Seferberlik Gruplarına katılmak için
Kur'ân'la olan beraberliğimizi, anlayışımızı, sevgimizi arttırmak ve bu konuda birbirimize destek olabilmek için bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğa sizleri de davet ediyoruz.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | أَذَقْنَا | tattırdığımız |
|
3 | النَّاسَ | insanlara |
|
4 | رَحْمَةً | genişlik |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | ضَرَّاءَ | bir darlıktan |
|
8 | مَسَّتْهُمْ | kendilerine dokunan |
|
9 | إِذَا | hemen |
|
10 | لَهُمْ | onların vardır |
|
11 | مَكْرٌ | hileleri |
|
12 | فِي | hakkında |
|
13 | ايَاتِنَا | ayetlerimiz |
|
14 | قُلِ | de ki |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | أَسْرَعُ | daha hızlıdır |
|
17 | مَكْرًا | düzen kurmada |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | رُسُلَنَا | elçilerimiz |
|
20 | يَكْتُبُونَ | yazmaktadırlar |
|
21 | مَا |
|
|
22 | تَمْكُرُونَ | sizin hilelerinizi |
|
“Allah’a mahsus işaretler, deliller üzerinde hile yapmak” çeşitli şekillerde olmaktadır; âyette zikredildiği gibi “Allah müşrikleri lutuf olarak bir sıkıntıdan kurtardığı, böylece onlara varlık ve birliğinin işaretini verdiği halde bu lutfun putlardan geldiğini ifade etmek, sıkıştıklarında Allah’a sığınıp bir daha kötülük yapmayacaklarına söz verdikleri halde O’nun lutfuyla selâmete çıkınca yine haksızlık ve günahkârlık yoluna sapmak” bunun tipik örnekleridir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 93-94
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَذَقْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَذَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru اَذَقْنَا fiiline mütealliktir. ضَرَّٓاءَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. مَسَّتْهُمْ cümlesi, ضَرَّٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. ضَرَّٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
مَسَّتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. Şartın cevabı لَهُمْ مَكْرٌ ‘dir.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَكْرٌ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. ف۪ٓي اٰيَاتِنَا car mecruru مَكْرٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; في تأويل آياتنا (ayetlerimizin tevilinde) şeklindedir. Aynı zamanda muzaftır. Mütekellim zamiri ناَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette fiil cümlesi şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi ذوق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراً ’dır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. اَسْرَعُ haber olup damme ile merfûdur. مَكْراً temyiz olup fetha ile mansubdur.
اَسْرَعُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. Ayette melfuz mümeyyez şeklindedir. Ayette melfuz mümeyyez şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder
رُسُلَنَا kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzaftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَكْتُبُونَ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَكْتُبُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَمْكُرُونَ ’dir. İrabtan mahalli yoktur.
تَمْكُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ
Şart üslubundaki terkipte şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ cümlesi, şarttır. Mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
اَذَقْنَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
İkinci mef’ûl olan رَحْمَةً ‘deki nekrelik, kıllet, muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.
اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً ifadesinde istiare sanatı vardır. Allah Teâlâ tattırmak lafzını rahmetin eserini idrak için istiare etmiştir. Rahmet güzel bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. İstiare-i mücerrede olmuştur. Rahmetten duyulan hoşnutluğu mübalağa için gelen bu üslupta cami, her iki durumdaki memnuniyettir.
مَسَّتْهُمْ cümlesi, ضَرَّٓاءَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Muzâfun ileyh olan ضَرَّٓاءَ ’deki nekrelik kıllet ve muayyen olmayan nev ifade eder.
ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُمْ ifadesi de yukarıdaki gibi istiaredir. Elle temas ederek dokundu anlamındaki مسّ fiili ضَرَّٓاءَ ‘ye nisbet edilmiş, böylece zarar, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları vardır. Zararın dokunması ifadesi, sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır.
رَحْمَةً - ضَرَّٓاءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı sanatı vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا , müfacee harfinin dahil olduğu isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَكْرٌ muahhar mübtedadır.
مَكْرٌ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
Ayetin sonunda müştakı zikredilen مَكْرٌ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
ف۪ٓي اٰيَاتِنَا car-mecruru, takdiri تأويل olan mahzuf muzafıyla birlikte مَكْرٌ ‘a mütealliktir. Muzafın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Yani ifadenin aslı في تأويل آياتنا (Ayetlerimizin yorumu hakkında) şeklindedir.
اٰيَاتِنَا ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الإذاقَةُ kelimesi istiare veya mecaz olarak mutlak idrak manasında kullanılır. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
Cenab-ı Hakk'ın, وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً [İnsanlara, bir rahmet tattırdığımız zaman] ifadesi, mübalağa üslubunda varid olmuş bir kelam olup bundan murad, rahmetini onlara ulaştırıp vermesidir. Bil ki Allah'ın rahmeti, ağız ile tadılan bir şey olmayıp akıl ile tadılan ve bilinen bir şeydir. Bu da, ruhanî mutlulukların hak olduğu görüşüne delalet eder. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
قُلِ اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ
Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراً cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, اَسْرَعُ haberidir.
İşin büyüklüğünü göstermek ve kalplere korku salmak için, azamet zamirinden dönülerek zamir makamında Allah lafzının açık isim olarak getirilmesinde ıtnâb ve iltifat sanatları vardır.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Müsned olan اَسْرَعُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kelimede irsâd sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَكْراً kelimesi haber için temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
اِذَا لَهُمْ مَكْرٌ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا cümlesiyle, اللّٰهُ اَسْرَعُ مَكْراًۜ cümlesi arasında müşakele ve müzavece sanatları vardır. مَكْر kelimesi, müşakil lafızdır. İkinci cümledeki مَكْراًۜ (tuzak) müşakil lafzından maksat Allah’ın onların davranışlarına gereken karşılığı vermesidir. Allah hakiki manada tuzak kurmaz. Daha önce bu fiil geçtiği için tuzak lafzıyla ifade edilmiştir.
Bilinen manasıyla مَكْر Allah’a nisbet edilemez. Mekr, onların mekrine mukabele olarak Allah’ın cezası şeklinde yorumlanır. Manada ihtilaf olmakla birlikte lafızda ittifak babı olan müşâkele sanatıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
اِنَّ رُسُلَنَا يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ
Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil, kelamın bir sebebe bağlanarak ifade edilmesidir. Kastedilen mananın nedenini beyan etmek maksadıyla ziyade sözlerle yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. رُسُلَنَا müsnedün ileyh, يَكْتُبُونَ مَا تَمْكُرُونَ cümlesi müsneddir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf رُسُلَنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan رُسُلَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Önceki cümledeki Allah isminden bu cümlede رُسُلَنَا ile azamet zamirine geçişte ve ayetin başındaki gaib zamirden تَمْكُرُونَ ‘de muhatab zamire geçişte iltifat sanatı vardır.
يَكْتُبُونَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan تَمْكُرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari sıygada gelişi onların mekrlerinin devam ettiğine işaret etmiştir.
Muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَكْرٌ - تَمْكُرُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَكْرٌ kelimesinin tekrarında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada اَذَقْنَا ve اٰيَاتِنَا kelimelerinde mütekellim sıygası kullanılırken مَكْراًۜ kelimesinin zikredildiği cümlede gaibe dönülmüş; رُسُلَنَا ifadesi ile mütekellim sıygası kullanılmıştır. Buradaki ilk dönüşüm Allah’ın nankörlere vereceği azabı tekid etmiş, ikinci dönüşüm ise Allah’ın kudretini tekid ve mübalağa etmiştir. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Bu son cümlede hitabın onlara tevcih edilmesi, kınama (tevbih) manasını ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | يُسَيِّرُكُمْ | sizi gezdiren |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْبَرِّ | karada |
|
6 | وَالْبَحْرِ | ve denizde |
|
7 | حَتَّىٰ | hatta |
|
8 | إِذَا | zaman |
|
9 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْفُلْكِ | gemide |
|
12 | وَجَرَيْنَ | ve yürüttüğü (zaman) |
|
13 | بِهِمْ | bununla |
|
14 | بِرِيحٍ | bir rüzgârın |
|
15 | طَيِّبَةٍ | tatlı |
|
16 | وَفَرِحُوا | ve neşelendikleri sırada |
|
17 | بِهَا | onların bununla |
|
18 | جَاءَتْهَا | birden çıkıp |
|
19 | رِيحٌ | bir fırtına |
|
20 | عَاصِفٌ | sert |
|
21 | وَجَاءَهُمُ | ve geldiğinde |
|
22 | الْمَوْجُ | dalgalar |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | كُلِّ | her |
|
25 | مَكَانٍ | yönden |
|
26 | وَظَنُّوا | ve kanaat getirdiklerinde |
|
27 | أَنَّهُمْ | muhakkak onlar |
|
28 | أُحِيطَ | kuşatıldıklarına |
|
29 | بِهِمْ | kendilerinin |
|
30 | دَعَوُا | dua etmeye başlarlar |
|
31 | اللَّهَ | Allah’a |
|
32 | مُخْلِصِينَ | has kılarak |
|
33 | لَهُ | O’na |
|
34 | الدِّينَ | dini |
|
35 | لَئِنْ | eğer |
|
36 | أَنْجَيْتَنَا | bizi kurtarırsan |
|
37 | مِنْ |
|
|
38 | هَٰذِهِ | bundan |
|
39 | لَنَكُونَنَّ | elbette olacağız |
|
40 | مِنَ | -den |
|
41 | الشَّاكِرِينَ | şükredenler- |
|
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُسَيِّرُكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يُسَيِّرُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْبَرِّ car mecruru يُسَيِّرُكُمْ fiiline mütealliktir. الْبَحْرِ atıf harfi وَ ile makabline matuftur.
يُسَيِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındadır. Sülâsîsi سير ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. كُنْتُمْ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ ün ismi olarak mahallen merfûdur. فِي الْفُلْكِۚ car mecruru كُنْتُمْ ‘un mahzuf haberine mütealliktir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak, atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ
Fiil cümlesidir. جَرَيْنَ fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. بِهِمْ car mecruru جَرَيْنَ fiiline mütealliktir. بِر۪يحٍ car mecruru جَرَيْنَ fiiline mütealliktir. طَيِّبَةٍ kelimesi ر۪يحٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرِحُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. بِهَا car mecruru فَرِحُوا fiiline mütealliktir. Şartın cevabı جَٓاءَتْهَا ‘dır.
جَٓاءَتْهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ر۪يحٌ fail olup damme ile merfûdur. عَاصِفٌ kelimesi ر۪يحٌ ’un sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاصِفٌ kelimesi sülâsî mücerredi عصف olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ
Fiil cümlesidir. Atıf harfi وَ ’la şartın cevabına matuftur. جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمَوْجُ fail olup damme ile merfûdur. مِنْ كُلِّ car mecruru جَٓاءَهُمُ fiiline mütealliktir. مَكَانٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ cümlesi, atıf harfi وَ ’la cevap cümlesine matuftur.
ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sanma anlamında kalp fiilidir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُح۪يطَ cümlesi, اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُح۪يطَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuftur. بِهِمْ car mecruru اُح۪يطَ fiiline mütealliktir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.( Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُح۪يطَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi حوط ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. دَعَوُا fiili iki sakin harfin birleşmesinden dolayı mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُخْلِص۪ينَ kelimesi دَعَوُا ’daki failin hali olup nasb alameti ي ’ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile irablanır. لَهُ car mecruru مُخْلِص۪ينَ ’ye mütealliktir. الدّ۪ينَ kelimesi ism-i fail مُخْلِص۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette müfred şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلِص۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْتَنَا şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ هٰذِه۪ car mecruru اَنْجَيْتَنَا fiiline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَكُونَنَّ nakıs, fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. نَكُونَنَّ ‘nin ismi, müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنَ الشَّاكِر۪ينَ car mecruru تَكُونَنَّ fiiline müteallik olup, cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْتَنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الشَّاكِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerredi شكر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Âşûr önceki ayetteki وإذا أذَقْنا النّاسَ رَحْمَةً cümlesinden bedel-i iştimal olduğunu söylemiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin ism-i mevsulle marife olması, sonraki habere dikkat çekip önemini bildirmek içindir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu,Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yürümenin, gezmenin Allah Teâlâ’ya isnadı, sebep olması itibariyle aklî mecazdır. Çünkü O tefekkür ilham etmiş, akli ve bedeni hareket kuvvesi vermiştir. هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ şeklindeki kasr, iddiaîdir. Şükür vecibesini yerine getirmediklerine tariz için gelmiştir. Maksat; verilen nimetleri hatırlatmak ve vâcip olan şükrü yapmadıklarına tarizdir.(Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade etmiştir. İki tekit hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasında, هُوَ mevsûf/maksûr, الَّذ۪ي sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Haber olarak gelen müfred müzekker has ism-i mevsûlün sılası olan يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَالْبَحْرِ car-mecruru, tezat nedeniyle الْبَرِّ ‘ye atfedilmiştir.
الْبَرِّ- الْبَحْرِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Yürütme işleminin karada ve denizde olarak ayırılmasında taksim sanatı vardır.
فِي الْبَرِّ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Kara, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الْبَرِّ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
حَتّٰٓى اِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِۚ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte حَتّٰٓى ibtidâ harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Cevap cümlesine müteallik اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ cümlesi şarttır.
Nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِي الْفُلْكِ car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِر۪يحٍ طَيِّبَةٍ cümlesi, muzâfun ileyhe atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
بِر۪يحٍ ‘in sıfatı olan طَيِّبَةٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak tetmim ıtnâbı sanatıdır.
بِر۪يحٍ ‘deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
Muhatap sıygasından gaib zamire geçiş iltifat sanatıdır.
Daha önce tazim için hitap zamiri gelmişken denizde kuvvetli bir fırtınaya yakalanıp kurtulunca Allah’ı unuttukları için bu tazimden dönülmüş ve azdıkları için gaib zamiriyle kendilerinden bahsedilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَجَرَيْنَ بِهِمْ ifadesinde ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş vardır. Bunun hikmeti de nimete şükretmemelerinden dolayı kâfirleri daha fazla kınamak ve yermek maksadıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Yine şart cümlesine matuf olan وَفَرِحُوا بِهَا cümlesi de aynı üslupta gelmiştir. Bu cümlenin قد takdiriyle بِهِمْ ‘deki zamirden hal olduğu da söylenmiştir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
عَاصِفٌ , fail olan ر۪يحٌ için sıfattır.
جَٓاءَتْهَا ر۪يحٌ عَاصِفٌ ifadesinde istiare sanatı vardır. ر۪يحٌ [rüzgar], جَٓاءَتْهَا fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Rüzgarın, canlı varlıklara has gelmek fiiline isnad edilmesi, rüzgarın etkisini artırmaktadır. Ayrıca ism-i fail veznindeki عَاصِفٌ ile sıfatlanan rüzgar, iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Istiare sanatı yoluyla, durumun zorluğu, muhayyileyi harekete geçirerek mübalağalı bir şekilde ifade etmiştir.
طَيِّبَةٍ - عَاصِفٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafîy sanatı vardır.
ر۪يحٌ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَجَٓاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ cümlesi atıf harfi وَ ’la cevaba atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Bu cümlede de istiare sanatı vardır. الْمَوْجُ , canlı varlıklara has gelmek fiilinin faili yapılarak iradesi olan bir canlıya benzetilmiştir. Bu üslupta mübalağa ve tecessüm sanatları da vardır.
مَكَانٍ ‘deki nekrelik nev ve kesret içindir.
جَٓاءَتْهَا - جَٓاءَهُمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ر۪يحٌ - الْبَرِّ - الْبَحْرِ - الْمَوْجُ - عَاصِفٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Yine cevap cümlesine matuf müspet mazi fiil sıygasındaki وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ , masdar teviliyle ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsned اُح۪يطَ بِهِمْ ‘in müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ cümlesindeki اَنَّهُمْ اُح۪يطَ بِهِمْ [onlar, çepeçevre kuşatıldılar…] ifadesinde istiare-i tebeiyye vardır. اُح۪يطَ kelimesi, onlara her yönden saldıran bir insanın düşmanlığına benzetilmiş ve lâzımı olan helak anlamında istiare edilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
ظَنُّٓ , hem zannetti hem bildi manalarını taşıyan iki zıt anlama sahip fiillerdendir. burada zannetti manasındadır.
ظَنُّٓ kelimesi, şükür ve sevap ifade eden cümlelerde yakîn, zem ve vaîd ifade eden cümlelerde şek manasim taşır. (Suyuti İtkan c.1, s.448)
اُح۪يطَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
كُنْتُمْ ile بِهِمْ ifadelerinde onların hali sanki başkalarının hali gibi anlatılarak muhataplar şaşırtılmış, inkârları ve çirkin davranışları onlara gaib sıygası ve hikâye üslubu ile bildirilmiştir. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
هُوَ الَّذ۪ي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ [O Allah ki sizi yürütüyor, sizi yürümeye sürüklüyor ve imkân veriyor karada ve denizde] Nihayet gemide olduğunuz zaman ve onları yüzdürüp de içindekileri, muhataptan gaibe geçmesi mübalağa içindir, sanki bunu başkasına anlatıyor ki hallerinden şaşsın da onu beğenmesin. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl - Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl ve ḥaḳāʾiḳu’t-teʾvîl)
Burada إنْ değil, اِذَا buyrulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının zikrinde tecrîd sanatı vardır.
مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ ibaresi, دَعَوُا fiilinin failinden haldir. Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır.
لَهُ car-mecrurunun müteallakı ve mef’ûl olan الدّ۪ينَ ’nin amili olan مُخْلِص۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek fiil gibi amel etmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Haziran/June 2020.19/1 405-406)
İsm-i fail, mefûlünü لَ harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
Tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Şart üslubunda gelen terkipte ل ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasemle birlikte, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan اَنْجَيْتَنَا مِنْ هٰذِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mezkür şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu terkip, şart üslubunda geldiği halde dua manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
مِنْ هٰذِه۪ ibaresinde istiare sanatı vardır. Mahsus şeyler için kullanılan işaret ismi هٰذِه۪ ile bahsi geçenlerin zor durumuna işaret edilmiştir. Bu ifadede tecessüm sanatı da vardır.
İşaret isimleri burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ cümlesi kasemin cevabıdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi لَ ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, lazım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasemin cevap cümlesinde de îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الشَّاكِر۪ينَ car mecruru, كاَن ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümlesi formunda gelen cevap sebat, temekkün ve istikrar ifade ederek onların şükretmekte kararlı olduklarını göstermiştir. Tekid lamı ve şeddeli tekid nûnu bu kararlılığı pekiştirmiştir.
الشَّاكِر۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُنْتُمْ - لَنَكُونَنَّ - مَكَانٍ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | أَنْجَاهُمْ | kurtarır onları |
|
3 | إِذَا | hemen |
|
4 | هُمْ | onlar |
|
5 | يَبْغُونَ | taşkınlık etmeye başlarlar |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | بِغَيْرِ |
|
|
9 | الْحَقِّ | haksız yere |
|
10 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
11 | النَّاسُ | insanlar |
|
12 | إِنَّمَا | gerçekte |
|
13 | بَغْيُكُمْ | taşkınlığınız |
|
14 | عَلَىٰ | aleyhinize olan |
|
15 | أَنْفُسِكُمْ | kendinizin |
|
16 | مَتَاعَ | geçici zevkleridir |
|
17 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
18 | الدُّنْيَا | dünya |
|
19 | ثُمَّ | sonra |
|
20 | إِلَيْنَا | bizedir |
|
21 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşünüz |
|
22 | فَنُنَبِّئُكُمْ | ve size bildiririz |
|
23 | بِمَا | şeyi |
|
24 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
25 | تَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Zulüm ve akraba ile ilgiyi kesmek kadar, âhirete ertelenen cezası yanında , Allah Teâlâ’nın dünya da bir an önce cezalandırmasını gerektiren bir başka günah daha yoktur.”
(Ebû Davud , Edeb 43; Tirmizi, Kıyamet 57; İbni Mâce , Zühd 23)
فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. اَنْجٰيهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْجٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِذَا mufacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında mufacee harfi olur. Şartın cevabı هُمْ يَبْغُونَ ‘dir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَبْغُونَ cümlesi, haber olarak mahallen merfûdur.
يَبْغُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَبْغُونَ fiiline mütealliktir. بِغَيْرِ car mecruru يَبْغُونَ ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; مجانبين للحقّ şeklindedir. الْحَقّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
(لَمَّا) edatı; a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجٰيهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. هَا tenbih harfidir. النَّاسُ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup damme ile merfûdur. Nidanın cevabı اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ ’dur.
اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
بَغْيُكُمْ mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfu üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Fiil cümlesidir. مَتَاعَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.Takdiri; تتمتّعون şeklindedir. Aynı zamanda muzaftır. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اِلَيْنَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübteda olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzaftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُنَبِّئُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle نُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنْتُمْ nakıs, sükun ile mebni mazi fiildir. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ cümlesi, كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mutat olarak yapılan ve adet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’ân’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُنَبِّئُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الدُّنْيَا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّٓا اَنْجٰيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ
فَ atıf harfidir. Şart üslubunda gelen terkip, önceki ayetteki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لَمَّا edatı, حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade eden اَنْجٰيهُمْ şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. لَمَّا , cevap cümlesine mütealliktir.
Haynûne manasındaki لَمَّا , aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقّ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümleye dahil olan اِذَا , müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman, ‘ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum’ anlamı verir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan يَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقّ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare sanatı vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manası içerir. İçi olan bir şeye benzetilen الْاَرْضِ , mazruf mesabesindedir. Mübalağa için bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Çünkü dünya zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yeryüzünde bulunan varlıklar, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
بِغَيْرِ الْحَقّ car-mecruru, fiilin failinden mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي الْاَرْضِ [Yeryüzünde] ifadesi, onların bu taşkınlıklarının her zaman yenilendiğine ve sürekli olduğuna delalet eder. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
بِغَيْرِ الْحَقّ [Haksız yere] ifadesi, bağy يَبْغُونَ (taşkınlık) kelimesinin ifade ettiği manayı kuvvetlendirmek (tekid) içindir. Yahut yaptıkları kendilerince de haksızdır; onun haksızlık, zulüm olduğu açıktır; onun apaçık bir kötülük olduğu herkesçe biliniyor, demektir. Nitekim, وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ [Ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.] (Bakara Suresi, 61) ayeti bu kabildendir.
Bir görüşe göre bu kelamda haksız yere denmesi gazilerin, kâfirlerin yurtlarını tahrip etmeleri, ağaçları kesmeleri ve ekinlerini yakmaları gibi haklı olan taşkınlığı bu hükmün dışında bırakmak içindir. Ancak ayet-i kerimenin ifadesi bu manaya müsait değildir. Çünkü burada hükmün, üzerine bina edildiği esas, bağyin (taşkınlığın), bir şeyin şeklini bozmak ve faydasını iptal etmektir; yoksa müfsitlerin haline layık olan mana değildir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
اِذَا : Müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Kurtarıldıktan hemen sonra değiştiklerini ve sözlerini bozarak taşkınlık, azgınlık yaptıklarını belirtir. Azgınlık yapmaları da muzari fiille gelerek bu durumun tekrarlanarak devam ettiği manasını ifade etmiştir.
لَمَّا ; maziden önce ‘vakta ki,...dığı zaman’ manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَٓا nida edatı, اَيُّ münadadır. هَا tekid ifade eden tenbih harfidir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ nidasıyla, arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ cümlesi, kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh veciz ifade kastıyla izafet terkibiyle gelmiştir.
عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ car-mecruru mahzuf habere mütealliktir. Haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lafzî tekit olan اَنْفُسِكُمْۙ ‘da tecrît sanatı vardır.
بَغْيُكُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ ifadesindeki istila manası taşıyan عَلَيْ harfinde istiare vardır. Çünkü istila; mülazemet gerektirir. Taşkınlık, o kimseleri tamamiyle kaplamış gibi ifade edilmiştir. İnsanlar binek yerine konmuştur. Sanki taşkınlık insanların üzerine binmiş, kontrol onun elindedir. Mülazemet alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı da vardır.
اِنَّمَا kasr edatıyla yapılan iki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve mahzuf haber arasındadır. Kasr, mübteda ve mahzuf haber arasındadır. بَغْيُكُمْ maksûr/mevsûf, عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْۙ ’un müteallakı olan mahzuf haber maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.
بَغْيُكُمْ , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mefûlü de ifade eder.
يَبْغُونَ - بَغْيُكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Şuarâ/113)
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette hitabın o taşkınlara tevcih edilmesi, tehdidi ve ceza vaîdini ağırlaştırmak içindir.
Ayet-i kerime dikkat çekmek için nidayla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)
مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümledeki مَتَاعٌ kelimesi, takdiri تتمتّعون (faydalanırsınız) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ cümlesi, makabline rütbe ve terahi ifade eden atıf harfi ثُمَّ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Fiil cümlesinden isim cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلَيَّ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır.
Bu takdim kasr ifade eder. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلَيْنَا , maksurun aleyh/sıfat, مَرْجِعُكُمْ maksûr/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin, takdîm edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Ayrıca ifadede ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. ‘Dönüşünüz banadır’ manasına, hesaba çekileceksiniz manası idmac edilmiştir.
Bu harf rütbe açısından terahi için gelmiştir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ şeklindeki car mecrurun takdimi ihtisas ifade etmek içindir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا [Geçici, fani dünya menfaati] ifadesi, taşkınlıktaki, zulümdeki menfaatin değersiz ve geçici, vebalinin ise daimi olduğunu beyan içindir. Burada vurgulanan şudur: “Ey taşkın ve zalim insanlar! Sizin yaptıklarınız sanıldığı gibi kendilerine haksızlık ettiğiniz kimseler aleyhine değil fakat hakikat halde yalnız kendi aleyhinizedir. Bununla ancak geçici dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz Bizedir.” (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ayetin son cümlesi, atıf harfi فَ ile ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinden fiil cümlesine geçişte iltifat sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَنُنَبِّئُكُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
فَنُنَبِّئُكُمْ fiiline müteallik car-mecrur müşterek ism-i mevsûl بِمَا ’nın sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , cümlesi كاَن ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesinde ‘bir anlam için söylenen sözün içine başka bir anlam yerleştirmek şeklinde açıklanan idmâc sanatı vardır. [Yapmakta olduğunuz şeyleri size haber vereceğiz] ifadesinde, Allah Teâlânın yapılan bütün amelleri haber vereceğini beyan ederken, bunun içine hesap, ceza ve mükafatı idmâc edilmiştir. Tehdit ve ümit anlamı taşıyan bu cümlede, mecâz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir.
فَنُنَبِّئُكُمْ [Size haber vereceğiz.] kelimesinin masdarı olan الأنباء haber vermek demektir. Bu ayette ise azap ile tehdit etme manasına kullanılmıştır. Bu tıpkı bir kişinin diğer birisine, “Sana, yaptığını haber vereceğim.” demesi gibidir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb)
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | ancak |
|
2 | مَثَلُ | örneği |
|
3 | الْحَيَاةِ | hayatının |
|
4 | الدُّنْيَا | dünya |
|
5 | كَمَاءٍ | suya benzer |
|
6 | أَنْزَلْنَاهُ | indirdiğimiz |
|
7 | مِنَ |
|
|
8 | السَّمَاءِ | gökten |
|
9 | فَاخْتَلَطَ | birbirine karıştığı |
|
10 | بِهِ | onunla |
|
11 | نَبَاتُ | bitkilerinin |
|
12 | الْأَرْضِ | yeryüzü |
|
13 | مِمَّا | öyle ki |
|
14 | يَأْكُلُ | yer |
|
15 | النَّاسُ | insanlar |
|
16 | وَالْأَنْعَامُ | ve hayvanlar |
|
17 | حَتَّىٰ | sonuçta |
|
18 | إِذَا | sırada |
|
19 | أَخَذَتِ | alıp |
|
20 | الْأَرْضُ | yeryüzü |
|
21 | زُخْرُفَهَا | güzelliğini |
|
22 | وَازَّيَّنَتْ | ve süslendiği |
|
23 | وَظَنَّ | ve sandıkları |
|
24 | أَهْلُهَا | sahiplerinin |
|
25 | أَنَّهُمْ | gerçekten |
|
26 | قَادِرُونَ | kadir olduklarını |
|
27 | عَلَيْهَا | bunlara |
|
28 | أَتَاهَا | gelir |
|
29 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
30 | لَيْلًا | gece |
|
31 | أَوْ | veya |
|
32 | نَهَارًا | gündüz |
|
33 | فَجَعَلْنَاهَا | böylece onları çeviririz |
|
34 | حَصِيدًا | biçilmiş hale |
|
35 | كَأَنْ | gibi |
|
36 | لَمْ |
|
|
37 | تَغْنَ | hiç yokmuş |
|
38 | بِالْأَمْسِ | bir gün önce |
|
39 | كَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
40 | نُفَصِّلُ | ayrıntılı olarak açıklıyoruz |
|
41 | الْايَاتِ | ayetlerimizi |
|
42 | لِقَوْمٍ | topluluk için |
|
43 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünen |
|
Metindeki ihteleta fiili “karışma” anlamına gelir. Bitkinin su ile karışması, –bu bağlamda– bitkinin suyu emmesiyle sonuçlanacağından meâlde bu sonuç dikkate alınmıştır. Dünya hayatındaki güzelliklerin gelip geçici olduğu, onları veren Allah’ın bir gün geri alacağı, dünyada yapıp ettiklerimizin hesabını da öbür dünyada bizden soracağı, âyette, anlatımın gücünü arttırmak için edebî bir benzetmeyle ifade edilmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 96
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
مَثَلُ mübteda olup damme ile merfûdur. الْحَيٰوةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Maksur isimdir. كَ harf-i cerdir. كَمَٓاءٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallliktir. اَنْزَلْنَاهُ cümlesi, مَٓاءٍ ’ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
اَنْزَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru اَنْزَلْنَاهُ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اخْتَلَطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِه۪ car mecruru اخْتَلَطَ fiiline mütealliktir. نَبَاتُ fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nın mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَأْكُلُ damme ile merfû muzari fiildir. النَّاسُ fail olup damme ile merfûdur. الْاَنْعَامُ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefiy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. Ayette ilki müfred, ikincisi fiil cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile irab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اخْتَلَطَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلط ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الدُّنْيَا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsmi faile benzediği için bu adı almıştır. İsmi failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfatı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. اَخَذَتِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخَذَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. الْاَرْضُ fail olup damme ile merfûdur. زُخْرُفَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ازَّيَّـنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. ظَنَّ fiili atıf harfi وَ ile ازَّيَّـنَتْ fiiline matuftur.
ظَنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَهْلُهَٓا fail olup damme ile merfûdur. Sanma anlamında kalp fiilidir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَادِرُونَ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَلَيْهَٓا car mecruru قَادِرُونَ ’ye mütealliktir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak.
Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar. 2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ازَّيَّـنَتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi زين ’dir. Aslı تزيّنت ‘dir. ت harfi idgam için ز harfine dönüşmüş, başına vasıl hemzesi gelmiştir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
قَادِرُونَ kelimesi sülâsî mücerredi قدر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ
Fiil cümlesidir. اَتٰيهَٓا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَمْرُنَا fail olup damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَيْلاً zaman zarfı اَتٰيهَٓا fiiline mütealliktir. Şartın cevabıdır.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. نَهَاراً atıf harfi اَوْ ile لَيْلاً ’e matuftur.
فَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَاهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme anlamında kalp fiilidir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. حَص۪يداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ cümlesi, جَعَلْنَاهَا ‘daki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.
كَاَنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. كَاَنْ harfi كَاَنَّ ‘den muhaffefedir. İsmi mahzûftur. Takdiri, كأنّه şeklindedir. لَمْ تَغْنَ cümlesi كَاَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَغْنَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. بِالْاَمْسِ car mecruru تَغْنَ fiiline mütealliktir.
Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).Ayette isim cümlesi şeklindedir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَص۪يداً sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Bu ibare amili نُفَصِّلُ ‘nun mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir. ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
نُفَصِّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. الْاٰيَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır. لِقَوْمٍ car mecruru نُفَصِّلُ fiiline mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ cümlesi, قَوْمٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
نُفَصِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَتَفَكَّرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
اِنَّمَا مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا كَمَٓاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ‘nın izafet şeklinde gelmesi, faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَمَٓاءٍ , mahzuf habere mütealliktir.
İki tekid hükmündeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. مَثَلُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا mevsuf/maksûr, كَمَٓاءٍ ‘in müteallakı haber, sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Dünya hayatının hali, vasıflanan nebatın haline benzetilmiştir. Mürekkeb bir heyet, mürekkeb bir heyete benzetilmiştir. Kasr, kasr-ı kalbdir. Muhatap, aksine inanan menziline konmuştur. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t-Tenvîr)
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا edatı siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَٓاءِ cümlesi مَٓاءٍ için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَنْزَلْنَاهُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
فَاخْتَلَطَ بِه۪ نَبَاتُ الْاَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, مِنْ harfiyle نَبَاتُ الْاَرْضِ ’nin mahzuf haline mütealliktir. Sılası olan يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiiller tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümleler, dünya hayatının halini, faydasının geçici, kısa süreli ve dönüş zamanının yakın olduğunu beyan eder.
Burada dünyanın garip ve harika halleri, misal olmaya layık özellikleri, insanlar için ikbal ve aldanma vesilesi olması, çarçabuk geçmesi ve nimetlerinin kesilmesi, yeryüzünün çeşitli bitkilerine benzetilmiştir.
يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْاَنْعَامُ cümlesinde taksim sanatı vardır. Yenilenler insanların ve hayvanların yedikleri olarak ayrılmıştır.
السَّمَٓاءِ - الْاَرْضُ ve النَّاسُ - الْاَنْعَامُ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Müşebbehün bih hakkında on cümle birden zikredilmiştir. Her cümle diğerlerinin ifade etmediği bir anlam taşır. Bu manaların hepsi taraflar arasındaki vech-i şebenin tamamlanması için önemlidir. Öyle ki sanki hepsi tek bir cümle haline gelmiştir. Eğer bunlardan biri hazf edilse teşbih bozulur. Bu ayeti kerimede vech-i şebehi oluşturan cümleler teşbih edatından sonraki nekre bir isim olan su lafzından sonra gelmiştir. Temsîli teşbihtir. Her ne kadar su lafzının başında teşbih edatı كَ olsa da, bu lafız müşebbehün bih değildir. Çünkü bu mürekkeb (girift) teşbihlerdendir. Müşebbehün bih mürekkeb yani bu edatın devamında yer alan ifadenin tamamının oluşturduğu bir tasavvur, ayrılmaz bir yapı ve karma bir mana tablosundan müteşekkildir. (Beyzâvî, Envârü’t- Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
فَاخْتَلَطَ بِه۪ yani su sayesinde dal budak verir ve sonunda bunlar birbirine karışır. “Böylece, yeryüzü ziynetini takınıp süslenir.” Bu çok edebî bir ifadedir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t- Tenzîl Ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
Bu bitkiler, genç ve taze iken o kadar gelişir ve güçlenirler ki dalları ve yaprakları birbirlerine karışır. Renkleri yeryüzünü süsler. İnsanların rağbet gösterdikleri ve artık her türlü tehlikeden selamette olduklarını sandıkları bir günde, birdenbire bir felaket onları mahveder. Onlardan hiçbir eser kalmaz, hepsi kuru ot kırıntıları haline gelir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm)
حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّـنَتْ وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓاۙ اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubundaki terkipte حَتّٰٓى ibtidâ harfi, اِذَا şart manalı zaman zarfıdır. Cevap cümlesine müteallik اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan اَخَذَتِ الْاَرْضُ زُخْرُفَهَا cümlesi şarttır. Mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَازَّيَّـنَتْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la … اَخَذَتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اَخَذَتِ الْاَرْضُ ifadesi de son derece güzel istiarelerdendir. Bitki ve çiçeklerle süslendiği zamanki yeryüzü, elbise ve ziynetleriyle süslenen geline benzetilmiştir. Bu güzellik ve parlaklık için زُخْرُفَهَا lafzı müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ziynetlerin hasıl olması manasında gelen yeryüzünün süslerini takınması ifadesi meknî istiaredir. Yeryüzü, süslenmek isteyen bir kadına benzetilmiştir. Böylece renkli ve süslü elbiseler içindeki güzel görünümü zihinlerde canlandırılmıştır. Süsleri takındı ifadesinden sonra gelen ziynetlendi fiili de istiare-i muraşşaha içindir. Çünkü bu fiil kadınların kullandığı bir fiildir. (Âşûr, Et-Tahrîr Ve’t- Tenvîr)
اَخَذَتِ ve وَازَّيَّـنَتْ fiillerinin الْاَرْضُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan almak ve süslenmek manasındaki fiiller, arza isnad edilmiş, böylece dünya, iradesi olan bir canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır.
زُخْرُفَهَا izafetiyle الْاَرْضُ kişileştirilmiştir. Dünya, bir şahıs özelliği olan süs anlamındaki زُخْرُفَ ‘ye izafe edilerek bir kişiye benzetilmiştir. Bu ifadede istiare ve tecessüm sanatları vardır.
زُخْرُفَهَا “Dünyanın süsü” ifadesi ile dünyadaki bitkiler kastedilmektedir. Bitkiler ve süs arasında tenasübe dayalı özellik bulunmaktadır. Çünkü bitkiler de süs gibi insanın hoşuna gider. Sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatıdır.
زُخْرُفَهَا - ازَّيَّـنَتْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Aynı üslupta gelen وَظَنَّ اَهْلُهَٓا اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓا cümlesi atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَٓا , masdar teviliyle ظَنَّ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
ظَنُّٓ , hem zannetti hem bildi manalarını taşıyan iki zıt anlama sahip fiillerdendir. Burada zannetti manasındadır.
ظَنُّٓ kelimesi, şükür ve sevap ifade eden cümlelerde yakîn, zem ve vaîd ifade eden cümlelerde şek manası taşır. Kendisinden sonra اَن ’ i muhaffefe gelen her zan kelimesi, şek manasındadır. (Suyuti İtkan c.1, s.448)
اَنَّ ‘nin haberi olan قَادِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi olan اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا لَيْلاً اَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle şart manasından çıkarak haber manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Veciz ifade kastına matuf اَمْرُنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan اَمْرُ , tazim ve şeref kazanmıştır.
اَتٰي fiilinin اَمْرُ ‘ ya nisbet edilmesi istiare sanatıdır. Canlılara mahsus olan geldi manasındaki اَتٰي fiili, emre isnad edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. Mübalağa için gelen bu üslupta tecessüm sanatı vardır. emrin gelmesi ifadesi sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Birbirine tezat nedeniyle atfedilen لَيْلاً ve نَهَاراً zaman zarfları, اَتٰيهَٓا fiiline mütealliktir. Bu kelimelerdeki nekrelik cins ve tazim ifade eder. Aralarında murââtı nazîr ve tıbâk-ı icab sanatları vardır.
لَيْلاً اَوْ نَهَاراً , herhangi bir zamandan kinayedir.
اَتٰيهَٓا اَمْرُنَا ibaresinde geçen emir, azap ve helaktan kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ cümlesi, cevap cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
فَجَعَلْنَاهَا fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
İkinci mef’ûl olan حَص۪يداً , bütün cinslere şamil masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdarlar bir fiilin ihtiva ettiği bütün manaları içerirler. Yani; ism-i fail ve ism-i mef’ûlü de ifade eder.
كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ cümlesi, فَجَعَلْنَاهَ ‘daki mef’ûl zamirden haldir
Muhaffefe كأنْ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كأنْ ’nin takdiri هُمْ olan ismi hazfedilmiştir.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِۜ cümlesi, كأنْ ’nin haberidir.
Haberin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَجَعَلْنَاهَا حَص۪يداً , başka bir istiaredir. Çünkü, حَص۪يد [biçilmiş ekin[ yerin değil bitkilerin sıfatlarındandır. Onun için anlam, “Yerin bitkilerini öyle (biçilmiş ekin) yaptık.” demek olup bitkiler yerine arz zikri ile yetinilmiştir. Çünkü bitkiler yerde bulunur ve orada yetişir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) Açıklamadan da anlaşılacağı gibi yerin zikredilip onun bitirdiklerinin kastedilmesi, bütününün kullanılıp parçanın kastedilmesi (külliyet) ilgisiyle mürsel mecaz olur.
كانَّ , çoğunlukla müşâbehet için kullanılır. Bu ayette olduğu gibi bu harfi müşebbeh ve müşebbehün bih takip eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Beyzâvî burada iki yerde muzâfın hazf edildiğini ifade ederek bu haziflerin mübalağa kastıyla yapıldığını söyler. كَاَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْاَمْسِ ifadesi, كَاَنْ لَمْ تَغْنَ زرعها anlamındadır. Bu gibi yerlerde mutlaka mahzuf bir muzâf takdir edilir. (Zemahşeri, Keşşâf’ An Hakâ’ikı Ğavâmidı’t-Tenzîl Ve ‘Uyûni’l -Ekâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl)
بِالْاَمْسِ , az önce demektir. Bu da yakın zamana misaldir. Müşebbehün bih de hikâyenin manasıdır o da yeşilliğin aniden bitip kırıntı halinde gitmesidir. Halbuki az önce yeşil taze idi, birbirine sarmaş dolaş idi. Öyle ki sahiplerinin tamahı kabarmış, afetten kurtulduğunu zannetmişlerdi. Müşebbehün bih الماء lafzı değildir, ister ki başında teşbih edatı olsun. Çünkü bu, mürekkeb (girift) teşbihlerdendir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Ayetin bu son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhân/54, c. 5, s. 177, 205)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki kullanımı işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
كَذٰلِكَ , amili نُفَصِّلُ olan mahzuf bir mef’ûlun mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
İsm-i işaret, işaret edileni göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle önemini belirtir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile açıklamalara işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
نُفَصِّلُ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu belirterek tazim ifade eder.
نُفَصِّلُ fiiline müteallik olan لِقَوْمٍ ‘in nekreliği tazim içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَفَكَّرُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Açıklama, tefekkür edenlere tahsis edilmiştir. Çünkü ayetlerden istifade edenler onlardır. Burada ayetlerden maksat, temsil içinde zikredilen kâinat ve onun bir takım değişikliklere uğraması, onun, îcâd ve idam (yok etme) olarak anlatılan düzen içinde idare edilmesi de olabilir. (Ebüssuûd, İrşâdü’l- Akli’s-Selîm)
Allah Teâlâ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ [İşte biz iyice düşünecek kimseler için ayetleri böyle açıklarız.] buyurmuştur. Bu, “Ard arda gelmesi ve çokça vuku bulması, yakînî imanın kuvvetlenmesine sebep olsun ve şek ile şüphenin zail olmasını mucib olsun diye ayetlerimizi ard arda, peş peşe ve tek tek getiririz, ortaya koyarız.” demektir. (Fahreddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l- Gayb)
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Allah kullarını “esenlik yurdu”na, âyetteki ifade ile “dârüsselâm”a çağırmaktadır, dinin amacı insanlara ebedî mutluluğu sağlamaktır. Dünya hayatında peygamberleri dinleyenlere, akıl ve iradelerini doğru kullananlara Allah doğru yolu göstermektedir. Bu yolun sonu cennettir, cemaldir, insanlara eşsiz saadet bahşeden Allah rızâsıdır (rıdvandır). Böylesine bir mutluluktan mahrum olanlar, olmadık hayallerin peşine düşerek, hurafelere kapılarak kendi sonlarını hazırlamış olmaktadırlar. Hz. Peygamber’in vazifesi onları uyarmaktır, o da vahyi tebliğ ederek, gerekli açıklamaları yaparak vazifesini hakkıyla yerine getirmiştir, kimsenin “Bizi uyaran olmadı, biraz yardım görseydik böyle olmazdık” demeye hakkı yoktur. 28. âyetin meâlinde yer alan “Siz bize tapmıyordunuz” cümlesi, Allah’tan başkasına tapanların amaç ve ruh hallerini yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Allah’tan başka bir varlık insanlar için din koyamaz, din öğretemez. Bunlara tapanlar aynı zamanda gerçek bir dinin insan için yararlı olan tâlimat ve sınırlamalarından da uzak kalmakta, dünya hayatını nefislerinin arzu ettiği gibi yaşamakta, kendi arzularını meşrulaştırmak üzere tanrı adına kurallar koymaktadırlar. Putperestlerin peygamberleri dinlememelerinin, inkârcılıkta ısrar etmelerinin arkasında yatan sebeplerden biri de hak dinin disiplininden kaçmak,dünya hayatını kendi arzularına göre yaşamaktır; yani onlar görünüşte putlara, fakat gerçekte kendi menfaat ve arzularına tapmaktadırlar.
Kaynak :Diyanet Tefsiri
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâl mübteda olup damme ile merfûdur. يَدْعُٓوا cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَدْعُٓوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. إِلَى دَارِ car mecruru يَدْعُٓوا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. السَّلَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَهْد۪ي fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru يَشَٓاءُ fiiline mütealliktir. مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ ’ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.
1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur.Ayette müfred şeklindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْتَق۪يمٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babından ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِۜ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
وَ istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette Allah ismine geçişte iltifat sanatı vardır.
Cümlenin müsnedi olan يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِ , müspet muzari sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.
وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ cümlesi, atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiiller, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَهْد۪ي fiiline müteallik olan اِلٰى صِرَاطٍ car mecrurundaki nekrelik nev ve tazim içindir.
صِرَاطٍ için sıfat olan مُسْتَق۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
صِرَاطٍ - مُسْتَق۪يمٍۜ - يَهْد۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ibaresinde istiare vardır. Müsteâr, yol manasındaki صِرَاطٍ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Buradaki الصِّرَاطَ kelimesi iki tevilden birine göre istiâredir. Çünkü sırat sözlük anlamıyla yol (tarik) manasında bir isimdir. Halbuki burada din kelimesinden kinayedir. Çünkü din, müntesiplerini sevap kazanmaya, ceza ve azaptan kurtulmaya götürdüğü için, kurtuluş ve esenlik yurduna, ikamet edilecek güvenli diyara götüren yol gibidir. Yüce Allah dini, doğru yol ve açık çığır olarak ifade edince, zatını da din yolunu gösterme konusunda doğru yol gösteren kılavuz konumuna koyarak ''bizi doğru yola ilet'' buyurmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
صراط ; maddî veya manevî olarak açık ve geniş yol demektir. Sâd harfi ortaya çıkmaya delâlet eder. Ra ve tı harfleri de istilâ harfleridir. Dolayısıyla genişliğe ve yüceliğe delâlet eder. Elif med ve lîn harfidir. Uzunluğa delâlet eder. Aslında طريق kelimesindeki harfler de aynı özelliktedir. Tı, ra ve kâf harfleri istilâ harfleridir. Ya harfi de med ve lîn harfidir, ancak ya harfi ve kesre harekesi elife mukâbil azalmaya delâlet eder.
صراط kelimesi; bir noktaya ulaştırması veyâ bir ameli gerektirmesi bakımından değil zâtı bakımından açık yol demektir.
Ayetin ilk cümlesi güzel bir îcaz-ı kısar örneğidir. Îcâz-ı kasr için hakiki îcâz da denir. Cümleden herhangi bir eksiltmeye gitmeden kısa bir ibareye çok manalar sığdırmaktır. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları.)
İçinde her türlü selamet (kurtuluş) bulunduğu için cennet, selam yurdu diye adlandırılmıştır.
دَارُ السَّلَامِ ifadesinde istiare vardır. Kastedilen “Onlar için güven, esenlik ve korkulardan kurtulma yeri vardır.” manasıdır. Bunlar cennetin sıfatlarıdır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları, En’am/127)
وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلٰى دَارِ السَّلَامِ [Allah selamet yurduna çağırır.] bitip tükenmekten ve afetten selamet yurdudur ya da Allah'ın yurdudur. Ona özellikle bu ismin verilmesi bunu vurgulamak içindir ya da öyle bir yurttur ki orada Allah ve melekler oraya girenlere selam verirler. Maksat da cennettir. (Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl Ve Esrârü’t-Te’vîl)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bu sanat; fasıla veya kafiye harfinden önce gerekli olmadığı halde bir veya daha fazla harfin aynısının getirilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, s. 201-202)
Her nefsin imtihanı, aslında kişinin bünyesindeki potansiyele göredir. Bu yüzden alimler, Allah’tan sabır istenilmemesi gerektiğini söylemiştir. Kula imtihanının yanında gereken sabır zaten verilir, tek gereken onu Allah’ın yardımıyla görebilmektir. Hakikat; dünyanın geçiciliğini hatırlayarak ibadetlerine devam etmek ve yaşadıklarının boşa gitmediğine inanarak, Allah’ın rahmetiyle huzura kavuşmaktır. Yükün altında ne kadar ezildiğini hissederse hissetsin insan, Allah’ın izniyle yürümeye devam edecektir. Çünkü Allah’ın yardımı yakındır.
Her nefsin kaldıramayacağını düşündüğü ama başkalarının imtihanı olan durumlar vardır. Bugün, o imtihanları yaşayan her müslüman kardeşimize dua edelim. Allah’tan onlar için yardım dileyelim. Kavurucu sıcaklıkta yağan yağmur ya da dondurucu soğukta yağan kar gibi gönüllerine ferahlık ve huzur yağmasını isteyelim.
Allah yar ve yardımcımız olsun. Ahiret ilimlerimizi arttırsın. Bizi yolundan ayırmasın. Ömrümüzü kolaylaştırsın ve bereketlendirsin. Bizi çok sevsin ve bizden razı olsun. Canımızı bizden razıyken alsın. O’nun rahmetinden ve yardımından şüphe etmeden kucakladığımız her imtihan, dünyada ve ahirette bize müjde olarak koşsun.
Cennet bahçelerinde dolaşmayı. Sevdiklerimize, canımız ailemize komşu olmayı. Peygamberimizi görmeyi, yanında oturmayı. Dünya hayatı bir rüyaydı geldi geçti, bize cennet nimetlerini verene, bizden tasayı ve yorgunluğu giderene hamd olsun, gerçekten Rabbimiz çok bağışlayan ve şükrün karşılığını verendir diyenlerden olmayı nasip etsin.
Daraldığında yardım için, ferahladığında şükür için daima Rabbine koşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji