Yunus Sûresi 61. Ayet

وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ  ...

(Ey Muhammed!) Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve (ey insanlar, sizler de) hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve ne
2 تَكُونُ olsanız ك و ن
3 فِي
4 شَأْنٍ durumda ش ا ن
5 وَمَا ve ne
6 تَتْلُو okusanız ت ل و
7 مِنْهُ onun hakkında
8 مِنْ -dan
9 قُرْانٍ Kur’an- ق ر ا
10 وَلَا ne ne
11 تَعْمَلُونَ yapsanız ع م ل
12 مِنْ -lardan
13 عَمَلٍ yapılacak- ع م ل
14 إِلَّا ancak
15 كُنَّا biz ك و ن
16 عَلَيْكُمْ sizin üzerinize
17 شُهُودًا şahidiz ش ه د
18 إِذْ zaman
19 تُفِيضُونَ siz daldığınız ف ي ض
20 فِيهِ ona
21 وَمَا değildir
22 يَعْزُبُ gizli ع ز ب
23 عَنْ -den
24 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
25 مِنْ (bir şey)
26 مِثْقَالِ ağırlığınca ث ق ل
27 ذَرَّةٍ zerre ذ ر ر
28 فِي
29 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
30 وَلَا ne de
31 فِي
32 السَّمَاءِ gökte س م و
33 وَلَا ne de
34 أَصْغَرَ daha küçüğü ص غ ر
35 مِنْ
36 ذَٰلِكَ bundan
37 وَلَا ve ne de
38 أَكْبَرَ daha büyüğü ك ب ر
39 إِلَّا ancak
40 فِي
41 كِتَابٍ kitaptadır ك ت ب
42 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Hz. Peygamber’in Kur’an’ı okuyup tebliğ etmesi de onun görevleri içinde yer almakla birlikte öneminden dolayı bu faaliyeti özellikle zikredilmiştir. Allah, yalnız Peygamber’in yaptıklarına değil, insanların bütün faaliyetlerine de şahit ve vâkıftır. Şu halde müminler, gizli açık bütün faaliyetlerini tam bir sorumluluk şuuruyla yerine getirmelidirler. Ayrıca âyet, bir yandan müminlerin yaptıkları güzel işlerin Allah tarafından bilindiğini, dolayısıyla zayi olmayacağını hatırlatarak onlara ümit ve güven aşılarken, diğer yandan, inkâr ve isyanlarını sorumsuzca sürdürenler için de bir uyarı ve tehdit anlamı taşımaktadır. Çünkü hiçbir şey Allah’ın bilgisi dışında cereyan etmez. “Apaçık” diye çevirdiğimiz mübîn kelimesi Allah’ın ilminin kesinliğini, ihtimallerden uzak olduğunu ifade eder (İbn Âşûr, XI, 251).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 116-11

 

شأن Şeene : شَاْنٌ uygun ve elverişli hal ve meseledir. Yalnızca büyük ve önemli olan hal ve meseleler hakkında kullanılır. Çoğulu شُاُونٌ kelimesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli şândır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

عزب Azebe : عازِبٌ çayır aramak için ailesinden uzaklaşan kişi demektir. Uzaklaştı ve kayboldu anlamında birinci ve ikinci bab olarak يَعْزِبُ/ يَعْزُبُ – عَزَبَ şeklinde kullanılırlar. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece sülasi muzari fiil olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli bulunmamakla birlikte işari olarak izbe sözcüğü kelimenin manasını çağrıştırmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَكُونُ  nakıs, damme ile merfû muzari fiildir. تَكُونُ ’nun ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir. ف۪ي شَأْنٍ  car mecruru  تَكُونُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَتْلُوا  fiili و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت 'dir. مِنْهُ  car mecruru  تَتْلُوا  fiiline mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  قُرْاٰنٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  عَمَلٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

كُنَّا  nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا  mütekellim zamiri  كُنَّا  ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  شُهُوداً ’e mütealliktir. شُهُوداً  kelimesi,  كُنَّا ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.

اِذْ  zaman zarfı  شُهُوداً  fiiline mütealliktir. تُف۪يضُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُف۪يضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ  car mecruru  تُف۪يضُونَ  fiiline mütealliktir. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُف۪يضُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi فيض ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

شُهُوداً  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْزُبُ  damme ile merfû muzari fiildir. عَنْ رَبِّكَ  car mecruru  يَعْزُبُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. مِثْقَالِ  lafzen mecrur,  يَعْزُبُ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. ذَرَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مِثْقَالِ ذَرَّةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir. فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru atıf harfi وَ  ile  فِي الْاَرْضِ ’ye matuftur.

لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَصْغَرَ  atıf harfi  وَ  ile  مِثْقَالِ ذَرَّةٍ ’e matuf olup,  أفعل  vezninde gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. 

مِنْ ذٰلِكَ  car mecruru اَصْغَرَ ’ye mütealliktir.  ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

لَا  zaid harftir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَكْبَرَ  atıf harfi  وَ  ile  اَصْغَرَ ’ya matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir.  ف۪ي كِتَابٍ  car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, هو  şeklindedir. مُب۪ينٍ  kelimesi  كِتَابٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَصْغَرَ -  اَكْبَرَ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Ayetin ilk cümlesi olan  وَمَا تَكُونُ ف۪ي شَأْنٍ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

شَأْنٍ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder. Bu cümlede ism-i mef’ûl manasındadır. kelimedeki nekrelik nev ve kesret ifade eder.  

ف۪ي شَأْنٍ   car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Bu cümlede  كَان ’nin tam fiil olması da caizdir. 

مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

ف۪ي شَأْنٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَأْنٍ  içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  hal, durum, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu mübalağalı üslupta tecessüm sanatı da vardır.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam,  وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la  istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mef’ûl makamında olan  مِنْ قُرْاٰنٍ  ‘deki  مِنْ  harfi tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik, tazim içindir.

تَتْلُوا - قُرْاٰنٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تَتْلُوا ’nun mef’ûlu  مِنْ قُرْاٰنٍ ’dir. O zaman  مِنْ , teb’iz için ya da nefyi tekid için zaid olur. Ya da  مِنْهُ ’nun zamiri Kur’an’a racidir. Zikredilmeden önce zamir olarak kullanılması ve sonra açıklanması önemini vurgulamak içindir ya da zamir Allah’a aittir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Burada kitaptan maksat, Levh-i Mahfûz’dur. (İsmâil Hakkı Bursevî, Tenvîru'l-Ezhân Min Rûhu-l Beyân)

وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا  كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ  cümlesi, istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Mef’ûl olan مِنْ عَمَلٍ ‘deki  مِنْ  harfi tekid ifade eden zaid harftir. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan nev ve umum ifade eder.

اِلَّا  istisna edatı,  كُنَّا  cümlesi umumi halden müstesnadır.

Birbirine matuf üç cümledeki nefî harfileri ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, müsnedlerle, hal arasındadır.  تَتْلُوا - تَعْمَلُونَ  fiilleri ve  كَان ‘nin haberi maksur/sıfat, hal cümlesi maksurun aleyh/mevsûf, olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’s-mevsûftur. Yani müsnedler, bu hale hasredilmiştir. 

Hal konumundaki  كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ  cümlesi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir.  عَلَيْكُمْ car-mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için, amili olan  شُهُوداً ‘e takdim edilmiştir.

شُهُوداً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِذْ  zaman zarfı,  شُهُوداً  ‘e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تُف۪يضُونَ ف۪يهِ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. 

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ  cümlesinde istiare sanatı vardır. تُف۪يضُونَ  fiili, çok meşgul olmak anlamında müstear olmuştur. Bir işle çok haşır neşir olmak, suyun artarak sel olmasına benzetilmiştir. 

ف۪يهِۜ  ‘deki  ف۪  harfinde de istiare sanatı vardır. Zarfiyet manası içeren  ف۪  harfinin, hale ait zamire dahil edilmesiyle hal, içine girilen bir şeye benzetilmiştir. Bu ifadelerde mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.

تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ  cümlesi, umumdan sonra hususun zikri babında (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr) ıtnab sanatıdır.

تَعْمَلُونَ - عَمَلٍ  ve  تَكُونُ - كُنَّا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada önce amellerin önemli ve büyük olanları, sonra da amellerin büyüğüne de küçüğüne de şamil olanlar zikredilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)

Bil ki Allah Teâlâ, bu ayetin başında iki şey hususunda Resulüne hitap edip daha sonra da tek bir şey hususunda umuma hitap etmiştir. Peygambere (s.a.v) tahsis edilen iki şeyden birincisi; “Ne zaman sen bir faaliyet göstersen...” kısmının, ifade ettiği husustur. Buradaki  ما  inkârîdir.  شَأْنٍ  kelimesi, hal ve durum manasında olup çoğulu  شؤن ’dur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)


 وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Muzari fiil hudus, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنْ رَبِّكَ car mecrur, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mef’ûl olan  مِثْقَالِ ’ye dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. مِثْقَالِ ‘nin muzafun ileyhi olan  ذَرَّةٍ ’deki nekrelik, kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir.

Veciz ifade kastıyla gelen  رَبِّكَ izafetinde Rab ismine muzâf olan Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.

Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede Allah’ın rububiyyet vasfına dikkat çeken Rab ismine iltifat sanatı vardır.

الْاَرْضِ ’den sonra  السَّمَٓاءِ ’nin zikredilmesi, umumun hususa atfı babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü sema, arza şamildir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

وَلَا فِي السَّمَٓاءِ ‘de  لَا ’nın tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir..

كُنَّا  ve  يَعْزُبُ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ  ibarelerindeki  ف۪ي  harflerinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْاَرْضِ  ve  السَّمَٓاءِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  yeryüzü ve sema, içine birşey konulabilecek yapıda olmadığı halde zarfiyet özelliği olan bir nesneye benzetilmiştir. الْاَرْضِ ve السَّمَٓاءِ  ile zarfiyyet özelliği taşıyan nesne arasındaki ortak özellik yani câmi’, mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır. 

 

وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı) 

Cinsini nefyeden  لَا ‘nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَصْغَرَ , cinsini nefyeden  لَا ‘nın ismidir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ  car mecruru bu mahzuf habere mütealliktir.

مِنْ ذٰلِكَ  car mecrurunun müteallakı olan  اَصْغَرُ  ve tezat nedeniyle ona atfedilen وَلَٓا اَكْبَرَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

Nefy harfi  لَٓا  ve istisna edatı اِلَّا  ile oluşan iki tekid hükmündeki kasr, لَٓا ’nın ismi ve haberi arasındadır. اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ , maksur/mevsûf, ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ  maksurun aleyh/sıfat, olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)

مُب۪ينٍ  kelimesi  كِتَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اَصْغَرُ - اَكْبَرُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ذَرَّةٍ  -  اَصْغَرُ  ve  مِثْقَالِ - اَكْبَرُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatıları vardır.

Yerin gökten önce zikredilmesi sözün yeryüzünde yaşayanlar hakkında olmasındandır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)

Burada yerden ve gökten murad, varlık ve imkân âleminde demektir. Ayette, yer önce zikredilmiştir; çünkü burada kelamın konusu, yer sakinlerinin halidir ve maksat, Allah'ın ilminin, dünyanın bütün ayrıntılarını kuşattığına delil ikame etmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)

Âlûsî, ayetteki takdim-tehiri şu şekilde ifade etmiştir: Bu ayetin dışındaki ayetlerde her ne kadar السَّمَٓاءِ   lafzı  الْاَرْضِ  kelimesine takdim edilmişse de bu ayette tersi olmuştur. Nitekim ayette yeryüzü sakinlerinden bahsedilmekte ve Allah’ın ilminin kapsayıcılığı vurgulanmaktadır. Âlûsî, sema kelimesinin sonradan getirilmesini de şu şekilde temellendiriyor: İnsanların Allah’ın ilmî kapsayıcılığının yeryüzü ile sınırlı olduğu vehmine kapılmaması için السَّمَٓاءِ  kelimesi  الْاَرْضِ  kelimesinin hemen akabinde getirilmiştir. Sonuç olarak, hiçbir şeyin bilgisinden uzak olmayan bir zatın yeryüzü sakinlerinin durumlarından haberdar olmaması düşünülemez. (Ahmet Tekin, Kur’ân’i Kerim’de Takdim-Tehir Ve Anlam Üzerindeki Etkisi) 

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)