14 Şubat 2024
Kadir Sûresi 1-5 / Beyyine Sûresi 1-8 (598. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kadir Sûresi 1. Ayet

اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةِ الْقَدْرِۚ  ...


Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.

Kadr kelimesi sözlükte “güç, hüküm, değer, şeref” gibi anlamlara gelir. Özellikle Kur’an’ın bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiğini ve kadrini yücelttiğini ifade etmek üzere ona bu isim verilmiştir. Bu sûre inmeden önce gecenin böyle bir ismi yoktu. Duhân sûresinde, “Biz onu mübarek bir gecede indirdik” (44/3) buyurularak bu gecenin bereketli, hayırlı, uğurlu, önemli ve kutsal bir gece olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde Kur’an’ın bu gecede, Bakara sûresinde de (2/185) ramazan ayında indirildiği belirtilmiştir. Buna göre Kadir gecesinin ramazan ayı içerisinde olduğu açıktır; ramazanın hangi gecesine denk geldiği konusunda farklı görüşler vardır. Bununla birlikte, Buhârî ve Müslim’in kaydettiği, Hz. Âişe’ye isnad edilen, Alak sûresinde naklettimiz bir hadiste Hz. Peygamber’e ilk vahyin Ramazan’ın 27. gecesinde geldiği bildirilmiş; bu sebeple Kadir gecesinin Ramazan’ın 27. gecesi olduğu yönünde genel bir kanaat oluşmuştur. Bazı rivayetlere göre Kur’an bu ayın son on günü içinde inmeye başlamıştır (Kurtubî, XVI, 124). Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi, insanların o gecede kazanacakları sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini ihmal etmelerini önlemek gibi bazı sebep ve hikmetlerle açıklanmıştır. Müfessirler, “Biz onu Kadir gecesinde indirdik” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki “o” zamiriyle Kur’an’ın kastedildiği konusunda ittifak etmişlerdir (bk. Taberî, XXX, 166; Râzî, XXXII, 27; Şevkânî, V, 554). Kur’an’ın, zamirle anlaşılacak derecede apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap olduğunu göstermek için adının açıkça anılmadığı belirtilir. “Biz onu indirdik” ifadesinden, “tamamını indirdik” veya “indirmeye başladık” mânaları anlaşılabilir. Âlimlerin çoğu, âyette “peyderpey indirdik” anlamındaki nezzelnâ yerine “indirdik” anlamındaki enzelnâ fiilinin kullanılmasını gerekçe göstererek burada Kur’an’ın tamamının ulûhiyyet makamından dünya semasına indirilmesinin söz konusu edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bazı âlimler ise bu âyetle doğrudan Hz. Peygamber’e gelen Alak sûresinin ilk âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her iki yoruma göre de söz konusu zaman diliminin Kur’an-ı Kerîm’in indirilişine sahne olduğu ve bu olayla büyük bir değer kazandığı için bu sûrede ona “leyletü’l-Kadr” denilmiştir (M. Sait Özervarlı, “Kadr Sûresi”, DİA, XXIV, 140-141). “Bilir misin nedir Kadir gecesi?” meâlindeki 2. âyete cevap veren sonraki âyetlerde onun tarihinin açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur. Duhân sûresinde de Kur’an’ın “mübarek bir gecede” indirildiği belirtilerek hüküm ve hikmet içeren bütün işlerin bu gecede ayrıldığı, belirlendiği ifade edilir (Duhân 44/3-4). Müfessirlerin bir kısmı, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olduğunu bildiren 3. âyeti hakiki mânasında anlayarak bu gecede yapılan ibadet ve hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı bin ayda yapılanlardan daha çok sevap getireceğini belirtirler. Başka bir yoruma göre buradaki bin sayısı çokluktan kinayedir. Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapça’da da bin sayısı büyük çoklukları anlatmak için kullanılmaktadır. Şu halde bu âyette Kadir gecesinde yapılan ibadet ve iyiliklerin diğer bütün zamanlarda yapılanlardan daha çok sevap getireceği ifade edilmiş olmaktadır (Şevkânî, V, 555; İbn Âşûr, XXX, 459). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa: 658-659

Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına işâret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)

Ayet ibtidaiyyedir. İnne ile tekid edilmiş cümle faidei haber talebi kelamdır. İnne’nin ismi nâ zamiridir. Enzelnâ fiili inne’nin haberi olarak mahallen  merfudur.

Car mecrur fî leyleti, enzelnâ fiiline müteallıqtır. Elqadri muzafun ileyhtir.

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Elqadri’deki elif lam takısı ahdi ilmidir.

İbn Âşur, Kadr Suresindeki İnnâ enzelnâhu fî leyletil qadri (şüphesiz biz onu (Kur‟an‟ı) kadir gecesinde indirdik.) şeklindeki Kadir/1. ayet-i kerimesinden bahsederken de benzer açıklamalarda bulunur. Görüldüğü gibi bu ayet de Kevser Suresi’ndeki söz konusu ayet gibi, inne tekid edatıyla başlamaktadır. Kur’an’ın Kadir gecesi indirildiği bilgisine dair muhataplarda herhangi bir soru veya şüphe olmadığından, haberin te'kid edatıyla pekiştirilerek talebî formda gelmesi zâhiren duruma aykırı görünmektedir. Ancak İbn Âşur’a göre ayetteki te’kid edatı, muhataplarda bulunan herhangi bir şüphe veya tereddüt sebebiyle değil, Kur’an’ın büyüklüğünü ve değerini yüceltmek için gelmiştir. (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve‟t-Tenvîr, c. XII, s. 456.)

Dolayısıyla Kevser Suresi’nde olduğu gibi bu ayette de haber, muktezâ-yı zâhire muğayir görünse de, muktezâ-yı hâle uygun formda gelmiştir.

Biz onu (Kur‟an‟ı) Kadir gecesinde indirdik ini müşterek lafza misal veren Fadl Hasan Abbâs, şunları söylemektedir: Burada elqadri kelimesinin şerefi ve bir konumu vardır. Takdir etmek manasında kullanmak mümkün olduğu gibi genişliğin zıddı darlık manasına tefsir etmek de mümkündür. Zira allahu yebsutur rızqa limen yeşâu ve yaqdiru (Allah dilediği kimselerin rızkını bollaştırır ve daraltır….) Rad 13/26.i bunu ifade etmektedir. Bu ayetteki elqadr kelimesi bu manaları muhtevidir; Zira Kadir gecesinin şerefi ve belli bir değeri vardır, bütün her şey bu gecede takdir edilir, bu gecede yeryüzüne inen meleklerin çokluğundan dolayı yeryüzü daralır. Ben bu manaya değindim ve bunu da çok sevdim. (Fadl Hasan Abbâs, el-Kelimâtu’l-Kur’âniyye ve Eseruhâ fi’d-Dirâsâti’l-Luğaviyye)

Zemahşeri de, Allah(c.c)’ın Kur'an’ı üç yönden yücelttiğini ifade eder. 

Birincisi: İndirilmesini kendisine isnat edip bunu bir başkasına değil de kendisine mahsus kılmıştır. İkincisi: Şöhretine ve vurgulamaya ihtiyacı olmadığına belge olsun diye, açık ismini anmadan zamirle ifade etmiştir. 

Üçüncüsü: İndirildiği vaktin şerefini yüceltmiştir. (Zemahşeri, Keşşaf, IV/780.)

Kadir Sûresi 2. Ayet

وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ  ...


Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin!

Vav atıftır. İtiraziyye olması da caizdir. İstifham üslubunda talebi inşai isnadtır. Mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur. Mâ leyletu cümlesi edrâke fiilinin iki mefulu yerindedir. Mahallen mansubtur. İkinci mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Leyletu, haberdir. Elqadri muzafun ileyhtir.

Ferra, Yüce Allah(cc) Kur'an-ı Kerim'de; ve mâ yudrike (sana ne bildirdi.) Ahzab, 63: Şûra, 17: Abese,3. şeklinde geçen ayetlerde Hz. Peygamber (s.a.s.)’e bazı şeylerin bildirildiğini, ve mâ edrâke (sana ne bildirdi, bilir misin nedir) diye ifade edilen ayetlerde ise O’na (s.a.s.) o bahsedilen şeyin bildirilmediğini ifade eder. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an)

Hâzin bu ifadenin; gecenin büyüklüğünü gösterme ve onun haberini dinleme adına teşvik yollu bir ifade tarzı olduğunu söyleyerek, sanki yüce Allah (c.c.): “O’nun kıymetini ve üstünlük derecesini sana bildiren, O’nun bilgisini sana ulaştıran nedir” demektedir. (Hâzin, Alâuddin Ali, Lübabüt-te’vil fî meânit-tenzil)

Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim  ifade eder.

Ve mâ edrâke mâ leyletulqadri Sorusu, Kadir gecesinin şanının yüceliğini gös­termek maksadıyla sorulmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)

’ların tekrarında cinas -reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

Kadir Sûresi 3. Ayet

لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ  ...


Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

Leyletül qadri mübtedadır. Hayrun haberdir. Car mecrur min elfi, hayrun’a müteallıktır. Şehrin ise muzafun ileyhtir.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.

Kadir gecesinin şanına fazla önem vermek ve onun yüceliğini gös­termek için, Leyletul qadri (Kadir gecesi) terkibi üç defa zikredilerek itnâb yapıl­mıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Leyletul qadr  tertid sanatı vardır.

Leyletulqadri ifadesi üçüncü kez zikredilerek “itnab” yapılmıştır. Bu şekilde bir anlatım tarzı işin büyüklüğünü ve fazlını beyan açısından çok önemlidir. Çünkü Kur’an’da bunun benzeri bir anlatım tarzı yoktur. Ayrıca, bu ayette elfi  kelimesi sıfattan kinaye olarak kullanılmıştır. Bin ay ile yüce Allah'ın zamanın tümünü kastettiği belirtilmiştir. Çünkü Araplar bin sayısını birçok defa mübalağa olarak kullanırlar. Burada da Bin ay kesretten kinayedir.(Şevkani, Fethu’l-Kadîr, V/576.)
Kadir Sûresi 4. Ayet

تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ  ...


Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.

Burada Kadir gecesinin bin aydan hayırlı oluşunun başka bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece Allah Teâlâ’nın vereceği görevleri üstlenmek üzere melekler ve ruh yeryüzüne inerler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre 4. âyetteki “ruh”tan maksat Cebrâil’dir (krş. Şuarâ 26/193-194). Cebrâil meleklerden biri olmakla birlikte makamının yüksekliğini ve şanının yüceliğini göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir. Ruha “meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dışında Allah’ın görünmez ordularından bir ordu, rahmet” vb. mânalar verenler de vardır (Râzî, XXXII, 34; Şevkânî, V, 555). 5. âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk gecesi olduğu ifade edilmiştir. Zira melekler gecenin başından itibaren şafak sökünceye kadar gruplar halinde inerek müminlere selâm verirler. Bu durum gecenin karanlığı çekilinceye kadar devam eder. Kadir gecesinde Allah Teâlâ rahmân ismiyle tecelli etmekte, –Duhân sûresinin 4-6. âyetlerinden de anlaşıldığı üzere– bu tecelli en az bir yıl boyunca genel esenliğin devamını sağlamakta, düzeni ve dengeyi korumaktadır. Bu sebeple ramazanın son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber dünyevî işlerden uzaklaşıp mescidde itikâfa çekilir, vaktini daha çok ibadet ve tefekkürle geçirirdi (Buhârî, “İ‘tikâf”, 1; Müslim, “İ‘tikâf”, 1-5). Dolayısıyla müminler de Kadir gecesini ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz. Âişe bu gecenin nasıl ihya edileceğini Hz. Peygamber’e sormuş, o da “Allahım! Sen affedicisin, affı seversin, beni affet! de” şeklinde cevap vermiştir (Tirmizî, “Da‘avât”, 84; İbn Mâce, “Duâ”, 5). Kadir gecesi, “kandil geceleri” denilen ve zamanla İslâm kültür tarihinde kutlu olduğuna inanılıp çeşitli ibadetlerle ihya edilen, hatta merasimlerle kutlanan gecelerden biri ve en önemlisidir (geniş bilgi için bk. Halit Ünal, “Berat Gecesi”, DİA, V, 475-476; M. Sait Özervarlı-Mustafa Uzun, “Kadir Gecesi”, a.g.e., XXIV, 124-127; Nebi Bozkurt, “Kandil”, a.g.e., XXIV, 300-301). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:657-660

تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ

Elmelâiketu, tenezzelü fiilinin failidir. Errûhu, elmelâiketu’ya matuftur. Car mecrur fîhâ, tenezzelü fiiline veya elmelâiketu’nun mahzuf haline müteallıqtır. Takdiri mütelebbisîne (sarılmış, kaplanmış bir halde) şeklindedir.

Car mecrur biizni, tenezzelü fiiline müteallıqtır.

Şihab'ın beyanına göre fîhâ zamirinde iki vecih vardır:

1) Geceye ait olmasıdır ki, bu şekilde ruh, melaikeye atfedilerek, o gecede melekler ve ruh peyderpey iner demek olur, zahiri de budur.

2) Melâikeye ait, vav da hâliye olmasıdır ki, ruh içlerinde olduğu halde melekler iner demektir. (Elmalılı, Hak Dini, IX/345-346.)

Ayetteki, Rablerinin ifadesi, melekler için bir ta'zimi (büyüklüğü), günahkarlar için de tahkiri ifade eder. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Onlar Benim içindirler. Ben de onlar içinim" demek istemiştir. Bu ifadenin bizim hakkımızdaki benzeri de, "Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri yaratan Allah'dır" (A'raf, 7/54) ayetidir. Cenâb-ı Hak Hz. Muhammed (s.a.s)'e de, "Hani Rabbin demişti ki..." (Bakara, 2/30) buyurmuştur. (Fahrettin Razi)

 

مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ

Car mecrur min külli, tenezzelü fiiline müteallıktır. Emrin muzafun ileyhtir.

Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. 

Tetenezzelül melâiketu ver rûhu (Melekler ve Cebrail iner) inde, umûmîden sonra husûsî olan zikredilmiştir. Yüce Allah Cebrail'in şerefinin yüceliğine dikkat çekmek için meleklerden sonra onu ayrıca zikretti. (Safvetü’t Tefâsir)

Emrin’deki tenvin kesret ve tazim içindir.
Kadir Sûresi 5. Ayet

سَلَامٌ۠ۛ هِيَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ  ...


O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.

Selamun mukaddem haberdir. Hıye muahhar mübtedadır. Hatta, gaye bildiren cer harftir. Car mecrur hatta matlaı, selamun’a müteallıqtır. Elfecri ise muzafun ileyhtir. 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim - tehir sanatı vardır.

Cümle faidei haber talebi kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyh olan selamun  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir 

Bu ayette selamun hıye’deki hıye zamiri başa gelebilecekken, selamun ismi başa gelerek, müsned, müsned ileyh olarak takdim edilmiştir. Böylece takdim edilen selamun’ın ehemmiyeti belirtilmiş olmaktadır.

Razi’ye göre Selâmun hiye ifadesi, cennettir bu  manasında olup kinaye vardır. Çünkü cennetin bir ismi de, selam yurdu’dur, yani selametten kalıba dökülmüş demektir. (Fahreddin Râzi)

Surede ayet sonlarındaki uyum hemen kendini göstermektedir. Ayetlerinََ ر “ra” harfi ile bitmesi bir fasıla oluşturmuş ve seci sanatı meydana gelmiştir. Emrin, şehrin, elqadri ve  elfecri’de seci vardır. Kelime sonları ses bakımından birbiriyle uyumludur. (Zuhayli, et-Tefsiru’l-Münir, XV/577)

Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir. 

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Beyyine Sûresi 1. Ayet

لَمْ يَكُنِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ مُنْفَكّ۪ينَ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُۙ  ...


Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.

Burada eleştiri konusu edilen “Ehl-i kitap”tan maksat, özellikle o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerle hıristiyanlar; “müşrikler”den maksat ise dönemin putperest Araplar’ıdır. Her ne kadar burada Hz. Peygamber’in yakın çevresinde bulunan iki grup inkârcı zikredilmişse de hüküm geneldir, bütün insanlığı ilgilendirmektedir. İlk âyet hakkında yapılan yorumları üç noktada özetlemek mümkündür: a) Müfessirlerin çoğunluğu bu âyeti, “Allah ve resulünü inkâr eden yahudiler, hıristiyanlar ve putperestler, kendilerine açık kanıt yani peygamber gelinceye kadar içinde bulundukları inkârcılıktan ayrılıp ona son vermeyeceklerdir” şeklinde yorumlamışlardır. b) Diğer bir yorum da şöyledir: Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in muhatapları olan Ehl-i kitap ile müşrikleri, –yeni bir ilâhî mesajın zamanı geldiği için– o mesajı göndermeden dünyadan ayırmayacaktır. c) Aynı âyet, söz konusu grupların, kendilerine elçi ve kanıt gelmedikçe, gönderilmedikçe cezalandırılmayacakları şeklinde de yorumlanmıştır (bk. Ebû Hayyân, VIII, 498; Şevkânî, V, 557-558). Bu son anlam âyetin bağlamına daha uygun görünmektedir. Yüce Allah, insanları iyiyi kötüden ayırt edecek yeteneklerle donatmış olmakla birlikte yine de, merhametinin bir sonucu olarak, açık kanıt göndermediği ve mesajının ulaşmadığı kimseleri yaptıklarından dolayı cezalandırmayacağını haber vermiştir. Nitekim bu husus, “Biz bir resul göndermedikçe azap edecek değiliz” (İsrâ 17/15) meâlindeki âyette daha açık bir şekilde ifade buyurulmuştur. 2. âyette, ilk âyette geçen kanıtın, “tertemiz sayfalar”ı okuyup Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek üzere Allah tarafından gönderilmiş olan Hz. Peygamber olduğu belirtilmiştir. “Tertemiz sayfalar” ise Kur’an’ın sayfaları olup “tertemiz” nitelemesi, “yalan, nifak, şüphe, sapkınlık ve yanlışlık vb. kusurlardan arınmış sayfalar” anlamını ifade eder (bk. Kurtubî, XXIX, 142). 3. âyet ise bu sayfalarda “kitaplar”, yani dosdoğru, hakkı bâtıldan ayıran ilâhî âyetler ve hükümler bulunduğunu bildirmektedir. Kur’an-ı Kerîm önceki kitapların hükümlerini içerdiği için de bu şekilde nitelendirilmiş ­olabilir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 663-664
Kadir sûresi Riyazus Salihin, 1192 Nolu Hadis Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır." (Buhârî, Îmân 25, 27, 28, 35, Savm 6, Terâvih 1, Leyletü'l-kadr 1; Müslim, Müsâfirîn 173-176) Riyazus Salihin, 1193 Nolu Hadis Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre, bir grup sahâbî, rüyalarında Kadir gecesinin ramazan'ın son yedi gecesinde olduğunu görmüşler (ve bunu Hz. Peygamber'e bildirmişler)di. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: - "Kadir gecesi ile ilgili rüyalarınızın, ramazanın son yedi gecesi üzerinde toplandığını görüyorum. O halde Kadir gecesini arayan onu ramazanın son yedi gecesinde arasın!" (Buhârî, Leyletü'l-kadr 2, Ta'bîr 8; Müslim, Sıyâm 205 -206. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 5; Tirmizî, Savm 71) Riyazus Salihin, 1198 Nolu Hadis Âişe radıyallahu anhâ  şöyle dedi: - Ey Allah'ın Resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim? diye sordum. - "Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et" buyurdu. (Tirmizî, Daavât 84.)

Ayet abtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Lem muzariyi cezm ederek manasını maziye çeviren nefiy harfidir. Müzekker cemi has ismi mevsul ellezîne, kâne’nin ismi olarak mahallen merfudur. Keferû mevsulün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Car mecrur min ehli, mahzuf hale muteallıktır. El kitâbi, muzafun ileyhtir. Müşrikîne, ehli’ye matuftur. Münfekkîne, kâne’nin haberi olarak mansubtur. Nasb alameti ye’dir.

Hatta, gaye ve cer harfidir. Muzariyi gizli enle nasb ederek manasını gaye bildiren masdara çevirmiştir. 

En te’tiyehumul beyyinetu cümlesi masdarı müevvel olarak cer mahallinde, munfekkîne’ye mütealliktir. Münfekkîne, enfekke fiilinin ismi failidir.

Müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi mezkur kişileri tahkir içindir. İsmi mevsullerde tevcih sanatı vardır. Min, ba’diyet ifade eder.

El kitâbi ve el muşrikîne’deki tarif ahdi ilmidir.

Keferû - el müşrikîne, el beyyine - el kitâbi  kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Ehli kitab müşriklere takdim edilmiştir.

Cenâb-ı Hak, niçin, "Ehl-i Kitab"tan demiş de, "Yahudi ve hristiyanlardan" dememiştir? Çünkü, "ehl-i kitab"tan ifadesi, onların, alim olduklarına delalet eder ki bu da, ya daha çok tazimi gerektirmiştir, -ki işte bu sebeple de bunlar, "Yahudi ve hristiyanlardan..." diye değil de, bu lakapla zikredilmişlerdir. Yahut, bunların alim olmaları, küfürlerinin daha fazla çirkin olmasını gerektirmiştir; daha fazla cezayı hak ettiklerine dikkat çekmek için de, işte bu vasıfla zikredilmişlerdir. Cenâb-ı Hak, "kafir olanlar" ifadesini, ehl-i kitab ve müşrikler olarak tefsir etti. Binâenaleyh bu, hepsinin, küfürde aynı olmalarını gerektirir. İşte bu yüzden ulema, "Küfür, tek bir millettir" demişlerdir. O halde yahudi müşrike, müşrik de yahudiye varis olabilir. (Fahrettin Razi)

Kîtab ehlinden yahudi ve hristiyanlardan demektir ve müşriklerden lâfzı kitab ehlinden lâfzına atf ile cer mahallîndedir. İbn Abbâs dedi ki: Kitab ehli Yesrib'de bulunan yahudilerdir. Bunlar Kurayza, Nadir ve Kaynuka oğullarıdır.  Müşrikler ise Mekke ve civarında bulunanlar ile Medine ve civarında bulunanlardır. Maksat Kureyş müşrikleridir. Ayrılmayacaklardı; küfürlerinden vazgeçmeyecek, başka yola sapmayacaklardı demektir. Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar. Yani apaçık delil onlara gelinceye kadar. Bu da Muhammed s.a.v’dir. (Kurtubi)
Beyyine Sûresi 2. Ayet

رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ يَتْلُوا صُحُفاً مُطَهَّرَةًۙ  ...


Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir.

Rasûlun, önceki ayetteki beyyinetu’dan bedeli küldür. Car mecrur min allâhi, rasûlun’un mahzuf sıfatına muteallıqtır. Yetlû cümlesi rasûlun için ikinci  sıfattır. Suhufen, yetlû fiilinin mefulüdür. Mutahheraten, suhufen’in sıfatıdır. 

Sıfatlar dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teala olması hasebiyle, lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

Suhufen’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

Rasûlun - Allahi kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır. 

Allah'tan bir resûl... ifadesi beyyine'den ya bizzat bedeldir ya da muzâf takdiri ile (vahyü Resûlin) bedeldir veya mübteda’dır, onlara tertemiz sahifeler okur kavli de sıfatıdır yahut haberidir. Resûl a.s her ne kadar ümmi idiyse de fakat o eski suhuflarda olanların benzerini okuyunca okuryazar gibi olmuştur. Resûl’dan murat edilen Cebrâîl a.s'dır da denilmiştir. Suhuf’ların tertemiz olması, onlardaki şeye batılın karışmamasındandır ya da ona ancak temiz olanların el sürmelerindendir. (Beydavi)

Yüce Allah, hattâ te’tiyehumulbeyyinetu (Onlara delil gelinceye kadar) ini rasûlun minellahi yetlû suhufen mutahharatün (Allah tarafından gönderilmiş peygamber, terte­miz sahifeleri okumaktadır.) i ile açıklamıştır ki bu, icmalden sonra tafsildir. 

Yetlû suhufen mutahharatün (Tertemiz sahifeleri okuyor" inde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Burada mutahharatün (tertemiz) kelimesi müsteâr olarak kullanıl­mıştır. Çünkü sahifelerin bâtıldan uzak oluşu pisliklerden temizlenmesine benzetilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

Beyyine Sûresi 3. Ayet

ف۪يهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌۜ  ...


O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.

Kütübün muahhar mübtedadır. Qayyimetun, kütübün’ün sıfatıdır. Cümle nasb mahallinde suhufen için ikinci sıfattır.

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemali ittisaldır. Cümlede takdim tehir ve icazı hazif sanatları vardır. Car mecrur fîha mahzuf mukaddem habere muteallıqtır. Müsnedün ileyhin nekira gelmesi tazim ve teşrif ifade eder. 

O sayfalarda, en doğru hükümler vardır; onlardadır bütün kıymetli kitaplar, yani doğru sabit kitaplar, bozulmaz, devamlı hak yazıları o temiz sayfaların içindedir. Ki bunlar işte o "oku" diye okunması emrolunan Kur'ân sayfaları, Kur'ân sûreleridir. O kâfirler, böyle temiz sayfalar okuyacak bir Allah Resulü gelinceye kadar bulundukları hâl ve vaziyetten, din ve inançtan ayrılacak değillerdi. Öyle bir beyyine gelmedikçe tamamen hak ve tevhid dinini bilip de yerleşecek ve hallerini değiştirecek bir durumda bulunmuyorlardı ve bunda özürlü olabilirlerdi. (Elmalılı)
Beyyine Sûresi 4. Ayet

وَمَا تَفَرَّقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَةُۜ  ...


Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetteki “açık kanıt”tan maksat, getirdiği mesaj ve mûcizelerle apaçık hak ve hakikat elçisi olan Hz. Peygamber’dir. Buna rağmen Ehl-i kitap onun hakkında ihtilâfa düştüğü için kınanmıştır. Müfessirler Hz. Peygamber gelinceye kadar Ehl-i kitabın, son peygamberin geleceği hakkında fikir birliği içerisinde bulunduğunu, fakat Hz. Peygamber geldikten sonra bir kısmı ona inandığı, çoğu ise inkâr ettiği için ayrılığa düştüklerini söylemişlerdir (Taberî, XXX, 169; Şevkânî, V, 558-559). İbn Âşûr’a göre bu âyetteki “açık kanıt”la Hz. Îsâ’nın gelişi kastedilmiştir. Zira, İsrâiloğulları’nın geçmişteki bazı peygamberlerinin verdikleri haber uyarınca, Hz. Îsâ kendilerine peygamber olarak gönderildiği halde onların bazıları ona inanırken büyük çoğunluğu onun peygamberliğini tanımamışlar, böylece aralarında ayrılığa düşmüşler, yahudiler ve hıristiyanlar olarak bölünmüşlerdir (XXX, 478-479). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 664
Beyyine-4 Resûl-i Ekrem bu anlaşmazlıktan söz ederek “ Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya, Hıristiyanlar da yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaklardır “ buyurmuştur. ( Ebû Dâvud, Sünne 1, Tirmizi, Îman 18; İbni Mâce, Fiten 17; Ahmed b Hanbel, Müsned ,IV ,102; Elbâni, Silsiletü’l-ehâdis’s-sahiha ,I ,402,nr. 203).

nafiyedir. Has ismi mevsul ellezîne, teferraqa fiilinin faili olarak mahallen merfudur. 

Ûtûl kitâbe, mevsulü her zaman takib eden sılasıdır. İrabdan mahalli yoktur.

İlla hasr harfidir. Car mecrur  min ba’di, teferraqa fiiline muteallaktır. masdariyyedir. Câethumul beyyinetu cümlesi masdarı müevvel olarak ba’di’nin muzafun ileyhidir. Mecrur mahaldedir.

Vav isti’nafiyedir. Cümle irabdan mahalli olmayan müste’nefe cümlesidir. Menfi fiil cümlesi formunda talebi inşai isnadtır. Müsnedün ileyh, bahsi geçenlerin adının anılması kerih görüldüğü ve muhatap tarafından bilindiği  için ismi mevsulle marife olmuştur.

Câet fiilinin mefulü hum, fail el beyyinetu’ya takdim edilmiştir.

El beyyinetu’daki tarif ahdi sarihidir.

Nefiy harfi ve illa ile oluşan kasır nedeniyle cümle faidei haber talebi kelamdır. 

Kitap ehli, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. Fakat o kendilerine kitap verilenler, yani o kitap ehli veya bilhassa onların bilginleri olan okur yazar takımı ancak kendilerine o beyyine (apaçık mucize) geldikten sonra ayrıldılar, ayrılığa düştüler. Kimisi o beyyineye, o Resule iman ettiği halde, kimisi küfre sapıp eski hallerinde kalmakta ısrar ederek tefrika (ayrılıkçılık) çıkardılar. (Elmalılı)

Beyyine Sûresi 5. Ayet

وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ  ...


Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.

“Allah’a yürekten inanıp itaat ederek” diye çevirdiğimiz ifadenin tam karşılığı, “dini yalnız Allah’a has kılarak” şeklindedir. Bu ifadeyle “Allah’a gönülden inanıp tam bir dindarlık duygusuyla ve içtenlikle yalnız O’na boyun eğme” anlamı kastedildiği için böyle bir meâl vermeyi tercih ettik. Buna göre ibadetlerde şekil de vazgeçilmez olmakla beraber, ibadetin özü ve ruhu niyet ve ihlâstır, tevhid inancı ve kulluk bilincidir. Hanîf ismi Kur’an dilinde her şeyden önce tevhid inancını kapsar ve daha açık olarak, “Şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşıp Allah’ın birliği inancına yönelen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamına gelir (bilgi için bk. Kur’an Yolu, Bakara 2/135; Rûm 30/30). İbadet teriminin genel anlamı içinde namaz ve zekât da bulunmakla birlikte, bunların ayrıca zikredilmesi, onların çok önemli ve değerli olduklarını göstermektedir. Gerek önceki kutsal kitapların aslında ve gerekse Kur’an’da insanlara sadece bir olan Allah’a ihlâsla ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmiştir. Namaz Allah’a saygının, zekât ise insana şefkat ve sevginin en anlamlı ifadeleridir. Bu sebeple, âyette belirtildiği gibi tevhid inancı ve “Allah’a gönülden saygı ve itaat” anlamındaki ihlâsın yanında, namaz ve zekât da diğer ilâhî dinlerin bozulmamış şeklinde mevcut idi. Âyetin son cümlesinde bu vecîbelerin, ilâhî vahye dayanan “dosdoğru din”in kendisi ve doğru yolda giden toplumların dini olduğu vurgulanmıştır. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 664-665

وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ

Vav hal vav’ı, cümle haldir. ise nafiyedir. İllâ hasr harfidir. Ya’budû fiiline dahil olan lam lâmut ta’lildir. Fiili gizli enle nasb ederek manasını sebep bildiren masdar yapmıştır. En ve masdarı müevvel lam’la birlikte umirû fiiline muteallıqtır. Allahe ya’budu fiilinin mefulüdür. Muhlisîne ya’budu fiilinin failinden haldir.

Car mecrur lehu, ismi fail olan muhlisine’ye muteallıktır. Eddîne, muhlisîne’nin mefulüdür. Hunefâe cümlesi ya’budu fiilinin failinden ikinci haldir.

Ve yuqîmû… ve yu’tû.. cümleleri liya’budullahe... cümlesine matuftur. Essalâte, yuqîmû fiilinin, ezzekâte yu’tû fiilinin mefulu bihidir.

Salâte- zekâte kelimeleri arasında muvazene, cinas ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.

Umirû fiili meçhul bina edilerek faile değil mefule dikkat çekilmiştir.

Bu te dîni sadece Allah’a tahsis ederek O’na ibâdet etmekle emrolundukları zikredilmiş. Kasr-ı mevsuf ale-s sıfattır. Muhâtabın tereddüt ettiği konu açıklığa kavuşturulmuştur. Yâni onlar; hem Allah’a, hem de O’na yaklaştırsın diye putlara ibâdet ediyorlardı. Dolayısıyla putlara değil, sâdece Allah’a ibâdet etmeleri açıkça ifâde edilerek kasr-ı tâyin olmuştur. Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi)

 

وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ

Vav atıf veya haliyedir. İsti’nafiyye olduğu da söylenmiştir. İşaret ismi zalike mübteda, dînu, haberdir. El qayyimeti muzafun ileyhtir. 

İsim cümlesi formunda faidei haber ibtidai kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edilene tazim ve teşrif ifade eder. 

Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme, yani veciz anlatım amacına matuftur. Tazim ifade eden bir kelimeye muzaf olması müsnede şeref kazandırmıştır.

Zâlike‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye  işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Cami her ikisindeki vucudun tahakkukudur.

Zalike ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Duhân Sûresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/57)

El qayyimeti’deki el takısı ahdi sarihidir.

Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek, Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur. (Elmalılı)

İhlas, herhangi bir işi, yapmaya götüren başka sebeplerin tesiri olmadan, sadece tek bir sebepten ötürü yapmaya denir. (Fahrettin Razi)

Beyyine Sûresi 6. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ  ...


Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah’a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler.

Bu sûrenin indiği Medine ve çevresindeki yahudiler ve hıristiyanlar, son peygamber Hz. Muhammed’in risâleti hakkında bilgi sahibi oldukları halde, o hak peygamberi ve Kur’an’ı inkâr ettikleri; putperestler ise ayrıca bir olan Allah’a ortak koştukları için halkın en kötüsü olarak nitelendirilmişlerdir. Onlara ibadet etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm dinini kabul etmeye çağrıldıklarını ifade eder. Sonuç olarak, inkârcılar yeryüzünün en kötüleri olarak uhrevî cezayı, inanıp iyi işler yapanlar ise yeryüzünün en iyileri olarak uhrevî mutluluğu hak etmişlerdir. Bu ikincilerin kavuşacakları en büyük mutluluk ise yüce Allah’ın rızasına nâil olmalarıdır. Zira bir hadîs-i kudsîde belirtildiği üzere onlara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan aklının tasavvur edemeyeceği derecede güzel bir ödül hazırlanmıştır (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Bundan dolayı 8. âyette onların da Allah’a karşı hoşnutluk ve memnuniyet hissiyle dolacakları bildirilmektedir. Sûrenin sonunda bütün bu nimet ve lütufların, müminin yüce rabbine karşı duyduğu derin saygı ve korkunun sonucu olduğu ifade edilmiştir. Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 665-666

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْـكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ

Müzekker cemi has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Keferû mevsulün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Car mecrur min ehli, mahzuf hale muteallıqtır. El kitâbi, muzafun ileyhtir. Müşrikîne, ehli’ye matuftur.

Ayet isti’nafiye olarak fasılla gelmiştir. Cümle inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Ehli kitab kafirlere takdim edilmiştir.

İnne’nin isminin, ismi mevsulle gelmesi mezkur kişileri tahkir içindir. Min, ba’diyet ifade eder.

El kitâbi ve el muşrikîne’deki tarif ahdi sarihidir.

Keferû - el muşrikîne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Cümlede icazı hazif sanatı vardır. Car mecrur fî nâri cehenneme, inne’nin mahzuf haberine muteallıqtır. Hâlidîne, mahzuf haberdeki zamirden haldir. Fîha’nın müteallakıdır.

Önceki küfredenler ahde haml olunsa (bilinen kâfirler olduğu kabul edilse) bile bunun, sevk itibarıyla istiğrak (hepsini içine alması) için genel olması gerekir. Çünkü küfrün hükmünü beyan için kübra (büyük önerme) yerindedir. Ancak bu küllî oluş, o beyyine (açık delil) geldikten sonra küfredenlere ait olmak üzere bunda da bir ahit mânâsı yok değildir. Şu halde şöyle demek olur: O açık delil geldikten sonra onu inkâr eden bütün kâfirler gerek kitap ehlinden olsun, gerek puta tapanlardan olsun, hepsi ebedî olmak üzere cehennem ateşindedirler. Kıyamet günü cehenneme gidecekler, orada ebedî olarak kalacaklardır. (Elmalılı)

 

اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِۜ

İşaret ismi mübtedadır. Huve fasıl zamiri, şerrul beriyyeti haberdir. 

Fasılla gelen cümle, beyani isti’naf veya ta’liliyedir. Fasıl zamiriyle tekid edilen cümle faidei haber talebi kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edilene tahkir ifade eder. Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme, yani veciz anlatım amacına matuftur.

El beriyye’deki el takısı cins için, hakiki istiğrak ifade eder. 

İşte onlar yaratılmışların en kötüsüdürler yani mahlûkatın demektir. Aslı üzere hemze ile berieti de okunmuştur. (Beydavi)


Beyyine Sûresi 7. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِۜ  ...


Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.

Müzekker cemi has ismi mevsul ellezîne, inne’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Âmenû, mevsulün irabdan mahalli olmayan sılasıdır. Ve amilû cümlesi sılaya matuftur. Salihâti, amilû fiilinin mefulu bihidir.

Ayetin sonundaki isim cümlesi inne’nin haberi olarak mahallen merfudur. 

İşaret ismi mübtedadır. Huve,  fasıl zamiri hayrul beriyyeti haberdir. 

Ayet isti’nafiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle inne ile tekid edilmiş faidei haber talebi kelamdır. İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Âmenû’dan sonra amilûs salihâti’nin zikri hususun umuma atfı babında itnabtır.

Fasıl zamiriyle tekid edilen son cümle faidei haber talebi kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edilene tazim ifade eder. Müsnedin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme, yani veciz anlatım amacına matuftur.

El beriyye’deki el takısı cins için, hakik istiğrak ifade eder. Kelimenin tekrarı lafzi tekidtir.

Âmenû - keferû, şerru - hayru kelimeleri arasında tıbakı icab, el beriyyeti, hum, ulâike, ellezîne, inne kelimelerinin tekrarında itnab, cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi (Ehl-i kitaptan kâfir olanlar var ya) i ile innellezîne âmenû ve amilussâlihâti (İman edip sâlih amel işleyenler var ya) i arasında mukabele sanatı vardır. Bu mukabele, itaatkârların nimeti ile is­yankârların azabı arasındadır. (Safvetü’t Tefâsir)

Sâlih amel işleyenler cümlesinde, hem ”sâlih amel" hem de ”işleyen" kelimelerinin çoğul oluşu, bir kişinin bütün sâlih amelleri işlemekle mükellef olmadığına delâlet etmektedir. Aksine, her ferdin sâlih amelden bir payı vardır. Zenginin payı vermek, fakirin payı almak, sabretmek ve kanaat etmektir. İşte onlar şeref, fazilet, iman ve taatin zirvesi ile nitelenen yaratıkların en hayırlılarıdırlar. Bu , insanın melekten daha üstün olduğuna delil gösterilmiştir. Çünkü inananlar’dan maksat, insanlardır. Yaratık kelimesi, meleklere ve cinlere de şamildir. (Ruhul Beyan)
Beyyine Sûresi 8. Ayet

جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ  ...


Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.

جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ

Cezâuhum, mübtedadır. Mekan zarfı inde, cezâuhum’a veya ondaki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Rabbihim muzafun ileyhtir. Cennâtu haberdir. Adnin, cennâtin’in muzafun ileyhidir.

Tecrî... cümlesi, cennâtu için sıfattır. Mahallen merfudur. Car mecrur min tahtihâ, tecrî fiiline muteallıqtır. El enhâru fiilin muahhar failidir. Hâlidîne, amili mahzuf olan haldir. Takdiri duhûleha (Oraya giriş) dır. Car mecrur fîhâ ve zaman zarfı ebeden, halidîne’ye muteallıqtır. 

Ebeden - hâlidîne, el enhâru - tecrî, adnin - cennâtin kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Ayet beyani isti’naf olarak fasılla gelmiştir. 

İnde rabbihim izfetinde inde, Rab ismine muzaf olduğu, hum zamiri de yine Rab ismine muzafun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teala’dır. Dolayısıyla Rab isminde tecrit sanatı vardır.

Belâgat ilminde önemli bir kavram olarak kabul edilen “mübalağa” sanatını göz önüne alarak Beydavi ayeti şu şekilde tefsir etmektedir: Bu ifadede çeşitli mübalağalar vardır. Şöyle ki; övgünün başa alınması, kendilerine verilen ikramın vasıflandırıldıkları şeye mukabil olduğunu gösteren karşılığın zikredilmesi, bunun Rableri katından olmasına hükmedilmesi, cennet lafzının cennat şeklinde çoğul gelip izafetle ve nimetinin artması ile kayıtlanması ve (sonsuzluğun) ebeden lafzının, halidîne lafzı ile (ebedilikle) tekid edilmesi mübalağa içindir. Müfessirimizin burada mübalağa sanatına dair zikrettiği edebî inceliklerin hiçbirisi Keşşâf’ta yer almazken Ebussuûd, tefsîrinde bu açıklamalar mevcuttur. (Süleyman Gür Kazi Beyzavi Tefsirinde Belagat İlmi Ve Uygulanışı dr.tez.)

Bu  sûrede kâfirlerin cehennem ateşinde ebedî oluşları ebeden kelimesi ile tekit edilmemiş olduğu halde müminlerin cennetlerde ebedî oluşları açıkça te'bid (devam ettirme) ile de tekit edilmiştir. Râzî Tefsiri’nde buna iki vecih söylemiştir: 

Birincisi: Rahmetin, öfkeden daha fazla olduğuna tenbihtir. 

İkincisi: Cezalar, hadler, keffaretler birbirine girer. Fakat sevabın kısımları birbirine girmez.

 (Elmalılı)

 

رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ

Aynı üslupla gelen Ve radû anhu cümlesi öncesine matuftur.

İnne’nin ikinci haberi olmasına da cevaz vardır. Allâhu fiilin failidir. Car mecrur anhum, fiile muteallıqtır.

İsti’nafiye olarak fasılla gelen cümle, dua cümlesidir. 

Müsbet fiil cümlesi, faidei haber ibtidai kelamdır.  

Lafzı celalde tecrit sanatı vardır.

Radiye - radû kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.

 

ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ

İşaret ismi zalike, mübtedadır, mahallen merfudur. Cümlede icazı hazif vardır. Men müşterek ismi mevsuldür. Mecrur mahaldedir. Car mecrur limen mahzuf habere müteallıktır. Haşiye cümlesi mevsulün sılasıdır. 

İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır. 

Beyani isti'naf olarak fasılla gelmiştir. Müsnedün ileyhin ismi işaretle marife olması işaret edilene tazim ve teşrif ifade eder.

Zâlike‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Cami her ikisindeki vucudun tahakkukudur.

Rabbehu izafeti muzafun ileyhin şanı içindir.

Rab isminde tecrit sanatı vardır. Rabbi - Allahu kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.

Allah onlardan râzı oldu. Bu da mükâfatlarının artırılacağını gösteren yeni söz başıdır. Onlar da ondan râzı oldular çünkü onları umdukları en yüksek dereceye çıkarmıştır. (Bu) yani zikredilen mükâfat ve Allah’ın rızâsı Rabbinden korkan içindir çünkü Allah korkusu işin başıdır ve her hayrın sebebidir. (Beydavi)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Kadir Suresi’ni okurken, saniyeler içerisinde, aklı farklı alemlerde dolaştı. Kadir Gecesi’ni düşündü. O gece ve o gecede indirilen Kur’an-ı Kerim için Allah’a hamdetti. Rasulullah (sav) Efendimiz’i andı ve salavat getirdi. Boşa vakit kaybetmeye meyilli olan nefsinin haline hüzünlendi. Yitip giden kıymetli gün ve gecelerinin pişmanlığında kavruldu. Mekke ve Medine’de geçirdiği Ramazan günlerini ve 27. gecesinin müthiş kalabalıklarını hatırladı. Ramazan ayını özlediğini hissetti. Kur’an-ı Kerim’ini sıkıca tuttu. Onun kıymetini bilen ve kendisinde gizlenmiş her bereketinden faydalanan kullardan olmak için Allah’a dua etti. Ey alemlerin rabbi olan Allahım! Ömrün ve ölümün hayırlısını ve kolayını, Senden niyaz ederiz. Bizi, yaşadıkça ömrü bereketlenenlerden, ahlakı güzelleşenlerden, amelleri samimileşenlerden, sevapları çoğalanlardan ve günahları affolunanlardan eyle. Sahip olduğumuz boş vakitlerin kıymetini bilerek için dolduran, zamanını Senin rızana uygun şekilde değerlendiren ve namazı, zekatı daim olan kullarından eyle. Mekke ve Medine topraklarına ayak basanlardan ve oralarda bulunduğu her anın kıymetini bilenlerden olmak duasıyla.

Amin.