بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْقَارِعَةُۙ
“Korkunç ses” diye çevirdiğimiz kāria kelimesi sözlükte “şiddetle vurmak, çarpmak” anlamına gelen kar‘ kökünden türemiş bir isim olup kıyameti ifade eder. Arapça’da büyük felâket ve belâya da kāria denir (bk. Ra‘d 13/31). Kıyamet dehşet verici halleriyle kalplere korku saldığı ve o günde suçlular cezaya çarptırıldığı için kıyamete kāria denmiştir. Bu âyetler, gerek üslûp gerekse anlam bakımından kıyamet olayının büyüklüğünü ve şiddetini ifade ettiği gibi kıyametin ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de göstermektedir.
Elqâriatu mübtedadır. Elqâriatu sülasisi qaraa’ olan fiilin ismi failidir.
Kelâma en güzel giriş şekillerinden biri de kelâmın konusuyla alâkalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelâmın maksadına edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâetü-l istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Kur’an Işığında Belağât Dersleri Bedi İlmi)
Ayet ibtidaiyyedir. Elqâriatu’deki elif lam takısı ahdi ilmidir.
El-qâriatu, görünürde öznesi, yüklemi ve tümleci bulunmayan bir kelime olmasına rağmen, ya öznesi mahzuf (gizli) bir yüklem, ya da yüklemi mahzuf bir özne, ya da bir tahzir (uyarı) cümlesinde tümleçtir. Bu varsayıma göre in başında görünmeyen bir itteqâ (sakının) uyarısı olduğu kabul edilir. (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili)
Seyyit Kutub, fî Zılâli‟l-Kur‟ân adlı eserinde Kâria kelimesine kalpleri oynatan ve bastıran bir mana vermiştir. Sûrenin kıyamet sahnelerini en iyi tasvir eden surelerden biri olduğunu belirten Kutub, ilk inin müfret bir kelime ile başlayarak tesir bakımından bomba etkisi meydana getirdiğini açıklar. Kutub, haberi ve sıfatı olmayan, el-Kâria‟(nın maksadı ve ses tonuyla korkunç ve devirici bir mana ortaya çıkarmak olduğunu söyler. (Seyyid b. Kutub, fî Zılâli’l-Kur’ân,)
Celali de, insanların kıyamet anında büyük korku ve panik içerisinde olmaları sebebiyle, söz konusu büyük gürültüyü tam idrak edemeyeceklerini, onun mahiyetini bilemeyeceklerini söylemiştir. (Celâlî, Evdahü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân)
مَا الْقَارِعَةُۚ
Mel qâriatu cümlesi elqâriatu’nun mübtedasının haberidir. Mâ istifham harfi, ikinci mübteda olarak mahallen merfudur. Elqâriatu haberdir.
Me’l-qâriatü’deki elqâriatü kelimesi ise haber olup merfudur. Râzi, elqâriatu melqâriatu lerinin irabını yaparken burada bir tahzir olduğunu beyan eder. Müfessir, ‘sakın kendini, aslan var aslan’ anlamında tahzirin, hem nasb ile elesede elesede diye, hem de ref ile, elesedu elesedu şeklinde olmasınn caiz olduğunu beyan eder. Buna göre anlam şöyle olur: Sakının kendinizi Kâria var, Çok korkunç Kâria. Öyle bir Kâria ki, onun ne büyük olduğunu görmeyince akli yeteneğinizle
bilemezsiniz. (Fahreddin Razi, Mefâtihu’l-Gayb)
Cümlede müsnedin el takısıyla marife olması, bu vasfın kemal derecede olduğunu ifade eder. Faidei haber talebi kelamdır.
Elqâriatu’deki elif lam takısı ahdi sarihidir.
Melqâriatu ayetinde zamir yerine açık isim getirilmesi korkutma ve dehşet ifade etmesi içindir. (Safvetü’t Tefâsir)وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا الْقَارِعَةُۜ
Vav atıftır. Mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur.
Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Mel qâriatu cümlesi edrâke fiilinin iki mefulu yerindedir. Mahallen mansubtur. İkinci mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Elqâriatu, haberdir.
Faide haber talebi kelamdır. İtiraziyye olması da caizdir.
Cümlede müsnedin el takısıyla marife olması bu vasfın kemal derecede olduğunu ifade eder.
İstifham üslubunda talebi inşai isnad formunda geldiği halde, soru sormak kastı dışında korkutma anlamı taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir.
Mâ’nın tekrarında ise cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
يَوْمَ يَكُونُ النَّاسُ كَالْفَرَاشِ الْمَبْثُوثِۙ
Kıyamet gününde insanların kabirlerinden kalkarak mahşer yerine gidişleri tasvir edilmektedir. İnsanlar o anda korku ve dehşet içerisinde dağınık bir halde bulunacaklarından yüce Allah onları sağa sola dağılmış kelebeklere benzetmiştir. Kabirlerinden kalkan insanlar büyük kalabalıklar oluşturacakları için de başka bir âyet-i kerîmede (Kamer 54/7) dağılıp savrulmuş çekirgelere benzetilmektedirler. O gün insanlar birbirlerini çiğnercesine hareket edip mahşerde toplanacaklardır (krş. Kehf 18/99).
Yekûnu...cümlesi, muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Ennâsu, kâne’nin ismidir.
Cümlede icazı hazif sanatı vardır. Kel firâşe, kâne’nin mahzuf haberine müteallıqtır.
Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Zaman zarfı yevme, mahzuf fiile müteallıqtır. Takdiri taqrau yevme yekûnu (o gün çarpar, çarpacak) şeklindedir. İcazi hazif sanatı vardır.
Elmebsûsi, elferâşi’nin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Elinsânu’deki elif lam takısı cins içindir.
Yekûnun nâsu kelferâşil mebsûsi ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh zikredilmemiştir. Yani insanlar çokluk ve dağılmada, zayıflık ve zelil olma durumlarında dağınık kelebeklere benzetilmişlerdir. (Safvetü’t Tefâsir)
Bu sanat Kur’ân-ı Kerîm’de mühim bir yer tutar. Teşbih, aralarında hakiki veya mecazi yönden ilgi kurulabilen iki varlıktan zayıf olanın kuvvetli olana benzetilmesi ile yapılan bir sanattır. (Necmettin Şahiner, Selahattin Yaşar, Edebi Sanatlar ve Mazmunlar)
Burada da yine insanların kabirlerinden çıkışı canlandırılmaktadır. Bu insanlar; korku içinde çıkarlar, nereye yöneleceklerini bilmezler, kararsızlık içindedirler, korkudan akıllarını kaçırmışlardır, oradan oraya uçuşan kelebekler gibidirler. Amaçsız bir şekilde, herkes farklı bir yöne doğru koşar. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyan İlmi)وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِۜ
Kıyamet gününde dağların yok olma safhalarından biri dile getirilmektedir. Başka âyetlerde anlatıldığına göre o gün dağlar parça parça olacak (Fecr 89/21), akıp giden kum yığını haline gelecek (Müzzemmil 73/14), atılmış renkli yüne dönüşecektir. Sonra da serap olacaktır (bk. Nebe’ 78/20). Bütün bu tasvirler, kıyamet gününde yerkürede meydana gelecek olan sarsıntının ne derece şiddetli olacağını gösterir.
Mahallen mecrurdur. El cibâlu, kâne’nin ismidir. Kel ihni, kâne’nin mahzuf haberine müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.
Ayet atıf harfi vav ile öncesine atfedilmiştir. Müsbet fiil cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır. Ke teşbih harfidir. Elmenfûşi, elıhnı’nın sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Elcibâlu’deki elif lam takısı cins içindir.
Kelıhnil menfûşi ayetinde teşbih sanatı vardır. Yani dağlar, uçuşma ve kolayca yürüme hususunda, çırpılmış renkli yün gibi olurlar. Burada da mürsel mücmel teşbih sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir)
Vav harfiyle beraber tekûnu fiilinin tekrarı bu iki olayın birbirinden farklı olduğuna işaret eder. Bu ayet korkuyu arttırmak için gelmiştir. (Aşur)
4-5
Mebsûsi -menfûşi arasında mümasele vardır. Eğer terkîb, mısrâ veya ayetteki lafızların hepsi ya da çoğu vezin bakımından aynı olduğu hâlde son harfleri aynı değilse buna da mümâsele denir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)
Burada da müşebbehler insanlar ve dağlar, müşebbehu bihler ise yayılmış olmakla kayıtlı olan kelebekler ve atılmış olmakla kayıtlı olan yündür. Vech-u şebeh ilk te zayıflık ve kendine hakim olamamak, ikincide ise kuvvetin yok olması ve cüzlere ayrılmaktır. Dikkat edilirse bu lerde seçilen lafızlar insanın o günkü hâlini en bâriz şekilde ortaya koyar. Kelebek hafifliğin, kararsızlığın semboludur. Bir de yayılmış olarak kayıtlanınca bu özellikler kemâle ulaşır. Çeşitli renklere boyanmış yünler ise atıldığı vakit cüzlere ayrılır ve bütün kuvveti ve aralarında olan bağ yok olur. Burada yine ‘‘sûf’’ yerine seçilen ‘‘ıhn‘‘ kelimesi de çeşitli renklerde olan bütün dağları umûmî olarak ifâde eder. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Beyan İlmi)
فَاَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
“Tartılan ameller” diye çevirdiğimiz mevâzîn kelimesi ya “tartılan şey” anlamına gelen ve amelleri ifade eden mevzûn kelimesinin veya “terazi” anlamına gelen mîzanın çoğuludur. Meâlde birinci anlam tercih edilmiştir. İkinci anlama göre de kelime kinaye olarak yine tartılan amelleri ifade eder. Zira terazilerin ağır gelmesi, “onlarda tartılan eşyanın ağır gelmesi” demektir. “Tartılan amellerin ağır gelmesi” hayır ve iyiliklerin fazla olmasını anlatmakta ve Allah’ın rızâsının bu sayede kazanılacağını göstermektedir. 6-7. âyetler iyilikleri kötülüklerinden çok olan kimselerin nimetlerle donatılmış cennetlerde ebedî olarak mutlu ve müreffeh bir hayat süreceklerini ifade eder. Amellerin hafif olması ise kulun dünyada yaptığı iyiliklerin azlığı veya bulunmaması demektir. Bu âyet, dolaylı olarak “günahları ağır basarsa” anlamını da içermektedir. Bu ve benzeri ifadeler, konuyu insanların kavramasını sağlamaya yönelik temsilî anlatımlar olup, temel amaç, insanların adaletli bir şekilde yargılanıp hesap vereceklerini bilerek inanç ve amel hayatlarını sorumluluk bilinciyle oluşturmalarını sağlamaktır. Âyetlerde bildirilenler dışında âhiret olayları gayb âleminden olduğu için amellerin nasıl tartılacağı veya ölçüleceği hakkında söz söylemek yahut fikir yürütmek ise mümkün değildir.
9. âyette “kucaklayacak olan” diye çevirdiğimiz ümm kelimesi sözlükte “anne” anlamına gelir. Burada mecaz olarak “barınak” mânasında kullanılmıştır. Âyette, annenin çocuğuna kucak açıp onu bağrına basmaya can attığı gibi cehennemin de suçlulara kucak açarak onları içine almak için iştiyakla beklediğini ifade eden kinayeli bir anlatım söz konusudur (bu ve başka yorumlar için bk. İbn Âşûr, XXX, 514-515). 8-9. âyetler, böyle iyi işleri az, kötülükleri çok olan kimselerin gidecekleri yerin cehennem olduğunu göstermektedir. Tefsirlerde buradaki hâviye kelimesinin cehennemin isimlerinden biri olduğu belirtilmiştir.
Fe atıftır. Emmâ şart veya tafsil harfidir.
Müşterek ismi mevsul men, mübteda olarak mahallen merfudur. Sequlet fiili sılasıdır. Mevsulden sonra bulunması gereken sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur.
Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır.
İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
Mevâzinuhu, faildir. Müsnedin ileyhin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren emmâ edatı, cevabının başındaki fe harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında fe harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Zemahşeri/el-mufassal fi ilmi'l arabiyye)
فَهُوَ ف۪ي ع۪يشَةٍ رَاضِيَةٍۜ
Fe, şartın başına gelen rabıta harfidir. Cümle şartın cevabı, aynı zamanda men’in haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Huve mübtedadır. Car mecrur fî îşetin, mübtedanın mahzuf haberine müteallıqtır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.
Râdiyyetin, îşetin’in sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de kelimeler hakikî manada kullanıldığı gibi mecâzî manalarda da kullanılmıştır. Bir kelimenin gerçek anlamının değil de mecaz anlamının kastedilmesi için iki anlam arasında bir ilgi bulunması gerekir. Bu ilgiye ‘karine’ (delil) denir. (Koca, Ferhat, Mecaz, DİA, 28/221)
Ayrıca Elmalılı Hamdi yazır, bu te istiâre-i mekniyye ve tahyiliyye sanatı bulunduğunu ifade eder. (Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII/68)
İstiâre, mecazın teşbihle birleşmesinden meydana gelir. İstiâre-i mekniyye, kapalı istiare demek olup, teşbihin temel unsurlarından yalnız benzeyen ile yapılan istiaredir. Bu durumda benzetilen öğe zikredilmeyip okuyucunun onu tayin etmesini sağlayacak bir ipucu verilir. (Durmuş, İsmail, -Pala, İskender,İstiâre’ DİA, 23/37)
Yine 6. Ve 7.ayetler ile (fe emmâ men sequlet mevâzînuhu) (fe huve fî îşetirrâdiyetin) 8 ve 9.ayetler ve emmâ men haffet mevâzînuhû ) (fe ummuhû hâviyeh) arasında ihtibak sanatı vardır. Vehbe Zuhaylî bu teki sanat için intibak kelimesini kullanmıştır. (Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsîru’l-Münir)
İhtibak, bu sanatı yapanın, birbirine nazire olarak söylenen iki şeyden birinde söylediğini, diğerinde zikretmemesidir. Burada birinci kısımda amelleri hayır yönden ağır çekenler için, feummuhû cennetun (onun barınağı cennettir) denilmemiş; buna karşılık olarak da ikinci bölümde fe ummuhû hâviyeh’ (onun barınağı ateştir.) diye zikredilmiştir. İkinci bölümde, fe huve fî îşetin sâhatedin ( o yaşayanın hoşnut olmayacağı bir hayat içindedir) şeklinde zikredilmemiştir. Böylece yüce Allah (c.c) biribirine nazire olarak getirdiği bu lerden birinde zikrettiğini diğerinde zikretmemiştir. (Zemahşerî, Keşşaf an Hakaiki’t Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vücûhi’t-Te’vîl)
Râdıyyetin ism-i fâildir. Îşetin kelimesine isnad edilmiştir. Bu tâbirin aslı şöyledir: fî îşetin radâ sâhibuhâ bihâ. Oysa hayât râzı olan değil, râzı olunan birşeydir. Hayâtı yaşayan kişi râzı olur. Dolayısıyla fâile isnad edilmesi gereken bir kelime mef'ûle isnad edilmiştir. Kişi ile hayâtın birbiriyle olan sıkı ilişkisi sebebiyle bu isnad yapılmıştır. Mübâlağa yoluyla sanki, hayâtın sâhibini râzı ettiği söylenmiştir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi, Safvetü’t Tefâsir)
وَاَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُۙ
Vav atıftır. Emmâ şart veya tafsil harfidir. Müşterek ismi mevsul men, mübteda olarak mahallen merfudur. Haffet fiili sılasıdır. Mevsulden sonra bulunması gereken sıla cümlesinin irabdan mahalli yoktur.
Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır.
İsmi mevsulde tevcih sanatı vardır.
Mevâzinuhu, haffet fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.
Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren emmâ edatı, cevabının başındaki fe harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında fe harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Zemahşeri/el-mufassal fi ilmi'l arabiyye)فَاُمُّهُ هَاوِيَةٌۜ
Fe, şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cümle şartın cevabı, aynı zamanda men’in haberidir. Ummuhû mübteda, hâviyetun haberdir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tahkir içindir.
6.ve 7. ayetlerle Fe emmâ men sequlet mevâzînuhû - fehuve fî îşetin râdıyetin 8. Ve 9.ayetler ve emmâ men haffet mevâzînuhû feummuhû hâviyehu arasında mukabele sanatı vardır. Bu sanat ifadeleri güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)
8 ve 9.ayetleri arasında mukabele sanatı vardır. Bu sanata mutâbakat sanatı da denir. Bir cümlede iki zıd anlamlı kelimeyi birleştirmektir. Mukabele, bir söz içinde geçen iki veya daha fazla unsurdan sonra her birinin karĢıtını veya ilgilisini sırasıyla zikretmek anlamında edebi sanattır. Mesela Tevbe/ Kâria suresinde amelleri sevap yönüyle ağır gelenlerin rahat bir yaşantıya erecekleri ifadesinin ardından, zıddı olan bir hayatın neticesi olarak cehennemi haber veren bir sıralama mevcuttur. Amelleri hayır yönden az çeken insanların cehenneme gideceği vurgulanmıştır. Burada sanat kelimelerin zıddı olarak değil de cümlenin karşıtı olarak kullanılmıştır. (Bozkurt, Nebi, Mukabele, DİA, 31/101 )
Fe ummuhû hâviyetun (Onun anası haviyedir.) Bu te feummuhû kelimesi, kucak açmış bir anneye işaretle varılacak olan cehennemin de kâfirlere kucak açacağı, içine alıp barındıracağı anlamında cehennemden mecazdır. Yani bu te de mecaz sanatı mevcuttur. Onun varacağı yer, yatağı, kucağına sığınacağı yer, istiâre yoluyla mecazdır. Zira ana kucağı evladın barınacağı yer olma hasebiyle me’va (sığınılacak yer) ona benzetilmiştir. (Eren, Cüneyt, Tanç, İbrahim, Klasik Kaynaklarda Anlama Kavramı)
Burada aynı zamanda acıma ve tahkir söz konusudur. Mecaz, hakikat anlamının kastedilmediğini gösteren bir alaka veya karineden ötürü konulduğu manadan başka bir manada kullanıldığına hükmedilen lafızdır. (Şa’bân, Zekiyyüddîn, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslamî)
Ebussuûd Efendi Cehennem ateşinin insan zihninin ve mantığının kavramaktan aciz olduğunu ifade ederek, bu te onun azametine işaret edildiğini belirtmiştir. (Ebussuûd, İrşâd-ı Aklı Selîm, XII/5845 )
Araplar bir kimsenin yok olması ve perişan olması için beddua makamında hevet ummuhu (anası ağlayıp düşerse, anası bayılası) tabiri kullanırlar. Çünkü bir kimse düşüp helak olduğu zaman anası ağlar, merakından ve üzüntüsünden düşüp bayılır. Bu ifade bizde anası ağlasın ya da anası ağladı şeklinde deyim olarak kullanılır. Bu anlama göre ümm kelimesi, ayette gerçekten ana manasına kullanıldığı gibi, Cehennem anlamında kullanılmayıp düşen kadın anlamında kullanılmıştır. Bu durumda anası düşmüştür ifadesiyle yine o kişinin ehl-i cehennem olduğu mecaz olarak anlatılmıştır. Aynı zamanda bu ifadede, qâria kelimesinin ortaya çıkaracağı helak ve azabın şiddetine işaret eden bir kinaye söz konusudur. Görüldüğü gibi te, ümm kelimesinin her iki anlamı da kıyametin dehşet ve şiddetine işaret etmekte, insanları bu günden sakındıran bir üslûbu göze çarpmaktadır.(Karia Suresi Gramatik, Edebi ve Analitik Yorumu/İzzet Doğan)
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا هِيَهْۜ
Vav itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir. Mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Edrâke fiili haber olarak mahallen merfudur.
Mel hiyeh cümlesi edrâke fiilinin iki mefulu yerindedir. Mahallen mansubtur. İkinci mâ, istifham harfi mübteda olarak mahallen merfudur. Hiyeh, haberdir.
Cümlede müsnedin mazi fiil olması, hükmü takviye ve hudus ifade eder.
Faide haber ibtidai kelamdır.
İstifham üslubunda talebi inşai isnad formunda geldiği halde, soru sormak kastı dışında korkutma anlamı taşıdığı için mecazı mürsel mürekkeptir.
Mâ’nın tekrarında ise cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Bu soru, hâviye’nin büyük ve korkunç, aynı zamanda tasavvur sınırlarının ötesinde bir şey olduğunu göstermek için sorulmuştur. Yani bu soru kalıbıyla anlam, ‘’sen onun durumunu ve niteliğini, ya da yerini bilir misin‟ şeklinde olur. (Sâbûnî, Kur’ân’ın Nurundan Amme Cüzü Tefsiri, s.399 )
Birinci in sonundaki qâriatu, yedinci in sonundaki râdiyetin, dokuzuncu in sonundaki hâviyetun ve onuncu in sonundaki mâ hiyetun kelimeleri arasındaki ses bakımından benzerlik seci sanatıdır. (Zuhayli,Vehbe, et-Tefsîru’l-Münir, XV/609)
teki mâ hiyeh kelimesinin sonundaki (ha) vakf ve sekt ha’sıdır. Okuyan kişi i sonrakine bağlarsa, ha’yı düşürür. Düşürmeden okunması da caiz görülmüştür. Hamza ve Kisaî vasl halinde hâ’siz, durulduğunda ha ile okumuşlardır. Geri kalan imamlar ise hem vasl hem de vakf halinde okurlar. (Bursevî, Ruhu’l-Beyan, XX/156)نَارٌ حَامِيَةٌ
Ayet isti’nafi beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faidei haber ibtidai kelamdır. Nârun mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri hiye (O, Hâviye) şeklindedir. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Hâmiyetun, nârun’un sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede itnab sanatı vardır.
10-11 ayetler: Burada ayetin hie nârun hâmiyetun şeklinde geldiği düşünülürse aynı sıkıcılık hissedilir. Çünkü burada bir soru vardır. Muhâtab merakla sorunun cevabını beklemektedir. Bir an önce nâr’ın zikredilmesi uygundur. teki veciz hâlin çok daha güzel olduğu açıktır (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meâni İlmi)
Kur’ân sûrelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sûreler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhâtab artık başka bir şey duymak istemez. Sûreler; duâ-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedi İlmi)
Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makâma ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsnül inteha sanatının güzel bir örneğidir.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْهٰيكُمُ التَّكَاثُرُۙ
“Çoklukla övünme yarışı” diye çevirdiğimiz 1. âyetteki tekâsür kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mânevî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette tekâsür kavramı Câhiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte evrensel bir mesaj da içermekte, genel bir tesbit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır. Nitekim çağımızda bazı ülke ve toplumlarda hâkim maneviyattan yoksun seküler zihniyet de durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmak şeklinde bir dünya görüşünü içerir. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu âyette eleştirilen “çoklukla övünme yarışı”nın çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın mânevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sistem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı “global” sorunlar alanı haline getirmektedir. İşte bu sûrede Mekke’nin burnu büyük eşrafının tutumları üzerinden temel bir insanlık sorununa ve bunun ağır bedeline dikkat çekilmiştir.
2. âyetteki mekābir kelimesi kabir anlamındaki makberenin çoğuludur. Tam anlamı “Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz” demek olan cümleye müfessirler özellikle şu mânaları vermişlerdir: a) Mecazi anlamda, “Sonunda ölüp kabirlere girdiniz; bu tutku ve yarış sizde ölünceye kadar sürüp gitti”; b) Yine mecazi anlamda, “Öyle kibre kapıldınız ki birbirinize karşı kabirlerdeki ölülerle övündünüz”; c) Lafzî anlamda, “Bizzat kabirlere gidip ölülerle övündünüz.” Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, “Bizde şu şu şerefli insanlar vardı” diyerek ölmüş akrabalarının kabirlerini gösterir, onların dahi çokluğuyla övünürlerdi. Sûrenin iniş sebebi olarak bu tür rivayetler bulunmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir. 3-5. âyetlerin başındaki “hayır” anlamına gelen kellâ edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yüksek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bilinçsizce çoğaltma yarışına girişerek bunlarla avunup övünmenin korkunç bir gaflet ve ahmaklık olduğunu vurgulamak maksadıyla üç defa tekrar edilmiştir. 5. âyette “kesin bir bilgi” diye çevirdiğimiz ilme’l-yakīn tamlaması sözlükte “bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek” anlamına gelen “ilim” kelimesi ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki yakīn kelimelerinden oluşan bir terim olup “kesin olan aklî ve naklî delillerin ifade ettiği bilgi” diye tarif edilmiştir (bu terim hakkında bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “İlme’l-yakīn”, DİA, XXII, 137).
Ettekâsuru fiilin muahhar failidir.
Elhâkum, sülasisi lehâ olan fiilin if’âl babıdır.
Tekâsürü, kesera fiilinin mufâale babında masdarıdır.
Ayet ibtidaiyyedir. Müsbet fiil cümlesi formunda lazımı faidei haber, ibtidai kelamdır. Meful faile takdim edilmiştir. Ayette takdim tehir sanatı vardır.
Cümle haber üslubunda geldiği halde kınama ve öğüt kastı taşıması sebebiyle muktezayı zahirin hilafınadır. Bu nedenle mecazı mürsel mürekkeptir.
Ettekâsuru kelimesindeki elif lam takısı cins içindir.
Elhâkumut tekâsur ayetinde öğüt ve kınama üslûbu vardır. Bu haber cümlesi, hakiki mânâsından çıkıp, öğüt ve kınama maksadıyla söylenmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)حَتّٰى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَۜ
Hatta, gaye bildiren cer harfidir. Dahil olduğu cümleyi gizli en’le nasb ederek manasını masdara çevirir. En ve masdarı müevvel, elhâkum fiiline muteallıktır. Meqâbira, zurtum fiilinin mefuludür.
Kabirleri ziyaret ettiniz ifadesinde temsili istiare vardır. Ölünce, yeniden dirilinceye kadar kabirde kalan kişinin hali, herhangi bir yere ziyarete giden bir kişinin haline benzetilmiştir.
Müfessirler “kabirleri ziyâret” hakkında 3 görüş ileri sürmüşlerdir:
l) Kabirleri ziyâret hakîkî anlamdadır. O zamân, Çoğaltma yarışında olanlar, kabirlere giderek ölüleri saymışlar demektir.
2) Ya da mecazîdir. Bununla, karşılıklı övünme sırasında; ölüleri zikretmek kasdedilmiştir. Ebü Hayyân, bu yorumu uzak görerek 'Bu, zurtum [ziyâret ettiniz] lafzına zıd bir ifâdedir“ demiştir.
3) Buradaki ziyâret "ölüm” manasındadır.
Bu ziyaretin 'ölüm” manasında olduğu/kullanıldığı, Arapçada bilinen bir kullanımdır.
Ziyaret kelimesinin bu manada kullanılması, kabirdeki ikâmetin dâimî ikâmet olmadığına açıkça etmektedir. Bu kabirlerde sadece ziyaretçileriz. Ziyaretçi ise mukim degıldır. Ziyaret zorunlu olarak ba's [diriliş], hesâb ve cezanın başlamasıyla sona erecektir. Bu işaret sadece zurtum lafzıyla yapılabilir. Başka bir lafzın bu görevi yerine getirmesi mümkün değildir. (Nüzül sırası tefsir notları)
Hattâ zurtumul meqâbira ayetinde kinaye vardır. Yüce Allah, kabirleri ziyaret ifadesiyle ölüm’den kinaye yapmıştır. Bundan maksat, neticede öldünüz demektir. (Safvetü’t Tefâsir)كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ
Kellâ cayma ve azarlama harfidir. Tekid ifade eder.Önceki sözü ibtal eder. Aynı zamanda tehaddî ve ta’cîzi te’kîd eder. Îkâz üstüne îkâzdır. Ayet isti’nafiyedir. İstikbal harfi sevfe, vaid veya vaad anlamı olan cümleleri tekid eder. Müsbet fiil formundaki cümle, faidei haber inkari kelamdır.
Müfessirlerin bazıları; bir sûrede kellâ mevcutsa o sûrenin Mekki olduğuna hükmedilir, çünkü bu kelimede tehdid ve vaîd mevcuttur, bu kelimenin bulunduğu ayetler ekseriyetle Mekke’de nazil olmuştur, azgınlık ve sapıklık daha ziyade Mekke’de zuhur etmiştir, derler. (İtkan Cilt 1)
İş öyle değil, sakının, öyle kabir ziyaretine varıncaya kadar çoklukla övünme ve gururlanma ile oyalanmayın, sonu kabre varan dünyada çok önemli olan görevi unutup da boş, gelip geçici şeylerle eğlenip oyalanmak, mal çokluğuyla gururlanmak aklı olanlara yakışmaz; gerçek, sandığımız gibi değil. İlerde bileceksiniz. Ne büyük gaflette bulunduğunuzu, bulunduğunuz halin sonu ne kadar kötü olduğunu, sonucunu gördüğünüz zaman anlayacaksınız. (Nüzül sırası tefsir notları)
ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَۜ
Ayet önceki ayete sümme ile atfedilmiştir. Kellâ cayma ve azarlama harfidir. Tekid ifade eder. Önceki sözü iptal eder. Aynı zamanda tehaddî ve ta’cîzi te’kîd eder. Îkâz üstüne îkâzdır.
Ayet isti’nafiyedir. İstikbal harfi sevfe, vaid veya vaad anlamı olan cümleleri tekid eder. Müsbet fiil formundaki cümle, faidei haber inkari kelamdır.
Ayetin tekrarlanmasında tekid kastıyla yapılan itnab ve tekrir sanatları vardır.
Müfessirlerin bazıları; bir sûrede kellâ mevcutsa o sûrenin Mekki olduğuna hükmedilir, çünkü bu kelimede tehdid ve vaîd mevcuttur, bu kelimenin bulunduğu ler ekseriyetle Mekke’de nazil olmuştur, azgınlık ve sapıklık daha ziyade Mekke’de zuhur etmiştir, derler. (İtkan Cilt 1)
Tekrar, azarlamada mübalağa, va'îd ve uyarıyı tekid içindir.
Kur'ânî beyân, burada va'id u va'd uslubunun eşitlenmesine engeldir. Çünkü her iki te de hitâb, sâdece çoğaltma ihtirasının oyaladığı kimseleredir. Dolayısıyla Hâyır hâyır! Bileceksiniz! Sonra hâyır hâyır! Bileceksiniz! şeklindeki tekrar; onları sakındırmak, azarlamak ve uyarmak hususunda mübâlağadır.
Tekasür süresindeki, sevfe ta‘lemûne [bileceksiniz] ifâdesinin benzerleri çeşitli lerde geçmektedir. (Hicr, 15/3, 96; Furkân, 25/12, Ankebüt 29/66; Sâffât, 37/170; Zuhruf 43/89.) Bunların çoğunda tertib, kendilerine gizli olan, inkâr ettikleri veya şüpheye düştükleri gelecek olan o günün hakikatinin kendilerine beyânı şeklindedir.
(Nüzül sırası tefsir notları)
Bu ayet-i keriîmedeki tekrar; mananın iyice yerleşmesi içindir. Böylece muhâtab en belîğ şekilde uyarılır ve en kuvvetli şekilde korkutulur. Atıf harfi; ikinci uyarının daha şiddetli ve kuvvetli olduğuna delâlet eder. Çünkü sonradan zikredilen şey, derece bakımından daha yüksekte olur. (Kuran Işığında Belagat Dersleri Meani İlmi )
Kellâ sevfe ta’lemûne - summe kellâ ta’lemûne ayetlerinin tekrar edilmesi tehdit ve uyarı içindir. İkinci in birinci e summe ile atfedilmesi, ikincisinin birinciden daha vurgulu olduğuna dikkat çekmek içindir. Nitekim efendi kölesine şöyle der: Eqûlu leke summe eqûlu leke lâ tefal (Sana söylüyorum. Bak sana söylüyorum, böyle yapma!) İkincisi birinciden daha vurgulu olduğu için, ayrı bir şeymiş gibi kabul edildi ve summe ile ona atfedildi. (Safvetü’t Tefâsir)كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَق۪ينِۜ
İsti'naf cümlesidir. Fasılla gelmiştir.
Kellâ cayma ve azarlama harfidir. Tekid ifade eder. Önceki sözü iptal eder. Aynı zamanda tehaddî ve ta’cîzi te’kîd eder. Îkâz üstüne îkâzdır.
Lev, cezm etmeyen şart harfidir.
Cümle şart üslubunda gayrı talebi inşai isnadtır. Ta’lemûne şart fiilidir. Şartın cevabı mahzuftur. Ayette icazı hazif vardır.
İlme, fiilin mefulu mutlakı, el yaqîni, mefule muzafun ileyhtir.
Ta’lemûne - ilme kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
El yaqîni’deki tarif ahd içindir.
El yaqîni - ta’lemûne kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
İlme-l yakin; şüphe karışmamış sağlam idraktir. Bu, kelimenin farklı sigalarla isim veya fiil olarak geçtiği bütün yerlerde geçerlidir.
Zihinler mümkün olabilen her şekli düşünsün diye kapalı bir şekilde korkutmayı en yüksek derecede büyütmek üzere haziftir ki, eğer ilerisini şeksiz ilimle bilseniz neler neler yapardınız, yani öyle çalışır, öyle işler yapardınız ki, şimdi onun içeriği tarif ve tavsife sığmaz. Fakat biliyorsunuz, bilgisizlik ve gurur ile yanlış gidiyorsunuz, çokla övünmek ve gururlanmakla vakit geçiriyorsunuz, demek olur. Tahkik ehlinin tercihleri de bu ikinci vecihtir. (Nüzül sırası tefsir notları)
Lev ta’lemûne ilmel yeqîni ayetinde, korkutma gayesiyle, lev cevabı zikredilmemiştir. Yani, kesin olarak bilseydiniz, saçları ağartan ve kalpleri titreten sıkıntı ve dehşet verici o halleri mutlaka anlardınız. (Safvetü’t Tefâsir)لَتَرَوُنَّ الْجَح۪يمَۙ
“... gözünüzle ayan beyan göreceksiniz” diye çevirdiğimiz kısımdaki ayne’l-yakīn tamlaması sözlükte “göz” anlamına gelen ayn ile “gerçeğe uygun kesin bilgi” anlamındaki yakīn kelimelerinden oluşan bir terim olup gözlem yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgiyi ifade eder (bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Ayne’l-yakīn”, DİA, IV, 269). Ayne’l-yakīn ile elde edilen bilginin ilme’l-yakīn ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18). Yüce Allah dünya hayatında mutlak gerçeği kabul edip de âhiret için hazırlık yapmayan, aksine fâni şeylere aldanıp onlarla başkalarına karşı övünenlerin âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacağını yemin ederek haber vermiştir. 6. âyette “Cehennemi mutlaka göreceksiniz” ifadesinin mecazi bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette, “Onu ayne’l-yakīn olarak, gözünüzle ayan beyan göreceksiniz” buyurulmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehennem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir (Ebû Hayyân, VIII, 508). 8. âyet ise Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere O’nun yolunda ve emrettiği şekilde değerlendirmeyip de onları başkalarına karşı övünme ve kendini üstün görme – gösterme aracı yapanların bu nimetlerden hesaba çekileceklerini, sonuçta şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını anlatmaktadır.
Ayet, mukadder kasemin cevap cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi, icazı hazif sanatıdır.
Lam kasemin cevabına dahil olan vaqıa harfidir.. Cevap fiili teravunne’nin sonundaki şeddeli nun, nunu sakiledir. Cevap cümlesi haber üslubunda olmasına rağmen tehdit manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkeptir.
El cahîme, fiilin mefulüdür. Kelimedeki tarif ahd içindir.
Alevli ateşi göreceksiniz ifadesinden maksat, azabı tadacaksınız demektir. Bu üslub idmac sanatıdır.??
Bu ayet ibhamdan sonra izah babında itnabtır.
O alevlenmiş ateşi mutlaka göreceksiniz. Bu cümle, gizli bir yeminin cevabıdır. Onunla tehdit kuvvetlendirilmiştir. Çünkü onun tehdit ettiği şey, içerisinde hiç şüphe bulunmayan bir şeydir. Dolayısıyla bu in, bundan önceki teki şart edatının cevabı olması caiz değildir. Çünkü cehennemin görülmesi, vukuu kesin bir olaydır, bir şeye bağlı değildir. Eğer bu i, önceki teki şart edatının cevabı sayarsak, mananın: ”Siz onu, cahil olduğunuz için göremezsiniz" olması gerekir ki, bu asla caiz değildir. (Ruhul Beyan)
ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَق۪ينِۙ
Ayet sümme ile öncesine atfedilmiştir. Mukadder kasemin cevap cümlesidir.
Lam kasemin cevabına dahil olan vaqıa harfidir. Cevap fiili teravunne’nin sonundaki şeddeli nun, nunu sakiledir. Ayne, fiilin mefulu mutlakından naibtir. El yaqîni muzafun ileyhtir.
Kasem cümlesinin hazfi, icazı hazif sanatıdır.
Lam ve şeddeli nun’la tekid edilen bu cevap cümlesi faidei haber inkari kelamdır.
Le teravunne, el yaqîni kelimelerinin tekrarında cinas, itnab ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
Ayne - teravunneha kelimeleri arasında muraatün nazir sanatı vardır.
Önceki ayetteki le teravunne bilmek, bu ayetteki ise gözle görmektir. Sonra yemin olsun, onu mutlaka göreceksiniz bu da birinciyi tekittir ya da birincisi cehennem onları uzaktan gördüğü zamandır, ikincisi de onlar cehenneme vardıkları zamandır. Yakin göz ile yani öyle bir görme ile ki, yakinin ta kendisidir. Çünkü müşahede ilmi yakin mertebelerinin en yükseğidir. (Beydavi)
Bu ler, ilme'l-yakîn'in anlamını hiçbir te’vile ihtiyaç bırakmayacak açıklıkta ortaya koyuyor. Zîrâ bu, yakinen bilecekleri şeyin beyanıdır. Bu te, 'ayn’ın, el-yaqîn'e izâfe edilmesi; bir te’kîd, somutlaştırma ve sabitleştirmedir.
Ayetin tamâmı dört kısa kelimedir. Bu dört kelime, Arapların bildikleri bütün te’kîd edatlarını, lafzi ve ma' nevî üsluplarını bir araya toplamıştır: Lâm, nun, tekrar, ru'yet, 'ayn ve yaqîn. Bu yüzden de, onun mu‘ciz i'câzını göremediğimiz binbir zahmetle doldurulan ciltlerce kitâbın ulaşamadığı dereceye ulaşmıştır. (Nüzül sırası tefsir notları)
Leteravunne’den sonra summe leteravunnehâ buyurularak fiil tekrarlanmış ve itnâb yapılmasından maksat, korkunun şiddetini anlatmaktır. (Safvetü’t Tefâsir)
ثُمَّ لَتُسْـَٔلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّع۪يمِ
Ayet summe ile öncesine atfedilmiştir. Ayet, mukadder kasemin cevap cümlesidir.
Kasem cümlesinin hazfi, icazı hazif sanatıdır.
Lam kasemin cevabına dahil olan vaqıa harfidir. Cevap fiili le tuselunne’nin sonundaki şeddeli nun, nunu sakiledir.
Car mecrur anin naîmi ve zaman zarfı yevme, le tuselunne’ye muteallıqtır. Muzafun ileyh olan izin kelimesinin sonundaki tenvin ise mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.
Râzî, en-na'îm lafzını, “bütün ni'metler” için kullanmayı tercih etmiştir. O, şöyle demiştir:
en doğrusu bunu bütün nimetlere hamletmektir. Elif-lam istiğrak içindir.
Kuran; en-nimet, el-enum ve en-na’ma kelimelerini hiçbir ihtilafa mahal vermeyecek şekilde Allahın kullarına inam ettiği dünyevi hayır ve hidayet hakkında kullanmıştır. Bu manada Allah’a veya ona aid bir zamire izafe edilerek 49 kere geçmektedir. (Nüzül sırası tefsir notları)
Elcahîme - enneîmi kelimeler arasında tıbakı hafiy vardır.
Ayet sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.