7 Şubat 2024
Fecr Sûresi 15-30 / Beled Sûresi 1-7 (593. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fecr Sûresi 15. Ayet

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ  ...


İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der.

Azgınlık ve taşkınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin durumu haber verilerek gereken uyarı yapıldıktan sonra insanoğlunun azmasına ve kötü sonuçlara sürüklenmesine sebep olan, kendini beğenmişlik ve bencillik duygularından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber Mekke müşriklerine tuttukları yolun yanlış olduğunu, bu gidişleriyle bir gün mutlaka Allah tarafından cezalandırılacaklarını hatırlattıkça onlar da tam tersine, kendi yollarının doğru olduğunu, nitekim bu sayede Allah tarafından kendilerine bol nimetler ve servetler ikram edildiğini savunuyorlardı. Şu halde 15. âyetteki “insan” kelimesiyle bilhassa belirtilen karakterdeki Mekke müşrikleri ve aynı karakteri taşıyanlar kastedilmiştir. Yüce yaratıcı, hikmeti ve imtihan düzeni gereği, böyle birini çeşitli yeteneklerle donatıp bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bu sorumluluğu aklından bile geçirmez; sadece kuru bir lâf olarak “Rabbim bana lütfetti” deyip elindekiyle mutlu olmaya bakar. Sahip olduğu nimetlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yönünde bir gayret göstermez. Fakat aynı insan rızkında bir daralma olduğunda bunun da bir hikmet gereği meydana geldiğini, uhrevî bir mükâfata erişmesine veya akılsızca bir zevk ve safaya düşmekten korunmasına vesile olabileceğini yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini düşünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tarafından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gelebilecek davranışlar içine girer, yakınıp sızlanmaya ve isyan etmeye başlar. 

Yaygın yoruma göre “Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz” meâlindeki 19. âyette, erkeklerin kadınların miras payına da el koymaları, kezâ yetimlere kalan mirası gasbetmeleri kınanmaktadır.

Bu âyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde burada söz konusu edilen imtihanı (ibtilâ) kazanmanın iki temel ölçüsünün olduğu ortaya çıkmaktadır: 1. Nimetin asıl sahibinin Allah olduğunu, O’nun nimeti bize, liyakatimiz dolayısıyla vermeye mecbur olduğu için değil, bir lütuf olarak verdiğini bilmek ve O’na minnettar olup şükretmek; nimetini kıstığı zaman da hükmüne razı olup sabretmek; 2. Allah’ın verdiği nimetleri yoksul ve himayeye muhtaç olanlarla paylaşmak, buna başkalarını da teşvik ederek bu hususta toplumsal bir duyarlılığın gelişmesine, dayanışma ve yardımlaşmanın kurumsal bir hale gelmesine katkıda bulunmak. Mekkî sûrelerin ana konularından olan bu iki davranış ölçüsü, İslâmî kaynaklarda, “Allah’ın emrine saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde formülleştirilmiştir (meselâ bk. Râzî, XXXI, 170). Gerek bu âyetlerde gerekse Kur’an-ı Kerîm’in bütününde oluşturulmak istenen temel dinî, ahlâkî, toplumsal zihniyetin özü budur. 15-20. âyetlerde müşrik Araplar’daki Allah’a karşı küstahlık derecesine kadar varan benlik iddiası, “öteki”ne karşı tam bir sorumsuzluk ve ilgisizliğe götüren egoizm ve çılgınca bir mal tutkusu son derece veciz ve etkileyici bir üslûpla anlatılıp eleştirilirken müslümanlar da Allah’ın iradesine uygun bireysel ve toplumsal hayatın dinî ve ahlâkî temeli konusunda aydınlatılmıştır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa: 619-620

فَاَمَّا الْاِنْسَانُ اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ رَبُّهُ

Fe isti’nafiyyedir. Emmâ şart, insanın hallerini beyan eden ayraç edatı ve tafsil (açıklama) harfidir. Elinsânu mübtedadır.  İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. İbtelâhû cer mahalinde, muzafun ileyhtir.

Şartın cevabı da hazfedilmiştir. Bu cevaba, mübtedanın haberi olan emmâ’‘nın cevabı işaret etmektedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.

Rabbuhu izafeti muzafun ileyhe tazim ve teşrif içindir. Ayette mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

El insânu’daki harfi tarif cins içindir. Hakiki istiğrak olduğu gibi müşrikleri ifade ettiği için örfi istiğrak da olabilir.(Aşur)

Ayetteki el-insan, mutlak manada insânın umümudur. Ancak ba'zı müfessirler bunu, âyetin haklarında nâzil olduğu bir takım insanlara tahsis etmiştir: --Ibn Abbâs'tan rivâyete göre- Utbe b. Ebî Rebî'a, Ebü Huzeyfe b. el-Muğîre; -el-Kelbî ve Mukatil’den rivâyete göre Ubeyy b. Halef' tir. (Nüzul sırasına göre tefsir notları)

Zâid (Fazlalık) olan harfi de sükun üzere mebnidir.

 Aşur: ibtila; seçmek demektir. Hayr ve zarar olabilir. Nefsin sebatı ve sabrın oluşması içindir. Razı olup olmadığı ortaya çıkar.  

Istılah manası; Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve mânevî sıkıntı, dert, külfet şeklindedir.

 

فَاَكْرَمَهُ وَنَعَّمَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَكْرَمَنِۜ

Cümle atıf harfi fe ile ibtelâhu cümlesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Ve ne’amehu atıf harfi vav ile ibtelâhu cümlesine atfedilmiştir.

Fe, emmâ şart harfinin cevabının başına gelen rabıtadır. Yeqûlu cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Mequlul qavl cümlesi rabbî ekrameni’dir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Rabbî mübtedadır. Ekrameni haberdir.

Müsnedün ileyhin izâfetle marife olması; şefkate teşvik için olabilir. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Ekrameni fiilinin sonundaki nun vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır.

İmtihan kelimesinin önce gelmesinin sebebi, söylenilen sözün geçersizliğinin ortaya çıkması için, daha baştan ikramın ve nimet vermenin imtihan maksadıyla olduğunu bildirmek içindir. Fe ekremehu’deki fe tefsir, açıklama içindir. Yani, varlık ve kolaylıkla imtihan, onlardan Ukbe benzerlerinin durumudur. Zîra Utbe ve benzerleri kibir ve gururla diyorlar ki: Rabb'im bana cömert davrandı ve bana ikram etti, makam ve mal vermekle beni üstün kıldı. Çünkü ben bunu hak ettim. Hâlbuki o, eğer şükür yoksa verilen tüm nimetlerin sadece nankörlüğünü ispat etmek üzere, onu imtihan için verilmiş olduğunu düşünmez mi? (Bursevî, Rûhu’l-beyân Tefsiri)

Ekrameni - ne’amehu kelimeleri arasında muraatun nazir sanatı vardır. 

İsmi tafdîl vezninde kerem mübâlağa ifâde eder. Bâzen ‘’hükmü zikrolunan iki şeyden birine isbât edip diğerinden selb etmeyi’’ ifâde eder. Meselâ ‘’Bal, sirkeden tatlıdır’’ denildiğinde sirkede tatlılığın olmadığı ifâde edilir (Kur’ân’da Ulûhiyyet, S. 194).

Burada hitabın tekilden çoğula dönüşmesi (iltifat sanatı) bu görevin kişiye değil de bütünüyle topluma verildiğini gösterir. Ayrıca yetime yönelik tutumun, ikram şeklinde olması âyetten anlaşılmaktadır. Başka âyetlerde "yedirmek, doyurmak gibi kelimeler kullanılmışken, burada ”ikram etmek”ten söz edilmektedir. Anlaşılan o ki, yetime karşı yükümlülük, hak eden bir kişiye karşı minnet ve şükran dolu duygularla yaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.
Fecr Sûresi 16. Ayet

وَاَمَّٓا اِذَا مَا ابْتَلٰيهُ فَقَدَرَ عَلَيْهِ رِزْقَهُ فَيَقُولُ رَبّ۪ٓي اَهَانَنِۚ  ...


Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der.

Fe isti’nafiyyedir. Emmâ şart, insanın hallerini beyan eden ayraç edatı ve tafsil (açıklama) harfidir.  İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. İbtelâhû cer mahalinde, muzafun ileyhtir. zaidtir.

Fe atıftır. Qadera fiilini ibtelâhû cümlesine atfetmiştir. Car mecrur aleyhî, qaddera’ya müteallıqtır. Rizqahu mefuldur. 

Fe, emmâ şart harfinin cevabının başına gelen rabıtadır. Yeqûlu cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.

Mequlul qavl cümlesi rabbî ehâneni’dir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Rabbî mübtedadır. Ehâneni haberdir.

Müsnedün ileyhin izâfetle marife olması; şefkate teşvik için olabilir. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Ehâneni fiilinin sonundaki nun vikayedir. Esre ise fasılaya riayet gözetilerek hazfedilen mütekellim zamirinden ivazdır. 

15.ve 16. âyetlerde ilk âyetin fe ikinci âyetin de vav harfi ile gelmesini Fahreddin Râzi “Allah’ın rahmeti, gazabından önce gelir. Bunun için, nimetlerle imtihan etmesi, elem ve kederler yağdırmak suretiyle imtihan etmesinden öncedir. O halde fe bu kısmın çokça olacağına; ikinci kısmın ise, az olacağına delalet etmektedir” şeklinde yorumlamıştır. (Fahreddin Razi)

15. ayetteki feemmel insânu izâ mebtelâhu rabbuhû feekramehû (İnsana gelince, Rabbi kendisini imti­han edip de ikramda bulunur ve bol nimet verirse…) âyeti ile fe emmâ izâ mebtelâhu feqadara aleyhi rızqıhû (Ama onu imtihan edip rızkını daraltırsa" âyetleri arasında mukabele vardır. Yüce Allah bana ikram etti ile beni hor düşürdü ve ona bol rızık verdi ile rızkını daralttı lafızları arasında mukabele yap­mıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Fecr Sûresi 17. Ayet

كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَت۪يمَۙ  ...


Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz.

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Kellâ, red ve caydırma harfidir. Bel; idrab harfidir. Hem kella, hem de bel tekid ifade eder. Menfi fiil cümlesi faidei haber inkâri kelamdır.

Elyetîme, tukrimune fiilinin mefuludur.

Tukrimûne fiili if’al babındandır. Sülasisi kerame’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (dönüşlülük), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

Kellâ bel lâ tukrimûnelyetîme (Hayır, bilakis siz yetime ikram etmiyorsunuz.) âyetinde iltifat sanatı vardır. Burada, daha fazla kınama ve azar için, üçüncü şahıs zamirinden ikinci şahıs zamirine dönülmüştür. Aslı, bel lâ yukrimûne (Hayır, bilakis ikram etmiyorlar.) şeklindedir. (Safvetü’t Tefâsir)

Allahü Teâlâ (c.c.), nimet bolluğu ve azaltılması konusunda, onların tereddütlerini söyledikten sonra, Kellâ َhayır ifadesini kullanmıştır. Bu kelime, insanı söylemiş olduğu bir düşüncesinden caydırmaya çağırır. İbn Abbas (r.a.), ayetten "Benim nezdimde değerli olduğu için onu zenginlikle, yine benim nezdimde aşağılık ve önemsiz olduğu için diğerini de fakirlikle imtihan etmiş değilim..." ifadesinde bir anlam çıkar demiştir. (Fahreddin Razi)

Fecr Sûresi 18. Ayet

وَلَا تَحَٓاضُّونَ عَلٰى طَعَامِ الْمِسْك۪ينِۙ  ...


Yoksulu yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.

Vav atıftır. Menfi fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Car mecrur alâ taâmi, tehâddûne fiiline müteallıqtır. Elmiskîni muzafun ileyhtir. 

Tehâddûne fiili tefâul babındandır. Sülasisi hadada’dır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.

El miskîni’deki elif lam takısı cins içindir. 

Yetîmi - miskîni kelimeleri arasında muraaatun nazir sanatı vardır.
Fecr Sûresi 19. Ayet

وَتَأْكُلُونَ التُّرَاثَ اَكْلاً لَماًّۙ  ...


Haram helâl demeden mirası alabildiğine yiyorsunuz.

Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Etturâse, te’kulûne fiilinin mefuludur. Eklen mefulu mutlaktır. Lemman, eklen’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. 

Te’kulûne - eklen kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Fecr Sûresi 20. Ayet

وَتُحِبُّونَ الْمَالَ حُباًّ جَماًّۜ  ...


Malı da pek çok seviyorsunuz.

Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Elmâle, tuhibbûne fiilinin mefuludur. Hubben mefulu mutlaktır. Cemman, hubben’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır. 

Tuhibbûne - hubben kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Tuhibbûne fiili if’al babındandır. Sülasisi habebe’dir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (dönüşlülük), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Fecr Sûresi 21. Ayet

كَلَّٓا اِذَا دُكَّتِ الْاَرْضُ دَكاًّ دَكاًّۙ  ...


Hayır, yeryüzü (kıyamet sarsıntısıyla) parça parça olup dağıldığı zaman,

Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu âyetler, benlik iddiasına, mal-mülk sevdasına kapılarak Allah’a ve insanlara karşı sorumluluğunu unutan insana, hayatın geçiciliğini, kıyametin dehşetini, bunun ardından kendisini bekleyen, hak ettiği büyük cezayı ve sonuç vermeyecek pişmanlığı hatırlatmaktadır.

“Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde” diye çevirdiğimiz 22. âyeti, selef dediğimiz daha çok ilk dönem müfessirleri herhangi bir te’vile gitmeksizin âyetin lafzına bağlı kalarak anlamışlardır. Bu âlimler, hesap gününde Allah’ın geleceğine inanırlar, fakat “gelmek”ten maksadın ne olduğu bilgisini Allah’a bırakırlar. Halef denilen sonraki müfessirler ise tenzih ilkesinden hareket ederek âyeti, “Allah’ın gelmesinden maksat O’nun emrinin gelmesidir” şeklinde te’vil etmişlerdir. Buna göre âyetin meâli şöyle olmaktadır: “Rabbinin emri gelip melekler de saf saf dizildiğinde...” Allah’ın veya emrinin gelmesi ve meleklerin saf saf olması gayb âleminden olduğu için bunların mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Müminlerin görevi âhiret hayatına ve dünyada yaptıklarından dolayı orada Allah’ın huzurunda hesap vereceklerine iman etmek ve bu imanın gereklerini yerine getirmektir. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 621

Kellâ, red ve caydırma harfidir. İza şart manalı, cümleye muzaf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Dukket cer mahalinde, muzafun ileyhtir. Elardu, dukket fiilinin naibu failidir. Dekken mefulu mutlaktır. İkinci dukken lafzi tekittir. 

İzâ dukketil ardu dekkan dekkan başlangıç cümlesidir. Tehdit yoluyla gelmesi, vazgeçirmeye gerekçe olması içidir. Halil, duvarı, kalıbı ve o ikisinin benzerini kırdı derken, buradaki tekrar kavramaya işaret vardır. İkinci gelen ilkini te’kid için gelmemiştir. Yani, yer düzlendiğinde demek, peş peşe, kırılana dek demektir. (Alusi)

Dukket fiili meçhul bina edilerek dikkatleri faile değil fiile yöneltmiştir.

Fecr Sûresi 22. Ayet

وَجَٓاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفاًّ صَفاًّۚ  ...


22-23. Ayetler Meal  :   
Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği ve o gün cehennem getirildiği zaman, işte o gün insan (yaptıklarını birer birer) hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ona nasıl faydası olacak!?

Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Rabbuke, câe fiilinin failidir.

İmam Ahmed dedi ki: Muzâfın hazfı ile korkutmak için Rabbi’nin emri ve hükmü geldiğinde demektir. 

Rabbuke izafeti muzafun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teala olduğu için Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Elmeliku, rabbuke’ye atfedilmiştir. Saffan mastar olup haldir ve fetha ile mansubtur. İkinci saffan da mastar ve mansub olup öncekinin tekrarı ve tekidi olmuştur. Hal itnab babındandır.

Elmeleku’deki elif lam cins içindir.  

Âyette sıfatta ifrat sanatı bulunmaktadır. Bu sanat, konuşanın bir durumu zikrettikten sonra, durmayıp amacını daha açık ve daha belagâtlı bir şekilde ifade etmek için sözlerine devam etmesidir. (İbn Mu‘tezzi, ‘İlmu’l-Bedi‘, s. 85-88.)

Bundan hareketle âyet-i kerimede birinci saffen’den sonra durulsaydı, yeterli olurdu. Ancak cümle daha belîğ olması için ikinci defa tekrar edilip saffen saffen denilmiştir. (Mahmûd Sâfî, el-Cedvel Fî İ‘râbi’l Ku’râni ve Sarfihi ve Beyânih, s. 327.)

Ve câe rabbuke lafzında gelme fiilinin Allah’a nispet edilmesi, yaratılmışlardan meydana gelen bir fiil olmasından dolayı gerçek anlamda değil, Yüce Allah’ın emri (ve câu rabbuke azabı) veya ve (câe azâbu rabbike) manasında mecaz-ı aklîdir ya da hesabının başlamasının gelişine benzetilmesi şeklinde istiare olmaktadır. (Aralarında anlam yakınlığı bulunması sebebiyle bir fiil veya benzeri bir kelimenin asıl anlamının dışında başka bir anlamda kulanılmasına mecaz-ı akli (akli mecaz) denmektedir.) Yüce Allah’ın gücünün delillerinin zuhurunu temsil eden bir âyet olduğu da söylenmiştir. (Âlûsî el-Bağdâdî, Rûhu’l-Meânî Fî Tefsîri’l-Kurâni’l-‘Âzîm ve’s-Seb’i’l-Mesânî, s. 29)


Fecr Sûresi 23. Ayet

وَج۪ٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىۜ  ...


Riyazus Salihin, 398 Nolu Hadis
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin dizgini ve her bir dizgini çeken yetmiş bin de melek vardır.”
(Müslim, Cennet 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 1)

وَج۪ٓيءَ يَوْمَئِذٍ بِجَهَنَّمَ

Vav atıftır. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Cîe’ye müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır. Car mecrur bicehenneme, naibi fail olarak ref mahaldedir. 

Cehennem açık bir şekilde gösterildiği zaman demek gibidir. Yani, yerinde sabit olduğu halde Cehennem’in getirilmesi demek, yaratıkların onu görebilmeleri için görülür hale getirilirmesinden ibarettir. Bi harfi, cîe için fail makamına geçen Cehennem üzerine geçişlilik içindir. (Bursevi) 

 

يَوْمَئِذٍ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ

Yevme zaman zarfı, izâ dukket’ten bedeldir.Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Yetezekkeru’ya müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Yevmeizin’‘in irabı önceki gibi olup, bir de burada izâ dukketil ardu için bedel olmuştur. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Yeryüzü dümdüz olduğunda ... insan ders alır. Bu bakımdan hem bedelde hem mubdelu minhde amel eden kelime yetezekkeru‘dur. (Tâhir İbn ‘Âşûr, a.g.e., s. 299)

Şartın cevabı yetezekkeru’dur. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.  

Yetezekkeru fiili, tefa’ûl babındadır. Sülasisi zekera’dır. Bu bab fiile, mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve taleb anlamları katar.

 

وَاَنّٰى لَهُ الذِّكْرٰىۜ

Vav haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. İstifham üslubunda talebi inşa isnadtır. Ennâ istifham harfidir. Ennâ, mahzuf mukaddem haberine müteallıqtır. Car mecrur lehû, mukaddem habere müteallıqtır. Ezzikrâ, muahhar mübtedadır. Ezzikrâ, maksûr eliften dolayı takdiri ötre ile merfudur.

Yetezekkeru - ezzikrâ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Fecr Sûresi 24. Ayet

يَقُولُ يَا لَيْتَن۪ي قَدَّمْتُ لِحَيَات۪يۚ  ...


“Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Mequlul qavl cümlesi nida üslubunda  talebi inşa isnadtır. Qaddemtu cümlesi, leyte’nin haberidir. Mahallen merfudur. Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Temenni ifade eden leyte, inne gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb, haberini ref yapar.

Leyte; hâsıl olması arzu edilen, sevilen ama, bunun imkânsız ya da çok zor olduğu durumlarda kullanılır. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Meâni İlmi)

Lihayâtî ifadesindeki söz konusu lam ِillet lâmı olduğunda anlam şöyle olmaktadır: Bu dünyada (âhiret) yaşamak için keşke salih ameller işleseydim. Ferrâ, Sabûnî, Nesefî ve Ebû İshâk Zeccâc gibi alimler bu görüştedir. Ancak Fahreddîn Râzî bu görüşün aksine lam ِharfinin vakit için kullanıldığını ve dolayısıyla manasının “Yaşadığım vakitlerde (dünya) keşke salih ameller işleseydim” şeklinde olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddîn Râzî)
Fecr Sûresi 25. Ayet

فَيَوْمَئِذٍ لَا يُعَذِّبُ عَذَابَهُٓ اَحَدٌۙ  ...


Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse edemez.

Fe atıftır. Yevme zaman zarfı, izin için muzaftır. Yuazzibu’ya müteallıqtır. İzin, mahzuf cümleye muzaftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Lâ yuazzibu cümlesi isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Azâbehû, yuazzibu fiilinin mukaddem mefuludur. Ehadun muahhar faildir. Meful önemine binaen faile, takdim edilmiştir.

Yuazzibu - azâbe kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Yuazzibu tefi’il babındadır. Sülesisi azebe’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mefulun çokluğu), bir tarafa yönelme, mefulu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, birşeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

Fecr Sûresi 26. Ayet

وَلَا يُوثِقُ وَثَاقَهُٓ اَحَدٌۜ  ...


Onun vuracağı bağı kimse vuramaz.

Vav atıftır. Nefiy harfi ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir. Menfi fiil cümlesi faidei haber talebi kelamdır. Vesâqahu, yûsiqu fiilinin mukaddem mefuludur. Ehadun muahhar faildir. Meful önemine binaen faile, takdim edilmiştir.

Yûsiqu - vesâqa kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır. 

Yûsiqu fiili if’al babındadır. Sülasisi veseqa’dır. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekana duhul, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (dönüşlülük), ta’rîz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
Fecr Sûresi 27. Ayet

يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ  ...


(Allah, şöyle der:) “Ey huzur içinde olan nefis!”

Yukarıda kendisini beğenmiş, bencil ve muhteris insan tipini eleştiren âyetlerin, dolaylı olarak samimi müminler için de “Allah’ın emrine saygı ve Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlenen bir inanç ve yaşama modeli ortaya koyduğu ifade edilmişti. İşte 27. âyette sözü edilen “imanın huzuruna kavuşmuş insan”, dünya hayatını bu modele göre yaşayıp tamamlamış olan mümindir. Bu âyetlerde, “Ona âhirette şöyle seslenilecek” gibi bir ifadeye yer verilmeden, doğrudan insana hitap edilmesi, Cenâb-ı Hakk’ın bu yapıdaki kullarına çok güzel bir iltifatı ve özellikle âyetlerin, doğrudan kulu muhatap alan son derece zarif ve sıcak üslûbu, inanan insana, uhrevî saadetin bu dünyaya kadar yayılan müjdeli bir kokusu gibi gelmektedir. “İmanın huzuruna kavuşmuş insan” diye çevirdiğimiz “nefs-i mutmainne” bu bağlamda yukarıda başlıca özelliklerine değinilen modele göre bir dünya hayatı yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümini ifade eder.

Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insanın iç çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur; o Allah ile barışık, insanlarla barışık ve kendisiyle barışıktır; dolayısıyla huzur ve tatmin içerisindedir. İnsan için en büyük saadet, kulluktaki kemali sayesinde rabbini kendisinden hoşnut etmiş, rabbi tarafından ödüllendirilerek kendisi de O’ndan hoşnut kalmış olmasıdır. Allah Teâlâ’nın cennetine kabul ettiklerini “Benim kullarım” diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı son nimet ise cennete kabul edilip, orada bütün tasavvurların üstünde bir mutluluk verecek olan “bütün nimetlerden daha üstün” olduğu bildirilen (Tevbe 9/72) bir “rıdvân”a erişmeleridir. 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 621-622

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşa isnadtır.nida harfi olup sükun üzere mebni olmuştur. Eyyetu nekre-i maksûde münâdâ, nasb halinde ötre üzere mebni ve aynı zamanda mevsuf olmaktadır. ise fazlalık olup tenbih yani dikkat çekmek için kullanılan bir harf olmuştur.

Fahredîn er-Râzî, yâ eyyetuhâ ile ilgili Kaffâl’dan şunu nakletmiştir: Her ne kadar bu hitab (ircıî), zahiren bir emir ise de, mana bakımından bir haber cümlesi olup, takdiri, ‘şüphesiz nefis mutmain olduğu zaman, Allah’a döner. Allah da ona, ‘kullarım arasına, cennetime gir’ der’ şeklindedir. Emir cümlelerinin, haber cümlesi manasında kullanılmaları, Arap dilinde de pek çoktur. Bu, mesela Arapların izâ lem testeha fesne’ mâ şi’te (yap istediğini, utanmasan)  yani, ‘o zaman istediğini yaparsın’ şeklindeki sözleri gibidir. (Fahreddîn Râzî)

Ayrıca ennefsu, elmutmainnetu‘ya bedel veya atf-ı beyandır. Diğer yandan ennefsu ve elmutmainnetu ötre ile merfu olup ennefsu münâdânın, elmutmainnetu de ennefsu‘nun sıfatı olmuştur. (Mahmûd Sâfî)

Yâ eyyetuhân nefsul mutmeinnetu âyetinde nefsin burada önce müzekker (Eyyetuhâ yerine eyyuhâ şeklinde de okunmuştur) sonra müennes olarak değerlendirilmesi, mutmain nefsin iltifat etmeyeceği bir durumdur. Ennefsu’nun elmutmeinnetu kelimesiyle nitelendirilmesi, nefse övgüdür. Ayrıca ona hitap edilmesi suretiyle güven ve sükûnet içinde olduğunu müjdelemektir. (Âlûsî)

Arap dilci ve müfessir İbn Âşûra göre itmi’nânu kelimesi “Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak şeklinde açıklandığı gibi, Allah’ın sözüne itimat ve amelde ihlaslı olmak şeklinde de açıklanmıştır. Şüphe yok ki bütün bunlar kast edilen güvenin unsurlarındandır. Toplamı murad edilmiş parçaları amaçlanmaktadır. Cennetle müjdelenmeleri şeklinde de açıklanmıştır gibi manaları ihtiva etmektedir. (Aşur)

Fecr Sûresi 28. Ayet

اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ  ...


“Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”

Ayet nidanın cevabıdır. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur ilâ rabbiki, irciî fiiline müteallıqtır. Râdıyeten, irciî’in failinden haldir. Merdiyyeten ise ikinci haldir. Hal anlamı açıklamak için yapılan itnabtır.

Râdıyeten - merdiyyeten kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Âyette Yüce Allah’ın ilâ rabbiki sözünde fazlasıyla lütuf olduğu aşikardır. Bundan dolayı, irciî ilâllahi teâlâ (Yüce Allah’a dön!) ya da ileyye (Bana) denmemiştir. (Âlûsî)

Râdıyye her arzu ettiğinin verilmesinden kinaye olup kendisine verilen nimetle hoşnut olan nefistir. (Âşûr)

Fecr Sûresi 29. Ayet

فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ  ...


“(İyi) kullarımın arasına gir.”

Atıf harfi fe ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Car mecrur fî ibâdî, udhulî’ye müteallıqtır.

Âyette izafet teşrif içindir. Bunun için Yüce Allah Benim kullarım demekle kullara değer ve şeref vermiştir. (Âlûsî)
Fecr Sûresi 30. Ayet

وَادْخُل۪ي جَنَّت۪ي  ...


“Cennetime gir.”

Atıf harfi vav’la nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebi inşa isnadtır. Cennetî, udhulî fiilinin mefuludur. 

Âyette cennetin Yüce Allah’a dönen zamire izafet olması, teşrif/onurlandırma içinidir. Bu izafet, irciî ilâ rabbiki sözüyle, gaiblik yapısından sonra mütekellim zamirine dönüş yoluyla çok dikkat çekici bir izafet olmuştur. Fedhulî fî ibâdî fî cennetî denmeyip vedhulî fiilinin tekrar edilmesi ise, özellikle sevinçlerini pekiştirmek için girişe önem ve dikkat çekmektedir. (Âşûr)

Dil alimi Ebû Hayyân Endelüsî (ö. 745/1344) ise udhulî fiili önce harfiyle daha sonra da harfi olmadan müteaddi olmuştur. Girilen yer gerçek olmadığında harfiyle müteaddi olur. Örneği  dehaltul emra (duruma veya işe girdim) ile dehaltu gımârin nâsi (insan seline girdim.) cümleleridir. Bundan dolayı fedhulî fî ibâdî denmiştir. Bu bakımdan girilen yer somut/gerçek bir yerse genellikle harfi olmadan müteaddi olur demiştir. (Ebû Hayyân Endelusî, Bahru'l-Muhît, s.359.)

Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Beled Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 20 âyettir. Sûre, adını ilk âyetteki “el-Beled” kelimesindenalmıştır. Beled, şehir, belde demektir
Mushaftaki sıralamada doksanıncı, iniş sırasına göre otuz beşinci sûredir. Kaf sûresinden sonra, Târık sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Sûrede bazı önemli varlıklara yemin edilerek insanın yaratılıp hayat mücadelesi içine sokulduğu, gücüne ve servetine güvenerek Allah’a karşı gelenlerin aldandığı, insana maddî ve mânevî birtakım nimetlerin verildiği, hayır ve şer yollarının gösterildiği anlatılmaktadır. Ayrıca yardımlaşma, iman ve sabır konuları ele alınarak bu konularda müminlerle inkârcılar arasında kısa bir karşılaştırma yapılmıştır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Beled Sûresi 1. Ayet

لَٓا اُقْسِمُ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ  ...


1-4. Ayetler Meal  :   
Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.

Belde” diye çevirilen beledden maksat Mekke’dir. “Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar”ın kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrâhim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar” şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 125).

Müfessirler 2. âyetteki hill kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) “Bu şehirde hayvan ve bitkilerin bile dokunulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar.” Bu takdirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamber’e eziyet etmeleri kınanmaktadır. b) “Bir gün gelecek, Mekke’yi zalim putperestlerin elinden kurtaracaksın ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır.” Bu takdirde ise Hz. Peygamber’in ileride bu kenti fethedeceği ve fetih sırasında şehirde çatışmaya girmesine geçici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur (Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825).

4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:625
Resûlullah sallallahu ve sellemMekke’nin önemini şöyle belirtmiştir:” Şüphesiz Allah Teâlâ bu şehri gökleri ve yeri yarattığı gün haram ( dokunulmaz) kılmıştır. Allah Teâlâ dokunulmaz kıldığı için de o şehir kıyamet gününe kadar haramdır. Benden önce bu şehirde savaşmak kimseye helâl kılınmamıştır; bana da sadece ( Mekke fethi sırasında) günün bir bölümünde savaşmak helâl kılınmıştır”
(Buhari, Bed’ü’l-halk 22; Müslim, Hac 445).

İbtidaiyye olan ilk ayet, kasem üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Nefiy harfi , zaidtir. Car mecrur bi hâzâ, qasem fiili uqsimu’ya muteallıqtır. Müşarun ileyh olan el beledi, bedeli mutabıktır.

Kelimedeki tarif ahdi ilmidir. Beldeye hâzâ ile işaret edilmesi tazim ve teşrif içindir.

Bu beldeye yemin ederim yani bu haram beldenin, Mekke-i Mükerreme'nin üstüne yemin ederim. Ayetin başında yer alan lâ, zaidtir. Bunun böyle olduğuna, Yüce Allah'ın Tîn sûresinde: ”Beledu'l-emîn" üzerine yemin etmesi delildir. Bazı âlimlere göre lâ, yapılan yemini pekiştirmek için getirilmiştir. Nitekim Araplar böyle yeminlerini pekiştirmek için ifadelerinin başına ”lâ" getirmektedirler. Meselâ: ”Lâ vallahi. Ben böyle bir şey yapmadım", ”Lâ vallahi. Mutlaka böyle yapacağım," ifadeleri buna birer örnektirler. (Ruhul Beyan)

Bu beldeden maksadın Beled-i Haram, yani Mekke-i Mükerreme olduğunda tefsirciler ittifak etmiştir. Başındaki ahd mânâsı ifade eden lâm ile el-Beled denilmesi, hürmet ve saygıyla tanınması vacip, mübarek, bilinen bir şehir olduğuna işarettir. Doğrusu insanlar için yapılan ilk ev elbetteki Mekke'de bulunan o çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet rehberi olan evdir. (Elmalılı)
Beled Sûresi 2. Ayet

وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ  ...


Vav haliyye veya itiraziyyedir. Ente mübtada, hillun haberdir. Car mecrur bi hâzâ, hillun’a muteallıqtır. El beledi, bedeli mutabıktır. Kelimedeki harfi tarif ahdi sarihidir.

Hâzâ - el beledi kelimelerinin tekrarında cinas, itnab ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Ki sen bu beldedesin. Bu ifade yukarıda üzerine yemin edilen ”belde" den hâldir Âyet metninde yer alan ”ente" (sen) kelimesi ile Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hitap olunmaktadır. Âyetin içinde yer alan hillun, hulul mastarından ”hâil" manasınadır. Kelimenin türediği mastar, bir yere inmek, konaklamak anlamınadır. Bu açıklamaların ışığı altında âyetin manası şöyle olur: Bu beldeye (Mekke'ye) -ki sen ey Muhammed! Mekke'desin ve orada bulunmaktasın- yemin ederim ki... Yüce Allah mutlak olarak Mekke üstüne yemin etmiyor. Tam tersine Rasûlüllah s.a.v'in içinde bulunduğu Mekke'ye yemin ediyor ve böylece Mekke'nin içinde Peygamberi bulundurmakla daha da şeref kazandığına işaret olunuyor. Çünkü Mekke bizatihi kendisi şerefli iken şimdi şerefli olan büyük Peygamberin gelip orada yerleşmesiyle daha da şeref kazanmaktadır. (Ruhul Beyan)

Beled Sûresi 3. Ayet

وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ  ...


Ayet vav’la öncesine atfedilmiştir. Vâlidi, el beledi’ye matuftur. Müşterek ismi mevsul , mecrur mahalde vâlidi’ye matuftur. Velede mevsulün sılasıdır. İrabdan mahalli yoktur. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. 

Vâlidin’deki tenkir tazim ve teşrif ifade eder.

Vâlidin - velede kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Buradaki baba’dan maksat, İbrahim (aleyhisselâm)'dir. Baba kelimesinin âyet-i kerimede elif lamsız getirilmesi, onun şerefli bir baba olduğuna işaret olunmak içindir. Ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki... Buradaki çocuk’tan maksat, İsmail ve Muhammed (aleyhisselâm) Peygamberlerdir. Çünkü Hazret-i Muhammed'in nesebi, İsmail (aleyhisselâm) vasıtasıyla İbrahim (aleyhisselâm)'e ulaşmaktadır. Şu halde bu sûre, iki yerde Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üstüne yemini ihtiva etmektedir. (Ruhul Beyan)
Beled Sûresi 4. Ayet

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ  ...


Ayet kasemin cevap cümlesidir. Lam cevap, qad tahkik harfidir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber inkari kelamdır. El insâne fiilin mefulüdür. Car mecrur fî kebed, fiile muteallıqtır.

El insâne’deki harfi tarif hakiki istiğrak içindir. Kebed’deki tenvin ise nev ve teksir ifade eder.

Kasemdeki müfret zamirden bu ayette cemî zamire iltifat edilmiştir. 

Fî kebedin ibaresindeki harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi harfi cerinde zarfiye manası vardır. Zorluklar, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Cami her ikisindeki mutlak irtibattır.

Yemin olsun, gerçekten insanı meşakkat içinde yarattık. Yorgunluk ve zorluk içinde, bu ifade kebider-recülü kebeden deyiminden gelir ki, ciğeri ağrımak, yanmaktır. Mükâbede lâfzı da bundan gelir. İnsan hep zorlukların içindedir; başı rahim karanlığı ve darlığı, sonu da ölüm ve sonrasıdır. Bu da Efendimiz'e Kureyş'ten çektiği şeyler için tesellidir. (Beydavi)

Yemin buraya kadar devam ediyordu. Bu âyet de yeminin cevabıdır. Yarattıklarından -önceden de geçtiği gibi onları tazim etmek gayesiyle- dilediğine yemin etmek Allah'ın hakkıdır. Burada söz konusu olan insan Âdemoğludur. (Kurtubi)

ve lâm manaca birbirine yakın iki harf-i cerdir. Nitekim "Sen yorgunsun, bitkinsin" manasında, “Ente li'l-inâi ven nasbi” ve “Ente fi'l-inâi ven nasbi” denilebilir. Burada şu izah da yapılabilir: Fî kebed ifadesi, kebed’in, o insanı, tıpkı zarfın, mazrufu (içindeki şeyi) kuşatışı gibi kuşattığına delalet eder ki burada, biraz önce de bahsettiğimiz gibi, dünya ancak sıkıntı, bela, musibet ve zahmetten başka birşey bulunmadığına bir işaret vardır. (Fahrettin Razi)
Beled Sûresi 5. Ayet

اَيَحْسَبُ اَنْ لَنْ يَقْدِرَ عَلَيْهِ اَحَدٌۢ  ...


İnsanoğlu, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

Tefsirlerde verilen bilgilere göre bu âyetler, malına mülküne güvenerek kendilerini yenilmez zanneden Mekke’nin şımarık ileri gelenleri hakkında inmiştir. Onlar, Hz. Peygamber’i de mutlaka yeneceklerini düşünüyorlardı. 6. âyetle ilgili bir yoruma göre kimileri de Hz. Peygamber’i başarısız kılma uğruna harcadıkları onca mala üzülüyorlardı. 7. âyette Yüce Allah’ın böylelerinin hangi maksatlarla mal harcadıklarını gayet iyi bildiği hatırlatılmaktadır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:626

Ayet isti’nafiyedir. İstifham üslubunda, talebi inşai isnadtır. Hemze istifham harfidir. En, enne’den hafifletilmiştir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Len, muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren harftir. Tekid  ifade eder. Car mecrur aleyhi, yaqdira fiiline muteallıqtır. Ehadun, yaqdira fiilinin failidir. Len yaqdira aleyhi ehadun cümlesi ref mahallinde enne’nin haberidir. Enne ve masdarı müevvel, iki mefule müteaddi olan yahsebu fiilinin iki mefulü yerindedir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkari mana taşıması sebebiyle vaz edildiği anlamdan çıkmıştır. Bu nedenle terkip mecazı mürsel mürekkeptir. 

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.

Ehadun, hiç kimse manasındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekira umum ifade eder.

O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanır? Yani Âdemoğlu yüce Allah'ın kendisini asla cezalandırmayacağını mı sanır? (Kurtubi)
Beled Sûresi 6. Ayet

يَقُولُ اَهْلَكْتُ مَالاً لُبَداًۜ  ...


“Yığınla mal harcadım” diyor.

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır. Fiilin mefulü mequlul qavl, önceki ayette bahsi geçen şahsın sözleridir. Mâlen, ehlektu fiilinin mefulüdür. Lubeden, mâlen için sıfattır. Dolayısıyla cümlede itnab vardır.

Mequlül kavl cümlesi de, faidei haber ibtidai kelamdır. 

Malen’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Der o vakitte ben yığın yığın mal telef ettim. Çok mal harcadım, bu da telebbedeş şey'ü deyiminden gelir ki, bir şey birikmektir. Maksat gösteriş ve övünmek için ya da Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem'e düşmanlık uğruna harcadığı maldır. (Beydavi)


Beled Sûresi 7. Ayet

اَيَحْسَبُ اَنْ لَمْ يَرَهُٓ اَحَدٌۜ  ...


Kendisini kimsenin görmediğini mi sanıyor?

Fasılla gelmiş müste’nefe cümlesidir. İstifham üslubunda, talebi inşai isnadtır. Hemze istifham harfidir. En, enne’den hafifletilmiştir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Lem, muzariyi cezm ederek manasını olumsuz yapan harftir. Olumsuzluk istikbali, maziyi ve hali kapsar. Ehadun, yaqdira fiilinin failidir. Len yerahu ehadun cümlesi ref mahallinde enne’nin haberidir.

Meful olan muttasıl zamir hu, faile takdim edilmiştir.

Enne ve masdarı müevvel, iki mefule müteaddi olan yahsebu fiilinin iki mefulü yerindedir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkari mana tasıması sebebiyle vaz edildiği anlamdan çıkmıştır. Bu nedenle terkip mecazı mürsel mürekkeptir. 

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla istifhamda tecahülü arif sanatı vardır.

Ehadun, hiç kimse manasındadır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekira umum ifade eder.

Bu soruda da iki izah yönü vardır: 

Birincisi, korkutmadır. O yok ettim, harcadım diye mağrurlandığı malı sarf ederken kendisini kimse görmedi mi zannediyor da öyle iftihar etmek istiyor? Kuşku yok ki harcayıp yok ettiyse onu tek olan yüce Allah görmüştür.İkincisi de Kelbi'den rivayet edildiği üzere harcama iddiasını yalanlamaktır. Yani böyle diyen o kimse yalan söylüyor, bir şey sarf etmediği halde birçok mal yok ettim diye yalan ile övünüyor. Onu hiç kimsenin görmediğini mı' sanıyor?! Burada istifhâm âniden, Sâhib olduğu bütün engelleme ve inkârla mal ve kuvvetiyle gururlanan ve kendisini hiç kimsenin görmediğini zanneden kimseye yöneltilmiştir. Burada Kur’ânî beyân, önceki istifhâmdaki len'den, mâzîye yönelen lem'e dönmüştür, 0 [insân], kendisine hiç kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? (Beled, 90/ 5) âyetinde, onun varacağı yerin yaptığını ihâta eden ve Kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Kâdir'in elinde olduğu te’kîd edildikten sonra, gurura kapılan kimsenin mâzîsinin kendi hesâbına yazıldığı ve onunla kuşatıldığı beyân edilmiştir. Böylece bu, sonraki âyetler için bir giriş olmuştur.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Küçük bir kesik sonucu sızlayan parmağına baktı ve gülümsedi. Bedeninin sağlıklı işlemesinin sessizliğine alışmanın sonucunda, sıhhatinin kıymetini yeterince bilmediği gibi ufacık bir ağrıyla beraber sanki kalbi orada atmaya başlıyordu. İşte insan nefsinin yaşama bakış açısı da böyle tuhaftı. 

İmtihan dünyasında yaşayan kulun yanılgılarından biri şudur: imtihan, başa bir kötülüğün gelmesidir. Halbuki, başa gelen iyilikler de birer imtihandır. İkisinde de yapılması gereken Allah’a koşmaktır. Misal; bedeninin sağlığı için Allah’a şükretmek, sıkıntısı için de şifa istemektir.

Ancak şükretmesini bilen kul, elindekilerin kıymetini bilir ve hakkıyla değerlendirebilir. Kaybettiğinde de, hayatının o noktasında takılıp kalacak kadar ağlayıp yıpranmaktansa, kaybın ardından yapabileceklerini düşünür ve eldeki diğer şeylere hamd eder.

Aksi takdirde kıymeti bilinmeyen ama kaybolduğunda anlaşılanların sayıları ve hasret acıları çoğalır. Geçici dünyaya kalıcı gibi bağlanıldığı zaman hissedilen sızılar büyür. Nefsin dudaklarından hoş olmayan sözler dökülür ve telafisi zor, zararlar verilir.

Rasulullah (sav) Efendimiz’in bir hadisi geldi hatırına: “Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin;
Ölüm gelmeden hayatın, hastalık gelmeden sağlığın, meşguliyet gelmeden boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden gençliğin, fakirlik gelmeden zenginliğin.”

Ey Allahım! Verdiğin ya da vermediğin, farkında olduğumuz ya da olmadığımız, bize nimet olan her nimet için hamd olsun. Kolay veya zor; ferah veya sıkıntılı anlarında hakikati hatırlayan ve samimi bir iman kuvveti ile Sana sığınan ve Seni anan kullarından eyle.

Ey Allahım! Bizi yetime ikram edenlerden; yoksulu yedirenlerden ve yedirmeye teşvik edenlerden; mirasta ve hayatın diğer alanlarında, doğru ve dürüst hareket edenlerden; dünya malından hamd ile israf etmeden faydalananlardan; kalbinde Senin ve Senin sevdiklerinin sevgisini taşıyanlardan eyle. 

Ey Allahım! Bizi mahşer günü, keşkeli pişmanlıklardan muhafaza buyur ve şu cümleleri işiterek ebedi saadete kavuşan kullarından eyle: Ey Rabbine itaat edip huzura eren nefs! Dön Rabbine; Sen O’ndan razı, O senden razı olarak. (İyi) kullarımın arasına katıl. Ve cennetime gir. 

Amin.