بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الرِّجَالُ | erkekler |
|
2 | قَوَّامُونَ | yöneticidirler |
|
3 | عَلَى | üzerinde |
|
4 | النِّسَاءِ | kadınlar |
|
5 | بِمَا | zira |
|
6 | فَضَّلَ | üstün kılmıştır |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | بَعْضَهُمْ | bir kısmını |
|
9 | عَلَىٰ | üzerine |
|
10 | بَعْضٍ | diğerinin |
|
11 | وَبِمَا | ve çünkü |
|
12 | أَنْفَقُوا | infak ederler |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | أَمْوَالِهِمْ | malları- |
|
15 | فَالصَّالِحَاتُ | iyi kadınlar |
|
16 | قَانِتَاتٌ | ita’atkar olup |
|
17 | حَافِظَاتٌ | korurlar |
|
18 | لِلْغَيْبِ | gizliyi |
|
19 | بِمَا | karşılık |
|
20 | حَفِظَ | kendilerini korumasına |
|
21 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
22 | وَاللَّاتِي | kadınlara |
|
23 | تَخَافُونَ | korktuğunuz |
|
24 | نُشُوزَهُنَّ | hırçınlık etmelerinden |
|
25 | فَعِظُوهُنَّ | öğüt verin |
|
26 | وَاهْجُرُوهُنَّ | onlara sokulmayın |
|
27 | فِي |
|
|
28 | الْمَضَاجِعِ | yataklarda |
|
29 | وَاضْرِبُوهُنَّ | ve onları dövün |
|
30 | فَإِنْ | eğer |
|
31 | أَطَعْنَكُمْ | size ita’at ederlerse |
|
32 | فَلَا |
|
|
33 | تَبْغُوا | artık aramayın |
|
34 | عَلَيْهِنَّ | onların aleyhine |
|
35 | سَبِيلًا | başka bir yol |
|
36 | إِنَّ | çünkü |
|
37 | اللَّهَ | Allah |
|
38 | كَانَ |
|
|
39 | عَلِيًّا | yücedir |
|
40 | كَبِيرًا | büyüktür |
|
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/527/34-ayet-tefsiri
Nüşuz, tepe demektir. Uzaktan görülen, ortaya çıkan, kabarmış damar (Sinirlenince damarlar kabarır ve ortaya çıkar) demektir. Bunu sadakatsizlik, kadının kocasına tepeden bakması şeklinde yorumlamışlar. Bu kelime Nisa suresi 128. ayette erkek için kullanılmış. Kadına mahsus bir şey değildir. Genel anlamda evlilikte problem çıkarma olarak anlayabiliriz. Evliliğin huzurunu kaçıracak boyutta olan problem, mesela kadının soy sopu ile övünmesi ve erkeğe tepeden bakması, erkeğin gücüne gölge düşürür. Sadakatsizlik de düşünülmüştür. Ayetin sadakatsizlik durumunda son çözüm yolu olarak kadını dövmeyi tavsiye ettiği düşünüldüğünde bugün böyle durumlarda daha ileri gidilip kadının öldürüldüğünü görüyoruz.
Kavvam, kalktı manasındaki kâme fiilinin türevidir. Kavvam, mübalağalı ismi faildir. Kâme ale’l mer’eti; kadını gözetmek, geçimini üstlenmek demektir. Parayı kazandığı için evin yönetimi de erkeğe aittir.
Altın, gitti manasındaki zehebe ile aynı kökten gelir. Çabuk harcandığı ve diğer dünya malları gibi geçici olduğu içindir.
Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." manası üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır. Bunun için Kadı Beydâvînin tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır. zamirinin delalet ettiği mana ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber ayetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. (Elmalılı)
Kadını yatağında terk etmek çok evliliklerde kadına ceza oluyor. Yoksa erkek yatağı terk etmekten daha çok zarar görür.
Allah’ın koruduğunu korumak; eşi yokken de kendisine emanet edilen şeyi korumak demektir.
Darabe fiiline Cumhurun verdiği mana dövmektir. Bunun sınırları vardır: Yüze vuramaz, iz bırakamaz. Yani dövmenin fonksiyonu burada bu hareketi bir daha yapmaması için kişiliğini zedelemektir.
Bazınız bazınıza üstün kılınmıştır: Her cins farklı alanlarda yetenekli yaratılmış ki dünya hayatı rahat bir şekilde yaşansın. Bir cinse mensup kişiler arasında da farklılıklar var. Yeteneklerimizi keşfedip onun üzerine çalışmak gerekir..
Saliha kadının özellikleri: itaatkar olmak, koruyucu olmak, her açıdan, evini, çocuğunu vs, çıkıntı yapmamaktır. Ahzâb/33'te geçen La teberrecne kelimesi de burçtan gelir ve bu nüşuz fiili gibi sivrilmek, ortaya çıkmak, göze çarpmak tarzı bir anlamı vardır
Kanete; kavramı, gönülden bağlılıkla beraber olan sürekli itaattir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kunut (duası)dır.(Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
İsim cümlesidir. اَلرِّجَالُ mübteda olup damme ile merfûdur. قَوَّامُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَلَى النِّسَٓاءِ car mecruru قَوَّامُونَ ‘ye mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle قَوَّامُونَ ’ye mütealliktir.
فَضَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بَعْضَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى بَعْضٍ car mecruru فَضَّلَ fiiline mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle atıf harfi وَ ile önceki masdar-ı müevvele matuftur.
اَنْفَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ اَمْوَالِهِمْ car mecruru اَنْفَقُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفَقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نفق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَضَّلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فضل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قَوَّامُونَ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. الصَّالِحَاتُ mübteda olup damme ile merfûdur. قَانِتَاتٌ haber olup damme ile merfûdur. حَافِظَاتٌ ikinci haber olup damme ile merfûdur.
لِ zaiddir. اَلْغَيْبِ lafzen mecrur, حَافِظَاتٌ ’un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle حَافِظَاتٌ veya قَانِتَاتٌ ’e mütealliktir.
حَفِظَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَّالِحَاتُ kelimesi, sülâsi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
قَانِتَاتٌ kelimesi, sülâsi mücerredi قنت olan fiilin ism-i failidir.
حَافِظَاتٌ kelimesi, sülâsi mücerredi حفظ olan fiilin ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müfred müennes has ism-i mevsûl الّٰت۪ي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَخَافُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. نُشُوزَهُنَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَعِظُوهُنَّ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
فَ zaiddir. عِظُوهُنَّ fiili نَ ‘ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اهْجُرُوهُنَّ atıf harfi وَ ile عِظُوهُنَّ ‘ye matuftur.
وَاهْجُرُوهُنَّ fiili نَ ‘ un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فِي الْمَضَاجِعِ car mecruru اهْجُرُوهُنَّ fiiline mütealliktir. اضْرِبُوهُنَّۚ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la عِظُوهُنَّ ‘ye matuftur.
فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَطَعْنَكُمْ şart fiili olup, fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَبْغُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِنَّ car mecruru تَبْغُوا fiiline mütealliktir. سَب۪يلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَطَعْنَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلِيًّا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. كَب۪يرًا ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
كَب۪يرًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ وَبِمَٓا اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki فَضَّلَ اللّٰهُ بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte قَوَّامُونَ ’ye mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بَعْضٍۢ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki اَنْفَقُوا مِنْ اَمْوَالِهِمْ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte ilk masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِلرِّجَالِ - لِلنِّسَٓاءِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
Ayetteki car-mecrurların müteallakı olan قَوَّام , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Ayette isim cümlesi ve mübalağa sıygası ile قَوَّامُونَ [hâkimler] kelimesinin kullanılması, erkeklerin bu vasfının köklü ve kalıcı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
قَوَّام , mübalağa sıygasıdır. Süreklilik ifade etmesi için gelmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ [Erkekler kadınların sorumluluğunu üstlenmektedir] yani yöneticinin halkı yönetmesi gibi buyurucu ve yasaklayıcı olarak kadınların işlerini erkekler üstlenirler, onlara bu yüzden kavvâm denilmiştir. بَعْضَهُمْ ’daki zamir erkeklere ve kadınlara birlikte râcidir. Yani erkeklerin kadınlara egemen olmasının sebebi, Allah’ın onlardan bazılarını -yani erkekleri- bazılarına -yani kadınlara- avantajlı kılmasıdır. Burada yöneticiliğin zorla, ezerek ve haksız atama ile değil, ancak üstün meziyetlerle hak edildiğine delil vardır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ
فَ , istînâfiyyedir.
Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
الصَّالِحَاتُ kelimesi mübtedadır. قَانِتَاتٌ birinci, حَافِظَاتٌ ise ikinci haberidir.
Haber olan sıfatların arasında و olmaması, mübtedada bu iki vasfın birden mevcudiyetine işaret eder.
İsm-i fail veznindeki حَافِظَاتٌ ‘ün mef’ûlü olan لِلْغَيْبِ ibaresindeki lam, tekit ifade eden zait harftir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80
الصَّالِحَاتُ - قَانِتَاتٌ - حَافِظَاتٌ kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsm-i fail, mefûlünü lâm harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
الصَّالِحَاتُ - قَانِتَاتٌ - حَافِظَاتٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki حَفِظَ اللّٰهُ cümlesi, masdar tevilinde olup بِ harfi ile birlikte قَانِتَاتٌ ’a veya حَافِظَاتٌ ‘a mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatı, tekrarlanmasında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَافِظَاتٌ - حَفِظَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَانِتَاتٌ [İtaatkârdırlar], kocalarına yönelik yükümlülüklerini yerine getirirler ve gaybı korurlar. Gayb, şehadetin [görülenin] zıttıdır, yani “salih kadınlar, kocalarının yokluğunda, onların bulunmamasının gerektirdiği görevleri yerine getirirler; korumaları gereken namus, ev ve mal gibi şeyleri korurlar.”
بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ ifadesi ise Allah’ın kendilerini korumasına mukabil demektir. Bu, kadınların haklarını gözetmelerini kitabında erkeklere tavsiye etmesi ve erkeklere bu konuda titiz davranmalarını emretmesini resûlüne söylemesidir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Kocası yanında iken kadının durumunu قَانِتَاتٌ [itaatkâr] diye tavsif etmiştir. "Kunût" kelimesinin asıl manası, devamlı itaattir. Buna göre mana, "Onlar, kocalarının hakkını hakkıyla yerine getirirler" şeklinde olur. Her ne kadar bu ifade zahiren bir haber ise de, bundan kadınların kocalarına itaat etmelerinin zımnen emredildiği anlaşılır. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Ayette, isyan eden ve bu tutumlarını sürdüren kadınlara karşı nasıl bir yol izleneceğine değinilmemesi, bunun beklenen bir sonuç olmadığını ve özellikle bunca tedbirlerden sonra onların şânına yaraşan şeyin itaat olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Cenab-ı Hak, فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ [Salih (iyi) kadınlar, itaatli olanlardır] buyurmuştur ki cemi kelimenin başında bulunan elif-lam, "istiğrak" ifade eder. Bu da her saliha kadının, kocasına itaat etmesi gerektiğini gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Vahidî (r.h) ise: "Kunût, taat manasınadır. Bu kelime, hem Allah'a itaate, hem de kocalara itaate şamil olan umumi bir ifadedir." (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Hak Teâlâ'nın, بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ ifadesin hakkında şu iki izah yapılmıştır:
1- Bu kelime, الَّذِى (ki o) manasına ism-i mevsûl olup, kendisine râci olacak zamir hazfedilmiştir. Bunun takdiri; بِمَا حَفِظُ اللَّهُ لَهُنَّ "Allah'ın onlar için koruduğu şey sebebi ile..." şeklindedir. Buna göre mana, "Allah'ın, erkeklere kadınlar hakkında adil olmalarını, onları iyi bir şekilde tutmalarını ve onlara mehirlerini vermelerini emrederek, kocaları üzerindeki haklarını muhafaza etmesine karşılık, kadınların da kocalarının haklarını muhafaza etmeleri gerekir" şeklindedir. Binaenaleyh ayetteki بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ tabiri, sanki "Bu, şuna karşılıktır" yani "Bu, şunun mukabilindedir" denilmesi gibidir.
2- Bu مَا lafzı, mâ-i masdariyyedir ve takdiri, بِحِفْظِ الَّلهِ "Allah'ın muhafazası sebebi ile..." şeklindedir. Böyle olması halinde de şu iki izah söz konusudur:
a) "Onlar, Allah'ın kendilerini muhafaza etmesi sebebi ile, gaybta da kendilerini korurlar." Yani, "Allah'ın yardım ve muvaffakiyeti olmadan, onların kendilerini korumaları kolay olmaz." Bu, masdarın failine izafesi babındandır.
b) "Kadın, Allah'ın hudutlarını (hükümlerini) ve emirlerini muhafaza edip riayet etmesi sebebi ile, Allah da kendisini korur. Allah onu koruduğu için de, kadın kendisini gaybta da muhafaza edebilir. Zira kadın, Allah'ın mükellef tuttuğu şeylere gayret etmek ve Allah'ın emirlerini muhafaza edip tutma hususunda say-u gayret göstermeseydi, kocasına itaat edemezdi." Bu izaha göre de bu, masdarın mefûlüne muzâf olması babından olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَالّٰت۪ي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّۚ
Cümle, atıf harfi وَ ’la اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الّٰت۪ي , mübteda فَعِظُوهُنَّ cümlesi haber konumundadır.
Mevsûlü her zaman takibeden sılası olan تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûl ile marife olması, sonradan gelecek habere dikkat çekmek içindir.
نُشُوزَهُنَّ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Haber olan فَعِظُوهُنَّ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Haber cümlesinin başına gelen فَ , mübtedayı şarta benzetmek için gelen zaid harf veya mübtedanın şart anlamından ötürü gelmiş rabıtadır.
Aynı üsluptaki وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ ve وَاضْرِبُوهُنَّ cümleleri, atıf harfi وَ ile وَاضْرِبُوهُنَّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Her iki cümle de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَخَافُونَ ibaresinde muhataba iltifat vardır.
وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ [Yatakta yalnız bırakmak], cinsel birliktelikten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
İsyankâr kadınlara yapılması emredilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
فَاِنْ اَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاًۜ
فَ , istînâfiyye اِنْ şartiyedir. Şart üslubundaki terkipte şart cümlesi olan اَطَعْنَكُمْ müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنْ , şart fiilinin vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına gelebilir. Bu durumda, hasıl olmamış bir şeyi hasıl olmuş gibi göstermeyi, ya da fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلاً , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur عَلَيْهِنَّ , ihtimam için, mef’ûle takdim edilmiştir
Mef’ûl olan سَب۪يلاً ‘deki nekrelik herhangi bir manasında cins ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَب۪يلًا [Aleyhlerinde yol aramayın] yani nüşûzu bırakıp itaat ve inkıyada döndükleri takdirde onlara kötü davranarak, azarlayarak, incitip suçlayarak saldırmayı bırakın, tövbe [ve özür]lerini kabul edin, yaptıklarını yapmamış gibi kabul edin. “Allah gerçekten yücedir, büyüktür.” Dolayısıyla O’ndan çekinin ve şunu bilin ki O’nun gücü sizin idareniz altındaki kimselere olan gücünüzden çok daha fazladır. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve tehdit içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan كَانَ عَلِياًّ كَب۪يراً cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan عَلِياًّ , كَب۪يراً kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | eğer |
|
2 | خِفْتُمْ | endişe duyarsanız |
|
3 | شِقَاقَ | açılmasından |
|
4 | بَيْنِهِمَا | aralarının |
|
5 | فَابْعَثُوا | gönderin |
|
6 | حَكَمًا | bir hakem |
|
7 | مِنْ | -nden |
|
8 | أَهْلِهِ | erkeğin ailesi- |
|
9 | وَحَكَمًا | ve bir hakem |
|
10 | مِنْ | -nden |
|
11 | أَهْلِهَا | kadının ailesi- |
|
12 | إِنْ | eğer |
|
13 | يُرِيدَا | isterlerse |
|
14 | إِصْلَاحًا | uzlaştırmak |
|
15 | يُوَفِّقِ | bulur |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | بَيْنَهُمَا | onların arasını |
|
18 | إِنَّ | çünkü |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | كَانَ |
|
|
21 | عَلِيمًا | (herşeyi) bilendir |
|
22 | خَبِيرًا | haber alandır |
|
شَقٌّ Bir şeyde meydana gelen yarıktır.شَقَّةٌ Yarılan parçadır. شِقَاقٌ muhalefet, anlaşmazlık(Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şakak, müştak, meşakkat ve şık(seçenek)dir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خِفْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
شِقَاقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. بَيْنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
ابْعَثُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. حَكَمًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ اَهْلِه۪ car mecruru حَكَمًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَكَمًا مِنْ اَهْلِهَاۚ cümlesi, atıf harfi وَ ’la حَكَمًا ’e matuftur. مِنْ اَهْلِهَاۚ car mecruru حَكَمًا ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَاۚ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel / karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُر۪يدَٓا şart fiili olup, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. اِصْلَاحًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا cümlesi şartın cevabıdır.
يُوَفِّقِ sukün ile meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur. بَيْنَهُمَا mekân zarfı يُوَفِّقِ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُوَفِّقِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. خَب۪يرًا ikinci haber fetha ile mansubdur.
عَل۪يمً - خَب۪يرًا kelimeleri mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُوا حَكَماً مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَماً مِنْ اَهْلِهَاۚ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Şart üslubundaki terkipte خِفْتُمْ cümlesi şarttır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَ karinesiyle gelen فَابْعَثُوا حَكَمًا مِنْ اَهْلِه۪ وَحَكَمًا مِنْ اَهْلِهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
بَيْنِهِمَا kelimesindeki هِمَا zamiri kelamın siyakındaki 34. ayette geçen اَلرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَٓاءِ sözündeki iki eşe aiddir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
شِقَاقَ بَيْنِهِمَا izafeti az sözle çok anlam ifade etmek içindir.
حَكَمًا - مِنْ - اَهْلِ kelimelerinin tekrarında reddü’l acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
ابْعَثُوا - خِفْتُمْ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Ayetteki, شِقَاقَ بَيْنِهِمَا [aralarının açılması] ifadesi, بَيْنَهُمَا شِقَاقًا takdirindedir. Fakat masdar zarfa muzâf olmuştur. Masdarların zarfa muzâf oluşu, masdarın ifade ettiği şey, zarfın ifade ettiği zamanda meydana geldiği için caizdir. Nitekim يُعْجِبُنِى صَوْمُ يَوْمِ عَرَفَةَ (Arefe günün orucu, çok hoşuma gider) denilmesi gibi. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَاۜ
Ta’lil hükmündeki cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart cümlesi olan يُر۪يدَٓا اِصْلَاحاً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karînesi olmadan gelen يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا şeklindeki cevap cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنْ يُر۪يدَٓا اِصْلَاحًا [Eğer düzeltmek isterlerse) ifadesindeki elif yani tesniye zamiri, hakemlere, يُوَفِّقِ اللّٰهُ بَيْنَهُمَا [Allah o ikisinin arasını bulur] ifadesindeki tesniye zamiri ise karı kocaya racidir. Yani eğer o iki hakem, o karı kocanın arasını düzeltmek isterlerse, düşünceleri düzgünse ve kalpleri Allah için hüsn-i niyete sahipse Allah onların aracılığını mübarek kılar. Onların güzel yürekleri ve hoş çabaları sebebiyle Allah karı koca arasında bir uzlaşı ve kaynaşma meydana getirir.
Her iki zamirin de iki hakeme ait olduğu da söylenmiştir. Yani, aralarını bulmak isterlerse, karı kocaya hüsn-i niyet beslerlerse Allah o iki hakemi uzlaştırır ve hakemler söz birliği ederler ve amaç gerçekleşinceye, maksat hasıl oluncaya kadar dayanışma içine girerler.
Her iki zamirin de iki eşe ait olduğu da söylenmiştir. Yani karı koca, aralarındaki bozukluğu düzeltmek isterlerse, hayır arzu ederlerse ve aralarındaki tartışmayı gidermek isterlerse Allah aralarında ülfet meydana getirir; onların kopukluğunu uzlaşıya, düşmanlığını sevgiye dönüştürür. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve tehdit ve içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned olan كَانَ عَل۪يماً خَب۪يراً cümlesi, nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَانَ ’nin haberi olan عَل۪يماً , خَب۪يراً kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَل۪يمًا خَب۪يرًا sözü, lafzen sarih olarak Allah'ın her şeyden haberdar olduğuna, her şeyi bildiğine delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Ayetlerin sonunda gelen esma-i hüsna bazen harf-i tarifle bazen de tenvinle gelir.
Nekre gelişi tazime, elif-lam’lı gelişi de kemalata delalet eder. Burada nekre gelmiştir. Onun işitici ve bilici oluşunun bir şeref olduğunu ifade etmiştir.
Bu ayrımlar ayetin bağlamı ile alakalıdır. Yoksa elbette hepsinde kemâlat anlamı ve tazim vardır.
عَل۪يمًا ve خَب۪يرًا isimleri birbirine yakın manalara sahiptir. خَب۪يرًا : İşin iç yüzünü de bilir. عَل۪يمًا daha vurguludur. Umumdan sonra husus mesabesindedir.
Ayette, hakemlerin, karı-kocanın arasını bulmak istememeleri haline temas edilmemesi, hakemlerden beklenenin bu olmadığını, onların şânına yaraşanın ıslah iradesi olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bu da, hakemleri, karı-kocanın arasını bulmaya ziyadesiyle teşvik etmek ve onları kolaycılığa kaçmaktan sakındırmak anlamını taşır. Ta ki işin bozulması, onların isteksizliğine nispet edilmesin. Çünkü ayette, muvaffakiyetin iradeye bağlı olduğunu ifade eden şart cümlesi, başarısızlığın da iradesizliğe bağlı olduğunu bildirir. Bir diğer görüşe göre ise ayetteki her iki zamir de hakemlere râcidir. Yani hakemlerin amacı ıslah ise Allah da hakemler arasına uyuşma verir; böylece söz birliği yaparlar; ihtilafa düşmezler ve maksatları hasıl olur.Bir başka görüşe göre her iki zamir de, karı-kocaya râcidir. Yani karı-koca aralarındaki uyuşmazlığı gidermek isterlerse, Allahu Teâlâ da, aralarına ülfet ve uyum verir. Bu da, kişinin ihlaslı bir niyetle bir amaç için gayret sarf ettiği takdirde, Allahu Teâlâ'nın onu muvaffak kılacağına dikkati çekmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاعْبُدُوا | ve kulluk edin |
|
2 | اللَّهَ | Allah’a |
|
3 | وَلَا |
|
|
4 | تُشْرِكُوا | ortak koşmayın |
|
5 | بِهِ | O’na |
|
6 | شَيْئًا | hiçbir şeyi |
|
7 | وَبِالْوَالِدَيْنِ | ve ana babaya |
|
8 | إِحْسَانًا | iyilik edin |
|
9 | وَبِذِي | ve |
|
10 | الْقُرْبَىٰ | akrabaya |
|
11 | وَالْيَتَامَىٰ | ve öksüzlere |
|
12 | وَالْمَسَاكِينِ | ve yoksullara |
|
13 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
14 | ذِي |
|
|
15 | الْقُرْبَىٰ | yakın |
|
16 | وَالْجَارِ | ve komşuya |
|
17 | الْجُنُبِ | uzak |
|
18 | وَالصَّاحِبِ | ve arkadaşa |
|
19 | بِالْجَنْبِ | yan(ınız)daki |
|
20 | وَابْنِ | ve |
|
21 | السَّبِيلِ | yolcuya |
|
22 | وَمَا | ve |
|
23 | مَلَكَتْ | altında bulunanlara |
|
24 | أَيْمَانُكُمْ | ellerinizin |
|
25 | إِنَّ | şüphesiz |
|
26 | اللَّهَ | Allah |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُحِبُّ | sevmez |
|
29 | مَنْ | kimselerin |
|
30 | كَانَ |
|
|
31 | مُخْتَالًا | kurumlu |
|
32 | فَخُورًا | böbürlenen |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
Riyazus Salihin, 305 Nolu Hadis: Komşuya İyilik Etmek
İbni Ömer ve Hz. Âişe radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”
Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اعْبُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا تُشْرِكُوا atıf harfi وَ ile اعْبُدُوا ‘ya matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُشْرِكُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru تُشْرِكُوا fiiline mütealliktir. شَيْـًٔا mef’ûlun bih fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْوَالِدَيْنِ car mecruru mahzuf fiile müteallik olup müsenna olduğu için cer alameti ى ‘dir. Takdiri, استوصوا (Tavsiye edin) şeklindedir. اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef'ûlu bihi olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. بِذِي car mecruru mahzuf fiile müteallik olup, harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti ي ’dır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
الْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ atıf harfi وَ ’la بِذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. ذِي kelimesi الْجَارِ ’ın sıfatı olup, cer alameti ي ’dır. Aynı zamanda muzaftır. الْقُرْبٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
İkinci الْجَارِ atıf harfi وَ ile ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. الْجُنُبِ kelimesi الْجَارِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
الصَّاحِبِ atıf harfi وَ ile ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur. بِالْجَنْبِ car mecruru الصَّاحِبِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. ابْنِ السَّب۪يلِ izafeti, atıf harfi وَ ’la ذِي الْقُرْبٰى ’ya matuftur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) تُشْرِكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , önceki ism-i mevsûle matuf olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَلَكَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْمَانُكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâl إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. لَا يُحِبُّ cümlesi, إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. مُخْتَالًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur. فَخُورًا ikinci haberi olup fetha ile mansubdur.
یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُخْتَالًا kelimesi sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَخُورًا kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـٔاً
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan لَا تُشْرِكُوا cümlesi makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
شَيْـًٔا ’deki tenvin kıllet ifade eder. ‘Hiçbir’ manasındadır. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.
Mef'ûlun bihin, zamir yerine bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur.
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا [Kulluk edin ve şirk koşmayın’] sözünde yine umumdan sonra husus ifade edilmiştir. Çünkü kulluk etmenin içinde şirk koşmamak da vardır.
Şirk koşmak; Allah’ın sıfatını başka birine vermek demektir. Yahudiler ve Hristiyanlar ayetleri değiştirince Allah’ın koyduğu hükmü değiştirdikleri, yok saydıkları için şirk koşmuş olurlar.
Şirk koşmak fiil olarak gelmiş, ana babaya iyilik vs isim olarak gelmiş. Demek ki şirkin belirli zamanlarda, belirli olaylarda yenilenme ihtimali var. Ana babaya vs iyiliğe gelince; onlara her zaman iyi davranış üzere olmalıyız.
اعْبُدُوا - لَا تُشْرِكُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
Hitap müminleredir. Bunun için ibadet emri, şirkten nehyetmeye takdim edilmiştir. Çünkü şirkin inkârına karar verilmiş, Allah’a ibadete devam ve daha fazlasının yapılması istenmiştir. İslam öncesi dönemde yaptıkları konusunda bir uyarı olarak şirk yasaklanmıştır. İki cümle bir arada hasr sıygası kuvvetindedir. ‘’Allah’a kulluk edin ve ondan başkasına kulluk etmeyin’’ manasındadır. Bu şekilde ispat ve nefy manası içerir. Sanki: ‘’Allah’tan başkasına ibadet etmeyin’’ manasında لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ denilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ وَمَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ
وَ ’la gelen cümle, tezayüf nedeniyle istînâfa atfedilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
بِالْوَالِدَيْنِ ’nin müteallakı olan استوصوا [tavsiye edin] fiili mahzuftur. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İyilikle davranılması tavsiye edilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
اِحْسَانًا mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olarak cümleyi tekid etmiştir.
ذِي الْقُرْبٰى - الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ ifadeleri بِالْوَالِدَيْنِ ‘ye matuftur.
بِالْوَالِدَيْنِ ‘ye matuf olan mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlünün sılası olan مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
الْجَارِ - ذِي الْقُرْبٰى kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْجَارِ - الْجُنُبِ - الْقُرْبٰى ve الْيَتَامٰى - الْمَسَاك۪ينِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ana-babaya, yakın akrabalara ve devamında sayılan yetim ve yoksullara iyilik yapılmasını emreden bu ayette onlarla güzel ilişki içinde olunmasının Allah’ın kendisine kulluğu emretmesinden ve şirk koşulmasını yasaklamasından sonra gelmesi; bu davranışların kulluğa olan yakınlığı ifade edilmiştir.
الْجَارِ ذِي الْقُرْبٰى : Akraba, yakın komşu demektir. Terim olarak; Yakın-uzak akrabalık bağını ifade eder.
الْجَارِ الْجُنُبِ : Akraba olmayan çevredeki kişiler ( جنب ‘yan’ demek, daha uzak komşu) demektir. Terim olarak; çevredeki akraba olmayan kişileri ifade eder.
الصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ : Yanından ayrılmayan demektir. Sahib; ister insan veya hayvan olsun, ister yer veya zaman olsun bir şeyden ayrılmayan demektir. (Rağıb el-İsfehani, Müfredât)
İyilik yapılacak kişilerin sayılmasında istiksa vardır.
Hak Teâlâ'nın رَجُلٌ جُنُبٌ ; [.. ve uzak komşuya.. İyilik edin] emridir. Vahidî şöyle demektedir: " الجُنُبُ kelimesi, فُعُلٌ vezninde bir sıfat olup, kelimenin aslı, yakınlığın zıddı olan uzaklığı ifade eden الجَنَابَةُ kelimesidir. Mesela: çoluk-çocuğundan uzak olan kimse için, رَجُلٌ جُنُبٌ yakınlık bakımından sana uzak olan kimse içinse, رَجُلٌ اَجْنَبِىٌّ denilmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, وَاجْنُبْنِى وَبَنِىَّ buyurmuştur. ["Beni ve çoluk çocuğumu (putlara tapmaktan) uzaklaştır"] (ibrahim, 35) buyurmuştur. Birbirlerinden uzak olduğu için, iki tarafa الجَانِبَانِ denilmektedir. Yıkanmadığı sürece, taharet ve mescitlerde bulunmaktan uzak olduğu için, cimâdan dolayı meydana gelen büyük abdestsizliğe de cünüplük denilmesi de bundandır. Yine, birbirlerinden uzak olduğu için iki yana, böğüre de الجَنْبَانِ denilmektedir.
İbadet emrinden sonra ana-babaya iyi davranmanın emredilmesi ana-babanın önemini gösterir. Bunun için إحْسانًا kelimesi takdim edilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراًۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması teberrük, telezzüz ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsned olan لَا يُحِبُّ مَنْ كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudus teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Kadir/1)
مُخْتَالاً ’deki tenvin, kesret, nev ve tahkir ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.
مختال kelimesi افتعال babındadır ve vasıftaki mübalağayı ifade eder.
Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 186)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُحِبُّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَانَ ‘nin haberi olan iki sıfatın aralarında و olmadan gelmesi bu vasıfların ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
فخور kibir ve gururdaki mübalağayı ifade eder. Bu iki vasfın niçin mübalağa kalıbında geldiği sorulabilir. Çünkü sevginin baskın olduğu bir hitapta böyle gelmemesi gerekir. Bu böyle vehmedildiği gibi değildir. Allah'ın mübalağalı olarak kötü vasıfta olanları sevmemesi, mübalağalı olmayan kötü vasıf sahiplerini sevdiğini göstermez. Bu vasıfların mübalağalı olarak gelmesi makamla alakalıdır. الفخور kelimesi mübalağa vezni olan فعول kalıbındandır. Bu manayı izhar etmekteki çokluğa ve mübalağaya delalet eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 442)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
"Allah kibirli ve övünen kişiyi sevmez" cümlesi, insanlar arasında çoğunlukla yapılan iyiliği engellemeyi zem için gelmiş bir tezyildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مُخْتَالًا ve فَخُورًاۙ [Kibir ve övünme] özellikleri tek bir kişide olabilir. Atıf harfi olmadan gelmiştir. Genelde bir arada olan iki özelliktir. Kibirli olan kişi övünür ve övünen kişide kibir vardır.
Kişileri yüzüne karşı övmek yanlıştır. Abartılmamalıdır. Hatta dalkavukluk şeklindeki övgü yapanların yüzüne toprak atılması söylenir. Ahlakını övmek bazen kişiyi o konuda daha gayretli olmaya itebilir.
مُخْتَالًا فَخُورًاۙ [Kendini beğenen ve böbürlenen] ifadesinde tariz vardır. Yüce Allah tariz yoluyla, insanları küçük görmeye sebep olan kibri yermiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu, şirk ehlinin ahlakına tarizdir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
"Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" buyurulmuştur. مُخْتَالًا , kendini beğenen ve kibirlenen demektir. İbn Abbas (r.a): "Cenab-ı Hak, مُخْتَالًا sözü ile, hiç kimsenin hakkını vermeyen ve kendini beğenen kimseleri kastetmiştir" der. Zeccâc da, "Cenab-ı Hak burada, مُخْتَالًا ‘dan bahsetmiştir. Zira muhtâl, fakir olan akrabalarına burun büküp onlara kötü davranır, düşkün komşularına tenezzül etmeyip onlara iyi davranmaz" demiştir.
فَخُورًا ise büyüklenmek ve övünmek için menkıbelerini (iyiliklerini) sayıp döken kimse demektir. İbn Abbas (r.a), bu kelimenin "Allah'ın kendisine verdiği çeşitli nimetler ile diğer insanlara karşı övünen kimse" manasına olduğunu söylemiştir. Allahu Teâlâ, bu ayette bu iki vasfı bilhassa zemm için kullanmıştır. Çünkü مُخْتَالًا , kibirlenen demektir. Kibirlenen de, haklara çok az riayet eder. Sonra bunun peşi sıra, gösteriş ve kahramanlık duygusu ile değil, sırf Allah rızası için haklara riayet edilsin diye فَخُورًاۙ olanları zemmetmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | bunlar |
|
2 | يَبْخَلُونَ | cimrilik ederler |
|
3 | وَيَأْمُرُونَ | ve emrederler |
|
4 | النَّاسَ | insanlara |
|
5 | بِالْبُخْلِ | cimriliği |
|
6 | وَيَكْتُمُونَ | ve gizlerler |
|
7 | مَا | şeyi |
|
8 | اتَاهُمُ | kendilerine verdiği |
|
9 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
10 | مِنْ | -nden |
|
11 | فَضْلِهِ | bol hazinesi- |
|
12 | وَأَعْتَدْنَا | (biz de) hazırlamışızdır |
|
13 | لِلْكَافِرِينَ | inkarcılar için |
|
14 | عَذَابًا | bir azab |
|
15 | مُهِينًا | alçaltıcı |
|
36-39 ayetler arası Diyanet tefsiri:
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/529/36-39-ayet-tefsiri
Riyazus Salihin, 804 Nolu Hadis
Amr İbni Şuayb babasından, o da dedesi radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki Allah, verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”
Tirmizî, Edeb 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 14
Azâb (عذاب): Hâle ve tabiata münâsib demektir. Mekrûh şeyler ve cezâ için kullanılması da o kişinin hâline cezânın uygun olması sebebiyledir. Kökünde şiddet mânâsı olmadığı için Kur’ân’da çoğunlukla makâma uygun bir sıfatla gelmiştir (et-Tahkîk). Kur’ân’da 373 kez geçer (Kur’ân-ı Kerîm Lugatı)..
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ önceki ayetteki مَنْ ism-i mevsûlunden bedel olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يَبْخَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَبْخَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْمُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْبُخْلِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. يَكْتُمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيهُمُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
مِنْ فَضْلِه car mecruru اٰتٰيهُمُ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık / bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel / karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَذَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُه۪ينًا kelimesi عَذَابًا ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَعْتَدْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عتد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُه۪ينًاۚ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
İstînâfiye olarak fasılla gelen ayet önceki ayetten bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir ibarenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ ’nin يَبْخَلُونَ şeklindeki sıla cümlesi, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
Aynı üslupta gelen يَأْمُرُونَ ve يَكْتُمُونَ cümleleri atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir.
Bu cümlenin ibtidaî istînâfiye olması caizdir. Önceki cümlede zikredilenlere iyilik yapma emrinden sonra gelmiştir. Aralarındaki münasebet iyiliğe teşvik, zıddı olan kötülükten men etmektir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يَكْتُمُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl olan مَٓا ‘nın sılası olan اٰتٰيهُمُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَضْلِه izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması فَضْلِ için şan ve şeref ifade eder.
مِنْ فَضْلِه tabirindeki مِنْ , ba’diyet içindir.
الْبُخْلِ kelimesi فَرِحَ babından olan بَخِلَ fiilinin masdarıdır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
يَبْخَلُونَ - الْبُخْلِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَكْتُمُونَ - يَبْخَلُونَ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Onlar ki cimrilik ederler] ifadesi [böbürlenen cimri]den (Nisâ 4/36) bedeldir. Zem etme amaçlı olarak da mansub olabilir. Zem etme amaçlı merfû olması, ayrıca haberi hazfedilmiş bir mübteda olması da caizdir. Adeta şöyle buyrulmaktadır: ‘’Cimrilik edenler, bunu işleyip ustalıkla yapanlar her tür kınamaya layıktırlar!’’ (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
يَكْتُمُونَ - يَأْمُرُونَ - يَبْخَلُونَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Cümlede haber mahzuftur. جديرون بكل ذم وملامة (Her türlü zemme ve kınamaya layıktır) şeklinde takdir edilebilir.
وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَاباً مُه۪يناًۚ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَعْتَدْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلْكَافِر۪ينَ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için عَذَاباً ’e takdim edilmiştir.
Âşûr’a göre bu cümle itiraz cümlesidir.
عَذَابًا - فَضْلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَعْتَدْنَا fiilinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Azabın özel olarak hazırlandığını vurgular.
Azabın nekre gelişi ve مُه۪ينًا olmakla vasıflanması, bilmeyeceğimiz kadar zor olduğunu ifade eder. Hor-hakir eden azap ibaresinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı mürsel vardır. Azaba giren bu hale düşer.
عَذَابٌ ’deki nekrelik azabın tahayyül edilemez derece ve çeşitte olduğuna işarettir.
Kur’an’da ceza ile ilgili bir açıklama olsa mutlaka bu cezaya bir nitelik iliştirilir. Örneğin, “azabun muhin”, “azabun azim”, “azabun elim”, “azabun şedid” gibi. Oldukça şiddetli, acı dolu, büyük, alçaltıcı bir azaptan bahsedilir. Bunlar cezanın Kur’an’da bahsedilen farklı nitelikleridir. Ama prensip olarak, “El cezâu min cins'il amel (Ceza amelin cinsindendir)”. Yani verilecek ceza işlenen suç ile adalet gereği aynı cinsten olur. Eğer biri başkasını küçük düşürücü bir suç işlemişse benzeri bir ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer büyük bir suç işledilerse cezası da büyük olmalıdır. Eziyete sebep oldularsa, eziyet ve ıstırap dolu bir ceza ile cezalandırılmalıdır.
مُه۪يناً kelimesi عَذَابٌ için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Bu sayılanlar kâfirlerin özelliğidir. O halde bunlardan kurtulmalıyız.
Cehennem kâfirin tabiatına, cennet de müminin tabiatına uygun bir karşılıktır. Burada zamir makamında zahir isim (nankörler) kullanılması bize zımnen şunları bildirir: Bu vasıflara sahip kimse, Allahu Teâlâ'nın nimetlerine nankörlük etmiştir. O'nun nimetlerine nankörlük edenler de, cimri davranmak ve nimetleri gizlemek suretiyle nimete ihanet etmiştir. İşte onlar için alçaltıcı bir azap vardır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Burada azap gurur ve kibirlerine karşılık olarak aşağılayıcı olmakla nitelendirilmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allahım! Senin rızan için seveyim sevdiklerimi. Yaptığım iyilikleri ve fedakarlıkları, Senin rızan için yapayım. Sustuğumda Senin rızan için susayım, konuştuğumda Senin rızan için konuşayım. Attığım her adımı Senin yolunda daha fazla ilerleme, Sana daha fazla yaklaşma umuduyla atayım.
İbadetlerimde ve tevbelerimde gevşekliğe sebep olacak her türlü ümitten uzak dursun gönlüm. Bana boş umut veren, gereksiz ve sadece kafa karıştırıcı konuları tartışarak nefislerini yarıştıranlara kapalı olsun kulaklarım.
Korktuğumda ya da bir ihtiyacım olduğunda ilk dünyalıkların kapısını çalma cehaletinden koru beni. İlk Senin kapına koşayım. Yalnız Senin kapına koşmak yetsin bana.
Rabbim yardım et! Gönlüm huzurunla dolsun ve taşsın. Senin zikrinle terbiye bulsun kalbim ve nefsim. Senin kelamınla; dünyalık hüzünlere, hasretlere, hayallere, hüsranlara karşı duvar örülsün yüreğimin etrafına.
Allahım! Sana teslim olmaktaki, Senin için yaptığım ibadetlerdeki huşuyla tanıştır beni. "Rabbim için sever, yine O'nun için buğz ederim" ve "Allah'tan gelen her şey ne hoştur, ne güzeldir, haktır." cümlelerinin hakiki manasıyla buluştur beni.
Vesveseler, gidecek dünyalık çok kapı var gibi gösterip kandırsa ve oyalasa da Senin kapından başkası yok. Sana geldik. Kabul buyur ve bizi yolundan ayırma.
Salihalardan ve Salihlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
“Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır.” cümlesini okuduktan sonra düşündü. Aklına, gözler kalbin aynasıdır ifadesi geldi. Sözleriyle ve hareketleriyle, gerçek düşünce ve duygularını gizleyen kişinin gözleri, iç dünyasındaki gerçekleri yansıtıyordu. Belki de insan karşısındakinin gizlediği gerçekleri açıkça anlamasa bile paylaşılan bakışlarla, bir kısmı kendi kalbine akıyor ve halini etkiliyordu.