Mushaftaki sıralamada dördüncü, iniş sırasına göre doksan ikinci sûredir. Mümtehine sûresinden sonra, Zil âl’den önce inmiştir. Bakara, Enfâl, Âl-i İmrân, Ahzâb ve Mümtehine sûreleri Medine’de Nisâ’dan önce nâzil olmuştur. Sûrenin, hicretten sonra 5 veya 6. yılda, Müreysî Gazvesi’nde dinî hükümler ve uygulamalar arasına girdiği bilinen teyemmüm âyetini ihtiva etmesi ağırlıklı olarak bu yıllarda indiğini düşündürmektedir. Buhârî’de yer alan (“Ferâiz”, 14) Nisâ sûresinin 176. âyetinin Kur’an’ın son âyeti olduğu yönündeki rivayet dikkate alındığında, başka bazı sûreler gibi bunun da nüzûlünün geniş bir sürede tamamlandığı söylenebilir.
Sûrenin hicret günlerinde veya Mekke’de nâzil olduğunu ifade eden rivayetler zayıf bulunmuştur. “Ey insanlar!” hitabıyla başlayan sûrelerin Mekke’de vahyedildiği yönündeki kabulden hareketle ileri sürülen son iddiaya şöyle karşı çıkılmıştır: Medine’de geldiği bilinen birçok âyette benzer hitaplar bulunmaktadır ve Medine’de “ey insanlar!” denildiğinde bununla yalnızca Medineliler kastedilmez; dolayısıyla bu hitap Mekke’de inişin işareti değildir (İbn Âşûr, IV, 212).
Kur’ân-ı Kerîm’in özü ve özeti olan Fâtiha sûresinde müminler, “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet” (1/5-6) diyorlardı. Bu sûrede, Fâtiha’da yer alan ilkelerin –daha ziyade kulluk ve doğru yolla ilgili– detayları üç ayrı alanda verilmektedir:
a) Kadın-erkek ilişkisi ve aile hayatı. Bu alanla ilgili olarak bütün insanların aynı kökten geldiği, kadının da aynı nefisten yaratıldığı, insanların hemcinslerine iyi davranmaları, erkek ve kadın her insanın hayata başladıkları koruyucu ve besleyici yatak olan ana rahmini ve akrabalık ilişkisinin doğurduğu hakları unutmamaları gerektiği bildirilmiş; akraba, eş, analı-babalı, yetim, hür ve câriye olarak kadınların hakları, aile hayatının kuralları ve miras hükümleri açıklanmış, gerektiği yer ve durumda hükümler müeyyidelere bağlanmıştır.
b) Kur’ân-ı Kerîm’in inanan muhatapları, kadın-erkek ve aile ilişkilerinde Allah’a kulluk edecekleri gibi inanan ve inanmayan diğer insanlarla ilişkilerinde de Allah’a kul olma şuurunu koruyacak, O’nun tâlimatına uygun davranacaklardır. Bu alana ait olmak üzere sûrede canın, malın ve mülkiyetin korunması, bunlara karşı yapılan tecavüzlerin cezalandırılması; adalet, iyilik, yardımlaşma, emanete riayet edilmesi gibi konulara ve hükümlere yer verilmiş; müminlerle “münafıklar, yahudiler ve müşrikler” arasındaki ilişkilere ait kaide ve hükümler getirilmiş; hicretin hükmü açıklanmış ve câhiliye izlerinin silinmesi teşvik edilerek alkollü içki kullanımının yasaklanmasına ilk adımlar atılmıştır.
c) Üçüncü olarak da çeşitli âyetlerde vakit namazı, korku namazı, namaz için gerekli bulunan temizlik (tahâret) gibi ibadetlere, ferdî ve sosyal ahlâk kurallarına yer verilmiş; böylece sosyal kurallar, düzenlemeler ve kurumlardan maksadın sağlıklı bir “Allah-kul ilişkisi” kurmaya, yalnızca Allah’a kul olmak isteyenlerin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik olduğuna işaret buyurulmuştur.(Kuran Yolu Tefsiri/ Diyanet)بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً ١
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّاسُ | insanlar |
|
3 | اتَّقُوا | korkun |
|
4 | رَبَّكُمُ | Rabbinizden |
|
5 | الَّذِي | o ki |
|
6 | خَلَقَكُمْ | sizi yarattı |
|
7 | مِنْ | -ten |
|
8 | نَفْسٍ | bir nefis- |
|
9 | وَاحِدَةٍ | bir tek |
|
10 | وَخَلَقَ | ve yarattı |
|
11 | مِنْهَا | ondan |
|
12 | زَوْجَهَا | eşini |
|
13 | وَبَثَّ | ve üretti |
|
14 | مِنْهُمَا | ikisinden |
|
15 | رِجَالًا | erkekler |
|
16 | كَثِيرًا | birçok |
|
17 | وَنِسَاءً | ve kadınlar |
|
18 | وَاتَّقُوا | ve sakının |
|
19 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
20 | الَّذِي | o ki |
|
21 | تَسَاءَلُونَ | birbirinizden dilekte bulunduğunuz |
|
22 | بِهِ | adına |
|
23 | وَالْأَرْحَامَ | ve akrabalık(bağlarını kırmak)tan |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz |
|
25 | اللَّهَ | Allah |
|
26 | كَانَ |
|
|
27 | عَلَيْكُمْ | sizin üzerinizde |
|
28 | رَقِيبًا | gözetleyicidir |
|
Buradaki prensiplerin hepsi bütün insanlığı ilgilendiren prensipler olması dolayısıyla sure Ey insanlar nidasıyla başlamıştır. Bu hitap kıyamete kadar gelecek bütün insanları kapsar.
Böyle başlayan iki sure vardır. Biri bu, diğeri Hac suresidir. Kur’ân 300. sayfadan ikiye bölünürse bu sure birinci bölümde, Hac suresi de ikinci bölümde dördüncü suredir.
Buradaki takva emriyle ya günahlardan, ya da insan haklarını ihlalden sakınmak kastedilmiştir.
Halaka fiilinin tekrarı iki yaratma arasında fark olduğunu ifade eder.
''Rahimlerden sakınınız'' sözünde 'haklarını ihlal etmekten'' şeklinde bir hazif vardır.
''Tek bir nefisten yaratılma'' tabiri bu ayetin dışında A'raf 7/189 ve Zümer 39/6 ayetlerinde geçer. Bazı alimler burada Adem a.s.’ın, bazıları da Adem a.s.’ın yaratıldığı özün ifade edildiğini düşünmüşler.
Rahimden dolayı akrabalık diye tefsir yapılmış ama ayetin öncesi düşünülürse bütün insanlar arasında bir bağ olduğu da, aynı kökten geldikleri de düşünülebilir. Herkesi akrabamız gibi, evladımız gibi görüp öyle muamele etmeliyiz.
Cinsini öldüren tek mahluğun insan olduğu söylenir. (Savaş gibi durumlar dışında)
Bu surede giriş bölümü tek bir ayettir. Sonra hemen konuya girilmiştir..
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı اتَّقُوا رَبَّكُمُ ‘dur.
اتَّقُوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, رَبَّكُمُ ’un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَكُمْ ‘dur. Aid zamir هُو ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ نَفْسٍ car mecruru خَلَقَكُمْ fiiline mütealliktir. وَاحِدَةٍ kelimesi نَفْسٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
خَلَقَ مِنْهَا cümlesi, atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْهَا car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. زَوْجَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَثّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْهُمَا car mecruru بَثَّ fiiline mütealliktir. رِجَالًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَث۪يرًا kelimesi رِجَالًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. نِسَٓاءً atıf harfi وَ ‘la رِجَالًا ‘e matuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, اللّٰهَ lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسَٓاءَلُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَسَٓاءَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru تَسَٓاءَلُونَ fiiline mütealliktir. الْاَرْحَامَ atıf harfi وَ ‘la اللّٰهَ lafza-i celâle matuftur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir. İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir. وقي fiili iftiâl babına girmiş, إوتقي olmuş, sonra و harfi ت 'ye dönüşmüş إتّقي olmuştur.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
تَسَٓاءَلُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi سأل ‘dir. Aslı تتساءلون şeklindedir. تَ harflerinden biri hazf edilmiştir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَيْكُمْ car mecruru رَق۪يبًا ‘e mütealliktir. رَق۪يبًا kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur.
رَق۪يبًا sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَث۪يراً وَنِسَٓاءًۚ
Ayet, “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının…” hitabı ile başlamış ve bu konularda kadının ve kadınlığın pek önemli bir yeri bulunmasından dolayı da ilk ayetinden itibaren kadının yaratılışına ve şerefine dikkat çekilmiş, ismine de “Kadınlar Suresi” denilmiştir.
İnsanlık unvanıyla başlayan bu genel hitap, Bakara Suresi’nin başındaki ilk genel hitabı hatırlatıyor. O genel hitap günahlardan sakınmak gayesiyle “Rabbinize ibadet ediniz.” (Bakara Suresi, 21) emrini vermiş ve bunu insanların yaratılış delilleri ile aydınlatarak şimdiki zamandan başlangıca doğru götürmüş ve özellikle Hazreti Âdem’in yaratılış bahsini hatırlatmıştı. Burada ise bu hitabı doğrudan doğruya günahlardan sakınma emri takip ediyor. Bunu da özellikle kadınların yaratılışı ile beraber yaratılış delili takip ediyor ki bunda “Ey insanlar! Artık büsbütün sakınma dönemine girmeniz ve aşağıda gelecek tarzda tekliflerin (yükümlülüklerin) zevk ve hikmetinin manevi hazzını anlamanızın sırası geldi ve sakınma konularının en önemlilerinden birisi de kadınlar konusudur.” gibi düzgün ve edebî bir anlatım vardır. Dikkat etmeye değerdir ki Kur’an’da “ey insanlar!” hitabıyla başlayan iki sure vardır; birisi bu sure, diğeri Hac Suresi’dir. Bu sure, Kur’an’ın ilk yarısından dördüncü sure olduğu gibi Hac Suresi de Kur’an’ın ikinci yarısından dördüncü suredir. Bu surenin başında sakınmanın sebebi, yaratılışın başlangıcına dikkat çekmekle belirtilmiş olduğu gibi o surede de yaratılışın sonu ve dönülecek yerin tanıtılmasıyla belirtilmiştir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
Ayette berâat-i istihlâl vardır. Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur.
Ayet ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
النَّاسُ , münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.
Nidanın cevabı olan اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمْ izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamirinin aid olduğu insanlar, şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَبَّكُمُ için sıfat konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’ nin sılası olan خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَاحِدَةٍ kelimesi, نَفْسٍ için sıfattır. نَفْسٍ ‘deki nekrelik nev ifade eder.
مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ’deki من , teb’iz içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Aynı üsluptaki وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا ve وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ cümleleri atıf harfi وَ ’ la sılaya atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Her iki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. مِنْهُمَا car-mecruru ihtimam için, mef’ûllere takdim edilmiştir
رِجَالًا كَث۪يرًا dedikten sonra sadece وَنِسَٓاءً lafzıyla yetinilmiş كَث۪يرًا hazfedilmiştir. Bu ihtibak sanatıdır.
İhtibak, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
رِجَالًا - نِسَٓاءً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Kelimelerdeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.
خَلَقَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tek nefis dendikten sonra erkek ve kadın şeklindeki ayrım taksim sanatıdır. Taksim edilenler بَثَّ ‘de cem edilmiştir.
النَّاسُ - نِسَٓاءًۚ - رِجَالًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
النَّاسُ - نِسَٓاءًۚ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءً [Birçok erkek ve kadın] terkibinde olduğu gibi çeşitli yerlerde hazif yoluyla îcaz vardır. Bu ayetin takdiri şöyledir; رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ كثيرة (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
بَثَّ kelimesinin lügat manası ‘dağılma’ demektir. Ayetteki manası ise, tenasül yoluyla çoğaltmaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Kur’an’da bu tip يَٓا اَيُّهَا formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allâh katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye lisûreti'l Ahzâb, s. 43)
Beyzâvî, ayetin izahında nida hakkında vermiş olduğu şu bilgilerle dil ve belâgat alanında ne kadar yetkin olduğunu ortaya koyar: Ayetteki nida harfi يَٓا aslında uzağa seslenmek için konulmuştur. Ancak bazen, karşımızdaki muhatabı uzak menzilesinde mütalaa ederek bu edatla ona seslenilir. Bu da ya kendisine hitap edilenin azametinden dolayı şanını yüceltmek için olur ki insana şah damarından daha yakın olan Allah’a münacaat esnasında kulun يَٓا nida harfini kullanarak ‘’Ya Rabbi’’ demesi bu kullanıma güzel örnektir. Ya da çağrılan kişinin gafletine işaret etmek, kötü anlayış sahibi kimseleri uyarmak için olur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Zemahşerî, insanın kendisine şah damarından daha yakın olan yaratanına seslenişlerinde uzaklık anlamı içeren يَٓا edatını kullanmasını, deyim yerindeyse psikolojik bir çıkarımla, dua eden insanın hatalarının şuurunda olmasına ve belki de nefsini kırmasına, böylece dualarının kabulü için bir yol bulmasına bağlar. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl, Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
“Ey insanlar!” ve “Ey iman edenler!” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)
İttikanın [sakınma], ism-i celile (Allah’a) bağlanması, ilâhî mehabeti artırmak ve kalplere Allah korkusunu yerleştirmek suretiyle insanları tekid ve mübalağa ile takva emrine uymaya sevk etmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Bu ayette geçen "insanlar" kelimesi, başına elif-lâm gelmiş olan bir çoğul lâfızdır. Binaenaleyh bu lafız istiğrak (şümul ve umûm) ifade eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette, malikiyet ve terbiye manalarını ifade eden rubûbiyet (Rabb) unvanının zikredilmesi ve muhatap zamirine izafe edilmesi (Rabbinizden), terğib (teşvik) ve terhib (korkutmak) yoluyla, emri ve emre uymanın lüzumunu tekid içindir. Rabbden sonra ona sıfat olarak الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ [Sizi bir tek nefisten yarattı.] cümlesinin zikredilmesi de bu tekid anlamını vurgular. Allah Teâlâ’nın onları bu harika biçimde yaratması, kudretinin her şeye ve ezcümle günahlarından dolayı onları cezalandırmaya da şamil olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
Atıf yoluyla yalnız bir yaratma fiili ile iktifa mümkün iken خَلَقَ [yarattı] fiilinin tekrarı, iki yaratma arasında fark olduğunu göstermek içindir. Çünkü: Birinci yaratma, asıldan fer’i üretmek, İkinci yaratma (Âdem’den eşinin yaratılması) ise maddeden inşa yoluyladır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ [Ey insanlar] hitabı ayetin muhatabı olanlara yönelik ise de kıyamete kadar gelecek tüm insanları da tağlîb yoluyla kapsamına almaktadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
وَاحِدَةٍ kelimesinin müennes ةٍ ‘si ile gelmesi نَفْسٍ kelimesinin müennesliği dolayısıyladır. نَفْسٍ kelimesi ise kendisiyle müzekker kast olunsa dahi müennes gelir. (Kurtubî, El-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân)
وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ
Aynı üslupta gelen cümle, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiş, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır. Allah ve Rab isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اللّٰهَ lafza-i celâl için sıfat konumundaki الَّذ۪ي ’nin sılası olan تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالْاَرْحَامَ , lafza-ı celâle tezayüf nedeniyle atfedilmiştir.
اتَّقُوا - خَلَقَ - الَّذ۪ي kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Akrabaları kendi ism-i celalinin yanında zikrederek, sıla-ı rahmin katında pek değerli olduğunu göstermiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ebu Hureyre’den Hazreti Peygamberin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kendisiyle Allah’a itaat edilip de sevabı akrabayı ziyaret etmenin sevabından daha çabuk verilen hiçbir şey yoktur. Yine kendisiyle Allah’a isyan edilip de ikâbı, haddi aşma ve yalan yemin etmenin ikâbından daha çabuk verilen hiçbir amel de yoktur.” (Tirmizi, Kıyame, 57, İV/665 - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Cenab-ı Hak birinci hitapta, “Rabbinizden” ikincisinde ise “Allah’tan ittika ediniz.” buyurmuştur. “Rab” terbiye ve ihsana delalet eden bir lafızdır. “İlah” ise O’nun hâkimiyetine ve heybetine delalet eden bir lafızdır. Binaenaleyh birincisinde terğib ve teşvike, ikincisinde de terhîb ve sakındırmaya binaen insanlara sakınmalarını emretmiştir. Nitekim Cenâb-ı Hak, [Korku ve ümitle Rabblerine dua ederler. (Secde/16) ve [Umarak ve korkarak Bize dua ederler. (Enbiya/90) buyurmuştur. Buna göre sanki şöyle denilmek istenmiştir: O, seni büyütmüş, sana ihsanda bulunmuştur. Binaenaleyh O’na muhalefet etmekten sakın; çünkü O, ikâbı şiddetli, azamet ve heybeti yüce olandır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
رَحْم ‘in çoğulu olan الْاَرْحَامَ kelimesi, ceninin ana karnında bulunduğu yer anlamındadır. Buradaki anlamı ise akrabalıktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, ve zamir makamında zahir isim olarak tekrarlanması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra ikazı artırmak ve hükmün illetini bildirmek içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd, tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede ism-i celîlin (Allah) zamir makamında zahir olarak zikredilmesi tekid içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle bu ve benzeri cümleler tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
اِنّ ’nin haberi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur عَلَيْكُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için amiline takdim edilmiştir.
كَانَ ‘nin haberi olan رَق۪يباً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin son cümlesi lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır.
‘Şüphesiz Allah, üzerinizde bir gözetleyicidir.’ manasına, itaate karşı mükâfat, günahlara karşı da ceza olmak üzere, gereken karşılığın verileceği manası idmac edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ ve isim cümlesi şeklinde gelen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
[Allah elbette üzerinizde gözcüdür.] Yani Allah işlediğiniz hayır ve şerleri görür. Bu ifade itaat/ibadetlere karşı vaad, günahlara karşı da en etkili şekilde yapılmış bir tehdittir. (Ebû Hafs Necmüddîn Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî es- Semerkandî, et-Teysîr fî (ʿilmi)’t-tefsîr)
الْاَرْحَامَ kelimesinin lafza-i celâlin fiiline atfedilmesi, onlarla güzel muamelede bulunmanın gerekliliğini tenbih eder. Malum olduğu üzere matuf ve matufun aleyh arasındaki uzaklık ve farklılığı yaklaştırarak yok etmek; yüceltmek, şereflendirmek, iyilik ve şefkati arttırmaya teşvik içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bikāî, Râzî, Âlûsî Nisâ sûresinin son ayetinde bulunan alîm ismini ilk ayette olan رَق۪يباً rakîb ismiyle ilişkilendirmiş olup Bikāî’nin yorumu şu şekildedir: “Nisâ sûresinde ilk ْayet اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يباً şeklinde sona ermiştir. Rakîb’dir; yani hem sizin hallerinizi hem de başka şeyleri bilendir. Dolayısıyla küçük de olsa O Mevlâ’ya bir şeyin gizli kalacağını zannetmeyin. Böylece O’ndan çekinip sakınmanız daha kuvvetli olsun.” (Keziban Dut, Ayet Sonlarindaki Esmâü’ -Hüsnâ ’ nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında))
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً ٢
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتُوا | ve verin |
|
2 | الْيَتَامَىٰ | öksüzlere |
|
3 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
4 | وَلَا |
|
|
5 | تَتَبَدَّلُوا | değiştirmeyin |
|
6 | الْخَبِيثَ | pis olanı |
|
7 | بِالطَّيِّبِ | temiz olanla |
|
8 | وَلَا |
|
|
9 | تَأْكُلُوا | yemeyin |
|
10 | أَمْوَالَهُمْ | onların mallarını |
|
11 | إِلَىٰ | katarak |
|
12 | أَمْوَالِكُمْ | sizin mallarınıza |
|
13 | إِنَّهُ | çünkü bu |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | حُوبًا | bir günahtır |
|
16 | كَبِيرًا | büyük |
|
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْيَتَامٰٓى mef’ûlün bih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اَمْوَالَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَبَدَّلُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْخَب۪يثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالطَّيِّبِ car mecruru تَتَبَدَّلُوا fiiline mütealliktir.
اٰتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَتَبَدَّلُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بدل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
لطَّيِّبِۖ - الْخَب۪يثَ kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْكُلُٓوا fiili نَ ’ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْوَالَهُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْ car mecruru اَمْوَالَهُمْ ‘ün mahzuf haline mütealliktir. Yani, مضمومة إلى أموالكم şeklindedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. حُوبًا kelimesi كَانَ’ nin haberi olup fetha ile mansubdur. كَب۪يرًا kelimesi حُوبًا ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) كَب۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yetim; babası ölmüş ve henüz bulûğ çağına gelmemiş çocuktur. Bunlar mallarının tasarrufundan aciz oldukları için malları verilmez. Ancak bulûğ çağına erip rüşde erdikten sonra malları kendilerine teslim edilebilir. Dolayısıyla burada yetim kelimesiyle geçmişteki halleri zikredilmiştir.
Bu ayetteki mecaz-ı mürselle işaret edilen iki mana daha vardır:
a) Yetimlik yaşı sona erdiğinde mallarını teslim etmekte acele etmek ki aynı surenin 6. ayetinde de buna işaret vardır.
b) Bu eski halleri hatırlatılarak müminlerin merhametle muamele etmelerini sağlamaktır. Nasıl ki yetimler şefkat ve merhamete muhtaçsa, henüz bulûğa ermiş bu müminler de hâlâ bu muameleye muhtaçtır.
Bundan önce takva emri mükerreren zikr edildikten sonra burada da takvaya konu olan emirler ve nehiylerin zikrine geçilmektedir. Burada yetimlerle ilgili hükümlerin öne alınması, onlara son derece ilgi gösterildiğini ortaya koymak ve bir de yetimlerle ilgili hükümlerin, bundan önce zikredilen akrabalıkla ilgili olduğu içindir. Çünkü hitap, yetimlerin yakınlarına ve varislerine müteveccihtir.(Ebüssuûd, İrşâdü ’ l-Akli’s-Selîm)
Hendek Savaşı’ndan sonra olduğu için ortada yetim çocuklar, onların anneleri ile evlenme ve miras sözkonusudur.
وَاٰتُوا الْيَتَامٰٓى اَمْوَالَهُمْ [Yetimlere mallarını verin.] emri irşad içindir. Yetime malı büyüyünce yani çocuk yetimlikten çıkınca verileceği için buradaki yetim kelimesinde kevn-i sabık alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Ayette, buluğ çağına ulaşmış, yetimlik dönemini geride bırakmış gençlere mallarının verilmesi emredilmektedir. İbarede yer alan اليتامى lafzı, اليتيم lafzının çoğulu olup sözlükte “babası ölmüş, tek başına kalmış” manasına gelir. Lafız bu anlamıyla her ne kadar hem çocuklar hem de büyükler için kullanılmaya elverişli olsa da örfî olarak henüz ergenlik çağına gelmemiş çocuklar için kullanılır. Dolayısıyla ayette onlara “yetim” sıfatının verilmesi, yakın geçmişte küçük sınıfına dahil oldukları için mecazdır. Beyzâvî’nin bu açıklamalarından anlaşıldığına göre burada önceki durumu nazarı itibara alarak yapılmış “mecaz bi i’tibari ma kâne” sanatı vardır. Zira ayette yetimlerin daha önceki durumları göz önünde bulundurulmuştur. Çünkü yetim çocuklar bülüğa ermedikçe malları onlara verilmez. Ancak ergenlik dönemine ulaştıklarında malları kendilerine teslim edilir. Öyleyse yetim tabiri geçmişe göredir. Zira bunlar daha önce yetim idiler. Bu durumda bu mecaz, alakası “i’tibar ma kâne” (geçmişe itibar) olan mürsel mecazlardandır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm - Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
يتامى: “Nedîm ve nedâmâ” gibi yetimin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. “Yetim” yalnız kalma manasına “yetem”den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye “dürr-i yetim (sedefinde tek olan inci)” denir. İşte bu yalnız kalma manası düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmaya da ye’nın ötresi ile “yütm” denilir. Bundan dolayı lügat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma manası kalıcıdır. Genellikle yetimlerin mallarından başka nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki manadan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşaî olmak bakımından ittifak vardır. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Nehiy üslubunda talebi inşâî isnaddır. الْخَب۪يثَ - الطَّيِّبِۖ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Ayetteki emir ve nehiy de irşad ve tenbih içindir.
وَلَا تَتَبَدَّلُوا الْخَب۪يثَ بِالطَّيِّبِۖ [Habisi tayyiple değiştirmeyin.] sözünde istiare vardır. Haramı helalle değiştirmeyin demektir. Haram mal, habis şeye benzetilmiştir. Câmi’; zarar vermesi, faydasız olmasıdır. Helal mal temiz şeye benzetilmiştir. Câmi’; ferahlık, hoşa gitmesi, faydalı olmasıdır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَهُمْ اِلٰٓى اَمْوَالِكُمْۜ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اَمْوَالَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
“Malları yemek” tabirinde istiare vardır. Malı gasp etmek, bir yiyeceği yemeğe benzetilmiştir. Mal en çok yemeye harcandığı için tağlîb sanatı yapılmıştır.
Bu ifade, mübalağa ile onları vazgeçirmek için yapılan bir tecessümdür. Sanki yetim malı ortaya konmuş, ona el uzatan kişi de başına çöreklenmiş iştahla yiyor gibi göz önüne getirmektedir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
اِنَّهُ كَانَ حُوباً كَب۪يراً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen bu son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsned olan كَانَ حُوباً كَب۪يراً cümlesi, nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
حُوباً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
حُوباً ‘nin maddi bir varlık sıfatı olan büyük manasındaki كَب۪يراً ile sıfatlanması istiaredir. Günahın, büyük olmakla tavsifi, onun korkunçluğunu artırmak için mübalağadır. Bu ifadede ayrıca tecessüm sanatı vardır.
كَب۪يراً kelimesi حُوباً için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَمْوَالَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ ٣
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | şayet |
|
2 | خِفْتُمْ | korkarsanız |
|
3 | أَلَّا |
|
|
4 | تُقْسِطُوا | adaleti sağlayamıyacağınızdan |
|
5 | فِي | hakkında |
|
6 | الْيَتَامَىٰ | öksüz(kızlar) |
|
7 | فَانْكِحُوا | alın |
|
8 | مَا | olan |
|
9 | طَابَ | helal |
|
10 | لَكُمْ | size |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | النِّسَاءِ | kadınlar- |
|
13 | مَثْنَىٰ | ikişer |
|
14 | وَثُلَاثَ | ve üçer |
|
15 | وَرُبَاعَ | ve dörder |
|
16 | فَإِنْ | yine |
|
17 | خِفْتُمْ | korkarsanız |
|
18 | أَلَّا |
|
|
19 | تَعْدِلُوا | adalet yapamayacağınızdan |
|
20 | فَوَاحِدَةً | bir tane (alın) |
|
21 | أَوْ | yahut |
|
22 | مَا | şeyle (yetinin) |
|
23 | مَلَكَتْ | sahip olduğu |
|
24 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
25 | ذَٰلِكَ | budur |
|
26 | أَدْنَىٰ | en uygun olan |
|
27 | أَلَّا |
|
|
28 | تَعُولُوا | haksızlık etmemeniz için |
|
Hamisi olan kişi yetim kız ile evlenirse ona mehir vermemiş olur ve dolayısı ile onun hakkına girmiş olur. Hoşlarına gitmese de parası için yetimlerle evlenenler kınanmıştır. Bunun yerine hoşlarına giden kadınlarla evlenmek tavsiye edilmiştir.
Avl kelimesi ağır gelen musibettir. Ailenin geçim ağırlığını üstlenmek de zordur. Ayeti kerimede de bu manada gelmiştir. (Müfredat)
Cahiliye toplumunda çok eşliliğin sebeplerinden biri de serveti çoğaltmaktı. O günün anlayışına göre kişinin şerefi servetiyle ölçülüyordu. (Bugün ne değişmiş ki!!!)
Hayrettin Karaman ve Süleyman Ateş'e göre çok eşlilik için adalet vazgeçilmez bir şarttır. Ayrıca gerekli başka koşullar da vardır:
Kadının çocuk doğuramaması,
Cinsel birleşmeye izin vermeyecek bir hastalığı olması,
Savaş, salgın hastalık gibi bir sebeple kadın nüfusun çoğalması ve bu yüzden fuhşun başgöstermesi...
(Kur'ân Tefsirinde Farklı Yorumlar)Nekeha نكح :
Nikah نِكاحٌ kelimesinin asıl anlamı evlilik sözleşmesidir. Sonradan istiare yoluyla beraber olmak anlamında da kullanılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli nikahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خِفْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُقْسِطُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْيَتَامٰى car mecruru تُقْسِطُوا fiiline müteallik olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, في نكاح اليتامى şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
انْكِحُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası طَابَ لَكُمْ ’dir. Aid zamir هو ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
طَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَكُمْ car mecruru طَابَ fiiline mütealliktir. مِنَ النِّسَٓاءِ car mecruru طَابَ ’deki fail olan zamirin mahzuf haline mütealliktir.
مَثْنٰى kelimesi مَا ’nın hali olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Gayr-i munsarif olduğundan tenvin almamıştır. ثُلٰثَ وَرُبَاعَ kelimeleri atıf harfi وَ ile مَثْنٰى ’ya matuftur.
مَثْنٰى söylenmesi zor olduğu için elif-i maksûre üzerine takdir edilmiş fetha ile mansub haldir. (Bu zorluk, elif-i maksûrenin harekesinin görünmesine engel olmuştur.)
Bu vasıf مَفْعَلْ veznindedir. Sülâsî olan اَلثَّنْيُ fiilinden müştaktır. Bu kelime tekrar manasındadır.
مَثْنٰى gayr-ı munsariftir. Bunun sebebi vasf ve adl [dönüşmüş] olması olup çok eşliliğin mübah olduğu kadınların sıfatıdır.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُقْسِطُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قسط ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَثْنٰى - ثُلٰثَ - رُبَاعَۚ - يَتَامٰى kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
Cümle, atıf harfi فَ ile birinci اِنْ خِفْتُمْ ’e atfedilmiştir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خِفْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَعْدِلُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
وَاحِدَةً mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, انكحوا şeklindedir.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. مَا müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi اَوْ ile وَاحِدَةً ’e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. اَدْنٰٓى haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf إلى harf-i ceriyle اَدْنٰٓى ’ya mütealliktir.
تَعُولُوا fiili نَ ‘ un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَدْنٰٓى kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُـقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ
وَ , istînâfiyye, اِنْ şartiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى cümlesi şarttır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَلَّا , masdar harfi اَنْ ve nefy harfi لَا ‘dan müteşekkildir. Masdar harfi أن ’i takip eden menfi muzari fiil cümlesi اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى , masdar teviliyle mef’ûl konumundadır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ kelimeleri mevsûlün ifade ettiği kişilerden haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
تُقْسِطُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
مَثْنٰى - ثُلٰثَ - رُبَاعَۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Adl, burada “udûl” yani “değiştirme ve intikal”dir. Ayette مَثْنٰى sıfatı, اِثْنَتَيْنِ [iki] manasındadır. Aslı, انْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ اِثْنَتَيْنِ اِثْنَتَيْنِ [Hoşunuza giden kadınlarla iki iki nikâhlanın.] şeklindedir. Sayının sıfatını iki kere tekrarlamaktan vazgeçilerek مَثْنٰى buyurulmuştur. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s. 22 - Fahreddin er-Râzî , Mefâtîhu’l-Gayb - Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Buradaki خَوْفٌ [korku], “haram işlemekten ve yetime adaletsiz davranmaktan haşyet duymak”tır. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s. 15)
Buradaki مِنَ harfi, beyaniyyedir. Nikâhlanmak için rağbet edilen kadınların tayyib [temiz] kadınlar olduğunu açıklar. Tayyib vasfı; fiiller, sözler, ameller ve şahsiyetler için kullanılır. Burada tayyib ile kadınların kastedildiğini göstermek için مِنَ beyaniyye’ye ihtiyaç duyulmuştur. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s. 20)
اِنْ خِفْتُمْ [Eğer korktuysanız] şart fiilinin mazi gelişi, kesin olacağına işaret içindir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
اِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى [Yetimler hakkında korkarsanız] ifadesinde idmâc vardır. Hem yetim mallarına yapılacak haksızlıktan korkmak hem de yetim kızlarla istemeden yapılan evliliklerde haksız davranma korkusu anlaşılmaktadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
خِفْتُمْ [korkarsanız] fiilindeki hitap bütün Müslümanlara değil, sadece onlar içinden özel bir gruba yöneliktir. Bu grup, yetim kadınlara vasi olan ve yetim kızın amcasının veya dayısının oğlu gibi bu kadınlarla evlenmesi haram olmayan erkeklerdir. İkinci cümleye dikkat çekmek için hitap bize has kılınmıştır, bunun delili Âişe’nin (r.a.) Urve'ye bu ayetin nüzulü hakkında söyledikleridir. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s.16 - Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ sözünde tağlib sanatı vardır. Bekar veya evli bir kadını nitelendirirken من yerine akılsızlar için kullanılan مَا tercih edilmiştir.(https: //
t afsir.app/aljadwal/4/3)
Yetimlerle evlenildiği takdirde adaletsizlikten korkulması halinde bu evliliğin nehyedilmesi asıl amaç olduğu halde bunun yerine başka kadınlarla evlenme emri ifadesinin tercihi, onları bundan lütufkâr bir tavırla vazgeçirmek içindir. Çünkü insan nefsi tabu olarak, yasaklandığı şeylere ihtiraslı olur. Nitekim kadınların “hoşa gitmek” vasfıyla vasıflandırılmaları da erkekleri daha fazla onlara meylettirmek ve teşvik içindir. Bunların hepsi de bu sakıncalı durumda velileri yetimlerle evlenmekten vazgeçirmeye dönüktür, işte ayetin nüzul sebebi, tahakkuk etmiş evlilik iken zımnî nehyi, beklenen evliliği tercih etmenin sırrı da budur. Çünkü bu yaklaşımda, şer vâki olmadan onu süratle önlemek vardır -zira vâki olan bir şey, bazen kaldırılamıyor- ve bir de tahakkuk etmiş böyle bir evliliğin sakıncası mübalağa ile ifade edilmiş olur. Zira beklenen evliliğin sakıncası ondan beklenen haksızlıktan dolayı olduğuna göre haksızlıkla beraber tahakkuk etmiş evliliğin sakıncası daha ağırdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Hem erkek hem de kız yetimler için يتامى kelimesi kullanılır. Bu kelime, يتيمةٌ kelimesinin harflerinin yer değiştirmesi ile yapılmış çoğuludur.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Buradaki قَاسِطٌ “zalim” manasındadır ve o cehennem odunudur. اَقْسَطَ rubâî fiili ise “adaletli oldu” manasındadır. Allah Müslümanlara adaletli davranmalarını emretmiştir. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s. 17)
يَتِيم [yetim] sözcüğünün çoğulu الْيَتَامٰى ’dır. فَعِيل vezninde sıfat-ı müşebbehedir.
اَلْيُتمِ kelimesinden müştaktır ve müfreddir. Yetim, “küçükken babası ölen ve yalnız kalan, bakıma ve himayeye muhtaç olan kişi”dir.
يَتِيم müfred müzekkerdir, يَتِمَة müennesidir. Kur’an’da müennes sıfatı kullanılmamıştır. Sadece يَتِيم şeklinde kullanılmış, bununla hem müzekker hem de müennes kastedilmiştir; فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْ [Öyleyse sakın yetime kötü muamele etme! (Duha Suresi, 9)] ayetinde olduğu gibi.
الْيَتَامٰى şeklindeki çoğulu ise bu ayette olduğu gibi sadece kadınlar için kullanılır:
Bazan takdim; az olan şeyden çoğa doğru yapılır. İkişer, üçer, dörder (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
Ayetin ikinci cümlesi, atıf harfi فَ ile önceki cümleye atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aynı üsluptaki cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat vardır. إِنۡ şartiyyedir.
Şart üslubundaki terkipte خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَلَّا , masdar harfi اَنْ ve nefy harfi لَا ‘nın birleşimidir. Masdar harfi أن ’i takip eden لا تَعْدِلُوا şeklindeki menfi muzari fiil cümlesi masdar teviliyle mef’ûl konumundadır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Rabıta harfi فَ ’ nin dahil olduğu cevap فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle takdiri انكحوا olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاحِدَةً kelimesine matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’ nın sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَلَّا تُقْسِطُوا - اَلَّا تَعْدِلُوا - اَلَّا تَعُولُواۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ - خِفْتُمْ - اَلَّا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ [Ellerinizin sahip olduğu] tabiri cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Gerçekte sahip olan insanın kendisidir.
اَوْ atıf harfidir ve tahyîre (iki şeyden birinin seçilmesine) delalet eder. Böylece erkek, önceki ve sonraki fiil arasında muhayyerdir. Yani hür olan tek kadınla evlenmeli, hür kadınla evlenmeye gücü yetmezse cariye ile yetinmelidir. (Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler s. 24)
Yetimler hakkında ve yukarda zikri geçen sayılar üstündeki eşler arasında adaleti gerçekleştirememekten korktuğunuz gibi asgari sayıdaki çok eşlilikte de eşler arasında adaleti sağlayamamaktan korkarsanız o takdirde bir eşlilikten ayrılmayın. Bir eşle yetinin ya da çok sayıdaki eşlerinizden birini seçin ve diğerlerini bırakın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder.
Müsnedün ileyh, en güzel şekilde temyîz edilmek için işaret ismiyle marife olmuştur. Uzağı gösteren işaret ismi ذٰلِكَ , işaret edilenin derecesinin ve kemaldeki mertebesinin yüksekliğini bildirir. Bu cümlede Allah’ın emirlerine işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَدْنٰٓى , müsneddir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَّا , masdar harfi اَنْ ve nefy harfi لَا ‘nın birleşimidir. Masdar harfi اَنْ ’i takip eden لَّا تَعُولُواۜ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen إلى harf-i ceriyle birlikte müsned olan اَدْنٰٓى ‘ya mütealliktir.
Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً ٤
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاتُوا | ve verin |
|
2 | النِّسَاءَ | kadınlara |
|
3 | صَدُقَاتِهِنَّ | mehirlerini |
|
4 | نِحْلَةً | bir hak olarak |
|
5 | فَإِنْ | eğer |
|
6 | طِبْنَ | bağışlarlarsa |
|
7 | لَكُمْ | size |
|
8 | عَنْ |
|
|
9 | شَيْءٍ | bir kısmını |
|
10 | مِنْهُ | ondan |
|
11 | نَفْسًا | kendi istekleriyle |
|
12 | فَكُلُوهُ | onu yeyin |
|
13 | هَنِيئًا | afiyetle |
|
14 | مَرِيئًا | iç huzuruyla |
|
Kadınlara sadaka, yani mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer size ondan bir şey bağışlarsa, vermeyi hoş görürse, onu sağlıkla afiyetle yiyin. (Yani mehrinin bir kısmını size vermeyi hoş görürse, onu rahatlıkla kullanın.)
Ayet iki tarafı da hoşgörüye davet etmektedir.
Nihle kelimesi arı ile aynı köktendir. Arının verdiğini vermek demektir. Arı her çiçeğe konar, hiçbirine en ufak bir zarar vermez, hepsine en büyük faydayı verir. Allah teala'nın bildirdiği gibi içinde şifa olan şeyi verir. (Müfredat)
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. النِّسَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
صَدُقَاتِهِنَّ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. نِحْلَةً fail olan zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
نِحْلَةً kelimesinin üstün olması: 'Din' manasında alınırsa mef’ûlü lehtir. “Dinin bir hükmü olduğu için kadınlara mehirlerini verin” demektir.
Mef’ûlü mutlaktır. Çünkü نِحْلَةً ‘de de vermek manası vardır. اٰتُوا [Verin] emrindeki muhatap zamirinden haldir. "Onlara mehirlerini, bağışlayan ve gönül hoşluğu ile veren kimseler olarak veriniz" demektir. Veya صَدُقَاتِهِنَّ‘ den haldir. Yani, "gönül hoşluğu ile verilmiş bir bağış olarak mehirleri..." demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طِبْنَ şart fiili olup, (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru طِبْنَ fiiline mütealliktir. عَنْ شَيْءٍ car mecruru طِبْنَ fiiline mütealliktir. مِنْهُ car mecruru شَيْءٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. نَفْسًا temyiz olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كُلُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هَن۪ٓيـًٔا ve مَر۪ٓيـًٔا hal olup fetha ile mansubdur..
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfuz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhuz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ صَدُقَاتِهِنَّ نِحْلَةًۜ
İlk cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubundan emir üslubuna iltifat sanatı vardır.
نِحْلَةًۜ , fiilin failinden haldir. Hal, cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlarla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
نِحْلَةً [Seve seve] Kişi gönül hoşluğuyla birine bir şey verdiğinde ya da hibe ettiğinde نحله كذا derler. نِحْلَةً kelimesi mef’ûlü mutlak formundadır. Çünkü o da, اٰتُوا da “vermek” anlamındadır; dolayısıyla sanki “Kadınlara mehirlerini gönül hoşnutluğuyla verin” denilmektedir. Ya da muhatapların hali olarak da mansub yani “Kadınlara mehirlerini kerhen değil de seve seve, gönlünüz hoş olarak verin.” Ya da صَدُقَاتِ [mehir] kelimesinden hal olarak “kadınlara mehirlerini ‘gönül hoşluğuyla verilmiş olarak’ verin.” anlamına da gelebilir. نِحْلَةً ifadesinin “Allah’tan bir bağış olarak O’nun katından kadınlara bir lütuf ve vergi olarak” anlamında olduğu da söylenmiştir. Yine denilmiştir ki نِحْلَةً “din” demektir. Nihleten mef’ûlün leh olduğu takdirde mana, “Kadınlara mehirlerini dindarlığın bir gereği olduğu için verin.” şeklinde olur. نِحْلَةً kelimesinin صَدُقَاتِ ‘ ın hali olması da caiz olup mana, “ [Onlara mehirlerini] Allah’ın koyduğu, farz kıldığı bir din/yasa olarak verin.” şeklindedir. Burada hitap evli erkekleredir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَاِنْ طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔاً
فَ , istînâfiyye اِنْ şartiyyedir. Şart üslubundaki terkipte طِبْنَ لَكُمْ عَنْ شَيْءٍ مِنْهُ نَفْساً cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
مِنْهُ car mecruru شَيْءٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
عَنْ شَيْءٍ [bir şey] ifadesi, bağışlayacakları miktarı az tutmaları için bir telkindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
شئ ‘deki tenvin kıllet ifade eder.
طِبْنَ fiilinin وهب - سمح fiillerine tercih edilmesi mürâât-ı nazîr sanatıdır.
مِنْهُ ’deki مِنْ harfi, teb’iz ifade eder.
نَفْسًا temyiz olup [kadınlardan söz ederken] tekil gelmesinin sebebi, ayette kastedilenin tek tek her bir kadın değil, “kadın cinsi” olmasıdır. Tekil kullanım da cinsi ifade edebilir. Mana şu şekildedir: Şayet kadınlar, geçimsizlik edeceğiniz ve kötü davranacağınız korkusuyla böyle yapmaya mecbur kalmış olmaksızın, gönül hoşnutluğuyla maldan vazgeçip size mehirlerinden bir şey hibe ederlerse “o malı yiyin” yani harcayın.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l -Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَكُلُوهُ هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
هَن۪ٓيـٔاً ve مَر۪ٓيـٔا kelimeleri hal konumunda mansubdur. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu kelimeler arasında tefennün, muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin, “ağız tadıyla, afiyetle” anlamına gelen هَن۪ٓيـٔاً مَر۪ٓيـٔا kısmı, mâkablinden ayrı bir dua cümlesidir. Buna göre “Artık onu yiyin. Hoş, afiyet olsun!” demektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
“Onu yiyin” tabirinde istiare vardır. Mehir, bir yiyeceğe benzetilmiştir. Mal en çok yemeye harcandığı için tağlîb sanatı yapılmıştır.
Rivayete göre bazı insanlar, kadınlara mehir olarak verdikleri mallardan bir şeyi kabul etmeyi günah sayıyorlardı. İşte bu ayet-i kerime bu yanlışı kaldırmak üzere nazil olmuştur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
مِنْهُ ‘daki zamir, صَدُقَاتِ [mehirler] kelimesine racidir. Müzekker olması, mehirleri verenlerin erkek olmalarındandır. Harf-i cer burada teb'iz içindir. Yani 'mehirlerinden biraz' demektir. Bu ifade kadınlara, bağışlayacaklarsa da hepsini değil, mehirden az bir kısmını hibe etmelerine işarettir. Eğer teb'iz değil, tam aksine beyan içinse, mana şöyledir: "Mehir olan o cinsten herhangi bir şeyden..." Kadın mehrin hepsini gönül hoşluğu ile bağışlasa, kocasının o mehri tamamen alması helaldir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)
مِنْهُ ‘daki zamir, ‘tek bir sadaka çekilebilsin de mehrin sadece bir kısmını kapsasın diye müzekker gelmiş de olabilir. Zamir müennes kılınıp منها denilseydi, صَدُقَ ’nın tamamının hibe edilmesini içermiş olurdu çünkü verilen صَدُقَ ’ların bir tanesi de daha fazlası da “mehrin bir parçası” anlamına gelir.(Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Ayette وهب (bağışlama) ve سمح (cömertçe verme) kelimeleri yerine طاب [gönül hoşluğu -tîbu’n-nefs- ile verme] fiilinin kullanılmıştır. Böylece bağışlamanın ve cömertçe vermenin arka planında olması gereken duygu boyutuna işaret edilerek davranışlarda ve ilişkilerde “ruh dünyasının onayına” bakılması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu tercih müminlerin duygu dünyalarını olumlu yönde derinleştiren bir etkiye sahiptir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları, (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً ٥
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تُؤْتُوا | vermeyin |
|
3 | السُّفَهَاءَ | aklı ermezlere |
|
4 | أَمْوَالَكُمُ | mallarınızı |
|
5 | الَّتِي | ki |
|
6 | جَعَلَ | yapmıştır |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | لَكُمْ | sizin için |
|
9 | قِيَامًا | bir geçim kaynağı |
|
10 | وَارْزُقُوهُمْ | ve onları besleyin |
|
11 | فِيهَا | onunla |
|
12 | وَاكْسُوهُمْ | ve giydirin |
|
13 | وَقُولُوا | ve söyleyin |
|
14 | لَهُمْ | onlara |
|
15 | قَوْلًا | söz |
|
16 | مَعْرُوفًا | güzel |
|
Kesev كسو kökünden ألكِسَاء ve ألكِسْوَة kelimeleri türetilmiş olup elbise demektir. Bu kökün iki formu كَسا giydirdi, إكْتَسَى ise giyindi şeklindedir. (Müfredat) Kur’ân-ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam beş kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçe'de kullanılan şekilleri kisve ve kispettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاً مَعْرُوفاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُؤْتُوا fiili ن ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. السُّفَهَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَمْوَالَكُمُ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl اَمْوَالَكُمُ ‘un sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. لَكُمْ car mecruru قِيَامًا ’in mahzuf haline mütealliktir.
جَعَلَ fiilinin birinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, جعلها şeklindedir. قِيَامًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَ değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.
وَ atıf harfidir. ارْزُقُوهُمْ fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهَا car mecruru ارْزُقُوهُمْ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اكْسُوهُمْ fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. قُولُوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru قُولُوا fiiline mütealliktir.
قَوْلًا mef’ûlun bih veya mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. مَعْرُوفًا kelimesi قَوْلًا ‘in sıfatı olup fetha ile masubdur.
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُؤْتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
السُّفَهَٓاءَ kelimesi فعلاء vezninde sıfatı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْرُوفًا kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
وَلَا تُؤْتُوا السُّفَـهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ الَّت۪ي جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَاماً
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … وَاٰتُوا النِّسَٓاءَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَمْوَالَكُمُ için sıfat olan has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sıla cümlesi جَعَلَ اللّٰهُ لَكُمْ قِيَامًا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İki mef’ûle müteaddi olan جَعَلَ fiilinin ilk mef’ûlü mahzuftur. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. İkinci mef’ûl olan قِيَامًا ‘in mahzuf mukaddem haline müteallik olan car-mecrur لَكُمْ , mef’ûle ihtimam için takdim edilmiştir. İlk mef’ûlün ve halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
قِيَامًا ‘deki nekrelik tazim ifade eder. قياما kelimesi ya mastardır ya da قائم şeklindeki ism-i failin çoğuludur. İsm-i fail vezninde kabul edilirse bu özelliğin hudûs ve yenilenmesine işaret etmiştir. Ayet-i kerimede geçen sefihlerin, yetim olup temyiz yaşına gelmemiş çocuklar yani aklı ermeyenler olduğu söylenmiştir.
Burada mallar için اَمْوَالَكُمُ [sizin mallarınız] buyurulmuştur. Tasarrufta bulunma yetkisi onlara ait olduğu için sebebe isnad kabilinden mecaz-ı mürseldir.
السُّفَهَٓاءَ [Aklı ermeyenler] mallarını saçıp savuranlar, gereksiz yere harcayanlar, düzgün harcamaya, geliştirmeye ve çekip çevirmeye gücü yetmeyenlerdir. Ayetteki وَلَا تُؤْتُوا السُّفَهَٓاءَ اَمْوَالَكُمُ [mallarınızı vermeyin] hitabı velileredir. Mal, velilerin değil, velisi bulundukları kişilerin olduğu halde velilere nispet edilmesinin sebebi, insanların geçimlerini o mal vesilesiyle yoluna koymalarıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu kimseler hakkında kullanılan sefihlik, zem ve kınama ifade eden bir sıfat değildir. Bu, Allah Teâlâ’ya isyan manasını ifade etmez. Onlar, sadece akıllarının azlığı, malı muhafaza etme hususunda temyiz kabiliyetlerinin yetersizliğinden dolayı “sefih” diye adlandırılmışlardır.
Cenab-ı Hakk’ın “mallarınızı…” sözünden anlaşılan mefhumun dışına çıkan başka bir mefhum da bulunmaktadır. Durum böyle olunca bu lafzı, lafzın her ikisi arasında müşterek bir manayı ifade etmiş olması bakımından hem hakiki hem de mecazî manaya hamletmenin uzak bir ihtimal olmadığını söylememiz mümkündür. Mal, ayakta durabilmenin ve müstakil olarak yaşayabilmenin sebebi olunca Cenâb-ı Hak onu, mübalağa yoluyla, “müsebbeb” (netice)’in ismini “sebeb”e ıtlak ederek adlandırmıştır. Yani “Bu mal, sizin ayakta durabilmenizin ve hayatınızı sürdürebilmenizin bizzat kendisidir.” demektir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
Bu; surede zikredilen hükümlerin üçüncü çeşididir.
Bu ayetin, önceki ayetlerle ilgisi şu şekildedir: Sanki Cenâb-ı Hak şöyle demektedir: “Ben, yetimlere mallarını, kadınlara da mihirlerini vermenizi emrettim. Bunu, onlar akil baliğ ve mallarını koruyabilecek bir halde oldukları zaman size emrediyorum. Fakat onlar akıllı veya balğ olmazlarsa veyahut da akil-baliğ oldukları halde müsrif bir sefih olurlarsa onlara bu halleri zail oluncaya kadar mallarını vermeyip elinizde tutunuz. Bütün bunlardan maksat ise zayıf ve aciz kimselerin mallarını koruma hususundaki ihtiyattır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb)
Hitab, yetimlerin velilerinedir. Veliler, mallarını saçıp savuracak yetimlere, zayi etmemeleri için mallarını vermekten nehyolunuyor. Daha açık bir deyişle sanki şöyle buyuruluyor:
“Ey veliler, tebzir ehli, savurgan, aklı ermez yetimlere, hayatlarının güvencesi olan mallarını teslim ederek onu zayi etmelerine göz yummayın. Zira malları zayi olursa kendileri de zayi olur. O mallarla onları besleyin, giydirin; mallarını muattal bırakmayıp ticarette işleterek ondan kazanç sağlamak suretiyle yiyecek ve giyecekleri için onu sürekli bir kaynak haline getirin ki onların nafakaları ana maldan değil, fakat kârdan karşılansın.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا وَاكْسُوهُمْ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلاًمَعْرُوفاً
Cümle, atıf harfi وَ ‘la … لَا تُؤْتُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşaî olmak bakımından ittifak vardır.
Aynı üsluptaki وَاكْسُوهُمْ ve وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا cümleleri atıf harfi وَ ile وَارْزُقُوهُمْ ف۪يهَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Son cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَهُمْ , ihtimam için, mef’ûl olan قَوْلًا ‘e takdim edilmiştir.
مَعْرُوفًا kelimesi قَوْلًا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
قَوْلًا - قُولُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَارْزُقُوهُمْ - وَاكْسُوهُمْ arasında mürâat-ı nazîr sanatı vardır. Güzel sözün de ihtiyaçlar arasında olduğu ifade edilmiştir.
Yapılması gerekenlerin beslemek, giydirmek ve güzel söz söylemek olarak sıralanması taksim sanatıdır.
“Sizin idarenizde olan malı kendi malınız gibi kullanın, onları da rızıklandırın, giydirin, güzel davranın.” demektir.
“İyi söz; kendisine velayet edilen çocuk varsa velinin ona, malın onun kendi malı olduğunu, kendisinin o malın sadece bekçiliğini yaptığını, yetimin çocukluk devresi bitince malını ona vereceğini o yetime anlatmasıdır.”(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l -Gayb)
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً ٦
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَابْتَلُوا | deneyin |
|
2 | الْيَتَامَىٰ | öksüzleri |
|
3 | حَتَّىٰ | kadar |
|
4 | إِذَا |
|
|
5 | بَلَغُوا | varıncaya |
|
6 | النِّكَاحَ | nikah (çağına) |
|
7 | فَإِنْ | eğer |
|
8 | انَسْتُمْ | görürseniz |
|
9 | مِنْهُمْ | onlarda |
|
10 | رُشْدًا | bir olgunluk |
|
11 | فَادْفَعُوا | hemen verin |
|
12 | إِلَيْهِمْ | kendilerine |
|
13 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
14 | وَلَا |
|
|
15 | تَأْكُلُوهَا | yemeğe kalkmayın |
|
16 | إِسْرَافًا | israf ile |
|
17 | وَبِدَارًا | ve tez elden |
|
18 | أَنْ |
|
|
19 | يَكْبَرُوا | büyüyüp (geri alacaklar) diye |
|
20 | وَمَنْ | ve kimse |
|
21 | كَانَ | olan |
|
22 | غَنِيًّا | zengin |
|
23 | فَلْيَسْتَعْفِفْ | çekinsin |
|
24 | وَمَنْ | ve kimse de |
|
25 | كَانَ | olan |
|
26 | فَقِيرًا | yoksul |
|
27 | فَلْيَأْكُلْ | yesin |
|
28 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun şekilde |
|
29 | فَإِذَا | zaman da |
|
30 | دَفَعْتُمْ | geri verdiğiniz |
|
31 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
32 | أَمْوَالَهُمْ | mallarını |
|
33 | فَأَشْهِدُوا | şahid bulundurun |
|
34 | عَلَيْهِمْ | yanlarında |
|
35 | وَكَفَىٰ | yeter |
|
36 | بِاللَّهِ | Allah |
|
37 | حَسِيبًا | hesapçı olarak |
|
Çocukların evlenme çağına gelmeleri, normal hallerde reşîd olmalarının, yani rüşd dönemine girmelerinin de zamanıdır. Ancak evlenme yaşı geldiği halde rüşdün hâsıl olmaması veya rüşd hali görüldüğü halde yaşın gelmemiş olması da mümkündür. Bu sebeple âyet malın teslimini iki şarta bağlamıştır: a) Evlenme yaşının gelmesi. Müctehidlere göre bu, on beş-on dokuz yaşları arasında değişmekte, bazılarına göre kızlarla erkek çocuklar için farklı yaşlar öngörülmektedir. Devlet ictihadlar arasından birini seçerek kanunlaştırma ve uygulamayı buna göre yapma imkânına sahiptir. b) Fiilen rüşdün yani malı akıllıca kullanma yeteneğinin oluşması. Veliler ve vasîler uygun vasıtalarla kısıtlıları deneyecekler, rüşdün oluştuğuna kanaat getirdiklerinde şahitler huzurunda mallarını, artık reşîd olan sahiplerine teslim edeceklerdir.
Kısıtlıların malları üzerinde tasarrufta bulunan vasîlerin, ihtiyaçları bulunduğu takdirde, örfe veya kanuna göre bu maldan uygun bir pay yahut ücret almaları câizdir. İhtiyacın bulunmaması halinde hem kısıtlının hem de cemiyetin menfaatine olan bu işin ücretsiz, hasbî olarak, kamu yararı düşüncesiyle ve Allah rızası için yapılması tavsiye edilmiştir.(Kur’ân Yolu Tefsiri/Diyanet)
Riyazus Salihin, 676 Nolu Hadis
Ebû Zer radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne istiyorsam senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma! Yetim malına da yöneticilik yapma!”
Müslim, İmâre 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 4; Nesâî, Vesâyâ 10
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتَلُوا fiili ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْيَتَامٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
حَتّٰٓى ibtidâ harfidir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. بَلَغُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلَغُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. النِّكَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰنَسْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُمْ car mecruru اٰنَسْتُمْ fiiline mütealliktir. رُشْدًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
ادْفَعُٓوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِمْ car mecruru ادْفَعُٓوا fiiline mütealliktir. اَمْوَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتَلُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بلو ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اٰنَسْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أنس ‘dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْيَتَامٰى kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُواۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَأْكُلُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِسْرَافًا hal olup fetha ile mansubdur. بِدَارًا atıf harfi وَ ‘la اِسْرَافًا ‘e matuftur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, masdar بِدَارًا ‘in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Yani: بادرين كبرهم أي مسرعين في تبذيرها قبل أن يكبروا demektir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
يَكْبَرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Masdar; bir iş, bir oluş, bir durum bildiren ve zamanla ilgili olmayan kelimelerdir. Masdarlar fiil gibi zamanla ilgileri olmadığından isimdirler.
Masdarın fiil gibi amel şartları şunlardır: Tenvinli olmalıdır. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
Masdarın failine muzaf olmalıdır. Masdarın mefulüne muzaf olmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.Bu amel şartlarından birini taşıyan masdar kendisinden sonra fail veya mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. غَنِيًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لۡ, emir lam’ıdır. يَسْتَعْفِفْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
وَ atıf harfidir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘ nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. فَق۪يرًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لۡ, emir lam’ıdır. يَأْكُلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِالْمَعْرُوفِ car mecruru يَأْكُلْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri عادلا şeklindedir.
يَسْتَعْفِفْۚ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi, عفف ‘dir.
Bu bab fiile taleb,tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamlar katar.
الْمَعْرُوفِۜ kelimesi, sülâsi mücerredi عرف olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
غَنِيًّا - فَق۪يرًا kelimeleri sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. دَفَعْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَفَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمْ car mecruru دَفَعْتُمْ fiiline mütealliktir. اَمْوَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَشْهِدُوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اَشْهِدُوا fiiline mütealliktir.
اَشْهِدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شهد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. بِ zaiddir. اللّٰهِ lafzen mecrur كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. حَس۪يبًا hal olup fetha ile mensubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَس۪يبًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْداً فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfî sıygadan müspet sıygaya iltifat sanatı vardır.
Ayetin ilk cümlesi وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Fasılla gelen حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَۚ فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ cümlesi şart üslubundadır.
حَتّٰٓى ibtidâ harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki şart cümlesi بَلَغُوا النِّكَاحَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen اِذَا ‘nın cevap cümlesi olan فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْۚ , şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan فَاِنْ اٰنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Âşûr, رشدا ’deki tenvinin nev (çeşit) için olduğunu belirtir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَادْفَعُٓوا اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِمْ car mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
حَتّٰٓى اِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ [Nikâha ulaşıncaya kadar] sözünde muzâf olan vakit, zaman gibi bir kelime hazfolunmuştur. “Nikah vaktine ulaşana kadar” demektir. Hükmî mecaz vardır. Âşûr, burda kinaye olduğunu bildirir.
2. ayette yetimlerin mallarının verilmesi ifade edilirken اتي fiili gelmişti. Burada ise دَفَعْ fiili gelmiştir. Bu fiiller arasında fark vardır. Yetimlerin mallarını îta etmek; ona göz dikmemek, suistimal etmemektir. Def etmek ise mallarını bilfiil ellerine vermektir. Burada bu mana murad edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Önce yetimlerin mallarının kendilerine verilmesi mutlak olarak emredilmişti. Fakat buna istisna getirilmiş, bunlar aklı ermez, ne yaptığını bilmez, müsrif kimseler olduğu takdirde malların kendilerine iadesi nehyedilmişti. Şimdi bu ayette de yetimlerin mallarının kendilerine teslim edilmesi için belli bir vakit belirleniyor ve teslim şartı açıklanıyor. Şöyle ki:Sefih (beyinsiz, aklı kıt, savurgan) olduğu açıkça bilinmeyen yetimleri, evlenme veya bulûğ çağına ermeden önce dinî salahiyet, malına sahip olma ve malını güzel kullanma halleri itibariyle deneyin. Bunu yaparken de her birini meşgul olacakları işlerde tecrübe edin. Eğer ticaret yapacaklarsa alışveriş için ellerine bu mallardan bir miktar verin. Eğer arazileri, işçileri, hizmetçileri çalıştıracaklarsa onlara işçi, hizmetçi ücretlerini ve diğer masrafları karşılayacak bir meblâğ verin ki bunlara ilişkin yetenek ve becerileri anlaşılsın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Allah Teâlâ daha önce “Yetimlere mallarını verin.” diye yetimlere mallarını vermeyi emredince bu ayetle de onlara mallarının ne zaman verileceğini beyan buyurmuş, bu ayeti zikretmiş ve bu ayette, onlara mallarını vermeyi şu iki şarta bağlamıştır:
a) Nikah çağına ermeleri...
b) Kendilerinde bir akıt ve salah (iyi hal) görülmesi... Yetimlerde, mallarının kendilerine verilebilmesi için mutlaka bu iki sıfatın bulunması gerekir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَلَا تَأْكُلُوهَٓا اِسْرَافاً وَبِدَاراً اَنْ يَكْـبَرُوا
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la وَابْتَلُوا الْيَتَامٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle, yetimler ehliyet kazandıklarında mallarını kendilerine verme emri için bir tekid ve izah olduğu gibi, bir sonraki cümle için de bir hazırlıktır.(Ebüssuûd, İrşâdü’l -Akli’s-Selîm)
اِسْرَافًا ve بِدَارًا hal konumunda iki masdardır. Bu masdarlar için mef’ûlün lieclih de denmiştir. Bu iki kelime bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَكْـبَرُوا cümlesi masdar tevilinde amili بِدَاراً olan mef’ûl konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَنْ كَانَ غَنِياًّ فَلْيَسْتَعْفِفْۚ وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِۜ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ غَنِياًّ , hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلْيَسْتَعْفِفْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki ikinci şart cümlesi وَمَنْ كَانَ فَق۪يراً فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ , makabline atıf harfi وَ ’ la atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ cümlesiyle وَمَنْ كَانَ فَق۪يرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
غَنِيًّا - فَق۪يرًا kelimeleri arasında muvazene ve tıbâk-îcab sanatları, فَلْيَأْكُلْ - لَا تَأْكُلُو filleri arasında ise iştikak cinası ve tıbâk-ı selb sanatı vardır.
مَنْ - كَانَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بِالْمَعْرُوفِ ifadesi Kur’an-ı Kerîm’de 19 yerde geçmiştir. Hepsi Allah’ın koyduğu hüküm ile alakalıdır. Bakara/240. ayette (Kocası ölmüş kadının evde bir yıl kalması ile ilgili bir ayet) من معروف şeklinde geçmiştir. Bu şekildeki bir kullanım da sadece o ayette vardır.
Yetimlerin velilerinden ve vasilerinden zengin olanlar, onlara şefkat olarak ve mallarını eksiltmemek için yetimlerin mallarından hizmetine karşılık bir şey yemekten nezahet göstersin ve Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği zenginlik ve rızıkda kanaat etsin. Velilerden ve vasilerden yoksul olanlar, zaruri ihtiyaç, çalışma ve hizmet karşılığı emsal ücret ölçüsünde o mallardan yesin.
Bu ayet-i kerimenin ifadesinden anlaşılıyor ki vasinin, vesayetine karşılık yetimin malında bir hakkı vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَاِذَا دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْۜ
فَ istînâfiyye, اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı şartın cevap cümlesidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi دَفَعْتُمْ اِلَيْهِمْ اَمْوَالَهُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِمْ car mecruru durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاَشْهِدُوا عَلَيْهِمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
دَفَعْتُمْ - فَادْفَعُٓوا fiilleri arasında cinâs-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s sadr sanatları vardır.
اِلَيْهِمْ - اَمْوَالَهُمْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Söz konusu bu şartları göz ettikten sonra o yetimlerin mallarını kendilerine verdiğiniz zaman onların mallarını bilfiil teslim aldıklarına, zimmetinizin ondan beri olduğuna dair şahitler bulundurun. Çünkü bu, töhmetten uzak kalmak, husumeti önlemek, güveni sağlamak ve zimmetin beraati için en doğru yoldur. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يباً
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بِاللّٰهِ ’deki ب harfi zaiddir. Tekid ifade eder. اللّٰهِ lafzen mecrur, mahallen merfû konumda müsnedün ileyhtir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmanın yanında ikazı artırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
حَس۪يباً temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
حَس۪يباً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayetin sonunda “Allah size hesap görücü olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani bu haklarla ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde çizdiği sınırları aşmayın demektir. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı ve ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır.
Bu ifade, yetimlere velayet eden kimseler için bir tehdit ve yetimin malı hususunda helal olmayan şeylere niyetlenmesinler veya yapmasınlar ve malı yetime verinceye kadar, emaneti tam olarak yerine getirsinler diye Allah Teâlâ’nın işin zahirine olduğu gibi bâtınına da vakıf olduğunu bildirme manasına gelir. “Hasîb” kelimesini ister “muhasib” ister “kâfî (yeter)” manasına alalım, bu incelik mevcuttur. Bil ki “Allah yeter” “Rabbin yeter” ayetlerindeki bâ harf-i ceri, Kur’an’ın her yerinde zaiddir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
“Yani şahitlik etmede size Allah kâfidir.”Allah Teâlâ bu ayet-i kerîmesinde yetimlerin mallarına dair hükümleri belirtmiş, buluğ çağına erip malları kendilerine verileceği zaman ise ihtiyat kabilinde şahit bulundurmalarını, (şahit bulundurmamaları gibi durumlarda ise) hesap soran olarak zatının kafi geleceğini buyurmuştur. (Keziban Dut,Ayet Sonlarindaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)
Erdemler Şehri’nde halk, Adalet’in etrafında toplanmıştı. Onun sürgündeyken gittiği yerleri anlatmasını dinliyorlardı;
Çok uzaklarda, imkansızlıklar aleminde, olmayacak bir dünya düzeni varmış. Burada her şeyin kontrolü, orada yaşayanların elindeymiş. Güneş, ay, deniz, rüzgar, yıldızlar, hayvanlar ve aklınıza gelebilecek diğer her şey insanların kontrolündeymiş.
Bir gece, insanların panikle karışık hırslı kavgalarına uyanana kadar, düzenleri kurallara uygun bir şekilde işliyordu. Kimisi ağlıyor, kimisi bağırıyor, neredeyse her kafadan bir ses çıkıyordu. Karışıklığın sebebini anlamıyor, kimseyi sorularıma cevap vermesi için ikna edemiyordum. Eninde sonunda öğrenirim düşüncesiyle pes ettim. Kaldığım yere döndüğümde, karşı komşunun çocuğunun, evimde oturduğunu farkettim.
Kapımı açık unutmuş olmalıydım. Hiçbir şey sormadan sadece kendisine sıcak çikolata teklif ettim. On dakika sonra içeceklerimiz hazır, masanın başında oturuyorduk. Yanlış bir şey sorarak, onu üzmek istemediğim için konuya nasıl başlamam gerektiğini kestiremiyordum. Beni bu dertten kurtararak karışıklığı görüp görmediğimi sordu. Gördüğümü ama neler olduğunu anlamadığımı belirtince, anlatmaya başladı.
Aslında, bu karışıklık siz gelmeden bir süre önce, yönetimin değişmesiyle başladı. Biliyorsunuz, Güneş’i babamlar kontrol ediyor. Yeni yönetimden önce Güneş değil, Deniz bizim ailemizdeymiş. Babamın dediğine göre yüzyıllardır da öyleymiş. Babam bir de diyor ki, yeni yönetimdekilerin anlamak istemedikleri bazı meselelerden dolayı çıkıyormuş bütün bu sıkıntılar: Bu tür sorumluluklar kişilere verilecek türden değilmiş, işin ehli olan ailelerde kalmalıymış. Çünkü bazı tecrübeler öğrenilmezmiş. İnsan, o tecrübeyle büyümeliymiş. Bizim bir şeyi kontrol ettiğimiz veya herhangi bir hak iddia edeceğimiz bir durum yokmuş. Ama insanoğlu ahmakmış, eline birden bir güç geldiğinde, şaşırma ihtimali çok yüksekmiş. İşte yeni yönetim artık zaman değişti, bir şeyleri değiştirmeliyiz diyerek, herkesten kendi görevlerini alarak, farklı görevler vermiş. Üstelik bunu bir kaç senede bir tekrarlamayı düşünüyorlarmış. Kimi aileler, ellerindeki sorumluluğu bir şeref bildikleri için karardan memnun kalmamış. Kimisi ise kendi ailesinin daha iyi görevlere layık olduğu düşüncesindeymiş. Ama babam bunun bir felaket habercisi olduğunu ilk günden beri söylüyordu. Haklıymış.
Anlattıklarını sindirmem için süre verircesine sustu ve gözlerime baktı. Allah akıl, fikir versin diye düşünerek bakışlarına karşılık verdim.
(Devam edecek.)
Zeynep Poyraz @zeynokoloji