Enbiyâ Sûresi 22. Ayet

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ  ...

Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ eğer
2 كَانَ olsaydı ك و ن
3 فِيهِمَا ikisinde
4 الِهَةٌ tanrılar ا ل ه
5 إِلَّا başka
6 اللَّهُ Allah’tan
7 لَفَسَدَتَا ikisi de bozulup gitmişti ف س د
8 فَسُبْحَانَ yüce(münezzeh)dir س ب ح
9 اللَّهِ Allah
10 رَبِّ sahibi ر ب ب
11 الْعَرْشِ arş’ın ع ر ش
12 عَمَّا şeylerden
13 يَصِفُونَ nitelendirdikleri و ص ف
 
Müşrikler, Allah Teâlâ’nın evreni yarattıktan sonra yönetimde kendisine ortaklar edindiğini iddia ediyorlar, özellikle hac ibadeti esnasında telbiye yaparken bunu dile getiriyorlardı (İbn Âşûr, VIII, 39). Âyet-i kerîme bunun imkânsızlığını vurgulamaktadır. Burada şu kanıt ortaya konmaktadır: Bir ülkede birden fazla başkan olmadığı gibi evrende de birden fazla ilâhın bulunması mümkün değildir. Eğer varlık âleminde Allah’tan başka ilâh olsaydı ilâhlar arasında yaratma, yönetme ve üstünlük konularında anlaşmazlık meydana gelir, bu da varlığın yaratılma imkânının ortadan kalkmasına veya evrenin nizamının bozulmasına sebep olurdu. Birden fazla ilâhın anlaşarak evreni ortaklaşa yönettikleri farzedilirse bu durumda da ilâhların her biri tam değil, noksan etken olmuş olur. Noksan olan ise ilâh olamayacağından hiçbirinin ilâh olmaması gerekir. Kısacası ister bağımsız olarak isterse ortaklık şeklinde Allah’tan başka ilâhın bulunması aklen mümkün görülmemektedir; vahiy ise zaten Allah’tan başka ilâhın varlığını reddetmektedir. Şu halde Allah’tan başka tanrı yoktur (bu konuda daha fazla bilgi için bk. Elmalılı, V, 3345-3347; İbn Âşûr, XVII, 38-44; ayrıca bk. İsrâ 17/42-43).
 
 23. âyette Allah’ın sorguya çekilemeyeceği ifade buyurulmaktadır; çünkü sorgulayanın daha üstün, bilgili ve yetkili olması gerekir. Halbuki Allah’tan üstün, bilgili ve yetkili bir varlık yoktur. Ayrıca sorumluluk kavramı, dürüstlük ve adaletinden şüphe edilen varlıklar için söz konusu olup Allah için böyle bir durum muhal olduğundan O’nun hakkında sorumluluktan bahsetmek de anlamsızdır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 672-673
 

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  ف۪يهِمَٓا  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

اٰلِهَةٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak  mahallen merfûdur. 

اِلَّا  kelimesi غير  anlamında isimdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli  اٰلِهَةٌ ’nin sıfatı olup merfûdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

فَسَدَتَا  fiili şartın cevabı olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  istînâfiyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  نسبّح (tesbih ederiz.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

رَبِّ  kelimesi  اللّٰهُ  lafza-i celâlin sıfatı olup lafzen mecrurdur.  Aynı zamanda muzâftır. الْعَرْشِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mütealliktir.

يَصِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ  cümlesi şarttır.  

كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  اٰلِهَةٌ, muahhar ismidir.

İstisna edatı  اِلَّا , gayrı manasındadır. Lafza-i celâl,  اٰلِهَةٌ  için sıfattır.

Bu cümlede  كَانَ ’nin tam fiil olması da caizdir.  لَفَسَدَتَاۚ, şartın cevabıdır. لَ, cevabın başına gelen rabıtadır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivciler  لَوْ  edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

لَوْ  harfinin dahil olduğu hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Semavat ve arzın fesadından murad, şu anda bulunan nizamın bozulmasıdır ki bu da O’nun vahdaniyetinin delilidir. Yani madem ki bu nizam bozulmuyor o halde Allah’tan başka ilâh yoktur. Bu ispat üslubu, bedî’ sanatlardan mezheb-i kelamîdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Ayette göklerin ve yerin bozulmaması, Allah Teâlâ’nın birliğine delil getirilmiştir. Bunun anlamı şudur: Eğer o ikisinde (göklerde ve yerde) Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulup gitmişti. Gökler ve yer bozulup gitmediğine göre onlarda Allah’tan başka tanrı yoktur. Çünkü şartın -yani göklerin ve yerin bozulmasının- batıl olması, şart koşulanın -yani tanrıların birden çok olmasının- da batıl olmasını gerektirir. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)

Nahivclere göre  اِلَّا  gayr anlamındadır. Buna göre ifadenin anlamı, “Şayet onların idaresini üzerine alan ve onları yöneten, onların yaratıcısı olan Allah'tan başkası olsaydı, her ikisi de muhakkak ki harap olup gitmişti.” şeklinde olur. Buradaki  اِلَّا ’nın istisna anlamında olması caiz değildir. Çünkü biz bunu istisna anlamına alacak olsaydık, o zaman mana, “Şayet o yer ile gökte, yanlarında Allah'ın bulunmadığı ilâhlar olsaydı, o zaman o yer ile gök fesada uğrardı.” şeklinde olurdu ki “Yanlarında Allah'ın da bulunduğu ilâhlar olsaydı, bir fesat meydana gelmezdi" demek olur ki bu yanlıştır. (Fahreddin er-Râzî)  

Söz sahibi bazen de bir kimseyi/şeyi övmek amacıyla haber formu kullanabilir. [Arşın sahibi Allah onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir] ayet-i kerimesi bunun bir örneğidir.

Ayet-i kerime, övgü ve medih manalı haber cümlesidir. Haber manasıyla birlikte Allah Teâlâ’yı medih manası taşıdığı için idmâc sanatı vardır.


 فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ

 

فَسُبْحَانَ  lafzındaki  فَ  isti’nafiyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Takdiri  نسبّح  (Tesbih ederiz) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Allah lafzının izmar makamda izhar edilişi mehabet terbiyesi içindir. (Âşûr) 

رَبِّ الْعَرْشِ, lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَسُبْحَانَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın,  رَبِّ الْعَرْشِ  izafeti ise muzâfun ileyhin şan ve şerefine işaret eder.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  سُبْحَانَ ’ye mutealliktir. Sılası olan  يَصِفُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَا ’nın masdariye olması da caizdir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde ve Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi heybet uyandırması içindir.

Burada zamir makamında ism-i ceilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirir ve verilen haberin kesinliğini ifade eder. Hükmü kesinleştirmek için yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

سُبْحَانَ اللّٰهِ  sözü O'nun fiillerinden ve sıfatlarından münezzeh olduğunu, yaptıklarından sorguya çekilmekten münezzeh olduğunu, çünkü bütün bu sıfatlarının kâmil derecede olduğunu ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 61)

Burada  رَبِّ الْعَرْشِ  tabiri zikredilmiştir. Çünkü daha önce Allah Teâlâ’nın yanında bulunan meleklerin, gece gündüz onu tesbih ettikleri zikredilmiştir. Dolayısıyla burada arşın zikredilmesi münasip olmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 56)

اٰلِهَةٌ - اللّٰهِ  kelimelerinin arasında iştikak cinası,  رَبِّ  - اٰلِهَةٌ - اللّٰهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.