve böylece oradaki nimet veya sıkıntıların da dünyadakilerin aynısı olduğu gibi bir sonuca varmak gerekmez. Müminler bunlara inanır, mahiyetini ise Allah’ın bilgisine havale ederler; mahiyeti ne şekilde olursa olsun, son derece ağır olacağında kuşku bulunmayan uhrevî cezanın her türlüsünden kendilerini koruyacak olan bir inanç, ibadet ve ahlâka sahip olmak için çalışırlar. Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’deki bu gibi tasvirlerin asıl amacının insanlarda böyle bir dindarlık duyarlılığını geliştirmek olduğu göz ardı edilmemelidir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 608-609

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ


Fiil cümlesidir.  هَلْ , muzari fiile dâhil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz.  

اَتٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  حَد۪يثُ  fail olup lafzen merfûdur.  Aynı zamanda muzâftır.  الْغَاشِيَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْغَاشِيَةِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غشو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ

 

Ayette hüsn-i ibtida ve berâât-i istihlâl sanatları vardır. Lafzen, üsluben ve manen konuya güzel bir giriş yapılmıştır.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâât-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. هَلْ , takriri manada istifham harfidir. Takrir, soru soran kimsenin karşı tarafın ikrarını sağlamak için kullandığı bir üsluptur.

Takrir (itirafa zorlama): Muhatabın bildiği birşey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi) 

Ebüssuûd der ki: ”Ayet-i kerime’de yer alan soru edatı ile bu ifadenin içerisinde yer alan haberler dolayısıyla hayret uyandırmak ve bunlara kulak verilmesi için teşvik amacı güdülmüştür. (Rûhu’l Beyân)

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp muhatabın dikkatini celbetmek amacıyla geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden cümlede müsnedün ileyh olan  حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ , tazim kastıyla izafet formunda gelmiştir. 

اَتٰي  fiilinin  حَد۪يثُ ’ya isnadı istiaredir. Mecaz-ı aklî yoluyla haber bir şahıs yerine konularak önemi vurgulanmıştır. Ayrıca ifadede tecessüm sanatı vardır.

حَد۪يثُ ‘un muzâfun ileyhi olan  الْغَاشِيَةِۜ , kıyamet gününden kinayedir.

الْغَاشِيَةِۜ , aslında  الْغَيَشِ = örtmek, sarmak kökünden ism-i fail olarak bir şeyi her taraftan sarıp bürüyen salgın, sargın, kaplayan şey demektir ki sonundaki  ةِۜ , niteliği isme göre dişilik alâmeti veya aşırılık ifade etmek veya bazı durumlarda sıfatlıktan isimliğe nakil içindir. At eyerinin örtüsüne ve kalp zarına, insanı veya hayvanı içinden saran derde ve kâbus gibi her taraftan saran salgın, kuşatıcı belaya da  الْغَاشِيَةِۜ  denir ki ["Yoksa onlar Allah'ın azabından hepsini sarıverecek bir felaket gelivermesinden emin mi oldular."] (Yusuf, 12/107) ayetinde bu manadandır.

Bu manadan "lâm" ile de kıyametin isimlerindendir. Çünkü birden bire şiddetiyle halkı saracak ve ondaki dehşet verici olaylar herkesi bürüyecektir. Bazıları demişlerdir ki: الْغَاشِيَةِۜ , ["Yüzlerini ateş kaplar."] (İbrahim, 14/50) buyrulduğu üzere kâfirlerin, cehennemliklerin yüzlerini saracak olan ateştir. "Saran ateş" manasınadır. Bazıları da, o cehennem ateşinin içine düşüp onu saracak olan cehennemliklerdir demişler. Çoğunluk birincisini sûrenin akışına uygun görmüşlerdir. (Elmalılı, Âşûr)

حَد۪يثُ , herkes tarafından birbirlerine aktarılıp rivayet edilerek söylenmeye, hikaye edilmeye ve her söylenişinde taze gibi dinlenmeye layık söz ve haber demektir ki bu Gâşiye haberi de daima böyle önemle dinlenilmesi gereken bir haberdir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 2. Ayet

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ  ...


O gün birtakım yüzler vardır ki zillete bürünmüşlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وُجُوهٌ yüzler var ki و ج ه
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 خَاشِعَةٌ öne düşüktür خ ش ع

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ


İsim cümlesidir.  وُجُوهٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  خَاشِعَةٌ ‘a mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzaftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir.  إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzÂfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdir:  يوم إذ تغشى الغاشية (Kaplayanın kapladığı gün) şeklindedir. 

خَاشِعَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

خَاشِعَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خشع  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ , ihtimam için, amili olan  خَاشِعَةٌۙ ‘ya takdim edilmiştir.

خَاشِعَةٌۙ ‘e müteallik olan  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

Mübteda olan  وُجُوهٌ ‘un nekre gelmesi, nev ve tahkir ifade eder. Mübtedanın haberi 4. Ayettedir.

وُجُوهٌ (yüzler) kelimesiyle, onların sahipleri kastedilmektedir ki, bunlar da kâfirlerdir. Bunun delili şudur: Cenab-ı Hak yüzleri, zelil olmak, çalışıp didinip, yine de neticede yorulmakla nitelemiştir. Bunlar mükellefin sıfatlarıdır. Ancak ne var ki, zillet duygusu ve korku, yüzde belirir. İşte bu sebepledir ki, korkuyu yüze nispet etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

وُجُوهٌ , cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Yüz söylenmiş, yüzün sahibi kastedilmiştir.

وُجُوهٌ ‘un sıfatı olan  خَاشِعَةٌۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, müteallik almasına olanak sağlamıştır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خَاشِعَةٌۙ  ism-i faili,  وُجُوهٌ ’a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan haşyet duyma, yüze nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur.  Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.

خشع (Huşû), kalp fiillerindendir. Yalnız insanlar için kullanılır. Bilgi ve bilinçten kaynaklanır. Allah’ın büyüklüğü hakkında insanın bilgisi arttıkça huşusu da artar. Dünyada müminlere, ahirette kafirlere nispet edilir.

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ (Yüzler vardır)  خشع (huşu), boyun eğmek, mütevazi bir durumda kalmak demektir.  وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ  ayetinde mecâz-ı mürsel var­dır. Bu, zikr-i cüz, irade-i kül kısmından olup yüz ile insanın tümü kastedilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

Ayet-i kerîmede yer alan  خَاشِعَةٌۙ  kelimesinin mastarı olan  خشع  insanın başına gelen zillet, rüsvalık ve değersizlik anlamları kinaye yoluyla ifade olunmaktadır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 3. Ayet

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ  ...


Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَامِلَةٌ çalışır ع م ل
2 نَاصِبَةٌ yorulur ن ص ب

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ


عَامِلَةٌ  ve  نَاصِبَةٌ  kelimeleri önceki ayetteki  وُجُوهٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

عَامِلَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عمل  fiilinin ism-i failidir.

نَاصِبَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  نصب  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌۙ

 

Fasılla gelen ayette  نَاصِبَةٌۙ  önceki ayetteki  وُجُوهٌ  için sıfattırنَاصِبَةٌۙ , üçüncü sıfattır.

عَامِلَةٌ  ve  نَاصِبَةٌۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَامِلَةٌ  kelimesi ‘pek çok işler yapan’ anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

عَامِلَةٌ  ve  نَاصِبَةٌۙ  ism-i failleri,  وُجُوهٌ ’a isnad edilmiştir. Bu isnatlarda istiare vardır. Canlılara mahsus olan yorulma ve çalışma sıfatlar yüze nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır. 

ayet-i kerimedeki  نَاصِبَةٌۙ  kelimesinin masdarı olan  النصب , yorgunluk anlamına gelir.  الناصبة  ise ‘yorgun’ anlamınadır. Buna göre ayet-i kerimenin manası şöyle olur: O gün birtakım yüzler zelildir, yorulup bitkin düşeceği çetin işler yapacaktır. Çünkü bu kimseler dünyada iken Allah rızası için amel yapmayıp böbürlenmişlerdir. Buna ceza olarak Yüce Allah onları çok ağır ve çetin işlerde çalıştıracaktır. Bu işler: [”Sonra da boyu yetmiş arşın olan bir zincirle oraya sokun."] (Hakka: 32) ayet-i kerimesinde ifade buyurulduğu üzere zincir çekmek, ağır halkaları taşımak, cehennem ateşine girmek, cehennem ateşinin tepelerine çıkmak ve çukurlarına inmektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 4. Ayet

تَصْلٰى نَاراً حَامِيَةًۙ  ...


Kızgın ateşe girerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تَصْلَىٰ girerler ص ل ي
2 نَارًا ateşe ن و ر
3 حَامِيَةً kızgın ح م ي

تَصْلٰى نَاراً حَامِيَةًۙ


Cümle 2.ayetteki  وُجُوهٌ ‘un haberi olarak mahallen merfûdur.  تَصْلٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.  نَاراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حَامِيَةً  kelimesi  نَاراً ‘in sıfat olup fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَامِيَةً  kelimesi sülâsî mücerred olan  حمى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَصْلٰى نَاراً حَامِيَةًۙ


Ayet, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Cümle, 2. ayetteki  وُجُوهٌ  için haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl olan  نَاراً ‘deki nekrelik, kesret ve tasavvur edilemez bir nev olduğuna işarettir. 

حَامِيَةًۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

نَاراً - حَامِيَةًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ifadede cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

Arapça'da, ‘ona adeta yapıştı, yaslandı; onunla yanıp kavruldu’ anlamında  صلى بالنار  denilir. Bu kelime  تُصْلٰى  şeklinde değil de,  ت 'nın fethasıyla  تَصْلٰى  şeklinde de okunmaktadır. Bir topluluk ise şedde ile olmak üzere  تَصْلّٰى  şeklinde okumuştur. Araplar nezdinde bu kelime, derin bir çukur kazıp, içine de bol miktarda ateş ve kor dolduracak; daha sonra, kestikleri bir koyunu iki kat ateş ve korun ortasına koyup pişirmelerine denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Burada yer alan  حَامِيَةًۙ , ‘son derece kızgın’ anlamındadır. Bu ateş, üç bin sene önce tutuşturulmuş olduğundan kapkara kararmıştır. Sahih hadislerde yer aldığı üzere söz konusu ateş siyah ve kapkara bir ateştir, es-Secâvendî'ye göre  حَامِيَةًۙ , ‘kızgınlığı devam eden’ demektir. Ona göre bu kelimeyi bu şekilde tefsir etmelidir. Yoksa ateş zaten yakıcı ve kızgın olan nesneden başka bir şey değildir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 5. Ayet

تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ  ...


Son derece kızgın bir kaynaktan içirilirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تُسْقَىٰ kendilerine içirilir س ق ي
2 مِنْ -den
3 عَيْنٍ bir göze- ع ي ن
4 انِيَةٍ kaynamış ا ن ي

تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ


Cümle 2.ayetteki  وُجُوهٌ ‘un haber olarak mahallen merfûdur.  تُسْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ عَيْنٍ  car mecruru  تُسْقٰى  fiiline mütealliktir.  اٰنِيَةٍ  kelimesi  عَيْنٍ  sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰنِيَةٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  انى  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُسْقٰى مِنْ عَيْنٍ اٰنِيَةٍۜ


Fasılla gelen ayet  2. ayetteki  وُجُوهٌ  için ikinci haberdir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiil, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

مِنْ عَيْنٍ  car mecruruتُسْقٰى  fiiline mütealliktir.

اٰنِيَةٍۜ  kelimesi  عَيْنٍ ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

عَيْنٍ ‘deki nekrelik kesret ve tasavvur edilemez bir nev olduğuna işarettir.

Buradaki  عَيْنٍ , yani kaynak son derece kaynar bir su ihtiva eder. Çünkü bu kaynak, cehennem ateşi yaratıldı yaratılalı bununla kaynatılmaktadır ve o derece kaynar hale gelmiştir ki, bu kaynaktan bir damlası dünyadaki dağlardan herhangi birinin üzerine damlasa o dağı eritirdi. Cehennemliklerin yüzlerine yaklaştırıldığında yüzlerindeki etler dökülecektir ve bunu içtiklerinde bağırsaklarını parçalayacaktır. Nitekim Yüce Allah Rahman sûresinde buna şöyle işaret buyurur: [”Onlar cehennemle kaynar su arasında dolaşır, dururlar."] (Rahman: 44) Rahman suresinin bu 44. ayetin metninde yer alan ”ân" kelimesi, kızgınlığı ve harareti son dereceye varan demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

اٰنِيَةٍۜ , ‘tehir etmek, sona bırakmak’ anlamında olan  الإناء  kelimesinden olmak üzere, ‘harareti son noktasına ulaşmış, aşırı sıcak’ anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Gâşiye Sûresi 6. Ayet

لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ  ...


Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَيْسَ yoktur ل ي س
2 لَهُمْ onlar için
3 طَعَامٌ yiyecek ط ع م
4 إِلَّا başka
5 مِنْ -den
6 ضَرِيعٍ kuru diken- ض ر ع

لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ


İsim cümlesidir.  لَيْسَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَهُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  طَعَامٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır. مِنْ ضَر۪يعٍ  car mecruru  طَعَامٌ ‘nun  mahzuf sıfatına mütealliktir.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın üç unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh ya birden fazla olmalı, ya umumi manalı bir kelime olmalı (bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir) ya da kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna  2. Munkatı’ istisna  3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ اِلَّا مِنْ ضَر۪يعٍۙ


Fasılla gelen ayet 2. ayetteki  وُجُوهٌ  için üçüncü haberdir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu ve kasr üslubuyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf olan mukaddem haberine müteallıktır.  طَعَامٌ  muahhar ismidir. Müsnedün ileyhin tenkiri kıllet ve tarifi mümkün olmayan nev’e işaret eder.

لَهُمْ ‘daki zamir, yüzün sahibi teviliyle 2. ayetteki  وُجُوهٌ ‘a aittir. Cemi müzekker gelerek tağlib yoluyla müennesi de kapsamıştır. (Âşûr)

مِنْ ضَر۪يعٍۙ  car mecruru  طَعَامٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kasr, mübteda ve sıfatı arasındadır.  طَعَامٌ  maksur/mevsûf,  مِنْ ضَر۪يعٍۙ ‘nin müteallakı olan sıfat maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani yiyeceğin bu çeşide hasr olduğu ifade edilmiştir. Başka bir yiyecekleri olmadığı kesin bir dille bildirilmiştir.

ضَر۪يعٍۙ ‘deki nekrelik, tahkir ve tasavvur edilemez bir nev olduğuna işarettir.

2. ayetten itibaren kıyamet gününde azaba duçar olanların hallerinin sayılması taksim sanatıdır. 

Ayette bir yergi ifadesinden başka bir yergi ifadesinin istisna edilmesi şeklinde medhe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı yapılmıştır. 

Ayette yiyecekleri bir şeyin olmaması, daha kötüsü olan  ضَر۪يعٍ “develerin yediği  الشَّبْرَقِ  adlı dikenli bir bitkinin kuru hali” ile istisna edilerek pekiştirilmiştir. İstisna edatından sonraki kısımda sanki öncesinde ifade edilenin hafifleyeceği izlenimi verilmiştir. 

Bu üslûbun bu şekilde isimlendirilmesinin sebebi muhatabın ilk anda medh işitmeye hazırlanması, buna mukabil mütekellimin sözünün başında zikrettiği zemmi tekid eden bir söz söylemesidir. Bu da kelamın etkisini arttırır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَيْسَ , camid fiildir. Bu yüzden bazı ulema harf olduğunu iddia eder. Manası; şimdiki zamanda cümlenin mefhumunu nefyetmektir. Diğer zamanlardaki nefyi karine ile anlaşılır. Hali nefyettiği gibi, başka zamanları da nefyeder. İbnu’l-Hacib bunu, [O başlarına geldiği gün, bir daha onlardan geri çevrilmez..] (Hûd, 8.) ayetiyle doğrular. Zira, buradaki  لَيْسَ ifadesi, gelecek zamanı nefy içindir. ibni Malik; bu kelimenin bazan cins murad edilen umumi manayı nefy için kullanıldığını, çoklarının bu manaya dikkat etmediğini söyler. Buna; Gaşiye/6. ayetini misal getirir. (İtkan, C.1, S.483)

Bu ayette geçen  ضَر۪يعٍۙ , kelimesi  الشَّبْرَقِ  dikeninin kurusudur, yaş olduğu sürece deve onu yer. Buna benzer ateşte biten bir ağaçtır da denilmiştir. Belki de bu, onların yiyeceğidir, zakkum ile gıslîn başkalarının yiyeceğidir. Ya da  ضَر۪يعٍۙ 'den maksat develerin zararlı olduğu ve faydası olmadığı için çekindiği bir yiyecektir. (Beyzâvî, Âşûr)

Bu ifade, kâfirlerin cehennemde ne içeceklerinin beyanından sonra yiyeceklerini açıklamaktadır.  ضَر۪يعٍۙ ; develerin yemiş olduğu diken anlamındadır. Develer bu dikeni yaş iken yer, kuruduğunda ise ondan kaçarlar. Artık diken öldürücü bir zehir haline gelmiştir. Arapların böyle bir dikene  ضَر۪يعٍۙ  diye isim vermeleri, insanın bedenini zayıflatmasından ve cılızlaştırmasından dolayıdır. Arapçada  ضرع الرجل ضراعة ضعف  denir ki, manası: filanca zayıfladı ve zelil düştü, demektir.

İbn Abbas (ra) ise  ضَر۪يعٍۙ 'i şöyle açıklıyor: ضَر۪يعٍۙ , dikene benzer acı ağaçların öz suyundan daha acı, leşten daha pis kokulu ve ateşten daha yakıcı bir nesnedir. (Rûhu’l Beyân)

 
Gâşiye Sûresi 7. Ayet

لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ  ...


O, ne besler ne de açlıktan kurtarır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يُسْمِنُ o beslemez س م ن
3 وَلَا ve
4 يُغْنِي gidermez غ ن ي
5 مِنْ -ndan bir şey
6 جُوعٍ açlığı- ج و ع

لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ


لَا يُسْمِنُ  cümlesi  ضَر۪يعٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا nefi-y harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُسْمِنُ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَا يُغْن۪ي  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُغْن۪ي  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ  zaiddir.  جُوعٍ  lafzen mecrur, mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُسْمِنُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سمن ’dir.

يُغْن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غنى ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ


Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يُسْمِنُ  cümlesi, önceki ayetteki  ضَر۪يعٍۙ ‘in sıfatıdır.

Aynı üslupta gelen  وَلَا يُغْن۪ي مِنْ جُوعٍۜ  cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.

Fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

O kişilerin yiyecekleri olarak  ضَر۪يعٍۙ  zikredildikten sonra onun beslemeyen özelliğinin bildirilmesi sebebiyle, insana uygun olmayan bir yiyecek olduğu fikrine kapılan kişinin zannı, onun doyurmayacağı açıklanarak, giderilmiş oldu. Bu, tetmim ıtnâbı sanatıdır. (https://tafsir.app/albaydawee/88/6, Mahmud Sâfî, Îrab)

Bu dikenin dünya yiyecekleri gibi insanı şişmanlatmak ve doyurmak özelliği yoktur.  ضَر۪يعٍۙ  öyle bir nesnedir ki, kâfirler zaruret içinde oldukları için onu yemek mecburiyetinde kalırlar. (Rûhu’l Beyân)

Bu cümle, ya  طَعَامٌ  kelimesinin, yahut da  ضَر۪يعٍۙ  kelimesinin sıfatı olmak üzere, mahallen merfû veya mahallen mecrurdur. (Fahreddin er-Râzî)

Bunlar ne besler ne de açlığa faydaları olur. Sade inletir de inletir, sızlatır da sızlatır.

Bunlar ızdırap içindeki insanlığın dünyada büyük açlık, felaket ve esaret zamanlarında gördükleri elem ve sıkıntılardan da anlaşılabilecek birer mana ile ahiret azabının akıllara sığmaz acılarını düşündürmektedir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 8. Ayet

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ  ...


O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وُجُوهٌ yüzler de var ki و ج ه
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 نَاعِمَةٌ ni’met içinde mutludur ن ع م

Önceki âyetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra burada da dünyada Allah’ın buyrukları doğrultusunda yaşayan müminler için hazırlanmış olan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. 8. âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen “yüzler”den maksat müminlerdir. Müminler dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak Allah’ın kendileri için hazırlamış olduğu cennet nimetlerine ermeleri sebebiyle sevinçli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yüzleri güleç, parlak ve güzeldir. Nitekim başka bir âyette “ilâhî lütufların sevincini yüzlerinden okursun” (Mutaffifîn 83/24) buyurulmuştur. 9. âyet, müminlerin dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak âhirette eriştikleri nimetlerden hoşnut olduklarını ifade eder. 10. âyette zikredilen cennetin yüksekliği, maddî anlamda olabileceği gibi cennetin yüksek değerini de ifade edebilir. Çünkü bir hadîs-i kudsîde belirtildiği gibi orada canların çektiği, gözlerin zevk aldığı hatta bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece güzel ve değerli nimetler vardır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312; “Cennet”, 2-5). Müminlerin cennette duymayacakları belirtilen “boş söz”ü müfessirler “yalan, iftira, inkâr, küfür, asılsız yemin, çirkin söz vb.” anlamlarda yorumlamışlardır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 609-610

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ


İsim cümlesidir.  وُجُوهٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı  نَاعِمَةٌ ‘a mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَ  ref mahallinde feth üzere mebnidir. إذ mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır. Takdir:  يوم إذ تغشى الغاشية (Kaplayanın kapladığı gün) şeklindedir.  نَاعِمَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

نَاعِمَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  نعم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاعِمَةٌۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ , ihtimam için, amili olan  نَاعِمَةٌۙ ‘e takdim edilmiştir.

نَاعِمَةٌۙ ‘e müteallik olan  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

Mübteda olan  وُجُوهٌ ‘un nekre gelmesi, nev ve tazim ifade eder. Mübtedanın haberi sonraki ayettedir.

وُجُوهٌ , cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Yüz söylenmiş, yüzün sahibi kastedilmiştir.

وُجُوهٌ ‘un sıfatı olan  نَاعِمَةٌۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, müteallik almasına olanak sağlamıştır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَاعِمَةٌۙ  ism-i faili  وُجُوهٌ ’a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan rahat ve bolluk içinde olmak, yüze nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur.  Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.

2. Ayetteki  وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌۙ  cümlesiyle, bu cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Birinci ayetteki  حَد۪يثُ الْغَاشِيَةِۜ  ibaresinde itibaren cem' ma’at-taksim ve’t tefrik vardır. 

[Yüzler var ki o gün mutlu…] ayetindeki yüzden maksat, vücudun tamamıdır. Çünkü saadet ve yorgunluk sadece yüzde değil, bütün vücuda şamildir. (İtqan, 2.cilt, S.97)

نَاعِمَةٌ  kelimesinde tevriye sanatı vardır. [İnanmış olanların yüzleri, o gün (kendilerine yapılan lütuf ve ihsandan dolayı) pırıl pırıldır]  ayetindeki  نَاعِمَةٌ  kelimesinden akla ilk gelen, rabbinin ikramları karşısında insanın yüzündeki hoşluk ve incelik gibi bir algı ise de asıl kastedilen kelimenin diğer anlamları olan iyilik, ihsan ve lütuftur. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

نَاعِمَةٌ , hoşluk ve yumuşaklık manasına  النعومة ‘den türetilmiş olup hoş yani ["Yüzlerinde nimetin neşesini tanırsın."] (Mutaffifin, 83/24) manasınca, nimet ve mutluluk eseri olan neşe, hoşluk açık; yahut  النعومة ‘den türetilmiş olup nimete konmuş, nimet içinde manalarında iki şekilde tefsir olunmuştur ki birisi netice, birisi sebep, ikisi de mutluluğu ifade eder. (Elmalılı, Âşûr)

Gâşiye Sûresi 9. Ayet

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ  ...


Yaptıklarından dolayı hoşnutturlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِسَعْيِهَا işinden س ع ي
2 رَاضِيَةٌ memnun ر ض و

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ


لِسَعْيِهَا  car mecruru  رَاضِيَةٌ ‘a mütealliktir.  رَاضِيَةٌ  kelimesi önceki ayetteki  وُجُوهٌ ‘un haberi olup lafzen merfûdur. 

رَاضِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  رضو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌۙ


Ayet, fasılla gelmiştir.  رَاضِيَةٌۙ , önceki ayetteki  وُجُوهٌ  için haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. رَاضِيَةٌۙ ‘a müteallik olan car mecrur  لِسَعْيِهَا , ihtimam için amiline takdim edilmiştir.

لِسَعْيِهَا , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

رَاضِيَةٌۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, müteallik almasına olanak sağlamıştır. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

رَاضِيَةٌۙ  ism-i faili  وُجُوهٌ ’a isnad edilmiştir. Bu isnadda istiare vardır. Canlılara mahsus olan razı olma, yüze nispet edilmiş, böylece iradesi olan bir canlı yerine konmuştur.  Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.

لِسَعْيِهَا  daki lam harf-i cerini, ta'lîl (sebep bildirme lâmı) şeklinde anlamak da mümkündür. Bu takdirde ayetin manası; Allah'a itaat uğrunda çaba sarf ettiği için hoşnuttur, amelinin sevabına ve karşılığına razıdır, demek olur. Buradaki çaba ve çalışma mefhumuna nefsi kemale erdirmek için yapılan riyâzâtlar ve her türlü mücadeleler dahildir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 10. Ayet

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ  ...


Yüksek bir cennettedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي
2 جَنَّةٍ bir bahçededir ج ن ن
3 عَالِيَةٍ yüksek ع ل و

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ


ف۪ي جَنَّةٍ  car mecruru  وُجُوهٌ ‘un mahzuf ikinci haberine mütealliktir.  عَالِيَةٍ  kelimesi  جَنَّةٍ’ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَالِيَةٍ  kelimesi sülâsî mücerred ola  علو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ



ف۪ي جَنَّةٍ  car mecruru, 8. ayetteki  وُجُوهٌ ’nun mahzuf ikinci haberine mütealliktir.  عَالِيَةٍۙ kelimesi  جَنَّةٍ  için sıfattır.  عَالِيَةٍۙ ’in nekreliği tazim içindir.

جَنَّةٍ ‘in sıfatı olan  عَالِيَةٍۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. Sıfat mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

عَالِيَةٍۙ ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı  ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Cennetin yüceliğinin görünür olduğu manasında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur.

Son üç ayette cennet ehlinin sıfatlarının sayılması taksim sanatıdır.  

جَنَّةٍ عَالِيَةٍۙ ; Onlar yüksek bir mahalde bulunan cennettedirler. Çünkü cennetler yedi semanın üstündedirler. Nitekim cehennemler de yedi yerin altındadırlar. Öte yandan cennetler de kendi içinde derece derecedirler. Bazıları diğerlerinden daha üstündür. Cennetteki bir dereceyle diğerinin arasındaki mesafe, gökyüzü ile yeryüzü arasındaki mesafe kadardır. Dolayısıyla bu yükseklik mekan açısından olmuş olur. ayetteki bu  عَالِيَةٍۙ  /yükseklik mefhumu, mekan açısından olabileceği gibi, değer ve şeref açısından yükseklik ve üstünlük de olabilir. Bu takdirde yükseklik cennetteki sunulacak olan nimetlerin mükemmel nimetler olduklarını vurgulamak için getirilmiş olur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Gâşiye Sûresi 11. Ayet

لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ  ...


Orada hiçbir boş söz işitmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 تَسْمَعُ işitmezler س م ع
3 فِيهَا orada
4 لَاغِيَةً boş söz ل غ و

لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ


Cümle önceki ayetteki  جَنَّةٍ ‘in ikinci sıfatı olup mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَسْمَعُ  damme ile merfû muzâri fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪يهَا  car mecruru  تَسْمَعُ  fiiline mütealliktir. لَاغِيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لَاغِيَةً  kelimesi sülâsî mücerred olan  لغو  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا تَسْمَعُ ف۪يهَا لَاغِيَةًۜ


Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, önceki ayetteki   جَنَّةٍ ‘in ikinci sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette cemi gaib zamirden müfred muhatap zamire iltifat sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan  لَاغِيَةًۜ ‘e takdim edilmiştir

Mef’ûl olan  لَاغِيَةًۜ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. 

لَاغِيَةًۜ , kelimesi hakkında boş söz veya boş şeyle meşgul olan topluluk, ya da lüzumsuzluk manasına akibet gibi masdar olmak üzere üç görüş vardır. لغو  de  لَاغِيَةًۜ manasına olarak geçersiz kılınması ve düşürülmesi gerek olan, önem verilecek bir faydası olmayan boş, manasız, saçma, boşa giden, faydasız şeylere denir ki, leğviyat ve lağveyat tabir olunan sözler ve fiillerden daha geneldir. "Lâğiye söz" diye özellikle hata ve sövme gibi fahiş söze denir. Cennette bunlar işitilmez. ["Orada ne boş bir laf işitirler, ne de bir yalan."] (Nebe', 78/35). (Elmalılı, Âşûr)

Buradaki hitap buna layık olan herkesedir. Cennetliklerden itibar edilmeyecek boş bir sözün duyulmamasının sebebi, onların zikir ile ve Hakkın hitabını dinlemekle meşgul olmalarından dolayıdır. İşte bu sebeple sen onların meclislerinde ancak ilâhi marifetleri ve rahmânî hikmetleri duyabilirsin. Aklı başında akıllı kişilerin durumu da zaten budur.

Ahiretin bu durumuna karşılık dünyanın ve dünyadaki insanların meclislerine gelince bunlar boş sözlerden hâlî olmazlar. Bu sebeple Resulullah (sav) şöyle buyurur: ”Herhangi bir kimse bir yerde insanlarla birlikte oturur da orada lakırdı çok olursa oradan kalkmadan önce, 'Ya Rabbi! Seni tesbih ederim, Sana hamdederim, Senden başka ilâh olmadığına şahitlik ederim, Senden mağfiret dilerim ve sana tevbe ederim, 'derse o meclisinde söylemiş olduğu sözlerden dolayı bağışlanır." Buradaki bağışlanmak, kişinin o mecliste gıybet gibi insan hakkına taalluk eden herhangi bir günah işlememesi şartıyladır. (Rûhu’l Beyân)

 
Günün Mesajı
A'lâ Sûresi 9. ayetle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
Tebliğci veya rasihatçi, yapacağı tebliğ veya nasihatin fayda verip vermeyeceğini, dolayısıyla kime hangi şartlarda ve nasıl tebliğ ve nasihatte bulunması gerektiğini göz önüne almak mevkiindedir. Kurân, bir başka âyetinde (Zâriyât Sûresi, 51/55), tebliğ ve hatırlatmanın müminlere, burada sonraki ayette de iman adına harekete geçirilebilecek, şartlanmamış ve yumuşak kalp sahiplerine fayda vereceğini buyurmakta, buna karşılık Rasülüllah'a, Allah'ın Kitabı'ndan ve O'nu anmaktan bütün bütün yüz çevirip, dünya hayatından başka bir derdi olmayanlarla ise artık daha fazla ilgilenmemesini söylemektedir. (Necm Sûresi, 53/29)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey en güzel isimlerin sahibi olan Allahım!
İsimlerin ile Senden isterim:
Yürüdüğüm her yolda, vardığım her köşede ve karşılaştığım her hadisede; dilim  ilk ve son, Seni ansın.
Zikrin ile beraber cennet bahçelerinden bir kapı açılsın; serinliğinin huzuruyla kalbim ferahlasın.
Adın için yaşayan şu özüm; Seninle kalksın ve yine Seninle dinlensin.
Dünya nimetlerine dalan gözlerim uyansın;  niyetlerimin hepsi, Sana kul olduğum bilinciyle alınsın.

Ey hakiki huzurun sahibi olan Allahım!
Hiçliğe varacak insanlarla ve işlerle değil; rızana ulaştıracaklarla meşgullerden,
Dünya hayatını değil; kalıcı ve sürekli olan ahireti seçenlerden,
Ne ölümün, ne de yaşamın olduğu cehenneme değil; sadece hoş sözlerle, kokularla, yüzlerle, duygularla ve nice nimetlerle donattığın cennetine kavuşanlardan eyle.

Ey sevgilerin en güzeli olan Allahım!
Kudretin ile Senden isterim:
Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm; hepsi yalnız Senin için olsun.
Muhabbetin ve imanın ile dolsun kalbim; öyle ki riyakarlığa, kine ve hasede yer kalmasın.
Bildirdiğin yolda sağlam adımlarla ilerlesin ayaklarım; yüzüm, yaratılış amacına ulaşanlarla beraber parlasın.
Kur’an’dan ve sünnetten öğüt alanlardan olsun benliğim; ki rızanı kazanmakla, affınla ve şefaatinle şereflensin.

Ey Kelamı ile sevindiren Allahım!
Beni; ezberlemeyi nasip ettiğin ayetlerini, hep hatırlayarak okuyanlardan,
Kelamının nurunu kalbine yerleştirdiklerinden; böylece her yönü aydınlanarak kötülük ile günahtan korunanlardan, namazı semalara yükselenlerden, niyetleri güzelleşenlerden, işleri kolaylaşanlardan ve gönlü sevinenlerden eyle.

Ey yaşatan, öldüren ve dirilten Allahım!
Rahmetin ile Senden isterim:
Cennet bahçelerinden bir esinti gibi gelsin ecelim ve Adın için yaşadıktan sonra İsminle ölüp, İsminle dirilsin bedenim.
Sevdiği bir dostunu bekler gibi cennet selamlarıyla karşılasın meleklerin.
Gerçeğe dönmenin heyecanıyla, eve varmanın huzuruyla ve rüyadan uyanmanın verdiği tatlı bir hevesle huzuruna varayım.
Azabına ve gazabına uğramadan; ebedi rahmetinle, cennet nimetlerinle, cennetteki sevdiklerinle ve sevdirdiklerinle buluşayım.

Amin.

***

İnsan unutkandır. Belki de umursamazdır. Beklenti içindedir. Belki de ben-merkezcidir. İstedikleri vardır. Belki de acelecidir. Dünya için yaşadığı zaman hep bir mutsuzluk ile mücadele halindedir ve hayalindeki mutluluk tablosunun peşindedir.

Nefsinin buna benzer huysuzluklarının etkisini azaltmak için bir müslüman neden yaşadığını hatırlamalıdır. Kendisine hatırlatmalıdır. Baktığı ve dinlediği her şeyde Allah’ı anmalıdır. Böylelikle Allah’ın rızasının umamayacağı işlerden ve yerlerden uzaklaşır.

Sahip oldukları için hakkıyla şükür eden bir kul, kaybettiği zaman hüznü ile Allah’ın rahmetinden doğan bir çeşit huzura sarılır. Kim’den geldiğini ve yine Kim’e döneceğini bilmenin verdiği rahatlık ile dolar. Çözümlerin hakikisi, Allah’a sığınmaktan doğar. 

Sevindiğinde, korktuğunda, heyecanlandığında, sıkıldığında, şaşırdığında veya üzüldüğünde; tek başına kendi nefsine ya da dünyalıklara yönelmek faydasızdır. Rahatlatıcı etkisi havada bir süre dolandıktan sonra kaybolup giden bir koku gibidir. Hiç gelmemiş gibi ortamı terk eder.

Ey Allahım! 

Bizi her işini Senin rızanı umarak yapanlardan ve tamamlayanlardan eyle. Niyetlerimizi samimi, işlerimizi iki cihanda da hayırlara vesile kıl. Umduğumuz ya da ummadığımız şekilde gelişen başlangıç, orta ve sonların hepsinde daima Sana koşanlardan ve Senin yardımını isteyenlerden eyle. 

Bizi her anında Seni anmaya çalışan ve hep Seni hatırlayan kullarından eyle. Kalbimiz ve dilimiz Senin adını zikretsin. İyiye ya da kötüye dair ne yaşarsak yaşayalım; Senden geldiğimiz ve yine Sana döneceğimiz bilinci ile tepki verenlerden eyle. Dönüş günü bizi Sana kavuşan takva sahibi salih kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji