Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
2 | جَعَلَ | yaptı |
|
3 | لَكُمْ | sizin için |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بُيُوتِكُمْ | evlerinizi |
|
6 | سَكَنًا | oturma yeri |
|
7 | وَجَعَلَ | ve yaptı |
|
8 | لَكُمْ | sizin için |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | جُلُودِ | derilerinden |
|
11 | الْأَنْعَامِ | hayvan |
|
12 | بُيُوتًا | evler |
|
13 | تَسْتَخِفُّونَهَا | kolayca kullanacağınız hafif |
|
14 | يَوْمَ | gününüzde |
|
15 | ظَعْنِكُمْ | göç |
|
16 | وَيَوْمَ | ve gününüzde |
|
17 | إِقَامَتِكُمْ | ikamet |
|
18 | وَمِنْ | ve |
|
19 | أَصْوَافِهَا | yünlerinden |
|
20 | وَأَوْبَارِهَا | ve yapağılarından |
|
21 | وَأَشْعَارِهَا | ve kıllarından |
|
22 | أَثَاثًا | giyilecek, döşenecek eşya |
|
23 | وَمَتَاعًا | ve geçimlik |
|
24 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
25 | حِينٍ | bir süre- |
|
جلد Celede:
جِلْدٌ kelimesi bedenin kabuğu/derisidir. Çoğulu ise جُلُودٌ dur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cilt, mücellit, cildiye, cellad (deri tüccarı) ve celâdettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
صوف Savefe :
صُوفٌ bilinen yün ve yapağıdır. Çoğulu أصْوافٌ şeklinde gelir. صُوفَة Eskiden Kâbe'ye hizmet eden topluluğun ismidir.
Sûfî صُوفِيّ sözcüğüne gelince bu;
a) Bir görüşe göre onun صُوفٌ (yün) giymesine nisbet edilerek böyle denmiştir.
b) Bir görüşe göre ibadetle meşgul olmalarından dolayı eskiden Kâbe'ye hizmet eden صُوفَة'e nisbet edilerek böyle denmiştir.
c) Başka bir görüşe göre ise yemek yemede gıda noktasında faydasının az olması/ona duyulan gereksinim azlığı itibarıyla صُوفان bitkisi gibi olan şeylerle iktisad edip israfa kaçmamaları ve yetinmelerinden dolayı bu bitkiye nisbet edilerek böyle denmiştir.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda yalnızca 1 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tasavvuf, sofu, sûfi ve mutasavvıftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. جَعَلَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنْ بُيُوتِكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَكَناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek. 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ
Fiil cümlesidir. Atıf harfi وَ ’la önceki جَعَلَ fiiline matuftur. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
مِنْ جُلُودِ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْاَنْعَامِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بُيُوتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَسْتَخِفُّونَهَا cümlesi, بُيُوتاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَخِفُّونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ zaman zarfı تَسْتَخِفُّونَهَا fiiline mütealliktir. ظَعْنِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَوْمَ zaman zarfı, atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. اِقَامَتِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَخِفُّونَهَا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi خفف ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ
وَ atıf harfidir. مِنْ اَصْوَافِهَا car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا kelimeleri atıf harfi وَ ’la اَصْوَافِهَا ’ya matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَثَاثاً kelimesi بُيُوتاً ’e matuf olup fetha ile mansubdur. Yani; وجعل من أصوافها… أثاثا (Yünlerinden… eşyalar yaptı) şeklindedir. مَتَاعاً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اِلٰى ح۪ينٍ car mecruru مَتَاعاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la 78. ayetteki … وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً cümlesi, mübtedanın haberidir. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ fiiline müteallik لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ car mecrurları, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle haber cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ cümlesi, بُيُوتاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahalde birbirine temâsül nedeniyle atfedilmiş اَصْوَافِهَا - اَوْبَارِهَا - اَشْعَارِهَٓا car mecrurları جَعَلَ fiiline mütealliktir.
Birbirine temasül nedeniyle atfedilmiş mef’ûl konumundaki وَمَتَاعاً - اَثَاثاً - بُيُوتاً - سَكَناً kelimelerindeki nekrelik kesret ve nev ifade eder.
اِلٰى ح۪ينٍ car mecruru مَتَاعاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
ظَعْنِكُمْ [Yolculuğunuzda] ile اِقَامَتِكُمْ [İkametinizde] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
سَكَناً kelimesi ‘mesken’ demektir. سَكَن “meylettiğin ve içinde sükûnete erdiğin yer” demektir. Keşşâf sahibi şöyle der: سَكَن masdar olup ism-i mef ûl anlamındadır ki bu, ev gibi meyledilen, yönelinen ya da ülfet edilen yer demektir. Bil ki ظَعْنِ , göçebelerin, koyun gütmek veya bir suyun başında konaklamak yahut da bir otlak bulmak maksadıyla yapmış oldukları (göç) hareketine denilir. Sefere çıkan, yolculuk amacıyla evinden çıkıp tepelere tırmanan ve giden kimseye ظَاعْنِ denir ki bu, خافض (alçalan)’ın zıddıdır.
اِلٰى ح۪ينٍ kelimesi ile onların eskiyecekleri zaman kastedilmiştir. Bunun: ölünceye kadar, belli bir müddete kadar ve kıyamete kadar gibi manalara da geldiği ileri sürülmüştür.
Ayette ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. Allah’ın insanlar için yarattığı çeşitli nimetlerini bildiren ayette aynı zamanda onun yüce kudretine dikkat çekme kastı vardır.
Hayvanların derilerinden yerleşik hayatta ve göçebe hayatta faydalanılacak şeylerin sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
الْاَنْعَامِ - جُلُودِ - اَصْوَافِهَا - اَوْبَارِهَا - اَشْعَارِهَٓا ve اَثَاثاً - مَتَاعاً - بُيُوتاً ve بُيُوتاً - اِقَامَتِكُمْۙ - سَكَناً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ظَعْنِكُمْ - اِقَامَتِكُمْۙ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
جَعَلَ - بُيُوتاً - يَوْمَ - مِنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kur'an fasih olmayan الصوف kelimesinin çoğulunu kullanmayı tercih etmiştir. Tekilini kullanmak gerektiğinde, Karia Suresi 5, ayette olduğu gibi muradifini tercih etmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَتَاعاً kelimesi, اَثَاثاً kelimesi üzerine atfedilmiştir. Halbuki atıf, başka olmayı gerektirir. O halde اَثَاثاً kelimesi ile مَتَاعاً arasında ne fark vardır? denilse biz deriz ki: Doğruya en yakın olan şudur: اَثَاثاً kelimesi, kişinin giydiği, örtündüğü ve cinsi münasebet esnasında üzerine çektiği şeylerdir. مَتَاعاً ise evlere döşenilen ve kendisiyle evlerin tezyin edildiği şeylerdir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah |
|
2 | جَعَلَ | yaptı |
|
3 | لَكُمْ | sizin için |
|
4 | مِمَّا |
|
|
5 | خَلَقَ | yarattıklarından |
|
6 | ظِلَالًا | gölgeler |
|
7 | وَجَعَلَ | ve var etti |
|
8 | لَكُمْ | sizin için |
|
9 | مِنَ |
|
|
10 | الْجِبَالِ | dağlarda |
|
11 | أَكْنَانًا | oturulacak barınaklar |
|
12 | وَجَعَلَ | ve var eyledi |
|
13 | لَكُمْ | sizin için |
|
14 | سَرَابِيلَ | elbiseler |
|
15 | تَقِيكُمُ | sizi koruyan |
|
16 | الْحَرَّ | sıcaktan |
|
17 | وَسَرَابِيلَ | ve elbiseler |
|
18 | تَقِيكُمْ | sizi koruyan |
|
19 | بَأْسَكُمْ | savaşınızda |
|
20 | كَذَٰلِكَ | böyle |
|
21 | يُتِمُّ | tamamlıyor |
|
22 | نِعْمَتَهُ | ni’metini |
|
23 | عَلَيْكُمْ | size |
|
24 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki siz |
|
25 | تُسْلِمُونَ | teslim (müslüman) olursunuz |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. جَعَلَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنْ harf-i ceri ibtidaiyyedir. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle جَعَلَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ظِلَالاً ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. ظِلَالاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَ fiili, atıf harfi وَ ile ilkine matuftur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنَ الْجِبَالِ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. اَكْنَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَعَلَ fiili, atıf harfi وَ ile ilkine matuftur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. سَرَاب۪يلَ mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَق۪يكُمُ cümlesi, سَرَاب۪يلَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَق۪يكُمُ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْحَرَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَرَاب۪يلَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْ cümlesi, ikinci سَرَاب۪يلَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
تَق۪يكُمُ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَأْسَكُمْ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir: 1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek. 2. Bir halden başka bir hale geçmek 3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ
Fiil cümlesidir. كَ harf-i cerdir. مثل anlamındadır. Bu ibare, amili يُتِمُّ olan mahzuf mef’ûlün mutlaka mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُتِمُّ damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri هو ’dir. نِعْمَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَيْكُمْ car mecruru يُتِمُّ fiiline mütealliktir.
يُتِمُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi تمم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. تُسْلِمُونَ cümlesi, لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تُسْلِمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. تُسْلِمُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi سلم ’dir.
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ
Ayet, atıf harfi وَ ’la önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle haber olan … جَعَلَ لَكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
ظِلَالاً - اَكْنَاناً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.مِمَّا خَلَقَ ’deki مِنْ harf-i ceri ibtidaiyyedir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Aynı üslupla gelerek makabline matuf olan وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
Üç cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. جَعَلَ fiiline müteallik car mecrurlar, ihtimam için mef’ûllere takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan ظِلَالاً - اَكْنَاناً - سَرَاب۪يلَ kelimelerindeki nekrelik nev, kesret ve tazim ifade eder.
سَرَاب۪يلَ için sıfat konumundaki تَق۪يكُمُ الْحَرَّ cümlesi, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْ cümlesi ikinci سَرَاب۪يلَ için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَعَلَ - سَرَاب۪يلَ - تَق۪يكُمْ - لَكُمْ - مِنَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. Allah’ın insanlar için yarattığı çeşitli nimetlerini bildiren ayette aynı zamanda onun yüce kudretine dikkat çekme kastı vardır.
Bu ayette sadece الْحَرَّ (sıcak) kelimesi zikredilmiştir. Oysa bu kelimeden sonra akıl burada بَرَدٍ (soğuk) kelimesinin de bulunmasına hükmeder. Zira, bu iki kelimenin her biri diğerini iltizam eder. Bu durumda ayet “sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler yarattı” takdirinde olur. Elbiseler, hem sıcaktan hem de soğuktan korumak için giyildiği halde burada بَرَدٍ (soğuk) kelimesinin zikredilmeyip sadece الْحَرَّ (sıcak) kelimesinin zikredilmesinin nedeni; hitabın, ilk etapta elbiseyi ekseriyetle sıcaktan korunmak için giyen çöl halkına olmasındandır. Dolayısıyla الْحَرَّ lafzının zikri burada maksadı hasıl ettiğinden zıddı zikredilmemiştir.
İktifa sanatının en güzel ve en meşhur örneğinin yer aldığı bu ayeti Beyzâvî şu şekilde tefsir eder: “Araplar için sıcaktan korunmak, soğuktan korunmaktan daha önemli olduğu için ayette iki zıttan (الْحَرَّ- بَرَدٍ) birisiyle iktifa edilerek الْحَرَّ kelimesi zikredildi.” Görüldüğü gibi müfessirimiz burada iktifa sanatını açık bir şekilde uygulamıştır. Zemahşerî de benzer açıklamalar yapmakla birlikte iktifa adını zikretmez. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)
Ayette, yalnız sıcağın zikredilmesi, iki zıttan birinin zikredilmesiyle diğerinin de kastedilmesi kabilindendir. Ya da o diyarlar sıcak olduğundan dolayı onlar için asıl önemli olan şeyin sıcaktan korunmak olduğundan sadece sıcakla iktifa edilmiştir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Ayette îcâz-ı hazif vardır. İlk sözden sonra beklenen lafız برد , hazf edilmiştir. Mana; [Yünden ve pamuktan sizin için elbiseler yaptık. Sıcaktan ve soğuktan onunla korunursunuz.] şeklindedir. سَرَاب۪يلَ kelimesi, سربال ’in çoğuludur. İnsanın giydiği elbiselerdir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinden ikamet ettikleri yerler, giyim ve yaşamlarını kolaylaştırıcı nimetler zikredilmiştir. Birbirine benzer lafızların bir arada kullanıldığı mürâât-ı nazîr sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili يُتِمُّ olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَذٰلِكَ , önceki konuyu yerleştirmek amacıyla gelmiştir. Müşebbehin, yani önce bahsedilen şeyin konumu öyle bir yerdedir ki ona benzetecek bir şey yoktur. Sadece kendisine benzetilebilir. Bu mübalağalı bir ifadedir.
Veciz ifade kastına matuf نِعْمَتَهُ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نِعْمَتَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Allah Teâlâ’nın insanlar üzerindeki nimetlerinin sayılması ve ardından tamamlandığının bildirilmesi cem' ma’at-taksim sanatıdır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd ,İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
كَذٰلِكَ îrab açısından والامر şeklinde mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Bu ifadedeki كَ harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi كَ ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, ذٰلِكَ ile كَ ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize “arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır” der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, s. 176-177)
لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Terecci harfi لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تُسْلِمُونَ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/58) Bunlar sebep bildirir, (lam-ı ta’lil manasındadır).
لَعَلَّ edatı, terecci içindir, yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳā ʾiḳu’t-teʾvîl)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا şart fiili, iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ‘nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
عَلَيْكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلَّوْا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
الْمُب۪ينُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Şart üslubundaki terkip, atıf harfi فَ ile önceki ayetteki كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada inşâ cümlesi haber cümlesine atfedilmiştir. Bu cümlenin haberî manada olması, inşâ cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Haber üslubundan inşâ üslubuna geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında istikrar ve temekkün ifade eden فَاِنْ تَوَلَّوْا cümlesi, şarttır.
81. ayetteki لَكُمْ ’den sonra تَوَلَّوْا fiili geldiği için muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Şartın takdiri فلا لوم عليك (sen sorumlu değilsin) olan cevabı mahzuftur.
Bu takdire göre mezkür şart ve mahzuf cevap cümlelerinden oluşan terkib, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi, Îcâz Bah.)
فَاِنْ تَوَلَّوْا [Eğer yüz çevirirlerse] yan çizerler de kabul etmezlerse, فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ [sana ancak apaçık tebliğ düşer.] bu sana zarar vermez, çünkü senin görevin tebliğ etmektir, onu da ettin. Bu da sebebi (tebliği), sonucun (cezanın) yerine koyma kabilindendir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl) Yani sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
فَ , şartın cevabı için rabıtadır. فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ cümlesi, şartın mahzuf cevabına ta’liliyedir.
Ta’lil cümleleri kastedilen mananın sebebini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Car mecrurun takdimi siyaktaki önemine binaendir.
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. عَلَيْكَ maksur-mevsûf, الْبَلَاغُ maksurun aleyh-sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
الْبَلَاغُ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
الْبَلَاغُ ‘nun sıfatı olan الْمُب۪ينُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُب۪ينٍ : Bilindiği gibi إبان ’den ism-i faildir. إبان ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca مُب۪ينٍۙ “açık” demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili) Hud/96
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ cümlesinde اِنَّمَا ile takdim kasrı bir arada gelmiştir.
İki kasr şeklinden ( اِنَّمَا ve takdîm) birinin delâleti geçersiz olur. Çünkü bu iki kasr şeklinin bir arada kullanılması çelişkilidir. اِنَّمَا ile yapılan kasrda maksurun aleyh muahhar, takdim de ise mukaddem olandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatab konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada hitabın onlardan çevrilip Resulullah'a yöneltilmesi, kendisini teselli içindir. Yani eğer onlar İslâm dininden yüz çevirirlerse ve onlara verilen delilleri, ibretleri ve öğütleri kabul etmezlerse, artık senin tarafında bir taksirat kalmaz; çünkü senin vazifen, açıklayıcı tebliğden ibarettir ve sen bunu gerçekten fazlasıyla yaptın. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
Zuhaylî’nin ifadesiyle bu ayet-i kerîmedeki فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ kısmında, mevsufun sıfata kasr edilmesi türünden izâfî kasr bulunmaktadır. Yani: “Senin için yalnız tebliğ sıfatı vardır” demektir. ‘’Ey Muhammed (s.a.v) sana düşen Rabbinin elçiliğini ifa etmektir. Biz seni ancak Allah’ın mesajını insanlara ulaştırasın diye gönderdik. Hiç kuşkusuz sen de sana emredilen görevi yerine getirdin. Onları ıslah etmekse senin sorumluluğun değildir. Neticede hesaba çekmek ve yaptıkları iyilik ve kötülüklerin karşılığını vermek de bize düşer.’’ (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları, Rad Suresi 40)
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟
Bir görüşe göre “Allah’ın nimeti”nden maksat Hz. Peygamber’dir. Çünkü o, gerek kendi halkı gerekse bütün insanlık için bir kurtarıcıdır. Muhatabı olan Mekkeliler onu tanıyor, faziletlerini yakından biliyorlardı. Buna rağmen ondan yüz çevirmeleri tam bir nankörlüktü. Başka bir yoruma göre “Allah’ın nimeti”yle, belli başlılarına bu sûrede işaret edilmiş olan O’nun maddî ve mânevî ihsanları kastedilmiştir. Aslında müşrikler bu nimetin gerçek sahibinin Allah olduğunu biliyor, fakat sorulduğunda bunlara putlarının şefaatiyle sahip olduklarını ileri sürüp onlara taparak nimetin gerçek sahibine karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Bu görüşleri aktaran Taberî’nin kendisi, bir önceki ve bir sonraki âyeti dikkate alarak birinci görüşü tercih etmiştir (XIV, 157-158; Râzî, XX, 94-95). Aslında bu şekilde davrananların hepsi inkârcı olmakla birlikte âyetin sonunda “Onların çoğu inkârcıdır” denilmesiyle ilgili şu açıklamalar yapılmıştır: a) Çocuk yaşta veya akıl hastası olanlar kâfir sayılmazlar; b) “Çoğu” kelimesiyle hepsi kastedilmiştir; c) İnkârcılar içinde sırf bilgisizliğinden dolayı nimete nankörlük edenler de bulunmakla birlikte büyük çoğunluk, inatçı ve isyankâr oluşlarından dolayı bu şekilde davrandıkları için “Çoğu inkârcıdır” sözüyle özellikle bu azılı ve kararlı inkârcılar kastedilmiştir (Râzî, XX, 95; Şevkânî, III, 210). Bize göre en isabetli yorum sonuncusudur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426-427
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟
Fiil cümlesidir. يَعْرِفُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. نِعْمَتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. يُنْكِرُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ cümlesi, يُنْكِرُونَهَا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اَكْثَرُهُمُ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكَافِرُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.
ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْكِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نكر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْكَافِرُونَ ; sülâsî mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُ ; ism-i tafdildir. İsmi tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsmi tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsmi tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari sıygası cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz ifade kastıyla gelen نِعْمَتَ اللّٰهِ izafetinde اللّٰهِ ismine muzâf olan نِعْمَةِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُنْكِرُونَهَا cümlesi, terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ cümlesi يُنْكِرُونَهَا ’deki failin halidir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife olması ise bu kişilerin bilindiğini ve bu özelliğin onlarda kemâl dereceye ulaştığını gösterir.
Müsned olan الْكَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiş, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ cümlesiyle, ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يُنْكِرُونَهَا - الْكَافِرُونَ۟ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُنْكِرُونَهَا ve الْكَافِرُونَ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْرِفُون - يُنْكِرُونَهَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
ثُمَّ ’nin manası nimeti tanıdıktan sonra inkâr etmelerini akla uzak göstermektir. وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟ [Onların çoğu kâfirlerdir.] inadına inkâr edenlerdir. Çoğu zikretmesi ya bazılarının akıl eksikliğinden veya bakma kusurundan veyahut mükellef olmadığı için delille muhatap olmadığından hakkı tanımamasındandır. Ya da ekser için hükm-ü kül olmasındandır. Mesela, [“Hayır, çokları bilmezler.”] (Nahl Suresi, 75) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Allah burada, اَكْثَرُ kelimesini zikredip bütünün tamamını kastetmiştir. Çünkü bir şeyin ekserisi, o şeyin tamamı yerini tutar. Böylece اَكْثَرُ kelimesinin zikredilmesi, tamamının zikredilmesi gibi olmuş olur. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | نَبْعَثُ | getirdiğimiz |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | كُلِّ | her |
|
5 | أُمَّةٍ | ümmetten |
|
6 | شَهِيدًا | bir şahid |
|
7 | ثُمَّ | artık |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يُؤْذَنُ | izin verilmez |
|
10 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
11 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
12 | وَلَا | ve ne de |
|
13 | هُمْ | onların |
|
14 | يُسْتَعْتَبُونَ | özür dilemeleri istenir |
|
عتب Atebe:
عَتَبٌ kendisinde konaklayanına sıkıntı veren her tür yükseltili yerdir. Bu anlamdan yola çıkarak kapı eşiği ve basamağa عَتَبَة denmiştir.
عَتْب ve مَعْتَبَة formları istiare yoluyla insanın başkasına duyduğu düşmanlık ve kabalık anlamında kullanılır.
Ayrıca if'al kalıbı - أعْتَبَ - hem düşmanlığa sevketmek hem de düşmanlığı gidermek manalarına gelir. Kuran-ı Kerim'de de geçen istif'al formu - إسْتَعْتَبَ - kişinin hoşnut edilmesi için /karşı tarafın kendisine yaptığı kabalağını itiraf etmesi için talepte bulunmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir fiil ve bir isim formunda olmak üzere toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli itab (azarlamak)dır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
وَ istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri أذكر olan mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubdur. نَبْعَثُ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَبْعَثُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مِنْ كُلِّ car mecruru نَبْعَثُ fiiline mütealliktir. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْذَنُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُسْتَعْتَبُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسْتَعْتَبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
Meçhul fiil gelmesinin sebepleri şunlardır: Fail bilinmediği zaman, Fail muhataptan gizlenmek istendiği zaman, Fail herkes tarafından bilindiği zaman, Failin zikredilmesine gerek olmadığı zaman, fiile vurgu yapılmak istendiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسْتَعْتَبُونَ fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındadır. Sülâsîsi عتب’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر (Zikret) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrur olan نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَبْعَثُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder. Azamet zamiri, ululuğu izhar etmedir.
Önceki ayette lafza-i celâlle gelmişken, bu ayette نَبْعَثُ fiilinde azamet zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ car mecruru, konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
Mef’ûl olan شَه۪يداً ’le, peygamberler kastedilmiştir. Bu kelimedeki nekrelik, tazim ve kesret, اُمَّةٍ ’in nekreliği ise nev ve kesret ifade eder.
لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesi, tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.
Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , harf-i cerle gelmiş naib-i fail konumundadır. Sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ثُمَّ edatı özür dilemekten şiddetle men edilmeleri dolayısıyla onları saracak şeyin fazlalığını göstermek içindir. Çünkü peygamberlerin onların aleyhine şahitlik etmeleriyle belaları artmakla ümitleri tamamen kesilecektir. (Onlardan rızalık istenmez) bu da عُتْبَى ‘dan geliyor ki rıza demektir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ‘ la لَا يُؤْذَنُ cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan يُسْتَعْتَبُونَ ‘ nin müspet muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.
وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ cümlesi لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine atfedilmiştir. Eğer ondan daha hususi ise hususun umuma atfıdır ki hususun ihtimamı içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Sülasisi عتَب olan يُسْتَعْتَبُونَ fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir ve istif’âl babındadır. Bu bab fiile talep anlamı katmıştır.
Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Yani “Onlardan, الْاعْتَاب [vazgeçme] istenmeyecektir.” demektir. İ'tâb, kınama ve azarın giderilmesi demektir. Yani “Suçlarını silecek olan tövbe, onlardan istenmeyecek; zira artık o tevbe onlardan kabul edilmeyecektir.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اسْتعْتَاب, rızalık isteme demektir. Kişi, hoşnutluk istediğinde muarızın rızalık vereceğine iyice inanırsa ondan rızalık ister. Rızalık istememek onun öfkesinin devam ettiğini gösterir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. رَاَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Bilmek anlamında kalp fiilidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُخَفَّفُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri هو ’dir. عَنۡهُمُ car mecruru یُخَفَّفُ fiiline mütealliktir.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْظَرُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُنْظَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118) c. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. ألفي - دري - رأي - وجد - علم fiilleridir. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir. ظنّ - حسب - خال - زعم - عدّ fiilleridir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. جعل - صيّر - إتّخذ - ردّ - ترك fiilleridir. Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
یُخَفَّفُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi خفف ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يُنْظَرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نظر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
وَ , atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkipte gerçekleşmesi kesin olan manaya delalet eden اِذَا edatı kullanılmıştır. Şart ِedatı اِذَا katiyet ifade eder.
Şart cümlesi olan رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
رَاَ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
رَاَ fiilinde istiare sanatı vardır. Azap, gözle görülebilen bir şey değildir. Zikredilen görmek, fakat kastedilen, anlamak, hissetmektir. Manevi, aklî ve görülmez olan bir durum, gözle görülen, maddi bir şey menziline konulmuştur. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
Görmek manasında üç fiil vardır: راي , نظر , بصر . Bunların üçü de Kur’an’da geçer. Üçü de gözle görmek ve düşünüp anlamak manasındadır. راي fiili اِلَى ile kullanılırsa, gözle görmek manası vurgulanır.
Ruveynî’ye göre رَاَوُا fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilense ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edebilirsiniz; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)
فَ karinesi olmadan gelen فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ şeklindeki cevap cümlesi menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يُخَفَّفُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er- Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan يُنْظَرُونَ ‘ nin müspet muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.
ظَلَمُوا - الْعَذَابَ ve رَاَ - يُنْظَرُونَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَا harfi, cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Bu harf, mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. (Samerrâî, Ala Tarîqi't Tefsîri'l Beyânî, c. 2, Yasin Suresi 49)
فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ cümlesi اِذَا ’nın cevabıdır. İstînaf ihtimalini gidermek ve şart ve cevap manasını tekid etmek için فَ ile gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ [Onlara mühlet verilmez] Olumsuzluğun sürekliliğini ve devamını ifade etmek için isim cümlesi tercih edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا , inkâr eden kimselerdir. Zamir makamında zahir olarak ifade edilmesi, zikredilen sıfatın yani zulmün onlardaki varlığını ifade etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Müsnedün ileyh, fiil cümlesi ile haber verilerek gelmiştir. Çünkü bir ismin haberinin fiil cümlesiyle gelmesi hükmü takviye eder. Burada olumsuz hükmü takviye etmek istenmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Allah Teâlâ bu tehdidini tekid ederek [O zalimler azabı görünce kendilerinden hafifletilmeyeceği gibi onlara mühlet de verilmeyecektir] buyurmuştur. Bu, “Müşrikler Allah'ın azabını görüp onun içine düştüklerinde onlardan bu azap hafifletilmeyecek, onlara ne mühlet verilecek ne de geri bırakılacaklardır. Çünkü orada tövbe söz konusu değildir.” demektir. Bu hususta sözün özü, kelamcıların söyledikleri şu husustur: “Azabın menfaat şaibelerinden (kırıntılarından) uzak ve beri olması gerekir.” İşte bu ayetteki [Kendilerinden (o azap) hafifletilmeyecek] ifadesi ile anlatılmaktadır. Azabın devamlı olması gerekir. Bu da ayetteki [Onlara mühlet de verilmeyecektir] ifadesi ile anlatılmaktadır.” (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | رَأَى | gördükleri |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | أَشْرَكُوا | ortak koşanlar |
|
5 | شُرَكَاءَهُمْ | ortak koştuklarını |
|
6 | قَالُوا | derler ki |
|
7 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
8 | هَٰؤُلَاءِ | işte (bunlar) |
|
9 | شُرَكَاؤُنَا | ortaklarımız |
|
10 | الَّذِينَ |
|
|
11 | كُنَّا | olduğumuz |
|
12 | نَدْعُو | tapıyor |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِكَ | senden başka |
|
15 | فَأَلْقَوْا | söz atarlar |
|
16 | إِلَيْهِمُ | onlara |
|
17 | الْقَوْلَ | şu sözle |
|
18 | إِنَّكُمْ | siz |
|
19 | لَكَاذِبُونَ | tamamen yalancılarsınız |
|
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. رَاَ ile başlayan fiil cümlesi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَشْرَكُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَشْرَكُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. شُرَكَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Şartın cevabı قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا ‘dır.
شُرَكَٓاءَهُمْ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l- kavli nida ve cevabıdır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâf olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا ’dır.
İşaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur. شُرَكَٓاؤُ۬نَا haber olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl شُرَكَٓاؤُ۬نَا ’nın sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَ ’ dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. نَدْعُوا cümlesi, كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
نَدْعُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. مِنْ دُونِكَ car mecruru نَدْعُوا ’deki mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur. b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mâzi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118) c. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Has ism-i mevsûller marife isimden sonra geldiğinde kelimenin sıfatı olur. Cümledeki yerine göre onun unsuru (Fail, mef’ûl,muzâfun ileyh) olur. (Arapça Dil Bilgisi, Nahiv, Dr. M.Meral Çörtü,s; 44)
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzafsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazfedilebilir.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
اَشْرَكُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقَوْا iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهِمُ car mecruru اَلْقَوْا fiiline mütealliktir. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَاذِبُونَ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın , Kur’ân’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )
اَلْقَوْا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi لقي ‘dir.
كَاذِبُونَ ; sülâsî mücerredi كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ
وَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda gelen terkipte gerçekleşmesi kesin olan manaya delalet eden اِذَا edatı kullanılmıştır. Şart ِedatı اِذَا katiyet ifade eder.
Şart cümlesi olan رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)
رَاَ fiilinin faili konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif mütekellimin Allah Teâlâ’ya yakın olma isteğini, رَبَّـنَا izafeti, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğini ve onun rahmetine duyduğu ihtiyacın derecesini gösterir.
Nidanın cevabı olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle haber üslubunda geldiği halde bir itiraf veya dua manası taşıdığı için muktezayı zahirin hilafınadır. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, bahsi geçenlere tahkir ifade eder.
Müsned veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.
شُرَكَٓاؤُ۬نَا için sıfat konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
مِنْ دُونِكَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
شُرَكَٓاؤُ۬ - الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَشْرَكُوا - شُرَكَٓاءَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Önceki ayetle bu ayet arasında, aynı kelimelerle başlaması sebebiyle mukabele ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ [Şirk koşanlar ortaklarını gördükleri zaman] ortakları saydıkları putlarını yahut küfre zorlamakla onlara ortak olan şeytanları رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَ [Ey Rabbimiz, bunlar bizim Senden başka ibadet ettiğimiz ortaklarımızdır, derler.] taptığımız yahut itaat ettiğimiz ortaklarımızdır, demiştir. Bu da kendilerinin bu hususta hatalı olduklarını itiraf veya azaplarını yarıya indirmek için ricadır. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ
Cümle, atıf harfi فَ ile nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِمُ car mecruru, durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
Masdar kalıbındaki الْقَوْلَ kelimesi, فَاَلْقَوْا fiilinin mef’ûldür.
Fasılla gelen اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ cümlesi, الْقَوْلَ sözü için tefsiriyyedir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ ibaresinde istiare sanatı vardır. Çünkü اَلْقَوُا fiili ‘attılar’ anlamına gelir; ancak gerçekte burada atılan bir şey yoktur. Söz, soyut manevi bir durumdur. Elle dokunulan somut, maddi bir şey değildir. Ama ayette, görülen, dokunulan, mahsus bir nesne gibi ifade edilmiştir. الْقَوْلَ , karşı tarafı rahatsız etmek için atılan bir taşa benzetilmiştir. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
القاء , atmak, fırlatmak demektir. Burada takdim etmek manasındadır. Bu fiil mef’ûlü direkt olarak aldığı vakit atmak manasını taşır. ألقيت الحجر / Taşı attım demektir. Mef’ûlünü الى harfiyle aldığında takdim etmek, ulaştırmak, ihsan etmek manasını taşır. ألقيت اليه بهدية / Ona bir hediye verdim, yani ulaştırdım denir. (Halidi, vakafat, s. 141)
الإلْقاءِ fiilinin شُرَكَٓاءَ ’ye ait zamire isnad edilmesi, mecaz-ı aklîdir. Sahne böyledir. Bu fiilde putlara ait zamirin müzekker âkili ifade eden vavu’l cemaat olması daha önce zikredilen هٰٓؤُ۬لَٓاءِ şeklindeki işaret ismi dolayısıyla müşâkeledir. Daha sonra gelen الَّذ۪ينَ ism-i mevsûlu de akılıları ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنَّ cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade cümlenin taşıdığı hükümdür. (Süyûtî, el-İtkan , İtkan, c. 2, s. 176)
لَكَاذِبُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmişt, isim cümlesinin sübutunu artırmıştır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
الْقَوْلَ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَلْقَوْا - الْقَوْلَ kelimeleri arasında cinası nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Müşrikler, putlarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanıyor, onlara bu sebeple taptıklarını söylüyorlardı (Zümer 39/3). Anlaşıldığına göre âhirette kendilerine şefaat etmelerini beklerken putları onları yüzüstü bırakacak (Taberî, XIV, 160), umduklarını bulamamanın yıkımını yaşayacaklardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 429
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْقَوْا iki sakinin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru اَلْقَوْا fiiline mütealliktir.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, إذ için muzâf olup اَلْقَوْا fiiline mütealliktir. إذ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf cümleden ivazdır. السَّلَمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَفْتَرُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nin ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَفْتَرُونَ cümlesi, كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ fiili نَ ’un sübutu ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındandır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki اَلْقَوْا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَئِذٍ , siyaktaki önemine binaen, mef’ûl olan السَّلَمَ ’ye takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sıla cümlesi olan كَانُوا يَفْتَرُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
كان ’nin haberi olan يَفْتَرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Fiile mutavaat, edinim, ortaklık, ortaya koyma, seçme, çaba gösterme anlamları katan hümasi افتعل babındaki يَفْتَرُونَ fiilinde, bu babın fiile kattığı bütün anlamları görmek mümkündür.
Cenab-ı Hak, sonra da [O gün Allah'a teslimiyetlerini arz ederler.] buyurur. Kelbî bunun: “O gün, hem tapan (müşrikler) hem tapılan (putlar) Allah'a teslim olur. O'nun Rableri olduğunu, ortaklardan ve benzerlerden berî olduğunu kabul ederler.” manasında olduğunu söylemiştir. Ayetteki “Düzmüş oldukları yalancı tanrıları ise onları bırakıp gitmişlerdir.” ifadesi ile ilgili şu iki izah yapılmıştır:
a. Bunun, “O gün onlardan, şeytanın kendilerine Allah'ın bir ortağı, eşi ve çocuğu vardır diye yutturduğu şeyler, silinir, yok olur gider.” manasında olduğu ileri sürülmüştür:
b. Bu ifadenin, “Onların ilâhlarının Allah katında kendilerine yardımcı ve şefaatçi olacağı kuruntusu boşa çıkar, kaybolur gider.” manasında olduğu da söylenmiştir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
80. ayette geçen ''sekenen ve buyûten'' kelimeleri birbirinin mukabili olarak kullanılmıştır.
Birincisi "sabit konutlara”, ikincisi çadır vb. gibi “seyyar konutlara” delalet eder. Aslında “ev” anlamında kullanılan beyt “geceledi” manasındaki bâte fiilinden türetilmiştir.
Asıl anlamı “içinde gecelenen mekan'dır.
Ayetin sonundaki ''esâsen ve mekânen'' de öncekiler gibi karşıtlık oluşturur. Birincisi "temel ve dayanıklı tüketim malları'na tekabül ederken, ikincisi; tali ve dayanıksız tüketim mallarına” tekabül eder.
Geçmişten geleceğe bilinen en değerli âlimlerden eğitim almak için başvurmuştu. Kabul için sınava girme hakkını kazandığını bildiren mektup geldiğinde, havalara uçmuştu.
Sınavın nasıl olduğunu bilenler anlatmıyordu, bilmeyenlerin sayısı ise çoktu. Sınav zamanı, sınavın yapılacağı şehre vardı. Anlaşılan tek başına girecekti, etrafında başka kimse görünmüyordu.
Sınava beş dakika kala, sarıklı bir adam geldi ve kendisini yanına çağırdı. Bir evin önüne geldiklerinde, koca bir anahtar çıkarıp kilidi açtı. Kapıdan geçmesini belirtecek şekilde elini uzattı ve dedi ki:
“Şükrünü etmediğini kaybedersin, geri kazanmanın yolunu bulursan kazanırsın.”
Ev oldukça ferah bir genişliğe ve renklere sahipti. Baktıkça gözleri ve gönlü aydınlanıyordu. Anladı ki; kalbi için burası herhangi bir ev değildi, onun kendi eviydi. Saatlerce evin her odasını gezdi. Sınava dair hiçbir ipucu bulamamıştı.
Acıkınca, mutfağa gitti ve ağzına kadar dolu olan buzdolabından istediklerini alıp yedi. Kendisini haftalarca tok tutacak yiyeceğe ve içeceğe sahipti. Yorucu bir gün geçirmişti, gecikmeden yatmaya karar verdi.
Sabahın ilk ışıklarında tekrar uyandı ve yatağın rahatlığının tadını çıkarırken, bedeninin yere çarpmasıyla bağırdı. Şaşkınlıktan canının acısını hissedememişti. Yeniden uyuya kalıp döndüğü için düştüğünü sanarken, yatağın yerinde yeller estiğini farketti.
Ne düşünmesi gerektiğini bilemedi. Ayağa kalkınca bacaklarının titrediğini hissetti. Kıyafet dolabını açtı ve gözüne hoş gelenlerden birini giyindi. Güzel bir kahvaltı hayaliyle mutfağa gitti ama buzdolabı ve bütün dolaplar boştu.
Salona gidip koltuklardan birine oturdu ve tam şaşkınlıkla korkusunu üzerinden atacak huzura kavuştuğunda kendisini tekrar yerde buldu. Bir kaç denemenin ardından, pes etti ve yere oturdu.
Yere uzanıp, hayranlıkla tavanlardaki işlemeleri ve duvarlardaki resimleri incelemeye başladı. Gözlerinin kapanıp açıldığı saniyelik anlardan birinde ev kayboldu. Görmezden gelmeye çalıştığı tedirginliği artmıştı. Artık olmayan evin, bahçesinin ağaçlarından birinin altına oturdu. Ağaç kayboldu.
Nereye giderse gitsin, neye bakarsa baksın, her şey tek tek kayboluyordu. Sonunda huzursuz bir boşluğun içinde yapayalnız kalmıştı. Ne etrafında, ne de üzerinde hiçbir şey kalmamıştı. Nefsinin tedirgin vesveselerinden dolayı net düşünemiyordu. Çıkış kapısı da evle beraber kaybolduğu için nasıl yardım isteyeceğini de bilmiyordu.
İlim peşinden koşan tarafı uyanınca, sınavda olduğunu hatırladı. Doğru cevabı verebilmek için yanlışının ne olduğunu aradı. Sarıklı adam ne demişti? Şükür, kaybetmek ve geri kazanmakla ilgiliydi. Ve cevap kalbine doğdu: iki gün boyunca her şeye hayran kalmış ama hiçbiri için şükür etmemişti.
Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! İman ederim, her şeyin sahibi Sensin. Nankörlüğe meyil eden nefsime rağmen, beni hayatta tutan rızkı ve nefesi veren Sensin. Gönlümü neşelendiren canlı ve cansızlara karşı muhabbeti ve sevdiklerimi veren Sensin. Şükürden uzak duran her anım için tövbe ederim, şüphesiz ben Senin merhametine muhtacım.
İstemeyi akıl edemediklerimi ve istediklerimi veren Allahım! Hatalarımı ve cahilliğimi affet. Beni her anında ve her nimetin karşısında şükür eden kullarından eyle. Nefsim, bedenim, ruhum ve kalbim Sana boyun eğsin ve hepsi Senin rızanı kazanmakla meşgul olsun.
Duasını bitirince başını kaldırdı. Her şey yerli yerindeydi. Öyle ki; az önce rüya mı gördüm acaba derken sarıklı adamın geldiğini gördü. Evden çıkarlarken, adam, sınavı kazandığı için kendisini tebrik etti. Ve eğitimle ilgili bazı gerekli bilgileri verip gittikten sonra hemen secdeye vardı:
Merhametin için sonsuz şükürler olsun Allahım! Beni ve sevdiklerimi; iki cihanda da merhametine mazhar olanlardan ve huzurunla buluşanlardan eyle.
Amin.
***
Sadece hatıralarında kayıtlı kalmış olsa bile yeryüzünde herkesin ‘evim’ dediği bir köşesi vardır. Oraya gittiğinde sanki karşılıklı bir tanışıklık ve samimiyet ile buluşur. Ev denilen yer, insan gibi değişken değildir. Etrafındakiler farklılaşsa bile hissettirdikleri benzerdir. Aidiyet duygusuyla kişiyi dinlendirir ve ihtiyaçlarını karşılayarak doyurur. Belki uçan kuşlar ve ezan okuyanlar cismen değişmişse de evin parçası olan haliyle o kuşlar ve ezanlar değişmemiş aynı kalmıştır.
Bir ‘ev’in maddi ve manevi boyutları vardır. Belki de insana asıl huzur veren; görünenlerin ardındaki görünmeyenlerdir. Bu yüzden maddiyatını şekillendirme çabasıyla yorulmaktansa maneviyatına odaklanmak daha doğru olur. Zira, aslında ‘ev’ gözlerden çok kalbin seçtiği ve huzur ile buluştuğu yerdir. Bu farkındalıkla beraber ‘ev’ denilen kavramın manası hakiki bir boyuta taşınarak değişime uğrar. Yani artık kişinin kendisini ‘ev’inde hissedebilmesi için maddi bir yere ihtiyacı yoktur.
Özünde kul olmak için yaratılmış olan insanın ‘ev’i neresidir sorusuna şöyle cevap verilir: Allah’a sığındığı ve O’nu ihlasla andığı mekan ve zamandır. Allah’ın yolundan ve O’nu hatırlamaktan uzaklaşan kişi, dünyaya dalar ama neyi severse sevsin bir türlü doymak bilmez ve derin bir arayışın içine düşer. Akıllanmadığı sürece ise dünyalıklar arasında savrulur durur. Zira nefsi ne derse dersin, kalp Rabbini anmak ister. Beden nerede dolaşırsa dolaşsın, ruh Rabbinin huzurunda eğilmek ister.
Ey Allahım! Yeryüzündeki yatıp kalktığımız, yiyip içtiğimiz, ailelerimizle paylaştığımız maddi evlerimizi muhafaza buyur. Nurun, muhabbetin ve rahmetin ile kötü hallerden arındır, salih amellerle süsle ve içlerini nice iyiliklerle doldur. Kalbimizi ve ruhumuzu huzur ile dolduran manevi evlerimizin temellerini sağlamlaştır. Sana itaati, Seni anmayı ve Sana sığınmayı seven kullarından eyle. İşinin, gücünün veya yolculuğun ardından evine dönüp de dinlenmek isteyenlerin tatlı heyecanı gibi her nerede olursak olalım, bizi her an yüzü ve kalbi Sana dönük yaşayanlardan eyle. Bizi affet. Bizden razı ol. Cennetinden bir ev ile sevindir. Bizi iki cihanda da hakiki huzura yani ‘ev’ine kavuşanlardan eyle.
Amin.