بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَكُمْ | sizindir |
|
2 | نِصْفُ | yarısı |
|
3 | مَا |
|
|
4 | تَرَكَ | bıraktıkları mirasın |
|
5 | أَزْوَاجُكُمْ | eşlerinizin |
|
6 | إِنْ | eğer |
|
7 | لَمْ |
|
|
8 | يَكُنْ | yoksa |
|
9 | لَهُنَّ | onların |
|
10 | وَلَدٌ | bir çocuğu |
|
11 | فَإِنْ | eğer |
|
12 | كَانَ |
|
|
13 | لَهُنَّ | onların varsa |
|
14 | وَلَدٌ | çocuğu |
|
15 | فَلَكُمُ | sizindir |
|
16 | الرُّبُعُ | dörtte biri |
|
17 | مِمَّا |
|
|
18 | تَرَكْنَ | bıraktıklarının |
|
19 | مِنْ |
|
|
20 | بَعْدِ | sonra |
|
21 | وَصِيَّةٍ | vasiyyetten |
|
22 | يُوصِينَ | yapacakları |
|
23 | بِهَا | ondan |
|
24 | أَوْ | veya |
|
25 | دَيْنٍ | borçtan |
|
26 | وَلَهُنَّ | onlarındır |
|
27 | الرُّبُعُ | dörtte biri |
|
28 | مِمَّا |
|
|
29 | تَرَكْتُمْ | bıraktığınızın |
|
30 | إِنْ | eğer |
|
31 | لَمْ |
|
|
32 | يَكُنْ | yoksa |
|
33 | لَكُمْ | sizin de |
|
34 | وَلَدٌ | çocuğunuz |
|
35 | فَإِنْ | eğer |
|
36 | كَانَ | varsa |
|
37 | لَكُمْ | sizin |
|
38 | وَلَدٌ | çocuğunuz |
|
39 | فَلَهُنَّ | onlarındır |
|
40 | الثُّمُنُ | sekizde biri |
|
41 | مِمَّا |
|
|
42 | تَرَكْتُمْ | bıraktığınızın |
|
43 | مِنْ |
|
|
44 | بَعْدِ | sonra |
|
45 | وَصِيَّةٍ | vasiyyet |
|
46 | تُوصُونَ | yapacağınız |
|
47 | بِهَا | ondan |
|
48 | أَوْ | veya |
|
49 | دَيْنٍ | borçtan |
|
50 | وَإِنْ | eğer |
|
51 | كَانَ | ise |
|
52 | رَجُلٌ | erkeğin |
|
53 | يُورَثُ | miras bırakan |
|
54 | كَلَالَةً | evladı ve ana babası olmayıp |
|
55 | أَوِ | veya |
|
56 | امْرَأَةٌ | kadının |
|
57 | أَخٌ | bir erkek |
|
58 | أَوْ | veya |
|
59 | أُخْتٌ | bir kızkardeşi |
|
60 | فَلِكُلِّ | her |
|
61 | وَاحِدٍ | birine |
|
62 | مِنْهُمَا | onlardan |
|
63 | السُّدُسُ | altıda bir düşer |
|
64 | فَإِنْ | eğer |
|
65 | كَانُوا | iseler |
|
66 | أَكْثَرَ | fazla |
|
67 | مِنْ | -ndan |
|
68 | ذَٰلِكَ | bu- |
|
69 | فَهُمْ | onlar |
|
70 | شُرَكَاءُ | ortaktırlar |
|
71 | فِي |
|
|
72 | الثُّلُثِ | üçte bire |
|
73 | مِنْ |
|
|
74 | بَعْدِ | sonradır |
|
75 | وَصِيَّةٍ | vasiyyetten |
|
76 | يُوصَىٰ | yapılan |
|
77 | بِهَا | ondan |
|
78 | أَوْ | veya |
|
79 | دَيْنٍ | borçtan |
|
80 | غَيْرَ | olmayan |
|
81 | مُضَارٍّ | zarar verici |
|
82 | وَصِيَّةً | vasiyyettir |
|
83 | مِنَ | -tan |
|
84 | اللَّهِ | Allah- |
|
85 | وَاللَّهُ | Allah |
|
86 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
87 | حَلِيمٌ | halimdir |
|
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/504/11-12-ayet-tefsiri (Geniş tefsiri için tıklayınız)
11. ayet yine miras ile ilgiliydi ve sonu “alimen hakima” şeklinde bitmişti, burada ise “alimen halima”. Orada bir hikmete dayanarak bunu böyle paylaştırıyor, burada ise hilmine dayanarak. Bu hilm belki o kişilere karşıdır.. Mirasta bizim zayıf yönlerimizden dolayı haksızlık yapacağımıza dayanarak konu öyle detaylı anlatılmış. Bu kadar detaylı başka hüküm yoktur.
Halim kelimesi, cehlin zıddıdır. Cahiliye devri insanı, cehalet içinde olan, duygularına kapılarak, düşünmeden hareket eden demektir. Halim: teenni ile duygularına kapılmadan hareket eden kişi demektir. Allah bize mühlet veriyor, hemen cezalandırmıyor. Belki kendisini düzeltir diye cezayı erteliyor.
Nısf; yarım demektir. İnsaf kelimesi bu köktendir. Yarım yarım paylaşmayı ifade eder.
Kelale, yorulmak, tükenmek, yetim olmak, uzak olmak; başı kuşatmış olmak ve bağlı olmak manalarındadır. Terim olarak, anne baba evlat gibi birinci derece yakınlarını kaybetmiş olan kişi demektir.
كَلالة çocuk ve babanın dışında kalan mirasçılar için kullanılan bir isimdir. Kökü ise bir şeyin parçalarının birleştirilmelerinden doğan bütünü ifade eden كُلٌّ lafzıdır. (Müfredat) . Bu kelime (كَلالة), birinci dereceden olan baba ve evlad dışındaki akrabalar için uygundur. Zira insan için birinci dereceden yakınının maişetini temin etmek ona olan ilgi ve alakası sebebiyle bir külfet değildir. Bu da diğer yakınların aksine bir durumdur. Zira onlar için bu bir külfet ve kelâle olabilir. (Tahkik) Kur’ân’ı Kerim’de bu şekilde ikisi de bu surede olmak üzere sadece 2 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
حِلْمٌ Nefsi ve tabiatı, öfkenin heyecanına karşı kontrol etmektir. Çoğulu أحْلامٌ dır. Hakikatte akıl demek değildir ama aklın sebeplerinden biri olduğu için akıllar olarak yorumlanmıştır. Yine إحْتَلَمَ, تَحَلَّمَ ve أحْلَمَ بِ rüyada gördü demektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte toplam 21 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hilm, halim, ihtilam, hellim (peyniri), Hilmi ve helmedir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَزْوَاجُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ‘nün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. لَهُنَّ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi يَكُنْ ’nun muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Veya يَكُنْ tam fiil olup, sükun ile meczum muzari fiildir. لَهُنَّ car mecruru يَكُنْ fiiline mütealliktir. وَلَدٌ fail olup damme ile merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلكم نصف ما ترك (Onun bıraktığının yarısı sizindir.) şeklindedir.
فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
لَهُنَّ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Veya كَانَ tam fiil olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُنَّ car mecruru كَانَ fiiline mütealliktir. وَلَدٌ fail olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَكُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرُّبُعُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle الرُّبُعُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكْنَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكْنَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. وَصِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يُوص۪ينَ بِهَٓا cümlesi, وَصِيَّةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُوص۪ينَ fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.
بِهَٓا car mecruru يُوص۪ينَ fiiline mütealliktir. دَيْنٍ atıf harfi اَوْ ile وَصِيَّةٍ ’e matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(اَوْ): Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوص۪ينَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُنَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرُّبُعُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle الرُّبُعُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكْتُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُنْ ‘nün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
يَكُنْ nakıs, sükun ile meczum muzari fiildir. لَكُمْ car mecruru يَكُنْ ‘un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi يَكُنْ ’un muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فلهنّ الربع. şeklindedir.
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
لَكُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. وَلَدٌ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup damme ile merfûdur.
Veya كَانَ tam fiil olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru كَانَ fiiline mütealliktir. وَلَدٌ fail olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَهُنَّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّمُنُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle الثُّمُنُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَرَكْتُمْ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
تَرَكْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru تُوصُونَ fiiline mütealliktir. وَصِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُوصُونَ بِهَٓا cümlesi, وَصِيَّةٍ ‘ nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
تُوصُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِهَٓا car mecruru تُوصُونَ fiiline mütealliktir. دَيْنٍ atıf harfi اَوْ ile وَصِيَّةٍ ’e matuftur.
تُوصُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
رَجُلٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup damme ile merfûdur. يُورَثُ cümlesi, رَجُلٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Veya كَانَ tam fiil olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. رَجُلٌ fail olup damme ile merfûdur.
يُورَثُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
كَلَالَةً hal olup fetha ile mansubdur. امْرَاَةٌ atıf harfi اَوِ ile رَجُلٌ ’e matuftur.
وَ haliyyedir. لَهُٓ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَخٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. اُخْتٌ atıf harfi اَوْ ile اَخٌ ’a matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. وَاحِدٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْهُمَا car mecruru وَاحِدٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. السُّدُسُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur.
(اَوْ); Türkçede “veya, yahut, ya da, yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ
فَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. اَكْثَرَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
مِنْ ذٰلِكَ car mecruru اَكْثَرَ ’ye mütealliktir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. شُرَكَٓاءُ haber olup damme ile merfûdur.
فِي الثُّلُثِ car mecruru شُرَكَٓاءُ ’ye mütealliktir. مِنْ بَعْدِ car mecruru يُوصٰى fiiline mütealliktir. وَصِيَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يُوصٰى بِهَٓا cümlesi, وَصِيَّةٍ ‘ nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُوصٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِهَٓا car mecruru يُوصٰى fiiline mütealliktir. دَيْنٍ atıf harfi اَوْ ile وَصِيَّةٍ ’e matuftur.
يُوصٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وصي ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
شُرَكَٓاءُ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe, “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ
غَيْرَ kelimesi, يُوصٰى بِهَٓا ‘dan hal olup fetha ile mansubdur. مُضَٓارّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَصِيَّةً mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَصِيَّةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazfedilebilir: Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُضَٓارٍّۚ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup damme ile merfûdur. حَل۪يمٌ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
عَل۪يمٌ - حَل۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. نِصْفُ , muahhar mübtedadır. Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafet formunda gelmiştir.
نِصْفُ ‘nun muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
زوج kelimesi hem erkek hem kadın için kullanılır. اَزْوَاج da öyledir. Burada اَزْوَاجُكُمْ ile kadınların kastedildiği كُمْ zamirinden anlaşılmaktadır.
اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda gelen terkipte menfi كَانَ ’nin dahil olduğu faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi, şarttır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُنَّ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismindeki nekrelik cins ifade eder.
Takdiri فلكم نصف ما ترك (Sizin için bıraktığının yarısı vardır.) olan cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ
فَ , atıf harfidir. Şart üslubundaki terkip tezat nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُنَّ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismindeki nekrelik cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَكُمُ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَكُمُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الرُّبُعُ muahhar mübtedadır.
İzafet formunda gelen مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ car-mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَرَكْنَ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوص۪ينَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ cümlesi, وَصِيَّةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَيْنٍ , muzafun ileyh olan وَصِيَّةٍ ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür. Bu kelimelerdeki nekrelik nev ifade eder.
اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُنَّ وَلَدٌۚ cümlesiyle فَاِنْ كَانَ لَهُنَّ وَلَدٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
كَانَ - لَمْ يَكُنْ fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَصِيَّةٍ - يُوص۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَهُنَّ الرُّبُعُ مِمَّا تَرَكْتُمْ
Cümle وَ ‘la وَلَكُمْ نِصْفُ مَا تَرَكَ اَزْوَاجُكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُنَّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
الرُّبُعُ muahhar mübtedadır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَرَكْتُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌۚ
Şart üslubundaki terkip istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi şarttır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَهُنَّ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismindeki nekrelik cins ifade eder.
Takdiri, فلهنّ الربع (Onlar için dörtte biri vardır.) olan cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ
فَ , atıf harfidir. Şart üslubundaki terkip tezat nedeniyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
لَكُمْ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. وَلَدٌ , nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. كَانَ ‘nin ismindeki nekrelik cins ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَهُنَّ الثُّمُنُ مِمَّا تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُنَّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الثُّمُنُ muahhar mübtedadır.
Izafet formunda gelen مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ car-mecruru, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan تَرَكْتُمْ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تُوصُونَ بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ cümlesi, وَصِيَّةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
دَيْنٍۜ , muzafun ileyh olan وَصِيَّةٍ ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür. Bu kelimelerdeki nekrelik nev ifade eder.
اِنْ لَمْ يَكُنْ لَكُمْ وَلَدٌ cümlesi ile فَاِنْ كَانَ لَكُمْ وَلَدٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
كَانَ - لَمْ يَكُنْ fiilleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَصِيَّةٍ - يُوص۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُۚ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte كَان ’nin dahil olduğu اِنْ كَانَ رَجُلٌ يُورَثُ كَلَالَةً اَوِ امْرَاَةٌ وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ cümlesi şarttır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. رَجُلٌ , nakıs fiil كَان ’nin ismi, كَلَالَةً haberidir.
يُورَثُ cümlesi رَجُلٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
يُورَثُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s.127)
امْرَاَةٌ , müsnedün ileyh olan رَجُلٌ ‘e, tezat nedeniyle atfedilmiştir.
وَلَهُٓ اَخٌ اَوْ اُخْتٌ cümlesi يُورَثُ ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُٓ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَخٌ , muahhar mübtedadır.
اُخْتٌ , müsnedün ileyh olan اَخٌ ‘a, tezat nedeniyle atfedilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلِكُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا السُّدُسُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لِكُلِّ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. السُّدُسُ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
امْرَاَةٌ - رَجُلٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اُخْتٌ - اَخٌ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı hafiy, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نِصْفُ - وَاحِدٍ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanat ı vardır.
كَلَالَةً köken olarak كَلَالَ anlamında bir masdardır. Kelâl de yorgunluk ve bitkinlikten dolayı kuvvetin gitmesidir. Dolayısıyla [ayette] كَلَالَةً kelimesi mecazen çocuk ve ana-baba ciheti dışındaki akrabalık için kullanılmıştır. Çünkü كَلَالَةً yoluyla akrabalık, çocuk ve ana-baba akrabalığına göre daha zayıftır. كَلَالَةً kelimesi kendisine mirasçı olunanın [mûrisin] veya mirasçı olanın [varisin] sıfatı yapılırsa “kelâle sahibi” anlamına gelir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t- Te’vîl)
الكَلالَةَ kelimesi masdar ismidir. Tesniyesi ve cemisi yoktur. Araplar akrabalık dışındaki yakınları bu şekilde isimlendirmiştir. Sanki uzaktan da olsa akrabayla bir nesep ilişkisi vardır. الكَلالَةَ kelimesi kinaye yoluyla bu manada kullanılmıştır. كَلالَةً lafzı يُورَثُ lafzının zamirinden haldir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
كَلَال lafzı şu anlamlara gelmektedir.
a) Aciz kalıp güç ve kuvveti gittiğinde كَلَّ الرَّجُلُ - يَكِلُّ - كَلَّا وَكَلَالَةً denilir. Daha sonra bu kelimeyi Araplar, nesep bakımından olmayan akrabalığı ifade etmek için istiare (mecaz) olarak kullanmışlardır. Bu sebeple bu çeşit akrabalıkta bir nevi zayıflık bulunmaktadır. Binaenaleyh bu izahla, ebeveynin “kelâle” mefhumuna girmesinin uzak bir ihtimal olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü ebeveynin ölene akrabalığı doğrudan doğruyadır.
b) كَلَالَ lafzı, asıl lügatta “ihata etmek (kuşatmak)” manasına gelir. Başın etrafını sardığı için taca da “iklîl” denilmiştir. İçine dahil olan herşeyi kuşattığı için “küll” kelimesi de böyledir. Bulutlar her tarafı sardığında تَكَلَّلَ السَّحَابُ denilir. Bunu iyice anladığında biz deriz ki: Ölenin babası ve çocukları dışındaki akrabaları “kelâle” diye adlandırılmışlardır. Çünkü onlar insanın etrafını kuşatan bir daire ve başını kuşatan bir taç gibidirler. Halbuki doğumdan dolayı olan (nesep) yakınlığı böyle değildir. Çünkü bunda, insanlar birbirinden dallanır budaklanır ve birbirinden türemiş olur. Bu, tek bir kökten çoğalan bir tek şey gibidir. Fakat doğumdan dolayı olan akrabalığın dışındaki kız kardeşlik, erkek kardeşlik, amcalık ve halalık gibi diğer akrabalıklara gelince bunların neseplerinin, kendisine nispet edildikleri kimse ile bir ilgisi ve ihatası vardır. Binaenaleyh bütün bu iştikakla (türemeyle) ilgili izahlar sayesinde, “kelâle”nin, ölenin ebeveyni ile çocukları dışındaki akrabalarından ibaret olduğu sabit olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَاِنْ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ
Şart üslubundaki terkip فَ harfiyle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْ ذٰلِكَ , şart cümlesidir.
مِنْ ذٰلِكَ car-mecruru كَانَ ’nin haberi olan اَكْثَرَ ‘ya mütealliktir. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu kurallara işaret edilmiştir. Ayrıca ism-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ifade etmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُمْ شُرَكَٓاءُ فِي الثُّلُثِ مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍۙ غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
شُرَكَٓاءُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
فِي الثُّلُثِ car-mecruru شُرَكَٓاءُ ‘ya mütealliktir.
İzafet formunda gelen مِنْ بَعْدِ وَصِيَّةٍ car-mecruru ise, mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُوصٰى بِهَٓا اَوْ دَيْنٍ cümlesi, وَصِيَّةٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَيْنٍۜ , muzafun ileyh olan وَصِيَّةٍ ’e matuftur. Cihet-i camiâ tezayüftür. Bu kelimelerdeki nekrelik nev ifade eder.
يُوصٰى ’daki zamirin hali olan غَيْرَ ’e muzâfun ileyh olan مُضَٓارٍّۚ ’deki tenvin nev ve kıllet ifade eder. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَصِيَّةٍ - يُوص۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السُّدُسُۚ - الرُّبُعُ - نِصْفُ - وَاحِدٍ - الثُّلُثِ - ٱلثُّمُنُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُضارٍّ zahirde ism-i faildir. غَيْرَ مُضارٍّ sözüyle kastedilen zararı yasaklamaktır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
غَيْرَ مُضارٍّ olarak gelen kayıt مِن بَعْدِ وصِيَّةٍ sözünden önce geçen 3 ayetteki mutlak olan lafız için getirilmiştir. Çünkü bu mutlak lafızların hükmü ve sebebi aynıdır. Usul kurallarına göre mutlak lafız, mukayyed lafız üzerine hamledilir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ şeklindeki sıfat, vasiyette zarar vermenin haram olduğuna delalet eder. Miras bırakan kişinin varislere zarar vermek, eziyet etmek maksadıyla malından bir kısmını vasiyet etmesi caiz değildir. Böyle yaparsa günahkâr olur.
مُضَٓارٍّۚ kelimesindeki elif, müşareket için değil, vasiyet konusunda zarar vermemeyi tekid içindir. Zira zarar konusunda ortak olan iki taraf söz konusu değildir. (Halidî, Vakafât Düşündüren Ayetler, s. 209)
وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ , takdiri يُوصِيكُمُ (size vasiyet ediyor) olan mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَصِيَّةً ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
تَرَكۡتُمۡ - كَانَ - وَلَدٌ - ٱلرُّبُعُ - مِنۢ - بَعۡدِ - وَصِيَّةً - یُوصِینَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانُوۤا۟ - كَانَ - یَكُن ile یُوصَىٰ - تُوصُونَ - یُوصِینَ - وَصِيَّةً ve تَرَكَ - تَرَكۡنَۚ - تَرَكۡتُمۚ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelime, tekid için gelmiş olan bir mefûlü mutlak olup, takdiri; يُوصِيكُمُ الَّلهُ بِذَلِكَ وَصِيَّةً “Allah bunu size iyice vasiyet ediyor.” şeklindedir. Bu, Cenab-ı Hakk’ın tıpkı فَرِيضَةً مِنَ للَّهِ “Allah’tan kesin birer farizadır.” ifadesi gibidir.(Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l - Gayb)
Cenâb-ı Hak niçin önceki ayetin sonunu “Allah'tan bir fariza olarak” (Nisa Suresi, 11) buyurarak; bu ayetin sonuna ise “Allah’tan bir vasiyet olmak üzere” diye bitirmiştir?
Cevap: “Farz” lafzı, “vasiyet” lafzından daha güçlü ve daha kuvvetlidir. Bu sebeple Cenâb-ı Hak, evlatların miraslarının izahını فريضة kelimesiyle; “kelâle”nin mirasını ise “vasiyet” sözüyle bitirmiştir. Bütün bunlar her ne kadar riayet edilmesi gereken bir husus ise de çocukların haklarını gözetmeye riayet etmek manası, birinci kısma karşılık daha münasiptir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَصِيَّةً مِنَ اللّٰهِۜ [Allah’tan gelen bir buyruk olarak] ifadesi pekiştirici bir masdardır, yani فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ (Nisa/11) ayetinde olduğu gibi Allah bunu size kendinden bir buyruk olarak emrediyor demektir. غَيْرَ مُضَٓارٍّۚ ifadesiyle de mansub olabilir, yani “Allah’tan gelen buyruğa zarar vermeksizin.” Allah’tan gelen buyruk 1/3 ve 1/3’i aşmayarak 1/3’den azı veya evlatları ile ilgili Allah’ın emirlerine zarar vermemek ve vasiyette aşırı gitmemek sûretiyle onları muhtaç bırakmamasıdır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
وصِيَّةً kelimesi mef’ûlü mutlak olmak üzere mensubdur. يُوصِي fiilinden bedel olarak gelmiştir. Takdiri şöyledir: يُوصِيكُمُ اللَّهُ بِذَلِكَ وصِيَّةً مِنهُ (Allah kendisinden bir vasiyet olarak size bunu tavsiye etti). Nisa/11. ayette geçen يُوصِيكُمُ اللَّهُ sözünün başladığı hükümlerin sonudur. Bu reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَل۪يمٌۜ
وَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَل۪يمٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın حَل۪يمٌ ve عَل۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
حَل۪يمٌ ve عَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Önceki ayet عَل۪يمًا حَك۪يمًا isimleriyle bitmiştir. Bu ayette حَك۪يمًا yerine حَل۪يمٌۜ ismi gelmiştir. Her şeyi bilir, azapta acele etmez manasını taşır. Binaenaleyh Allah’ın mühlet vermesini yanlış yorumlamamak gerekir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ mirasa dair hükümleri zikretmeye bu ayette de devam etmiş, ayet sonunda ise bu hükümleri uygulayanı da uygulamayıp kendine zulmedeni de bildiğini, ayrıca zulmeden kişiye karşı halîm olduğunu vurgulamıştır. (Keziban Dut, Ayet Sonlarındaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlamında)
واللَّهُ عَلِيمٌ حَلِيمٌ cümlesi tezyîldir. Önce geçen hükümler cahiliye dönemindeki hükümlerin birçoğunu geçersiz kıldığı için burada ilim ve hilm sıfatlarının zikri münasip olmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Yani “Allah, vasiyetinde zalim veya adil olanları bihakkın bilir, zalim olanların cezasını derhal verme konusunda aceleci olmayıp Halîm’dir.” demektir ki bu bir tehdit anlamındadır. Allah en iyi bilendir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
[Allah “vasiyetinde haksızlık edeni veya haktan sapanı” çok iyi bilir! Haksızlık edene karşı “Halîm’dir,” cezasını hemen vermez.] Bu, bir tehdittir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu cümlede de zamir ile ifade etmek mümkün iken ism-i celilin zahir olarak ifade edilmesi, kalplere korku vermek ve heybeti artırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
Allah Teâlâ bunları, kendi tarafından bir vasiyet olarak emir ve tavsiye ediyor. Bu da öbür ayetteki gibidir. Ve bununla hem mana bakımından iki durumun farklı olmasına uygun birer pekiştirme yapılmış hem de bu ayetin sonundan önceki ayetin başına bir “son tarafı baş tarafa geri çevirmek” güzel edebî sanatı gösterilmiştir. Allah her şeyi bilendir. Zarar verme kastında bulunanları bilir, fakat Hâlim (sabırlı) olduğundan ceza vermede acele etmez. Bundan dolayı bu hilme (yumuşak muameleye) aldanıp zarar vermeye kalkışmamalı, yapılacak olan vasiyeti Allah rızası için yapmalı, Allah’ın vasiyetlerine uygun hareket etmelidir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تِلْكَ | bunlar |
|
2 | حُدُودُ | sınırlarıdır |
|
3 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
4 | وَمَنْ | kim |
|
5 | يُطِعِ | ita’at ederse |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a |
|
7 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
8 | يُدْخِلْهُ | (Allah onu) sokar |
|
9 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
10 | تَجْرِي | akan |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
13 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
14 | خَالِدِينَ | sürekli kalacakları |
|
15 | فِيهَا | içinde |
|
16 | وَذَٰلِكَ | işte budur |
|
17 | الْفَوْزُ | başarı |
|
18 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
Allah’a itaat etmek, bu hayattaki yaratiliş gayemiz ile ilgili 6 dakika 50 saniyelik bir video
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
حُدُودُ haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. اللّٰهِ lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُطِعِ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ cümlesi şartın cevabıdır.
يُدْخِلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَجْر۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru, تَجْرِي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَار fail olup damme ile merfûdur.
خَالِد۪ينَ hal olup, nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanırlar. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’ye mütealliktir.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُطِع fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
يُدْخِلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi دخل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buûd, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْفَوْز haber olup, damme ile merfûdur. الْعَظ۪يمُ kelimesi الْفَوْزُ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.
عَظ۪يمٌ۟ kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. تِلْكَ mübteda, حُدُودُ اللّٰهِ izafeti haberdir.
Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir.
تِلْكَ ‘de istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden تِلْكَ ile hükümlere işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s.190)
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında tazim ifade eder. Çünkü müsned lafza-i celâle muzâf olmak suretiyle şeref kazanmış ve müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Veciz ifade kastına matuf حُدُودُ اللّٰهِ izafetinde Allah ismine muzâf olan حُدُودُ , tazim edilmiştir.
حُدُودُ اللّٰهِ ifadesinde istiâre vardır. Ayette mekan için kullanılan حُدُودُ ile kastedilen, Allah’ın koyduğu kuralları çiğneme yasağıdır. Allah Teâla, bu kuralların uygulanması zorunluluğuna mübalağa yapmak için emirleri maddi sınıra benzetmiştir. Camî her ikisindeki engellemedir.
Ayetteki تِلْكَ (İşte bunlar) lafzı neye işaret etmektedir? Bu hususta şu iki görüş ileri sürülmüştür: 1- “Mirastaki ‘hallere” işarettir.” 2- “Yetimlerin malları, nikâhın hükümleri ve mirasın halleri gibi surenin başından buraya kadar zikredilen bütün hükümlere işarettir.” Bu görüş, Esamm’ındır. Birinci görüşün delili zamirlerin, zikredilen şeyler arasında kendisine en yakın olana raci olması kaidesidir. İkinci görüşün delili şudur: Zamirin en yakına raci olması kaidesi, daha uzaktakine raci olmasına bir mani bulunmadığı zaman geçerlidir. Mani yoksa zamir hepsine raci olabilir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
حُدُودُ اللّٰهِ Allah”ın Hudutları Ne Demektir? “Allah’ın sınırları”ndan murad, Allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. Bir şeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır. حدود الدار (evin sınırları) ifadesi de bu manadadır. Birşeyin hakikatine delalet eden söz de “o şeyin haddi (sınırı)” diye adlandırılır. Çünkü o söz, ifade ettiği hükmün içine başkasının girmesine mani olur. “Başkası” ise o sözün dışında kalan her şeydir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
حُدُودُ ; haddin (sınırın) çoğuludur ki had, onu başka bir yerden ayıran, tecavüzü engelleyen bir mekan zarfıdır. Bu kelime burada temsil yoluyla ihlal etmenin caiz olmadığı amel için kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَمَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
وَ , istînâfiyedir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi مَنْ يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , şarttır. Şart ismi مَنْ müsnedün ileyn, يُطِـعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi müsneddir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini etkiler.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Zamir makamında ism-i celâlin, hükmün illetini bildirmek, kalplerde haşyet ve muhabbet uyandırmak için zahir olarak tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Lafza-ı celâle tezayüf nedeniyle atfedilen رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, resul için şan ve şereftir.
رَسُولَ - اللّٰهَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede Allah’a itaatten sonra resulüne itaatin zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا cümlesi şartın cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
يُدْخِلْهُ fiilinin ikinci mef’ûlü olan جَنَّاتٍ ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ تَحْتِهَا , ihtimam için fail olan الْاَنْهَارُ ‘ya takdim edilmiştir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesinde mekân alakasıyla aklî mecaz sanatı vardır.
Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekanına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır.Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَالِد۪ينَ kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَالِد۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, ف۪يهَا car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.
وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
وَ , istînâfiyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ve tecessüm ifade etmiştir.
Uzak için kullanılan ve Allah’ın müminler için vaadettiği lütuflara işaret ederek bunlara mazhar olanların şanının ve faziletinin yüceliğine delalet eden ذٰلِكَ ’de istiare sanatı vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmek içindir.
الْفَوْزُ için sıfat olan الْعَظ۪يمُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ cümlesinde müminlerin mertebelerinin yüksekliği ve şerefli makamlarının yüceliğinden dolayı yakında olanlar için uzaklık ifade eden ism-i işaret yani ذٰلِكَ kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, Tevbe/110)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ - Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ - تِلْكَ arasında mürâât-ı nazîr ve cinâs-ı nakıs sanatları vardır.
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim |
|
2 | يَعْصِ | karşı gelir |
|
3 | اللَّهَ | Allah’a |
|
4 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisi’ne |
|
5 | وَيَتَعَدَّ | ve aşarsa |
|
6 | حُدُودَهُ | O’nun sınırlarını |
|
7 | يُدْخِلْهُ | (Allah onu) sokar |
|
8 | نَارًا | ateşe |
|
9 | خَالِدًا | sürekli kalacağı |
|
10 | فِيهَا | içinde |
|
11 | عَذَابٌ | bir azab |
|
12 | مُهِينٌ | alçaltıcı |
|
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart ve cevap cümlesi, mübteda مَنۡ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْصِ şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَسُولَهُ atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَتَعَدَّ حُدُودَهُ cümlesi, atıf harfi وَ ’la يَعْصِ fiiline matuftur.
يَتَعَدَّ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. حُدُودَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ cümlesi şartın cevabıdır.
يُدْخِلْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نَارًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
خَالِدًا hal olup fetha ile mansubdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدًا ’e mütealliktir.
خَالِدًا kelimesi, sülâsî mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallikt.r. عَذَابٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. مُه۪ينٌ۟ kelimesi عَذَابٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُه۪ينٌ۟ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً ف۪يهَاۖ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki … مَنْ يُطِعِ اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Şart üslubundaki terkipte sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan مَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ , şarttır.
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi, مَنْ ’in haberidir. İsim cümlesinde müsnedin fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Lafza-ı celâle tezayüf nedeniyle atfedilen رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, resul için şan ve şereftir.
رَسُولَ - اللّٰهَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede Allah’a asi olmak ifadesinden sonra Resulüne asi olmanın zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Aynı üslupla gelen وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ cümlesi, مَنْ ’in haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf حُدُودَهُ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan حُدُودَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
حُدُودَهُ ifadesinde istiâre vardır. Ayette mekan için kullanılan حُدُودُ ile kastedilen, Allah’ın koyduğu kuralları çiğneme yasağıdır. Allah Teâla, bu kuralların uygulanması zorunluluğuna mübalağa yapmak için emirleri maddi sınıra benzetmiştir. Camî her ikisindeki engellemedir.
فَ karinesi olmadan gelen يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَا cevap cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَارًا ’deki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
خَالِدًا kelimesi haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَالِدًا ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. İsm-i fail vezni, ف۪يهَا car mecruruna müteallak olmasını sağlamıştır.
Önceki ayetteki وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا cümlesiyle وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Eğer isyandan kasıt, büyük günahlar ve yüce Allah'ın emirlerini aşıp çiğnemek ise o takdirde ebedi kalış, uzunca bir süreyi ifade etmek üzere istiare yoluyla kullanılmış bir kelimedir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟
Cümle, atıf harfi وَ ‘la … يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ cümlesine atfedilmiştir. Cümlede cihet-i câmia temasüldür.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ , muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ için sıfat olan مُه۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Bu ifadenin kafir ve münafıkların azabını ifade ettiği söylenmiştir.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’daki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir. Ayrıca, mübalağa vezniyle gelen مُه۪ينٌ۟ ’le sıfatlanması bu korkunçluğa delildir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ - نَارًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٌ ’daki tenvin, azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
Onun için sabit olan cismanî ateş azabının yanısıra bir de mahiyeti bizce müphem olan ruhanî bir azap da vardır. Nitekim bu azabın sıfatı (alçaltıcı oluşu) da bunun ruhanî olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Taksim sanatı vardır, çünkü itaatsizliğin (isyanın), kimisi ölümsüzlüğü, kimisi de alçaltıcı azabı gerektiren farklı türleri vardır ve bunun karinesi ولَهُ عَذابٌ مُهِينٌ cümlesinin ateşteki ebediliğe atfedilmiş olmasıdır. Eğer murad bu taksim olmasaydı bu atıf yapılmazdı. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
(76. ve 77. günün hikayesinin devamı..)
Verdiğim tepkiyle, çocuğu korkutmuştum. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. ‘Sonumuz mu geldi?’ diye sordu. Sesime cesaret yüklemeye çalıştım. ‘Şu an hayattayız, demek ki Allah’ın yardımıyla, hala bir şeyler yapabiliriz.’ O sırada kapı çaldı. Karşı komşum gelmişti. Bitkin görünüyordu. Çocuğa annesiyle eve dönmesini söyledi. Onlar gittikten sonra bana dönüp:
‘İşler bu hale gelmeden önce sizinle konuşmak istiyordum. Geldiğiniz yerdeki ününüzü az buçuk bildiğim için bize doğru nasihatlerde bulunacağınıza ve yönetimi ikna edeceğinize inanıyordum. Geç kaldım!’ dedi.
Onu ikna etme çabasına girmeden ‘Yönetimden tanıdığınız var mı?’ diye sordum.
Yüzünü buruşturdu. ‘Var’ dedi. ‘Hem de bütün bu işlerin baş sorumlusunu tanıyorum. Kendi kardeşim.’
‘Felaketi oturup izlemektense, elimizden geleni yapmak en iyisi. Kardeşine gidelim.’ dedim. Karşı çıkmadı ve beraber karanlık gündüze çıktık.
Dışarıdaki karışıklık devam ediyordu. Komşum sanki hiçbir şey görmüyor ve duymuyor gibiydi. On dakikalık yürümenin sonunda, bir evin önünde durdu. Kapıyı çalmadan içeri girdi. Hıçkırık seslerinin geldiği yöne doğru atıldı. ‘En azından zalim değilmişsin. Sadece korkak bir ahmakmışsın.’ diyerek bir adamın kolundan çekiştirip kaldırdı. Kendisine gelmesini ve kim olduğumu söyleyerek, bana doğru itekledi. Koca adam, küçük bir çocuk gibi gözlerime bakıyordu. ‘Böyle olacağını düşünmemiştim’ dedi. Elimi omzuna koyup umut verircesine sıktım. Oturduk ve ne yapabileceği üzerine konuştuk.
Kararımızı verdikten sonra tekrar dışarı çıktık. Halkı en kısa sürede nasıl toplarız derken, bizi gören peşimizden geliyor, gelmeyenleri de yanlarına çağırıyordu. Bir açıklama, aslında bir umut ışığı istiyorlardı. Meydana geldiğimizde, neredeyse herkes oradaydı. Kürsüye çıktık ve komşumun kardeşi konuşmaya başladı:
‘Bugün akla gelmeyecek korkunç şeyler yaşadık, yaşıyoruz. Ve ne yazık ki çoğunluk olarak büyük bir hata yaptığımızı farkettik. Bize verilen güçlerimizin birer emanet olduğunu unutarak, onları istediğimiz gibi kontrol edebileceğimizi sandık. Herkesin, birbirinin gücünü yüklenebileceğini düşündük. Kendi nefsimize fazlasıyla güvenerek, bize verilen düzeni hiçe sayarak bozduk. Sırf aklımız almıyor diye, hatta zaman değişti diye Allah’ın kuralları çerçevesinden çıkabileceğimizi sandık. Bu halden dönüşümüz var mı bilmiyorum. Ama Allah’ın affını umarak her aileye eski görevlerinin verildiğini duyurmak istiyorum.’
Geri çekilince, kürsüye yaklaştım ve ellerimi açtım:
‘Estağfurullah. Estağfurullah. Estağfurullah.
Ey sahibimiz olan Rabbim! Yaptığımız yanlışlardan döndük. Affına sığındık. Yardımını istedik. Merhametini diledik. Geçmişimizi affın olmadan silemeyiz ama geleceğimizi güzelleştirmeye niyetlendik.
Bize verdiğin nimetleri, Senin rızanı kazanmak için kullanmamızda. Akrabalarımızın ve yetimlerin haklarını gözetmemizde. Aklımız alsın-almasın, hoşumuza gitsin-gitmesin, koyduğun sınırlara uymamızda. Nefsimiz fazlasını istese de, verdiğine razı olmamızda. Aleyhimize sonuçlanacağını bilsek bile, her daim doğru olanı seçmemizde. Kimsenin bizi görmediği hallerde, Senin gördüğünü hatırlamamızda. Sözümüzün geçtiği her yerde, hakkı söylememizde. Yaptığımız her işte ve aldığımız her kararda, daima helal dairesi içinde kalmamızda. Karınlarımızı nurunla doldurmamızda. Hatalarımızı tekrarlamaktan Sana sığınmamızda ve onları telafi edecek hayırları yapmamızda yar ve yardımcımız ol.
Ruhumuz, gönlümüz, gözlerimiz, yüzümüz ve bedenimiz imanınla aydınlansın.’
Sevinç sesleri yükseliyor, insanlar gökyüzünü gösteriyordu. Gözlerimi semaya çevirdim. Karanlık dağılıyordu fakat tuhaftı doğrusu. Komşuma baktım, gülümsüyordu. Tekrar yukarı baktım. Tuhaftı çünkü Güneş doğmuyordu. O saatte olması gereken yerde duruyordu. Sanki Güneş hep oradaydı da, biz görmüyorduk. Sanki sadece bizim doğru bir hale dönmemiz bekleniyordu. Karanlık gökyüzünden değil de, bizim üzerimizden ve gözlerimizden çekiliyordu.
Elhamdulillah. Elhamdulillah. Elhamdulillah.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji