Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذِ | madem ki |
|
2 | اعْتَزَلْتُمُوهُمْ | siz onlardan ayrıldınız |
|
3 | وَمَا | ve şeylerden |
|
4 | يَعْبُدُونَ | taptıkları |
|
5 | إِلَّا | başka |
|
6 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
7 | فَأْوُوا | o halde sığının |
|
8 | إِلَى |
|
|
9 | الْكَهْفِ | mağaraya |
|
10 | يَنْشُرْ | yaysın (bollaştırsın) |
|
11 | لَكُمْ | size |
|
12 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | رَحْمَتِهِ | rahmetini |
|
15 | وَيُهَيِّئْ | ve hazırlasın |
|
16 | لَكُمْ | size |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | أَمْرِكُمْ | (şu) işinizden |
|
19 | مِرْفَقًا | yararlı bir şey |
|
Azele عزل : عَزَلَ fiili ayrıldı/uzaklaştı demektir. إعْتَزَلَ beden ya da kalple bir şeyden uzak durarak kaçınmaktır. Bu şey yapılan bir işin ücreti, bir borçtan veya suçtan muaf olduğuna dair bir yazı da olabilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri azletmek, azil, uzlet, ma'zul ve muteziledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ, takdiri قال بعضهم لبعض olan mahzuf fiile mütealliktir. اعْتَزَلْتُمُوهُمْ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اعْتَزَلْتُمُوهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ ile mef’ûlun bihe matuf olup, mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْبُدُونَ ’dir. Aid zamir mahzuftur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْبُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا istisna edatıdır. اللّٰهَ lafza-i celâl, ism-i mevsûl veya aid zamirden müstesna olup fetha ile mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن اعتزلتم الكافرين (Kâfirlerden ayrılırsanız) şeklindedir.
أْوُٓ۫ا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى الْكَهْفِ car mecruru أْوُٓ۫ا fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen يَنْشُرْ cümlesi talebin cevabıdır.
يَنْشُرْ sükun ile meczum muzari fiildir. رَبُّكُمْ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَكُمْ car mecruru يَنْشُرْ fiiline mütealliktir. مِنْ رَحْمَتِه۪ car mecruru يَنْشُرْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اعْتَزَلْتُمُوهُمْ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اعْتَزَلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi عزل ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُهَيِّئْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru يُهَيِّئْ fiiline mütealliktir. مِنْ اَمْرِكُمْ car mecruru يُهَيِّئْ filine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِرْفَقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُهَيِّئْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi هيأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müfessirlerin çoğu mütekellimin Ashab-ı Kehf olduğunu belirtmiş, onların birbirlerine söyledikleri sözdür demiştir.
Zaman zarfı اِذْ , takdiri قال بعضهم لبعض [Onlardan bir kısmı diğerlerine dedi.] olan mahzuf fiile mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan اعْتَزَلْتُمُوهُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûle atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
اِلَّا istisna harfidir. İstisnanın munkatı’ veya muttasıl olması mümkündür. Lafza-i celâl,müstesnadır.
مَا يَعْبُدُونَ cümlesi sıfat-maksur, اللّٰهَ mevsuf-maksurun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ
Fasılla gelen şart üslubundaki terkipte îcâz-ı hazif sanatı vardır. فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.
Cümle, takdiri إن اعتزلتم الكافرين (kâfirlerden ayrılırsanız) olan mukadder şartın cevabıdır. Cevap cümlesi olan فَأْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً
Yine şart üslubundaki terkipte müspet muzari fiil sıygasında, faidei haber ibtidaî kelam olan يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ cümlesi, فَ karinesi olmadan gelmiş cevap cümlesidir. Şartın takdiri …إن أْوُٓ۫ا اِلَى الْكَهْفِ [eğer mağaraya sığınırsanız] şeklindedir.
Mahzuf şart ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَنْشُرْ fiiline müteallik لَكُمْ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
مِنْ رَحْمَتِه۪ car-mecruru, fiilin mahzuf mef’ûlünün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın ve mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastına matuf رَبُّكُمْ izafetinde Rab ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle كُمْ zamirinin ait olduğu kişiler, şan ve şeref kazandırmıştır.
رَحْمَتِه۪ izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَحْمَتِ ’ye tazim ifade etmiştir.
مِنْ اَمْرِكُمْ car-mecruru, لَكُمْ ‘deki muhatab zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mef’ûl olan مِرْفَقاً ’daki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
نشر الرَحْمَة ve اَمْرِ مِرْفَاق ifadelerinde istiâre vardır. يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ [Rabbiniz size rahmetini yaysın.] cümlesinde rahmet kelimesi nimet anlamındadır. Ancak nimette dürülmüş bir şey yok ki serilip yayılsın, gizlenmiş bir şey yok ki açılıp ortaya dökülsün. O yüzden bu ifade ile “Allah, nimetini gizleyip saklamadan açık ve yaygın biçimde sizin üzerinize bolca ihsan etsin.” anlamı kastedilmiştir. Ayette bu durum, katlanıp dürülmüş elbisenin açılıp yayılması; gizli bir şeyin mahiyeti şuyu bularak, hakkında bilgiler yaygınlaşacak biçimde açığa çıkarılması gibi olmaktadır.
Diğer istiâre, وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ اَمْرِكُمْ مِرْفَقاً [Sizin için kolaylık sağlasın.] ifadesinde, kolaylık anlamındaki المِرْفَاق ’ın asıl anlamı yaslanılan şeydir. Bu da “dirsekle üzerine yaslanılan yastık” anlamındaki المِرْفَق kelimesinden alınmıştır. Buna göre sanki Yüce Allah “İşleriniz için kendisine dayanacağınız ve yaslanacağınız, sırtlarınıza dayanak ve pazularınıza destek olacak şeyler hazırlasın.” demektedir. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Dini inanç olarak onlardan ayrıldığınıza, göre cismani olarak da onlardan ayrılın ve o mağaraya sığının ki Rabbiniz, her iki cihanda da rahmetini size yaysın, size olan rahmetini genişletsin ve dininizden dolayı olan bu kaçma işinizde sizin için kolaylıklar hazırlasın, demişlerdi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayetteki, يَنْشُرْ لَكُمْ ifadesi “Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin yani orayı sizin için genişletsin.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَرَى | ve görürsün |
|
2 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | طَلَعَتْ | doğduğu |
|
5 | تَزَاوَرُ | eğiliyor |
|
6 | عَنْ |
|
|
7 | كَهْفِهِمْ | mağaralarından |
|
8 | ذَاتَ |
|
|
9 | الْيَمِينِ | sağa doğru |
|
10 | وَإِذَا | ve zaman |
|
11 | غَرَبَتْ | battığı |
|
12 | تَقْرِضُهُمْ | onları makaslayıp geçiyor |
|
13 | ذَاتَ |
|
|
14 | الشِّمَالِ | sola doğru |
|
15 | وَهُمْ | ve onlar |
|
16 | فِي | içindedirler |
|
17 | فَجْوَةٍ | bir dehlizin |
|
18 | مِنْهُ | onun (mağaranın) |
|
19 | ذَٰلِكَ | bu (durum) |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | ايَاتِ | ayetlerindendir |
|
22 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
23 | مَنْ | kime |
|
24 | يَهْدِ | hidayet verirse |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | فَهُوَ | o |
|
27 | الْمُهْتَدِ | yolu bulmuştur |
|
28 | وَمَنْ | ve kimi de |
|
29 | يُضْلِلْ | sapıklıkta bırakırsa |
|
30 | فَلَنْ | artık |
|
31 | تَجِدَ | bulamazsın |
|
32 | لَهُ | onun için |
|
33 | وَلِيًّا | bir dost |
|
34 | مُرْشِدًا | yol gösteren |
|
Vezera زور : زَوْرٌ göğüs demektir. زَوَرٌ ise göğüs üstündeki meyil, eğrilik veya çarpıklıktır. Yalana زُورٌ denmiştir. Bunun nedeni yönelmesi gereken cihetinden veya amacından başka bir yöne, tarafa meyletmiş olmasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ziyaret, mezar, müzevir, ve zor (Farsça'dan)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. طَلَعَتْ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
طَلَعَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. تَزَاوَرُ cümlesi, تَرَى ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
تَزَاوَرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. تَ harflerinden biri hazfedilmiştir. عَنْ كَهْفِهِمْ car mecruru تَزَاوَرُ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذَاتَ mekân zarfı تَزَاوَرُ fiiline mütealliktir. الْيَم۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzâri manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b) (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezmedenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzâri, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezmedenlerinkiyle aynıdır. c) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَزَاوَرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi زور ’dir. Aslı تتَزَاوَرُ ‘dur. تَ harflerinden biri hazfedilmiştir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. وَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. غَرَبَتْ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غَرَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. تَقْرِضُهُمْ cümlesi, تَرَى ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
تَقْرِضُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ذَاتَ mekân zarfı تَقْرِضُهُمْ fiiline mütealliktir. الشِّمَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي فَجْوَةٍ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مِنْهُ car mecruru فَجْوَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَهْدِ şart fiili olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup damme ile merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُهْتَدِ haber olup, tahfif için mahzuf olan ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُهْتَدِ ; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُضْلِلْ şart fiili olup, sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تَجِدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَهُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. وَلِياًّ mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. مُرْشِداً kelimesi وَلِياًّ ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضْلِلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُرْشِداً۟ ; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِذَا şarttan mücerret, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Müteallakı تَرَى fiilidir. اِذَٓا ’nın muzâfun ileyhi olan طَلَعَتْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ cümlesi تَرَى fiilinin failinden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci zaman zarfı اِذَا , birinciye atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan غَرَبَتْ cümlesi اِذَا ‘nın muzâfun ileyhidir.
تَرَى fiilinin faili الشَّمْسَ için ikinci hal olan تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ‘la gelen وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ cümlesi, تَقْرِضُهُمْ ‘daki mef’ûl zamirden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي فَجْوَةٍ car-mecruru mahzuf habere mütealliktir.
فَجْوَةٍ ‘deki nekrelik, nev ifade eder.
مِنْهُۜ car mecruru فَجْوَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
الشِّمَالِ - الْيَم۪ينِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
طَلَعَتْ - غَرَبَتْ ve يَهْدِ - يُضْلِلْ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
تَزَاوَرُ الشَّمْسَ ve تَقْرِضُ الشَّمْسَ ifadelerinde istiare vardır. Birincisi, Allah Teâlâ’nın güneş hakkındaki تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ [Mağaralarının sağ tarafına meyleder.] sözüdür. Çünkü تَزَاوَرُ kelimesinin asıl anlamı meyletmektir. Bu تَزَاوَرُ , göğüs manasındaki زور ‘den alınmıştır. Buna göre sanki Yüce Allah, (yönünü bir şeyden (başka tarafa) çeviren kişinin göğsü ve yüzüyle dönmesi gibi güneş de o yerden (sağ tarafa) meyleder) buyurmuştur. Bu ifadeyle söz konusu mağaranın doğu ve batı cihetlerinden konumunu; ayrıca güneş doğarken ışıkların mağarayı kaplamadığını, batarken de mağaraya düşen renginin solmadığını açıklamış olur.
Diğer istiare ise وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ [Batarken de sol taraftan (onlara isabet etmeden) makaslayıp geçer.] ifadesidir. Bu konuda iki yorum vardır. Birincisi: güneşin onları sol cihetten (makas açısıyla) kesmesi yani ışık huzmelerini onlardan meylettirerek kendilerini geçmesidir. İkinci yoruma göre ise anlam şöyledir: Güneş onlara uğradığı zaman kendilerine az ışık verir, onlardan ayrılırken de o ışığı geri alır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
Cenab-ı Hak, “Ey muhatap, sen doğduğu zaman güneşi, onların mağaralarından saptığını (uğramadığını) görürsün.” demiştir. Bununla “Bu ifadenin kendisine yöneltildiği kimse bunu görür.” manası kastedilmemiştir. Fakat hitaplarda bu tarzı kullanmak âdet olup bu, “Eğer sen onu görseydin, böyle görürdün.” demektir. Ayetteki, ذَاتَ الْيَم۪ينِ deyimi [sağ tarafa] demektir. ذَاتَ , aslında mevsufun yerine geçmiş bir sıfattır. Çünkü bu kelime, Arapların (Mal sahibi adam ve kadın) şeklindeki sözlerindeki ذو ’nun müennesidir. Buna göre ifadenin takdiri “taraf yönüne” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Güneşi görürsün ifadesinde hitap Resulullah’a veya herkesedir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
تَزَاوَرُ , meyletmek, dönmek demektir. Nitekim, “O şeye meyletti.” manasında, زاره denilir. زور (yalan) da doğrudan sapma ve meyletmedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
فَجْوَةٍ geniş yer demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Burada, Ashab-ı Kehfin o mağaraya sığındıktan sonraki halleri beyan edilmektedir. Bunun sarahatle zikredilmemesi, buna ihtiyaç olmadığını bildirmek içindir. Onlar mağaranın genişçe bir yerinde oldukları için kudret elinin müdahalesi olmasa da onlara isabet ederdi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede مِنْ اٰيَاتِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ذٰلِكَ mübtedadır.
Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
Ayrıca uzağı işaret etmede kullanılan bu işaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile Ashab-ı Kehf’in haberlerine işaret edilmiştir. Mucizeler, elle tutulur gözle görülür maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 109)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz ifade kastıyla gelen اٰيَاتِ اللّٰهِ izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzaf olması, bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Bu cümle itiraziyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allah Teâlâ sonra, ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ [Bu, Allah'ın ayetlerindendir.] buyurmuştur. “Allah'ın bu uzun müddet içinde onları o mağarada muhafaza edişi, O'nun yüce kudretine ve güzel hikmetine delalet eden ayetlerdendir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يَهْدِ اللّٰهُ cümlesi, mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
Burada zamir makamında müsnedün ileyh olarak ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, mehabeti ve muhabbeti artırmak içindir. Bu tekrarda iltifat, ıtnâb, tecrîd ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan فَهُوَ الْمُهْتَدِ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.
الْمُهْتَدِ ‘deki elif-lam takısı cins için olup kasr ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr) (İsra 97)
هُوَ maksûr/mevsûf, الْمُهْتَدِ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat, iddiaî kasrdır. Yani müsnedün ileyhin, bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir. Onun hidayete ermiş olduğu kesin bir dille bildirilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. مَنْ şart ismi ile umumun kastedildiği cümlede, Ashab-ı Kehf’in muhtedî olduğu anlamı mündemiçtir.
Şart ve cevap cümleleri arasında, müzâvece sanatı vardır.
Ayetin sonunda müradifi zikredilen يَهْدِ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
الْمُهْتَد۪ , sülasi mezid افتعال babının ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.
İsm-i fail, bir eylemi gerçekleştiren kişiyi gösterirken sıfat-ı müşebbehede eylem söz konusu değildir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَهْدِ - الْمُهْتَدِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ - ذَاتَ - اِذَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُهْتَد۪ [Hidayete eren kimse] kelimesinin tekil olması, hidayet yolunun bir, dalalet yollarının ise çok olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, Araf Suresi 178)
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ ; sözünden murad, onların matluba isabet etmeleriyle ve umdukları geniş rahmet ve kolaylığın gerçekleştirildiğini haber vermekle onları övmek ve kendilerine şahitlik etmektir. Yahut bu gibi ayetlerin çok olduklarına, fakat ancak Allah’ın ibret almak için muvaffak kıldığı kimselerin bunlardan faydalandıklarına dikkat çekmektir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
Cümle, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ cümlesine atfedilmiştir.
Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat ayrıca tezat ilişkisi mevcuttur.
Şart üslubunda gelen terkipte مَنْ يُضْلِلْ cümlesi, şarttır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يُضْلِلْ cümlesi, mübtedanın haberidir.
Müsned, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam şeklinde gelmiştir. Muzari fiil cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar anlamları katmıştır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟ , menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi لَنْ , cümleyi tekid etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. تَجِدَ fiiline müteallik لَهُ car mecruru, durumun kiminle ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan وَلِياًّ ’deki nekrelik, umum ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre selbin umum ve şumûlüne işarettir.
مُرْشِداً۟ kelimesi وَلِياًّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ cümlesiyle وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلِياًّ - مُرْشِداً۟ - الْمُهْتَدِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَهْدِ - يُضْلِلْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَحْسَبُهُمْ | sen onları sanırsın |
|
2 | أَيْقَاظًا | uyanıklar |
|
3 | وَهُمْ | onlar |
|
4 | رُقُودٌ | uyudukları halde |
|
5 | وَنُقَلِّبُهُمْ | ve onları (uykuda) çeviririz |
|
6 | ذَاتَ |
|
|
7 | الْيَمِينِ | sağlarına |
|
8 | وَذَاتَ | ve |
|
9 | الشِّمَالِ | sollarına |
|
10 | وَكَلْبُهُمْ | ve köpekleri de |
|
11 | بَاسِطٌ | uzatmış vaziyettedir |
|
12 | ذِرَاعَيْهِ | ön ayaklarını |
|
13 | بِالْوَصِيدِ | girişte |
|
14 | لَوِ | eğer |
|
15 | اطَّلَعْتَ | görseydin |
|
16 | عَلَيْهِمْ | onların durumunu |
|
17 | لَوَلَّيْتَ | mutlaka dönüp |
|
18 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
19 | فِرَارًا | kaçardın |
|
20 | وَلَمُلِئْتَ | ve içine dolardı |
|
21 | مِنْهُمْ | onlardan |
|
22 | رُعْبًا | korku |
|
Yeqaza يقظ : Kur'an-ı Mecid'de رُقُودٌ sözcüğünün mukabili olarak kullanılan يَقِظٌ kelimesinin çoğulu أيْقاظٌ 'dır. Kelimenin temeldeki manası uyanıklık, tetikte olmak, idrakı açık ve hareket halinde olmaktır. Bu da bedenen ve fikren istikrar ve istirahat demek olan رُقُودٌ un zıddıdır. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri yakaza, teyakkuz, müteyakkız ve ikazdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحْسَبُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Sanmak anlamında kalp fiilidir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَيْقَاظاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. رُقُودٌ haber olup damme ile merfûdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. نُقَلِّبُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ذَاتَ mekân zarfı نُقَلِّبُهُمْ fiiline mütealliktir. الْيَم۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ذَاتَ الشِّمَالِ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
نُقَلِّبُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قلب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَلْبُهُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَاسِطٌ haber olup damme ile merfûdur.
ذِرَاعَيْهِ ism-i fail بَاسِطٌ ’unun mef’ûlun bihi olup müsenna olduğu için nasb alameti ي ‘dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْوَص۪يدِ car mecruru ism-i fail بَاسِطٌ ‘e mütealliktir.
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَاسِطٌ ; sülâsî mücerredi بسط olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً
لَوْ gayr-i cazim şart harfidir. اطَّـلَعْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru اطَّـلَعْتَ fiiline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir.
وَلَّيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru وَلَّيْتَ fiiline mütealliktir. فِرَاراً masdardan naib mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir.
مُلِئْتَ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru مُلِئْتَ fiiline mütealliktir. رُعْباً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1.Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez. Ayette melfuz mümeyyez şeklindedir. Ayette melfûz mümeyyez şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اطَّـلَعْتَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi طلع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَّيْتَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَتَرَى الشَّمْسَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber (s.a.v) veya herkestir.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İki mef’ûle müteaddi olan تَحْسَبُهُمْ fiilinin ikinci mef’ûlu olan اَيْقَاظاً ’deki nekrelik nev ifade eder.
اَيْقَاظاً , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın müsnedün ileyhte sürekli varlığına, onun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret ederek isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.
Hal وَ ’ıyla gelen وَهُمْ رُقُودٌ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
اَيْقَاظاً ile رُقُودٌۗ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً cümlesi ile وَهُمْ رُقُودٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki رُقُودٌۗ , masdar olup ism-i mef'ul مرقُودٌۗ manasınadır. Nitekim “Rükû eden, oturan ve secde eden topluluğa” denir. رُقُودٌۗ kelimesinin, راقد ’in cemisi olduğunu söyleyenler yanılmışlardır. Çünkü فاعل veznindeki kelime, فُعول vezni üzere cemi olmaz. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb) Mef’ûliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Burada zikredilen “Onlar uykuda oldukları halde” ifadesi, daha önce kulaklarına perde vurulmasının zikrine dayanılarak zikredilmeyen hususun izahıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s- Selîm)
تَحْسَبُهم fiilinin muzari olarak gelmesi bunun uzun süre tekrarlandığına delalet içindir. (Âşûr, Et- Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ
Cümle, atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
نُقَلِّبُهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
الشِّمَالِۗ - الْيَم۪ينِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Ayetteki, ذَاتَ lafzı, zarf olarak mansubdur. Çünkü bunun manası, “Biz onları sağ tarafta veya sağ taraf üzerine çeviriyorduk.” şeklindedir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
التَّقْلِيبُ ; bir şeyi içini dışına çevirmektir. Muzari olarak gelmesi zamana bağlı olarak teceddüdünü ifade içindir. Bu teceddüdün ayetin nüzulü sırasında olması gerekmez. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ
Cümle, atıf harfi وَ ’la وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan بَاسِطٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
ذِرَاعَيْهِ izafeti بَاسِطٌ ’un mef’ûlüdür. بَاسِطٌ ’un ism-i fail kalıbında olması, mef’ûl almasını mümkün kılmıştır.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, (2007) s. 55-90)
Bu ayetteki بَاسِطٌ kelimesi isim halinde gelen bir müsneddir ve süreklilik ifade eder. Yani ayakları uzanmış bir haldeki yatma eylemindeki devamlılığı göstermektedir. Eğer bu يَبْسُطُ şeklinde fiil olarak gelseydi süreklilik manası kaybolacak ve köpeğin uzanma eylemini tekrarlama anlamı ortaya çıkacaktı ki bu, köpeğin bu fiili açısından uygun olmayacaktı. Yani köpek ayaklarını bir uzatıp bir çekip sonra tekrar uzatıp yatması anlamı olacaktı ve köpek bunu sürekli tekrar eder bir vaziyette olacaktı ki bu garip bir durumu ortaya çıkaracaktı. Bu nedenle köpeğin içinde bulunduğu durumu bildirmek açısından ifadenin isim olarak gelmesi gerekmiştir.
Ayrıca ismi fail olmasıyla da geçmiş hal hikâye edilmiş olur. İbn Aşûr, bu duruma dikkat çekmiş ve köpeklerin bu halinin devamlı olduğunun anlatılması için ifadenin bu şekilde geldiğini belirtmiştir. Ayrıca mağarada uyuyanların farklı taraflara çevrildiğinin anlatılması da نُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ cümlesinde fiil olarak gelmiş, böylece olayın gerçekleştiği an hikâye edilmiştir. Köpeklerinin dönmediği ve ayakları üzerinde sürekli kaldığı da müsnedin isim olarak gelmesiyle gösterilmiştir. (Ali Karataş, Kur'an’daki Yüklemlerin (Müsnedlerin) İsim Ve Fiil Olarak Kullanımları Ve Bazı Meallere Yansıma Sorunu)
İsm-i failin geçmiş zamana delaletine gelince; tenvinle kullanılan ism-i fail amel etme şartları bulunduğunda, anlam bakımından aynı muzari fiil gibidir. Bu sebeple tenvinli ism-i failin geçmiş zamana delaleti şimdiki zamanın hikâyesi ile mümkündür.
Şimdiki zamanın hikâyesi aynı şimdiki zaman gibidir. Şimdiki zamanın hikâyesi iki şekilde mümkündür. Birincisinde kişi kendisini olayın olduğu zamanda var kabul edip öyle düşünmesi iken, ikincisi olayın olduğu zamanı şu anda var kabul etmektir.
Bu ayette بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ ism-i fail ve muzâfun ileyhi, zaman bakımından şimdiki zamanın hikâyesidir. İsm-i failin geçmiş zamana delalet ettiği yerlerden birisi de amel etme şartları bulunmadığında isim tamlaması olduğu zamandır. Böyle ism-i failin izafeti manevi izafet olduğu için geçmiş zaman ifade etmektedir. (Hasan Duran, Kur'an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)
Kollarını eşiğe yaymıştı ifadesi geçmiş zamanın hikâyesidir, bunun içindir ki ism-i fail amel etmiştir. فِرَاراً kelimesinin masdar olma ihtimali de vardır, çünkü o da bir nevi arka dönmektir, mef’ûlün leh ve hal olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
بِالْوَص۪يدِ [Mağaranın girişinde] demektir. Zeccâc: وَص۪يدِ , evin ve odanın giriş yeri, avlusu manasına olup çoğulu وصائد ve وُصود ’dur, demiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda gelen terkipte müspet mazi fiil sıygasındaki اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ cümlesi, şarttır.
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الِاطِّلاعُ ; bir şeye nezaret etmek ve onu yüksek bir yerden görmek demektir; çünkü طَلَعَ fiilinin افْتِعالٌ babında gelmesi; dağa çıkıp oradan görmeyi ifade eder. Bu bab; mübalağa ifade eder. عَلى harfiyle gelmiştir. Sonra kimsenin görmediği bir şeyi görmek için iyi bilinen bir metafor olarak kullanılmıştır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Şartın cevabı olan ve لَ karinesiyle gelen لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
فِرَاراً mahzuf mef’ûlü mutlakın müradifi olarak ondan naibdir. Veya لَوَلَّيْتَ fiilinin failinden müekked haldir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Aynı üsluptaki وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً , cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Temyiz veya mef’ûl olan رُعْباً ’deki nekrelik, kesret ifade eder.
رُعْباً ve فِرَاراً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
Cümlelerdeki fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
لَمُلِئْتَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’ân-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
لَوَلَّيْتَ - وَنُقَلِّبُهُمْ - فِرَاراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اطَّـلَعْتَ - لَوَلَّيْتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
مُلِّئْتَ kelimesinde de temsilî istiare vardır. الرُّعْبَ kelimesi temyiz olarak gelmiştir. Mana olarak faildir. Fiil icmali mana için meçhul bina edilince hakkı fail olan kelime temyiz olmuştur. Bu; eşsiz bir isnaddır. Bununla icmalden sonra tafsil meydana gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Ayette “İçin korkuyla dolardı.” cümlesinin “geri dönüp kaçardın” cümlesinden sonra zikredilmesi, her birinin ayrı bir sonuç olarak terettüp ettiğini bildirmek içindir. Çünkü eğer bu iki hal (dönüp kaçma ile içine korku dolması), mevcudun aksi olan gerçekleşme, sırasına göre zikredilmiş olsaydı, ilk akla gelen, her ikisinin bir tek sonuç olarak terettüp etmesi olurdu. Bir de zikredilen tertip, kaçmakla da korkunun gitmediğini zımnen bildirmek içindir. Nitekim normal olan kaçmakla korkunun kalkmasıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | yine böyle |
|
2 | بَعَثْنَاهُمْ | onları dirilttik |
|
3 | لِيَتَسَاءَلُوا | sormaları için |
|
4 | بَيْنَهُمْ | kendi aralarında |
|
5 | قَالَ | dedi ki |
|
6 | قَائِلٌ | konuşan biri |
|
7 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
8 | كَمْ | ne kadar? |
|
9 | لَبِثْتُمْ | kaldınız |
|
10 | قَالُوا | dediler |
|
11 | لَبِثْنَا | kaldık |
|
12 | يَوْمًا | bir gün |
|
13 | أَوْ | ya da |
|
14 | بَعْضَ | bir parçası (kadar) |
|
15 | يَوْمٍ | günün |
|
16 | قَالُوا | dediler |
|
17 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
18 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
19 | بِمَا | ne kadar |
|
20 | لَبِثْتُمْ | kaldığınızı |
|
21 | فَابْعَثُوا | gönderin |
|
22 | أَحَدَكُمْ | birinizi |
|
23 | بِوَرِقِكُمْ | gümüş (para) ile |
|
24 | هَٰذِهِ | şu |
|
25 | إِلَى |
|
|
26 | الْمَدِينَةِ | şehre |
|
27 | فَلْيَنْظُرْ | baksın |
|
28 | أَيُّهَا | hangi |
|
29 | أَزْكَىٰ | daha temiz ise |
|
30 | طَعَامًا | yiyecek |
|
31 | فَلْيَأْتِكُمْ | size getirsin |
|
32 | بِرِزْقٍ | bir azık |
|
33 | مِنْهُ | ondan |
|
34 | وَلْيَتَلَطَّفْ | ve dikkatli davransın |
|
35 | وَلَا | sakın |
|
36 | يُشْعِرَنَّ | sezdirmesin |
|
37 | بِكُمْ | sizi |
|
38 | أَحَدًا | birisine |
|
Letafe لطف : Bir cisim lâtif لَطِيف sözcüğüyle nitelendirildiğinde onun katı, sert ve ağır anlamlarının zıddı bir özellikte olduğunu gösterir. Öte yandan nezaket, hafif hareket ve ince işlerle uğraşma lâtif لَطِيف ve letâfet لَطافَة kelimeleriyle ifade edilir. Yine duygunun algılayamadığı şeyler için de bazen lâtif sözcüğüyle kullanılabilir. Yüce Allah'ın bu sıfatla isimlendirilmesinin nedeni ise bu sebep veya işlerin inceliklerini bilmesi ya da kullarını hidayete erdirme noktasında onlara rıfkla muamele etmesi olabilir denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri lütuf, lâtif, letafet, taltif, lütfen, Abdullatif, Lütfü ve Lâtife'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” manasındadır.. Bu ibare, amili بَعَثْنَا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِ harfi, يَتَسَٓاءَلُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle بَعَثْنَاهُمْ fiiline mütealliktir.
يَتَسَٓاءَلُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَ mekân zarfı يَتَسَٓاءَلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, Atıf olan اَوْ ’den sonra, Lamul cuhuddan sonra, Lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Ayette lamu-ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra gizlenmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَسَٓاءَلُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi سأل ’dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. قَٓائِلٌ fail olup damme ile merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru قَٓائِلٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. Mekulü’l-kavl كَمْ لَبِثْتُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَمۡ istifham harfi, zaman zarfı olup لَبِثْتُمْ fiiline müteallik, mahallen mansubdur. Mümeyyizi mahzuftur. Takdiri, كم يوما (Ne kadar gün) şeklindedir.
لَبِثْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
قَٓائِلٌ ; sülâsî mücerredi قول olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَبِثْنَا يَوْماً ’dir. قَالُوا fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَبِثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. یَوۡمًا zaman zarfı لَبِثْنَا fiiline mütealliktir.
أَوۡ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. بَعۡضَ atıf harfi أَوۡ ile makabline matuftur. یَوۡم muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
أَوۡ ; Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl رَبُّكُمْ اَعْلَمُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef‘ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. رَبُّ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَعْلَمُ haber olup damme ile merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. İsmi-i mevsûlun sılası لَبِثْتُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَبِثْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اَعْلَمُ ; ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri اهتمّوا بأمر طعامكم [Yediğinize dikkat edin.] şeklindedir.
ابْعَثُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اَحَدَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِوَرِقِكُمْ car mecruru اَحَدَكُمْ ’un mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذِه۪ işaret ismi وَرِقِكُمْ ’den bedel veya atfı beyan olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى الْمَد۪ينَةِ car mecruru ابْعَثُٓوا fiiline mütealliktir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ل emir lamıdır. لْيَنْظُرْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl اَيُّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَزْكٰى طَعَاماً ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَزْكٰى mahzuf mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Takdiri; هو şeklindedir. طَعَاماً temyiz olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. ل emir lamıdır. لْيَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِرِزْقٍ car mecruru يَأْتِكُمْ fiiline mütealliktir. مِنْهُ car mecruru بِرِزْقٍ ’in mahzuf haline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ل emir lamıdır. يَتَلَطَّفْ sükun ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَ atıf harfidir. لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يُشْعِرَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Fiilin sonundaki ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. بِكُمْ car mecruru يُشْعِرَنَّ fiiline mütealliktir. اَحَداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez. Ayette melhuz mümeyyez şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَلَطَّفْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi لطف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
يُشْعِرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi شعر ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَكَذٰلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Ayette Ashab-ı Kehf’in konuşmaları aktarılmaktadır.
كَذٰلِكَ , amili بَعَثْنَاهُمْ olan mahzuf masdarın sıfatına mütealliktir. Cümlenin takdiri كما أنمناهم هذه النومة الطويلة كذلك (Onları bu uzun uykuyla uyuttuğumuz gibi uyuttuk) şeklindedir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
İşaret ismi, işaret edilen manayı kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca uzağı işaret etmede kullanılan bu işaret ismi, bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna ve mertebesinin yüksekliğine delalet ederek tazim ifade eder.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Ashab-ı Kehf’in yaşadığı mucizeler, göz önündeki maddi bir şey yerine konmuştur. Bu ifadede mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
بَعَثْنَاهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْ cümlesi, masdar tevilinde olup harf-i cerle بَعَثْنَاهُمْ fiiline mütealliktir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِيَتَسَٓاءَلُوا fiili تفاعل babındadır. Bu bab fiile müşareket, tekellüf, tedrîc, mutavaat anlamları katar.
لِيَتَسَٓاءَلُوا بَيْنَهُمْ [Aralarında soruşsunlar diye…] Anlatılan konunun aklî bir şekilde açıklanmasının yerine içinde bulunulan ruh halinin etkisi altında hayalî bir izah tarzıdır. Muhatabın bu sebebe inanması aynı duyguları paylaşması sebebiyle olur. Bu üslup hüsn-i ta’lil sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Daha önce onların uyandırılmalarının gayesinin onları denemek olduğu belirtildiği halde burada onların birbirlerine soru sormalarının buna gaye kılınması, denemenin soruşmalarına terettüp eden hükümlerden olması itibarıyladır. Bununla iktifa edilmesi, diğer sonuçlarını da gerektirmesinden dolayıdır. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
كَذٰلِكَ burada ‘böylece’ manasındadır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Cümlenin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’an-ı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘den oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin fazilet mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan كَمْ لَبِثْتُمْ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Mukaddem mef’ûl olan كَمۡ ’in temyizi mahzuftur. Takdiri; يوما (gün) şeklindedir.
Kendi durumunu bilmek her şeyden önce geldiği için uyandırılmalarının ilk hikmeti kendi durumlarını anlamak için şu şekilde birbirlerine sormaları oldu: قَالَ قَاۤئِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ [Bunun için içlerinden biri: “Ne kadar durdunuz?” dedi.] “Bir gün veya daha az bir zaman kaldık.” dediler. Kimi öyle dedi kimi de öyle. Nasıl ki kıyamette uyandırılarak haşre gönderilecek olanlar hep böyle sanacaklar. Bu karşılıklı konuşma esnasında kimi de fazla durulduğunu sezerek anlaşmazlığa son vermek için ne kadar kaldığımızı Rabbimiz daha iyi bilir, dediler. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili)
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَبِثْنَا يَوْماً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ - قَٓائِلٌ - قَالُوا ve لَبِثْتُمْ - لَبِثْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَوْماً kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قَالُوا رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh رَبُّكُمْ izafetiyle gelerek Rab isminin muhatablara ait zamire muzâf olması, onları şereflendirmek ve Allah’ın onlara desteğine işarettir.
Haber olan اَعْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki لَبِثْتُمْ cümlesi, masdar teviliyle اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَبِثْتُمْ - قَالُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَابْعَثُٓوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِه۪ٓ اِلَى الْمَد۪ينَةِ
Cümle, takdiri …اهتمّوا بأمر طعامكم [Yediğinize dikkat edin] olan mukadder istînâfa matuftur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İzafet formundaki بِوَرِقِكُمْ car mecruru, اَحَدَكُمْ ’un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بِوَرِقِكُمْ ‘dan bedel olan işaret ismi هٰذِه۪ٓ ile işaret edilene dikkat çekilmiştir.
هٰذِه۪ٓ ’nin mevsufu olan بِوَرِقِكُمْ ’a dahil olan بِ harfi mülabeset içindir.
بَعَثْنَاهُمْ - ابْعَثُٓوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِلَى الْمَد۪ينَةِ car-mecruru ابْعَثُٓوا ‘ya mütealliktir.
Onların bunu söylemeleri, konunun derinliğine dalmayıp o anda kendileri için en önemli olan konuya yönelmek içindir. “Şu paranızla…” denilmesi, konuşanın, o günkü yiyeceklerini almaları için parayı bazı arkadaşlarına uzattığını zımnen bildirmektedir. Onların yanlarında para taşımaları, azık için hazırlık yapmanın, Allah'a tevekkül etmeye ters düşmediğine delildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَٓا اَزْكٰى طَعَاماً فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ
Cümle, atıf harfi فَ ile …فَابْعَثُٓوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümleye dahil olan لْ , lamul emrdir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَلْيَنْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl اَيُّهَٓا ’nın sıla cümlesi olan اَزْكٰى طَعَاماً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَزْكٰى , takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. İsm-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
طَعَاماً temyizdir.Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV. Tekid)
اَيُّهَٓا ’nın ism-i istifham olması da caizdir. O takdirde اَزْكٰى , onun haberi ve istifham üslubundaki cümle takdir edilen إلى harfiyle فَلْيَنْظُرْ fiilinin mamulü olur.
وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً
Aynı üslupta gelerek فَلْيَنْظُرْ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ ve وَلْيَتَلَطَّفْ cümleleri arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Her ikisi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِرِزْقٍ ‘daki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.
أتى , gelmek manasındadır. بِ harf-i ceriyle kullanıldığında getirmek manasına gelir. Fiillerin harflerle yeni anlam kazanması, tazmin sanatıdır.
وَلْيَتَلَطَّفْ fiili تفعّل babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlar: Dönüşlülük, tekellüf, ittihaz, tedrîc ve taleptir.
Nun-i sakile ile tekid edilmiş, nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَداً cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
اِفعال babındaki fiil, şeddeli nunla tekid edilmiştir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Mef’ûl olan اَحَداً ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta tenkir, selbin umum ve şumûlüne işarettir.
لَا يُشْعِرَنَّ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafîy sanatı vardır.
طَعَاماً - بِرِزْقٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
[Şimdi siz içinizden birini şu paranızla şehre gönderin de kimin yemeği daha temiz, baksın ve ondan size erzak getirsin. Bir de dikkatli davransın ve sakın kimseye sezdirmesin.] şeklindeki sözleri, konunun derinliğine dalmayıp o anda kendileri için en önemli olan konuya yönelmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s- Selîm)
فَلْيَأْتِكم ve لِيَتَلَطَّفْ emir sıygaları; vekil olacak belirsiz bir kişiye yöneliktir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | يَظْهَرُوا | ellerine geçirirlerse |
|
4 | عَلَيْكُمْ | sizi |
|
5 | يَرْجُمُوكُمْ | taşlayarak öldürürler |
|
6 | أَوْ | yahut |
|
7 | يُعِيدُوكُمْ | döndürürler |
|
8 | فِي |
|
|
9 | مِلَّتِهِمْ | kendi dinlerine |
|
10 | وَلَنْ | ve asla |
|
11 | تُفْلِحُوا | iflah olamazsınız |
|
12 | إِذًا | o takdirde |
|
13 | أَبَدًا | asla |
|
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اِنْ يَظْهَرُوا cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَظْهَرُوا şart fiili olup, ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru يَظْهَرُوا fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen يَرْجُمُوكُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
يَرْجُمُوكُمْ fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. يُع۪يدُوكُمْ fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي مِلَّتِهِمْ car mecruru يُع۪يدُوكُمْ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir.
تُفْلِحُٓوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِذاً cevap harfidir. اَبَداً zaman zarfı تُفْلِحُٓوا fiiline mütealliktir.
اَوْ ;Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُع۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi عود’dir.
تُفْلِحُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّهُمْ اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mütekellim ve muhatap, Ashab-ı Kehf’dir. Ayet, Ashab-ı Kehf'in aralarındaki konuşmanın devamıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart üslubundaki اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ terkibi, اِنَّ ’nin haberidir.
Mütekellim sözlerini اِنَّ ile tekid etmiştir. Ayrıca müsned de şart cümlesi üslubunda gelmiştir. Bunlar Ashab-ı Kehf’in kavimlerinden ne kadar çok çekindiklerinin, inançlarını korumakta ne denli titiz davrandıklarının göstergesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudus, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden اِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ cümlesi, şarttır.
ظهر aslında görünmek ortaya çıkmak anlamındadır. على ile kullanıldığında üstün gelmek, farkına varmak, bilgisini edinmek manalarına gelir.(Arapça-Türkçe Sözlük, Serdar Mutçalı) Bu tazmin sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen يَرْجُمُوكُمْ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Görmekle veya tanımakla ilgili bir fiil değil de ظهر fiilinin ve yine öldürmek veya yok etmekle ilgili bir fiilin değil de رجم fiilinin kullanılması, kelimelerin manalarının siyaka uyumu bakımından dikkate şayandır.
يَرْجُمُوكُمْ kelimesi, “sizi öldürürler” anlamındadır. رجم kelimesinin, Kur'an'da öldürme anlamında gelmesi çoktur.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Aynı üslupta gelerek, muhayyerlik bildiren اَوْ atıf harfiyle şartın cevabına atfedilen اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
ف۪ي مِلَّتِهِمْ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla, din anlamındaki مِلَّتِ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumun önemine vurgu yapmak üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَلَنْ تُفْلِحُٓوا اِذاً اَبَداً cümlesi, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Muzari fiili nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren nefy harfi لَنْ , cümleyi tekid etmiştir. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cevap harfi olan اِذاً , bu cümlede amel etmemiştir. تُفْلِحُٓوا fiiline müteallık, zaman zarfı اَبَداً ’deki nekrelik, kesret ifade eder.
Ayetteki اَوْ يُع۪يدُوكُمْ ف۪ي مِلَّتِهِمْ ifadesi, [sizi kendi dinlerine döndürürler] manasındadır.
Kādî de şöyle demiştir: “Dini yüzünden firar eden mümin için şu iki şeyden daha ileri ve büyük bir akıbet yoktur. Bunlardan birincisi, ya dini uğrunda canını vermesidir ki bu ölümlerin en kötüsü olan taşlanarak öldürülmektir veya kâfirlerin onu küfre döndürmesi neticesinde, dinini helak etmesidir.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Önce taşlanarak öldürülmeleri zikredilmiştir, çünkü onların zahir haline göre dinlerinde sebat edeceklerdi. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Sayfadaki bütün ayetler fethalı kelimelerle son bulmuştur. Bu kelimelerin oluşturduğu ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Ey tapılmaya layık tek ilah olan Allahım! Dünyanın yalanlarından, heveslerinden, sapkınlıklarından ve haksızlıklarından; Ashab-ı Kehf’in mağaraya sığındığı gibi İslam’a sığınanlardan olmamızı nasip et. Çaresizliğe teslim olup, zamana kapılmaktansa; Senin yolunda, Senin rızan için elinden geleni yapanlardan olmamız için yardım et. Avuç doldurmayacak bahanelerle kendimizi kandırmaktansa; Sana teslim yaşayanlardan ve Sana teslim son nefesini verenlerden olmamızı nasip et. Rahmetinle doldur gönüllerimizi, evlerimizi, işlerimizi ve yollarımızı. Kolaylaştır her halimizi, hayırla sonuçlandır her çabamızı.
Ey her kulunu koruyan ve gözeten Allahım! Biz yaşadıklarımızı bulunduğumuz ana göre değerlendirdiğimiz için; sıkıntılarla açılan rahmet kapılarından ve şer görünümlü nice hayırlarından habersiziz. Bu yüzden nefsimizin aceleci ve cahil halinden korumana muhtacız. Bizi; Senin en iyisini bildiğinin huzuruyla yaşayanlardan ve doğruya yönelttiklerinden; nefsini terbiye edenlerden ve yolunda yürüyenlerden; Sana şeksiz güvenenlerden ve samimiyetle teslim olanlardan; imanını güçlendirdiklerinden ve ibadetlerini halisleştirdiklerinden; yapabildiklerine bakanlardan ve doğru seçim yapanlardan; kurtuluşuna, rahmetine, rızana ve affına mazhar olanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji